İsrail’in Yeni Saldırısı : Gazze’nin Tamamını İşgal Edip Yerle Bir Etmeyi Amaçlayan Bir Sıçrayış; Faşist Trump Netan-Nazi’nin Soykırımına Tam Destek Veriyor

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı revcom.us sitesinden alınmıştır. Yazının kaynağına gitmek için tıklayınız. 


“Çok yoğun insan olan alanları abluka altına almaktan bahsediyorlar… Eğer bunu yaparlarsa hesap edilemeyecek bir ölü sayısı olacaktır. Durum kimsenin hayal edemeyeceği kadar tehlikeli hale gelecektir.”

Mukhlis al-Masri, Kuzey Gazze’deki evinden zorla ayrılan ve şimdi Khan Younis bölgesinde olan bir kişi

“Nereye gitmeliyiz? Yeterince evimizden sürüldük ve aşağılandık. Bu ne demek biliyor musunuz? Dünya biliyor mu? Bu onurunuzun yok edilmesi demek, yiyecek, su ve ilaç arayan evsiz bir dilenci oldunuz demek.

Aya Mohammad, ailesiyle birlikte Gazze şehrine dönmüştü

Şunu bir daha okuyun: “Hesap edilemeyecek sayıda ölü”. “Kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük bir tehlike”.

Bu her şeyi açıklamıyor bile.

İsrail hükümeti kısa bir süre önce Gazze’nin tam ve kapsamlı olarak yok edilmesi ve Filistin halkının uğradığı soykırımın daha da derinleştirilmesi yönünde büyük bir sıçrayış gerçekleştirmek lehine oy kullandı.

İsrail zaten Gazze’nin dörtte üçünü kontrol altında tutmaktaydı. 8 Ağustos’ta güvenlik kabinesi Başbakan “Netan-Nazi” Netanyahu’nun kalan bölgeleri -kuzeyde Gazze Şehri, Deir al-Balah ve orta Gazze ve sonrasında da geriye ne kaldıysa – de ele geçirmek için yeni büyük askeri saldırı planını kabul etme yönünde oy kullandı.  

İsrail’in Gazze’nin tümünü işgal etmesi konusunda kendisine sorular yöneltildiğinde Trump kitlesel katliam ve ölümler, açlık ve uluslararası kanunlar hakkında hiçbir endişeden söz etmedi. “İsrail’in kararıdır” diyerek başka bir deyişle açık kapı bıraktı.

İsrail’in Kana Bulanmış “Tahliyeleri”

Gazze Şehri, Gazze’deki en büyük şehirdir ve şu anda Gazze’nin 2,2 milyonluk nüfusunun 1 milyon kadarına ev sahipliği yapmaktadır. 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze nüfusunun %90’dan fazlası evlerini terk etmek zorunda kalmıştır ve bunların pek çoğu da birden fazla kez bulundukları bölgelerden sürülmüştür.

Map of Gaza Strip showing built up areas, and refugee camps, with locator map.

İsrail şimdiden Gazze Şehrinin bazı bölgeleri için tahliye emri yayınlamıştır ve NBC tarafından paylaşılan uydu görüntüleri de şehrin kenar bölgelerinde İsrail askerlerinin konuşlanmakta olduğunu göstermektedir. ABD yetkilileri bunun bir kara saldırısının yakın olduğu anlamına gelebileceğini söylemektedir. Hedefleri ise, nüfusu güneye kaçmaya, Gazze’nin şu an İsrail askeri kontrolü ya da tahliye emirleri altında olmayan %14-20 kadarlık kısmına sıkışmaya zorlamaktır.1 Bunun sonrasında ise İsrail ordusu raporlara göre Gazze’nin geri kalanını da birkaç ay içerisinde işgal etmeyi planlamaktadır.

İsrail 7 Ekim’e kadar Gazze Şehri’ndeki sivilleri “tahliye” etmek ve ancak bundan sonra kalan Hamas savaşçılarının peşine düşmekten bahsetmektedir. Bunların hepsi sözde çok düzenli ve uygar bir süreç gibi görünmektedir.

Son 20 ayda resmi tahminlere göre İsrail şimdiden en az 61.369 Filistinliyi -18.000’den fazla çocuk da dahil- öldürmüş ve 152.850 Filistinliyi de yaralamıştır. Gerçek sayılar işe şüphesiz çok daha fazladır. İsrail ayrıca zor kullanarak Gazze halkını açlığa sürüklemektedir ve bu da artan sayıda insanın açlıktan ölmesine sebep olmaktadır.

Şimdi ise İsrail Gazze Şehrini daha da korkunç katliamlar, açlık ve yıkım içerecek bir ölüm sahasına dönüştürmek üzeredir.

İsrail Mayıs 2024’te Rafah şehrini “tahliye” ettiğinde tanklar, uçaklar, bombalar, füzeler ve askerler kullanmıştır. revcom.us sitesine göre “İsrail Rafah şehrinin ilk işgalini takiben bombalamış, rastgele seçilen aileleri öldürmüş, gökleri dumanla kaplamıştır”. “800.000’den fazla bir, iki, üç ya da altı farklı yerden zaten zorunlu göç etmek zorunda kalmış yorgun, kaynaksız ve gidecek hiçbir yeri kalmamış insanlar bu şehirden de sürülmüştür.”2

Şimdi ise 972mag.com sitesi İsrail’in sivil nüfusu evlerinden göçmeye zorlamak için katil dronlar kullandığını ve bilinçli bir şekilde sivilleri öldürdüğünü açığa çıkarmıştır.

Rafah ve diğer şehirler yerle bir edilmiş, neredeyse Gazze’nin tümü yıkık dökük parçalar, toz bulutları ve mezarlardan ibaret bir çöplüğe döndürülmüştür: “Havadan bakıldığında Gazze yüzyıllardır süren karanlığın altında keşfedilmiş antik bir uygarlığın yıkıntılarına benzemektedir. Beton parçalar ve parçalanmış duvarlardan oluşan bir labirent, kraterler, molozlar ve hiçbir yere gitmeyen yollarla döşenmiş mahalleler. Ortadan kaldırılmış şehirlerin kalıntıları.”

“Dümdüz edilmiş binalar görmenizin sebebi Hamas’ın her bir binaya bubi tuzakları kurmasıdır” diye iddia etmişti yakın zamanda Netan-Nazi. “Bu bölgelere geldikten sonra… pek çok bomba ile dolu APC [zırhlı personel aracı] götürüyoruz. Patlatıyoruz. Bu da bütün bubi tuzaklarını harekete geçiriyor ve binalar çökmeye başlıyor.”

Bu bir başka bariz yalandır: İsrail Gazze’deki binaların neredeyse %70’ini yok etmiştir [. 972mag.org tarafından yapılan bir incelemeye göre -‘Kullanılamaz hale getir’: İsrail’in topyekûn şehir yıkım görevi – “Kitlesel kayıplara sebep veren şey hava saldırıları olsa da buldozerler ve patlayıcılar Gazze’yi karadan dümdüz etmektedirler – askerler bunun Gazze’yi yaşanamaz bir hale getirmek için sistematik bir süreç olduğunu söylemektedirler.” (Askerler ayrıca rutin olarak boş binalara girdiklerini ve bubi tuzakları ile karşılaşmadıklarını anlatmaktadırlar.)

Gazze Şehrinin de şu an kaderi budur.

ABD – İsrail Yardım İstasyonları – “Planlanmış Katliam ve İnsandışılaştırma Merkezleri”

İsrail, savaş sahası dışındaki Gazzelilere yiyecek yardımı ve insani yardım yapmaya devam edeceğini iddia etmektedir. Bunun ne kadar iğrenç bir şaka olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez.

İsrail’in kendi verileri bile yiyecek, yakıt, ilaç, su ve diğer ihtiyaç duyulan yardımları bloke etmesi sebebiyle Gazze’ye giriş yapan yiyecek miktarının son 20 aydaki en düşük seviyeye geldiğini göstermektedir ve gittikçe artan sayıda Filistinli gıda eksikliği ile ilgili sebeplerden yaşamını yitirmektedir.

Bu yeterince suç teşkil etmiyormuş gibi, Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından kaleme alınan yeni bir rapor ABD-İsrail tarafından yürütülen Gazze İnsani Yardım Kuruluşunun yardım merkezlerinden “planlanmış katliam ve insandışılaştırma merkezleri” olarak bahsetmiştir. “Yiyeceğe uzanırken göğsünden vurulan çocuklar. İzdihamlarda ezilen veya boğulan insanlar. Dağıtım noktalarında mermi yağmuruna tutulan topluluklar. Neredeyse 54 yıllık operasyon dönemimizde silahsız sivillere karşı bu seviyede sistematik şiddet ile çok nadir karşılaşmışızdır.”3

Şimdi Gazze Şehrini bir serbest ateş alanına dönüştürmek sadece her çeşit yardım dağıtımını sekteye uğratacak ve oradaki insanların çektiği acıları ve açlığı daha da yoğun hale getirecektir.4

Hamas: İsrail’in Gazze’yi Yakıp Yıkmak İçin Kullandığı Bahane

Netan-Nazi, 10 Ağustostaki bir basın toplantısında “Hamas’ın silah bırakmayı reddetmesi göz önünde bulundurulduğunda İsrail’in işi bitirmek ve Hamas’ın yenilgisini tamamlamak dışında bir seçeneği yoktur” şeklinde beyan vermiştir. “Gazze Şehri ve merkez kamplardaki kalan iki Hamas üssünü ortadan kaldırmak bu savaşa son vermek için en iyi yoldur.”

Gaza has been reduced to a wasteland from Israeli ground and air operations, August 8, 2025.

Bir başka büyük, utanmaz yalan. Gerçek şudur ki en başından beri Hamas Gazze’deki bütün Filistin halkını hedef almak için bir bahane olmuştur. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü İsrail BÜTÜN SİVİL ALTYAPIYI yok etmiş, 2,2 milyon nüfusun tamamını AÇLIKTAN ÖLMEYE mahkum etmiştir. Artık şu noktaya gelinmiştir:

  • Gazzeliler Açlığın Üstesinden Gelseler Bile Yaşanabilecek Bir Gelecek Erişilemez Görünüyor: Haaretzraporuna göre, “Savaş bütün bölgeyi yakıp yıkmıştır. Büyük çoğunluğun dönecek evleri kalmamıştır. İşleri de kalmamıştır… Onlara iş veren fabrikalar, ofisler ve marketler artık resmen yoktur. Aynı durum çocukları için okullar, hastalar için hastaneler ve klinikler ve su, enerji ve iletişim için altyapılar için de geçerli. Ya tamamen ortadan kalkmış ya da ciddi derecede hasarlı halde kalmaktadır.”
  • Eşi ve çocukları ile birlikte öldürülen kızının arkasından babası “Gazze tamamen yok edildi– daha fazla ne yapabilirler?” demiştir. “En iyi gençlerimizi kaybettik, topraklarımız su, hava ve karadan kuşatılmış büyük bir hapishane, yıkım dayanılmaz bir hale geldi, salgın hastalıklar yayılıyor, gözle görülebildiğince uzaklara yayılan çadırlar, suyumuz kirlendi, fiyatlar inanılmaz arttı, hastaneler yıkılmış halde, hayatlarımız tamamen trajik! Daha ne istiyorlar?”

 

Buradaki Amaç Gerçekte Nedir? İpucu: Hamas DEĞİL

Buradaki amaç “Gazze halkını Hamas’ın korkunç teröründen kurtarmak” değildir. İsrail’in Gazze’yi “Arap kuvvetlerine teslim etmesi” ile ilgili de değildir.5

Bu bir soykırımdır, İsrail Gazze’yi çalıp ele geçirebilsin diye yapılmaktadır. 20 Kasım 2023 tarihinde revcom.us sitesinde şöyle yazdık :

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu (nam-ı diğer Netan-nazi) ve İsrail’in yöneticileri Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yaptığı saldırıyı -ki bu saldırı rehin alma ve sivil öldürme gibi savaş suçlarını içermekteydi- “Filistinli problemine” bir tür “nihai çözüm” bulmak için kullanmaktadırlar. Bu en düşük seviyede Filistinlileri artık İsrail’in hedeflerine herhangi bir engel oluşturamayacakları bir duruma indirmektir. Bunun ötesinde şu an yapmakta olduklarının da ötesinde toplu göçe zorlama ve/veya devasa boyutta katliam anlamına gelebilir.

Bu ABD-İsrail soykırımında birinci günden beri gördüğümüz şey tam da budur, yalanları, örtbas etmeleri ve saçma sapan bahaneleri ne olursa olsun planları bütün zaman boyunca buydu.

Filistinli yasamacı Mustafa Barghouti’nin Al Jazeera’ya söylediği şekliyle, Netanyahu’nun hedefi “bütün Filistin halkının yok edilmesidir.”

Şimdi İsrail’in barbar ordusu Gazze Şehrine kara birlikleri göndermek ve yüzbinlerce -eğer milyona ulaşmazsa- Filistinliyi evlerinden zor kullanarak kovmak ve soykırımlarını bambaşka bir seviyeye taşıyarak belki de bütün Filistin halkını Gazze’den dışarı atmak için hazırlıklar yapmaktadır!

Faşist Trump’tan İsrail’in Soykırımına Tam Destek

Geçtiğimiz Şubat ayında Netan-Nazi ile yaptığı bir görüşmede Trump, ABD’nin Gazze’yi ele geçireceğini, bütün Filistinlileri atacağını ve bölgeyi “Ortadoğu’nun Riviera’sına” dönüştüreceğini belirtmişti.

Bu dünyayı şoka sokmuştu ancak Netan-Nazi ise çok mutluydu. Biliyordu ki kendisine ve İsrail’e soykırımı arttırmak için yemyeşil bir ışık yakılmıştı. Bu zamandan beri İsrail’i yöneten kitle katliamcısı deliler tekrar tekrar büyüyen suçlarını “Trump’ın planı” adı altında mazur göstermeye çalışmışlardır.

Netanyahu’nun 9 Ağustos’ta tekrardan Trump ile “Gazze’deki çatışmayı genişletmek ve ‘Hamas üslerini ele geçirmek’ için planlarını” konuşmak istemesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek.6

“Bu Bizim Savaşımız” – Durdurmak İçin Ayağa Kalkmamız Gerekiyor!

Gazze’deki soykırım ABD’nin ve özellikle de Trump faşist rejiminin aktif, büyük desteği olmasaydı gerçekleşemezdi.

Eski Columbia profesörü Rashid Khalidi’nin yakın zamanda söylediği gibi:

Biz Amerikalılar bunu protesto etmeliyiz. Kızıl Haç merkezine attıkları ve bir görevliyi öldüren bombalar Amerikan bombalarıdır. Gazze’deki her bir hastaneyi en az bir kere bombaladılar ve bazıları tamamen yıkılmış haldedir. Gazze’deki her bir üniversiteyi yerle bir ettiler. Su arıtma tesislerini yıktılar. Atık tesislerini yıktılar. Bu bir soykırımdır. Bu, Amerika destekli, Amerika tarafından finanse edilmiş bir soykırımdır. İsrailliler bu savaşı durdurmalıdır. İsrail halkı ayaklanmalıdır. Ancak asıl Amerikalılar ayaklanmak zorundadır. Bu bizim savaşımızdır. Bu bizim paramızdır. Bunlar bizim bombalarımızdır. Bunlar bizim mermilerimizdir. İsrail’in cephaneliklerindeki her bir uçak Amerikan uçağıdır – F-35, F-15, F-16. Her bir savaş helikopteri Amerikalıdır. ABD onlara arka çıkmadığı takdirde bu yapmakta olduklarını yapamamaktadırlar. Bizim buna son vermemiz gereklidir.

Gazze’nin Kuşatmasına Derhal Son Verin!

Filistin Halkına Karşı ABD-İsrail Soykırımını Durdurun!

İnsanlık Adına Faşist bir Amerika’yı Kabul Etmiyoruz!

Trump Faşist Rejimi Hemen Şimdi Gitmelidir!


DİPNOTLAR:

  1. İsrail ordusu Gazze’nin yaklaşık %75’ini kontrol etmekte olduğunu söylemektedir. Birleşmiş Milletler ise Gazze’nin %86’dan fazlasının İsrail askeri bölgeleri kontrolünde ve tahliye emri verilmiş alanlar olduğunu söylemektedir.

 

  1. “Gazze’den Güncel: İsrail Kuzey’den Güney’e Ölümleri Arttırıyor – Bir Hastaneyi İşgal Ediyor, Üniversiteyi Patlatıyor, Soykırımcı Bir “Koridor” İnşa Ediyor”[İngilizce kaynak] Alan Goodman, revcom.us, 20 Mayıs 2024.

 

  1. Ayrıca bknz. ‘Ölümcül bir numara: Filistinliler gıda merkezlerinde gelişigüzel ateş altına alınıyor’[İngilizce kaynak], Guardian: “Yaklaşık 50 gün süren bir gıda dağıtım döneminde görsel kanıtlara, mermilere, iki hastaneden medikal verilere ve yaralanma örüntülerine ve medikal kurumlar ve cerrahlarla röportajlara bakan bir Guardian incelemesi, İsrail’in düzenli olarak gıda arayışındaki Filistinlilere ateş açmış göründüğünü göstermektedir.

 

  1. New York Timesraporuna göre: “Yardım görevlilerine göre az sayıda tırın girişine izin vermek ve havadan kaynak indirmek bir halkla ilişkiler gösterisinden pek fazlası değildir. Geçtiğimiz hafta Gazze’de Oxfam desteğinde çalışan bir yardım görevlisi olan Bushra Khalidi ‘bu bir şaka gibidir, sadece tiyatrodur’ demiştir. İsrail liderlerinin Gazze Şehrini [İngilizce kaynak] kontrol altına alma kararı yardım sisteminin daha da şüpheli hale getirmektedir.”

 

The Economist bulgularına göre İsrail’in bombaları ve ablukaları sebebiyle “geniş çapta demografik sonuçları algılamak zordur. Çalışmalara göre yaşam beklentisi 35 yıldan daha fazla düşüş yaşamıştır, yani yaklaşık olarak savaş öncesi figürün yarısına inmiştir.”

 

  1. Cuma günü görüşme sonrasında ofisi güvenlik kabinesinin “savaşı sonuçlandırmak için 5 prensibi” kabul ettiğini söylemiştir. Bu prensiplere Hamas’ı silahsızlandırmak, rehineleri geri getirmek, Gazze’yi silahsızlandırmak, bölgede İsrail’in güvenlik kontrolünü sağlamak ve “Hamas da Filistinli bir Otorite de olmayan alternatif bir sivil yönetim” kurmak dahildir.

 

  1. ABD’nin İsrail’in soykırımını desteklemesinin bir başka göstergesi olarak ABD elçisi ve Hristiyan faşist Mike Huckabee İngiliz Başbakanı Starmer’ın İsrail’in yeni saldırısına karşı eleştirisini ve ateşkes çağrısını hedef almıştır[İngilizce kaynak]. Huckabee İsrail’in Gazze katliamını savunmuştur ve bu katliamı pozitif bir ışıkla İkinci Dünya Savaşında 1945 yılında Almanya’da Dresden’ın ABD ve İngiltere tarafından bombalanmasına benzetmiştir. Bu ateş bombaları on binlerce Alman sivili canlı canlı yakmıştır ve Kort Vonnegut’un klasik savaş karşıtı romanı Slaughterhouse-Five [Türkçe çevirisi: Mezbaha No 5] için ilham kaynağı olmuştur.  



Ve Georges İbrahim Abdallah Özgürlüğüne Kavuştu

Georges Abdallah, 40 yıllık mücadele sonrasında 25 Temmuz’da özgür kalacak.

Georges Abdallah, Avrupa’nın en uzun süre cezaevinde tutulan siyasi tutsağıdır. Fransa’da 1800’li yıllara damgasını vurmuş,  “Tutsak” lakaplı ütopik sosyalist, Louis Blanqui’den daha fazla süre cezaevinde tutulmuştur.

Georges’un tutsak edilmesinin nedeni İsrailli ve ABD’li diplomatlara yönelik suikastlarla ilişkilendirilmişti. Ama bu iddialar hiçbir kanıta dayanmıyordu. Fransız devleti, skandallarla dolu bir yargılama gerçekleştirdi. Georges’a atadıkları avukat, 4 yıl boyunca Fransız gizli servisine çalışan bir ajan çıkmıştı. Amaçları Georges’u manipüle etmek, devrimci iradesini kırmak ve teslim almaktı.

Georges, 1970’li yıllarda Lübnan’da politikleşti ve bir devrimci komünist olarak mücadelede yer aldı. Mücadelesinin ilk günlerinden itibaren, soykırımcı, işgalci İsrail’e karşı aktif oldu. Lübnan’ın işgali esnasında, soykırımcı İsrail’e karşı direnişte en ön saflarda oldu.

Lübnan’dan çıkmak zorunda kalan devrimcilerle Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı. Ama Georges’un tek bir hedefi vardı: Ortadoğu’da halklara savaşı getirenlere karşı, onların “kalelerinde” savaşı ateşlemek. Hemen Avrupa’daki diğer devrimci örgütlerle iletişime geçti ve yeni bir direniş cephesinin kurulmasında fiili rol oynadı.

Georges’un bu yılmak bilmez devrimci azmini gören Avrupalı gericiler, onu tutsak ettiler. Adının dahi geçmediği eylemlerle ilişkilendirdiler. Ellerinde hiç bir delil olmamasına rağmen, 40 yıl boyunca tutsak tuttular. Georges’un 2005’ten beri şartlı tahliye hakkı olmasına rağmen, bir fiil ABD’nin emriyle bu anayasal hakkı engellendi. Georges’dan “teslim” olmasını ve cezaevinden çıktından sonra “aktif olmayacağına” dair söz istediler. Bunu yaparsa “özgür” kalacaktı. Georges ise şöyle yanıt verdi: Ben bir devrimci komünistim. Benim burada olmamın tek nedeni siyasi. Ve benim özgürlüğüm ezilen halkların kaderiyle birliktedir. Şayet onlar mücadeleyi yükseltirlerse, ben özgür kalabilirim. Aksi bir şey asla düşünülemez.”

Georges Abdallah mücadeleden yılmadı. 40 yıl boyunca hücresinde aktif olarak emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı mücadele etti. Ve bugün elde ettiği özgürlük, onun ve dünyanın bir çok yanındaki yoldaşlarının mücadelesinin sonucudur.

Georges’un onurlu mücadelesi, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum açısından son derecede öğretici ve elzemdir.

Şan olsun gericiliğe karşı mücadele yürüten devrimcilere!

Şan olsun, her koşul altında devrimci ilkelerden taviz vermeyenlere!

Yaşasın devrim!




İsrail-ABD Yiyecek Dağıtım Merkezlerini Katliam Sahalarına Dönüştürüyor: 500’den Fazla Aç Filistinli Aileleri İçin Yiyecek Ararken Vuruldu

 

11 Haziran’ın erken saatlerinde, daha güneş doğmadan 19 yaşındaki Hatem Shaldan ve 23 yaşındaki abisi Hamza Gazze Şeridinin ortasındaki Netzarim Koridorunun yakınlarında yardım tırlarını beklemeye gittiler. 5 kişilik aileleri içun bir paket beyaz un almayı umuyorlardı. Beklediklerinin aksine Hamza eve küçük kardeşinin beyaz kefene sarılmış cesediyle döndü.

 

Shaldan ailesi İsrail’in kuşatması sebebiyle neredeyse 2 aydır büyük ölçüde gıda erişimi olmadan Gazze şehrinin doğusunda sığınağa dönüştürülmüş bir sınıfta yaşamaktaydı. Bir zamanlar yakınlarda olan evleri Ocak 2024’te bir İsrail hava saldırısı tarafından tamamen yok edilmişti.

 

Sabah 01.30 sularında iki kardeş kıyıya yakın Al-Rashid sokağında Şeride un taşıyan tırların geleceğini duyan diğer düzinelerce aç Filistinliye katılmışlardı. 2 saat sonra, “Tırlar geliyor!” bağırışlarını duyduktan hemen sonra İsrail topçularının bombardımanına tutuldular.  

 

O sabah, Al-Rashid Sokağında yardım tırlarını bekleyen 25 Filistinli katledilmişti.(1)

 

“Yardım katliamı” diye isimlendirilen bu şey, ABD ve İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı soykırımcı korkunçluğa kısa bir bakış işte tam da budur.

 

2 Mart – 19 Mayıs tarihleri arasında 78 gün boyunca Gazze’ye bütün gıda girişini engelleyip kitlesel bir açlığa sebep olduktan sonra ABD ve İsrail gıda girişine izin veriyormuş gibi görünmeye zorlandı. (2) Bu amaçla ABD destekli Gazze İnsani Yardım Fonunu [Gaza Humanitarian Fund] (GHF) kurarak 4 dağıtım noktası oluşturdular. (3)

 

On binlerce Filistinli açlık ve çaresizlikten aileleri için birkaç parça yiyecek alabilmek uğruna Amerika yönetimindeki bu noktalara doğru İsrail ordusunun kontrolündeki bölgelerden geçen kilometrelerce gittiler. Şimdi ise ABD ve İsrail bunları her gün bir katliamın gerçekleştiği ölüm tuzaklarına dönüştürmüştür. Bu yeterince korkunç değilmiş gibi, şimdi bu katliamların planlanmış olduğu açığa çıkarılmıştır!

 

IDF Askerleri İnsani Yardım Bekleyen Silahsız Gazzelilere Ateş Etme Emri Aldı

 

GHF sahalarındaki görüntüler acımasız ve kaotiktir. Binlerce Filistinli gece boyunca yürüyüp sadece biraz gıda alabilme şansı için sabah erkenden toplanmaktadır. Bazen bu dağıtım noktaları o gün açılmamaktadır bile, veya sadece 1 saat açık kalmaktadır. GHF gıda dağıtımında hiçbir tecrübeye sahip değildir, bu sebeple çoğu zaman diğerleri almadan ve zaten az olan kaynak tükenmeden bir kutu kapmak için bir çırpınışa dönüşmektedir. (4)

 

Peki bu dağıtım sahalarını çevreleyen İsrail ordusu bu kaosla nasıl baş etmektedir? Ateş açarak, topçu bombardımanına tutarak ve tanklarla vurarak.

 

Haaretz isimi İsrail gazetesinin bunları açığa çıkardığı “’Bir Katliam Sahası: IDF askerlerine İnsani Yardım Bekleyen Silahsız Gazzelilere Bilinçli Olarak Ateş Açma Emri Verildi” isimli yazıya göre İsrail askerleri “Gazze’deki yiyecek dağıtım noktalarında silahsız topluluklara onları kovmak veya dağıtmak amacıyla ateş açma emri aldılar-bu Gazzelilerin hiçbir tehdit oluşturmadığı açıkça belli olsa da. (5)

 

Bir asker “bu bir katliam sahası” diyerek devam etti, “Gönderildiğim yerde her gün bir ilâ beş insan öldürülüyordu. Onlara düşman kuvvetler gibi davranılıyordu. Kitle kontrol yaklaşımı, biber gazı yok, sadece aklınıza gelecek her şeyle canlı ateş etmek var: Ağır makineli tüfekler, bomba fırlatıcılar, havan topları. Sonrasında dağıtım merkezi açıldığında yaklaşabileceklerini anlıyorlar. İletişim biçimimiz ateş açmak.”

 

Askerler Haaretz gazetesine merkezler açılmadan yaklaşmalarını engellemek için ve kapandıklarında da onları dağıtmak için insanlara ateş açmaktan bahsettiler. Bu aç topluluğun “askeri kuvvetler için bir tehdit oluşturmadıklarını” açıkça belirtmekteler. Bir askere göre “Ateşe karşılık verilen bir olay dahi duymadım. Bir düşman yok, silahlar yok.” Ayrıca bu saldırgan hareketlere “Tuzlanmış Balık Operasyonu” dediklerini paylaştı, bu çocukların oynadığı “Kırmızı ışık, yeşil ışık” oyununun İsrail versiyonunun adıdır.

 

İsrail’in Gazze’deki hareketlerinin soykırımcı doğası askerlerin davranışlarına da yansımaktadır: “Bu masum insanları öldürmek denen şey normalleştirilmiştir. Sürekli olarak bize Gazze’de düşman olmayan kimsenin olmadığı söylenmişti ve görünüyor ki bu mesaj askerlerin aklında yer edinmiş.” Haaretz gazetesinin raporuna göre “IDF emirleri ve savaş kanunları açık bir biçimde çiğnense de askerleri sivillere zarar veren komutanlara karşı” hiçbir disiplin cezası veya sorgusu söz konusu değildir.

 

500’den Fazla Ölü, 4000 Yaralı Sarsıcı Ölü Sayısına Eklendi

 

Gazze Sağlık Bakanlığına göre 27 Mayıs’tan bu yana yardım merkezlerinin yakınlarında ve bazı durumlarda BM gıda tırlarını beklerken 549 civarı insan öldürülmüş ve 4000 kişi de yaralanmıştır. Sadece 17 Haziran tarihinde İsrail kuvvetleri toplanmış insanlara tank mermileri, makineli tüfekler ve dronlarla saldırdığında 79 kişi öldürülmüş ve yüzlerce kişi yaralanmıştı.

 

Mayıs ortalarında GHF merkezlerinin açılmasından bu yana Rafah’taki Kızıl Haç hastanesi 20 defa “kitlesel ölüm prosedürlerini” harekete geçirmiştir. Sınır Tanımayan Doktorlar yeni ABD-İsrail gıda dağıtım sistemini “insani yardım giysisi giymiş katliam” olarak nitelendirmiştir.

 

Bu sırada yeni bir araştırmaya göre İsrail 2023 yılının Ekim ayında soykırıma başladığından bu yana İsrail tarafından açılan ateş, açlık ve hastalık gibi sebeplerle ölen Gazzelilerin sayısının 100.000 civarı olması son derece mümkün görünüyor. Bu sayının yarısından fazlasını 18 yaşından küçük çocuklar ve kadınlar oluşturuyor. (6)

 

Tekrar Eden Yalanlar ve GHF’nin Soykırımcı Gayesi

 

İsrail ve ABD bu katliamlarla ilişkili hiçbir sorumluluğu kabul etmemiştir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu (diğer adıyla Netan-Nazi) Haaretz gazetesinin IDF askerlerinin bilinçli bir şekilde silahsız topluluklara ateş açması ile ilişkili raporunu “dünyanın en ahlaklı ordusu IDF’yi karalamak için kötü amaçlı yalanlar” diyerek kınamıştır. İsrail ordusu hiçbir kuvvete “bilinçli olarak sivillere ateş etme” emri verilmediğini iddia etmiş ve “IDF direktiflerinin sivillere karşı kasıtlı saldırıları yasakladığını” söylemiştir.

 

İsrail ve ABD tarafından kurulmuş ve Trump faşist rejimi tarafından yönetilmekte olan GHF medyanın BM konvoylarına yakın bölgelerdeki şiddeti hatalı bir biçimde GHF merkezlerine atfettiğini iddia etmiş ve Hamas’ı hatalı bilgi yaymakla suçlamıştır. ABD Devleti yakın zamanda GHF’ye 30 milyon dolar bütçe vermiştir ve bir sözcü bu kurumun “son derece harika ve kesinlikle desteklenmesi ve değer görmesi gereken bir kurum olduğunu, Gazze İnsani Yardım Kurumunun Başkan Trump’ın Hamas’ın yağmalayamayacağı bir şekilde yardım götürme çağrısı ile aynı çizgide ilerlediğini ve bunun gibi yaratıcı çözümler görmekte olduğumuzu” söylemiştir.

 

Bunlar yalandır. İlk olarak Birleşmiş Milletler Hamas’ın sistematik olarak insani yardım çaldığı iddiasını reddetmektedir. Ancak daha da büyük olan yalan, ABD ve GHF’nin Filistin halkına yardım etme amacı güttüğüdür. Gerçekte bunlar İsrail’in Gazze soykırımının araçlarıdır.

 

GHF, ABD ve İsrail tarafından İsrail’in Gazze’deki soykırımcı savaşını Gazze’deki kitlesel açlığa karşı büyümekte olan uluslararası öfkeye rağmen devam ettirebilmesi için kurulmuştur. Amacı hiçbir zaman İsrail’in soykırımının temel parçalarından biri olan açlığa son vermek olmamıştır. Bu sebepledir ki İsrail BM’nin gıda dağıtımı yapmasını engellemektedir ve GHF sadece 4 merkeze sahiptir. BM, 400 adet gıda dağıtım alanı yönetmekteydi!

 

GHF merkezlerinin dörtte üçü Gazze’nin güneyindedir ve bunların amacı Gazzelileri güneye yerleşmeye zorlayarak İsrail’in onları Mısır sınırına yakın küçük bir toprak parçasına sıkıştırmasını mümkün kılmaktır. Bu merkezlerin kuruluşu ayrıca BM’yi yaftalamak ve Gazze’nin tümünde tamamen İsrail kontrolüne doğry ilerlemektir. Bu gıda katliamları Gazze’de 20 aydır süren ABD destekli İsrail katliam ve yıkımı bağlamında gerçekleşmektedir. Dahası, bu merkezler Filistin halkını daha da terörize etmek, katletmek, insandışılaştırmak ve dirençlerini kırmak için bir başka girişimdir.

 

Vicdanı olan herkes ABD-İsrail tarafından insanlığa karşı işlenmekte olan bu devasa suça karşı çıkmalı ve aktif bir biçimde protestoya katılmalıdır!

 

Filistin Halkına Karşı ABD-İsrail Soykırımını Durdurun!

Gazze’deki Kuşatmaya Derhal Son Verin!


Dipnotlar: 

 1.) https://www.972mag.com/hunger-games-israel-gaza-food-aid/ 

 2.) İsrail, Hamas’ın 7 Ekimdeki saldırısını Hamas’a yanıt vermekten ziyade Gazze’deki Filistin halkına yönelik tam bir soykırıma başlamıştır. Bunun ilk adımı olarak gıda, su, ilaç, yakıt ve diğer ihtiyaçlara yönelik toptan bir ambargodur.

 3.) Gazze İnsani Yardım Vakfı’na ait yardım merkezleri mayıs sonu faaliyete geçmiştir. Bu vakfın kuruluşu, fonlanması ve koşulları tamamen şaibelidir. Vakfın İsrail’in koordinasyonunda ABD’li Evanjelikler ve özel güvenlik firmalarıyla kurulduğu bilinmektedir. Vakfın mevcut CEO’su Donald Trump ve İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’ya yakın bir Evanjelik liderdir.

 4.) srail hala Birleşmiş Milletlere bağlı yardım kuruluşlarının kaos ve ölümler olmaksızın tecrübeli bir şekilde gıda dağıtımı yapmasını sınırlandırmakta ve engellemektedir. Bu kuruluşların hali hazırda Gazze halkına kitlesel olarak gıda ulaştırabilecek olmalarına rağmen.

 5.) https://www.nytimes.com/2025/06/26/world/middleeast/gaza-aid-violence.html 

 

 6.) https://www.haaretz.com/israel-news/2025-06-26/ty-article-magazine/.highlight/100-000-dead-what-we-know-about-gazas-true-death-toll/00000197-ad6b-d6b3-abf7-edfbb1e20000?utm_source=mailchimp&utm_medium=Content&utm_campaign=daily-brief&utm_content=00e141be4c 

 




Gazze’de Amerika Sponsorluğunda İsrail Yapımı”Açlık Oyunları” Devam Ediyor

ABD-İsrail’in Filistin Halkına Karşı Soykırımını Durdurun! Hemen Gazze’nin Kuşatmasını Kaldırın!

 

 

Editörün notu: Aşağıda yer almakta olan yazı 23 Haziran, 2025 tarihinde revcom.us içerisinde yayınlanmıştır. Yazının orijinaline https://revcom.us/en/american-sponsored-israeli-enforced-hunger-games-gaza-continue üzerinden ulaşabilirsiniz.


 

ABD ve İsrail, İran’a karşı tamamen haksız savaşlarını ilerletmekteyken İsrail’in Gazze’de işlediği ABD destekli insanlığa karşı suçlar da durmak bilmeden ilerlemektedir.

 

Reuters’ın 20 Haziran tarihli bir raporuna göre “İsrail’in Cuma günü Gazze’deki saldırısı en az 44 Filistinliyi öldürdü. Yerel yetkililer öldürülen Filistinlilerin çoğunun yiyecek yardımı aradıklarını bildirdi, Birleşmiş Milletler Çocuk Ajansı ise içilebilir suyun eksikliğinin bir kriz noktadına geldiğini belirtti. Hamas tarafından yönetilen yerel sağlık hizmetleri yetkilisi ise yardım tırları bekleyen en az 25 kişi Gazze’nin merkezinde Netzarim’in güneyinde İsrail’in saldırıları sonucu öldürüldüğünü bildiriyor.” 

 

Les proches de ces Palestiniens ont été tués alors qu'ils se dirigeaient vers un centre de distribution d'aide à l'hôpital Shifa de la ville de Gaza, le 18 juin 2025.
Bir yardım dağıtım merkezine giderken öldürülen Filistinlilerin yakınları, 18 Haziran 2025 Fotoğraf: AP

 

 

İsrail’in Gazze’deki katliamının sonucu ölüm sayıları her hafta artmaktadır ve şu anda Ekim 2023’ten bu yana öldürülen veya yaralanan 50.000’den fazla çocuk da dahil olmak üzere 55.000 Filistinli yaşamını yitirmiştir. Bu Gazze Sağlık Bakanlığının resmi verileridir, İsrail’in devasa bombardımanının oluşturduğu yıkıntının altında kalan binlerce insan bu verilerin içerisinde sayılmamış olabilir.

 

İsrail, işgal altındaki topraklara neredeyse tüm insani yardımın girişini engelleyerek Gazze’nin yaklaşık 2 milyon nüfusunu (yarısını çocuklar oluşturuyor) açlıktan ölmenin kıyısına itmiştir. İsrail’in saldırıları sebebiyle neredeyse tamamen yıkılmış su sistemleri sonucu bir BM yetkilisine göre “çocuklar susuzluktan ölmeye başlayacaklar”. 

 

2 Martta İsrail Gazze’nin en büyük yardım kuruluşunun (United Nations Relief and Works Agency (UNRWA) [Birleşmiş Milletler Yardım ve Bayındırlık Ajansı]) çalışmasını yasaklamıştır. 2 aydan uzunca bir süredir Gazze’deki halkı açlık çekmeye mahkum ettikten sonra Mart ayının sonlarında İsrail ve ABD sözde “Gaza Humanitarian Foundation [Gazze İnsani Yardım Kuruluşu]” tarafından yönetilen “yardım merkezleri” kurdular. Bu yalancı “kuruluş” yakın zamanda uzun süreli bir Trump destekçisi olan Hristiyan-faşist fanatik Rev. Johnnie Moore tarafından oluşturulmuştur. Bu merkezler ihtiyacın kenarından kıyısından dahi geçemeyecek kadar az yardımda bulunmaktadır. Ancak Gazze’nin tümünün açlıktan kavrulması ve İsrail’in yardımları önlemesi sebebiyle çaresiz kalan insanlar ne zaman bu merkezlerden birinin açıldığını duysalar onlara doğru koşmakta, özellikle de çocuklar için az da olsa bir nebze yiyecek alabilmeyi ummaktadır. Ancak bunun aksine çoğu zaman İsrailli kuvvetler tarafından ölümcül bir yaylım ateşiyle karşılaşmaktadırlar. 

 

Gazze’de hayatta kalma mücadelesi veren bir kişi bunu kurgu romanı ve film serisi Açlık Oyunları‘na benzetmektedir. Başkaları ise popüler televizyon dizisi Squid Game ile benzerlikler bulmaktadır. Bunların ikisi de kurgu bir ortamda üstlerindeki yabancı bir güç tarafından sadece hayatta kalabilmek için kendileri gibi başka ezilmiş insanlarla mücadele etmeye zorlanan insanları anlatan eserlerdir. Ancak Gazze’de olanlar son derece gerçektir. Gazze halkının sadece kendileri ve aileleri için biraz yiyecek yardımı almaya çalışırken karşılaştıkları korkunçlukları birazcık anlayabilmek için şu video kesitini izleyebilirsiniz. Bu bir halkın tamamen soykırıma uğratılmasıdır ve bütün dünyanın gözü önünde hızlanarak devam etmektedir. Buna acilen karşı konması ve tüm bunların durdurulması zorunludur!

 

 

 

 




ABD Emperyalizmi İran’a Saldırıyor ve Nükleer Suç İşliyor! Cevap Olarak Tüm Dünyada İnsanlığın Kurtuluşunun Bayrağını Kaldırın

Amerika’nın faşist başkanı Donald Trump, bugün (22 Haziran) akşam saatlerinde İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerine sığınak delici (bunker-buster) bombalarla saldırdığını duyurdu. Bu canice saldırı, uluslararası hukukun açık ihlali olup, nükleer tesislere saldırıyı insanlığa karşı suç olarak tanımlayan normları çiğnemektedir. Bu savaş suçu, İran’ın geniş bir bölgesini bu saldırılar sonucu ortaya çıkacak radyoaktif yayılıma maruz bırakacak; bu da milyonlarca insanın yavaş yavaş topluca katledilmesi ve bu topraklard aki halkların nesiller boyu nükleer bulaşmata maruz kalması anlamına gelmektedir. Bu nükleer suç, dünyada daha yıkıcı savaşların önünü açmıştır. Amerika, 20. yüzyılda Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerini yok eden atom bombalarını atan ilk emperyalist güç olmuştu; şimdi ise 21. yüzyılda nükleer suç işleyen ilk emperyalist güç olmuştur.

Bu suç karşısında, dünyanın halkları güçlü bir tepki göstermeli ve Bob Avakian’ın şu çağrısını bilinçli mücadelelerin temel şiarı haline getirmelidir:

“Dünyanın halkları olarak bizler, bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmesine ve insanlığın kaderini belirlemesine artık izin veremeyiz. En hızlı biçimde alaşağı edilmeleri gerekmektedir. Böyle yaşamak zorunda olmadığımız da bilimsel bir gerçektir.”

Vicdan sahibi tüm insanlara çağrımız şudur: Bu mücadelelerde, İran halkıyla dayanışmanın bir ifadesi olarak bile olsa Ortaçağ zihniyetli, gerici İslam Cumhuriyeti’nin çürümüş bayrağını kaldırmayın. 46 yıldır bu rejim saldırgan polisi ve askeri güçleriyle her türlü muhalefeti ve halkımızın daha iyi bir toplum özlemini bastırıyor. ABD ve İsrail’in saldırganlığı karşısında kasaba ve köylerde estirdiği terörü arttırıyor ve siyasi tutsakları saldırıya açık yerlerde tutmaktadır. İsrail ve ABD’nin suçları kesinlikle İslam Cumhuriyeti’nin desteklenmesi için bir meşrulaştırmamalıdır. Böylesi bir pozisyon sadece İran halklarına ihanet etmek ve onların emperyalizmle gerici İslam Cumhuriyeti rejiminden özgürleşmiş bir gelecek umutlarına darbe vurmaktır. Son tahlilde böylesi bir “destek” ABD ve İsrail’in çıkarına olacaktır. Bunun yerine direniş ve dayanışmanın yıldızının işlediği kurtuluşun kızıl bayrağını kaldırın. Bu bayrak, kapitalist emperyalist düzenden doğan emperyalizme ve gerici rejimlere karşı mücadelede birleşmiş bir dünyayı temsil etsin.

Dünya halkları, her adımında yüz milyonlarca insanın yaşamını mahveden, savaş ve yıkımı yaşam biçimi haline getirmiş bu kapitalist sistemden keskin bir şekilde kopmalıdır. Bambaşka bir yaşam biçimi için; ekonomik temelleri tamamen farklı, siyasi sistemleri baştan sona değişmiş, insanlar arasında özgürleştirici ilişkileri güvence altına alan ve dünya halklarının büyük çoğunluğunun temel ihtiyaçlarını karşılamayı ve en yüce özlemlerini gerçekleştirmeyi hedefleyen özgürleştirici toplumlar kurmak için savaşmalıyız.

Emperyalizm ve İran İslam Cumhuriyeti olmayan bir İran için, ABD ve İsrail’in saldırgan savaşına karşı İran’da ve dünyada geniş bir birlik oluşturmak için ilerleyelim!

Dünya halkları: İran’daki bu devrimci hedefin gerçekleşmesi için bizimle birlikte olun, bu temelde İran halkıyla enternasyonalist dayanışma için omuz omuza mücadele edin!

İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist)

22 Haziran 2025

 




Evin Cezaevindeki 9 Mahkûmdan Mektup: Başkalarının Acı Çekmesi Konusundaki Sorumluluğumuz

Yeni Komünizm Editör Notu: Okumakta olduğunuz makale Evin Hapishanesi’nde bulunan 9 tutsağın mektubudur. İşgalci soykırımcı İsrail’in ABD ve Batılı emperyalistlerin desteğiyle İran’a saldırması, bölgede gerici savaş çığırtkanlığının daha fazla yükselmesi ve bazı kafa karışıklıklarına temel bir perspektif sunması açısından, bu mektubu tekrardan önce çekmeyi uygun gördük.


Revcom.us Editörlerinin Notu: İran’daki kötü şöhretli Evin Hapishanesi’nde bulunan 9 mahkumun yazdığı bu mektup, yayınlandığından bu yana İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist), Avrupa’daki Burn the Cage / Free the Bird hareketi ve İran’ın Siyasi Mahkumlarına Şimdi Özgürlük İçin Uluslararası Acil Durum Komitesi (IEC) de dahil olmak üzere sosyal medyada geniş bir şekilde dolaşmaktadır. IEC gönüllüleri tarafından Farsçadan çevrilmiştir. Bazı küçük düzenlemeler, parantezli kelimeler ve dipnotlar çevirmenler tarafından anlaşılır olması için yapılmıştır. Metnin tamamı Tahran ve Banliyöleri Otobüs Şirketi Çalışanları Sendikası’nın resmi Telegram kanalında yayınlanmıştır.


Burada, hapishanede, siyasi mahkumlar arasında, geçen yıl özgürlük ve ayrımcılığa son verilmesini talep etmek için hayatlarını tehlikeye atanlar var. Ancak şimdi, İsrail hükümeti tarafından tamamen haksız bir savaşta Filistinlilerin soykırıma uğratılması karşısında [şöyle şeyler] söylüyorlar: “Keşke [İsrail] onlardan daha fazlasını öldürse” ve “Umarım [İsrail] atom bombasıyla işlerini bitirir de dünya rahat bir nefes alır.” Hatta bazıları şöyle diyor: “Umarım Tahran’daki yılanın başını da vururlar.” Kendi hapsedilmeleri için savaşanların sonunda kendi yok edilmeleri için savaşmaları ne kadar acınası.

Savaş gerici yöneticiler için bir nimettir. Tıpkı 1980’lerde sekiz yıl süren İran-Irak savaşının [İran] hükümetinin istikrara kavuşmasına yardımcı olması ve binlerce siyasi mahkumun idam edilmesinin önünü açması gibi. Önceki yıllarda ve geçen yıl [Kadın, Yaşam, Özgürlük hareketi sırasında] binlerce çocuk ve genci öldüren bu rejim [İran İslam Cumhuriyeti], şimdi Filistin halkının savunucusu gibi görünerek gerici doğasını gizlemeye çalışıyor.

Bu savaş genişlerse, [rejime] protestocuları, siyasi tutukluları, işçi hareketlerini, kadınları, öğrencileri, Bahai toplumu gibi dini azınlıkları bastırmak için daha fazla şiddet kullanma ve hatta “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketine yönelik saldırılarını genişletme bahanesi verebilir.

İktidardaki rejimin yanı sıra, [İran’a] “demokrasi ihraç etmek” için askeri saldırıları ve bombardımanı kullanmak isteyen aşırı sağcı [faşist] hareketler her zaman var olmuştur. Bu insanlar esas olarak toplumun altyapısı Batı’nın askeri saldırısıyla yok edildikten sonra [ganimetten] pay almak istiyorlar – sanki son yirmi yılda Afganistan ve Irak’ta yaşananlardan hiçbir şey öğrenmemişler gibi. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketinin zirvesindeyken, bu insanlar umutlarını İsrail ve Batı’dan destek almaya bağlamışlardı ve mevcut savaşta onları yatıştırmaya çalışıyorlar.

Ancak Filistin’deki savaşa ve soykırıma karşı kayıtsızlık -ve belki de İran’a askeri bir saldırı yapılmasını istemek- sadece bu aşırılık yanlısı güçler arasında değil, çok daha yaygındır.

Mesajımız şudur:

Filistin halkına karşı yürütülen bu karmaşık ve eşitsiz savaşı, [İran] hükümetine ve [bölgedeki] yıkıcı politikalarına ve savaşlarına duyduğumuz kızgınlığı gerekçe göstererek örtbas edemeyiz. Kelimenin tam anlamıyla soykırımın ne olduğuna (“ulusal, etnik, ırksal ya da dini bir grubu sırf doğası gereği tamamen ya da kısmen yok etme niyeti”) gözlerimizi kapatamayız. Medya tekelinin [propagandası] ile de geçiştirilemez.

Bize sunulan ikilem -Hamas ya da İsrail, askeri müdahale ya da devam eden mevcut durum- sadece kötü ile daha kötü arasında bir seçim sunuyor. Kendi yolumuzu yaratmak yerine sadece egemenlerin bize sunduğu seçeneklere baktığımız sürece, sonuç sadece kötü ya da daha kötü olabilir.

Gerçek şu ki biz [İran’da] savaş karşıtı protesto hareketleri konusunda zayıf bir geçmişe sahibiz. Eşitlikçi akımlar ve “Ekmek, İş, Özgürlük” gibi sloganları olan hareketler net savaş karşıtı pozisyonlar almış olsalar da, baskı, sömürü ve ayrımcılığa karşı mücadele ile savaş ve savaş çığırtkanlığına karşı mücadele arasında bir bağ kuramadık.

Önceki yıllarda bazı güçlerden “Gazze yoksa Lübnan da yok” sloganı duyuluyordu.2 Bu insanlar kendi sefalet durumlarının hükümetin bölgedeki müdahalelere [kaynak harcamasından] kaynaklandığı sonucuna varmışlardı. Ama aslında [rejim] bu müdahaleleri, müdahale ettiği ya da hükmettiği bu ülkelerdeki insanlara fayda sağlamak için değil, sadece kendi çıkarlarını korumak ve istikrarı sağlamak için bölgedeki bu gerici rejimleri desteklemek üzere finanse ediyordu. Sonuç olarak, bu müdahaleler Filistin’deki halk kitlelerinin zengin sosyal ve siyasi mücadele tarihini Hamas’ın roket atışlarına indirgemiş ve diğer Filistinli ilerici halk güçlerinin oynadığı rol küçümsenmiş ya da silinmiştir.

Ancak bu gerici kabuk, -sanki savaş çığırtkanlığı ve katliamlar yalnızca bombalar benim üzerime düştüğünde kötü oluyor, “Gazze’ye ne olacağı umurumda değil!” “Belucistan ve Kürdistan’a ne olduğu umurumda değil!” “Afganistan’dan gelen göçmenlere, kadınlara, işçilere ve yarı işsizlere, gecekondu mahallelerinde yaşayan insanlara ne olursa olsun!… Ben sadece kendim ve çevremdeki insanlar saldırıya uğradığında protesto ediyorum.” gibi [düşünerek],içinde bir canavarı, diğer insanların acılarına kayıtsızlık canavarını barındırıyor

Bu canavar devrimci hareketimizin Aşil topuğu olacaktır. Çok sayıda dilin, dinin, her türlü fay hattının bulunduğu, baskıların birleştiği ve bölgedeki diğer emekçi ve ezilen halklarla yakın ilişki içinde olan bir toprakta, başkalarının acılarına karşı kayıtsızlık, [gerici] egemen güçlerin hakimiyetini güçlendirecek ve [daha iyi bir dünya için] her türlü değişim olasılığının önünde bir engel haline gelecektir.

Şu anda bu canavarın en güçlü düşmanı, insan onurunu desteklemeyi ve her türlü ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadeleyi kapsayacak şekilde yorumlanan “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganında ifadesini bulan, Orta Doğu’daki halkın farkındalığı ve kararlılığıdır.

Bu slogana dayanarak, ister Hamas ister İsrail olsun, her ne şekilde olursa olsun köktendincilikle mücadele edebiliriz. Sınır çizgilerini öyle tanımlayabiliriz ki, Hamas ve İsrail ile onları destekleyen emperyalist güçler bir tarafta, ilerici sosyal, emek, kadın hareketleri … ve özgürlük ve eşitlik mücadelesi diğer tarafta yer alsın.

Hükümetler halkın çektiği acılara karşı kayıtsızdır ve savaşlar halk ve devrimci hareketlerin yönünü değiştirebilir ve onların önünde bir engel haline gelebilir. Bu nedenle bizim yaklaşımımız, “Kadın, Yaşam, Özgürlük” devrimci hareketinin kalbinde savaş karşıtı bir kanadı aktif olarak öne çıkarmaktır – aynı zamanda İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımını ve insanlıktan çıkarmasını kınamak, Hamas’ın gerici doğasını ve aynı insanlara [hedeflerine ulaşmak için araç olarak] nasıl davrandığını kınamak, [Hamas’ı] destekleyen bölgesel hükümetleri kınamak ve bu acımasız savaştan yararlanan emperyalist sponsorları kınamak.

Tarihsel olarak, gerici savaşların “ekmek, barış, özgürlük” sloganı altında ezilen kitlelerin egemen sınıflara karşı mücadelesine dönüştürülmesi etkili olmuş ve olumlu sonuçlar vermiştir. Bu [mevcut] tarihsel an, “Kadın, Yaşam, Özgürlük” için ilerici hareketin ayrımcılık ve ötekileştirmeye karşı mücadeleyle aynı hizaya mı geleceğini yoksa tarihin bir dipnotu mu olacağını sınayacaktır.

İmzalayan,

Anisha Asadollahi

Golrokh Iraee

Reza Shahabi

Arash Johari

Keyvan Mohtadi

Mehran Raouf

Fouad Fathi

Mazyar Seyednejad

Omid Masyer

Evin hapishanesi, Kasım 2023


Mektubun ingilizcesi için tıklayınız.




Gazze: Çölde Cinayet ve Örtbas, 15 Silahsız Sağlık Çalışanı Öldürüldü

Editör Notu: Okumakta olduğunuz yazı 7 Nisan’da revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Yazının öneminden dolayı türkçe çevirisini sizlerle paylaşıyoruz.


Hangi ülke, askerleri sağlık çalışanlarını bilerek öldürecek, ambulanslar da dahil olmak üzere tüm delilleri bilinçli olarak gömecek ve ailelere beş gün boyunca haber bile vermeyecek kadar ahlaksız olabilir?

Hangi hükümet askerlerini -savaş suçunun açık videosu ortaya çıkana kadar- örtbas edecek kadar ahlaksız ve utanmaz olabilir?

Ve yalanlar ortaya çıktıktan sonra, hangi güçlü ve müttefik ülkenin başkanı bu savaş suçlarını tamamen “anladığını” ve desteklediğini ilan edecek kadar acımasız ve cani olabilir?

Okumaya devam edin.

Güney Gazze, 23 Mart, 04:20 Refah’ın Haşaşin bölgesinde birkaç Filistinli İsrail’in hava saldırısında yaralandı. Yaralıların toplanıp tedavi edilebilmesi için bir Kızılay ambulansı gönderildi.

İsrail saldırısında Refah’ta 8 Kızılay acil müdahale görevlisi öldü, 23 Mart 2025. Yas tutanlar kurtarılan cenazeleri defnedilmek üzere taşıyor. Fotoğraf: AP

Uluslararası hukuka göre, kimliği açıkça belli olan ve çatışmaya girmeyen bir sağlık görevlisine bilerek saldırmak ya da onu öldürmek savaş suçudur.

Kızılay tarafından gönderilen sağlık görevlilerinin hiçbiri silahlı değildi. Sağlık personeli ve ambulanslarının her ikisi de açıkça işaretlenmişti. Bu ilk ambulansta bulunan Munther Abed, “Ambulansın ışıkları açıkça yanıyordu ve olay yerine giderken Kızılay logosu görülebiliyordu” dedi.

Ancak bu sağlık görevlileri hiçbir zaman yardım edemedi. Ambulansları bölgeye ulaştığında İsrail’in açtığı yaylım ateşiyle vuruldu ve ön koltuklarda oturan iki kişi anında öldü. Abed arkada oturuyordu ve hemen kendini minibüsün zeminine attı. “Meslektaşlarımdan herhangi bir ses ya da söz duymuyordum. Duyduğum tek şey ölmeden önceki son nefesleriydi” dedi. “Bize doğrudan ve kasıtlı olarak ateş edildi.”

“Birden etrafımdaki insanların İbranice konuştuğunu duydum. Sonra kapıyı açtılar ve özel kuvvetler içeri girdi. Onları üniformalarından tanıdım” diye hatırlıyor. “Beni arabadan sürükleyerek çıkardılar ve yakındaki kuma götürdüler. Bana işkence ettiler ve dövdüler.”

Daha Fazla Ambulans ve Kurtarma Aracı Gönderildi

Ambulansıyla irtibatı kaybettikten sonra, Kızılay Derneği sonraki birkaç saat içinde sağlık görevlilerini kurtarmak için ambulanslar ve bir itfaiye aracı da dahil olmak üzere iki farklı konvoy gönderdi ve BM ve Sağlık Bakanlığı da araçlar gönderdi. Toplamda 17 kişi sevk edildi.

Sabah 7:30 itibariyle Kızılay, gönderdiği üç ekipten hiçbirinden haber alamadığını duyurdu.

Abel tüfeklerle dövülmüş, bağlanmış ve yüzüstü yere yatırılmıştı. Ancak daha sonra yaşanacak dehşetin görüntülerini yakalamayı başardı: Arkadaşları ve meslektaşları farklı gruplar halinde olay yerine vardıklarında, her biri İsrail kurşunlarıyla vurularak öldürüldü.

Abel, İsrail güçlerinin suçlarını örtbas etmeye çalıştığını gördü: “Tüm arabaları, Kızılay ve Sivil Savunma arabalarını ezdiler ve gömdüler. Her şeyi gömdüler ve üzerlerini kumla örttüler.”

İsrail Savaş Suçlarının Videosu

Son gelen gruptaki sağlık görevlilerinden biri olanları telefonuyla kaydetti.

Filistin Kızılay Derneği’nin görüntüleri İsrail’in Gazze’deki doktor cinayetlerine ilişkin açıklamalarını yalanlıyor gibi görünüyor

Konvoyları yolda ilerlerken yol kenarında bir araç görmüşler. İncelemek ve yardım etmek için kenara çekmişler. Ancak iki adam araca yaklaşırken silah sesleri duyulmuş. Telefon ekranı kararıyor ama ses beş dakika daha devam ediyor.

Videoda duyabileceğiniz son sözler, ölmek üzere olduğunu fark eden birinin duaları: “Affet beni anne… İnsanları kurtarmaya çalışıyordum.”

Çekim yapan adam da dahil olmak üzere ekiplerden bir daha haber alınamadı. Yaralılara yardım için gönderilen 17 Kızılay ve Sivil Savunma ilk müdahale ekibinden Abel ve bir kişi (akıbeti bilinmiyor) hariç hepsi İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldü.

İsrail Dört Gün Boyunca Kimsenin Olay Yerine Yaklaşmasına İzin Vermedi

23 Mart’tan 26 Mart’a kadar geçen dört gün boyunca Kızılay, Gazze Sağlık Bakanlığı, BM ve kayıpların aileleri, meslektaşları ve arkadaşları umutsuzca akıbetlerini öğrenmeye çalıştı. Bölgede arama yapmak için defalarca talepte bulundular, ancak İsrail olay yerini mühürledi ve kimsenin incelemesine izin vermedi.

İsrail ayrıca kayıp sağlık görevlilerinin nerede olduklarına dair bilgi vermeyi de reddetti. Daha sonra cesetleri inceleyen Filistinli bir doktor, “Nerede olduklarını tam olarak biliyorlardı çünkü onları öldürdüler” dedi.

Kendinize sorun: Eğer İsrail, askeri sözcüsünün başlangıçta iddia ettiği gibi yanlış bir şey yapmadıysa, o zaman neden Kızılay’a ne olduğunu söylemeyi ya da olay yerine erişimini sağlamayı reddediyor?

Nihayet 27 ve 28 Mart tarihlerinde Kızılay personeli olay yerini kısa süreliğine ziyaret edebildi. Bir ceset çıkardılar; bu ceset kurtarma operasyonunun lideriydi. Ceset parçalara ayrılmıştı.

Ayrıca araçlarının enkazını da gördüler: Kızılay sözcüsü daha sonra şunları söyledi: “Bombalanmışlar ve üzerlerine yoğun ateş açılmış, bu da ekiplerimizin başına kötü bir şey geldiğini doğruluyor.”

Yukarıda ve aşağıda, 30 Mart 2025, Filistinliler, İsrail’in istihbarat birimi (Aman) tarafından tahrip edilen ve gömülen 17 sağlık çalışanı ve ambulansın cesetlerini çıkarıyor.

En Kötü Kabus

İsrail, Filistinli yetkililerin bölgeye tam erişimine ancak katliamdan yedi gün sonra, 30 Mart’ta izin verdi.

Kurtarma ekiplerinin bulduğu şey en kötü kâbuslarıydı: 14 sağlık görevlisi ve sivil savunma çalışanının hepsi ölmüştü. Yol kenarındaki bir toplu mezara gömülmüşlerdi. 1 Hepsi de vurulmuştu; çoğu çok yakın mesafeden defalarca, bazıları ise başlarının arkasından infaz tarzında vurulmuştu. Birinin elleri arkadan bağlanmıştı. Bir başka ilk müdahale görevlisinin kafası kesilmişti. BM, İsrail ordusunun onları “teker teker” vurduğu sonucuna vardı.

Hepsi de kendilerine özgü BM ve Kızılay üniformalarıyla gömülmüştü.

Ambulansları, kurtarma ve sivil savunma araçları bir araya toplanmış, buldozerler tarafından ezilmiş, ardından cesetlerin yanına atılmış ve üzerleri kumla örtülmüştü.

BM’nin Gazze’deki baş insani yardım yetkilisi “Hayat kurtarmak için buradaydılar,” dedi. “Bunun yerine kendilerini toplu bir mezarda buldular.”

İsrail’in Yüzsüz Yalanları ve Örtbasları

Bu katliam haberi ilk ortaya çıktığında İsrail ordusu yanlış bir şey yapmadıklarında ısrar etti. Kurbanlardan dokuzunun Hamas ve İslami Cihad savaşçıları olduğunu ve bunun Hamas’ın “bir kez daha tıbbi tesisleri ve ekipmanları kendi faaliyetleri için kullandığı” bir başka vaka olduğunu iddia ettiler.

Ancak İsrail hiçbir kanıt sunmadı ve sağlık görevlilerinin hiçbiri silahlı değildi ya da tıbbi kurtarma ve yardım dışında herhangi bir işle uğraşmamışlardı. Eğer kurbanlar gerçekten Hamas ajanlarıysa, neden onları toplu bir mezara gömerek cinayetlerini örtbas etmeye çalıştılar?

Ardından İsrail, güçlerinin ambulanslara “rastgele saldırmadığını”; “şüpheli bir şekilde ilerlerken tespit edildiklerini”, karanlıkta “farları ya da acil durum sinyalleri olmadan” yaklaştıklarını ve vurulmalarını gerektirenin de bu olduğunu açıkladı. 2

Başka bir deyişle, bu sözde bir “haklı cinayet” vakasıydı.

İsrail’in “My Lai” Katliamı

Bu telefon videosu, İsrail’in infaz ettiği ve ardından toplu mezara gömdüğü sağlık görevlilerinden birinin cebinde bulundu. Ve 4 Nisan’da New York Times tarafından yayınlandı.

Ambulansların açıkça işaretlenmiş olduğunu gösteriyordu. Acil durum ışıkları yanıyordu. Şüpheli bir şekilde araç kullanmıyorlardı, meslektaşlarını arıyorlardı ve onları bulduklarında kenara çekiyorlardı.

En az ikisi üniformalı olan kurtarma görevlileri bir itfaiye aracından ve Kızılay amblemli bir ambulanstan çıkarken ve yan yatmış ambulansa yaklaşırken görülüyor. Bunlar açıkça ayırt edilebilen üniformalar giyen sağlık görevlileriydi, silahlı savaşçılar değil.

Tüm bunlar Munther Abed’in tanık olduklarını doğruluyordu: bunlar açıkça askeri faaliyette bulunmayan tıbbi araçlar ve personeldi.

İsrail ordusu bunu başından beri biliyordu: araçları gördüler, personeli gördüler. Bir gruba ateş açıp sonra “hatalarını” fark etmediler. O sabah en az üç ayrı olayda açıkça teşhis edilebilen sağlık ve kurtarma görevlilerine ateş açtılar ve ardından onları üniformaları üzerlerindeyken yakın mesafeden infaz ettiler. Sonra da ölüleri ve araçlarını toplu bir mezara gömerek suçlarını – kelimenin tam anlamıyla – örtbas etmeye çalıştılar.

Bu bir savaş suçunun ders kitaplarındaki tanımıdır.

Bu Video Neyi Gösteriyor

George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi ve Rodney King’in dövülmesine ilişkin videolar, ABD’deki polislerin Siyahlara RUTİN olarak neler yaptıklarını, suçlarını örtbas etmek ve meşrulaştırmak için rutin olarak söyledikleri yalanları ve en temelde Siyahları ve diğer ezilen halkları terörize etmenin ve bastırmanın bu sistem altında onların işi olduğunu tüm dünyaya gösterdi.

Filistinli bir sağlık görevlisinin çektiği bu video, İsrail’in yalanlarını ve Gazze’de her zaman kasıtlı olarak yaptıklarını gözler önüne seriyor. Birincisi, Gazze’nin sağlık çalışanlarını ve sağlık altyapısını hedef alıyor. İkincisi, masum sivilleri terörize ediyor ve katlediyor. Üçüncüsü de, Filistin halkına karşı işlediği toplu katliam ve sistematik soykırımı meşrulaştırmak için, gerçekleştirdiği her saldırının Hamas’a yönelik olduğu bahanesini kullanıyor. 3

Ancak İsrail askeri sözcüsü bir konuda haklıydı: İsrail güçleri bu ambulanslara “rastgele ateş açmadı”. Bu tür savaş suçlarını sistematik olarak işliyorlar.

Bu Katliam ve Trump’ın Desteği ABD ve İsrail Hakkında Ne Gösteriyor

Katliam videosunun yayınlanmasından bir gün sonra İsrail ordusu hikayesini “bir nevi” değiştirdi. Artık “sahadaki güçlerden” gelen ilk açıklamanın “hatalı” olduğunu söylüyor. Nasıl olduğunu henüz açıklamadı. Ve katledilen 15 sağlık ve kurtarma personelinden altısının Hamas ajanı olduğu konusunda -kanıt olmaksızın- ısrar etmeye devam ediyor.

Bu arada Trump da devreye girerek sadece genel olarak İsrail’i değil, özellikle bu katliamı tamamen destekledi! Trump’ın Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü 6 Nisan Pazar günü yaptığı açıklamada “Hamas, ambulansları ve daha geniş anlamda canlı kalkanları terörizm için kullanıyor” dedi. “Başkan Trump bu taktiğin İsrail için yarattığı imkânsız durumun farkındadır ve Hamas’ı tamamen sorumlu tutmaktadır.”

Bu ahlaksız katliam, İsrail devletinin ve İsrail’in desteği olmadan böylesi tarifsiz suçları işleyemeyeceği ve işleyemeyeceği ABD’nin gayrimeşruluğunu ve ahlaksız suçluluğunu ortaya çıkarmıştır.

Bu katliam aynı zamanda -ve Trump’ın bu katliamı desteklemesi de- bu dehşeti tırmandıran Trump/MAGA faşist rejiminin yarattığı büyük tehlikenin altını çizmektedir. Bu durumda, Bob Avakian’ın sosyal medya mesajı Revolution #114‘teki bu gerçeğin ve mesajın tamamının (” Trump/MAGA faşizmini yenmek: Gelecekteki bazı seçimlere bakmak… ya da şimdi bu güçlü birleştirici talep etrafında milyonları harekete geçirmek için çalışmak: Trump faşist rejimi gitmeli!”)- geniş çapta yayılmalı, anlaşılmalı ve harekete geçilmelidir:

Trump faşizmi, temel hakları açıkça ve saldırgan bir şekilde ortadan kaldıran ve kendi dikte ettiğinden başka hukukun üstünlüğü ve hukuk süreci olmadığını ve uluslararası hukuka bağlılık iddiası ya da daha az güçlü halkların ve ülkelerin egemenliği ve hatta var olma hakkı konusunda endişe duymaksızın, uluslararası arenada hüküm sürmesi gerekenin ham yıkıcı güç olduğunu açıkça ilan eden bir rejimdir.




İsrail Şiddetli Saldırılarını Artırdı, Batı Şeria’yı İlhak Etme Çağrısında Bulundu

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı 24 Şubat’ta revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Kaynak için tıklayınız.


İsrail, “terörle mücadele” bayrağı altında şiddetli bir terör, zorla yerinden etme ve etnik temizlik kampanyası yürüterek Filistinlilere yönelik baskı ve cinayet politikasını artırarak devam ettiriyor.

Batı Şeria, Ürdün Nehri’nin batısında kalan ve üç milyon Filistinlinin yaşadığı bölgedir. Bu bölge 1967 yılında İsrail tarafından kanunsuz bir şekilde ele geçirilmiştir ve o tarihten bu yana buradaki Filistinliler İsrail’in saldırısı altındadır. 1

İsrail ordusunun ve yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırıları artmaktadır ve İsrailli üst düzey yetkililer açıkça “Filistinlilerin Batı Şeria’dan kaçışını teşvik etmeyi, Filistin Yönetimini yok etmeyi ve bölgeyi ilhak etmeyi” planlamaktadır – başka bir deyişle, işlenen suçlara ya da Filistinliler için sarsıcı insani maliyete bakmaksızın tüm toprakları çalmayı ve İsrail’e entegre etmeyi planlamaktadır. 2

Batı Şeria’daki Cebaliye kampında İsrail ordusunun hava ve kara saldırıları sonucu yıkılan evlerin enkazı, 19 Şubat 2025. Fotoğraf: AP

Trump’ın iktidara gelmesi, İsrail’e tam destek vermesi ve şimdi de Filistinlileri Gazze’den etnik olarak temizlemek için açıkça bastırması, İsrail saldırganlığına daha fazla destek verdi ve bunun yepyeni bir seviyeye taşınmasına yardımcı oldu.

 

Sadece geçtiğimiz hafta:

  • İsrail’in Trump’ın göreve gelmesinden bir gün sonra, 21 Ocak’ta başlattığı büyük askeri operasyon devam ediyor. O tarihten bu yana 000’den fazla Filistinli evlerinden sürüldü ki bu rakam İsrail’in Batı Şeria’yı ele geçirmesinden bu yana geçen 57 yılı aşkın sürede en yüksek rakam.  Binlerce kişi ailelerinin, arkadaşlarının yanına, okullara, camilere, belediye binalarına ya da bulabildikleri her yere sığınmak zorunda kaldı.
  • Geçtiğimiz hafta sonu İsrail Savunma Bakanı yerinden edilenlerin evlerine dönmelerine izin verilmeyeceğini açıkladı.Bakan ayrıca İsrail ordusunun önümüzdeki bir yıl boyunca Batı Şeria’da kalacağını ve 20 yıl sonra ilk kez tankların burada konuşlandırılacağını belirtti.3
  • Hedef alınan dört mülteci kampındaki su ve kanalizasyon sistemleri tahrip edildi ve kamplar yaşanmaz hale getirildi. Bir kamp sakini, “Askerler birbiri ardına bölgeyi ele geçiriyor, evleri, altyapıyı ve yolları tahrip ediyor,” derken bir diğer kamp sakini ise  “Kampı terk etmek zorunda kaldık – ordu bize ateş etmekle tehdit etti” dedi.
  • Aralarında gençlerin ve çocukların da bulunduğu Filistinlilerİsrail baskınlarında vurularak öldürülüyor. İsrail okullara saldırıyor.
  • Netanyahu, Tel Aviv yakınlarında (Batı Şeria’dan yaklaşık 70km uzakta) park halindeki üç otobüse zarar veren ancak can kaybına yol açmayan bir patlamanın ardından askeri operasyonların artırılması ve Batı Şeria’ya üç taburun daha konuşlandırılması emrini verdi.4
  • İsrail, Batı Şeria’yı ilhak etmeye yönelik bir başka adım olan Kudüs yakınlarında yerleşimciler için yasadışı olarak yaklaşık 1.000 yeni ev inşa etme planlarını açıkladı.

 

“Benzeri Görülmemiş” Bir An

Arizona Üniversitesi’nden Filistin asıllı Amerikalı bir tarihçi Batı Şeria’daki mevcut durum hakkında New York Times‘a konuştu: “Bu anı eşi benzeri görülmemiş kılan sadece yerinden edilmenin boyutu değil, aynı zamanda buna eşlik eden ve kalıcı zorla yerinden edilme fikrini giderek normalleştiren söylemdir.”

 

“Sivil bir nüfusun zorla sürgün edilmesi ya da nakledilmesi uluslararası insani hukukun ihlali, savaş suçu ve insanlığa karşı suçtur.”


 

DİPNOTLAR:

 

  1. Batı Şeria uluslararası anlaşmalara göre Filistin toprağıdır.  İsrail 1967 yılında burayı Ürdün’den alarak köylüleri kovmuş ve yüz binlerce Filistinliyi Ürdün’e kaçmaya zorlamıştır. O zamandan bu yana İsrail, yaklaşık 500.000 İsrailli için yasadışı konut yerleşimleri inşa ederek, Filistinlilerin evlerini, topraklarını ve çiftliklerini yıkarak veya bunlara el koyarak ve Filistin halkının temel haklarını sistematik olarak elinden alan apartheid bir hukuk sistemi yaratarak kontrolünü istikrarlı bir şekilde pekiştirdi. Ayrıca bakınız, İsrail Cenin’i Hedef Alıyor, Batı Şeria’da Şiddetli Etnik Temizliği Hızlandırıyor, revcom.us, 27 Ocak 2025 (ingilizce)
  2. Uzmanlar Batı Şeria’daki Filistinli Göçünün 1967’den Bu Yana En Yüksek Seviyede Olduğunu Söylüyor, New York Times, 17 Şubat 2025 (ingilizce)
  3. İsrail 40.000 Filistinlinin Batı Şeria Mülteci Kamplarını ‘Boşalttığını’ Söyledi, Bir Yıl Kalmaya Söz Verdi, Haaretz, 23 Şubat 2025 (ingilizce)
  4. Netanyahu, Tel Aviv’de Otobüsler Patladıktan Sonra Batı Şeria Saldırılarını Arttıracak, Democracy Now, 21 Şubat 2025 (ingilizce)

 

 




İsrail ve ABD Yemen’e Saldırıları Arttırıyor — İsrail’in Kana Susamış “Kefaret Savaşında” Bir Cephe

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı 6 ocakta revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Yazının İngilizce orijinali için tıklayınız.


Son 14 ay boyunca İsrail ve ABD küçük ve acı biçimde fakirleştirilmiş Yemen’e ve onun İran tarafından desteklenen İslami köktenci Husi hareketine karşı birden çok kez saldırı düzenlemiştir. Husiler, İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı misilleme olarak İsrail’e ve Kızıl Deniz’de İsrail ile alakalı nakliye gemilerine saldırı düzenlemekteydi.

Şimdi İsrail ABD desteği ile Yemen ve ülkenin kuzeyini kontrol eden Husileri Gazze ve Lübnan’a yağdırdıkları kana susamış, her şeyi hedef alan ve suç teşkil eden katliamlarla tehdit etmektedir. İsrail’in BM elçisi geçen hafta Husilerin yakın zamanda Gazze’de Hamas ve Lübnan’da Hizbullah ile “aynı acı kaderi paylaşabileceği” uyarısını yapmıştı.

Bunun üzerine bir düşünün. İsrail’in tam ABD desteği ile Gazze’deki Filistin halkına yaptığı şey tarihin en korkunç suçlarından biri, bir soykırım suçu olarak tarihe geçecektir! Lübnan’da İsrail, yine tam ABD desteği ile kitlesel suikast, kontrolsüz katliam ve yaygın bir yıkım kampanyası yürütmüştür ve bunu sadece İran’ın müttefiği Hizbullah’a karşı değil, milyonlarca Lübnanlı sivile karşı gerçekleştirmiştir.

Şimdi suçları ile hava atmakta ve bu suçları tekrar işlemekle tehdit etmektedirler! İsrail veya ABD, Gazze ve Lübnan’da olduğu kadar ölüm ve yıkıma sebep olabilsin veya olamasın, şu anda Yemen’de zaten acı çekmekte olan milyonların yaşamını tehdit etmektedirler ve Ortadoğu’nun bütününe taşabilecek daha geniş çaplı bölgesel savaşın tehlikesini arttırmaktadırlar!

Bunun Son Bulması Gerekiyor!

Yemen’e Karşı Yıllardır Süren ABD – Suudi Saldırganlığı

Yemen’e karşı bu yeni ABD ve İsrail tehditleri, ABD’nin silah ve destek sağladığı Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından yıllar boyu Yemen’deki Husi güçlere karşı yapılan saldırıların hemen arkasından gelmektedir.

2015’ten 2022’ye kadar Suudi Arabistan ve BAE Yemen’e karşı 25.000 hava saldırısını içeren durmak bilmez bir askeri sefer düzenlediler. Ancak durum sadece bununla da sınırlı kalmadı. Suudiler ABD Donanmasının desteği ile Yemen’i abluka altına alarak yiyecek, yakıt ve diğer ihtiyaç ürünlerinin akışını ciddi derecede sınırladı. Ayrıca Yemen’in yiyeceğinin, ilaçlarının ve diğer yardımların %70 ila %80’inin geçtiği ana liman Hüdeydah’ı da bombaladılar. Bunların sonucu savaş sebebiyle %60’ı yiyecek ve sağlık hizmetlerine erişimin yokluğu gibi indirekt sebeplerden gerçekleşen 377.000 ölüm ve bir milyondan fazla insanı etkileyen bir kolera salgınıydı. 21 milyondan fazla Yemenli -ülkenin üçte ikisi- bir önceki senenin ABD ve İsrail saldırıları ve daha fazlası olmadan önce dahi acilen insani yardıma ihtiyaç duymaktaydı.

Son 14 Ay Boyunca Durmak Bilmeyen Saldırılar

İsrail, Ekim 2023’te Gazze’deki ABD destekli soykırımını başlattıktan sonra Husiler Kızıl Deniz ve Aden Körfezinde İsrail’e giden gemilere saldırmaya başladı ve “Gazze’deki saldırıların bitmesini ve kuşatmanın kaldırılmasını” talep ettiler.

Husilerin düzenlediği 130 saldırı Süveyş Kanalı’nı da içeren dünyanın en işlek ve önemli ticaret koridorlarından birindeki nakliyatı ciddi biçimde aksatmıştır. Husiler ayrıca direkt İsrail’e karşı dron ve füze saldırıları da başlatmıştır.

İsrail ve ABD hem Yemen’e hem de Husilere bu saldırılara son vermek ve aynı zamanda Husileri yok etmek veya en azından güçsüzleştirmek için tekrar tekrar saldırmışlardır. Bu saldırılar Yemen’in temel sivil altyapısını -Hüdeydah da dahil- vurmayı da içermiştir, tıpkı Suudilerin de ABD desteğiyle önceden yaptıkları gibi. Bu Yemen’deki milyonları ve özellikle “akut yardım ihtiyacı olan” yaklaşık 14 milyon insanı daha da tehlikeye sokmaktadır. (İngilizce olarak bknz. https://revcom.us/en/we-challenge-you-learn-about-yemen [Size Yemen’le İlgili Daha Çok Şey Öğrenmeniz İçin Meydan Okuyoruz])

Saldırılar Tırmanıyor

Yakın haftalarda iki taraf da saldırılarını genişletmiştir. 29 Aralık haftasında İsrail tekrardan Hüdeydah’ı ve ayrıca enerji istasyonlarını ve Sanaa’daki ana havalimanın bombalayarak en az 6 kişiyi öldürmüştür. Dünya Sağlık Örgütü’nün başkanı da bu sırada havalimanında bir uçağa binmekteydi. Kendisi saldırıyı yaralanmadan atlatsa da sivil bir tesise yapılan bu kontrolsüz saldırıyı kınamıştır. ABD sonrasında Yemen’in başkenti Sanaa ve diğer bölgelerde Houthi önderliğini ve silah üretim tesislerini hedefleyen bir hava saldırısı dalgası başlatmıştır.

Bu sırada Husiler İsrail’e karşı en az 5 füze saldırısında bulunmuştur ve hedefler arasında Tel Aviv uluslararası havalimanı ve Kudüs yakınlarındaki bir güç istasyonu da söz konusudur. Husiler ayrıca yakın zamanda uçak gemisi vuruş kuvvetleri ile yakın zamanda Kızıl Deniz’e konuşlandırılan uçak gemisi USS Harry S. Truman’a da bir drone saldırısı yaptıklarını iddia etmektedirler (ABD ordusu bu konu hakkında bir yorum yapmamıştır).

İsrail Daha Çok Kan Dökme ve Daha Geniş Çaplı Bir Savaş Tehdidinde Bulunmaktadır

Yemen, İsrail’in bir senedir süren, İsrail’in düşmanlarını yok etmeyi ve Ortadoğu’nun tümünde ABD-İsrail kontrolünü derinleştirmeyi amaçlayan ABD destekli ve katliamcı “Kefaret Savaşlarında” sadece bir cephedir.

Alan Goodman’ın yazdığı gibi, “Netan-Nazi’nin yedi cepheli ‘Kefaret Savaşı’ dediği şey Gazze’de soykırımı, Batı Şeria’da soykırımı, Suriye’nin büyük yıkımını ve Irak’taki güçlere saldırıları içermektedir. Bunun yanında Lübnan’da sivillerin kitlesel katliamını, Yemen’de gıda yardımına acil ihtiyaç imkanını yok etmeyi ve İran’ı nükleer şantaja tabi tutmayı da içermektedir. (bknz.  Israel’s “War of Redemption”—A Terrorist Rampage “Changing the Face of the Middle East,” Threatening Even Worse [İsrail’in “Kefaret Savaşı” – “Ortadoğu’nun Yüzünü Değiştirmekte” Olan ve Daha da Kötüsünü Yapmakla Tehdit Eden Terörist Bir Saldırı] (revcom.us, Aralık 16, 2024))

Şimdi İsrail ve ABD Yemen halkına karşı saldırılarını -ve suçlarını- ciddi derecede tırmandırma tehdidinde bulunmaktadır. İsrail Başbakanı Netanyahu geçen hafta “Diğer cephelerde yaptığımız gibi burada da bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya kararlıyız” şeklinde bir beyanda bulunmuştur. İran’dan bahsederken de “Ahtapotun kolları teker teker kopartılmaktadır” diye eklemiştir.

İsrail’in savunma bakanı “bütün Husi liderleri avlamak, tıpkı başka yerlerde yaptığımız gibi onları vurmak” tehdidinde bulunmuştur, yani başka bir deyişle İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’ın önderliğini öldürdüğü gibi Husi liderleri de öldürmekle tehdit etmektedir.

Yaklaşmakta Olan Katliam ve Yıkımın Sorumluluğu Kimdedir?

Bob Avakian sosyal medya mesajı “99’da: Bu ülkenin liderleri ‘teröristleri’ kınarken aynı zamanda terörizmi açıkça desteklemektedirler]” demekte ve bölgenin üzerinde asılı duran bu şiddet ve yıkım kabusunun asıl suçlusunun kim olduğunu ve bu gerçeklikten çıkarmamız gereken temel sonucu özetlemektedir:

Bu konuda hiçbir şüphe veya kafa karışıklığına izin vermeyin: Ortadoğu’da askeri çatışmaların ciddi biçimde tırmanmasının ve bunun sonucunda olacakların sorumluluğu İsrail ve İsrail’i sonuna kadar desteklemeye devam eden ABD’dir.

Bütün bu lanet sistemin ortadan kaldırılması gerektiğini söylemek için daha başka neyi bilmeye ihtiyacınız var?!




Biden ve Netanyahu Lübnan’da Ateşkes İlan Etti… Sonra Kanlı Dişlerini Çıkardılar

 

Editörün notu: Revcom.us sitesinde 2 Aralık tarihinde yayınlanan bu yazı İsrail-Hizbullah arasında varılan ateşkes antlaşmasının gerçek doğasını gözler önüne sermekte ABD-İsrail’in bölgedeki vahşetlerine ışık tutmaya devam etmektedir. Çevirisini okurlarımıza sunarız.


Lübnan’ın doğusundaki Baalbek’te yıkılan evinin enkazından babasının fotoğrafını çıkaran Lübnanlı kadın, 28 Kasım 2024. Fotoğraf: AP

 

“Soykırımcı” Başkan Joe Biden ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu (nam-ı diğer Netan-nazi) 26 Kasım Salı günü İsrail ile İran tarafından desteklenen gerici İslami köktendinci bir örgüt olan Lübnan Hizbullah’ı arasında ateşkes ilan edildiğini duyurdu. İki örgüt, İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırıma misilleme olarak Hizbullah’ın İsrail’e roket saldırıları düzenlediği 8 Ekim 2023’ten bu yana savaşıyordu. İsrail de kendi füze saldırılarıyla karşılık verdi ve ardından bu yılın 17 Eylül’ünde topyekün bir savaş başlattı. 1

 

Yürürlüğe 27 Kasım’da giren ateşkes, İsrail ve Hizbullah’a saldırılarını durdurma çağrısında bulunuyor. Güney Lübnan’ı işgal eden İsrail ordusu önümüzdeki 60 gün içinde geri çekilecek. Güney Lübnan’da uzun süredir hakimiyet kuran ve faaliyet gösteren Hizbullah ise Lübnan’ın İsrail ile olan sınırından yaklaşık 29 km kuzeye çekilecek. (İsrail’in kuvvetlerini Lübnan sınırından uzaklaştırması gerekmiyor). Lübnan’ın ABD destekli ordusu ve bazı BM güçleri Hizbullah’ın geri dönmesini engellemek üzere güney Lübnan’ın sınır bölgelerine konuşlanacak. ABD ve İsrail, Fransa ve diğer ülkelerle birlikte anlaşmanın uygulanmasını denetleyecek.

 

Kazanımları Kilitlemek ve Daha Fazla Dehşete Hazırlanmak için Ateşkes

 

Lübnan halkının, İsrail’in yaklaşık 4,000 Lübnanlıyı öldüren, 16,500’den fazlasını yaralayan ve muazzam bir yıkıma yol açan saldırılarına acilen bir son vermesine ihtiyacı var. Ancak Netanyahu ve Biden’ın açıklamaları, bu “ateşkesin” Lübnan’da ya da Orta Doğu’nun herhangi bir yerinde savaşın dehşetini sona erdirmekle hiçbir ilgisi olmadığını açıkça ortaya koydu.

 

Tam tersine. Ateşkes, İsrail’in kitlesel katliamlarını meşrulaştırmak ve Lübnan’daki askeri kazanımlarını kilitlemek, Gazze’deki soykırımını ve Filistin Batı Şeria’daki etnik temizliğini ilerletmek ve -çok daha kaygı verici bir şekilde- bölgede daha fazla ABD-İsrail savaşı ve zulmünün önünü açmak için tasarlanmıştır.

İsrail’in Baalbek’teki hava saldırılarında yıkılan Lübnanlı ailenin evi, 28 Kasım 2024. Fotoğraf: AP

 

İsrail’in savaş çığırtkanlığı yapan savunması ve Hizbullah’ın kınanmasının ardından Biden, bu ateşkes anlaşmasının “bize barışın mümkün olduğunu hatırlattığını” ilan ederek birkaç aldatıcı “umut” sözü söyledi. Ne dedi? “Barış mümkündür.”

 

İsrail’de Netanyahu “barış konuşmaları” ile uğraşmadı. İsraillilere bu askeri üstünlük anını değerlendirerek yedi cepheli “Kurtuluş Savaşı’nı (2) tüm bölgeye yaymaları için kan donduran bir çağrıda bulundu ve bu ’ateşkesin” neden bunun için kilit önemde olduğunu açıkladı. (3)

 

  • Netanyahu, İsrail’in Gazze’deki soykırımını sürdürme ve Hamas’ı “yok etme” sözünü yenilerken, İsrail’in Batı Şeria’daki etnik temizliğini de hızlandırarak “teröristleri ortadan kaldırıyoruz, terör altyapısını yok ediyoruz ve tüm terör kalelerinde faaliyet gösteriyoruz. Ulaşamayacağımız hiçbir yer yok.”
  • İsrail’in Hizbullah’ın kökünü kazımasını, ayrım gözetmeksizin apartman binalarını bombalamasını ve Lübnanlı sivilleri katletmesini selamlayarak şunları söyledi: “Beyrut’un Dahieh bölgesinde düzinelerce yüksek terör binasını yerle bir ettik. Beyrut’ta yer yerinden oynuyor.”
  • İsrail’in İran, Irak, Suriye ve Yemen’e yönelik saldırılarını övdü.(4)

 

Netanyahu’nun Üç Kanlı Sebebi

 

Ardından Netan-nazi bu ateşkesin İsrail’in bölgesel savaş hedeflerini ilerleteceğine dair üç neden sıraladı (Hizbullah’ın yeniden silahlanmaya kalkışması halinde İsrail’in saldıracağı da buna dahildir – ki bu yazı yazılırken zaten birkaç kez saldırmıştı):

 

  • Netan-Nazi’nin kendi söylemiyle: “İlk neden İran tehdidine odaklanmak ve bu konuyu daha fazla açmayacağım.”

Baalbek’teki Roma tapınaklarının bir kısmının önünde İsrail hava saldırısında hasar gören kamyon, 28 Kasım 2024. Fotoğraf: AP

 

Bu açıklamasından birkaç dakika önce Netanyahu İran’ı “çıbanın başı”, bölgede İsrail ve ABD’ye karşı muhalefetin ana kaynağı olarak tanımlamıştı. “İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için gereken her şeyi yapmaya kararlıyım. Bu tehdit her zaman en önemli önceliğim olmuştur ve bugün daha da önemli… Benim için bu tehdidi ortadan kaldırmak İsrail Devleti’nin varlığını ve geleceğini güvence altına almak için en önemli görevdir.”

 

Öncelikle İsrail’in halihazırda Orta Doğu’daki tek nükleer silahlı güç olduğunu belirtmek gerekir. Her ne kadar doğrulamayı ya da yalanlamayı reddetse de İsrail’in genel olarak 100 ila 200 arasında nükleer silaha sahip olduğu düşünülmektedir.

 

Daha da önemlisi, özellikle bu yıl ilk kez İsrail ve İran’ın birbirlerine açıkça ve doğrudan saldırdığı göz önüne alındığında, bu açıklama çok kaygı verici bir tehdit anlamına gelmektedir. Şimdi İsrail, İran’ın İsrail’e karşı tampon olarak güvendiği iki silahlı gücü -Hamas ve Hizbullah- felce uğratmış durumda ve bu da İsrail’in istemesi halinde İran’a karşı büyük bir tırmanış için çok daha açık bir yol sunuyor. İsrail’in farklı ABD başkanlık yönetimleri arasındaki “geçiş dönemlerinden” yararlanarak büyük saldırılar başlatma geçmişini de unutmamalıyız.

 

  • Yine Netanyahu’nun ağzından: “İkinci neden ise kuvvetlerimize bir nefes aldırmak ve stokları yenilemektir.” “Silah ve mühimmat teslimatındaki” gecikmelerin yakında çözüleceğinden ve İsrail’e ‘görevimizi tamamlamak için daha fazla vurucu güç’ sağlayacağından bahsetti.

 

Başka bir deyişle, ateşkes İsrail’in savaşmakta olduğu daha geniş bölgesel savaşı tırmandırmaya hazırlanmasına yardımcı olacak.

 

  • “Ateşkesin üçüncü nedeni ise cepheleri ayırmak ve Hamas’ı izole etmek.”

 

Hizbullah’ın bu ateşkesi kabul etmesi -İsrail Gazze’ye saldırdığı sürece roket saldırılarına devam edeceği sözünü verdikten sonra- İsrail’in Gazze’deki soykırım kampanyasını ve eş zamanlı olarak Batı Şeria’daki acımasız etnik temizlik saldırısını sürdürmek için artık daha fazla özgürlüğe sahip olduğu anlamına geliyor.

 

Netan-nazi, “Size zafer sözü verdim ve zafere ulaşacağız,” dedi. “Geçtiğimiz yıl durumu tersine çevirdik. Yedi cepheden saldırıya uğradık ve güçlü bir şekilde karşılık verdik. Ortadoğu’nun çehresini değiştiriyoruz.”

 

Bu bir uyarı, retorik değil. Bu, İsrail’in -ABD’nin tam desteğiyle- her türlü engeli ortadan kaldırmak ve ABD-İsrail’in Ortadoğu’daki hakimiyetini bambaşka bir düzeye taşımak için -ABD kapitalizminin-emperyalizminin küresel gücü ve işleyişi ile İsrail’in istikrarı ve bölgesel hegemonyası için kilit önemde olan bir hakimiyet- ortaya koymaya hazırlandığı muazzam, gerici şiddetin ilanıdır.

 

Biden İsrail’in Soykırım, Toplu Katliam ve Bölgesel Hırslarına Vaftiz Babalığı Yapıyor

 

Biden ise ABD emperyalistlerinin İsrail’in Gazze’deki soykırımının, Lübnan’daki katliamlarının, İran ve müttefiklerine yönelik saldırılarının ve bölgeyi yeniden şekillendirme planlarının tamamen arkasında olmadıkları yönündeki yanılsamaları bir kez daha ortadan kaldırdı.

 

  • Biden, Hizbullah’ı yedi farklı kez “terörist” bir örgüt olarak kınarken, İsrail’in milyonlarca Lübnanlıyı terörize etme kampanyasını övdü. (5)
  • Biden, İsrail’in Hizbullah liderlerine karşı ayrım gözetmeksizin yürüttüğü suikast kampanyasını memnuniyetle karşılamış ve “Hizbullah’ın uzun süredir liderliğini yapan Nasrallah da dahil olmak üzere kaç üst düzey lideri öldü?” sorusunu yöneltmiştir.

 

  • Biden, Hizbullah’ın “İsrail’in güvenliğini bir daha tehdit etmesine izin verilmeyeceğini” ilan ederek ABD-İsrail’in savaş hedeflerini gerçekleştirmeye devam etme çağrısında bulundu. Ve İsrail’e bu sözde ateşkes kapsamında, anlaşmanın ihlal edildiğini hissetmesi halinde Lübnan içinde saldırma iznini açıkça verdi.

 

  • Biden ateşkes anlaşmasının “Lübnan için yeni bir başlangıcı müjdelediğini” iddia etti. ABD ve İsrail’in İran destekli Hizbullah’ı küçültmek ya da yok etmek ve ülkeyi ABD ve İsrail yanlısı güçlerin kontrolü altına sokmak için büyük bir hamle yapmasını kastediyor. Bu, ABD destekli Lübnan Ordusu’nun (2006’dan bu yana 3 milyar dolardan fazla ABD askeri yardımı almıştır) kilit bir rol oynaması için güçlendirilmesini de içermektedir. (6)

 

Bob Avakian: “Tüm bu lanet sistemin gitmesi gerektiğini söylemek için daha ne bilmeniz gerekiyor?!”

 

Bu ateşkes ve Netanyahu ile Biden’ın açıklamaları – “barış” söyleminin altında yatan açık savaş tehdidiyle birlikte- devrimci lider Bob Avakian’ın (@BobAvakianOfficial REVOLUTION #99 adlı) sosyal medya mesajında yaptığı uyarının aciliyetinin altını çizmektedir:

 

Şimdi İsrail’e ahlaksızca katliam yapması için verilen bu destek Lübnan’ı ve İran da dahil olmak üzere Ortadoğu’daki diğer ülke ve halkları da kapsayacak şekilde genişletildi. Bu durum daha geniş ve daha yıkıcı bir savaş tehlikesini arttırmaktadır.

 

Bu konuda hiçbir şüphe ya da kafa karışıklığı olmasın: Ortadoğu’da askeri çatışmaların ciddi bir şekilde tırmanmasının ve bunun sonucunda ortaya çıkacak her şeyin sorumluluğu İsrail’e ve İsrail’e tam destek vermeye devam eden ABD hükümetine aittir.

 

Tüm bu lanet sistemin gitmesi gerektiğini söylemek için daha ne bilmeniz gerekiyor?!

 

 

 


DİPNOTLAR:

 

  1. İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırısı, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te çoğu sivil yaklaşık 1.200 İsrailliyi öldüren, çok sayıda kişiyi yaralayan ve 254 kişiyi rehin alan gerici saldırısının ardından geldi. Hizbullah, İsrail Gazze’ye saldırdığı sürece saldırılarına devam edeceğine söz verdi. Bu saldırılar bir miktar zarar verdi, ancak İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere terör yağdırma kapasitesini kayda değer ölçüde engellemedi. Genel olarak İsrail ile kuzeydeki Hizbullah arasındaki “savaş”, İsrail 17 Eylül 2024’te bunu topyekûn bir savaşa dönüştürene kadar bir yan gösteriydi.

 

  1. Netan-nazi ateşkesi duyururken İsrail’in İran destekli güçlere yönelik saldırılarını “yedi cephede… Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırdı. İsrail’in Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak’taki İran destekli güçlere ve İran’ın kendisine yönelik saldırılarından bahsediyordu. Ve bu “cephelerden” ikisi olarak İsrail’in Gazze ve Filistin’in Batı Şeria bölgelerindeki soykırımcı katliamını da dahil etti.

 

  1. Benyamin Netanyahu, Muhtemel İsrail-Hizbullah Ateşkes Anlaşması Üzerine Ulusa Sesleniş, 26 Kasım 2024

 

  1. İsrail de Suriye’deki saldırılarını artırdı ve şimdi, bir kısmı daha önce ABD’nin bölgedeki müttefikleri tarafından desteklenen gerici İslami Cihatçı güçler, İran’ın müttefiki olan Suriye’nin Esad rejimine karşı yeni bir saldırı başlattı. Gelişmeler için revcom.us’u takip etmeye devam edin.

 

  1. Başkan Biden’ın İsrail ve Hizbullah Arasındaki Düşmanlıkların Durdurulduğunu Açıklayan Konuşması, Beyaz Saray, 26 Kasım 2024.

 

  1. Biden ayrıca İsrail, ABD ve Suudi Arabistan arasında İran karşıtı bir ittifaka aracılık etmek de dahil olmak üzere ABD’nin Orta Doğu’daki diğer emperyalist hedeflerine de değindi.

 

 




Hakikatin Götürdüğü Yere Gitmek: İsrail Mitinden Kopmak ve “Bir Daha Asla ”nın Gerçekte Ne Anlama Geldiği Üzerine

 

Editörün notu: Aşağıda çevirisi yer almakta olan yazı ABD’de revcom.us sitesinin ve Bob Avakian’ın bir takipçisi tarafından yazılmıştır. Çevrilen metne https://revcom.us/en/breaking-myth-israel-and-what-never-again-really-means üzerinden erişebilirsiniz.



Hahamıma endişeyle Tanrı’ya gerçekten inanmadığımı söylediğimde 12 yaşındaydım. İncil’de yazan ve Cuma geceleri sinagogda okunan şeylerin hiçbirine kendimi inandıramıyordum. “Bu sorun değil,” dedi. “Hâlâ Yahudi olabilirsin.” Bu beni rahatlattı, çünkü… Yahudi olmayı seviyordum – en azından büyürken “Yahudi olmanın” benim için geldiği anlamı.

Liberal Reform Yahudisi ailemde “Yahudi olmanın” kutsal kitaplarla pek ilgisi yoktu. Dualarda ne söylendiği önemli değildi; önemli olan ne yaptığınız ve başkalarına nasıl davrandığınızdı. Bunun yanı sıra, Yahudiliğin entelektüel sorgulamaya değer veren asırlık geleneklere sahip olduğu fikri ile kuşatılmıştım. Uzun zaman önce Yahudi yasaları ve uygulamalarının yorumları üzerine tartışan Yahudiler gibi, sadece bu gelenekler hakkında tartışmanın değil, siyaset ve etik üzerine tartışmanın da iyi olduğunu öğrendik. En önemlisi, Yahudilerin ezilenlerin ve mazlumların yanında adalet için savaşmaları gerektiği fikriyle yetiştirildim. Yahudi olmak, Hahamımın neden Güney’de medeni haklar ya da işçi hakları için mücadele eden insanların yanında olduğumuza dair vaazlarını içeriyordu. Her yıl Hamursuz Bayramında kölelikten kurtuluşun hikayesini dinler, “Mısır topraklarında köle olduğumuz için” kölelikten kurtulmak için mücadele eden tüm insanların durumunu anlamamız gerektiği dersini okurduk. Bu bayramları severdim ve bu geleneklere değer verirdim.

Ailemin her iki tarafı da 1910’larda Çarlık Rusyası’ndaki pogromlardan (Yahudi karşıtı ayaklanmalar) ve Yahudilere yapılan zulümden kaçarak Amerika’ya göç etti. Bu atalarım ve onların geniş aileleri Nazi Holokostu’nun kurbanı olmamış olsalar da, ben bu muazzam suçun farkında olarak büyüdüm. Tüm bunlardan çıkardığım ders, Yahudi halkına yapılanlar nedeniyle, önyargılara karşı ilk konuşanlardan olmamız gerektiğiydi. “Bir daha aslakimsenin başına böyle bir soykırım gelmemeliydi.

Hahamların 1963 Washington Yürüyüşü’nde Martin Luther King Jr. ile birlikte yürürken çekilmiş fotoğraflarını gördüğümde gurur duydum. 1964’te Mississippi’de Özgürlük Yazı sırasında sivil haklar çalışanları James Chaney, Andrew Goodman ve Michael Schwerner’in KKK tarafından öldürülmesini okudum ve ikisinin Yahudi olduğunu görünce kendi kendime “tabii ki… Yahudiler böyle yapar” diye düşündüm.

Ancak Afro-Amerikan bohem gitar öğretmenimden öğrendiğim sivil haklar şarkılarının yanı sıra, Özgürlük Sürücüleri ve öğle yemeği tezgahlarında oturma eylemleri, oy hakları için bağış toplama ve konutlardaki ayrımcılıkla ilgili mahallelerde propanda çalışmaları hakkında öğrendiklerimle birlikte başka bir şeyle büyüdüm. Bu, “cesur Yahudi partizanların, toplama kamplarından kurtulanların ve harap olmuş Avrupa’nın çaresiz Yahudi mültecilerinin her şeye rağmen Yahudiler için bir sığınak inşa ettiği” yeni “küçük İsrail devleti” hakkında bir hikayeydi. İsrail halk şarkılarını öğrendik ve İsrail halk dansları yaptık. Kibbutzim’i, herkesin birlikte çalışıp yemek yediği ve çocuklarını birlikte büyüttüğü “sosyalist” kolektif çiftlikleri öğrendik. Pazar okulunda İsrail için bağış toplardık ve özel bir gün için ortak hediyemiz sizin adınıza İsrail’de dikilen bir ağaç olurdu.

Harry Belafonte albümlerimiz vardı; Jamaika’dan kalipso ve Amerika’daki siyahların mücadelesini anlatan şarkıların yanı sıra “Hinei Mah Tov u-ma nayim, Shevet achim gam Yachad” (“İnsanların birlik içinde bir arada yaşamasının ne kadar iyi ve ne kadar hoş olduğunu görün”) gibi İsrail halk şarkılarını da söylüyordu.

Her şey tek parça gibiydi – barış ve kardeşlik içinde adil bir dünya için çabalamak. Benim için Yahudi olmak bunun bir parçasıydı. Filistin halkı? Sanki onlar yokmuş gibiydi.

Şimdi hızlıca ileri saralım. 11 Haziran 1967’de Los Angeles’tayız ve 20.000 kişi Hollywood Bowl’u yıldızlarla dolu bir gecede “İsrail’in Yaşaması İçin Miting” için dolduruyor. Tüm ailemle birlikte gece gökyüzünün altında oradaydım ama kendimi korkunç hissediyordum. İsrail ve çevresindeki Arap ülkeleri arasındaki “Altı Gün Savaşı ”nın hemen sonuydu.1

Ailemle bu mitinge gitme konusunda büyük bir tartışma yaşadım ama onlar ısrar etti. Yakın bir aile üyesi İsrail’de bir yıl geçirmişti, geri dönmek üzereydi ve ona destek olmak için gitmem gerekiyordu. Ama SF State’teki ilk üniversite yılımdan sonra yaz için eve dönmüştüm… ve değişmeye başlamıştım.

San Francisco’da, Berkeley’de, tüm Körfez Bölgesi’nde ve ülke çapında Vietnam’daki savaşı durdurma hareketi yükselişteydi. SF State savaşla ilgili tartışmalarla çalkalanıyordu. Eğitim toplantıları, barış nöbetleri ve protestolar vardı. Ocak 1967’de bir gün, yurt odamdaki yatağımda otururken, Ramparts Magazine’de gazeteci William Pepper’ın fotoğraflarının yer aldığı “Vietnam’ın Çocukları” adlı makaleyi okudum. Fotoğraf üstüne fotoğraf, ABD hükümetinin on binlerce çocuk da dahil olmak üzere Vietnam halkına kitlesel olarak attığı napalmın etkisini gösteriyordu. Tüm bu çocukların şekilsiz yüzlerine ve bedenlerine baktım ve bunlar olurken -bu hükümet, bizim hükümetimiz- bunu yaparken “normal” hayatıma devam edemeyeceğimi düşündüğümü hatırlıyorum.

İsrail’in gerçek tarihi ya da Filistin halkının mücadelesi hakkında hala çok az şey biliyordum ama İsrail’in arkasında olduğunu bildiğim ABD hükümetine giderek daha fazla yabancılaşıyordum. Bu ülkenin beyazlaştırılmış tarihi ve Amerika’nın dünyada iyilik için bir güç olduğuna dair efsaneler yıkılıyordu. Bu nedenle dönemin Başkanı Lyndon Johnson İsrail’in yanında durmak gerektiğinden bahsettiğinde şüpheyle yaklaştım ve İsrail hakkında bana öğretilenleri sorgulamaya başladım. Hollywood Bowl’daki mitingde öne çıkan konuşmacılardan biri de Kaliforniya’nın yeni seçilen valisi Ronald Reagan’dı. Aynı Reagan “sosyal yardım serserilerini işe geri gönderme” ve “Berkeley’deki pisliği temizleme”, yani benim de bir parçası olduğum savaş karşıtı hareketi çökertme platformunda aday olmuştu. Miting devam ettikçe daha da sinirlenmeye başladım. Sonunda, ailem bana ters ters bakarken, İsrail milli marşı olan “Hatikvah ”ı söylemek için kalabalıkla birlikte ayağa kalkmayı reddettim.2

Birkaç yıl sonra Köklerimiz Hâlâ Yaşıyor gibi kitaplar okudum: United Front Press tarafından 1977’de yayınlanan Filistin Halkının Hikayesi gibi kitapları okudum ve Noam Chomsky ve Edward Said’in eserlerine maruz kaldığımda gerçeği öğrendim. Açıkça fark ettim: Bize yalan söylenmişti. İsrail hakkında bana anlatılan romantik hikâye şaşırtıcı bir efsaneydi ve gerçekle, birinin Rüzgâr Gibi Geçti ‘nin kölelik hakkında gerçeği anlattığını düşünmesi kadar alakası vardı! Şimdi İsrail’de bir aile kuran yakın akrabam bana İsrail’i tüm Sina Yarımadası ve yeni işgal edilen tüm topraklar olarak gösteren yeniden çizilmiş bir harita gönderdiğinde, bu beni hasta etti ve ABD’nin nasıl yerli halkın soykırımıyla başladığını ve sınırlarının Meksika’dan tüm güneybatıyı alarak büyüdüğünü aklıma getirdi.

Filistin ve Filistin halkının kurtuluş mücadelesi hakkında daha fazla şey öğrendikçe, daha fazla onların yanında yer aldım.

Kapitalizm-emperyalizmin Siyonist hareketi nasıl doğurduğunu öğrendikçe İsrail’e daha fazla karşı çıktım. Romantik mitin yerini gerçek almıştı: Yahudi üstünlükçü apartheid devleti İsrail, yerli Filistin halkının etnik temizliğine dayanıyordu.

Tüm bunlar, yakın ve geniş ailemdeki diğer herkesle aramda giderek büyüyen bir uçurum anlamına geliyordu. Onlar Holokost’tan farklı bir ders almışlardı. Onlar için “Bir Daha Asla”, yüzyıllar boyunca Yahudi halkına yapılanlar ve Holokost’ta Yahudilere yapılanlar nedeniyle, İsrail’in kurulması için ne gerekiyorsa ve İsrail “Yahudi güvenliği” adına ne yaparsa yapsın haklı olduğu anlamına geliyordu. Bu ayrışma özellikle İsrail’e sarsılmaz bir destek veren babamla keskin bir şekilde yaşandı.

Bu, işinde pozitif ayrımcılık için mücadele ederken ön saflarda yer alan aynı kişiydi. Vietnam Savaşı’nı protesto ettiğim için hapse girdiğimde bana yazıp ne kadar gurur duyduğunu söyleyen kişiyle aynı kişi. 1990’ların ortalarında, Holokost’tan kurtulanların Los Angeles’taki lise öğrencilerine konuşma yapmak üzere getirildiği bir projede gönüllü olarak çalıştı. Elit hazırlık okullarından, çoğunlukla yoksul Siyah çocukların bulunduğu şehir içi okullara kadar tüm bu çocukların, çoğunlukla yaşlı olan bu kurtulanların hikayelerini dinlediklerinde nasıl donup kaldıklarını anlattı; Nazi toplama kamplarında yaşananlar ve 1930’larda Almanya’da devam eden ve bu soykırıma yol açan Yahudi halkına yönelik nefret ve yalan kampanyası hakkında hikayeler. Hayatta kalan her kişinin sunumunun sonunda babam bir paralellik kurardı. “Burada, Kaliforniya’da göçmenlere yönelik yalanlar ve tehditlerle neler olduğunu görüyor musunuz?” derdi. “Eğer bununla mücadele etmezseniz, bu nefretin varacağı yer burasıdır.”

İşte korkunç bir ironi: Babamın insanlığı, neyin doğru neyin yanlış olduğu ve adaletsizliğe karşı mücadele edilmesi gerektiği konusundaki kesinliği, Yahudiliğiyle bağlantılı gördüğü bir ahlak, tüm bunlar İsrail söz konusu olduğunda en çirkin şekillerde çarpıtıldı. Konu “Yahudi güvenliğini” nasıl gördüğüne geldiğinde, gerçekle yüzleşmiyordu.

Ailemdeki bu bölünme -ahlaksızlık ve gerçekle yüzleşmeyi reddetme- Gazze’deki soykırım, tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan soykırım karşısında bile bugün de devam ediyor. İşgal, zulüm, bombardıman dalgaları, İsrail devlet ve yerleşimci terörü ve her geçen gün daha da kötüye giden bir soykırımla geçen 76 yılın tümü ABD hükümeti tarafından desteklenmekte ve yardım edilmektedir. Gazze’deki IDF askerleri tarafından yayılan bazı sosyal medya görüntülerini izlediğinizde Bob Avakian’ın “İsrail gerçekten inanılmaz bir şey yaptı-İsrail Yahudileri Nazilere dönüştürmeyi başardı!” derken ne kadar haklı olduğunu içinizde hissediyorsunuz.

Tüm bunlara karşın, 7 Ekim’den bu yana dünya eşi benzeri görülmemiş bir şeye tanık oldu: ABD’de, Avrupa’da ve diğer ülkelerde binlerce Yahudi ve hatta İsrail’in içinde az sayıda son derece cesur Yahudi, bu soykırıma karşı çıkmak için cesur eylemlerle sokaklara döküldü. Genç Yahudi öğrenciler Gazze Dayanışma kamplarına katılıyor, Yahudi hükümet yetkilileri protesto için istifa ediyor, Yahudi doktorlar Gazze’ye giden sağlık ekiplerine katılıyor. Hepsi de Yahudilerin çektiği acıların ve Holokost travmasının böyle bir suç için gerekçe olarak kullanılmasına izin vermeyeceğimizi söylüyor. Bu son derece önemlidir ve çok daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Tüm Yahudilerin ve açıkçası herkesin karşı karşıya olduğu mücadele şudur: “Bir Daha Asla ”yı nasıl anlayacaksınız ve bu anlayışa göre nasıl hareket edeceksiniz?

Epistemoloji ve ahlakın çakıştığı bir an vardır. Bir an gelir ve durup şöyle demeniz gerekir: Sırf sizi rahatsız hissettiriyor diye bir şeye bakmayı -veya ona inanmayı- reddetmeniz kabul edilebilir değildir. Ve bir şey sırf sizi iyi hissettiriyor diye ona inanmaya devam etmeniz de kabul edilebilir değildir.

                                                                      -Bob Avakian, BAsics, 5:1

                                                                     BAsics: Bob Avakian’ın konuşma ve yazılarından

 

DİPNOTLAR:

  1. ABD ve İsrail propagandası İsrail’in büyük askeri zaferini çevredeki Arap ülkelerinden gelen saldırılara karşı kazanılmış çarpıcı bir zafer olarak tanımlasa da, gerçek şu ki İsrail Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı önleyici bir savaş başlattı. Suriye’den Golan Tepelerini, Ürdün’den Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’yı ve Mısır’dan Gazze Şeridini ele geçirdiler ve tüm bunları yasadışı olarak işgal etmeye devam ediyorlar. İsrail Sina Yarımadası’nın tamamını da ele geçirdi, ancak 1978’de Camp David Anlaşmaları çerçevesinde bu bölge Mısır’a iade edildi.
  2. Pazar okulunda hepimizin İbranice öğrendiği bir şarkı. 1960 yapımı Hollywood’un İsrail yanlısı propaganda destanı Exodus filmi bu şarkıyla biter. Sonunun çevirisi, “Umudumuz henüz kaybolmadı, İki bin yıllık umut, Kendi topraklarımızda özgür bir ulus olmak, Siyon ve Kudüs toprakları.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




İsrail, Lübnan’daki Katliam ve Savaş Suçlarını Hızlandırıyor

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı revcom.us sitesinden yayınlanmıştır. Yazının kaynağı için tıklayınız.


-Netanyahu, “Gazze’de gördüğümüz yıkım ve acının aynısını” tehdidini ediyor

-ABD, İsrail’e Destek Veriyor, Lübnan Halkını Hedef Alıyor.

 

ABD’nin, Orta Doğu’da neden 40.000 tane askerinin olduğunu ve ABD’nin o bölgedeki ana müttefiği olan İsrail’in neden Gazze, Lübnan ve çevresinde soykırım yapıp savaş suçu işlerken, İran’a karşı bir savaş tehdidi oluşturduğunu bilmek istiyor musunuz?

Bunların hepsi şununla başlar:

Bugün egemen kapitalist sistem, dünya genelinde kelimenin tam anlamıyla milyarlarca insanın acımasızca sömürülmesine -ve özellikle 150 milyondan fazla çocuk da dahil olmak üzere Üçüncü Dünya’daki (Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya) insanların süper-sömürülmelerine ve köle benzeri koşullarda atölyelerde, madenlerde ve çiftliklerde çalışmaya zorlanmasına- dayanmaktadır ve bunlar olmadan var olamaz veya işleyemez.(1)

 -Bob Avakian

ABD yöneticileri için, bu küresel sömürü sistemindeki egemen konumlarını koruyabilmek, ABD’nin gezegendeki kilit bölgeleri, pazarları ve kaynakları kontrol etmesi, rakiplerinin bunu yapmasını durdurması ve halk kitlelerinin sömürü ve baskılara karşı ayaklanmasını engellemesinden geçer.

Tüm bunları yapmak barbarca bir şiddet gerektirir -bitmek bilmeyen savaşlar, müdahaleler, darbeler, suikastlar, işkence ve daha fazlası. İşte bu noktada İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının silahlı bir uygulayıcısı olarak devreye giriyor ve bundan dolayı ABD, İsrail’in Gazze’deki barbarca soykırımına rağmen İsrail’i finanse etmeye ve sadece geçen yıl 17 milyar dolardan fazla silahlandırma yapmaya devam ediyor.

İsrail; İşgali Genişlertirken Bombalamalarını ve Terör Kampanyalarını Hızlandırıyor, 1 Milyondan Fazla Sayıda İnsan Evinden Edildi, 2000 Kişi Öldü ve Her Geçen Gün Sayı Artıyor

59 yaşında Lübnanlı bir adam olan Hisham al-Baba, Sidon şehrinde bir hastane odasında yatıyordu. İsrail, evini bombaladığında kız kardeşi Donize’yi ziyaret ediyordu. Kurtarılmadan önce dokuz saat boyunca enkazın altında mahsur kalmıştı. O, “şanslı” olan insanlardan biriydi. Kız kardeşi, onun eşi ve iki çocukları öldürüldü. “Bütün bu insanları öldürdüler, ama neden burayı vurduklarını söylemediler. Bu, bir savaş suçu.”dedi. “Biz yüzde yüz savunmasız insanlarız. Kimseyle bağlantımız yok.” Bu bombalama “barbarcaydı”.(2)

Lübnan’da bunun gibi binlerce hikaye var, ve sayıları gün geçtikçe artıyor.

İsrail, 10 Ekim Perşembe günü Lübnan’ın başkenti Beyrut’un merkezinde sekiz katlı ve dört katlı iki apartmanı yerle bir ederek 22 kişiyi öldürürken, 117 kişiyi yaraladı. Bu binalar evlerin, okulların, marketlerin olduğu yoğun sivil nüfusu olan bölgelerdeydi. Bu, İsrail’in geçtiğimiz yıl Beyrut’ta gerçekleştirdiği en ölümcül saldırıydı.(3)

Bu kadar ölüm ve yıkıma sebep olan bombalar, ABD’de yapıldı. Guardian tarafından olay yerinde yapılan bir araştırmada, çöken binanın enkazında “ABD yapımı ortak doğrudan saldırı mühimmatı (Jdam)” kalıntıları bulundu. Bunlar, binlerce kilo ağırlığındaki devasa ABD bombalarıyla birlikte kullanılan güdümleme kitleridir.

İsrail ordusu geçtiğimiz günlerde, 1 Ekim’de Lübnan’ı karadan işgal etmeye başlamasından bu yana 1.100’den fazla hedefe hava saldırısı yaptığını duyurdu. Geçtiğimiz senede 2.100’den fazla Lübnanlı öldürülürken, 10.212’den fazlası da yaralandı. Ölümlerin 1.500’den fazlası son birkaç hafta içerisinde gerçekleşti. Sadece son 11 gün içerisinde 100’den fazla çocuk öldürüldü ve son iki ay içinde 690 çocuk yaralandı – UNICEF’in ifadesiyle “kanlı, bereli ve kırık”. Yaklaşık 400.000 çocuk daha evlerinden kaçmak zorunda kaldı.

Netan-Nazi “Gazze’de gördüğümüz yıkım ve acının aynısının” Sözünü Veriyor.

Bu toplu katliam, sivil kayıpları önlemek için elinden geleni yapan İsrail’in “hassas”, “sınırlı” bir askeri operasyonun tesadüfi bir yan ürünü değildir. Tam tersidir ve Başbakan Benjamin Netanyahu (“Netan-Nazi”) geçtiğimiz hafta bunu dile getirmiştir.

8 Ekim’de Lübnan halkını tehdit ettiği, karşı karşıya kaldıkları ölüm ve acının kendi suçları olduğunu dile getirdiği bir mesaj yayınladı: “Lübnan’ı Gazze’de gördüğümüz gibi yıkım ve acıya yol açacak uzun bir savaşın uçurumuna düşmeden önce kurtarma fırsatınız var.”

Lübnan, Şii ve Sünni Müslümanlardan, Hıristiyanlardan ve daha birçok çeşitli halka ve bir dizi farklı siyasi eğilime sahip olan bağımsız bir ülkedir. İran tarafından desteklenen İslamcı köktendinci bir örgüt olan Hizbullah, Lübnan’daki en güçlü (fakat tek değil) siyasi ve askeri güçtür ve ana destek tabanı Lübnan’ın Şii Müslüman nüfusudur.

İsrail’in “oyun sonu” hedefleri henüz net değildir. Ancak Netanyahu’nun tehdidi ve İsrail’in eylemleri net bir şekilde gösteriyor ki, en azından, İsrail, Hizbullah’ı yok etmek istiyor ve bunu yaparken kaç kişiyi katlettiği, sakat bıraktığı, ya da terörize ettiği ve ne kadar yıkıma yol açtığını önemsemiyor ve bir başka bir deyişle, Lübnan’ın geri kalanının “ikincil hasar” olarak kaldığını açıkça ortaya koyuyor.

Bu tür ayrım gözetmeyen bombalamalar, ve toplu cezalandırmalar açık savaş suçlarıdır ve Lübnan’ın egemenliğinin ihlalidir. Ve bunlar ABD desteği ile yapılıyor! Bunu nereden biliyoruz? Çünkü Netan-Nazi, tehdidini yayınladıktan bir gün sonra 9 Ekim’de Başkan Biden ve Başkan Yardımcısı Harris ile görüştü. Kendisine, Amerika’nın İsrail’e verdiği “sağlam” destek konusunda güvence verdiler. Onun potansiyel soykırım tehdidi veya İsrail’in Lübnan’a karşı barbaca saldırısından hiç bahsedilmedi.

İşte İsrail’in, şimdi Lübnan’da kullandığı ve bir yılı aşkın Gazze’deki Filistin halkına karşı kullandığı canice taktiklerden bazıları:

Kitlesel bombalamalar, sivillerin ayrım yapılmadan katledilmesi, sivil yapıların tahrip edilmesi. İsrail, hastaneleri bombalıyor ve sağlık çalışanlarını katlediyor. Beyrut’ta binaları yok ettiği gün aynı zamanda Lübnan-Suriye sınırındaki Kızılay sahra hastanesini bombaladı. İsrail, 9 Ekim’de Lübnan’ın güneyinde beş sağlık çalışanını öldürdü. Geçtiğimiz yıl Lübnan’da 100’den fazla sağlık ve acil durum çalışanı İsrail saldırılarında hayatını kaybetti; bunlardan 72’si sadece geçtiğimiz ay Lübnan’daki sağlık tesislerine düzenlenen 18 İsrail saldırısında hayatını kaybetti.

Dünya Sağlık Örgütü, İsrail’in sağlık çalışanlarına ve hastanelerine yönelik artan saldırılarını kınadı ve İsrrail saldırıları sonucu yerlerinden edilen insanlarla dolu sığınaklarda hastalık salgını uyarısında bulundu.

Bu sırada, Lübnanlı yetkililere göre İsrail hava saldırıları, nüfusu 1.5 milyon olan öğrencilerin yüzde 40’ı evlerinden uzaklaştırdı ve eğitim yılının başlamasını geciktirdi.

Bütün olarak köylerin yok edilmesi. Yeni hava görüntüleri gösteriyor ki İsrail, Lübnan sınırındaki en az iki Lübnan köyünü dümdüz etti. (4) Maroun al-Ras ve Yaroun köylerindeki bir çok sayıda ev ve 300 yıllık bir cami İsrail ordusunun kontrollü patlamaları ile yerle bir edildi ve köylerdeki geniş çaplı araziler ateşe verildi. Bu köyler zaten terk edilmişti ve sivil bölgelerin yıkımı bir savaş suçudur.

Ölüm bölgeleri. İsrail, güney Lübnan’da yaşayan Lübnanlıları “Hizbullah tarafından silah depolamak gibi askeri sebepler için kullanılan binaları ve bölgelerden” uzaklaşmaları konusunda uyardı -hangi alanların boşaltılması gerektiği ve güvenlik için nereye gitmeleri gerektiğini söylemeden. Aynı zamanda, pek çok kişinin kaçabilmesi için ana yol olan araba kullanmamaları konusunda da bir uyarıda bulundu. Tüm bunlar, olduğu yerde kalan veya arabası ile kaçmaya çalışan herhangi bir Lübnanlının hedef alınabileceği ve öldürülebileceği anlamına geliyor.

Uzun vadeli yerinden edilme. Geçtiğimiz hafta İsrail Lübnan’a daha fazla asker gönderdi ve güneydeki işgalini genişletti. Güney Lübnan’daki köyler için tahliye emri çıkararak 100’den fazla köy ve kentsel alanda yaşayan insanları kaçmaya zorladı. BBC’nin bir raporuna göre, Lübnan’ın nüfusunun 1/3’ü -Güney Lübnan’ın büyük bir bölümü dahil olmak üzere- şu anda tahliye emri altında.(5)

İsrail’in Lübnan’daki ABD destekli saldırganlığı ve zulmü sadece Lübnan halkı için derinleşen bir kabus değil, aynı zamanda yerel bölgede ve ötesi üzerinde potansiyel olarak yıkıcı etkileri olan daha geniş ve bölgesel bir savaş tehlikesini de hızlandırıyor.

İsrail’in Gazze’deki soykırımı, Lübnan’a karşı saldırganlığı ve bölgeye olan tehdidi durmalıdır. Bunları durdurmak için elimizden gelen her şeyi yapmak da ABD’de yaşayan bizlerin görevidir. Bu da, her ikisi de boğazlarına kadar insanların kanına batmış olan katil baskıcılar arasında seçim YAPMAMAK anlamına gelir.

Bob Avakian’ın sosyal medya mesajı numara 88’de “Nadir bir zaman ve Acil bir İhtiyaç -Devrim İçin- Bu Sisteme Köleliğe Devam Etmemek”te yazdığı gibi:

Trump ne kadar korkunç olursa olsun, Harris’i ve Demokrat Parti’yi desteklemek, insanlığın geleceğini ve varlığını riske atma pahasına da olsa, ABD kapitalizminin-emperyalizminin dünyanın bir numaralı sömürücüsü, baskıcısı ve insan ve çevre yağmacısı olarak kalma mücadelesine gönüllü suç ortağı olmak demektir.

Ve

Şu ya da bu zalim grubun yanında yer almanın zamanı değil. Bu nadir bir zamandır – çok nadir bir fırsattır – hayatta sadece bir kez gelebilecek bir şanstır – egemen zalimler arasındaki derin bölünmelerden faydalanma ve her şeyi yıkmak ve yerine çok daha iyi bir şey koymak amacıyla tüm sistemlerinin peşinden gitme şansıdır.




İsrail’in Lübnan’daki ABD Destekli Kana Susamış Katliamı: Suikastler, Kitle Cinayetleri ve Daha Geniş Çaplı Bir Savaş Tehlikesi

Editörün notu: Bu yazı 30 Eylül 2024 tarihinde Devrimci Komünist Parti ABD’nin sesi olan revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Çevirisini dikkate sunduğumuz yazının orijinaline https://revcom.us/en/israels-bloodthirsty-us-backed-slaughter-lebanonassassinations-mass-murder-and-danger-wider-war linkinden ulaşabilirsiniz.


Beyrut, Lübnan, 28 Eylül 2024. İsrail, hastaneler, medikal kuruluşlar, ambulanslar, apartmanlar, itfaiye araçları ve kaçmakta olan insanlar üzerine 1400’den fazla bomba atmakla övünmüştür. Fotoğraf: AFP

Geçen hafta İsrail Lübnan’a ve özellikle de İran tarafından desteklenen İslami köktenci bir organizasyon olan Hizbullah’a karşı suç teşkil eden, kana susamış saldırısını arttırdı.1 İsrail 2000’den fazla hava saldırısı düzenleyerek2 en az 1000 insanı öldürdü, çok daha fazlasını yaraladı, ve yarım milyon kişiyi yerinden sürdü. Bunların büyük çoğunluğu sivillerdi.

Sadece 23 Eylül Pazartesi günü, İsrail 558 insanı katletti3 ve 1600’den fazla insanı yaraladı.

Bu hafta süresince fabrikalar, dükkanlar, evler ve apartmanlar parçalanmış beton, yamulmuş metal ve kırık cam haline getirildi. Hastaneleri sel bastı. Bir adam bomba evlerine isabet ettiğinde 4 yeğenini kaybederken aynı adamın 16 yaşındaki kız çocuğu ise bu saldırıda iki gözünü birden kaybetti.

Cuma günü (27 Eylül) İsrail, ABD tarafından sağlanan “yer altı sığınaklarını imha etmeye yönelik bombaları” da yüksek ihtimalle içeren 80’den fazla bombayı Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürmek (ve sayısızca başka insanı da bu süreçte katletmek) için havadan yağdırdı. Lübnan Sağlık Bakanı İsrail’in hava saldırılarının insanlarla dolu 4 ila 6 katlı yerleşim binalarını tamamen yok ettiğini söyledi: “Bu binalarda olan herkes şu an yıkıntının altındadır”. Patlamalar 5 km kadar mesafede bir yıkım çizgisi oluşturdu ve Beyrut’un 29 km kuzeyindeki evleri ve pencereleri dahi salladı.

Kendini Korumak? İsrail’in Kendini Koruma Hakkı Yoktur

İsrail tekrar tekrar Gazze’deki katliamlarını “kendini koruma” olarak meşrulaştırmaya çalışmıştır ve şimdi de Lübnan’a saldırılarında Hizbullah’ın bir önceki yılın 8 Ekim’inde başlamış olan kısmen düşük seviyeli füze saldırılarını bahane göstererek aynı şekilde katliamlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu, İsrail’in “işine gelecek şekilde” son 75 yılın tarihini silip atmaktadır. İsrail, gayrimeşru bir devlettir. Filistin köylerinin tamamen katliamdan geçirildiği, kitlesel tecavüzün uygulandığı ve 700.000’den fazla Filistinlinin ülkelerinden sürüldüğü 1948 savaşının desteğiyle kurulmuştur. Bu Filistinlilerin 100.000 tanesi Lübnan içerisindeki mülteci kamplarında kendilerini bulmuştur. Bunu takip eden on yıllarda İsrail, Lübnan’a karşı farklı zamanlarda 5 defa nüfuzlarını arttırmak ve potansiyel bir tehdit olarak gördükleri tüm güçleri ortadan kaldırmak için son derece saldırgan savaşlar açmıştır. Böyle bir bağlamda, “meşru kendini savunma” gibi bir şeyin varlığından söz edilemez.

Savaşın sebebi konusunda söylenen bu büyük tarihsel yalana ek olarak, İsrail açıkça savaşı yönettiği biçim konusunda da yalan söylemektedir. 23 Eylül Pazartesi günü İsrail 1400’den fazla bomba attığını ve bunların Hizbullah’a bağlı 1300 adet askeri hedefi vurduğunu iddia etmiştir. Ancak Lübnan’ın Sağlık Bakanlığı bombaların hastaneleri, medikal kurumları, ambulansları, apartman binalarını, itfaiye araçlarını ve kaçmakta olan insanları vurduğunu açıklamıştır. Öldürülenlerin ve yaralananların şayet hepsi değilse de “çok büyük kısmı” sivillerken bunların en az 24’ü de çocuklardır.

Lübnan: Beyrut’un kuzey banliyölerinde yıkılan bir binadan duman yükseliyor, 28 Eylül, 2024, Fotoğraf: AP

ABD’nin Bu Saldırıyla Bir İlgisi Var Mıdır? Sorulması Gereken Olup Olmadığı Değil, Nasıl Olduğudur

Nasrallah’ın öldürülmesi haberleri ortaya çıktığında ABD “saldırıyla bir alakası olmadığını” ve “önceden bilgilendirilmediğini” iddia etmiştir. Ancak ABD’nin olayı önceden bilip bilmemesi mesele değildir – ABD’nin sadece konuyla ilgisi olması değil, aynı zamanda en nihayetinde bu olaydan sorumlu olmasına sebep olan daha temel bir ilişki söz konusudur.

İsrail, ABD için Ortadoğu ve ötesinde bir askeri, politik ve istihbarat üssü ve saldırı uşağıdır. Geçen yıllarda halkların milliyetçi ya da ABD karşıtı ayaklanmalarını bastırmak ve aynı zamanda ABD’nin hedeflerinin önünde duran ya da diğer küresel güçlerle müttefik olan rejimleri ezmek için hamleler yapmıştır. ABD, Ortadoğu (ve aynın zamanda Latin Amerika ve Afrika da dahil olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde) egemenliğini korumak için İsrail’i güçlendirmektedir. Geniş petrol rezervleri, önemli ticaret yolları ve stratejik konumu sebebiyle bu bölgeyi egemenlik altına almak ABD’nin yöneticileri için opsiyonel bir şey değildir. ABD kapitalizm-emperyalizmi kilit bölgeleri ve esas pazarları ve kaynakları kontrol etmeden ve aynı zamanda diğer emperyalistleri ve bölgesel rakipleri bunlardan uzak tutmadan egemen pozisyonunu koruyamaz. Bu emperyalistler için, özellikle de ABD’nin pek çok küresel sorunla yüzleştiği şu anda İsrail esas ve değiştirilemez bir rol oynamaktadır.

Bu, 1948 yılından bu yana ABD’nin neden İsrail’e (enflasyon için düzeltildikten sonra) 310 milyar dolar civarı ekonomik ve askeri destek sağladığını ortaya koymaktadır. Bu, herhangi bir ülke için sağlanan açık ara en büyük yardımdır. Bu, neden ABD’nin sadece 2009’dan bu yana İsrail’e en az 29.100 hedefli bomba, topçu roketleri ve farklı çeşit füzeler sağladığını da göstermektedir. Bu, Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısını takiben İsrail’in Gazze soykırımına başlamasında neden “ABD’nin İsrail’e yaklaşık 3000 bomba ve on binlerce topçu mermisi de dahil uçaklarca silah gönderdiğini” ve o zamandan bu yana en az 3,5 milyar dolar silah ve askeri destek sağladığını da açığa çıkarmaktadır. Buad aynı zamanda sadece bu hafta içerisinde Biden-Harris yönetiminin İsrail’e 8,7 milyar dolarlık yeni bir askeri destek sağlamasının da nedenidir.

Bütün bunlar aynı zamanda soykırımcı Joe Biden ve başkan yardımcısı ve başkan adayı Kamala Harris’in İsrail’in Lübnan’daki devasa bombalama hareketini ve Nasrallah’ı öldürmesini destekleyen bildiriler yayınlamasının da nedenidir. Biden, Nasrallah’ın öldürülmesini “onun mağdurları için bir adalet tenezzülü” olarak nitelendirdi ve ABD’nin “İsrail’in kendini Hizbullah ve diğer İran destekli gruplar karşısında savunma hakkını sonuna kadar desteklediğini” tekrarladı. Ayrıca Harris de “İsrail’in güvenliği için yıldırılamaz kararlılığını” tekrarladı. İkisi de İsrail’in masum kişileri katletmesini eleştirmedi.

Daha Geniş, Çok Daha Ölümcül Bir Savaş Potansiyeli

Bu yazının yazıldığı sırada İsrail’in Lübnan’a karşı bombalı saldırıları devam etmektedir. İsrail ayrıca Başbakan Netan-Nazi’nin herhangi bir ateşkes anlaşması konusunu elinin tersiyle itmesi ve sadece Hizbullah ve Lübnan’ı değil, İran’ı da tehdit etmesiyle görüleceği üzere bir askeri işgale hazırlanmakta da olabilir. Bu sırada Biden, Pentagon’a “Ortadoğu bölgesindeki ABD askeri güçlerinin savunma duruşunu daha da güçlendirmeleri” talimatını vermiştir.

Hizbullah gerici bir İslami köktenci organizasyondur ve halka karşı suçlar işlemiş, insanlığın kurtuluşunun karşısında durmaktadır. Ancak İsrail’in Nasrallah’ı öldürmesi Lübnan’ın bağımsızlığının bir ihlalidir, İsrail’in bir başka savaş suçudur ve açıkça provokatif bir olayı tırmandırma girişimidir. Nasrallah, Ortadoğu’da önemli bir politik ve askeri güç ve İran’ın ABD ve İsrail karşısında “direniş ekseninde” önemli bir müttefiki olan Hizbullah’ın lideriydi.

Lübnan: İsrail’in saldırıları Beyrut’un güneyindeki yoğun yerleşimler olan bölgede 4 ila 6 arasında yerleşim yerini tamamen yok etti, 28 Eylül 2024, Fotoğraf: AP

Şimdi onun öldürülmesi eski politik-askeri denklemi ve anlayışı bozmakta ve Ortadoğu’daki duruma büyük bir belirsizlik ve patlayıcılık katmaktadır. Bu kontrolden çıkarak çok daha geniş ve çok daha ölümcül bir savaşa yol açarak bu bölge ve dışında milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atabilir.

İsrail’in Lübnan’daki tırmanan saldırıları öncesinde yayınlanan sosyal medya bildirisi REVOLUTION #87 “ABD ordusu – seks köleliği, ve insanlığa karşı diğer suçlar – suçlu bir sistemi dayatmak” içerisinde devrimci lider Bob Avakian, şu kritik gözlemde bulunmuştur:

İsrail’in hareketlerini politik ve askeri olarak destekleyerek ABD hükumeti sadece Filistinlilerin soykırımcı katline imkân sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda İran ile potansiyel bir savaşın ve hatta daha geniş ve daha yıkıcı bir savaş olasılığını da arttırıyor. Aynı zamanda Ukrayna’ya büyük çapta silah, istihbarat ve stratejik bilgi sağlayarak Biden/Harris yönetimindeki ABD hükümeti indirekt olarak Rusya ile savaştadır ve Çin ile askeri bir yüzleşme içinde de hazırlık yapmaktadır. Bütün bunlar nükleer silahlara sahip emperyalist güçler arasında bildiğimiz şekliyle insan toplumunu yok etme olasılığını da içeren bir dünya savaşının çıkmasına sebep olabilir.

Bu çağrının tekrardan aciliyetine vurgu yaparak:

Dünyanın halkları olarak bizler, bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmesine ve insanlığın kaderini belirlemesine artık izin veremeyiz. En hızlı biçimde alaşağı edilmeleri gerekmektedir. Böyle yaşamak zorunda olmadığımız da bilimsel bir gerçektir.


DİPNOTLAR:

1-) Bu savaş iki hafta önce başlamıştır. Bknz. Israel Booby-Traps Pagers – Murdering Dozens and Wounding Thousands in Lebanon, Escalating Danger of Regional War, revcom.us, 23 Eylül 2024. Lübnan 5,5 milyon nüfuslu, baskı altına alınmış, Connecticut eyaletinden küçük, İsrail’in hemen kuzeyinde Akdeniz kıyısında yer alan bir ülkedir.

2-) Sadece bir önceki hafta içerisinde İsrail Lübnan’da Hizbullah karşıtı 2000’den fazla hava saldırısı düzenlemiş ve Gazze’de Hamas karşıtı neredeyse her gün yaptığı bombalamalara devam etmiştir. Israel Likely to Have Enough Weapons for Multiple Conflicts, New York Times, 27 Eylül.

3-) What Lebanon Looks Like After Israel’s Historic Airstrikes, New York Times, 24 Eylül 2024.




Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın Öldürülmesine Yönelik Oryantasyon Notlar

1.) İsrail uzun süredir Amerikan yapımı bombalarla Lübnan’ın kuzey banliyölerini vurmakta, savaşı genişletmeye çabalamakta ve Hizbullah’ın önderliğine yönelik bir dekapitasyon (başının kesilmesi) hareketi sürdürmekteydi. İşgalci İsrail son birkaç ay içerisinde Hamas’ın siyasi büro şefi Haniye ve Hizbullah’ın askeri sorumlusu İbrahim Akil’de olmak üzere “Direniş Ekseni” olarak adlandırılan ülke ve yapıların üst düzey önderliklerini hedef almaktaydı. Bu saldırılardan birinde, soykırımcı İsrail Cenevre Konvansiyonu ile kullanımı yasaklı olan 1800 kg’lık füzelerle Hizbullah ana merkezlerinden birine düzenlediği saldırılar sonucu Hizbullah lideri Hasan Nasrallah öldürüldü.

2.) Bu saldırı bir yandan Netanyahu hükümeti için bir “öne doğru kaçış” niteliği taşıyor. Nitekim İsrail hakim sınıfları içerisinde hükümetin üç ana noktada başarısız olduğu düşünülüyor: Tutsakların geri alınması, Gazze işgalinin başarısızlığı ve Hamas’ın yok edilmesi. Bu durum bir yandan ABD’nin emperyalist hakim sınıfları içinde de çeşitli tartışmaları alevlendiriyor ve Netanyahu hükümetinin sürekli olarak ileriye doğru hamleler yapma zorunluluğuyla karşı karşıya getiriyor. Filistin’in bir bütün olarak işgalini en temel stratejik hedefi olarak gören işgal devleti açısından ise bu saldırılar iki ana nedenle kritik: “Direniş Ekseni”nin zayıflatılması ve Kuzey noktalarından işgal edilmiş topraklara dönüş ihtimallerinin yok edilmesi.

3.) Soykırımcı İsrail’in Lübnan’a düzenlediği son saldırıları bir ilk değildir. İsrail, Lübnan’a sırasıyla; 1978, 1982, 1996 ve 2006 yıllarında savaş açtığı gibi ülkenin güneyini 1978’den 2000’e kadar işgal altında tuttu. Bu savaşlar sırasında yüzbinlerce Lübnanlı ölürken bütün bu savaşlarda ABD istikrarlı bir şekilde her seferinde, askeri ve diplomatik olarak İsrail’in arkasındaydı.

4.) İsrail gayrimeşru bir yerleşimci işgal devletidir dolayısıyla yaptığı bütün saldırılar gibi Lübnan’a düzenlediği saldırıların da hiçbir meşruluğu yoktur. Uluslararası antlaşmaları yok sayarak yaptığı bütün saldırıları ve manevraları ayrım gözetilmeksizin kınanmalı ve işgalcilerin istisnasız bütün saldırılarının karşısında durulmalıdır. İşgalci İsrail’in bu saldırıları şimdiye kadar belirli bir sınır içerisinde kalmış olsa da saldırılarının tonu gittikçe agresifleşmekte ve bu da bölgesel bir savaş riskini daha da arttırmaktadır. Ortadoğu’da olası bir bölgesel savaş milyonlarca ölüm ve zorla yerinden etmenin yanı sıra emperyalist güçler arasında direkt çatışmaların, üçüncü dünya savaşı da dahil olmak üzere nükleer bir savaşın da eşiği olma potansiyelini barındırır.

5.) Hizbullah, 1982 yılında İsrail’in işgaline direniş için milis örgütlenmesi olarak kurulan, İran İslam Cumhuriyeti ile yakın müttefik olan İslami köktendinci bir örgüttür. Hizbullah, ataerki de dahil olmak üzere halk kitlelerin özgürleşmesinin önündeki en köklü ve gerici prangaları destekleyen bir pozisyondadır, İsrail ile savaşıyor olması onu “anti-emperyalist” yapmadığı gibi ona demokratik bir muhteva da kazandırmaz.

6.) Bugün Ortadoğu halkları da dahil olmak üzere bütün dünya halklarının ihtiyacı olan gerçek bir devrimdir. İçerisinde bulunduğumuz dehşet üstüne dehşet üreten bu sistemden başka herhangi bir çıkış yolu bulunmamaktadır. Dolayısıyla devrimci komünistlerin görevi, emperyalizmin özgün bir çelişkisi olarak iki miadı dolmuşlardan (Batı emperyalizmi/İslami köktendincilik) birisinin arkasında hizalanmak ve halk kitlelerinin tekrardan bu sistemin canavarca pençelerine geri itmek değil, bu sistemin ve yarattığı bütün dehşetlerin bütünlüklü teşhirini ortaya koyarak gerçek bir devrimi haritaya koyabilmektir.




Profesör Eric Cheyfitz ile Bir Söyleşi: Anti-Siyonizm Anti-Semitizm Değildir

Editörün Notu: Aşağıdaki yazı revcom.us web sitesine 12 Ağustos 2024 tarihinde girilmiştir. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.


Temsilciler Meclisi Eğitim ve İşgücü Komitesi, 5 Aralık 2023’te “Kampüs Liderlerinin Hesap Verebilirliğini Sağlama ve Antisemitizmle Yüzleşme” başlıklı bir duruşma düzenledi. Bu duruşma, Filistin halkına karşı devam eden ABD destekli İsrail soykırımına karşı üniversite kampüslerinde başlayan meşru protesto dalgasını bastırmayı ve susturmayı amaçlayan bir kurguydu.

Daha sonra, bu yılın 1 Mayıs’ında Temsilciler Meclisi, sözde “Anti-Semitizm Farkındalık Yasasını” (Anti-Semitism Awareness Act, “AAA”) ezici bir çoğunlukla kabul etti. Oylama 320 evet, 91 hayır şeklindeydi. Eğitim Bakanlığı; kolejlere ve üniversitelere, kampüslerindeki İsrail karşıtı protestoları ve konuşmaları bastırmaya zorlaması çağrısında bulundu. Bunu yapmayan okullara federal fon sağlamayı kesmekle tehdit etti. Yasa tasarısı, “İsrail’in varlığının ırkçı bir çaba” olduğu gibi ifadeleri “anti-Semitik” söylem olarak yorumluyor. Ya da İsrail’in Filistin halkına muamelesi ile Nazilerin Yahudi halkına muamelesi arasında karşılaştırmalar yapmak da yasaya göre “anti-semitik”.

İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçların teşhir edilmesi ve bunlara karşı protesto gösterilmesi, yalnızca polis vahşeti, sansür ve kara listeye alma ile saldırıya uğramıyor, aynı zamanda antisemitizm olarak da karalanıyor. Polisin Columbia Üniversitesi’ndeki protestoculara saldırmasının ardından Soykırımcı Joe Biden, gazetecilere, “Antisemitik protestoları kınıyorum.” dedi. Polis, Kongre’nin İsrail’in kuduz soykırımcı Başbakanı Netanyahu’yu ağırlayıp desteklediği sırada binlerce protestocunun katıldığı yürüyüşe saldırdıktan sonra, Kamala Harris protestoculara saldırarak, “Barışçıl protesto hakkını destekliyorum ancak açık olalım: Antisemitizm, nefret ve şiddetin hiçbir türünün ülkemizde yeri yoktur.” dedi.

Eric Cheyfitz, New York’taki Cornell Üniversitesi’nde seçkin bir profesör olarak Siyonizme ve İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği suçlara karşı çıkan bir aktivisttir. Geçtiğimiz şubat ayında, Temsilciler Meclisi’ndeki duruşmanın (ve ardından iki saygın üniversitenin, Harvard ve Penn’in, başkanlarının zorla istifa etmesinin) ardından, Cornell’deki öğrenci gazetesi The Cornell Daily Sun‘a “Anti-Siyonizm Antisemitizm Değildir” başlıklı bir mektup yazdı. Cornell’deki on Yahudi profesör de imzalamıştı.

Profesör Cheyfitz, revcom.us muhabiri Alan Goodman ile yaptığı sohbette, anti-Semitizm ile anti-Siyonizm arasındaki gerçek farkı tartıştı. Bu sohbet, anlaşılırlık sağlamak için düzeltilmiştir.

Alan Goodman: Öncelikle şunu soralım, Antisemitizm nedir?

Eric Cheyfitz: Geleneksel olarak, terimin yozlaştırıldığı şu ana kadar, antisemitizm, Yahudilere Yahudi oldukları için duyulan nefretten ibaretti ve bunu açıklamaya çalışacağım, bu nefret, kan iftirası gibi bazı mitlere ve “açgözlü Yahudiler” gibi klişelere dayanıyordu.

Kan iftirası, Yahudi bayramı Pesah’ın geleneksel yemeği olan ve Göç’ü [Yahudi halkının antik Mısır’daki kölelikten kaçışını anlatan Yahudilikteki temel anlatı] kutlayan Pesah matzalarının aslında Hristiyan çocukların kanıyla pişirildiğine dair Hristiyan mitiydi. Yani, özünde, Yahudilerin suçlandığı şey, ritüel amaçlar için Hristiyan çocukları öldürmektir. Ve bu, Yahudilerin dönüştüğü bir stereotip haline geldi, klişeyi destekleyen ve Yahudilerin Yahudi oldukları için nefretini mantıklı kılan mitlerden biridir.

Yani, antisemitizm Yahudilere karşı basit bir nefrettir. Antisemitizm bir biçimdir ve geleneksel anlamı ve bence sadece anlamı, bir ırkçılık biçimidir. Siyahilere karşı, Asyalılara karşı, Latinolara karşı vb. duygulardan farklı değildir. Bunların hepsi, stereotiplerle ve mitlerle desteklenen bu topluluklara karşı basit bir nefrete dayanmaktadır. Ve antisemitizm Yahudilerle ilişkili olarak böyleydi.

AG: Siyonizm nedir ve Siyonizm ile antisemitizm arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

EC: Siyonizm, Yahudilik içinde 19. yüzyıl sonunun politik bir hareketidir, ancak tüm Yahudiler tarafından benimsenmemiştir. Tamam, buradaki ilk sorun budur ve bu bir siyasi harekettir. Theodor Herzl’in 1890’ların sonlarında Siyonizm’in İncili sayılan The Jewish State kitabını okursanız, ne olduğu hakkında iyi bir fikir edinebilirsiniz. Bir Yahudi devletinin nasıl görüneceğini yansıtır.

Ancak Siyonizm, geleneksel Avrupa antisemitizmine tepki olarak ortaya çıkar. Başka bir deyişle, Herzl ve Siyonistler, bakın, Batı’da hoş karşılanmıyoruz dediler. Hadi dışarı çıkalım. Kendi devletimizi kuralım. Dolayısıyla, bence, bugün anti-Siyonizm ile anti-Semitizmi karıştırmanın ironilerinden biri, Siyonizm’in kendisinin geleneksel anti-Semitizme bir tepki olmasıdır.

AG: I. Dünya Savaşı’ndan sonra, muzaffer emperyalist güçler Ortadoğu’yu bölüp sömürgeleştirmek için yarışırken, İngiliz sömürgeciliği “Balfour Deklarasyonu” olarak bilinen şeyle Siyonizmi benimsedi. İngiltere’nin “Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulmasını olumlu karşıladığını” ilan etti ve bunu mümkün kılmaya başladı.

EC: Elbette, bu Avrupa tarafından desteklendi. Peki biliyorsunuz, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu, Filistin’i Yahudi devletinin yeri olarak “verdi”, verdiyi tırnak içine alacağım, ki bu da İngiliz antisemitizminden kaynaklanmıştır.

Yahudilerin Britanya’da olmasını istemiyorlardı. Aslında, 1290’dan 1655’e kadar Yahudilerin Britanya’da bulunmasına izin verilmiyordu. Orada uzun bir anti-Semitizm tarihi var. Yani bu, 19. yüzyılın sonlarında Yahudi devleti kurmayı öneren bir siyasi hareket olarak Siyonizmin bağlamının bir parçasıdır.

AG: Siyonizmi bir ırkçılık biçimi olarak mı görüyorsunuz?

EC: Aslında Herzl’in The Jewish State kitabını okursanız, ikili bir devletten, demokratik ikili bir devletten [iki uyruklu bir ülkeden] bahsediyor. Büyük Yahudi filozofu Martin Buber, her zaman iki uluslu bir devlet istemiştir ve kendisi de bir Siyonistti. Ama sonunda, bu insanlar deyim yerindeyse davayı kaybettiler veya Siyonizmin erken dönem filozoflarından Zev Jabotinsky’nin önerdiği belirli bir Siyonizm görüşü tarafından etkisiz bırakıldılar [Jabotinsky, 1920’lerde ve 1930’larda Filistin’de Siyonist milisler örgütledi ve 1940’taki ölümünden önce Avrupa’daki Yahudi halkının büyük çoğunluğunun Filistin’e tahliye edilmesini savundu]. Yazılarını okursanız, bakın, Filistinliler yerli halktır, bizim gelmemize, Yahudilerin gelip oraya yerleşmesine direnecekler, bu yüzden onlar ve bizim aramızda “demir duvar” (bu ifadeyi mecazi olarak kullandı) inşa etmemiz gerekecek, der. Yani esasen Filistinlilerle militan bir ilişkiyi savundu.

Ve yavaş ama emin adımlarla ve bugün görüyoruz ki, bence bugün oldukça açık, Filistinlilerle olan bu ilişki en sonunda ırkçı bir hal aldı, onlara insandan daha aşağı bir şey olarak bakıldı, ki bugün İsrail hiyerarşisinden duyduğunuz gibi “insan hayvanlar,” vb. Yani, Siyonizmin ırkçı bir ideoloji olarak başlamadığını, ancak İsrail politikalarının tam da buna dönüşmesi nedeniyle sona erdiğini söyleyebilirim.

AG: ABD Temsilciler Meclisi’nden geçen yasa tasarısı, tanımını Avrupa’daki Nazi Holokostu’nun, milyonlarca Yahudi’nin toplu katliamının derslerine dayandırdığını iddia eden Uluslararası Holokost Anma Komitesi (International Holocaust Remembrance Committee, IHRA) adlı bir örgüt tarafından geliştirilen bir antisemitizm tanımına dayanıyor. Tanımlarının antisemitizmin gerçek anlamını nasıl çarpıttığını anlatabilir misiniz?

EC: İzleyicilerinizin iki belgeye bakmasını isterdim. Onlardan IHRA tanımına bakmalarını isterdim. Bazı noktalarda İsrail eleştirisini veya Siyonizm eleştirisini Yahudilere karşı basit nefretle karıştırmaya eğilimlidir. Ve buna karşıt olarak, The Cornell Daily Sun‘a yazdığım mektupta da belirttiğim gibi, Yahudi, Holokost ve Orta Doğu çalışmaları alanında 350 seçkin akademisyenin imzaladığı Antisemitizm Üzerine Kudüs Bildirgesi vardır.

Kudüs Antisemitizm Bildirgesine göre antisemitizm: “Yahudilere, (veya Yahudi kurumlarına) karşı ayrımcılık, önyargı, düşmanlık veya şiddettir.” Geçerli olması gereken tanım budur.

Kudüs Bildirgesi’nde şöyle açıklanıyor: “İster iki devlet ister iki uluslu bir devlet ister üniter demokratik devlet ister federal devlet olsun, isterse başka bir biçimde olsun, ‘nehirden denize’ tüm yerleşik halklara tam eşitlik sağlayan düzenlemeleri desteklemek antisemitizm değildir.” Tehlike, tanımın Siyonizm’e ve/veya İsrail’e yönelik siyasi eleştirileri de kapsayacak şekilde genişletilmesinin, meşru siyasi söylemi de kapsayacak şekilde anlamını genişleterek tarihi tanımı bozması ve böylece temelde bir tür ırkçılığı temsil eden “antisemitizm” teriminin reddedilmesine yol açmasıdır.

AG: Sizce Siyonizm ile antisemitizm arasında nasıl bir ilişki var?

EC: Bence bir tür iş birliği var ve buna dikkat edilmeli; Siyonistler, biliyorsunuz, burası bizim Batı’daki evimiz ve bizi buradan çıkaramayacaksınız, tam burada doğduğumuz yerde, yaşadığımız yerde, evlerimizin olduğu yerde antisemitizme karşı duracağız demek yerine; Siyonistler, Herzl, tamam, bizi dışarı çıkarmak istiyorsanız, biz de dışarı çıkarız fikrini ortaya attılar. Ve bence 1917’de, Filistin’i Filistinlilerle görüşmeden devreden Balfour Deklarasyonu ile, tabii ki, bir Yahudi devleti olarak, Herzl ile Siyonistler ve Batı Avrupa arasında gerçekten ayrılmak için bir iş birliği içindeydi. Yani, evet, kesinlikle bir iş birliği olduğunu söyleyebilirim.

Elbette tüm Yahudiler Siyonist değildir, bunu söylemeye gerek yok. Örneğin, İsrail’in içinde ve dışında bulunan ultra-Ortodoks Yahudiler de benim gibi dünyanın dört bir yanında yaşayan milyonlarca Yahudi gibi, Siyonist değillerdir.

Yani, anti-semitizmi anti-Siyonizmle eş tutmak, tüm Yahudileri İsrail yanlısı veya Yahudi devleti yanlısı olarak homojenleştirdiği [aynı şeymiş gibi gösterdiği] için anti-Semitizmdir. Ve bunun da dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Bu, biliyorsunuz, anti-Siyonizmi anti-Semitizmle karıştıran insanlar, dolaylı olarak tüm Yahudilerin Siyonist olduğunu söylüyorlar.

AG: Söylediklerinizi söyleyen insanlar hedef alınıyor. Sizi bu şekilde konuşmaya iten şey neydi?

EC: Ben Kanarya Misyonu’nda listelendim. Bu, sağcı Siyonistler tarafından yaratılmış bir tür hedef listesi, eğer sağcı demek gereksiz bir ek ifade değilse. O listede önemli bir yerim var. Bana eskiden “kendinden nefret eden Yahudi” derlerdi, çok fazla nefret e-postası alırdım. Ama şimdi bunun, kendileri anti-Semitik olan Yahudilere dönüştüğünü düşünüyorum, gerçi bu aslında bir çelişki. Yani, ben Yahudi’yim. İsrail’de çocuklarım var, bu yüzden onların güvenliği ve refahı konusunda endişeliyim.

Ama biliyorsunuz, ben, şöyle söyleyeyim, sol bir ailede büyüdüm ve bizim için Yahudilik, sosyal adaletin olduğu kadar laik ve dini bir gelenekti ve İsrail’de olup bitenler bu geleneği tamamen ihlal ediyor. Sanırım bunu The Cornell Daily Sun‘a yazdığım makalede söylüyorum. Yani, bence birçok Yahudi, Jewish Voice For Peace [Barış İçin Yahudi Sesi], BDS hareketinde [Boycott, Divestment, and Sanctions/Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar] benimle aynı yerden gelen ve Yahudiliğin geleneksel olarak sosyal adalet özüne sahip olduğunu ve bunun İsrail’de olup bitenler tarafından ihlal edildiğini düşünen birçok Yahudi olduğunu düşünüyorum.