Editörün Notu: Burada gördüğünüz, 9 Haziran’da New York City’deki Revolution Books’un Toomaj adına düzenlediği acil programda devrimci komünist lider Mona Roshan tarafından yapılan konuşmanın yazıya geçirilmiş halidir. Konuşma Farsça yapılmış olup, program sırasında İngilizce’ye çevrilmiştir. İngilizce’den Türkçe’ye de Yeni Komünizm Kolektifi tarafından çevirisi yapılmıştır. Yazının ingilizcesi için tıklayınız.
Benim adım Mona Roshan. 20 yaşındayken İran İslam Cumhuriyeti tarafından devrimci komünist bir kadın olarak aktivitelerim sebebiyle tutuklandım. Üç yıl boyunca tutuklu kaldığım dönemde ilk çocuğumu İslam Cumhuriyeti tarafından işkence görürken doğurdum.
Humeyni’nin zorunlu tesettür kanununa karşı ayaklanmanın üzerinden 45 yıl geçti. İran’ın teokratik faşist rejiminin kadınlara karşı savaşı hala tam gücüyle devam etmektedir. Kadınların 45 yıldır süren direnişi 2022-2023 “Kadın, Hayat, Özgürlük” (Jin, Jiyan, Azadi) ayaklanmasında tepe noktasına ulaşmıştır ancak halen protestonun ötesine geçerek İran İslam Cumhuriyeti’ni devirecek bir devrim haline gelmeyi başaramamıştır. Gazze’deki Netan-Nazi soykırımıyla aynı zamana denk gelen Mahsa/Jina ayaklanmasının bastırılmasından sonra büyük faşist lider Humeyni, şu ana kadar olduğundan daha yoğun biçimde kadınlara karşı daha çok baskı kurabileceğini ve tutukluların daha fazlasını öldürebileceğini düşünmüştür.
Son 7 ay içinde kadınlara karşı baskı yoğunlaşmış ve idamlar hızlandırılmıştır. İran’da her 5 saatte bir bir tutuklu idam edilmektedir. Biz şu an konuşurken politik tutsaklar idamları protesto etmek için her salı günü açlık grevi yapmaktadır. 10 yıldan uzun süredir tutuklu kalan bazı Kürt politik esirler de idam edilenlerin içerisindedir.
Şehirlerde tesettür giymeyen kadınlara karşı polis saldırıları kadın öğrencilere karşı “Güvenlik” Bakanlığı’nın tutuklanmış kadın öğrencileri gruplar halinde polislere teslim ettiği özel operasyonlar da dahil olacak şekilde genişlemiştir. Polis, bakirelik ve bağımlılık testlerine dayalı olarak tutuklananların bazılarını serbest bırakmaktadır (Tehran Üniversitesi Sosyal Bilimler öğrencileri tarafından yayınlanan ve BBC’de 6 Haziran 2024 tarihinde paylaşılan bildiriye göre).
Kadınların hapishane ve tutuklama merkezlerinde tecavüze uğradıkları Amnesty International tarafından belgelenmiştir.
2023 Nobel Barış Ödülü’nü kazanan ve şu anda tutuklu olan İranlı insan hakları savunucusu Narges Mohammadi, rejimin erkek yetkilileri tarafından tutuklu ve hapis kadınlara uygulanan tecavüzü açığa çıkartmak için yaklaşan sorgusunun topluma açık gerçekleştirilmesini talep etmiştir.
İranlı kadın aktivistler yetkililer tarafından kadın tutsaklara karşı uygulanan taciz ve tecavüzü belgelemektedirler. Yıllar önce ben de İslamcı işkencecilerin cinsel tacizine uğramıştım. İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadele eden herkes “Tanrı’ya karşı savaşta” olarak görülmektedir ve bu savaşta yakalanan her kadına İslami kanunlar altında cinsel tacize uğratılabilecek köleler olarak davranılmaktadır. Kadınlara karşı cinsel taciz her zaman gerici savaşların bir parçası olmuştur. Ancak İslam Cumhuriyeti’nde bu tecavüzü “yasallaştırmak” için yasal bir fetva/kanun yayınlanmaktadır.
1979 yılında İslam Cumhuriyeti başa geçtiğinde o zamanki büyük lider Humeyni İslami tesettürü zorunlu kılan bir kanun yayınlamıştı. Önceden bahsettiğim gibi buna karşı 5-6 gün süren büyük bir kitle ayaklanması olmuştu. Bu ayaklanma sırasında şu an İran Komünist Partisi (MLM) olan İran Komünist Birliği kadrolarının oluşturduğu Association of Fighting Woman [Direnen Kadınlar Birliği] önemli bir rol oynamıştır. Kadınlar İslam Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanan ilk güçlerdi. O zamanın pek çok solcusu, gerçeğin kadınların baskılanmasının İran toplumunda keskin bir fay hattı ve son derece patlayıcı bir çelişki olduğunu göstermesine rağmen bu ayaklanmayı “işçi hakları” ile ilgili olmadığı için önemsiz ve gereksiz olarak görmüştü.
İslam Cumhuriyeti hükumeti elinde bulundururken kadınlara karşı geleneksel baskı yöntemleri daha modern baskı yöntemlerinin üzerine eklenmiştir ve bu sosyal çelişki daha da patlayıcı hale gelmiştir. İslam Cumhuriyeti, İslamcı köleliğin ve kapitalist-emperyalist toplumsal ilişkilerin garip bir kombinasyonunu ortaya koyarak kadınların zincirlerini daha da sıkmıştır.
İran meselesi, tıpkı Bob Avakian’ın söylediği gibi dinci köktenciliğin kazandığı her yerde aşırı patriyarka ve saldırgan kadın düşmanlığının da güçlendiğini göstermektedir.
Emperyalizm hakkında bazı şeyler söylememe izin verin.
İslam Cumhuriyeti ve İslamcı köktenciler emperyalizmin hem gerçekliğe uymayan hem de son derece gerici olan çarpıtılmış bir konseptini üretmiş ve yaymıştır. Kısaca söylemek gerekirse bu konsept 18. yüzyılda ilerici özellikleri “Aydınlanmacılık” hareketinde sıkıştırılan feodalizm karşıtı devrimler ve kapitalizmin yükselişi sonrasında ortaya çıkan tüm rasyonel düşünüş, kültür ve ilişki biçimlerine karşıdır. Aydınlanmacılık hareketinin önemli başarılarından biri, serflik ve kulluk sistemini güçlendiren idealist ve batıl inanç temelli dinci görüşlerin karşısında eleştirel düşünceyi, bilimsel ve rasyonel düşünüş biçimlerini öne çıkarmasıdır.
Günümüzde bütün bu miadı dolmuş görüşler geleneksel patriyarka temelli ilişkilere entegre edilmiştir.
Ancak İslamcı köktencilerin kendi gerici görüşlerini bu feodalizm karşıtı gelişmelerin beşiği olan “Batı’nın” yıkıcı, yağmacı ve kolonici bir vampire dönüştüğü gerçeğini kullanarak “Anti-emperyalist mücadele” ya da “Emperyalizmden kurtulmak” şeklinde sunduklarını akılda bulundurmak gerekir. Evet, bu köktenci güçler emperyalizmin olduğu şeylerin gerçekliğini, kendi geleneksel görüşlerine ve baskıcı teokratik toplumsal ilişkilere gerici dönüşlerini “özgürleştirici” olarak göstermek için kullanmaktadır.
Kendilerini küresel kapitalist emperyalist sisteme bağlılık çerçevesinde entegre ederken geleneksel, baskıcı toplumsal ilişkileri yeniden canlandırıp teşvik etmektedir – özellikle de kadınların baskı altına alınması ile ilgili geleneksel ilişkileri. Bu şekilde İran’da açık giyinen kadınların hapse atılması, tesettür ve namus cinayetleri yasallaştırılmıştır.
Ne yazık ki emperyalist baskıdan rahatsız olan pek çok entelektüel bu gerici dünya bakışını ve toplumsal programı formüle etmeye yardımcı olmuştur. Örneğin Cezayir’de Frantz Fanon, Tanzanya’da Julius Nyerere, Kenya’da Jomo Kenyatta, Senegal’de Leopold Senghor gibi kişilerden ilham alan İranlı Ali Şeriati gibi.
Ali Şeriati, “kendine dönmeyi” yani Şii İslam’a geri dönmeyi özgürlüğe doğru giden yol olarak savunmuştur. Bu şekilde İran’da Ayetullah rejiminin gücü ele geçirmesi için gereken teorik temeli hazırlamıştır. Öğrencilerinden biri de Mir Hüseyin Mossavie’nin karısı olan ve anti-kolonici tartışmaya tesettürü ekleyerek Ayetullah’ın rejiminin kullanımına süren Zahra Rahnavard’dır.
Bu teorisyenlerin bakışına göre kadınların tesettürden çıkartılması Emperyalist Batı’nın İran halkına karşı kolektif saldırısıdır. Bu “Batı üretimi tesettürden çıkarma” teorisi, kapitalizm emperyalizm çağında nasıl bir devlet türüne sahip olduklarından bağımsız olarak her ülkenin bu sisteme entegre olduğunu ve geniş çapta dünya kapitalinin kanunlarına göre hareket ettiği ve işlediği gerçeğinden dikkatleri çekme konusunda büyük rol oynamıştır. Kapitalist sömürücü sınıflar da spesifik ideolojilerinden bağımsız olarak kapitalizmin kanunları ile uyumlu halde ve kar için sömürü ve süper sömürü gereksinimlerine hizmet edecek şekilde hareket etmektedir.
İran’da kapitalist kanunlar kadınları kapitalist sömürünün dip çukurlarına çekmektedir. İslamcı Şeriat üst yapısı kadınları dini zincirlere tabi kılmaya çalışmaktadır. Rahnavard’ın “mükemmel kadın” kriterlerinin bunların ikisini de içermesi ilginçtir. Kendisi de bir kadın olan Rahnavard, “mükemmel kadının” hem toplumda aktif olan hem de “orijinal” olan bir kadın olduğunu söylemektedir. “Aktif” derken kapitalizmin dinamikleri altında kapitalist bir işçi olmaktan bahsetmektedir, “orijinallik” derken ise geleneksel / dinci partiyarkanın zincirlerine tabi olmaktan söz etmektedir. Kadınların İslami tesettüre bürünmesi de hem kapitalist sömürüye hem de geleneksel dinci baskıya boyun eğen dinci kapitalist sisteme gönderilen bir sinyaldir.
Bu arka planı paylaşıyorum çünkü emperyalizme karşı mücadeleye katılmak isteyen pek çok entelektüel yeni komünizmi oluşturan bilimsel bir yaklaşımın aksine miadı dolmuş teorilere dayanmaktadır. Filistin halkını korumak için pek çok üniversitede açılan kolej kamplarında yüksek ihtimal bu tarz görüşlerle karşılaşmışsınızdır. Bu soruna tüm kapitalist-emperyalist sistemin kendisi yerine sadece kolonicilik olarak bakmaktadırlar. Kendi hareketlerini “Emperyalizmden özgürleşme hareketi” ya da “Anti-Kolonicilik” olarak isimlendirseler de anlayışları bütün miadı dolmuş baskı ve sömürü sistemlerini sonlandırmak değildir.
Dünyada pek çok çelişki vardır ve bu çelişkilerin bazı özgün özellikleri vardır, buna dünyada kadınların baskı altına alınması ve partiyarkaya dayalı ilişkiler de dahildir. Bu çelişkiler artan bir hiddetle yoğunlaşmaktadırlar. Amerika’da faşist Cumhuriyetçiler ve soykırımcı Demokratlar arasındaki mücadele de aynı şekilde yoğunlaşmaktadır.
Kadınları baskılanması, emperyalist savaşları, çevreyi yok etmesi, Gazze’deki soykırımı ile bu iki miadı dolmuşlar insanlığın tercihleri değildir, bütün bunlar bu sistemin temel işleyişinin parçalarıdırlar.
Ancak biz ne yapabiliriz? Ya da, ne yapmalı?
İnsanlığa karşı işlenen bütün bu suçlarla pek çok farklı mücadele verirken biz devrimciler gerçek bir devrim hedef ve amacı doğrultusunda bu mücadeleleri veriyoruz.
İhtiyacımız olan devrim, devrimci teoriyi gerektirmektedir ve bu teori Bob Avakian tarafından daha da geliştirilmiştir. Bu yeni komünizmdir. “Önceden geliştiği şekliyle komünist teorinin bir devamıdır, ancak aynı zamanda bunun ötesine nitel bir sıçrayışı ve bazı önemli biçimlerde bundan kopuşu temsil etmektedir”.
Tıpkı Önce Sovyetler Birliği’nde ve sonra da Çin’de gerçekleşen 20. yüzyıl sosyalist devrimlerinin Marx tarafından bulunan ve geliştirilen ve sonrasında Lenin ve Mao tarafından daha da geliştirilen Marksizm olmadan mümkün olmayacağı gibi günümüzde de sosyalist devrimler Bob Avakian tarafından geliştirilen yeni komünizm olmadan mümkün olmayacaktır.
Günümüzün mücadelelerini ihtiyacımız olan devrime bağlamak yeni komünizmin uygulanması ile mümkündür. Başka bir deyişle, siyasi mahkumları özgürleştirme mücadelesi, Gazze’deki soykırımı durdurma mücadelesi gibi günümüzün büyük mücadelelerini verirken bu spesifik mücadelelerin yakın hedefleri komünizm için mücadele etmekle aynı olmak zorunda olmasa da biz devrimciler bu mücadelelere bilimsel bir bakış açısı ile katılmaktayız. Bu yakın zamandaki mücadeleler devrim için zemini hazırlamanın bir parçasıdırlar. Gelecekteki devrimin güçlerinin çoğu günümüzün mücadelelerinden gelecektir.
Bu yüzden insanları bu sistemde kilitleyen hatalı teoriler ve hatalı düşünüş biçimlerini ele almalı ve insanları bu yaygın fikirlerden koparmak için mücadele etmeliyiz. Çok sayıda insan radikal bir değişimin gerekliliğini hissetmektedir. İnsanların bu tarz bir değişim için gerçek bir yolun var olduğunu görmeleri için insanların düşünüş biçimlerine meydan okumalı ve onlara bilimsel bir anlayışı getirmeliyiz.
İnsanlar neden İran İslam Cumhuriyeti ya da ABD emperyalizminden birinin tarafını tutmanın hiçbir pozitif geri dönüşü olmayacağını bilimsel bir şekilde anlamak zorundadır. Amerikan emperyalizminden nefret eden ve ona karşı çıkan herkes neden aynı zamanda İslam Cumhuriyeti’nden nefret etmeleri ve ona karşı çıkmaları gerektiğini anlayabilir. İslam Cumhuriyeti’nden nefret eden ve ona karşı çıkan herkes de neden aynı zamanda Amerikan emperyalizminden nefret etmeleri ve ona karşı çıkmaları gerektiğini anlayabilir.
Daha spesifik olarak Gazze’deki ABD ve İsrail soykırımını ciddi olarak durdurmak isteyen herkes neden aynı zamanda İran’ın siyasi tutsaklarının hemen serbest bırakılmasını talep etmek, İran’daki idamlara ve İslami rejim tarafından kadınların baskılanmasına ve onların acımasız tesettür kanunlarına acilen son vermek için verilen mücadeleye de katılmaları gerektiğini anlayabilirler.
Diğer yandan Jina’nın ayaklanmasını ve taleplerini ciddi bir biçimde destekleyen ve Toomaj Salehi’yi ve onun sesini özgür bırakmak için mücadele eden, İran’daki politik esirlerin acilen serbest bırakılması ve idamların son bulması için mücadele eden herkes mücadele ile Gazze’de ABD ve İsrail tarafından uygulanan soykırıma karşı hareketi anlayabilir ve bu harekete katılabilir.
Hepimiz insanlığın geleceği için varoluşsal bir tehdit oluşturan ve aynı zamanda dünyayı da yok etmekte olan aynı sistemle yüzleşmekteyiz. Şimdi gerçek bir devrimin mesajını yaymanın, bu sistemin suçları ile savaşmanın, insanların düşünüş biçimlerini devrim için dönüştürmenin ve bu sisteme son vermek ve insanlığı kurtarmak için yapılacak devrim için gereken güçleri hızla inşa etmenin ve bu devrim için gereken pozisyona gelmenin zamanıdır.
Teşekkür ederim.