Geçtiğimiz günlerde, 92 yaşında bir kadının tecavüze uğraması ve ardından katledilmesi toplumda infial yarattı. İnsanlar haklı olarak, böylesi canice bir saldırıyı gerçekleştiren kişinin kimliği üzerine yoğunlaştı. Tecavüz ve katliamı gerçekleştirenin, faşist MHP’nin üyesi olduğu ortaya çıktı. Faşist hareketin “3 hilalini” görünür bir şekilde eliyle yapmaktan çekinmeyen bu kişiye dair iktidar ortağı faşist parti MHP’den ise hemen bir açıklama geldi; “Suçun ideolojisi olmaz”.
İnsan davranışları indirgemeci olarak bir ideolojinin doğrudan eylemleri olmamakla birlikte, tecavüz başta olmak üzere işlenen birçok insanlık suçu ideolojisiz değildir. “At-Avrat-Silah” gerici feodal ideolojisi, kapitalist toplumla birlikte, milliyetçi formasyondan geçerek, “tek millet, tek devlet” konsensüsünde birleşmiştir. Erkek, “vatan için” ölür ve öldürürken, kadın ise bu patriyarkanın gerçekleştirilmesi ve devamlılığı için sürekli baskı altına alınır.
Erkek Egemenliği ve Faşizm
Faşist ideoloji altında yetişen erkekler, “ganimet” olarak gördükleri kadınlara tecavüz etmekten geri kalmazlar. Kadınlar, bu zihniyetin birer “zevk aracıdır”. Bu “aracı” istedikleri gibi kullanmak, faşist ideolojinin savunucularına kalmış bir “tercihtir”. Nitekim, Türkiye/Kürdistan tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Toplu katliamlar, tecavüzler, kadın gerillaların vücutlarının parçalanması, küçük kız çocuklarına askerlerin toplu tecavüzleri, tecavüz eden erkeklerin sistem tarafından sürekli olarak korunması, “adalet” tarafından “iyi hal” indirimleri alması gibi, burada sayamadığımız birçok insanlık suçu, bu sistemin işleyişi ve yapısına içkindir. Özellikle İslamcı Türkçü faşist rejimin son 10 yıllık kadınlar üzerindeki baskı ve sömürüsü, faşist ideolojiyi savunanları ve etkisinde kalanları daha fazla cesaretlenmesine ve kadına yönelik şiddetin, taciz ve tecavüzün artmasına vesile olmuştur.
Bir yönetim biçimi olarak faşizm, burjuvazinin aleni bir diktatörlüğüdür. Faşist diktatörlüklerin temel noktası ve benzerliği budur. Burjuva diktatörlüğünün uygulanmasında kendisini burjuva demokratik normlarla sınırlamamasıdır. Türkiye’de bu rejim kendisini İslamcı Türkçü faşizm biçiminde göstermektedir. Tüm ideolojik formasyonunu bunun üzerine inşa etmektedir. İslamcılığın ise “demokratik muhafazakar” bir yorumlaması değildir. AKP bir IŞİD olmamakla birlikte, gerek batılı güçlerle gerekse siyasal İslam’ın değişik akımlarıyla olan çelişkilerinden ötürü devamlı radikalleşmekte ve toplumu da bu temelde kutuplaştırmaktadır. İslamcı Türkçü faşizmin devamlı radikalleşmesi bir yandan devam ederken diğer yandan ise yüksek öğretim gören kadınlar, orta sınıflardan gelen kadınlar olmak üzere, birçok farklı kesime mensup kadınların daha fazla kamusal alanda olması, akut bir çelişkiyi doğurmaktadır. Gerici rejim, kendisini tüm topluma dayatabilmek için, kadınları baskı altına almak istemekte ve aleni bir şekilde “kadın erkek eşit olamaz, fıtratında yok” diyerek saldırılarını yükseltmektedir. Rejimin İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmek istemesi, bu çelişkinin basit bir tezahürüdür.
Erkek Egemenliği ve Tecavüz
Erkek egemenliği, sınıfların ortaya çıkması, toplumun sahipler ve köleler olarak bölünmesiyle meydana gelmiş ve yine sınıflarla birlikte gelişmiştir. Tarihsel olarak birbirleriyle iç içe geçmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Erkek egemenliği sadece geçmişin basit bir tekrarı ya da kalıntılarının uzantısı değildir. Kapitalist toplumun gelişmesiyle birlikte kadının üzerindeki baskı ve sömürü çeşitli yeni formlar almıştır. Bob Avakian’ın da söylediği üzere:
‘’Modern’’ kapitalist toplum ya da gerçekte küresel kapitalist emperyalist sistem kadının baskı altına alınmasını, kapitalizminde içerisinden çıktığı diğer sistemlerden miras almıştır, bunu yaparken bunun bazı formlarını değiştirmiş ancak bu baskıların hepsini elimine etmemiş olduğu gibi edememe özelliğini sürdürerek bu baskıların bazı pre-kapitalist formlarını da Üçüncü Dünya gibi dünyanın çeşitli yerlerinde sürdürmeye devam etmiştir. Genel olarak devam etmekte olan birikimiyle beraber bu baskıları sürdürdüğü temel ilişkileri bir sömürü ve baskı sistemi olan kapitalist emperyalist sistemin genel olarak işleyebilmesi için elzemdir.
Bir orta çağ ideolojisi olan İslam ideolojisinin hüküm sürdüğü coğrafyalarda, “fetihçilik” anlayışıyla birlikte kadının “ganimet” olarak görülmesi ve düşman unsurlarının “kadınlarının helal kılınması” [i] patriyarkanın çirkin bir yüzü olarak kendisini her zaman göstermiştir. Tecavüz, tecavüz kültürü yine aynı patriarkal ideolojinin güçlendirmesiyle toplum içerisinde yaygın bir biçimde yer almıştır. Söz konusu “düşman” unsurlar olunca, tecavüz bir “suç unsuru” sayılmamıştır. TSK’ya bağlı uzman Çavuş Musa Orhan’ın gerçekleştirdiği tecavüz, “adalet” sistemi tarafından suç olarak kabul edilmemiştir. Musa Orhan ceza almadığı gibi, bu tecavüz kültürünü besleyen ve zemin sunan ataerkil, İslamcı faşist ideolojiyi savunan insanlar tarafından destek görmüştür. Yine son zamanlarda Selahattin Demirtaş’ın annesine yönelik sosyal medyada, “cumhurbaşkanına saygı” temelinde küfreden faşiste, soruşturma bile açılmamıştır.
Ataerki yüz yıllar boyunca kadını devamlı baskı ve sömürü altında tutarken, düşman erkeklerden intikam alabilmek için, mülk olarak görülen kadına tecavüzü ve sistematik tecavüzü hak olarak görmüştür. Güçlü olanın “elde etme hakkını” normal görmesi, sadece savaşlarla sınırlı kalmamış, toplumun tüm kesimlerinde vuku bulmuştur. Tecavüz, ataerkinin kadını “mülk” olarak görmüş, gücü yettiğinde “elde edebilmesini” tarih boyunca yeniden ve yeniden üretmiş, çeşitli formlar altında günümüze kadar taşımıştır. Sözün özü; 92 yaşındaki yaşlı kadının tecavüzü ve katli, ataerkinin bu sistemin içerisine içkin olması ve işleyişi sonucunda vuku bulmuştur, münferit değildir.
Kadının Kurtuluşu
Kadının sorunu yaşadığımız toplumun en bariz ve akut çelişkilerinden biridir ve bu sorun dünya çapında hüküm sürmektedir. Kökleri binlerce yıl ötesine dayanan ve kapitalist topluma entegre olan patriarka, ancak bu sistemin köklerinden sökülüp atılmasıyla mümkün olabilir.
Bob Avakian’ın da dediği gibi: “Kadınların ezilmesi ve onların kurtuluşu için verilen mücadele, tüm boyutlarıyla, hem bu ülke içinde hem de bir bütün olarak dünyada stratejik bir sorun olarak, her türlü baskı ve sömürünün kökünü kazıma ve bütün insanlığın kurtuluşu için yürütülen genel mücadelede hayati bir önem oynayabilecek ve oynaması gereken bir şey olarak görülmelidir.” [ii] Bu sadece zincirin bir halkasının kırılması meselesi değildir. Eğer ki zincirler sökülüp atılmazsa, kadınlar dahil olmak üzere, insanlığın kurtuluşu gerçekleşemeyecektir. Bu yüzden hakiki bir kurtuluş, binlerce yıldır süre giden ve derinleşmekte olan kadının baskılanmasının ve sömürüsünün son bulabilmesi için dünya çapında nihai hedefi komünist bir toplum olan, gerçek bir devrim stratejisi temelinde ele alınması gerekir. Kadınlar sadece bu devrimin yapılmasında değil aynı zamanda sürdürülmesinde ve toplumsal ve sınıfsal bölünmenin ötesine geçebilmesinde muazzam bir rol oynayacaklardır. “Proleter devrimin sağlam bir gücü olarak kadınların öfkesi tamamen açığa çıkarılmalıdır” [iii]
[i] Nisa Suresi, 24. Ayet
[ii] Bob Avakian, Kadınların Özgürleştirilmesi ve İnsanlığın Kurtuluşu için Deklarasyon | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
[iii] Bob Avakian Kadınların Özgürleştirilmesi ve İnsanlığın Kurtuluşu için Deklarasyon | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
Add comment