Mao neredeyse bundan yüz yıl önce bir devrimi gerçekleştirmenin -şayet derdimiz buysa- en önemli sorunlarından birini dost/düşman ayrımı olarak görüyordu;
‘’Düşmanlarımız kimlerdir? Dostlarımız kimlerdir? Bu, devrimin en önemli sorunlarından biridir. Çin’de daha önceki bütün devrimci mücadelelerin çok az ilerleme sağlamasının temel nedeni, gerçek düşmanlara saldırmak üzere, gerçek dostlarla birleşmeyi başaramamış olmalarıdır. Devrimci bir parti kitlelerin rehberidir; devrimci parti kitleleri yanlış yola sokarsa, devrimi yolundan saptırırsa, hiç bir devrim başarıya ulaşamaz. Devrimi kesin olarak başarıya ulaştırabilmek ve kitleleri yanlış yola sokmaktan kaçınabilmek için, gerçek düşmanlarımıza saldırmak üzere, gerçek dostlarımızla birleşmeye dikkat etmeliyiz.’’ (Mao, Seçme Yazılar, Cilt 1, S.9 vurgular bize ait)
Yaşadığımız kapitalist emperyalist sistemi; onun bir öğütücü gibi hayatları bitiren ve ruhları ezen aygıtlarını, dehşet üzerine dehşet yaratan temel itkilerini ve dinamiklerini köklerinden söküp atmak istiyorsak eğer, bunun yegane ve radikal alternatifinin devrim olduğu, bu devrimin her türden baskı ve sömürüyü sonlandıracak olan, bütün sınıf ilişkilerini ve bu sınıf ilişkilerinin yarattığı sosyal ilişkileri, bu sosyal ilişkilerin üst yapıda yarattığı her türden gerici fikirleri un ufak eden komünist bir devrim olması elzemdir.
İnsanlar içinde bulunduğu çelişkilerden rahatsızlık duyar ve bu çelişkilerin çözümü için şu ya da bu şekilde mücadele yürütürler. İnsanların çoğu, çoğu zaman radikal bir değişikliğe de karşıdırlar -bu devrim saflarında bile kendisini sıkça gösterebilir-. Ve genel olarak şunu söylerler: ‘’Düşman çok güçlü ve halk çok örgütsüz’’! Bu tespit bir ölçüde doğru olmakla birlikte, verili bir andaki hakikati mutlak ve donuk olarak görme durumu, maddenin ve doğanın sürekli hareket halinde olduğu, çelişkilerden ibaret olduğu ve devrimci güçlerin bu çelişkiler üzerinden çalışarak, maddi gerçekliği devrim lehine dönüştürebileceği hakikati, maddi gerçekliği, potansiyeli hiç edilir. Ve bu genelde ‘’reform’’ yanlılarının -verili bir anda devrim için objektif koşulların olmadığı ve halkın ‘’nispeten’’ nefes alacağı koşulların yaratılması gerektiği ve böylece belki de devrim için daha güçlü bir koşulların yaratılacağı artımsal/ilerlemeci düşünce savunucuları- içerisinde bulunduğu koşulları ‘’yegane’’ olarak gösterip, verili bir anda yapılan şeyin ‘’yapılması gereken tek şey’’ olarak göstermesini sağlar. Reformizmin en bariz özelliklerinden biri de gerçek bir devrim için neyin doğru neyin yanlış olduğuna bakmaksızın ‘’neyin tutup tutmayacağını’’ ‘’neyin para edip etmeyeceğini’’ ya da moda tabiriyle ‘’neyin daha fazla like alıp almayacağına’’ bakarak hareket etmeleridir. Bunlar popülist epistemolojinin yani hakikatin objektif realite tarafından belirlendiği değil de verili bir anda ne kadar ‘’destek’’ gördüğü, ne kadar ‘’potansiyel’’ barındırdığı anlayışının ifadesidir.
TKP, karşı devrim safındadır!
Bu ülkede TKP, kuruluşundan beri bir tartışma konusu oldu. Bizce TKP’nin kuruluşuna ve onun niteliğine ve evrimine ilişkin en bilimsel ve keskin tespitte yoldaş Kaypakkaya bulundu. Şayet bugün TKP’nin niteliğine ve evrimine yönelik bir şeyler söyleyebiliyorsak, Kaypakkaya yoldaşın mirası -sadece bu olmamakla birlikte- kilit önemdedir. TKP’nin (TKP’ler) niteliğine ilişkin daha önce de söylediğimiz üzere, TKP -ve onun türevleri- reformla karşı devrim arasında bir sarkaç gibi gidip gelmiş, halk kitlelerinin mücadelesinin kabardığı anda ve devrimin güçlendiği kritik süreçlerde, hakim sınıfların arkasına dizilmiş ve mevcut nizamın parçası olmuştur.
Daha önceden de söylediğimiz üzere;
‘’Mustafa Suphi yoldaş sonrasında TKP, Şefik Hüsnü önderliğinde Kemalistlerin iktidarına eklemlenmiş, Kemalistlerden ‘’sosyalist devrim’’ bekler olmuş ve revizyonist bir hatta girmişti. Bugünkü TKP’ler bu revizyonist hattı daha da derinleştirmiş…reformizm ve karşı devrim arasında bir sarkaca dönüşmüştür.
TKP revizyonist çizgisini henüz Sovyetler devrimciyken konsolide etti. Revizyonist çizginin konsolide olmasında Komintern’in tali çizgi hataları da önemli bir rol oynadı. Bununla birlikte Kemalizm tespitlerinin ağır hataları ve yeni demokratik devrimi bir tür radikalize burjuva devrimi olarak görme çizgisini -aslında TKP’nin sosyalizm anlayışı da buydu- güçlü kıldı. 1950’lerin ortalarında Sovyetlerde yaşanılan geri dönüş TKP’nin bu çizgisinin daha güçlü bir şekilde inkişaf etmesine temel sağladı ve bu ülke topraklarında devrimci komünizmin boğazlanması görevine koşuştu.
Revizyonist TKP, Sosyal Emperyalist Sovyetler’in çizgisiyle daha zehirli bir etki yaptı ve hakim sınıf işbirlikçiliği de dahil olmak üzere her türden legalizmle birlikte, sosyalizme sempati duyan kitleleri bataklığa doğru çekmeye çalıştı. Revizyonist TKP, Başkan Mao’nun bir bilim olarak komünizmi hem ilerletmesi hem de Sovyet revizyonizmine karşı bayrak açması, ezilen dünya halklarına bir umut olmasının tam karşısında durdu. Mao’nun komünizm bilimini niteliksel olarak ilerletmesini ve ölümsüz katkılarını ‘’narodnik’’, ‘’köylü’’ olarak itibarsızlaştırmakla kalmadı aynı zamanda halk kitlelerine ulaşmasının önünde engel oldu (alıntının kaynağı için tıklayınız).
2013’de TKP’nin yaşadığı kriz, onun içerisinden çıkan güçler sonrasında, özellikle de 2016 darbe girişimi ve İslamcı Türkçü faşist rejimin konsolidasyonu sonrasında, Kemal Okuyan TKP’si, mevcut rejime karşı Kemalist hegemonyaya entegre oldu. Zaten Kemalizm ve kurucu Cumhuriyet meselelerinde problemli bir çizgiye sahip olan TKP, toplumun rejim tarafından İslamcılaştırılması -TKP asla rejimin Türkçü faşizmini görmez- sonrasında hakim sınıf kliği olan Kemalist cephenin parçası haline geldi.
Burada bir parantez açmak gerekirse, TKP’nin kitlesinin önemli bir kısmı büyük şehirlerin orta sınıfları ve öğrenci gençlikten oluşmaktadır. TKP bu kesimlerin mevcut rejimden rahatsızlık duyma halini ve özellikle gençlik saflarında sosyalizme şu ya da bu ölçüde sempati duyan gençleri kendi bünyesinde örgütleyebilmiştir. TKP’nin şovenist çizgisi ile bu kitlelerin ‘’vatanseverliği’’ arasında bir bağ olmakla birlikte, TKP’nin kendi bünyesinde erittiği kitleler, CHP’nin sözde solculuğundan rahatsız olan ve laisiteyi daha radikal savunan bir mecra arayanlardır. O yüzden TKP’nin önderlik çizgisiyle, onun içerdiği ve etkilediği kitleler arasında bir ayrışım yapmak, gerçek bir devrimin inşası için son derecede önemlidir!
TKP’nin sahiplendiği miras karşı devrimin mirasıdır!
Kemal Okuyan ve onun TKP’si her sıkıştığında, Kemalist değil komünist olduklarını ama M. Kemal’in ise ‘’devrimci’’ mirasını savunduklarını söyler durur (Okuyan’ın açıklaması için tıklayınız). Okuyan’a göre ‘’M. Kemal Anadolu’nun devrimci cephede’’ kalmasında rol almıştır. Ve Türkiye’de kapitalizmin gelişmesini ve böylece ‘’gölgelenen’’ ‘’emek-sermaye’’ çelişkisinin ön plana çıkmasına neden oldu. Tüm bunlardan dolayı da M. Kemal ‘’büyük devrimci’’ oluyor ama böyle söylediğin zaman da Kemalist olunmuyor.
Şimdi, Kemalistlerle aynı zırvaları söylerseniz Kemalistlerden farkınız kalmaz, bu tartışma götürmez bir gerçektir! Bununla birlikte yukarıda Kemal Okuyan’dan aktardıklarımız, basit bir dil sürçmesi değil; TKP’nin resmi çizgisinin olağan beyanatlarıdır. Bunlara bir de ‘’Cumhuriyet’’ güzellemelerini de eklemek gerekir. ‘’Evet 100 yıl önce yaptık, yoksul halk ayağa kalktı ve kaderini eline aldı, imkansız denileni yaptı, saraya, emperyalizme karşı bu topraklarda yeni bir tarih yazdı, Cumhuriyet’i kurdu! Umutsuzluğa yer yok bu topraklarda! Şimdi yeni bir kuruluşa emekçilerin kurtuluşuna ihtiyacımız var! 100 yıl önce yaptık yine yaparız!” (alıntının yapıldığı açıklama için bakınız).
Bu ülkenin kurucu ‘’babası’’ ve onun resmi ideolojisi Kemalizm, TKP’nin iddia ettiğinin aksine ‘’Anadolu’yu devrimci cephede’’ tutmamış, başından itibaren emperyalist kampın parçası olmuştur. Kemalist rejim bir yandan Mustafa Suphi ve yoldaşlarını hunharca katledip, komünist hareketi boğmak isteyerek Batı’ya şirin gözükmüş diğer yandan ise Sovyetlerle ilişki içerisine girerek, bu emperyalist kampta daha sağlam yer alabilmenin zeminini hazırlamıştır. Bir ‘’burjuva devrimcisi’’ olarak pazarlanan Mustafa Kemal, dünyanın içinden geçtiği yeni koşullarda saltanatı ve hilafeti kaldırmış fakat bu sınıflardan geri kalan artıklarla, yeni yetişmekte olan komprador burjuvazi ve toprak ağaları sınıflarıyla yeni bir iktidar kurmuştur. Rejimin konsolidasyonun da ve devamlılığında, şeyhler ve dini ‘’kanaat’’ önderleri de etkin rol oynamıştır. Mustafa Kemal, ‘’Kemalist devrimden’’ hemen sonra, Lozan’da ‘’biz buraya Kürtlerin ve Türklerin haklarını savunmaya geldik’’ sözünü bir kenara bırakılıp -ki buradaki esas mesele Kürtlerin haklarını savunmak değil, ipotek etmektir- tüm bağımsız Kürt cemaatleri bastırılmış, Kürtçe medreseler kapatılmış, Kürtçe basılı yayın engellenmiş ve Kürtçe konuşulması yasaklanmıştır. Kürtler yeni rejimin baskısına karşı her ayaklandığında binlercesi katliamlardan geçirilmiş ve on binlercesi sürgüne yollanmıştır. 1927 yılına kadar süren İstiklal Mahkemeleri, Kürt illerinde ‘’Umumi Müfettişlik Teşkiline’’ bırakılarak kalıcılaştırılmıştır.
TKP’nin övdüğü ve devamlılığını savunduğu bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, soykırım, pogrom, katliam, asimilasyon ve ağır sömürü üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet, İttihat ve Terakki’nin devamı olarak Anadolunun ilk öne müslümanlaştırılması ve sonradan da Türkleştirilmesi rolünü devam ettirmiştir. Ezici çoğunluğu İttihatçı kadrolardan olan Kemalistler, azgın bir şovenizm körüklemiş ve azınlıklaştırma politikalarına devam etmiştir. TKP ve onun gibilerin savunduğunun aksine Cumhuriyet ‘’devrim cephesinin’’ parçası değil, karşı devrimin parçasıdır! Daha önceden de söylediğimiz üzere ‘’Bu ülke Ermeni soykırımı, Rumların ve diğer azınlıkların pogromlara uğratılması ve Kürt ulusunun katliamları üzerine kurulmuştur. Tüm bunlar olmasaydı, bugünkü bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’de olmayacaktı! ’’
Saçmalıklardan ‘’anlatı’’ yaratmak!
TKP’nin 2016’dan sonra Kemalist hegemonyaya komple entegresi, özellikle de Kürt sorununda takındığı karşı devrimci tavrı da keskinleştirmiştir. Bazen CHP’nin ‘’ sol sosyal demokrat güçleri’’ gibi belirli belirsiz ‘’emek mücadelesi’’, ‘’halkların kardeşliği’’ gibi sözler söylese de, bu ülkenin bir turnusol kağıdı olan Kürt sorununun olmadığını ‘’bir emek’’ sorunu olduğu ya da ‘’Türk/Kürt milliteyçiliği’’ olduğu gibi siyasi saçmalıklarla ‘’komünist’’ anlatı içerisine girmiştir. Özcesi TKP, bu ülkede Kürt sorunu olduğunu, ağır bir şovenizmle görmezden gelmiş ve ‘’NATO yanlısı Kürt Milliyetçiliği’’ safsatalarını savunarak, ezilen Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının gaspında ‘’sol’’dan rol oynamıştır. TKP Kürtlere bakınca NATO’yu görmekte, Kürt milliyetçiliğini görmekte ama ezilen bir ulus olduğunu asla görmemektedir. Burada bir parantez de TİP için açmak gerekir. TİP, hakim sınıfların halk çocuklarını asker yapmasından bahsediyor, halk çocuklarının ölmesine karşı olduğunu söylüyor ama açıklamalarında Kürtlerin en meşru olan hakkı, kendi kaderlerini tayin hakkından bahsetmiyorlar. TİP her ne kadar TKP gibi, açık bir hakim sınıf düşüncesi savunusuna girmese de, Kürt sorununda tam olarak TKP çizgisinden de kopamadığı açıktır.
TKP’nin geçtiğimiz gün Zap’daki başarılı gerilla operasyonu sonrasında ‘’Türkiye’nin şehitlerine’’ sahip çıkması ve alenen Türk hakim sınıflarının yanında yer aldığını beyan etmesi, karşı devrimci çizgisindeki tutarlılığı göstermektedir. Fakat geniş kesimlerden gelen eleştiriler sonrasında ‘’Türkçülük, Kürtçülük, İslamcılık’’ aynıdır diyerek bir ayak oyunuyla kendi şovenist çizgilerini gizlemek istemişlerdir. İronik olan şu ki, madem ki Kürtçülük ve Türkçülük, İslamcılık aynıysa o halde neden Mustafa Kemal ‘’Büyük Devrimci’’ oluyor da Şeyh Said gerici oluyor! Cevap çok basit; Mustafa Kemal, TKP’nin parçası olduğu hakim sınıfın ve devletinin kurucu ‘’babasıdır’’, o yüzden ‘’Büyük Devrimcidir’’!
Sonuç olarak,
Girişte de vurguladığımız üzere, bir devrimin en önemli noktalarından biri, dost düşman ayrımını yapabilmektir. Bununla birlikte, bir hareketin niteliğini belirlerken, hareketin üzerinden yükseldiği kitleler ile önderlik arasında da ayrım yapabilmek önemlidir. Gerçek bir devrimin inşası için, hedef ve amaç halk saflarında karşı devrimci fikirlerin üstesinden gelmek ve halk kitlelerinin devrim için düşünüş biçimlerini dönüştürmektir, tümden ‘’iptal’’ etmek değildir.
Bir diğer husus ise, devrim saflarında olup ama ‘’seçim hesapları’’ için TKP’yi ezilen halk kitlelerine ‘’sol’’ ve ‘’ilerici’’ olarak sunmak, devrime açıktan zarar vermektedir. Devrim saflarında olanların verili bir anda neyin işlerine yaradığı değil, devrimin nihai hedefi ve amaçlarıyla neyin uyumlu olup olmadığına bakması gerekir. Aksi halde, niyetiniz ne olursa olsun -ki bu kesinlikle arzuladığımız bir şey değildir- halkın temel çıkarlarının karşısında konumlanmış olursunuz! Mao’nun da söylediği üzere, kitleleri yanlış yola sokmaktan kaçınabilmek için, gerçek dostlarımızla birleşmeye dikkat etmeliyiz.’’
Yayın tarihi: 15 Ocak 2024