Editörün Notu: Aşağıdaki kısım Bob Avakian’ın Yeni Komünizm – Gerçek Bir Devrim ve Kökten Yeni Bir Toplum İçin Gerçek Kurtuluşa Giden Yolda Bilim, Strateji ve Önderlik kitabı içinden aktarılmıştır.
Kaynak için ayrıca bkz: Excerpts from a major new work by Bob Avakian: The Science, The Strategy, The Leadership for An Actual Revolution, And A Radically New Society on the Road to Real Emancipation (revcom.us)
Şimdi epistemoloji sorusuna geri dönelim; hatta daha belirgin olarak epistemoloji ve ahlak sorusuna dönelim. Bu konuya değinmiştim ve bu da yine BAsics içinde yer alıyor. Epistemoloji ve ahlakın buluştuğu bir nokta var. Bu ne anlama geliyor? Bu şu demek: Siz eğer bazı şeyleri anlamaya başlarsanız, soru kendiliğinden ortaya çıkar: Peki bu anladığınla ne yapacaksın? Bunun peşinden mi gideceksin, ona yüz mü çevireceksin, ona hile mi katacaksın, su mu karıştıracaksın, yoksa başka bir şeye mi dönüştüreceksin? Epistemoloji ve ahlakın buluştuğu noktalar bunlardır. Ve bu yalnızca bir kere olmaz, bu durum hayatta herkes için sürekli olarak tekrarlanır. Zorluklar tekrar tekrar kendini gösterir. Hayat ve dünya hakkında bir şeyler öğrenirken bu öğrendiklerinizle ne yapacaksınız?
Bu bizi yeniden realiteye bilimsel yaklaşım noktasına getirir; özellikle de dile getirildiği şekliyle dünyayı ele almanın yanlış yollarına. Şimdi biraz daha görelilikten bahsedelim. Bu konu büyük oranda orada durmaktadır ve özellikle de akademi tarafından açıkça teşvik edilir, -belki de benim bu konuda bir “takıntım” vardır ama iyi bir nedenden ötürü değil- yalnızca nesnel gerçeklik diye bir şeyin olmadığı iddiası ile değil, nesnel gerçekliğin “totaliter” bir kavram olduğu türünden bir saçmalıkla da karşılaşırsınız. Eğer şimdiye kadar böyle bir şey duymadıysanız, duymanız çok uzun sürmeyecektir. Her yerde bir şekilde dolaşır, ama özellikle de akademide ve şu şekliyle: “Realite hakkında konuşmak bu totaliter bir kavram. Bu başka insanların fikirlerine yer bırakmamak demek, bu totaliterlik, bu korkunç, 20. yüzyılın bütün kötü sorunlarına yol açan da işte bu, insanların nesnel gerçeklik ve nesnel gerçekliğe denk düşen bir hakikat varmışçasına konuşup hareket etmesi.”
Ancak daha önce söylenen bir şeye dönecek olursak aslında objektif realite diye bir şey vardır ve hakikat asıl objektif realiteye denktir ya da onun doğru bir yansımasıdır. Doğru dediğimiz şey budur. Evet hiç kimse hiçbir zaman her şey hakkında tüm doğruları bilemez, her zaman için bir konu hakkında doğru olduğunu düşündüğümüz şeyin tam olarak doğru olmayabileceği ya da hatta tamamen yanlış olabileceği fikrine açık olmalıyız. Ancak agnostik değiliz ve olmamalıyız: “Canım kim bilebilir neyin doğru olduğunu, reel dünya hakkında aslında hiçbir şey söyleyemezsiniz!” Hayır. Bir reel dünyadan yola çıkarız, reel dünyayla etkileşim halindeyizdir, fikirlerimizi reel dünyada test ederiz ve bundan kanıtlara ve senteze dayanan, ortaya çıkan realiteden örnek çıkaran ve biriken kanıtlardan tanımlanabilecek bilimsel sonuçlar çıkarırız. Bu bizim ısrarla üzerinde durmamız gereken bir noktadır.
Aslında, biraz üzerinde düşünürseniz rölativist olan herkes bir şey kendilerine dokunana kadar rölativisttir. “Bir kimsenin objektif realitenin ne olduğunu gerçekten anlatabileceğine inanmıyorum. Ancak biliyorsunuz son birkaç haftadır kendimi iyi hissetmiyordum. Doktora gittim. Ve doktor bana bazı testler yapacağını söyledi. Daha sonra beni aradılar ve şöyle dediler: ‘Biz bazı testler yaptık ve bu testler sonucunda sizin böbreklerinizde bir sorun olduğu ortaya çıktı.’ Siz kimsiniz de benim böbreklerimde bir sorun olduğunu söylüyorsunuz?” En tutucu rölativistlerin bile kendilerine dokunduğunda ilerleme şekli bu değildir. Daha sonra birden reel bir dünya olduğunu, aslında bunu anlayan insanların ve bunu değiştirmek için ne yapabileceğinize dair size söyleyecek bir şeyleri olan insanların olduğunu keşfederler.
Rölativizm realiteyi ele almanın ya da onu anlamanın doğru yolu değildir ve insanlar bu konuda ısrarcı olduklarında büyük zarar verirler. Objektif realite diye bir şeyin olduğunu, buna tutunabileceğimizi ve onu değiştirebileceğimizi söylemek “totaliterlik” değildir. Bu konu hakkında bir şeyler öğrenebiliriz ve evet öğrenmeye devam ederiz, öğrendiklerimizin üzerinden geçmeye devam ederiz ve hatta belki de bazı şeylerden vazgeçeriz. Ancak bu şekilde ilerlemek bu yöntem ve yaklaşımla bir bilgi birikimi sağlar. Ve realite ile hakikate dair bu yaklaşıma karşı çıkarak ya da bunu inkâr ederek hiçbir yere varamazsınız, varamayacaksınız.
İnsanların nasıl kendilerine dokunana kadar rölativist olduklarının başka bir örneği daha. Oldukça rölativist bir kimse anne ya da baba olur. Küçük bir çocukları vardır. Küçük çocuk trafiğin tam ortasında karşıdan karşıya geçmek ister. “Peki, küçük Johnny ya da Küçük Susie bu senin realiten, eğer sen bu arabaların var olmadığını düşünüyorsan, ben onların var olduğuna inanmaya zorlamayacağım seni.” Hayır! “Kaldırımda kal, bu arabaların önünden yürüyemezsin, bu arabalar reel. Doğru olan budur.” “Anne/baba sen bir totalitersin!”
Şunu anlamalıyız: İnsanların reel dünyayı yaşama ya da yaşayabilme şekli bu değildir. Biz gerçekten bu rölativizmin üzerine gitmeliyiz, çünkü bunun zararı çok fazladır. Yalnızca insanları dünyayı kavramak ve dünya hakkında bir şeyler öğrenmekten alıkoymaz; aynı zamanda süregelen bütün korkunç tecavüzlerde harekete geçmekten de alıkoyar. Onlara hiçbir şeyden emin olamayacaklarını ya da bu rölativist kimlik politikası nedeniyle bunun onların “işi” olmadığını söyleyerek onları felç eder. Bu konuda bir şey yapmak başka birinin “işidir” ve siz nasıl olur da kalkıp “benim mülkiyetim” olan bir şeyi dert edip bu konuda harekete geçersiniz? Benim yaşadığım baskı bana aittir. Birinin kampüse gidip elinde polisin öldürdüğü insanların fotoğraflarını içeren bir posterle dolaştığını ve başka birinin de çıkıp “O elinde tuttuğun posterden hoşlanmadım, kendimi güvende hissetmememe sebep oluyorsun.” dediğini hatırlıyorum. Vah vah! Peki ya dünyadaki diğer güvende olmayan halk yığınları ne olacak? Dünyada güvende olup yaşayamayan kadınlar ne olacak? Şehirlerin kenar mahallelerinde polis tarafından vurulan, her gün bu sistemin günlük işleyişi nedeniyle işkence gören kişiler ne olacak? Peki ya çevreye olup bitenlere ne diyeceksiniz? Kendi ülkelerinde emperyalizmin sebep olduğu kargaşa nedeniyle sınırı kendi başlarına geçip bu ülkeye, Orta Amerika’ya gönderilen ve buraya gelir gelmez o korkunç muameleye maruz kalan çocuklar ne olacak? Siz kendinize biraz daha güvenli, biraz daha ayrıcalıklı bir yer yaratmaya çalışırken tüm bu olup bitenler ne olacak? Reel dünyaya gidip gerçekten ne olup bittiğine ve ne yapılması gerektiğine bakmaya ne dersiniz? Bu, serzeniş saçmalığına bir son verin ve halk yığınlarının kendilerini güvende hissedebilecekleri ve nefes alabilecekleri bir dünya yaratmak için gerçekten neye ihtiyaç olduğundan bahsedelim.
Add comment