Yeni Komünizm

20. Yılında, Devrimin 17 Kızıl Karanfilini Yeniden Hatırlamak

image_pdfimage_print

 “En güzel doğa fotoğrafları, uçurumun kenarında çekilir”

Mao Zedung

Mao’nun dizelerinden olan “en güzel doğa fotoğrafları, uçurumun kenarında çekilir” sözü bize şunu söyler; şayet yaptığınız şeyi en iyi şekilde yapmak istiyorsanız, o işin risklerini sonuna kadar zorlamanız gerekir. Maceraperet bir biçimde duyuluyor olsa bile, aslında bu son derecede önemli ve materyalist bir ilkedir. Eğer insanlar yapmış oldukları işin tehlikeli yanlarını hesaba katıp ama sınırları sonuna kadar zorlayan biçimde hareket etmezlerse, yaptıkları şeylerde başarılı -ya da beklenilen düzeyde başarılı- olamayacaklardır.

Kafka, Dönüşüm adlı romanında, Gregor Samsa adlı kahramanın bir sabah kalktığında bir kocaman bir böceğe dönüştüğünü anlatır. Kafka’nın böceğe dönüşme analojisi üzerinden tartışmaya çalıştığı yabancılaşma kavramıdır. İnsanların modern kapitalist toplumda birbirlerine yabancılaşmasının nasıl hızlı yaşandığını anlatır. Bu eser ilginç diyaloglarıyla da haylice ünlüdür ama dönemi açısından bakıldığında son derecede radikal bir biçimi barındırır. Kafka bu öyküsünde tüm normları karşısına alır ve yapmak istediği şeyi sonuna kadar zorlamaktan geri kalmaz. Ve hiç şüphesiz ki Kafka’yı Kafka yapan en belirleyici özelliği budur; edebiyatın mevcut sınırlarının sürekli olarak dışına doğru çıkması ve tüm bunları “elindeki her şeyi kaybetme pahasına” sınır noktalarına kadar zorlayabilmesidir. Bu Kafka’nın eserlerinde kendini gösteren belirleyici/tanımlayıcı özelliğidir.

Bob Avakian, sosyalist toplumun inşasında -ve sosyalist topluma giden devrim süreci boyunca- sağlam çekirdek temelinde bir hayli esnekli formülünü önermektedir. Toplumun çok katmanlı ve çok renkli doğası ve yapısına dikkat çekerek, bu sürece önderlik edecek olanların her türden eleştiriye -iftira ve çamur atmaları içermeyen ama açıkça sosyalizm karşıtı olan düşüncelerin de- yönelik açık olmak, teşvik etmek, muhalif mayalanmanın sağlanabilmesi için, gergiyle dört bir yandan kopma noktasına kadar çekilerek, kopma noktasına kadar izin verilmesi gerekliliğini dile getirir. Bu yukarıda bahsettiğim materyalist ilkenin, sosyalist topluma ve bir bütün bu topluma giderken uygulanmasıdır.


Türkiye Kuzey Kürdistan’daki devrimci komünist hareket de böylesi nadir örneklere sahiptir. Yoldaş Kaypakka’nın çıkışı sadece bu topraklarda değil, uluslarası anlamda da bazı ezberleri bozan bir nitelikteydi. Genç yaşına, kısa devrimci mücadelesine rağmen bilindik sınırları zorlayan ve onun ötesine geçen bir duruş sergiledi. Ve bana göre, 2002’de Maoist partinin 1. Kongresinde de benzer bir çıkış vardı. “Geleneksel bilgeliğin” ötesine geçme, alışılmış düşünüş biçimini sorgulama ve devrimci komünizm için yeniden bir temel inşa edebilmenin –yaratmak için yıkıma başlamaktan korkmamanın, sınırları sonuna kadar zorlamanın– bazı önemli hususlarını içeriyordu.

Örneğin insanların 30 yıldır alışık olduğu ismi bir günde değiştirme. Yoldaşlar şöyle açıklıyorlardı; “gelinen aşamada mevcut isim bilimi -Maoizmi- temsil etmediği için bunu yaptık”, bu son derecede radikal bir çıkıştı. Bu tamamen Leninvari bir örnekti; “bu gömlekle, doğruyu gerektiği gibi temsil edemeyiz” demenin naçizane bir örneği.

Ölümlerinden sonra 17’ler diye andık ama 2002-2005 sürecine önderlik eden de bir avuç kadroydu. Şüphesiz ki devrim için yaşamını veren herkesin ödediği bedel yücedir. Bu tartışma götürmez. Burada ifade etmek istediğim şey, bedelden ziyade nitelikle ilgilidir. Açıkçası Cafer, Aydın, Okan, Cemal’lerin devrimci komünizmi yeniden haritaya koyabilmek için girişmiş oldukları mücadelenin niteliğidir.

Devrimci komünizm için dönüşüm

2002’ye önderlik eden yoldaşların “dönüşüm” için mücadelesi Kafka’nın romanında anlattığı gibi bir gecede olmadı. Onlar uzun yıllar boyunca hem uluslararası komünist harekette hem de bizim geleneğimiz içerisinde olagelen çizgi problemleriyle uzun zamandır mücadele ediyorlardı. 2000 Ölüm Oruçları sonrasında devrimci hareketin karşı karşıya kalmış olduğu tasfiyeci dalgayı bertaraf edebilmenin yegane yöntemi, yine bizleri böylesi bir sürece sürükleyen çizgi problemlerinin anlaşılması, bunlara karşı bilimsel komünizmin ne olup olmadığının tesis edilmesiydi. Yoldaşlar esas olanın idealist bir “irade” savaşı olmadığını, irade göstermenin doğru bir çizgi temelinde ancak bu tasfiyeci ablukayı yıkabileceğini söylüyorlardı.

Bence bu yoldaşların belirleyici/tanımlayıcı özellikleri, şimdiye kadar yaşadığımız problemlerin sadece bir “klik” problemi, bir kaç “art niyetli” insanın yanlış yönlendirmesi ya da “geçen dönem önderliklerin hatası” yaklaşımı gibi ele almanın ötesinde, şimdiye kadar yaşanılan problemlerin kaynağının çizgi problemi olduğunu ve hareketimizin uzun zamandır sağ ya da “sol” bir çizgiler tarafından yönlendirilmesinin temelinin ise bilimle olan ilişkisinden -bilimsellikten kopmadan- kaynaklı olduğu, o yüzden Maoizmin anlaşılmadan bu çizgi problemleriyle baş edilemeyeceğini söylemeleriydi. Bu bizim saflarımızda kitlesel düzeyde bir ilkti ve önemli oradan pozitif bir etki yarattı; bir çok insan problemlerin kökenini aramak/anlamak için hareketimizin çizgi problemleriyle uluslararası çizgi problemleri arasındaki bağ arasında ilişki kurma düzeyinde mücadele etmeye başladı. Sorun, “basiretsiz kadrolar” ya da “art niyetli insanlardan” çıkarak, çizgi problemlerine yönelerek, devrim için gerçek bir çıkış aramanın dönüşümü gerçekleşti.

Benim gibi yeni devrimci olan insanlar bu süreçten çok etkilendiler, çok öğrendiler. Ben bu süreci -dönemi itibariyle- oldukça pozitif bulduğumu lafı dolandırmadan söylemek istiyorum. Çünkü yoldaşlar, dönemin tüm tasfiyeci-reformist eğilimine rağmen, devrimci komünizm için yol haritasını Maoizm üzerine yeniden inşa etmek istiyorlardı. Tabii ki ağır hataları da oldu ve onların ölümü bu ağır hatalar zincirlerinin sonuncusuydu ama bu hataları devrimin içerisinde, devrim yapabilmek için yaptılar. Onlardan sonra hareket muazzam bir darbe aldı ve onların baş etmeye çalıştığı tasfiyeci-reformist çizgiyle yüz yüze kaldı. Hem 1. Kongre önderliğinin baş etmeye çalıştığı şeyleri anlamama hem de bilimin ilerleyen seviyesine -komünizmin yeni sentezi- sırt dönme pratiği, bu geleneğin, baş edilmeye çalışılan çizginin bir parçası olmasına neden oldu. Bu son derecede olumsuz ve üzücü bir örnektir.

Bazı “şahsi” tecrübeler

2005’te ölümsüzleşen yoldaşların bir kısmını tanıma gibi şerefe sahip olmak, bir devrimci için gerçekten “paha biçilmezdir”. Kendime her zaman “iyi ki onları tanımışım, onlardan öğrenebilmişim” derim -her ne kadar bugün, bu tecrübelerin/bilgilerin bir kısmı gerçersiz olmasına ya da eskisi kadar objektif realiteyi tanımlayamamasına rağmen. Şimdi burada onların bazı “kişilik” özelliklerini de anlatmak istiyorum. Onların kişisel olarak deneyimledikleri, hayata dokunma tarzlarıyla, devrimci düşüncelerinin bir kombinezonu olan bu özellikler tarihin derin ve karanlık sularında unutulup gitmemeli.

Berna’nın kendine has bir özelliği vardı, “bizim” sosyolojiden değildi. O yüzden tavırları hep bir mesafe barındırırdı. Ama üstencilik sezmezdiniz, çok ince bir çizgide ilerlerdi; mesafeli ama samimi. Sanırım bu Okan yoldaşın önermesiydi; ilişkilerimizde mesafeli ama samimi olacağız. Berna’yı çok iyi tarif eden bir özellikti bu. Berna sadece devrimci komünist değildi, aynı zamanda güçlü bir entellektüeldi. Afrika’daki kolonyalizm üzerine sohbet ettiğimizi hatırlarım, Fildişi Sahili hakkında, -ülkenin sömürgeleşmesi yeniden sömürgeleşmesi, emperyalistlerin arasındaki çelişkiler sonrasında çıkan iç çatışmalara ve katliamlara yönelik uzun uzadıya bilgiler aktarırdı. İngilizcesi anadili gibiydi ama Fransızcası da oldukça iyiydi. Sadece konuşmakta biraz çekingendi. ABD’den yoldaşlarla Berna hakkında konuştuğumuzda, ona nasıl gıpta duyduklarını hatırlarım. Mülkiyede okumuş, bu ülkenin valisi olmuş aileden gelen Berna, uzun bir dönem neredeyse üst sınıf yaşamasına rağmen yerini tarihin bu tarafında, ezilenlerin yanında, baskının ve sömürünün olmadığı bir dünya için alabilmişti. Onunla saz çalıp türkü söylediğimizde -biraz operavari söylerdi ve ben türkülerin orjinalini bozduğu için çok hoşlanmazdım-, gözleri kapanır, başını hafiften geriye doğru atar ve kendinden geçerdi ve aradaki “mesafe” hemen kalkardı. Defalarca “beyaz giyme toz olur” türküsünü çalar söylerdik, en sevdiği türkü müydü bilmiyorum ama çok sevdiğinden eminim. Berna yoldaşı kaybettikten sonra bu türküyü her dinlediğimde bu anları hatırlarım.

Daha önceden de Kenan yoldaşı anlattığım bir makale yenikomunizm.com sitesinde yayınlamıştı. Kenan yoldaş çok yönlü bir devrimci komünistti. Kendisini sadece bir yönüyle sınırlayan ve orada konumlandıran yoldaşlara açık eleştiri getirirdi; “yoldaşlar çok yönlü olun, kendinizi bir çok alanda geliştirin, uzmanlığınız olsa bile, çok yönlü öğrenmekten vazgeçmeyin” derdi. İdeolojik tartışmalarda çok amansızdı, ama hiç bireysel yaklaşmazdı. İnsanlarla değil, düşünüş biçimleriyle uğraşırdı. O yüzden benim gibi genç kuşaktan olan devrimciler, onun tarafından eleştirilmekten hiç çekinmezdi. Bu çok nadir bir şeydir; eleştiriliyorsun, eleştireye kendini açıyorsun ve ağır olan düşünce yüklerinden arınmaya başlıyorsun. Şüphesiz bu zemini sunan Kenan yoldaşın çizgisi ve tarzıydı. Okuduğun yazıları, kitaplardan aldığım notları ya da toplantılarda kafamı karıştıran hususları ona sormak için can atardım. Sonuna kadar dinler, acelecilik yapmaz ve hep temel meseleleri kovalamaya çalışırdı. Genç yoldaşlara dair çok dikkatliydi ve en önemlisi pozculuk yapmazdı. Belki de çok önemli değildir, bilemiyorum. Kenan yoldaş öyle bir sarılırdı ki kalp atışını hissederdin. Yoldaş gibi hissederdin, bu insana başka türlü güç katan bir özelliğiydi.

Bu bölümü çok uzatmadan son olarak da Aydın yoldaşa değinmek istiyorum. Çocuk denecek yaşta devrimcilerin saflarına katılmış, küçük yaşta yaralanmış ve bacağının işlevini yitirerek topal kalmış, defalarca cezaevine atılmış, defalarca işkence maruz kalmış, açlık grevlerine yatmış, ölüm oruçlarına girmiş, özcesi direnmiş ve direnmiş, böylece devrimin güçlü bir figürlerinden birine dönüşmüştü. Bu “sınanma çizgisinden” dolayı tüm devrimci örgütlerin gıptayla baktığı bir kişilikte, ayrıca herkese oldukça güven verirdi. Aydın yoldaşın teorik donanımı ne Cafer ne de Serdar gibiydi. Kendisi de toplantılarda bu hakikati teslim ederdi. “Serdar yoldaş (Kenan Çakıcı) teorik olarak bizden çok çok ileri” dedi. Lakin Aydın yoldaş çizgi kovalamakta oldukça mahirdi. İnsanların düşüncelerinin nerelere evrileceğini görür ve kritik meselelerde müdahale ederdi. Hiç unutmadığım bir şeyi paylaşmak istiyorum. ÖO’larına yönelik yürütmüş olduğumuz bir oturumda, Ali İhsan Özkan’ın feda eyleminin bizim çizgimizle ne derecede ilişkili olduğu üzerine keskin bir tartışma döndü. Aydın yoldaş bu tartışmada sadece dinleyiciydi. Ama iş öyle bir noktaya geldi ki bir devrimci için “boşa öldü” sonucu çıkıyordu ve Aydın yoldaş ayağa kalkıp; “Yoldaşlar bu tartışmanın zemini yanlış, tartışmayı hemen sonlandırın” dedi ve salondan çıktı. Bizler de ne olduğunu anlamadan arkasından çıktık. Salonun önünde bir çiçeklik gibi bir şey vardı, oraya oturdu ve sıgarasını yaktı. Gözleri hem öfkeli bakıyordu hem de neredeyse dokunsan ağlayacak gibiydi. Biraz sakinleştikten sonra -Aydın yoldaşın sinirli halleri çok meşurdur-, kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama özetle şöyle söylemişti; “yoldaşlar bizim ÖO’larında yaptığımız önemli ve ağır hatalar var bunları kabul ediyoruz. Ama yoldaşlarımız esasta bizim hatalarımız sonucunda öldü demek, devletin ve onun saldırısının niteliğini anlamamak ve esasının bu yönü oluşturduğunu söylememek olur. Ve bu her ölen yoldaşın ölümünü anlamsızlaştırır ve ‘boşa öldüler’ bakış açısını güçlendirir. Zaten düşmanın halk saflarında yaratmaya çalıştığı şeylerden biri budur” demişti. Bu tavrı son derecede önemliydi. Devrimciler, devrim yapmak için önlerine çıkan zorunlulukla mücadele ederken, bazı hatalar yapıp hayatları ölümle sonuçlanabilir. Yine de temel olan şey, bu zorunluluğun varlığıdır; son derecede baskıcı ve sömürücü olan bu düzenin köklerinden sökülüp atılması için devrimci mücadelenin zorunluluğu.

Kelimenin gerçek anlamıyla, özlemle anmak

Yukarıda yaşadığım bazı şahsi şeyler, benim devrimcilik hayatımda yol gösterici tecrübelerdi. Özellikle Aydın yoldaşın hayatının her anını devrimci için örgütlemesi durumu, bende hep örnek bir davranış olmuştur. Ve açıkçası, bazı dönemler onların bu pozitif tecrübelerini hatırladığımda, onları nasıl özlediğimi de hatırlıyorum.

Benim kuşağım için 2002’nin devrim için ısrar ve sebat etmeye yönelik bir yanı vardı ve bunu alelade bir temelde değil, dönem açısından bilimin seviyesi olan Maoizm temelinde yapmaya çalışıyorlardı.  Bir bilim olarak komünizm nedir? Baskı ve sömürü ilişkilerini sınıfsız, sömürüsüz ve baskısız bir dünyaya doğru götürecek olan devrimin çizgisi nedir? Bu soruları soruyor olabilmem, benim yeni komünizmle de tanışmama vesile olan şeydir ve açıkça söylemek gerekir ki yoldaşlar yaşasalardı BA’nın inşa ve önderlik ettiği Yeni Komünizmi savunurlar mıydı bilmiyorum ama ne azından bu soruları soruyor olabilmek, geleneğimiz etrafında Yeni Komünizmin daha fazla ve en azından nispeten doğru temelde tartışılır olmasına vesile olabilirdi. Maalesef bunu yapamadık ve Mao’nun tabiriyle “bir ikiye bölündü ve tersine döndü”. Sonuçları dünya devrimi açısından oldukça negatif oldu.

Daha önce Kenan yoldaştan bahsettiğim makalede anlattığım üzere; yoldaşların 2005’te yaşamını yitirmesine yönelik “kaçınılmaz” bir son ya da determine edilmiş bir “alın yazısı” yoktu. Birçok yoldaşın zamanında belirttiği üzere belki de bu “son” engellenebilirdi. Yine de tüm bu “son” sorunu, zorunluluk ve özgürlük ilişkisinde yatmaktadır;  dehşet üzerine dehşet açan, insan hayatlarını küresel ölçekte un ufak eden sistemin -zorunluluğun- köklerinden sökülüp atılması -özgürleştirilmesi- hakikatinde yatar. Ve bir komünist devrimci, yaşamını böylesi bir geleceğin inşasına hasretmişse, bu karşılaşabileceği muhtemel bir “son”dur. Mao’nun da dediği üzere; “İnsan yaşamı sonludur ama devrim sonsuzdur”.  

 

Anıları önünde özlemle eğiliyorum. Devrim mücadelesinde ve sonrasında 17’lerin önemli katkıları, fedakarlıkları, yeni bir dünya inşasında her daim özgürleştirici bir duruş olarak anılacaktır.

Yeni Komünizm

Bizler, devrimin önderi Bob Avakian'ın mimarı olduğu Yeni Komünizm‘in takipçileriyiz. Bob Avakian'ın devrimci önderliğini takip eden ve Yeni Komünizm temelinde dünyayı anlama ve değiştirme sorumluluğunu üstlenenleriz. Detaylı bilgi için bkz: Biz Kimiz?

Dünyada devamlı olarak yaşanan dehşetlerin ve son derece gereksiz acıların ortadan kaldırılması hem mümkün hem de son derece gereklidir. Bob Avakian'ın devrimci önderliğini ve geliştirmiş olduğu Yeni Komünizm'i öğrenerek kazanma şansı olacak gerçek bir devrim hareketini birlikte inşa ediyoruz. Yeni Komünizm'in teorik çerçevesine ilk kez giriş yapacaklar başlangıç noktası için web sitemizde yer alan bu bölümdeki makaleleri inceleyebilir, Bob Avakian'ın Türkçeye çevrilmiş eserlerine buradan ulaşabilirler. Görüş, katkı ve desteklerinizi bekliyoruz.

#DevrimDahaAzıDeğil