Yeni Komünizm

Cumhuriyet Gerçekleri; Kürt Sorunu

Bu ülkenin tarihi mazlum ulusların, milliyetlerin boğazlanmasının tarihi olduğu için bu makale içerisinde Cumhuriyetin suçlarının bir bir açıklamak yerine hangi temelde ve yapıda vuku bulduğuna, ve özel olarak Kürt ulusal sorununun niteliği üzerinde duracağız. Okuyucular daha derin bir görüşe sahip olmak için majör yazılarımızdan biri olan ‘’Ulusal Sorun, Kürt Ulusunun Ezilmesi ve Gerçek Kurtuluş Üzerine’’yi kesinlikle okumalıdırlar.

 

Tarihe kısa bir giriş

Kürt Sorunu; Kürtlerin bir ulus olarak kendi kaderlerinin tayin hakkının ellerinden alınması, coğrafi birliğinin parçalanması, dillerinin, kültürlerinin, örgütlenme haklarının yasaklanması, asimilasyondan geçirilmeleri ve tüm bu baskı ve yasaklamaları reddettiklerinde kıyımlara uğramaları durumu her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcıyla birlikte sistematize olsa bile, kökleri Osmanlı Devletin de vuku bulmuştur.

‘’Osmanlı İmparatorluğu -daha sonradan Osmanlı Devleti, teokratik bir rejime dayalı, feodal (sonradan yarı-feodal) bir örgütlenmeydi. Osmanlı’da millet (ulus) anlayışı Müslüman olanlar ve gayri Müslümanlar için kullanılan bir kavramdı. Bu anlayışa göre Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler Osmanlı milletinin parçası değildiler. Bu halklar Osmanlı üst kimliğine tebaalardır. Osmanlı sürecinde çok dilli ve çok kültürlü olma özelliğini Müslüman olmayanlara yönelik zaman zaman yükselen yoğun baskıya rağmen sürdürmüştür.

Kürtler çoğunlukla Müslüman (aynı zamanda, Alevi, Hıristiyan, Yezidi) olmalarından ötürü Osmanlı tarafından “Müslüman millet” olarak görülüyordu. Kürtler kendi topraklarında nispi özerkliklere sahiplerdi, bir dönem 16 Mirlik (Beylik) oluşturmuşlardı. Yaşadıkları bölgeler Kürt bölgesi olarak (Kürdistan) tanınıyordu, dillerinin konuşulması ve kültürlerinin yaşanması yasaklanmamıştı. Birçok Osmanlı belgesinde Kürdistan resmi olarak da tanınmıştır.’’

Osmanlı’nın  üst kimliği anlayışı bügünlerde ‘’vatandaşlık’’ hukuku bağlamında yürütülen tartışmalarla benzer bir pozisyondaydı. Şayet Osmanlı üst kimliği kabul edilirse ve buna tabii olunursa, ‘’millet’’ olarak varlığını sürdürmek mümkündü. Bu konuya ilerleyen bölümde tekrar döneceğiz.

Osmanlı’nın çözülüşü, ulus devletçiliğin Avrupa’daki yükselişi, Türkçülük anlayışının Osmanlı’nın son evrelerinin parlayan yıldızı oldu. Sadece ordu ve yönetici siyasi sınıf içerisinde değil, daha da geniş olarak toplum içerisinde yer edindi.

‘’Türkçülük, bir ulus olarak Türklerin himayesi altında bir Türk devletinin tesisi, Osmanlı’nın son dönemine damgasını vurmuştur. Türkçülük ideolojisi, Batıda ulusalcılığın ve ulus-devletlerin yükselmesi sonrasında, doğuda Arap milliyetçiliğinin güç kazanması ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin başlaması, Ermeni ulusunda kabaran ulusalcılık duyguları ve Kürt Ulusal düşüncelerinin zayıf da olsa Kürdistan’da görülmeye başlamasına paralel olarak Osmanlı da hâkim hale gelmiştir’’

Osmanlı’dan T.C’ne hakim sınıf zorunlulukları

Birinci Emperyalist paylaşım savaşının başlaması, Osmanlı’da hali hazırda var olan çelişkilerin de patlamasına vesile oldu. Osmanlı’nın sürekli olarak toprak kaybetmesi ve ulus ve azınlıkların, ulusçuluk düşüncelerinde etkilenmesi ve temel sivil haklarını istemeleri durumu, iktidara yeni gelmiş İttihat ve Terraki’yi -ki kadrolarının ezici çoğunluğu T.C’nin kurucu kadroları olacaktır- Anadolunun ilk önce müslümanlaştırılması ve sonra Türkleştirilmesi gibi son derecede acımasız ve eşi benzeri görüşmemiş bir siyasal rejimi uygulamasına yöneltti. Ermeni soykırımı, Rum pogramlarıyla ile birlikte‘’müslümanlık’’ kimliğini ön plana çıkarsalar bile, bu kıyımcı siyasetin önder düşünürleri, Türklük ve Öztürklük  düşüncelerini toplumda daha da derinden yaymaya devam ettiler.

Birinci paylaşım savaşından yenilgiyle çıkan Osmanlı derin bir siyasi krize girdi. Emperyalist paylaşım sonrası birçok yerde Mudafai Hukuk Cemiyetleri kuruldu. Bu cemiyetlerin kurucu kadrolarının önemli bir kısmını yine İTC’nin kadroları oluşturuyordu. Yani ‘’kurtuluş’’ savaşının önderleri, yukarıda izah ettiğimiz dünya görüşünün temsilcileriydi. Fakat bu defa daha da derinleşmiş çelişkilerle.

Ankara Hükümetinin başındaki M. Kemal’in heyeti, Lozan’da 7 aya yakın süren görüşmelerde ‘’Türklerin ve Kürtlerin’’ hakkı için orada olduklarını söylediler. Böylece Kürtlerin KKTH’nı gasp ettiler. Kürtleri de ‘’himayesi altına’’ alarak, Batıya karşı Kürdistan sınırları üzerinde, özellikle de Musul’a yönelik söz söylemek için ellerini yükseltiyorlardı. İlk mecliste Kürt milletvekilleri bulunuyor, ve ‘’İslam kardeşliği’’ şemsiyesi altında içeriliyordu. Fakat Cumhuriyet’in ilanı, ‘’kurtuluş’’ savaşının bitmesi ve T.C’nin resmen Batılı emperyalistler tarafından tanınmasıyla birlikte, şemsiye kapandı. Ermenilerin soykırımdan geçirilmesi, Rumların gerek savaş öncesinde gerekse savaş esnasında pogromlardan geçirilmesi ve zorunlu göçe tabi kılınmaları sonrasında Anadolu ‘’müslümanlaştırıldı’’. Fakat Mahmut Esat Bozkurt’un da dediği üzere -Kemalizmin önemli bir teorisyeni ve T.C’nin Adalet Bakanı- ‘’toprakların gerçek sahipleri Türklere iadesi’’ başlayacaktı.

Türkleştirme politikaları, resmi dil, tek dilde eğitim, politikalarıyla başlangıç sağladı. Aslında bu yoğun bir baskı ve asimilasyon siyasal döneminin başlangıcıydı. Tüm bunlar hem Kürt aydınlarında hem de dönemin siyasi temsili olan aşiret liderlerin de derin tepkilerin uyandırdı. Kemalistlerin “Türkleştirme” ideolojisi, Kürt illerinde baskıların artması, Kürtçe’nin yasaklanması, Kürt okullarının ve medreselerinin kapanması, Cumhuriyet’ten önce verilen sözlerin tutulmaması, Şeyh Sait İsyanı’nın ortaya çıkmasına neden oldu. Şeyh Said’in dünya görüşünde bir tür İslam cihanı anlayışı olmakla birlikte, isyanın ortaya çıkmasının temel nedeni ulusal sorundu! Kemalistler bu isyanı büyük bir şiddetle bastırdı.  Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılması aynı zamanda Kuzey Kürdistan’da olası bir isyana yönelik, “caydırıcılık” örneği taşıması açısından, her türlü şiddet uygulanmasından kaçınılmadı. Hakim Türk şovenizmi, Ermeni soykırımında olduğu gibi tavan yaptı yalnız bu sefer ‘’Öz Türklük’’ ilkesine yaslanılarak…

‘’Şeyh Sait İsyanı bastırıldıktan hemen sonra Takrir-i Sükûn Yasası çıkartılarak hem Kuzey Kürdistan’da olağan üstü hal koşulları uygulanmış ve en ufak tepki dahi bastırılmış, hem de Batı’da muhalif ve ilerici çevrelerden pek çok kişi tutuklanıp sindirilmiştir. Böylece Kürtleri bir kez daha yalnızlaştırılma politikası izlenmiştir.

“Anadolu’nun Türkleştirilmesi” gerici siyaseti, Şeyh Sait isyanının “zaferle” bastırılmasından sonra, Kuzey Kürdistan’daki imha ve asimilasyonun giderek artmasına yol açmış ve ardı sıra 1928 Ağrı İsyanı, 1930 Zilan İsyanı ve 1938 Dersim Katliamı gerçekleşmiştir. Özellikle Dersim’de gerçekleşen toplu kırımlar, sürgünler, kız çocuklarının alıkonularak “medenileştirilmesi” -biz bunu Türkleştirilmesi olarak anlayalım- askeri kışlaların ve okulların yapılması, sadece Dersim’in bastırılması değil, tüm Kuzey Kürdistan Kürtlerine verilen bir göz dağıdır. Ve böylece, Kemalistlerin kurmuş olduğu yeni rejime entegre olamayan Kürt ağaları da zorla yeni sistemin parçaları haline dönüşmüşlerdir. Bu aynı zamanda Kemalist rejimin Kuzey Kürdistan’da tam hakimiyet sağlaması anlamına gelmektedir.’’

Şark Islahat Planı da dahil olmak üzere bu gizli raporlar, açık bir şekilde “Doğu”da sömürge idaresinin kurulmasını, askeri hakimiyetin kurulmasını, sömürge yetkileri ile donatılacak sömürge valiliklerin yani umumi müfettişliklerin kurulmasını, dolayısıyla devlet yetkililerine yazılı Türkiye Anayasasında olmayan özel yetkiler verilmesini, yoğun askeri “müdahaleleri”, Kürt milliyetçiliğinin ve Kürt milliyetçilerinin ortadan kaldırılmasını, Kürtlerin yatılı okulların yanı sıra zorunlu iskân politikaları yoluyla Türklüğe asimilasyonunu, Anadolu’daki Türklerin ve muhacirlerin Ermeni ve Kürt köylerine yerleştirilmesini, Kürtçe konuşan ve Kürt ulusal ayaklanmalarına katılan ve Türk devletine itaat etmeyen Kürtlerin idam, hapis ve sürgün yolluyla ağır şekilde cezalandırılmasını, yerli halktan olan insanların memur olarak çalıştırılmaması gerektiğini tavsiye etmiştir. Bu özel müfettişliklerin oluşturulmasında öncü rol oynayan dönemin İçişleri Bakanı Cemil Uybadin, Kürdistan’da “Müstemleke tarz-ı idaresi” (Sömürge yönetim biçimi) kurulması gerektiğini belirtmiştir. Lakin öyle de olmuştur. Bu müfettişler olağanüstü yetkilerle donatılıp tüm hukukun, hukuksal sürecin üzerinde kararlar alıp uygulamışlardır. Böylece Kürtlerin bastırılması ve asimilasyonu hiçbir yasa ile sınırlandırılmayacaktır.

‘’İkinci Yüzyılda’’ değişen bir şey yok!

Cumhuriyetin ilk dönemleri çoğunlukla bir Kürdistan sorunuyla meşgul haldeydi. Diğer yandan ise, ‘’ulusu birleştirme’’ ve ‘’katı bir ulus yaratmak’’ için faşist teoriler ortaya atıldı. Güneş Dil Teorisi, Türk Tarih Tezi gibi savsatalarla, Türklük inşasının yeniden ve yeniden sürdürülmesi anlamına gelirken diğer bir saç ayağı ise özelde Kürtlerin asimile edilmesi, ve ‘’Türklük Tezi’’ ile cumhuriyete içerilmesi düşünülüyordu. Burada ironik olan şey Anadolu’nun aslında Türk olduğu ve burada yaşayanların Türk olduğu savsatalarını söyleyip, Kürtleri ‘’kendi öz kültürlerinden kopmuş dağlı Türkler’’ olarak nitelendirseler de, üst yapıda, devlet yönetimi ve icrasında ise ‘’öz Türklük’’ ilkesi daha fazla uygulanmaya başladı. Başka milliyet kökenli olan Türk faşistleri dahi kredibilitesini artırmak için ‘’öz Türklük’’ yeminler söylemek zorunda kaldılar ve hatta kendileri de bu durumu teşvik ettiler!

Cumhuriyet’in Kuruluşu ve inşası, Kürdistan’ın ve Kürtlerin önemli bir bölümünü kapsadığı için Türk hakim sınıflarının kritik bir çelişkisi olarak devam ede geldi. Bu çok partili sürecinde de temel bir çelişkisiydi. Türk hakim sınıfları, Kürt kitlelerinden oy olabilmek için, sadece Kemalist iktidara eklemlenmiş Kürt toprak ağaları ve Şeyhlerine yaslanmadılar. Aynı zamanda Kürt varlığını kabul edermiş gibi yaptılar ama Kürt diyebilmeleri için ‘’İslam kardeşliği’’ şemsiyesini kullandılar. Zira bir ulus olarak Kürtlerden bahsetmeleri, Türk hakim sınıflarının birliklerinin parçalanmasına neden olurdu.

Bugünlerde ‘’İslam kardeşliği’’ şemsiyesi ‘’sosyal demokratik’’ bir form olarak, ‘’vatandaşlık’’ hukuku altında yeniden gündeme geliyor. Bir ‘’lutüf’’ olarak Kürtler yeni bir ‘’form’’ aldında tanımlandırılıyor ve buna ‘’kardeşleşme’’ düşünceleri eşlik ediyor. Ama katli suretle Kürtlerin en temel hakkı olan kendi kaderinin tayin hakkı bahsedilmiyor. Bu ‘’sosyal demokratik’’ şoven dalgaya ‘’soldan’’ TİP’de dahil oluyor ve ‘’ikinci yüzyılda cumhuriyetin eksiklerini tamamlamak’’ başlığı altında Türk şoven görüşlerini özetliyor.

Daha önceden defalarca söylediğimiz, kesinlikle anlaşılması gereken temel hakikatı bir kez daha vurgulayalım; Ermeni ulusunun soykırımı, Rum katliamları ve zorunlu göçleri, Kürtlere yönelik katliamlar ve sistematize edilmiş şiddet siyaseti olmaksızın, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olamazdı. Bu yalın ve temel bir hakikattir. Bu cumhuriyet ve onun birinci yüzyılı ezilen ulusların ve milliyetlerin boğazlanmasının da yüzyılıdır! Hakim Türk ulusunun temel saç ayaklarından birini ‘’üniter’’ yapısı yani, bu ülkede ezilen ulus ve milliyetlerin katli suretle bastırılması oluşturur. Şayet bunu yapmazlarsa, kendi birlik temelleri tehlikeye girer ve bu cumhuriyetin yıkılması an meselesi olabilir. O yüzden Türk hakim sınıflarının ister ‘’sosyal demokratik’’ kanadı olsun, isterse en uçta kafatasçı faşistleri, onların temel birliğini oluşturan şey, Kürt ulusunun bastırılmasıdır. Bundan dolayı, Kürtlerden her bahsettiklerinde ‘’terör’’ sorunu gündeme getirmeleri ancak 10 saniyelerini alır.

Bu Cumhuriyetin ikinci yüzyılı, birinci yüzyılındaki çelişkilerle doludur ve bu çelişkilerin bir ‘’ara yol’’ ya da ‘’kardeşçe’’ çözümü yok! Şayet bir ulusun boğazlanmasını ve diğer ulusun zehirli şovenizminden kurtarılmasını istiyorsak, bu sistemi ve onun cumhuriyetini köklerinden söküp atmamız gerekir! Cumhuriyete eklemlenmek, ‘’ondaki eksikleri’’ tamamlamak, niyeti ne olursa olsun ona dönüşmek ya da yedeklenmek anlamına gelir; bugün acil olarak ihtiyacını duyduğumuz şey tam olarak bunun tersidir, devrimdir! Evet sadece gerçek bir devrim, insanlığın içerisinden geçtiği bu gereksiz çelişkileri köklerinden söküp atabilir!

Yeni Komünizm

Bizler, devrimin önderi Bob Avakian'ın mimarı olduğu Yeni Komünizm‘in takipçileriyiz. Bob Avakian'ın devrimci önderliğini takip eden ve Yeni Komünizm temelinde dünyayı anlama ve değiştirme sorumluluğunu üstlenenleriz. Detaylı bilgi için bkz: Biz Kimiz?

Dünyada devamlı olarak yaşanan dehşetlerin ve son derece gereksiz acıların ortadan kaldırılması hem mümkün hem de son derece gereklidir. Bob Avakian'ın devrimci önderliğini ve geliştirmiş olduğu Yeni Komünizm'i öğrenerek kazanma şansı olacak gerçek bir devrim hareketini birlikte inşa ediyoruz. Yeni Komünizm'in teorik çerçevesine ilk kez giriş yapacaklar başlangıç noktası için web sitemizde yer alan bu bölümdeki makaleleri inceleyebilir, Bob Avakian'ın Türkçeye çevrilmiş eserlerine buradan ulaşabilirler. Görüş, katkı ve desteklerinizi bekliyoruz.

#DevrimDahaAzıDeğil

Add comment

Follow us

Don't be shy, get in touch. We love meeting interesting people and making new friends.