Rejimin her gün boğazlaştığı zorlukların aleni bir şekilde gün yüzüne vurduğu uzun zamandır biliniyor. 2019 yerel seçimleri kaybettikten sonra kamusal alanda rejimin eleştirisinin daha gür duyulması, uluslararası siyasetteki çıkmazları ve “fetih” projelerinin neredeyse çöpe dönüşmesi ve giderek yalnızlaşması, ekonomiyi “kurallarına göre oynamaması” sonucunda hali hazırda kötü seyir izleyen iktisadi ilişkilerin giderek krize girmesi, AKP’nin MHP’yle ve kendi içerisinde yaşadığı zorluklar, rejimin popülaritesinin düşmesine ve olası bir seçimi açık ara kaybetmesine zemin hazırlamıştır.
Erdoğan sadece İslami değerleri ön plana daha fazla çıkararak -Ayasofya’nın yeninden cami yapılması gibi- Müslümanları etkileme girişimleriyle kendini sınırlamıyor aynı zamanda “milli” duygular üzerinden kana susamış Türk şovenizmini de köpürtmek için, Rojava ve Bakur’daki hali hazırdaki ilhak bölgelerini genişletme çabasına soyunuyor. Rejimin zehirli ideolojisi olan İslamcı-Türkçü faşist ideoloji siyasi atmosferi kesif bir şekilde hala etkilemektedir. Bununla birlikte, rejim yarattığı polarizasyon nedeniyle, tüm burjuva muhalefetini, rejimden kurtulmak isteyen orta sınıfları ve aydınları, toplumun ilerici kesimlerini ve hatta pasif ve gönülsüz bir ikilem içerisinde Kürtleri karşı cephede toparlamış olması -her ne kadar bunu beyan etmeseler de-, “muhalif” siyasi atmosferin tüm çelişkili birliğine rağmen birlikteliğini pekiştiren temel faktördür. İronik olan, Rejim güçten düştükçe ve tüm muhalif kesimleri -burjuvazinin “muhalefet” kanadı da dahil-, “batının piyonları”, “ABD’nin kuklaları” diyerek düşman unsur ilan ettikçe, kontrolü kaybetmeye devam ediyor, psikolojik üstünlüğü karşı kutba kaptırarak, karşı kutbun “birlik zeminini” güçlendiriyor.
Tekrar sistem tartışması neyin habercisi?
Epeydir AKP-MHP açıklamalarında çelişkili ifadeler kendisini gösteriyor. Devlet Bahçeli, adeta siyasi komutan gibi her demecinde “taş üstünde taş bırakmazken”, AKP sıralarına da “ayar vermeyi” unutmuyor. AKP’de Süleyman Soylu krizinin yaşanmasından sonra, Soylu’ya, Erdoğan’dan önce Bahçeli’nin sahip çıkması, Erdoğan’ı da aynı şeyi yapmasına zorunlu bırakmıştı. Şimdi buna birde 50+1 tartışmaları eklenmiş durumdadır. Bahçeli, Erdoğan’dan önce “savaş borozanını” çalmış ve “50+1 Cumhurbaşkanlığı sisteminin mihveridir” açıklamasında bulunarak, “baş komutan” pozunu takınmıştır.
Peki nedir 50+1 tartışması? Mevcut sisteme göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için 50+1 oy almak gerekir. 2018 seçimlerinde AKP-MHP’nin oyları %52’den biraz fazlaydı ve kendi hazırladıkları sistemin geçmesi ve “istikrarın” sağlanabilmesi için yeterliydi. Lakin son yapılan tüm seçim anketlerinde AKP ve MHP’nin oyları eriyor. MHP seçim barajını dahi geçemiyor -ki bunun için seçim barajının düşürülmesi gündeme gelmişti-. Böylesi bir seçim sonucunda rejimin açık ara yenilmesi işten bile değil. Ve bu hakikatin gölgesine sığınan Erdoğan, Saadet Partisi Başkanı Temel Karamollaoğlu ile yaptığı ikili görüşmede, 50+1 sisteminden duyduğu “rahatsızlığı” dile getiriyor. Fakat tartışmanın burada kalmaması ve AKP’den ileri gelen şahısların “50+1 Cumhurbaşkanımıza ve sisteme kurulan tuzaktı” açıklamalarını yapmaları, AKP bünyesinde sisteme olan güvensizliğin ne boyutta olduğunu göstermiştir. Fakat burada kritik olan Devlet Bahçeli, yine başka bir AKP’li olan Cemil Çicek’e kestiği “racon” üzerinden, Erdoğan’a mesaj göndermesidir. Zira Bahçeli’nin sert çıkışları, şu ya da bu “partiliyi” hizaya sokmak için değil, Cumhur ittifakını talim-terbiye etmek için gerçekleşmektedir. Rejimin tutkalı sadece onu destekleyen kitleler nezdinde değil, rejim güçleri içerisinde de tutmamaya başlamıştır.
Erdoğan, son dönemlerde yaptığı üzere yine Devlet Bahçeli’nin “ateşli” çıkışını takip etmiş ve topu “karşı kutba” yani burjuvazinin muhalif kliklerine atarak ve onlara yüklenerek geçiştirmeye çalışmıştır. Fakat çelişki olduğu gibi ortadadır; Türkiye’nin uluslararası yıpranmışlığı ve bölgesel olarak güvensizliği, AKP’nin 20 yıla varacak olan iktidarının geniş kitlelerde yarattığı derin huzursuzluk, eski Milli Görüş kadrolarının kurduğu partilerin, İslamcı kitleler içerisinde irili ufaklı etki yapması, İyi Parti’nin sadece MHP’nin değil, AKP’nin de tabanından insan kazanması, ekonomik krizin derinleşmesi sonucunda alım gücünün düşmesinin temel kitleler üzerindeki ağırlığı, AKP-MHP’nin oylarının erimesine ve bir sonraki seçimleri kaybetmesine olanak tanımaktadır -şayet dünya arenası, Erdoğan’ın tekrar kazanabileceği bir seyirde değişmezse.
“Helallik” değil, gerçek bir devrim tüm bu yaraları kapatabilir!
Kısa süre önce “Kadil’i yerle yeksan” etmek isteyen Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde bir helallik videosu paylaştı. Bu videodan öne çıkan bazı başlıklara bakalım; “bu ülkede iktidarlar değişti, makus talihi hiç değişmedi” “İktidara gelmekten çok daha önemli bir vizyonum var”, “Ülkemiz yaralı insanların ülkesi”, “partim içerisinde bu yaraları ortaya çıkaran sistemi değiştirmekle uğraştım, şimdi ise dışarıya dönme zamanı”, “birbirimizle helalleşmeliyiz”…
Baştan söyleyelim, Kürt sorununu, rejim gibi “terör sorunu” olarak gören, “kimseye hesap vermem, Kandili yıkarım” diyen Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesindeki tavrı, bu sistemin genlerinde olan Türk şovenizmden beslenmekte ve onu temsil etmektedir. Bu ülkede “iktidarların” değişmesine rağmen “makus talihinin” -ki bu “talihsizlik” meselesi değil, egemen sınıfın ezilenler üzerindeki egemenliğinin bir ifasıdır- aynı kalması, bu sistemin yalnızca sömürücü ve baskıcı bir sistem olduğunu göstermektedir; fakat bununla sınırlı kalmayan, kuruluşunun ve kendine özgü tarihinin aynı zamanda Ermeni ulusunun jenosidi, Rum ve Yahudi azınlıklara yönelik pogromlar, Kürt ulusunun defalarca toplu kıyımlardan geçirilmesi, diğer azınlık inançların hiçe sayılarak resmi ideoloji ve onun aygıtı olan Diyanet İşleri Bakanlığınca Sunni-İslam anlayışının zorla dayatılması ve yaşanan diğer tüm insanlık suçları sisteme içkin olmasından ötürü gerçekleşmiştir.
Şimdi Kılıçdaroğlu “partim döneminde de yapılan haksızlıklar” diyerek timsah göz yaşı dökmeyi misyon edinmiş durumda. Kılıçdaroğlu, -niyeti her ne olursa olsun- sorunu sistemin yapısı, işleyişinde görmek yerine “helallik” almakla çözülebileceğini düşünüyor. Tıpkı İncil’deki gibi “hakikat seni özgür kılsın” diyor. Lakin benzer hakikatleri, Kürtlere, Alevilere, azınlıklara yönelik baskı politikalarını Erdoğan da dile getiriyordu. Erdoğan “akil adamlarla” “hakikat komisyonlarıyla” toplumsal barışın sağlanacağını söylerken, çizgisinin götürdüğü yerde -ve tabii ki dünya arenasına bağlı olarak Ortadoğu’nun daha büyük bir kan banyosuna dönmesi, Rojova’nın ortaya çıkması gibi diğer birçok faktörle birlikte- İslamcı-Türkçü faşist bir rejim inşa etti ve bu cumhuriyetin tarihi boyunca çekilen ızdırapların benzenlerini ve bazen daha büyüklerini yaşattı. Kılıçdaroğlu, “helallik” isteyerek, büyük trajedilere maruz kalmış, sistematik olarak baskı altında tutulmuş tüm “ötekileri” kendi saflarında toplamak üzere yaptığı çağrı -niyeti gerçekten de “iyi” olmuş olsa bile- bu sistemin kökenlerine ve yapısına ve işleyişine dokunmak şöyle dursun, onu “reform” etme çabası içerisinde, daha derin bölünmelerin ve daha büyük acıların yaşanabilmesinin zeminini güçlendirmektedir.
Daha önceden de söylediğimiz üzere “Biraz daha derinlere inelim: Hakim ulus anlayışı -Türklerin kurucu unsur oldukları, diğer milletler karşısında üstün ve ayrıcalıklı oldukları, ayrıca Türkiye’nin diğer ülkelerden aslında çok daha güçlü ve çok daha değerli olduğu şeklindeki bariz şovenizm- bu sistemin başından itibaren tüm kurumlarına ve devam eden işleyişine yerleşiktir. Ve bu durum, şu ya da bu hükümete önderlik eden tekil kişilerin faşist veya ırkçı olmalarından ötürü -ki tamı tamına böylelerdir- kaynaklanmamaktadır. Irkçı ve faşist saldırılar, bu ülkenin tarihsel olarak gelişim zorunluluklarından ve dinamiklerinden kaynaklanır”. [i]
Dünyanın her yanında olduğu gibi bu coğrafyada büyük acılar ve trajediler yaşandı. Tüm bu acılar ve trajediler daha büyük bir gerçekliğin içerisinde, dünya ilişkileri içerisinde vuku buldu. Günümüzde yaşadığımız benzer acılar ve daha beterleri, farklı coğrafyalarda kendi özgünlükleriyle birlikte kapitalist-emperyalist dünya sistemi içerisinde meydana gelmektedir. Ve bugün insanlık hiç olmadığı kadar tüm bu trajedilerden kurtulmanın maddi zeminine sahip durumdadır. Varoluşsal bir tehditle yüz yüze bırakıldığımız iklim krizi ve doğanın talan edilmesi de dahil olmak üzere, tüm gereksiz acılardan kurtulmak gerçekten de mümkündür. Geç kalmış değiliz, fakat fazla da zamanımız da yok! Temel ancak sert bir hakikati tekrardan dile getirelim; bu sisteme, “reformlara”, “daha ılımlı” ya da “daha demokratik” olanlarına değil, gerçek bir devrime ihtiyacımız var!
Gereksiz sosyal bölünmelerin olmadığı, ezen ve ezilenlerin olmadığı, kadınlara “cinsiyet rollerinin” bildirilmediği ve LGBTİQ+ bireylerin “farklı” oldukları için bastırılmadıkları/öldürülmedikleri bir dünyanın inşası için, bilimi, bilimsel hakikati anlayarak onu dönüştürebilecek devrim bilimine, yeni komünizme ve Bob Avakian’nın önderliğine sahibiz. Bu, eşi benzeri olmayan şansı kaçırmamalı Bob Avakian’ın mimarı olduğu ve önderlik ettiği yeni komünizmi analiz etmeli, öğrenmeli ve gerçek bir devrim için harekete geçmeliyiz!
“Bir kez daha temellere dönmek gerekirse: Bir devrime, gerçek bir devrime ihtiyacımız var. Ve bu devrim mümkündür. Baskıya ve adaletsizliğe son vermek isteyen herkes, gerçekten savaşmaya değer bir şey için savaşacak yüreği olan herkes bu devrime dahil olmalı, bu devrim için örgütlü güçlerin bir parçası olmalı ve yorulmadan çalışmalıdır. Böylece devrim için gerçek bir kazanma şansına sahip olabiliriz.” [ii]
[i] https://yenikomunizm.com/fasizm-ve-linc-kulturu-tum-bunlarin-olmadigi-bir-dunya-icin-gercek-kurtulus/
[ii] https://yenikomunizm.com/gercek-bir-devrim-icin-simdi-orgutlenmeye-yonelik-bir-deklarasyon-bir-cagri/
Add comment