Editörün Notu: İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist) Merkez Komitesi tarafından kaleme alınan aşağıdaki önemli makale, Demarcations’ın 2014 Kış dönemine ait 3.sayısında yayınlanmıştır. Bu makale İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist) ile Afganistan Komünist (Maoist) Partisi arasındaki polemiğin önemli bir parçasıdır ve ilk kez Haziran 2011’de yayınlanmıştır. 8 Mart 2013 tarihinde gözden geçirilmiş aşağıdaki versiyonu tekrardan yayınlanmıştır. Makalenin içeriği doğrudan Bob Avakian’ın mimarı olduğu komünizmin yeni sentezine ve komünist devrimin temel meselelerine ilişkindir. Geçtiğimiz günlerde Afganistan’da emperyalizm ve dini köktencilik şeklindeki iki miadı dolmuş kutup ve hatalı çizgiye sahip revizyonist sosyalist akımlar karşısında komünist bir toplumu ve kökten kurtuluşu hedefleyen gerçek bir devrimci çözüm doğrultusunda yapılanan Afganistan Yeni Komünizm Hareketi (JAKNA)’nın kuruluşu bağlamında bu dosyanın önemi daha da artmaktadır. Dosyanın Türkçe çevirisi yeni komünizm taraftarı bir yoldaşımız tarafından gerçekleştirilmiştir.
Kaynak için bkz: http://www.demarcations-journal.org/issue03/differences_between_cpimlm_and_afghanistan_party.pdf
Partimizin çizgisini eleştiren “İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist) [İKPMLM] post-Marksizm-Leninizm-Maoizmin yanlış yoluna düştü.” makalesini içeren Shola’nın1 (Afganistan Komünist (Maoist) Partisi’nin [AK(M)P] resmi yayınıdır) 3. sayısının yayınlanmasının üzerinden biraz zaman geçti. Bu makalede Shola, Bob Avakian’ın geliştirdiği komünist teorinin yeni sentezini ve Partimizin buna desteğini eleştirmektedir.
Shola’nın makalesinin ortaya çıkmasından sonra AK(M)P’nin ve onun çizgisinin tarihi konusunda daha fazla bilgi sahibi olan yoldaşlarımızdan bazıları bu makaleye bir cevap hazırlamakla görevlendirildiler. Haziran 2011’de İKPMLM Merkez Komitesi (MK) 7. Genel Kurulu bu cevabı inceledi ve cevabın yeniden derlenip daha da detaylandırılmasıyla sonuçlanacak bazı önerilerde bulundu. Partimizin önceliklerine bağlı bazı çeşitli faktörler sebebiyle cevabımızın yayınlanması gecikti. Cevabımız AK(M)P tarafından yayınlanan yeni makalelerin değerlendirilmesi ile geliştirilebilecek olsa da, daha fazla gecikmemek için cevabımızı olduğu şekliyle yayınlamaya karar verdik. Bu süreçte AK(M)P ile aramızdaki ideolojik ve politik ayrımın gerçekten derin olduğuna ve bunun Devrimci Enternasyonalist Hareket’in (DEH) içerisinde son birkaç yıldır sürmekte olan iki çizgi mücadelesinin bir yansıması olduğuna daha da ikna olduk. Özellikle de Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in kazanmanın kapısına gelmişken düşüşünü takiben bu iki çizgi mücadelesi daha açık ve keskin hale geldi. DEH’in içerisindeki derin politik ve ideolojik çatlaklar, organizasyon bakımından birliğin sağlanmasını pratikte imkânsız hale getirdi (bknz. DEH hakkındaki analizimiz Haghighat 58).
Bu dosyanın, AK(M)P ile aramızdaki farkların incelenmesi ile DEH içindeki parti ve organizasyonlar arasındaki derin politik ve ideolojik ayrımların doğasına ışık tutacağını ve bunu yaparak aynı zamanda Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içindeki tehlikeli durumu vurgulayacağını umarız.
Shola makalesi, İKPMLM Merkez Komitesinin “Komünist Hareket Bir Yol Ayrımında: Solmak mı Yoksa Açmak mi?” dosyasının (Buradan itibaren “Yol Ayrımı” makalesi olarak anılacaktır) bir eleştirisidir. Shola tarafından saldırılan şey, Devrimci Komünist Parti ABD lideri Bob Avakian’ın yeni sentez olarak öne sunduğu teoridir. Shola, bizim Partimizin özellikle de “Yol Ayrımı” makalesinde bu teorilerin doğruluğunu ve yeni sentezin uluslararası komünist hareketin ölüm kalım krizi ile başa çıkmaktaki rolünü vurgulamasına sinirlenmiştir. Shola, öfkesini ince bir “enternasyonalizm” ve DEH’in durumu hakkındaki kaygıları kılığına sokmaya çalışır, ancak bizler burada en başından itibaren her adımda açık bir milliyetçiliğin fışkırmasıyla karşılaşırız.
Makale şöyle başlar: “Amerikan post-Maksizm-Leninizm-Maoizminin İranlılaştırılması”, ki bu giriş anti-komünist yayınlara yakışır bir giriştir. Shola tekrar tekrar “Yol Ayrımına” “İranlı şişirmesi” ve “İranlıcılık” diye saldırıda bulunur. Shola’nın metodunun ve çalışma tarzının üzücü durumu bununla da kalmaz. Pek çok defa Shola yeni sentezi gelişigüzel şekilde “yorumlar” ve sonra da yeni sentez hakkındaki kendi yorumlarını “eleştirir”. Tartışma ve polemiğin kolektif aklı geliştirmekteki önemini kavramak önemlidir. Ancak eleştirinin iki özelliğe sahip olması gerekir: İlk olarak bir temelinin olması ve bilime dayanması gerekir, ikinci olarak da eleştirilen çizgi ve teori en üst seviyede bir dürüstlük ile, yazar veya yazarlarının geliştirip savunduğu şekliyle sunulmalıdır. Bu çizgilerin ve teorilerin gelişigüzel “öykülemelerine” veya “yorumlamalarına” dayanarak bir eleştiri yapmak yanlıştır.
Eğer yukarıdaki metot incelenip uygulanmazsa, eleştiri “fedailer” tarafından öne sürülen tarzda herhangi bir temele dayandırılmadan, kanıt aranmadan ve hatta diğer tarafı dinlemeden kabul edilmesi gereken bir ahlaki fetva verilmesine benzer. Böylesi bir metot gerçeğin arayışında olan gelişmiş beyinleri kapatacak ve gerici katmanları harekete geçirerek kitleler arasında proleter ve devrimci olmayan bir bakış açısını besleyecektir. Metot da çizginin bir parçasıdır ve sınıfsal bir karakteri vardır.
Bu “eleştiri” metoduna yakıt sağlayan temel meseleye yoğunlaşalım. AK(M)P eleştirisini şu üç konu üzerine temellendirmiştir:
İlk olarak, yeni sentezin teorilerinin ve DKP ABD tarafından yakın zamanda yayınlanan belgelerin ve daha açıkça Partimizin belgelerinin ve “Yol Ayrımı” makalesinin tamamen Marksizm-Leninizm-Maoizmin teorik ve düşünsel temelini ortadan kaldırdığını ve bu sebeple “post-MLM” olduğunu iddia etmektedirler.
İkinci olarak, Çin’de kapitalist restorasyondan beri objektif durumda önemli bir değişim olmadığını ve bu sebeple MLM biliminin gelişmesine ihtiyacın bulunmadığını iddia etmektedirler.
Son olarak, Partimizin teorinin rolüne yaklaşım konusunda mutlakiyetçi olduğunu ve pratiğin rolünü umursamadığımızı iddia etmektedirler.
Yeni Sentez MLM Düşüncesinin ve Teorik Sisteminin ve Yaklaşımının Tamamen Reddi Midir?
AK(M)P’nin, Parti’mizin ve DKP’nin neden “post-Maoist” olduğunu düşündüğünü açıklarken Shola şöyle der: “Çünkü bu çizgiye göre Bob Avakian’ın yeni sentezi teorik olarak MLM sisteminin ve temellerinin dışında yeni bir zeminin başlangıcını teşkil etmektedir ve MLM dışı yeni bir teorik sistem ve temel yaratmak istemektedir. Başka bir deyişle bu, “Marx’ın öne sürdüğü ve sonrasında Lenin ve Mao’nun geliştirdiği” teorik sistemi geliştirmeyi amaçlayan bir stratejik oryantasyon değildir. Aksine, bu sistemin bütününü çürütüp bir yenisini yaratmayı amaçlamaktadır. Bu stratejik oryantasyon İKPMLM MK’nin dosyasında [yani “Yol Ayrımı”] açıkça ve çıplak bir biçimde ortaya koyulmaktadır.” [kare parantez içindeki kısım İngilizce’ye çeviren tarafından netlik amacıyla eklenmiştir]
“Çıplaklığımızı” göstermek için Shola “Yol Ayrımı’ndan” alıntı yapar:
“İlk etabın ilerlemeleri Marx’ın öne sürdüğü ve sonrasında Lenin ve Mao’nun geliştirdiği teorik sistemi temel almıştır. Şu anki dönem de geçmişin teorik ve pratik başarılarının ve yetersizliklerinin eleştirel bir özerine dayanarak öne sürülecek yeni bir teorik sisteme ihtiyaç duymaktadır. Bu yeni dönem geçmişin bir tekrarı olamaz ve o temelde ilerleyemez.”
Yargıcımız bu büyük şirk koşmanın üzerine atlar ve şöyle duyurur:
“Burada anlatılan MLM’in bütün teorik sisteminin yok edilmesi ve yerine başka bir teorik sistemin yerleştirilmesidir. Başka bir deyişle sadece Çin devriminin Maoizm’i, Çin Kültür Devrimi ve sadece Leninizm ve Rus Devrimi değil, aynı zamanda bizzat Marksizm de saldırı altındadır. Mansur Hikmet ve İşçi Komünist Partisi tarafından bile buna cüret edilememişti. [Mansur Hikmet 1980’lerin başlarındaki, Sovyet emperyalist bloğunun 1990’larda düşüşünden sonra farklı gruplara bölünen İran Komünist Partisi’nin (İKP) kurucularından biridir ve bizzat kendisi İran İşçi Komünist Partisi’nin kurucusudur. O ve diğerleri İran Komünist Partisi’ni hem Sovyet hem de Çin devrimlerinin teorik ve pratik başarılarının sulandırmak -ve kendisi özellikle de Çin devrimi ve Mao Zedong üzerine bitmek bilmez bir saldırıya önderlik etmiştir- temelinde kurmuştur.]
Bizim bu “eleştiriye” cevabımız şu şekildedir:
İlk olarak yeni sentez MLM’nin teorik temellerini ortadan kaldırmamaktadır. Bunun aksine, MLM ve genel olarak Marksizm’in bilimselliğini sürdüren günümüzdeki tek düşünce ekolüdür. Bu, MLM’nin hatalı olan ve aynı zamanda geçmişte doğru olsa da artık doğru olmayan yönlerinden koparak mümkün olmuştur. Yeni sentez, Marksizm’in diyalektik olarak sürdürülmesini temsil etmektedir ve Marksizm’in Marksist bir tasdikidir.
İkinci olarak, herhangi bir bilimin hatalı yönlerinden ya da artık gerçekliğe tekabül etmeyen yönlerinden kopmadan gelişmesi imkansızdır. Bilimin gelişimi kendinden (yani hatalı yönlerinden) kopuş gerçekleştirmeden mümkün değildir. Bilimin gelişimini, bilginin sürekli, lineer bir artışı olarak görmek mekanik bir bakış açısıdır. Marksizm de dahil, bu durum her bilim için geçerlidir. Yani, Shola’nın Marksizm’in kendini bütünüyle koruyarak (“Marx’ın öne sürdüğü ve sonrasında Lenin ve Mao tarafından geliştirilen teorik sistem”) gelişebileceği düşüncesi anlamsızdır ve en iyisi mekaniktir. Açık konuşmak gerekirse, “Yol Ayrımındaki” Marksizm hareketi ve Marksizm’in gelişme dinamikleri konusundaki açıklamalar doğru ve diyalektiktir; bu MLM’in devam edebilmesi ve revizyonizm çukuruna serbest düşüşten korunabilmesi için tek metottur.
Şimdi, yeni sentez ve MLM’nin prensipleri arasındaki ilişkiyi keşfetmek için AK(M)P’nin öykü ve yorumlarının aksine, DKP’nin bazı resmi ve orijinal dosyalarına ayrıca bizzat Bob Avakian’ın yazılarına, bu temelde bakmak gerekiyor. Bu amaçla “Devrim ve Komünizm’in Yeniden Tasavvuru: Bob Avakian’ın Yeni Sentez’i Nedir?”2 [The Re-envisioning of Revolution and Communism: What is Bob Avakian’s New Synthesis] başlıklı makaleye kapsamlı bir şekilde başvuracağız. (Bu makalenin ilk kısmının, Haghighat’in “Yol Ayrımı” dosyasını da içinde barındıran sayısında Farsça yayınlandığını ve makalenin diğer kısımlarının da Haghighat’in takip eden sayılarında Farsça yayınlandığını hatırlatmak isteriz.)
DKP ABD’nin diğer dosyaları ve Bob Avakian’ın çalışmaları gibi bu makale de yeni sentezin sisteminin “…kesinlikle önceden olanlardan çıkıp onların üzerine inşa ettiğini, bu gelişmenin ayrıca geçmiş anlayış ve deneyimlerden gerçek kopuşları kritik bir parçası olarak içerdiğini” açıkça belirtmektedir.
Bu makale, yeni sentez ile Marksizm’in ve sosyalist devrimlerin 160 yıllık tarihinin arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır:
“160 yıl önce, Marx ve Engels Komünist Manifesto’da dünya işçilerinin -yani uluslararası proletaryanın- zincirleri dışında kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığını ve kazanacak bir dünyaları olduğunu öne sürmüşlerdi. Bu Manifesto o mücadeleyi yönlendirecek çığır açıcı teorinin temellerini ortaya koydu. 25 yıl sonra ilk kez yaşanacak ve kısa sürecek proleter devrimi deneyimi Paris Komünü ile hayata geçti ve neredeyse 50 yıl sonra ilk gerçek atılım -ilk gerçek ve konsolide sosyalist devrim- Sovyetler Birliği’nde Lenin’in önderliğinde ve Lenin’in ölümü sonrasında Stalin’in önderliğinde gerçekleştirildi. Bunu, 1949 yılında devrimin iktidarı ele geçirdiği ve 17 yıl sonra o devrimin lideri Mao Zedong’un Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlattığı Çin takip etti…”
“Yeniden Tasavvur” makalesi ilk dalga komünist devrimlerin sonunu şöyle açıklamaktadır:
“Komünist devrimlerin ilk dalgası 1976’ta sona erdi. Mao’nun ölümüyle, Çin’de Kültür Devrimi’ni yönetirken onun yanında duranların hapse atıldığı veya idam edildiği karşı devrimci bir darbe oldu. Devrimin gayretli bir şekilde karşı çıkıp mücadele ettiği politikalar izlenmeye başlandı ve kapitalizm restore edildi. Günümüz dünyadasında gerçekten sosyalist hiçbir devlet yoktur. Dünyanın her bir yanındaki halklar -kendileri farkında olmasalar da- bu ağırlığı hissetmekte ve bu ağırlıkla mücadele etmektedirler.”
Yeni sentez, bu duruma ve öne çıkan zorluklara cevap vermek için yürütülen çalışmaların bir sonucudur. Mesele şudur: Bu durumu dönüştürmek ve tekrardan ilerletebilmek için ne yapılması gerekmektedir? Devrim için yeni bir ortam nasıl yaratılabilir?
“Yeniden Tasavvur” şu şekilde devam eder:
“Bu durumda, Bob Avakian bu devrimlerin büyük başarılarının ve en büyük düşünür ve önderlerinin aydınlatıcı kavrayışlarının korunmasına ve bunun üzerine inşa edilmesine liderlik etmiştir. Ancak aynı zamanda hatalarını ve bu hatalara yol açan metot ve anlayıştaki çeşitli eksiklikleri de derinden incelemiştir. Bu temelde o, birbirine bağlı, kapsamlı ve kapsayıcı bir teorik sistem ortaya koymuştur; yani bir sentez ortaya koymuştur. Bu sentez, önceden olanlardan çıkıp onların üzerine inşa etse de bu ilerleme aynı zamanda geçmiş anlayış ve tecrübelerden gerçek kopuşları da kritik bir parça olarak içermiştir ve biz bu yüzden buna yeni sentez adını verdik.”
Yeni sentez, Marx’tan Mao’ya diyalektik materyalizmi temel alır. Fakat aynı zamanda bunların içine işlemiş tali metafizik yönlerden bir kopuş gerçekleştirir. “Yeniden Tasavvur” makalesinde “süreklilik” ve “kopuş” diyalektiğinin nasıl sunulduğuna bir bakalım. Makale diyalektik materyalizmin ve tarihsel materyalizmin oluşumunu açıklar ve Marx ve Engels hakkında şunları söyler: “…teorik sistemi oturttular, yolu aydınlattılar. Ancak, şaşırtıcı olmayan bir şekilde Marx ve Engels’in buna giriştiği şekilde bazı kısıtlılıklar vardı ve bu problemler Stalin’in ciddi metodolojik eksiklikleri tarafından daha da ciddi hale geldi… Daha kötüsü, bu hatalar kavrayışta acil bir gelişme ihtiyacının yaşandığı bir zamanda gündeme geldi. Mao -Çin Devrimi’nin lideri- bu problemlerin bazılarına karşı mücadele etti, ancak Mao’nun bizzat kendisi de miras kalan bir sistemle mücadele ediyordu ve yine kendisi de onun etkilerinden muaf değildi. Bu eksikliklerin sonuçları oldu.”
Söylemek gerekir ki, uluslararası komünist hareketteki etki yaratan hataların büyük kısmı komünizmin bilimsel teorilerinin kurucuları ve düşünürleri Marx, Lenin ve Mao ile alakalı değildir. Hatta onlar bu tarz hatalara karşı mücadele de etmişlerdi. Ancak onların düşünce biçimlerinde de sonradan komünist hareketin herhangi bir parçasının benimseyerek bütün bir çizgi hale getirdiği bazı yanlış eğilimler bulunmaktaydı. Ancak günümüzde, çoğunlukla onların kendi çalışmaları sayesinde onların tali hatalarını fark edip eleştirecek ve bu tali hatalara dayanan hatalı çizgileri engelleyebilecek bir konuma sahibiz. Açıkçası, DEH içinde yer alan ve yeni sentezin “revizyonist” olduğunu iddia eden parti ve organizasyonlar bizzat kendileri bu geliştirilmiş hatalı çizgilerin birer temsilcisidirler.
“Yeniden Tasavvur” yazısında vurgulandığı şekilde, Bob Avakian komünist felsefede 4 hata tanımlar ve bunların derin bir eleştirisini yapar. Bu hatalar şunlardır:
- Marksizm’in temeline işlemiş ve geçmişte kopulamamış idealist ve hatta dini inanç şeklindeki düşünüş biçimleri
- Madde ve bilincin birbirleriyle nasıl ilişki içinde oldukları ve birbirlerini değiştirebildikleri konusunda daha nitel bir anlayış ihtiyacı
- Pragmatizm ve buna bağlı felsefi eğilimlere dayalı problemler
- Gerçeğe ulaşmada temel biçimlerde farklı bir epistemoloji veya yol ihtiyacı
Bütün bunları yaparak Bob Avakian Marksizm’i daha bilimsel bir temele oturtmaktadır.3
Görüyoruz ki, yeni sentez MLM prensiplerini ve teorik temellerini yok etmez, aksine MLM’nin temellerinin ve prensiplerinin savunulması temelinde herhangi bir ortodoks MLM’nin hayal edebileceğinden çok daha öteye gitmektedir. Bu uygulama, MLM’nin hata ve eksikliklerinin tanımlanması, bunların sökülmesi ve bu şekilde daha bilimsel ve doğru hale getirilmesi ile yapılmaktadır. AK(M)P sürekli olarak “sistemi” prensip ve temeller ile eşitlemektedir. Ancak yeni sentezde bu terim temeller ve prensipler ile eşit şekilde kullanılmamaktadır. Doğrusu, prensipleri ve temelleri yeni bir sisteme koymak onları revizyonistlerden kurtarmaktadır. Bob Avakian bizzat kendisinin ne yaptığını şöyle açıklamaktadır:
“Bu yeni sentez, felsefi, ideolojik ve siyasi boyutlarıyla, bir yandan komünist hareketin ve sosyalist toplumun şu ana kadarki deneyimlerinin pozitif boyutlarının bir araya getirilip yeniden şekillendirilmesini, diğer yandan da bu deneyimin negatif boyutlarından öğrenilmesini içerir. Amaç, bu şekilde sadece devrim yapmak ve iktidarı ele geçirmek için değil, aynı zamanda sosyalist toplumda halk kitlelerinin ihtiyaçlarının ve toplumun maddi gereksinimlerinin karşılanması, geçmişin derin yaralarının üstesinden gelinmesi ve eş zamanlı olarak da dünyadaki devrimci mücadelelerin desteklenmesi ve dünya sahnesi ile dünya mücadelesinin, genel anlamıyla en temel ve en önemli olanlar olduğu düşüncesi üzerinden hareket edilmesi için gerekli olan, daha derin ve daha sıkı köklere sahip bir bilimsel yönelim, metod ve yaklaşıma sahip olmaktır – bu süreçte eş zamanlı olarak, niteliksel olarak insanların kültürel ve entelektüel ihtiyaçlarının ifadesine daha fazla yer açmak, daha geniş anlamda anlaşılmak ve bilim, sanat, kültür ve entelektüel yaşam alanlarında keşif ve deneyimin daha çeşitli ve zengin bir süreç olmasını sağlamak, farklı fikirlerin ve düşünce akımlarının ve bireylerin “sivil toplumda” devletten bağımsız olarak etkileşimde bulunabilmesi için gerekli alan da dâhil olmak üzere kişisel girişimi, yaratıcılığı ve birey haklarını korumak mümkün olabilmeli, tüm bunlarla birlikte, bütün bunların genel işbirliğiyle ve kolektif bir çerçevede ve devlet iktidarı devam ettirilmeli ve ülke içinde ve dünya genelinde proleter devrimin çıkarlarına hizmet eden devrimci bir devlet iktidarı olarak daha fazla geliştirilirken, bu devlet ekonomideki ve genel olarak toplumdaki öncü ve merkezi unsur iken, dünya çapında komünizme geçilmesiyle devletin nihai olarak ortadan kaldırılması ilerlemesine doğru çok önemli bir aşama olarak devletin kendisi önceki tüm devletlerden radikal biçimde farklı olan bir şeye dönüştürülmelidir. İşte yeni sentez, tüm bunlar için gerekli yönelim, metod ve yaklaşımı sunmaktadır.” (Devrim Yapmak ve İnsanlığı Kurtarmak, Bölüm 1. Haghighat 54, sayfa 17’de alıntılanmıştır)
Burada AK(M)P’nin “günahlarımızın” boyutunu vurgulamak için kullandığı benzetme ile mücadele etmek de gereklidir. AK(M)P bizi “… Mansur Hikmet’in ve İşçi Komünist Partisi’nin dahi yapmaya cüret edemediğini…” yapmakla suçlamaktadır. AK(M)P’nin söylemek istediği şey, Mansur Hikmet’in “en azından” “Marksizmi” koruduğu, Partimizin ise Marksizmin bütün bir sistemini çöpe attığımızdır!
Doğrusu, AK(M)P önemli bir örneğe işaret etmektedir, çünkü bu örnek Marksizm’in dogmatik bir şekilde kavranılmasının nerelere götürebileceğini göstermektedir ve bu AK(M)P ve diğerlerine bir ders olmalıdır.
İran Komünist Partisi (MLM) Mansur Hikmet’in dünya görüşünü, konumlarını, metodolojilerini ve genel olarak politik ve ideolojik çizgilerini sistematik olarak eleştirmek bakımından özgün bir örnek olmuştur. Fakat bu tasfiyeci eğilime karşı (tasfiyeci derken onların Marx’tan Mao’ya doğru teori ve pratikleri tasfiye ettiklerini anlatmak istiyoruz) mücadelede kalkış noktamız “geçmişin” dogmatik ve dini bir biçimde savunusu ya da Marx’tan Mao’ya komünist hareketin teori ve pratiğindeki eksiklikleri ve yoldan sapmaları görmezden gelme şeklinde olmamıştır. Partimizin bu trendi bilimsel ve güçlü bir biçimde analiz edip eleştirebilmesini sağlayan şey, bizzat Bob Avakian’ın birinci dalga komünist devrimlerin teori ve pratiklerini incelerken kullandığı metodoloji ve birikimlerdir. O zaman bu bakış açıları “Mao Zedong’un Ölümsüz Katkıları” “Dünyayı Fethetmek? Enternasyonal Proletarya Buna Zorunlu ve Muktedirdir” ve “Dünya Devrimini İlerletmek: Stratejik Oryantasyon Soruları” eserlerinde yansıtılıyordu.
Mansur Hikmet’in önderliği altındaki İran Komünist Partisi, 1960’larda oluşan yeni enternasyonal komünist hareketin temel çizgilerinin bir köşeye atılması temelinde kurulmuştu. Bu çizgiler UKH içindeki en büyük mücadelelerden biri olan sosyalizmin doğası üzerine tartışmalar sırasında ve bunların bir sonucu olarak belirlenmişti. Aynı soru üzerine (yani “sosyalizm nedir?” sorusu) ve Mao önderliğindeki Çin komünistlerinin Khruschev liderliğinde SSCB’de iktidarı ele geçiren revizyonistler ile mücadelelerinin sonucunda uluslararası komünist hareket bölündü. Bu mücadele temelinde -dünya çapında komünizm mücadelesi- İran’da ve dünyanın her yerinde yeni bir komünist hareket doğdu. Bu tarihi bölünmenin kalbinde yatan temel soru “sosyalizm nedir ve nasıl inşa edilebilir?” idi. Mansur Hikmet bu büyük mücadeleye “Çin ve Rus milliyetçileri arasındaki bir mücadele” gibi davrandı ve temel başarılarını çamura buladı. Mansur Hikmet’in Mao’nun Sovyet revizyonistleri ile arasındaki çizgiyi reddetmesi Mao’ya karşı şahsi nefretine dayalı değildi! Hikmet Mao’yu reddetti, çünkü sosyalizmin doğası ve nasıl başarılabileceği konusundaki bakış açısı ve anlayışı, kapitalizm ile çepeçevre sarılmış bir dünyada komünist bir devrimin başarılması ve inşa edilmesinin olasılığı konusundaki bakış açısı ve anlayışı Sovyet revizyonistlerininkine yakındı. Hikmet, Sovyet tecrübesinin, aslında sosyalizmin politik ve ekonomik doğası ve bu dünyanın -tarihi bir değişim döneminin- gerçek çelişkileri üzerine kendi burjuva bakış açısı ve anlayışını yansıtan bir eleştirisini geliştirdi. Hikmet, uluslararası komünist hareketin ve İran’da devrimin en büyük problemlerine açık olmayan ve yanlış cevaplar sunan bir Parti kurdu. Bu tarz bir yaklaşım onun Partisinde “komünizmin” sosyal demokrat bir versiyonunun büyüyüp güçlenmesine olanak sağladı.
Hikmet’in liderliği altındaki İKP, sosyalist Çin’de kapitalizmin restorasyonunu inceleyip ona karşı pozisyon almaktansa, zirve noktası Büyük Proleter Kültür Devrimi olan, Çinli kitlelerin yüz milyonlarcasını ve dünyanın her yerinden proleterleri sosyalizmin ve komünizmin gerçek anlamı konusunda bilinçli kılmayı, bu anlayışı içselleştirmeleri ve sosyalist Çin’de kapitalist restorasyonu engellemek için mücadele etmeleri için onları mobilize etmeyi amaçlayan bu büyük sosyalist devrimi reddeden “kolay yolu” seçti. Çin’de sosyalist devrimin tarihini ve oradaki kapitalist restorasyonu görmezden gelerek, İKP kendisini eski sosyalist ülkelerde kapitalizmin restorasyonu sorunuyla ilgilenmek şeklindeki objektif gereklilikten de uzak tuttu. Bu Parti aynı zamanda SSCB’de sosyalist devrim teorisini ve pratiğini özetlemeye çalışırken de hata yaptı ve aynı hatalı yaklaşımı izleyerek tekrardan “zaten orada da sosyalizm yoktu” şeklindeki basit ve pragmatik çözüme ulaştı. İdealist/dogmatik bir biçimde İKP, daha erken dönemlerdeki Marx ve Marksizm’e dönüş çağrısında bulundu, henüz dünyayı değiştirecek pratiğin olmadığını iddia etti. Bu Parti, proletaryanın sosyalist devrim yapma ve sosyalist toplum inşa etmedeki iki büyük çalışmasının tecrübesini ve tarihini yok sayarak 20. yüzyılın devrimci tecrübelerini ve devrimci komünist hareketin tarihini (Rus devriminden hemen sonraki dönem haricinde) “tamamen karanlık” olarak sundu.
Buna karşıt, İran Komünistleri Birliği’nden (İKB) kalanların metot ve yaklaşımı, Çin’de kapitalist restorasyonun Sovyetler Birliği’ndeki kapitalist restorasyon kadar önemli olduğu, uluslararası komünist hareket ve dünyanın tamamındaki devrimci eğilim üzerinde ölümcül bir etkiye sahip olduğu şeklindeydi. İKB, bu durumla teorik, ideolojik ve politik olarak yüzleşmeliydi. Bu arayışın sonucu Mao’nun objektif olarak Marksizm’i daha yüksek seviyeye taşıyan ve “Marksizm-Leninizm-Maoizm” terminolojisinde dışavurulan sosyalist toplumun doğası ve sosyalizm altında sınıf mücadelesi konusundaki teorilerinin yeniden keşfedilmesi oldu.
Bu tecrübeyi tekrar anlatmamızın sebebi bunlardan ders çıkarabilmek ve objektif zorunluluğun bizi yönlendirdiği noktanın gerçekliğini görebilmektir. Mesele şudur: Zorunluluğun farkında mıyız ve doğru ve bilimsel bir çizgi ile yaklaşarak onu değiştirebiliyor muyuz, yoksa bunu yapamıyor muyuz? Soruyu silmeye çalışmak ya da yarım yamalak, basit cevaplara dayanmak eninde sonunda burjuva fikirlere ve metotlara geri çekilmeye yok açacaktır ve insanlığın dünyayı değiştirmekteki büyük başarılarını kolayca ve sorumsuzca çöpe atıp rahat hissedenler de, geçmişe taştan bir “inançla” tapanlar da dahil hiç kimsenin buna karşı bir bağışıklığı yoktur. Bu yaklaşımlardan herhangi birini ya da ikisini de takip eden komünistler gelecek sosyalist devrimlerin öncülerinden olmaktansa geçmişin tortusuna dönüşeceklerdir.4
Devam etmeden önce bir noktayı vurgulayalım. Eğer Partimiz Marksizm’in temellerinin dünyayı doğru bir biçimde analiz edip devrim ile değiştirmekte uygulanamaz hale geldiği sonucuna varsaydı, şüphesiz bizler bunu cesurca ve bilimsel bir tevazu ile sunardık, çünkü dünyayı doğru bir biçimde yansıtmayan teorilerle değiştirmek imkânsızdır. Bize göre teori, karşılaştığımız fenomenleri anlamakta ve bunların dönüştürülmesi için zaten bu fenomenlerin içerisine işlemiş olan olası yolları keşfetmemizde bize yardımcı olacak bir teleskop ve bir mikroskoptur. Yaşayan bir bilime dogmatik ve statik bir yaklaşım dünyayı değiştirmek için kullanışsızdır. Marksizm’in dinamizmi onun “bu dünyalı” bir düşünce okulu olduğu ve dünyanın devrimci dönüştürülmesi ile alakalı olduğu gerçeğine dayanır. Hiçbir değişmez ve statik sistem Marksizm’e bağlanamaz. Elbette bu Marksizm’e dini bir yaklaşımla yapılmazsa mümkündür, ki bu DEH için yeni bir durum sayılmaz. DEH ve kendini ona bağlı olarak tanımlayan partiler ve organizasyonlar farklı şekillerde ve farklı zamanlarda bu tarz yaklaşımlarda bulunmaktan ötürü suçlu olmuşlardır. İşin aslı, Marksizm’e dini bir şekilde yaklaşımın reddedilmesi yeni sentezin ayırt edici özelliklerinden biridir. Yeni sentez bu tarz bir yaklaşımdan kopuşu Marksizm’in gelişimi için bir zorunluluk olarak görür. Marksizm’e dini bir yaklaşımdan kopmayan biri onu anlayıp uygulayamaz, geliştirip daha doğru bir temele oturtamaz. Marksizm’in dini bir şekilde anlaşılması komünistler arasında güçlü bir akım olsa da, Marksistlerin hiçbiri açıkça Marksizm’in bir din olduğunu iddia etmez. Önemli olan şudur, bilime genel bir inançla sahip çıkmak bir şeydir, ona karşı bilimsel bir yaklaşıma sahip olmak ve onu doğru bir şekilde uygulamak başka bir şeydir. Ne yazık ki komünist teorilerin bilimsel ve dinamik karakterini ciddiye almamak komünist hareket içinde derin bir kök salmıştır ve doğrusu Marksizm’in bilimsel karakterinin belirtilmesi daha dekoratif bir şey olmaya başlamıştır. Komünist hareket içinde bu bilime bilim dışı bir şekilde yaklaşmanın etkisinin sebeplerinden biri de dünyanın her yerinde dini düşünüş biçimlerinin artışıdır. Ancak bundan fazlası da vardır. Stalin’den beri komünist hareket içerisindeki determinist yaklaşımın yayılımı bu rahatsızlığın başka bir önemli faktörüdür.
Sonuç olarak, Bob Avakian’nın son çalışmalarından birinde söylediği şu sözlere değinmek istiyoruz: “…Temel bir çizgi meselesi olarak anlaşılması çok önemli olan bir şeye de gönderme yaptım: Komünizm, Marx’ın zamanından şimdiye kadar temel prensipleri, hedefleri, bilimsel temeli, metodu ve yaklaşımı esasen aynı kalsa dahi, kendi içinde pek çok dönüşüm geçirmiştir.”5
Dahası, Bob Avakian yeni senteze yaklaşımın “…bir tür ‘büyülü formül’ gibi değil, komünizme doğru ilerlemede -tam da komünizme giden devrimci rolde ilerleyebilmek için- çelişkilerle yüzleşebilmek ve mücadele edebilmek için gereken temel metodun, yaklaşımın ve buna bağlı olarak komünizm biliminin ilerletilmesinin vücut bulduğu yeni biçim” olması gerektiğini vurgular.
Marksizm Uçup Gitti!
Shola bizi “şirk koşmakla” suçlar, çünkü biz “Yol Ayrımı” makalesinde komünist devrimde yeni bir dönemin başladığını ve bunun sadece geçmiş dönemin bir tekrarı veya geçmiş temelde ilerleyebilecek bir şey olamayacağını belirttik. Shola çok öfkelendi ve bununla Partimizin “..Marksizm-Leninizm-Maoizm’in teorik sisteminin bütünüyle kaldırılıp yeni bir sistemle yerinin değiştirilmesini” amaçladığını ve “buna bağlı olarak” yeni sentezin “post-Marksizm-Leninizm-Maoizm” olduğunu ilan etti.
Komünist hareketin tarihi Marksizm’in bir kenara atılmasına karşı uyarıda bulunan bu tarz çağrılarla doludur. 30 yıl önce, Bob Avakian Stalin’in büyük hatalarını özetlerken ve Mao’nun Sovyet sosyalist modelinden kopuşunun önemini gösterirken, DEH içerisindeki birçok kişi “prensiplerin” ölmekte olduğunu söyleyip bunların yasını tuttu. Ancak Avakian’ın cesur özetlemeleri MLM’nin teorik sistemini konsolide etmekte ve sosyalizmi kapitalist sisteme ve onun getirdiği bütün korkunçluklara karşı tek alternatif olarak yeniden doğrulamakta çok önemliydi. Doğrusu, bu özetlemelerin karşısında durup yas tutanlar Marksizm’i ayakları altında ezenlerin ta kendileridir. Ya da Bob Avakian Dünyayı Fethetmek? [Conquer the World?]6 eserinde Lenin’in “Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı” makalesindeki hatalı kısımları eleştirdiğinde, Lenin’in beyanlarına dayanarak yanlış bir biçimde komünistlerin burjuva parlamentolarında yer almaları gerektiği ve bunun “Leninizm’in teorik sisteminin bir parçası olduğu” iddiasındaki pek çok sağcı sahte-komünistin öfkesine maruz kaldı. Neden “parlamentoda yer almanın” devrim hazırlığıyla eşdeğer ve bir gereklilik olduğunu düşündüklerini açıklamaktansa, Bob Avakian’ın bir devrim yönetmediğini ve bundan ötürü Lenin’in makalesinde yanlış olanın ne olduğunu söyleyemeyeceğini “tartıştılar”. Ancak Bob Avakian’ın yaptığı Leninizmi savunmaktı ve onun proleter devrimci temelinin komünist yaftası altındaki burjuva demokratların işgalinden korunması açısından son derece önemliydi.
Bob Avakian önderliğindeki DKP ABD’nin, Devrimci Enternasyonalist Hareket için doğru bir çizgi oluşturmakta oynadığı tarihi rolü reddetmenin bir yolu yoktur. Eninde sonunda ortodoks MLM bayrağı altında bu doğru çizgiye karşı çıkıp onunla mücadele eden partilerin liderleri Marksizm’in devrimci prensiplerini ayakları altında teker teker ezmek durumunda kalacaktı. Bob Avakian’ın Dünyayı Fethetmek? eserindeki özetlemelere karşı tepki gösteren çeşitli eğilimler, DEH’in her döneminde bazen embriyo formunda bazen ise daha gelişmiş bir çizgi şeklinde var oldular. Sonrasında ilerleyip gelişerek bir kutup haline geldiler.7
“Şu anki dönemin yeni bir sisteme ihtiyacı olduğunu” söylediğimizde Shola bunu MLM temellerinin toptan reddi olarak yorumluyor. Shola sadece “yeni teorik sistem” konseptini anlamaya çalışmamakla kalmıyor, aynı zamanda “Yol Ayrımı” makalemizin tanımladığı şeklini dürüst bir biçimde yorumlamayı da başaramıyor. Shola saldırganca bu makaledeki tüm alakalı meseleleri görmezden geliyor ve bütün makaleyi ve makalenin sunduğu konseptleri değerlendirirken Shola’nın kendi kendine anlam yüklediği bir tür “yeni teorik sistem” ölçüm aleti kullanıyor.
Bu şekilde Shola kendi MLM anlayışını sunuyor ve açıkça AK(M)P’nin sonsuz bir MLM sistemine inandığını ve bu sistemden herhangi bir uzaklaşmayı bilimin reddi ve temellerin terki olarak gördüğünü gösteriyor. Toplumsal devrimci komünist teorileri bir tür değişmez, sistem duvarları arasına sıkıştırılmış yavan ve katı formüllere indirgememeliyiz ve teoriyi bu şekilde öğrenip uygulamamalıyız. Aynı zamanda, Marksizm’in bizzat kendisine de diyalektik materyalist bir şekilde yaklaşmalıyız. Bizim diyalektik materyalizm anlayışımız bile değişimlerden geçmiştir ve giderek daha da bilimsel bir hal almıştır. Bu normaldir, çünkü bu metodoloji gökten inmedi, insanların fikirler alemindeki çalışmaları sonucu ortaya çıktı. Dünyayı değiştirme mücadelesinde edinilen tecrübeler bilgimizin genişlemesi için gereken temeli sağlar ve mekanik materyalizmden ve idealist diyalektikten temizlenmesi için bizlere gerekli materyalleri sağlar. Şaşırtıcı bir şekilde, Marksizm’i bu sürecin dışına iten Marksistler bulmak mümkündür. Şanslıyız ki, toplumsal gelişim tarihinde diyalektik materyalizmin de dönüşümlerine ve gelişimlerine liderlik edebilecek büyük öğretmenler öne çıkmıştır. Lenin, bilim farkı alanlarda gelişirken diyalektiğin kavranmasına ve gelişime büyük önem vermiştir (bknz. Lenin’in diyalektik hakkındaki makaleleri ve “Diyalektik üzerine defterler”). Bu tarz bir düşüncenin ışığında, Mao diyalektiğe ve onun kurallarına devrimci bir yaklaşımla diyalektiğin merkezinde olması gereken şeyi vurgulamıştır. Yani bütün fenomenlerin ve süreçlerin çelişkili doğasını vurgulamıştır.
Shola “sistem” sözcüğünün sözlük anlamı üzerinde o kadar inat ediyor ki, bu terminolojiyi temel alan bir eleştiri geliştiriyor. Bu kendi başına Shola’nın düşünüş biçimini de gösteriyor. Bu metodu uygulayarak Shola yeni sentezin içeriği ile meşgul olmaktan kaçınıyor ve onun temeline ve dayandığı ilkelere gözlerini kapıyor.
Bilimde “Sistem” Nedir ve Bilimin Temelleri ile Nasıl Bir İlişkisi Vardır?
“Sistemin” değişmesi demek, bilimsel teorinin temellerinin kalması, ancak canlı ve doğru bir bilim olarak kalabilmesi için onu bağlı tutan tali hatalardan kopması gerektiği anlamına gelir. Maddi dünyayı yani objektif realiteyi temsil etmeyen parçaların bir kenara atılması ve bu bilimin kapsayamadığı maddi dünyanın özelliklerinin artık kapsanması gerekmektedir. Bütün bunları yapmak -doğru bir biçimde, revizyonist bir biçimde değil- aynı temel üzerinde yükselen yeni bir teorik sistemin oluşumuna yol açar.8
Teorik sistemi zorlayan şu ya da bu teorisyenin keyfi hareketleri değildir, aksine teorik sistemi zorlayan objektif realitenin ta kendisidir. Bu durum bilimde bir krize yol açar. Bu süreçte, bu problemi görmelerini ve onunla mücadele etmelerini sağlayacak güçlü, bilimsel düşünüş biçimlerine sahip teorisyenler ortaya çıkar. Bu tarz bir gelişme olduğunda doğru olan tek yaklaşım bu kişilerin problem (hastalık) analizlerini doğru olup olmadığına bakmak ve eğer doğruysa da öne sürdükleri çözümün (önerdikleri ilacın) doğru ve doğru yolda olup olmadığına bakmaktır.
Maddi dünyadaki değişimler teorik sistemimizi zorlar. Bunun birkaç kısmı vardır:
İlk olarak biz komünist teorilerimizi uygulayarak dünyada büyük değişikliklere yol açarız. Bu süreçte teorimizin ve pratiğimizin prensipte doğru olan temeli ve eksiklikleri açığa çıkar. Shola bu gerçeği kabul ediyor mu?
İkinci olarak, insan aklı bilimsel deney ve üretim çalışmaları yoluyla farklı alanlarda genişler ve daha bilimsel hale gelir, bu da bizim toplumsal devrim ve onun kompleks boyutları hakkında daha yüksek bir anlayışa ulaşmamızı mümkün kılar. Marx’ın düşüncesinin gelişiminde ve kapitalist sistemin işleyişini ve dinamiklerini tanımlamasında Darwin’in evrimi keşfetmesinin çok büyük bir rolü olmuştur. Shola bu gerçeğe karşı mı çıkıyor?
Üçüncü olarak, başka sebeplerden de ötürü maddi dünya farklı kısımlarda pek çok değişime uğrar. Sermayenin hareketi farklı toplumların yapısında çok büyük değişikliklere yol açmıştır. Örneğin 20. yüzyılın başlarına kıyasla genel olarak dünya ve farklı ülkeler nitel bakımdan daha da iç içe geçmiştir. Bu durum, bu ülkelerdeki sınıfsal analizlerin ve devrim yolunun yeniden incelenmesi zorunluluğunu getirir. Shola bu gerçekliğe nasıl bakıyor?
Bilimin gelişmesi gerektiğine işaret eden olgulardan birisi, onun farklı yorumlarının yayılmaya başlamasıdır. Maddi dünyayı değiştirmekte önemli bir rolü olan bir bilim, zamanla yanlış ve tamamlanmamış kısımlarını gösterir ve maddi dünyayı geçmişte olduğu kadar açık ve keskin bir biçimde gösterememeye başlar. Bu Marksizm’in başına gelmiştir. Burjuvazi için Marksistlerin bu durumda kalması faydalıdır, çünkü bu şekilde herkes kendi yorumlarına göre bir Marksist olduğunu iddia edebilir ve her çeşit burjuva yol ve politikalar “sosyalist” olarak gösterilebilir ve savunulabilir. Geçmiş sosyalist devrimlerin yetersiz kaldığı noktalar ve MLM’nin teorisindeki hatalı parçalar azdır. Yine de bunlar görmezden gelinemeyecek parçalardır, çünkü bunlar Marksizm’i güçsüzleştirmişlerdir ve komünist devrimin programına zarar vermişlerdir. Dahası, bu durum burjuvazinin etkili anti-komünist saldırılar başlatabilmesine imkân tanımıştır ve Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in veya Marksizm-Leninizm-Maoizm’in kılığına girmiş hatalı ve kapitalist çizgilerin üstünü örtmüştür. DEH içerisinde de benzer eğilimlerin varlığına tanık olduk.
İran’daki, Afganistan’daki ve her taraftaki devrimci komünistler, Lenin’in parlamentoya katılım hakkındaki görüşlerinin ve “demokratik cumhuriyet” konseptinin burjuvazi ile barışmak için kullanıldığını ya da nasıl Mao’nun “iki-adımlı devrim” ve “düşmanları teker teker yenme” konseptlerinden gerici yerel güçlerle iş birliği yapmak için yararlanıldığını bilirler (ya da bilmeleri gerekir!).
Maoist partilerden çıkan revizyonist eğilimler, gerici sınıfların farklı kısımları ile ittifak kurma durumlarını Mao’nun “düşmanları teker teker yenme” konsepti ile savunmuşlardır. Afganistan böyle eğilimlerle karşılaşmadı mı? Rahaii Örgütü ve SAMA (Milli Afgan Özgürleştirme Örgütü, hareketin kendini Maoist olarak gören bir kısmı tarafından önderlik ve organize edilen solcu-seküler birleşik cephe örgütlerinden biridir) İslamcılarla (cihatçılarla) birliklerini nasıl savunmaya çalıştılar? Kalkıp sadece “burjuvayız ve bu yüzden cihatçılarla birlik oluyoruz” demediler! Böyle mi dediler? Rahaii Örgütü Çin’deki kapitalist yolcuların bir takipçisiydi ve hiçbir şekilde Mao’nun devrimci komünist çizgisinin temsilcisi değildi. Ancak liderleri “Maoist Düşüncenin” zayıf noktasını bulmayı ve onun düşüncesinin devrimci komünist temelini dağıtıp kendi revizyonistliklerini savunmak için kullanmayı biliyorlardı. İran Komünistleri Birliği içerisinde 1980 yıllarında gelişen sağcı bir çizgi, gerici Humeyni’nin “anti-emperyalist taraflarının” savunulmasını zorunlu olarak görmüştü. Yalnızca İKB içinde değil, İran’daki Sol hareket içinde pek çok destekçisi olan bu eğilimin iki “teorik” kaynağı vardı: İlki, Mao’nun Çin’deki burjuvazinin “iki yüzlü karakteri” ile ilgili konsepti ve feodalizm ve emperyalizm karşısında zafer kazanabilmek için bu sınıf ile bir birleşik cephe oluşturma zorunluluğudur. (Hatemi tarafından yönetilen İslami Cumhuriyet’in “reform grubunun” yükselişinden ve 1990’larda başkanlık seçimlerindeki zaferinden sonra, Sarbederan’ın İran’daki İslami rejimi devirmek için silahlı ayaklanmasına [1983 yılında] karşı çıkan İKB içerisindeki sağcı oportünist çizginin bazı kalıntılarının aynı mantığı uygulayarak Hatemi’ye destek çağrısında bulunmaları ilginçtir.) İkincisi, Komintern döneminden beri (Lenin’in önderlik ettiği zamanından beri) komünist hareket içerisindeki baskın düşünce “anti-emperyalist” (aynı zamanda anti-komünist de olan) eğilimlerle birlik olmak gerektiği şeklindeydi.9 Avrupa ve Kuzey Amerika’daki Troçkist eğilimlerin (çok açıkça anti-Maocu olan) çoğunun aynı düşünce ve geleneği kullanarak İslam Cumhuriyetini savunmaları ve bu aynı anlayışla şimdilerde Museviler tarafından önderlik edilen “Yeşilci Hareketi” desteklemeye kaymaları önemli bir noktadır. Gericiler arasındaki her ayrımda olduğu gibi bu güçler de rejimin hangi kesimini desteklemeleri gerektiği noktasında ayrıma düştüler. Suriye’deki olaylara bakıldığında, bazıları “emperyalizme karşı” Beşar Esad’ı savunurken, bazıları da “Devrimi” (yani Özgür Suriye Ordusu’nu) savundular. Bu eğilim her çeşit “anti-emperyalizmin” desteğe değer olduğunu söylemekte ve İran İslam Cumhuriyeti gibi anti-emperyalizmi son derece gerici olsa dahi, sözde anti-emperyalist rejimlerin devrilmesini genel olarak anti-emperyalist harekete “ihanet etmek” olarak görmektedir.10
Ortadoğu’daki politik sahnenin emperyalizm ve İslami köktendincilik tarafından oluşturulan iki kutup arasındaki çatışmanın dinamiklerine dayandığı ve milyonlara varan kitlelerin bu iki kutup arasında kalıp “etten duvar” olarak kullanıldığı bu dönemde, İslamcıların “anti-emperyalizmini” savunan politik çizgi aşırı derecede gericidir ve herhangi bir toplumsal devrimin geride bırakılmasına götürmektedir. Bu bölgede, İslamcıların sözde anti-emperyalizmi emperyalizmden kurtuluş mücadelesine bir nebze dahi yardım edemez. Doğrusu, emperyalistlerin kavrayışını güçlendirir, tıpkı emperyalistlerin “teröre karşı savaşının” bu yerel gerici kuvvetleri güçlendirmesi gibi. Bu tecrübe kendi başına İslamcılığın ve emperyalizmin iki gerici kutbu temsil ettiği gerçeğini görmek için, bunlara karşı mücadelede herhangi bir tarafın desteklenemeyeceğini, çünkü ikisinin de ortadan kaldırılması gereken bir toplumsal sistemi temsil ettiğini anlamak için yeterli değil mi? Afganistan Komünist (Maoist) Parti’si bu konuda ne söyler?
Dünyadaki Solcu hareketlerin içindeki pek çok sağcı sapma (Leninizm, Maoizm ya da Troçkizm adı altında olması durumu değiştirmez) Lenin’in “Sol Komünizm” üzerine makalesini devrimci olmayan bir durumda burjuva parlamentosuna katılmalarının haklı ve doğru olduğunu savunmak için kullanırlar. O zaman bu tür makalelere dayanarak kendi yanlış çizgilerini savunan bu sağcı çizgiye sahip kişilere karşı doğru yaklaşım nedir? Sadece Marx, Lenin ya da Mao’nun sözlerini “yanlış kullandıklarını” söylemek yeterli olur mu? Eğer eleştirimizi burada bırakırsak İslamcıların tartışmalarda “inançlarını” korumak için sözde Kur’an’ın farklı “yorumlamalarını” kullanarak uyguladıklarına benzer bir metodolojiye düşeriz. Mao’nun Çin’deki milli burjuvazi ile birleşik cephe oluşturma politikasının Çin Komünist Partisi’nin bağımsızlığını ve ÇKP liderliği altındaki Kızıl Ordu’ya bağlılığını korumak için olduğu ve Lenin’in Rus devrimindeki pratiğinin onun teorisinin ve politikalarının doğruluğunun bir yansıması olduğu iddiaları şüphesiz doğrudur. Ancak bu yeterli değildir. Mao’nun ezilen ülkelerde nasıl milli burjuvazinin halkın kampında olduğu konusundaki analizi o zaman doğru olsa bile, günümüzde dünyanın gerçeklerine ve burjuvazinin pozisyonuna tekabül etmemektedir. Dahası, Mao’nun “düşmanı teker teker yenme” konusundaki düşüncesini genellemek doğru değildir ve Mao’nun bizzat kendisi de anti-Japon savaş tecrübesini (ÇKP kontrolü altındaki kızıl üs alanlarına Japon saldırıları olması sonucunda Parti ve Kızıl Ordu Japon ordusunu yenmek için gereken birliği sağlamak açısından gerici Kuomintang lideri Chiang Kai-Shek’e barış antlaşması sundu) genelleme eğilimine sahipti. Bu tecrübeye genel bir kural olarak dönülmemelidir. “Maoist” eğilim içindeki sağcılar her zaman bu tarz yanlış genellemelere sağcı sapmalarını savunmak için kullanmıştır. Bu gerçeklere karşı çıkmak proleter devrim için yararsızdır. Bu gerçekle yüzleşmeliyiz.
Bob Avakian, “Maoizmi” Çin revizyonistlerinin ve onların uluslararası destekçilerinin pençelerinden kurtarmıştır. 1980 yılında Bob Avakian tarafından Mao Zedong’un Ölümsüz Katkıları [Mao Tsetung’s Immortal Contributions] eserinin yayınlanması bu yolda önemli bir adımdı. Dahası, Çin’de Devrim ve Karşı Devrim [Revolution and Counter-revolution in China] kitabı ÇKP içindeki, sosyalist Çin’deki sınıf mücadelesinin yoğunlaştırılmış bir yansıması olan iki-çizgi mücadelesini özetledi. Bu kitap her iki taraftan (hem komünistlerin hem de revizyonistlerin tarafındaki) makalelerle ilgili mücadeleyi belgelemektedir. Deng Xiaoping’in 20 nokta programının ve kapitalizmin restorasyonunu amaçlayan revizyonist planlarının açığa çıkartıldığı ve Mao ve “Dörtlü Çete” tarafından buna karşı verilen mücadelenin belgelendiği kitap bu kitaptır. Bu olayların dünya tarihine geçecek önemi Bob Avakian ve DKP çalışmaları olmaksızın fark edilemezdi ve üstlerinin örtülmesi söz konusu olabilirdi. Kendilerine “Maoist” diyen burjuva demokratlar da rahatça takılabilir ve Mao’yu basit bir burjuva demokrata dönüştürebilirlerdi. Dahası, Bob Avakian aynı zamanda Mao’nun Stalin üzerine eleştirilerini açığa çıkarıp Mao’nun da ötesinde, onu daha da geliştirdi. Bunları dünyanın sözde Maoistleri, Mao’nun Stalin eleştirilerine “şüpheyle” yaklaşırken yaptı. “Üçüncü Dünya” Maoistleri emperyalist ülkelerdeki devrim konuşmalarına gülünçmüşçesine bakarken ve emperyalist ülkelerin Maoistleri de kendi görevlerini sadece “Üçüncü Dünyada” devrimci cepheyi desteklemek olarak görürken, Bob Avakian, ABD gibi ülkelerde devrim yolunu sistematik olarak geliştirdi. “Sosyalizme giden yol demokrasiden geçer” fikrinin uluslararası komünist harekette baskın bir bakış açısı olduğu (ve Nepal Komünist Partisi Maoist, şimdilerde Birleşik Nepal Komünist Partisi Maoist de bu görüşün bir destekçisidir) bir dönemde Bob Avakian sistematik olarak diktatörlük ve demokrasi sorunu üzerine Marksist teoriyi geliştirdi ve daha açık hale getirdi. SSCB ve Çin’de proletarya diktatörlüğü tecrübelerine saldıranlara karşı Bob Avakian, 18. yüzyılın burjuva demokrasisine dönmektense 20. yüzyılda proletaryanın büyük tecrübesini analiz ederek SSCB ve Çin’de proletarya diktatörlüğünün eksiklerini eleştirdi ve proletarya diktatörlüğü ve demokrasi üzerine teorileri daha da geliştirdi.
Marksizm’in bu şekilde bilenmesi Devrimci Enternasyonalist Hareket içinde bulunan bazı parti ve organizasyonları dahi rahatsız etmektedir, çünkü devrim ve komünizm adı altında gizli ve hatalı amaçların bulunduğu alanları yok etmektedir. Devrim, özellikle de sosyalist devrim, bilinçli bir harekettir. Realite (bağımsız olarak bulunan gerçeklik) ve bilinç değişmekte olduğu için de “Marksizm gerçeği keşfetmiştir, komünistlerin görevi de bunu uygulamaktır” şeklinde metafiziksel bir anlayış temelinde devrim yapmak mümkün değildir. Eğer durum bu olsaydı SSCB ve Çin’de olmuş olan iki büyük devrim yenilgiye uğramazdı. Gerçek bir kerede ve sonsuza dek keşfedilmiş olabilecek bir şey değildir. Aksine, madde ve bilinç, özne ve nesne, özgürlük ve zorunluluk arasındaki bitmeyen mücadelelerin bir sürecidir.
Bilimin Gelişimi İçin Maddi Bir Temel Var Mıdır?
Shola şöyle der: “Sosyo-ekonomik sistem… yani kapitalist sistem, yaşadığı büyük gelişmeler sonrasında dahi en nihayetinde kapitalist sistemdir ve temelleri objektif olarak gerçektir ve bir sınıf olarak işçi sınıfının, işçi sınıfı olmak yerine işçiler için bir sınıf olacak şekilde değişmesine hala ihtiyaç vardır. Kapitalist-emperyalist sistem halen varolmaktadır ve bizler kapitalizm sonrası ve hatta emperyalizm sonrası ultra-emperyalizm gibi bir sistem ile karşı karşıya değiliz.”
Ancak ortadaki sorun bu sistemin “objektif varlığı” değildir! Sorun, bu sürekli değişen objektif realitenin ve bizim bunun hakkındaki bilgi birikimimizin durumudur. Hepimizin bildiği üzere, kapitalizm kapitalizm-emperyalizme dönüşmüştür ve emperyalist ülkelerin işçi sınıfında pek çok değişiklik yaşanmıştır. Bu değişiklikleri anlayıp kavramsallaştırmadan Lenin’in devrim yapması mümkün olmazdı. Devrimci pratiğin üretimi için teorinin gelişmesi gerekliydi. Teoriyi ilerletmeden oportünizm ve revizyonizm ile mücadele etmek imkansız olurdu, çünkü revizyonizm ile ayrılınacak bir kriter bulunamazdı. Bilimin görevi, objektif realiteyi ve nasıl değiştiğini ve neden değiştiğini incelemektir.
Son yıllarda gerçekleşen birkaç değişikliğe bakalım ve Shola’nın dünyanın çok da değişmediği şeklindeki incelemesinin ne kadar gerçekçi(!) olabileceğini görelim.
İlk olarak, bir zamanlar sosyalist olan Çin’deki kapitalist restorasyona bakalım. Shola diyor ki “Proleter politik gücün varlığının bakış açısından proletarya devrimi dalgaları Marx’ın zamanında devasa boyutlarda başladı ve Çin’de devrimin yenilgisiyle ciddi derecede güç kaybetti, ancak tamamen bitmedi.”
Bu tarz bir incelemeyle Shola şu iki problemden birini gösteriyor: ya sosyalist devrimler iktidarı ele geçirdiği ve sosyalist ülkeler inşa edildiği zamanlarda dünya tarihinin farkında değildir ve bundan ötürü proleter diktatörlüklerin dünyanın büyük çoğunluğu emperyalizmin ve gericilerin hakimiyeti altındayken bile var olmalarının neyi temsil ettiğini anlayamamaktadır. Ya da: bu tarz bir analizle sadece kesin bir sınıf bakış açısı sunuyorlar: Tarihe ezilen ülkelerin milli burjuvazisinin bakış açısıyla bakıyorlar ve bundan ötürü bu ülkelerin kaybedilmesinin önemini cömertçe küçümsüyorlar.
1976’da Çin’de sosyalist yönetimin devrilmesi ve kapitalizmin restore edilmesi sadece kapitalizm karşısında dünyanın son sosyalist kalesini yıkmakla kalmadı, aynı zamanda Çin’i dünya devriminin kalesi olmaktan dünya emperyalizminin rezervi ve devamında önemli sütunlarından biri olmaya itti. Bu olay, dünya çapında devrim ve karşı devrim dengesinde büyük etki yarattı, örneğin gerici İslamcı hareketlerin artıp yayılması da buna dahildir. AK(M)P gerçekten Çin’in dönüşümünün dünyanın objektif durumu üzerinde nitel bir etkisi olmadığını mı düşünüyor?!
1950’lerde, 60’larda ve 70’lerde eski kolonicilik karşıtı milliyetçi hareketlerin yenilgisi ve yerlerini dini kabile mücadelelerine bırakmaları da olan büyük değişimlerden biriydi. Komünist hareket dünyanın farklı köşelerinde darbe yedi ve negatif bir şekilde ötekileştirildi. Komünist hareketler ve hatta milliyetçi hareketler yerine, dini kabileci programları ve bakış açılarıyla İslamcı güçler kitleleri etkilemeye başladı.
ABD ve SSCB tarafından önderlik edilen iki emperyalist blok arasındaki rekabetin bitişi emperyalist kapitalizmin dünyanın her köşesini işgal etmesi için yeni bir döneme kapılarını açtı, bu da bütün dünyanın eşi benzeri görülmemiş bir şekilde entegrasyonuna ve buna bağlı olarak da farklı ülkelerin sosyo-ekonomik kumaşında büyük kopukluklara ve dengesizliğe yol açtı. Bu gelişmeler bütün ülkelerin ve özellikle de “Üçüncü Dünya” ülkelerinin sosyal dokusu ve sınıfsal konfigürasyonları üzerinde inkâr edilemez etkilere sebep oldu ve bu durum her ülkede devrim stratejisi açısından önemli sonuçlar doğurdu.
Kapitalist küreselleşmenin sonucu olarak yeni burjuva kompradorlar sınıfı ortaya çıktı ve daha düşük seviyedeki burjuvalar, yani “milli burjuva” sınıfı tamamen dünya kapitalist sisteminin dinamiklerine tabi oldu. 1970’lerin ortalarından bu yana emperyalistler önderliğindeki gelişme sürecinin aksaması bu sınıfı, politik gücü o zaman elinde tutan burjuva komprador sınıfı ile antagonist bir karşıtlığa sürükledi. Bu yeni komprador elitler, ekonomik ve politik gücün yeniden dağıtımı konusunda yeni istek ve hedefleri olan ancak yine aynı kapitalist-emperyalist sistem çerçevesinde kalan İslamcı kapitalistler, politikacılar ve entelektüellerden oluşuyordu.
Bu politik güçlerin yükselişi komünist harekete büyük zorluklar çıkarmaya başladı. İslamcılığın yükselişi ve küresel kapitalist sistemin işleyişi ile ilişkisi konusunda hatalı bir politik analiz ve bu İslamcı kuvvetlerin sınıfsal karakterinin ve emperyalizm ile çelişkilerinin gerici doğasının hatalı analizi komünist ve Sol hareketlere çok büyük zarar verdi ve hatta Avrupa ve ABD’deki emperyalizm karşıtı güçleri emperyalizm karşısında İslamcı güçlerin savunuculuğuna sürükledi. Uluslararası objektif durumda yaşanan iki önemli değişim Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da İslamcı güçleri daha da kuvvetlendirdi: Bunlardan birincisi, 1970’ler sonrasında emperyalistler öncülüğündeki ekonomik gelişimin aksamasının bu ülkeler içerisinde sosyal çözülmelere yol açmasıdır; ikincisi, milliyetçi hareketlerin dünya kapitalist sisteminin yeni destekçilerine dönüşmesidir. Son olarak da 1976’da Çin’de kapitalizmin restore edilmesi İslamcı güçlerin “Solcu” ve “seküler” rakiplerini güçsüzleştirmiş ve itibarsızlaştırmıştır.
Bob Avakian, uluslararası komünist harekette bu İslamcı hareketlerin ve içlerindeki sınıfların ve kesimlerin doğasını cesurca ve açıkça analiz eden ilk kişiydi.12
Ancak DEH içindeki MLM partilerinin çoğu, İslami köktendinciliğin yükselişi bu sözde “Müslüman” ülkelerdeki komünist hareketlerin yayılıp gelişmesinin önünde büyük bir engel olduğu gerçeği ortadayken bu analizden ve bu konuda devrimci bir politikaya olan ihtiyaçtan bihaberdi.
AK(M)P’ye şu soruyu sormak isteriz: AK(M)P’nin İslamcı hareketler fenomeni içinde bulunan kuvvetlerin (özellikle de Taliban’ın) sınıfsal karakteri ve bu güçler ile emperyalizm arasındaki çelişkinin doğası üzerine analizi ne olmuştur? İslamcı güçlerin sınıfsal karakteri üzerine analizleri Afganistan’da proleter devrim için strateji ve taktik oluşturmada nasıl rol oynamıştır? Hangi MLM teorileri AK(M)P’nin bu tarz bir analiz ve sentez geliştirmesinde araç olmuştur?
Shola, Paris Komünü ile başlayıp 1917’de Ekim devrimi ve 1949 Ekim’inde Çin’deki devrimi ve 1966’da Çin’deki “devrimin içindeki devrim” -Marx, Lenin ve Mao (MLM) teorilerinin altını çizdiği bir dönem- ile devam eden birinci dalga proleter devrimlerinin bitişi hakkında konuşmanın yanlış olduğuna inanmaktadır. Bu amaçla Shola şöyle söyler:
“…Kapitalist sistemin ortaya çıkışı, bu sistemin sınıfsal dokusu ve içindeki sınıf mücadeleleri Marksizm’in ortaya çıkışının objektif temeliydi. Marx’ın zamanındaki kapitalizm serbest piyasa kapitalizmiydi. Kapitalist sistemin emperyalizm seviyesine gelişimi ve yeni sınıfsal dokusu ve mücadeleleri Marksizm’in Marksizm-Leninizm şeklinde geliştiği objektif zemindi. Emperyalist egemenliği altındaki ülkelerde proletarya devriminin gelişimi ve daha önemlisi Sovyetler Birliği’nde devrimin yenilgisi ve devrimci Çin’de kapitalizmin restorasyonunu engellemek için verilen mücadele, Marksizm-Leninizm’in Marksizm-Leninizm-Maoizm’e gelişimi için objektif temeli oluşturdu. …Bu objektif temellere bağlı olarak, günümüze kadar komünizm biliminde üç gelişme evresi olmuştur, yani birinci evre Marksizm, ikinci evre Marksizm-Leninizm, üçüncü evre Marksizm-Leninizm-Maoizm… Bundan dolayı, bütün Marx, Lenin ve Mao dönemini bir devrimci dalga (birinci proleter devrimi dalgası) olarak adlandırmak için objektif bir temel ya da sübjektif prensipler bulunmamaktadır.”
Görünüyor ki, AK(M)P Marksizm’in gelişiminde evrelerin bulunduğunu kabul ediyor, ancak Marksizm’in daha da gelişmeye ihtiyacı olup olmadığı konusundaki metotları ve argümanları Singh tarafından yönetilen Nepal Komünist Partisi (Mashal) ile benzer. (Bu parti DEH içinde katılımcı bir üyeydi) Singh, Mao Zedong’un Marksizm’i üçüncü bir evreye geliştirdiğine inanmıyordu ve Singh’in görüşüne göre Mao bunu yapamazdı, çünkü Marksizm bilimi sadece kapitalizm nitel olarak yeni bir evreye geçince gelişmekteydi. Mashal Partisi’nin liderinin bu yargılaması sadece onun metafiziksel metodunun bir yansıması olmakla kalmayıp, esasen Singh’in Mao Zedong tarafından sosyalizm altında sınıf mücadelesinin kurallarının keşfedilmesinin ve “proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesinin sürdürülmesini” teorisinin çok büyük önemini kavrayamamıştı, ya da burjuva bir bakış açısıyla sadece umursamamıştı. Mashal Partisi için, sosyalist bir ülkede kapitalizmin restorasyonu ve onun sosyal-emperyalist bir ülkeye dönüşümü “dünyadaki objektif değişimlerin” bir parçası değildi, yani Marksizm’in bununla uğraşmasına gerek yoktu ve Marksizmin, Mao Zedong üzerinden bu zorlukla mücadele edecek konuma gelip bu zorunlulukla mücadele etmesi durumu da onlara göre aslında o kadar küçük bir olaydı ki, “Marksizm’in gelişimi” olarak görülemezdi! Mashal için bu durum, dünyanın ve milyarlarca insanın geleceğinin dayandığı bir “objektif zorluk” temsil etmiyordu. Mashal’a göre bu problem günümüzün devrimlerini alakadar etmezdi ve komünist hareket bununla uğraşmamalıydı. Çünkü Mashal’ın “objektifi” sadece onun politik ve ideolojik “radarına” yakalananlardı, gerçeğin kendisi değil.
AK(M)P’nin anlayışının aksine, dünya seviyesinde oluşan değişimler (birkaç tanesinden bahsettik bile) önemli olmanın yanı sıra aynı zamanda bu değişimleri incelemek Marksizm’in geliştirilmesi ihtimalini mümkün kılar. Hiçbir devrimci parti bu değişimlerin ve devrimci strateji ve taktikler üzerindeki etkilerini kavramanın önemini görmezden gelemez. Ülkelerinde ve dünyada devrim yapmak konusunda ciddi olan herhangi bir komünist parti veya organizasyon bu değişimler tarafından öne sürülen zorlukları tespit etmek zorundadır. Yoksa devrimci komünist bir akım olarak var olmaktan çıkarlar. Şimdi, bu çok büyük maddi değişimler ve bizim önümüze çıkardıkları zorluklar ile uğraşmaktan kaçınan nasıl bir düşünüş biçimidir diye sorma hakkımız yok mu? Objektif durumdaki çok büyük değişimler Marksizm’in eski teorik sistemine meydan okumuştur. Bob Avakian gibi materyalist bir düşünürün çalışmaları bu değişimlere bir cevap olarak hizmet etmektedir ve komünist teoriyi daha doğru ve bilimsel bir temele oturtmaktadır. Bunu yapmazsak Marksizm bir dine ve ritüele dönüşür ve kaçınılmaz olarak dünyayı devrim ile değiştirme yolunda bize yol gösterecek gücünü yitirir.
Şimdi teori ve pratik arasındaki ilişki ve AK(M)P’nin bizim yaklaşımımızın “teoriyi mutlaklaştırdığı” iddiası hakkında konuşalım.
Teori ve Pratik Arasındaki İlişki
Teori ve pratik arasındaki ilişki Shola’nın başka bir eleştiri noktasıdır. Shola’ya göre Partimizin teorinin rolü konusunda “mutlakçı” bir bakış açısı vardır ve şöyle yazar: “Teori ve pratik arasındaki ilişki konusunda bizim iki meşhur formülümüz var. Birisi şudur: Teori pratiğin yol göstericisidir. İkincisi de şudur: Pratik, teorinin ortaya çıkış noktasıdır ve aynı zamanda onun doğruluğunun veya yanlışlığının kriterini sunar. Sadece bu iki formülü ele alarak teori ve pratiğin rolünü doğru bir biçimde tanımlayabiliriz. Ancak İKPMLM MK’sinin belgesi teorinin rolü üzerine mutlakçı bir bakış açısına sahip.”
Shola’nın eleştirisi genel olarak “Yol Ayrımı” makalesindeki şu bildiri etrafında dönüyor: “Teorinin pratiğin arkasında ilerlemesi gerektiği şeklindeki bayağı anlayışın aksine, teori pratiğin önünde yürümeli ve ona önderlik etmelidir. Günümüzde dünyadaki tüm komünistler bu şekilde hareket etmelidir.”
Bizim Bu Eleştiriye Cevabımız
Marksizm’in doğru bir şekilde anlaşılması meselesi formüllerle olacak iş değildir. Revizyonistler de bu formülleri kullanırlar, ancak teori ve pratik arasındaki ilişki konusundaki kendi anlayışları çerçevesinde bunu yaparlar. Shola’nın ve bizim göründüğü üzere birlik içerisinde olduğumuz bu aynı teoriler aslında gerilimlerle doludur ve ampirist ve pozitivist eğilimlerin bu teoriler üzerine kendi yorumları ve kendi anlayışları vardır.
Toplumsal pratik başlangıç noktası ve teorinin (ya da bilginin) sonudur. Teoriye, toplumsal pratik veya insanların aklın dışında objektif olarak var olan dünyayı anlamak ve değiştirmek amacı ile dünyayla etkileşimde bulunmaları ile erişilir. Son olarak da bir teorinin doğruluğu bu objektif dünya tarafından ölçülür. Bizim bilgi birikimimizin tamamı sınıf mücadelesinden, üretim ilişkilerinden ve bilimsel deneylerden gelir.
Pozitivistler ya “toplumsal” sıfatının üzerini çizerler ya da bu sıfatı çok dar bir şekilde anlarlar. “Toplumsal pratik”, tek bir bireyin, grubun veya ulusun direkt pratiğinin ötesinde olan bir pratik anlamına gelir. Bizim çağımızda toplum pratiği dünya pratiğidir. Devrimci teorilerimiz prensipte kendi pratiğimizin bir sonucu değildir, dünya-tarihsel pratiğin soyutlaştırmalarıdır. Toplumsal pratik yoluyla edinilen teoriler sonrasında başka tür toplumsal pratiklerin uygulanmasında kılavuz görevi görürler. Mao Zedong, Marksist felsefenin bu temel teorisini savunmuş ve geliştirmiştir. Toplumsal pratiğin bilgi edinilmesinde ana ve kararlaştırıcı etkiyi sahip olması gerektiğini vurgulamıştır.
Teori ve pratik arasındaki ilişkideki bir sonraki önemli nokta ise insanlığın bilgi birikiminin (insanların kendi koşullarını değiştirme yeteneği de bunun bir parçasıdır) sosyal pratikten durduk yere, spontane biçimde fırlamadığıdır. Bu bilgi birikimi, zihinsel çalışma ve sentez ile edinilir. Bunu yapmak için bir kişinin fenomenlerin ortaya çıkışından temeline inerek bu fenomende içselleşmiş ve açıkça görülmeyen ilişkileri keşfetme yoluyla bilgi birikiminde rasyonel bir sıçrayış yapması gerekir. Sadece teorik olarak damıtıcı bir pratik ile insanlar pratiğin bir kısır döngüye girmektense spiralli bir yolda gelişmesini sağlayacak şekilde tecrübelerini paylaşabilir. Eğer pratik analiz ve senteze dahil tutulmazsa eldeki tecrübe paylaşılamaz ve sonunda analiz yitirilir. Günümüzde bu kural komünizmi ciddi derecede etkilemektedir.
Doğrusu, kavranılmamış ya da yanlış kavranılmış toplumsal pratik kaybolacaktır. Bu, 20. yüzyılın sosyalist devrimler tecrübesinin üzerinde durmakta olan bir tehlikedir ve dünya komünistleri arasında yalnızca Bob Avakian bu tecrübeleri doğru bir biçimde kavrayarak bu tecrübeleri kaybolmaktan alıkoymanın yanında derin derslerini de korumayı ve yanlışlarını ve eksiklerini fark etmeyi ve fark ettirmeyi başarmıştır. Bu tecrübeleri sentezleyerek Bob Avakian, komünizmin ne olduğu ve komünizme giden karmaşık yolun ne olduğu konusunda daha bilimsel ve daha isabetli bir bilgi birikimi üretmiştir. Açıkçası, Bob Avakian’ın yeni sentezinin prensip “alanı” dünya tarihini değiştirmiş 20. yüzyıl sosyalist devrimleridir. Burada da görebiliriz ki, yeni sentezin geliştirilmesinde toplumsal pratik dümenin başındadır.
Doğrusu, DKP tarafından sonraki gelişmeler (ABD’de devrimci teori ve pratik alanında) Bob Avakian’ın ABD’deki mücadele alanı dışındaki diğer “alanlar” hakkında ulaştığı kavrayışlardan etkilenmişti. Örneğin, DKP’nin ekonomizmden kopuşu Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin anlamının ve içeriğinin keşfedilmesi ile mümkün oldu. Ya da DKP’nin DEH ile ilişkilerinde oynadığı öncü parti rolü (hem teorik hem de organizasyon bakımından) Bob Avakian’ın UKH’nin tecrübeleri (Stalin tarafından Komintern’in feshedilmesi ve sonrasında Mao Zedong tarafından UKH’nin yeniden organizasyonu konusunda eksik kalan inisiyatif ve Mao’nun kendi düşünüşündeki bazı milliyetçi eğilimlerin fark edilmesi de dahil) hakkındaki kavrayışı sayesinde söz konusu olmuştur.
Bütün Maoist partilerin bundan sonraki gelişimleri Çin’deki sınıf mücadelesi ve sonuçları üzerindeki kavrayışlarından etkilenmiştir. Hepsinin Çin’de neden komünistlerin yenildiklerini ve proletarya diktatörlüğünün neden devrilip kapitalizmin restore edildiğini açıklamaları gerekiyordu. Troçkistler bu olayı bir ülkede ya da üretici güçleri çağın gerisinde kalmış ülkelerde sosyalizmin “imkânsız” olduğunu gösterdiğini iddia etmek için kullandılar. Filipin Komünist Partisi gibi Maoist yönelimdeki bazıları da yenilginin sebebinin Çin’de ileri seviye sosyalist ilişkileri dayatmak isteyen “Dörtlü Çete’nin solculuğu” olduğuna inandılar. Başkaları yenilgiyi o ülkede “tek parti devletinin” varlığının ve “demokrasi eksikliğinin” bir sonucu olarak gördü (örneğin Hindistan Komünist Partisi Marksist-Leninist Merkezi Yeniden Yapılandırma Komitesinin veya bugünkü adıyla “Naxalbari” grubunun lideri olan K. Venu meseleyi böyle görmüştür. Ayrıca kendisi Nepal (Maoist) Komünist Partisi lideri olan Baburam Bhattarai da meseleyi böyle değerlendirmiştir) Bununla birlikte, Peru Komünist Partisi lideri Gonzalo, sosyalist ülkelerde kapitalist restorasyonun engellenebilmesi için “komünizme kadar halk savaşı” sürdürülmesi gerektiğine inanmıştır, vb.
Yukarıdaki bütün bu kavrayışlar hatalıydı ve varlıkları ile DEH partilerini ve bu partilerin kendi ülkelerindeki devrim süreci konusundaki vizyonlarını bir şekilde etkilediler. Başka bir deyişle Çin konusundaki kavrayışları, kendi pratikleri üzerinde önemli bir etkiye sahip oldu.
Teori ve pratik üzerine bu tartışma ile ilgili ve bu tartışmanın önemli bir parçası olan bir başka mesele de, bilginin veya teorinin görece doğru olduğu konusudur. Bu “görecelilik”, tamamen Marksist felsefede “kesin gerçeklik” olarak atfedilen teori ya da objektif dünyanın dışındaki “gerçeklik” ile ilişkilidir. Her noktada bizim objektif dünya ve süreçleri konusundaki bilgimiz görecelidir. Bu görecelilik insanların sınırlı olmalarının ve aynı zamanda objektif dünyanın sürekli bir değişim halinde olmasının bir ürünüdür. İnsanların objektif fenomenler hakkındaki büyüyen anlayışı ile birlikte bu “göreceliliğin” seviyesi azalmaktadır. Başka bir deyişle, bilgi eğrisi değişmektedir. Bu konuda Bob Avakian şöyle der: “…Marx’tan bu yana komünizmin prensipleri, hedefleri, bilimsel temeli, metodu ve yaklaşımında temel bir değişim olmasa da, komünizm kavrayışının bizzat kendisi pek çok değişimden geçmiştir.”13
Sonuç olarak, teorinin doğruluğu ve yanlışlığı ile alakalı kriterler bu teorilerin eski sistemleri değildir. Aksine, ölçüm çubuğu objektif dünyanın kendisi ya da teorinin göreceli yansıması olduğu gerçekliktir.
Pratiğin Ampirist Anlayışı
Sosyalist Çin’de ampirizme karşı mücadeleye çok büyük önem bahşedilmiştir. İşçi ve köylü kitleleri tarafından Marksizm’in çalışılması vurgulanmıştır, çünkü “…ampirizm ile kirlenmiş olanlar Marksizm’in pratikte kılavuzluk rolünü es geçmektedir ve devrimci teorinin çalışılmasına dikkatlerini vermemektedir. Geçici başarılar ve yarım doğrular ile yetinmektedirler. Dar görüşlü ve prensipten yoksun pratikler ile zehirlenmekteler ve doğru ve sağlam bir çizgiden yoksunlardır. İradeleri yoktur ve şarlatan siyasetçilerin -yani kendilerini Marksist olarak tanımlayan hatalı kişilerin- köleleridirler. Ampirizmi yenmek için temel yöntem Marksizm’in bilinçli olarak incelenmesidir.”14
“Prachanda Yolunun” doğruluğunu “kanıtlamak” için NKP(M) liderliği de teori ve pratik arasındaki ilişkinin ampirist yorumlamalarına başvurdular. Örneğin, argümanlarından biri, Nepal’de on yıl boyunca süren iç savaş (1996-2006) süresince Prachanda ve kendi deyişleriyle “Prachanda Yolu” liderliğinde tekrar tekrar alınan zaferlerdi. Bu aynı metodoloji ile, sosyalist Çin’de “proletarya diktatörlüğü” yenilgiye uğratıldığına göre, yanlış olması gerektiği sonucuna vardılar. Bu temelde de “Yeni Devletin” kendisini Komünist Parti ile burjuvazi partileri arasında bulunacak bir tür seçimli bir demokrasiye dayandırması gerektiği önerisini yaptılar.15
Bu pozitivist yöntemi genişletirsek “Sadece MEVCUT OLANIN istenebilir ve mümkün” olduğuna inanmamız gerekir. Buna baskı ve sömürü üzerine kurulan sınıf sistemi de dahildir. N(M)KP kendi sınırlı ve kısmi tecrübesini, dünya tarihine geçmiş sınıf mücadelelerinin devasa pratiğinden elde edilen evrensel doğruların yerine yerleştirmiştir. Mao bu sapmaya karşı şöyle bir uyarıda bulunmuştu:
“Tecrübe kazananlar teorik okumalarını arttırmalıdırlar ve çok ciddi bir biçimde çalışmalıdırlar, sadece bu şekilde kendi tecrübelerini sistemleştirip sentezleyerek teori seviyesine çıkarabilirler ve sadece bu şekilde kendi kısmi tecrübelerini evrensel gerçeklik ile karıştırma hatasından ve ampirik yanlışlardan kaçınabilirler.”16
Şüphesiz, bireylerin ve partilerin uzun soluklu devrimci mücadele pratikleri çok değerli tecrübelerdir, ancak bunlar doğru bir biçimde sentezlenmezse yalnızca devrimci pratik için “kılavuzluk” edememekle kalmanın ötesinde kendilerini karşı-devrimci pratiğe de kılavuz ederken bulabilirler. Ampirist yorumlamalarla bir kişinin teori ile pratik arasındaki ilişkiyi doğru bir biçimde anlayamayacağını görüyoruz. Evet! Prachanda, NKP(M)’nin Nepal devletindeki partiler ile ilişkilerinde iç savaşı bir nüfuz aleti olarak kullanabilmişti. Ancak bu “Maoistlerin” sarhoşluğu kısa sürdü ve bütün bu heyecanlananlar, bu tarz ilişkilere karşı rahatsızlıklarını belirtmektense şunları fısıldadılar. “Oh ne iyi bir pratikçi! Ne büyük bir zafer!”
Doğrusu, Nepal’in pratikleri ve tecrübeleri teorinin doğruluğunu kanıtladı, ancak kanıtlanan teoriler NKP(M)’nin kendi pratiklerine dayanan tecrübelerinden doğduğunu iddia ettikleri “teoriler” değildi. Nepal tecrübesi bir kez daha başka pratiklerden -zafer kazanan proleter devrimlerin ve başka yerlerde ve zamanlarda acı mağlubiyetlerle karşılaşan komünistlerin tecrübelerinden- doğan teorilerin doğruluğunu kanıtladı.
“Büyük Teorik Laflar” Fakat “Küçük Kurumsal Gövde”!
Shola öfkeli bir biçimde bizim teorinin önemi konusundaki vurgumuzu “bunlar büyük teorik laflar… ki bunlar bir tür teorik tembelliktir” şeklinde eleştirip ekliyor: “Bu büyük teorik laflar yalnızca bu partinin temel eksikliklerinin üstünü örtmektedir. Tehlikeli derecede küçük bir kurumsal gövdeye ve kalın entelektüel kumaşa sahiptirler. Toplumsal sınıf temelinden “elini uzaktan ateşe tutarak” ciddi derecede ayrı düşmüş ve pratikte felç olmuşlardır. Bütün bunlar önderliği için hatalı ve temelsiz, bahsettiğimiz eksiklikleri daha da derinleştirip geliştiren bir tür memnuniyet yaratmaktadır.”
Bu aksakallı bilge adamlar tarafından partimize ve “onun kurumsal gövdesine” sunulan bütün bu falcılığın diyelim ki gerçekliğe tekabül ettiğini varsayalım. Bu durumda saygıdeğer yoldaşlarımıza şu soruyu sormak isteriz:
Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in güçlü “kurumsal gövdesi”, güçlü “toplumsal temeli” ve devasa bağlantıları bu aynı toplumsal tabanın devrimci hayallerine ve isteklerine ihanet etmelerini önleyebildi mi? Afganistan’daki tecrübeye göz atalım: “SAMA” ve “Rahaii Organizasyonu” gibiler buna benzer acınası pragmatik argümanları, örneğin “elini uzaktan ateşe tutmak” ya da “pratikte felç olmak” gibi, komünistlere karşı gerici İslamcı eğilimleri taklit ve takip eden kendi sağcı oportünist çizgilerini savunmak için kullanmadılar mı? Ve bu arada, Sovyet ordusuna karşı verilen mücadelede pek çok solcu ve komünistin Mücahitlerin[i] bayrağı altında mücadele ettikleri ve kendilerini feda ettikleri konusundaki kavrayışınız nasıldır? Bu mücadelenin doğası devrimci miydi, yoksa karşı devrimci mi? İslamcı güçler tarafından önderlik edilen savaş cephelerine katılmak nasıl savunulur ve hangi teoriler temelinde yapılmıştır? Bu acı tecrübelerde pek de “uzaktan” olmayacak şekilde bizzat bulundunuz. Sonuç olarak bu tarz bir pratiği savunmak ve üretmek için kullanılan o “teoriler” hakkındaki kavrayışınız nedir?
Tekrardan Shola’ya şunu hatırlatmak isteriz: Herhangi bir partinin karakterinde ve pratiğinde politik ve ideolojik çizgi belirleyici önem taşır. Teori ve pratik ayrılamaz. Ekonomistlerin ve pragmatistlerin pratiği de teori temelindedir, tıpkı komünistlerinki gibi. “Gerçekçi ol! İmkansızı iste!” şeklindeki devrimci slogan da “Mümkün olan MEVCUT OLANDIR” şeklindeki pragmatik slogan kadar teorik bir temele sahiptir. Bu iki formülasyon da pratiğe dayalıdır. Biri gerçekliği doğru bir şekilde yansıtırken diğeri de yanlıştır. Biri devrimci pratiğe kılavuzluk eder, diğeri ise kapitülasyonculuğa ve sınıf ilişkilerinin yeniden yerleşmesine. Eğer pratik devrimci teoriye dayanıp onun kılavuzluğunda ilerlemezse, kesin olarak devrimci olmayan teori temelinde ilerleyecek ve hemen sonrasında devrimci olmayan ve hatta karşı-devrimci pratiğe dönüşecektir. Devrimciler tarafından yapılan pratik açısından da bu geçerlidir. Teori her zaman pratiğe bir kılavuzdur ve bütün pratik bir teoriye dayanır. Marksist bir sözcük olarak “praxis” bu ayrılamazlığı vurgular. Bundan dolayı, pratiğin yolunu gerçekten aydınlatabilmek için bu “kılavuzun” doğru olduğundan (ve doğruluğunun içinde onu takip eden pratiğin “doğruluğunun” da bulunduğundan) emin olmalıyız. Bu çok yalın, ancak oldukça güçlü bir hakikattir. Gerçeği hafife almak bilincin rolünü hafife almaya eşdeğerdir ve onun üzerinin çizilmesine yol açar. Eğer teori pratiğin ve objektif durumun arkasında kalsa nasıl kılavuzluk görevi görebilir?
Shola, Partimizin teorinin üretilmesinde pratiğin yolunu reddettiğini ve teorinin rolü konusunda mutlakiyetçiliğe düştüğünü iddia etmektedir. Shola bununla pratiğin teoriden önce geldiğini ve partimizin teoriyi ön plana alarak bunu sözde “hareketsizliğimizin” ve “pratik felcimizin” bir savunması olarak kullandığını anlatmak istemektedir. Shola’nın teori ve pratik arasındaki ilişki konusunda iddialarının bir başka seviyesi de bu büyük teorilerin sadece büyük pratikler sonucu ortaya çıkabileceğidir ve bunun sonucunda ABD’deki mücadele “alanının” acınacak derecede küçük olmasından ötürü oradan komünistlerin komünist teorileri geliştirmesinin imkânsız olduğuna varmaktadırlar.
Pratiğin teoriye üstünlüğü konusundaki bakış açısını savunmak için, Shola, Marksist teorinin geliştirilmesini örnek göstermektedir, ki bu yanlış bir örnektir. Shola, “proletarya diktatörlüğü” teorisinin Marx tarafından Paris Komünü (1871) sonrasında geliştirildiğini ve bu teorinin Komün pratiğine borçlu olduğunu iddia etmektedir. Shola bu gerçeğe tekabül etmeyen tarihi uydurmuştur. Marx, “Fransa’da Sınıf Savaşımları (1848-1850)” isimli meşhur çalışmasında komünizme ulaşılmasında “proletarya diktatörlüğünün bir dönüşüm noktası” olduğunu yazmıştır. Bu Paris Komününden tam 20 yıl öncedir!
Shola’nın kendi bakış açısını “kanıtlamak” için tarihi çarpıttığı gerçeğinin yanı sıra, bu aynı zamanda Shola’nın teori ve pratik arasındaki ilişki hakkındaki pozitivist anlayışının da bir göstergesidir. Shola, spesifik bir teorinin sadece spesifik bir pratiğin sonucu olabileceğini düşünmektedir, ancak Marx proletarya diktatörlüğü teorisini insanların toplumsal gelişiminin tarihi ve sınıfların ortaya çıkışı ve felsefe, politika vb. alanlarda dışavurumu üzerine geniş çaplı çalışmalar sayesinde sonuçlandırdı. Pozitivist eğilimler sadece “pozitif” sonuçlar veren pratikleri bir teorinin doğruluğunun ölçümünde değerlendirirler. Gerçek şudur: İlk olarak pratik yenilgiler bir teorinin hatalarının ya da eksiklerinin yansıması olmak zorunda değildir. İkincisi, yenilgiye uğratılmış pratik tecrübeleri dahi teorilerin ölçümü, düzeltilmeleri ve geliştirilmeleri için kaynak teşkil eder. Afganistan’da felaketle sonuçlanan bir örnek, Rahaii Organizasyonu ve SAMA’nın İslamcı güçlerle birliğidir (ki gerçekte bu Afganistan’daki feodal ve komprador sistemle birlik olmak demekti). Onların berbat sonuçlar veren bir pratiğe yol açan “milli direniş” teorilerinin anlaşılması ve eleştirilmesi için bu durum çok iyi bir kaynaktır.
Dogmatizm Marksizm’i Kırılganlaştırır
Dogmacılık, bilginin göreceli olduğunu anlayamaz. Göreceli bilginin yetersiz ya da yanlış olduğu dönemlerde dogmacılar bu gerçekliği fark etmeyi ve bu gerçeklikle yüzleşmeyi başaramaz. Dogmacılık Marksizm’i kırılganlaştırır ve cansız bir şeye dönüştürür. Dogmacılar dini bir inanışla Marksist ve devrimci olduklarını tekrarlarlar ancak devrimin sorunları ile yüzleşmeyi ya da sınıf mücadelesinde ortaya çıkan karmaşık fenomenleri açıklamayı başaramazlar. Dogmacılık devrimcileri pratikte de felce uğratır, çünkü devrimci pratik dünyayı değiştirmek demektir ve dünyayı değiştirmek irade gücü ile yapılabilecek bir şey değildir. Bunun için, birinin içsel çelişkileri ve bunları yıkmanın mümkünlüğünü kavraması ve bu temelde hareket etmesi gerekmektedir. Teori dış dünyayı yansıtmak zorundadır. Şayet teori donmuş hale gelirse, bu dış dünya ile bağlantısını kaybeder. Dogmacılık aslında bir idealizm biçimidir. Lenin diyor ki, Marksizm dogmatik bir ruh olmadığına ve hareket açısından canlı bir kılavuz olduğuna, maddi dünya ve toplumsal koşullar ile ilişki içinde olduğunda ve bunu değiştirmeyi hedeflediğine göre, bütün bu sebeplere göre, toplumun maddi koşullarındaki herhangi bir değişiklik kaçınılmaz olarak Marksizm’i etkiler ve Marksizm tarafından yansıtılır. Bu sebeplerden ötürü Marksizm ve Marksistler krizleri tecrübe ederler, bu bir gelişim krizidir. Dogmacılar kriz sözcüğünü sevmezler çünkü yalnızca bu sözcüğün negatif kısımlarını görürler. Ateş çıkmasının, vücudun bir [sorunla] baş etmek için reaksiyonu olduğunu göremezler. Marksistler bu zorluğa cevap vermek isterler, çünkü onlar maddi gerçekliği değiştirmek isterler.
Teori Pratiğin Arkasında Kalınca
UKH her zaman teoriye karşı nefret duyan ve teorik yoksunluğa tapan eğilimlere şahit olmuştur. Ekonomist ve pragmatist liderler her zaman kitleleri “elle tutulabilir” ve “kalbe yakın” teoriler enjekte ederek “küçük çocuklara” dönüştürürler ve bu da burjuvazinin kitleleri kontrol altında tutmak için uyguladığı yöntemin tıpatıp aynısıdır. Öbür taraftan, Marx’tan Mao’ya kadarki komünist liderler açıkça devrimci teorinin önemini belirtmişlerdir. Lenin devrimci teorinin büyük önemini, fevkalade bir Marksist klasik olan “Ne Yapmalı?” eserinde açığa çıkarmıştır. Marksizm’i Marksizm-Leninizm’e ilerletmenin parçalarından biri de Lenin’in bu eserinde sunduğu ileri anlayıştır. Açıkça bu gelişme “objektif durumda” bir değişikliğe ya da kapitalist sistemde değişikliklere bağlı değildir. Aksine, sınıf mücadelesinin ve komünist devrimin gerekliliklerinin daha iyi anlaşılmasının bir ürünüydü. Ne Yapmalı? eserinde Lenin, ampirist bakış açılarının Marksist olduğunu iddia eden ve devrimci harekete bunları dayatmak isteyen ekonomistler karşısında ve onlarla mücadelesinde ileri seviyedeki anlayışını açıklar. Ekonomistler, Marx’ın “gerçek hareketin her adımı bir düzine programdan daha değerlidir”17 söyleminde dayanarak bunu denediler. Bu söylemi kullanarak devrimci teorinin, proletaryanın devrimci mücadelesinin geliştirilmesindeki kritik önemine saldırdılar ve kendi “ekonomist” (ya da reformist) çizgilerini savundular. Lenin onlara şu cevabı verdi: “Bu kelimeleri teorik kafa karışıklığının bulunduğu bu günlerde tekrarlayıp durmak bir cenazede yas tutanların ‘doğum günlerini kutlamak’ gibidir!” Ancak Lenin bu sert benzetme ile de durmadı. Bunun üstünene, Marx’tan yapılan bu alıntının aslında “Eğer birlik olmanız şartsa, o zaman hareketin pratik hedeflerini ilerleten anlaşmalara girin, ancak prensip konusunda hiçbir pazarlığa izin vermeyin, teori konusunda “ödün vermeyin” diye parti liderlerine yazan Marx’ın19 Gotha Programı’ndan alındığını söyler. Sonuç olarak da “devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz”20 diye bitirir.
Lenin’in “bilinçli unsurun” proleter devrimin başarısında tayin edici bir rol oynayacağı yaklaşımı Leninizm’in köşe taşlarından biridir ve Rus devriminin zaferinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak Bolşevik partinin sağ ve sol eğilimlerinin altında ve Stalin döneminde boğulmuştur. Komintern içerisinde ekonomist ve pragmatist çizgiler tehlikeli biçimde yayılmış ve UKH üzerinde ölümcül etkiler bırakmıştır.
Mao, özellikle de SSCB’de kapitalizmin restorasyonu ve sosyalist inşanın karmaşıklığı ve sorunları konusunda devrimci teori ve Çin devriminin yüzleştiği problemleri ve çelişkileri çözerken nitel olarak Lenin’in ulaştığından daha yüksek bir seviyeye taşımanın gerekliliği sorunuyla ilgilendi. Ancak devrimin zaferinden bile önce, parti içerisindeki teori ve çizgi mücadeleleri üzerine sürekli vurgu ve dikkat, Mao’nun devrime önderlik ederken ve partinin devrimci karakterini korurken en önem verdiği noktalardan biriydi. Kültür Devrimi ve onun bu alanda, “devrimi kavra üretimi teşvik et” de dahil pek çok teorisi sosyalizm altındaki Ne Yapmalıcılık anlayışının daha da ilerletilmesinin bir parçasıydı. Büyük Proleter Kültür Devrimi, proletarya diktatörlüğü koşullarında ortaya çıkan ekonomist görüşlere karşı büyük bir mücadeleyi temsil etti ve toplumun devrimci dönüşümünde bilincin öneminin anlayışında ve kavrayışında ilerlemelere yardımcı oldu.
Mao hiçbir zaman “politik ve ideolojik çizginin doğruluğu veya yanlışlığı her şeyi tayin eder.” cümlesini tekrarlamaktan yorulmadı. Mao’nun bu tezi toplumu ve dünyayı değiştirmekte devrimci teorinin öneminin bir dışavurumudur. Devrimci teori olmaksızın devrimci hareket olamaz. Herhangi bir pratiğin karakteri ona önderlik eden politik ve ideolojik çizgi tarafından belirlenir. Kitle desteğinin boyutu ya da askeri güç gibi başka kriterler asla bunun yerini alamaz.
Yaygın inanışın aksine Mao’nun “Pratik Üzerine” isimli meşhur eseri, pratiğin teoriden daha önemli olduğunu vurgulamak için yazılmamıştır. Mao bu eseri, partinin çalışma şeklini düzeltmek ve “objektif realiteye” bakmaksızın sadece zamansız ve yersiz alıntılar yaparak fikir oluşturan dogmacılar ve sübjektivistler ile mücadele etmek için çıkılan bir kampanya sırasında yazmıştır. Aslında bu eser Marksizm’e dini inanç şeklinde ve bilimdışı yaklaşımları olanlara karşı bir mücadele idi. Bunlara karşı çıkarken Mao diyalektiği uyguladı, madde ve bilinç arasındaki ilişkiyi, bunların nasıl birbirlerine dönüştüklerini açıkladı. Dünyayı değiştirmeyi amaçlayan devrimci pratiğin liderliğinde üstyapının, Mao’nun yeniden doğmasını sağladığı, uyguladığı ve yalnızca devrimci savaş ile ilişkili değil, aynı zamanda sosyalizmi inşa etme ve Kültür Devrimi’ni gerçekleştirme sürecinde de geliştirdiği politikanın ve bilincin önemine ışık tuttu.
Ne yazık ki Lenin ve Mao’nun komünist harekette bilincin tayin edici rolü konusundaki kavrayışı arttırmaktaki büyük gayretlerine rağmen, teorinin öneminin değersizleştirilmesi ve karakterine (ki politik ve ideolojik çizgi tarafından belirlenir) bakmaksızın kölece pratiğe tapma eğilimi gittikçe ilerledi ve termitler gibi UKH’yi içinden kemirdi. Bu tarz düşüncenin baskın hale gelmesi bir yanda Marksizm’in devrimci temelinin boşaltılıp sadece kabuğunun kalmasını sağlamanın bir yoluydu. Diğer yandan, Marksizm’in her ülkede yeni mücadelecileri etkilemesinin önünde bir engel oldu.
Teori ile pratik arasındaki ilişkiyi nasıl gördüğünü anlamak için Shola’nın beyanlarını bir kez daha inceleyelim: “Bu sentez (Bob Avakian’ın yeni sentezi), pratikte ne uluslararası alanda ne de ABD içerisinde ‘Gonzalo Düşüncesi’ veya ‘Prachanda Yolu’ gibi militanca tutku ve düşünüş çabası yaratmıyor, çünkü ABD’de pratik ve kitle [mücadeleleri] alanları o kadar yoksun ve usandırıcı ki, ‘Gonzalo Düşüncesi’ ve ‘Prachanda Yolu’ gibi direkt pratik ve kitle [mücadeleleri] alanları ile kıyaslanamazlar bile.”
AK(M)P’ye, “doğrudan tutkulu alanlar” tarafından bu şekilde heyecanlanmak yerine, bu alanların sınıfsal karakterine biraz dikkat etmelerini öneririz. Nepal konusunda kendinize şunu sormalısınız: Hangi teori bu partiyi gerici yönde ilerletti? Bu partinin liderlerinin komünizmin ve devrimin prensiplerini ayaklarının altında çiğnemelerine ve baskı ve sömürü sistemine katılmalarına götüren yol hangisiydi? Bataklık bataklıktır ve ona giden yol methedilmemelidir, açığa çıkarılmalıdır.21
Bu tecrübe gösteriyor ki bütün teorilerin köklerini ve temellerini pratikte bulduğunu ve bütün pratiğin önünde de kılavuzluk eden belirli bir teori ve pratiğin bulunduğunu unutmamalıyız. Soru şudur, bu teoriler nereye gidiyor ve uygulanan pratiğin sınıfsal karakteri nedir? Mao der ki: Bilincinde olsan da olmasan da her zaman bir siyaset yapıyorsun. Bob Avakian’ın yeni sentezi, bizim sınıfımızın dünya çapında devrimci mücadelesine -özellikle de SSCB ve Çin’deki sosyalist devrimlere ve sonrasında neden kapitalizmin bu ülkelerde restore edildiğini araştırırken verilen gayrete- derinden bağlıdır ve bu temeldedir. Bizim enternasyonal sınıfımızın en büyük devrimci pratiği, en büyük zirvesi budur. AK(M)P’nin revizyonist teorilerinin bu tecrübelerin yanlış ve komünizm karşıtı şekilde anlaşılmasının sonucunda gelişmesi ve akabinde Parti’nin kapitülasyoncu pratiğini şekillendirmesi nedensiz değildir. DEH içerisindeki iki çizginin -Marksist ve revizyonist- SSCB ve Çin’deki proletarya diktatörlüğünün altındaki durumun, proletarya diktatörlüğünün, demokrasinin içeriğinin ve emperyalizmin egemenliğindeki bir dünyada sosyalizmi inşa etme yolunun tecrübeleri hakkındaki anlayışlardan ortaya çıktığı gerçeğini hiçbir hile gizleyemez.
20.yüzyıl sosyalist devrimlerinin tecrübeleri, Marksizm’i zenginleştirmek ve yeni sentezi geliştirmek için en büyük pratik kaynaklardır. Enternasyonalist proletaryanın ileri devrimci pratiği için bu büyük pratikler ve bunların pozitif ve negatif dersleri teori tarafından kavranmalıdır. Bu büyük pratiklerin kılavuzluğunu yapan teoriler ikiye bölünmüştür. Bu ikiye bölünme teorinin gelişiminin, daha doğru ve daha özgürleştirici ve buna bağlı olarak daha güçlü hale gelmesinin kaynağıdır. Aynı zamanda temel kısım olan doğru kısım alınmalıdır ve değişen objektif durumun doğru analizlerinin geliştirilmesi ile birlikte yeni bir Marksizm sistemine oturtulmalıdır. Yeni sentez tarafından bu yol büyük adımlarla kat edilmiştir ve daha da geliştirilmektedir, bizler özverili biçimde bunun inşasına yardım etmeliyiz.
Mao “Tarihsel Tecrübelere Dikkat Edin” Der
Acı tecrübeler teori yoksunluğuna komünist hareketteki bir hastalık olarak bakmamız için bizi uyarıyor. Shola’nın “teorik mutlakiyetçilik” hakkındaki uyarısı ölümcül bir reçetedir. Mücadelede pratik ve irade ve cesaret eksikliği sıkıntısı ile teorik fakirlik sıkıntısını kıyaslayalım ve hangisinin genel olarak daha büyük problem olduğunu görelim. İran ve Afganistan’ın bulunduğu bölgedeki bazı yakın tarihten örneklere bakmak dahi teorik fakirliğin ve devrimci teorinin ve devrimci teorisyenlerin eksikliğinin çok büyük ve ölümcül problemler olduğunu gösterir. Bu bölge devrimcilerin fedakarlıkları, zorluklarla mücadeleleri, işkence görmeleri ve hapsedilmeleri ile doludur. Ancak teorik miskinliğin ve Marksizm’in kısmen öğrenilmesi, hazır teorilere dayanıp onları dikkat etmeden alıntılayıp bir inanç unsuruna çevirmek ile birleşerek hareketlerin komünist içeriğini erozyona uğratmıştır. Son yıllarda bu bölgedeki kitleler tekrar tekrar ayaklandılar, ancak her zaman bu ayaklanmalar milliyetçi ve İslamcı güçlerin bayrakları altında çarçur edildi ve sonuç olarak da devrimci hareketler haline gelemediler.
İran’a bakalım. On binlerce komünistin ve devrimcinin Orta Çağ hapishaneleri ve işkence odalarından geçirilip sonrasında idam edilmelerinin tarihi pratikte aylaklığa mı işaret ediyor? Neden 1979’da gerici İslamcı bir güç, komünistler de dahil bütün diğer güçleri bir kenara itip, sonucu güçlü, emperyalistlere dayanan bir rejimin devrilmesine yol açacak şekilde gerçekleşen büyük bir devrimi ele geçirebildi? Neden Sovyet revizyonizminden ve Tudeh partisinden kopmuş organizasyonların büyük çoğunluğu dağılıp boşluğa düştüler? Neden İran Komünistler Birliği, İslamcılar ve emperyalizm arasındaki çelişkinin doğasını “anti-emperyalizm” şeklinde analiz etti ve bu çelişkinin gerici karakterini kavramayı başaramadı? Bütün bunlar komünistlerin pratikte aylaklık etmesinden dolayı mıydı?
Afganistan’ın sol hareketi yakın zamanlardan başka bir önemli örnektir. Sovyet sosyal emperyalizmi karşısındaki işgal karşıtı savaştaki pratiği ve kaderi komünist hareketin başka bir acı deneyimiydi ve bunun anlaşılması çok önemlidir. Bildiğimiz kadarıyla, ne yazık ki kimse bu hareketin ciddi bir özetini çıkarmadı. Şu sorunun sorulması gerekiyor: Neden 1980’lerde 1960’ların Maoist hareketlerinden ortaya çıkan bu büyük güç -bir “direniş savaşı” yaftası altında- fetvaları kadınların köleleştirilmesini ve dinci cehaletin yayılmasını içeren gerici İslamcı güçlerin rezervleri haline geldiler? Bu gerekli miydi, yoksa buna gerek yok muydu? Neden o hareketin -yani Rahaii Organizasyonu’nun- büyük bir parçası Çin’deki revizyonistlerin takipçileri haline gelip en nihayetinde Pakistan devleti ve CIA ile iş birliğine girdiler? Neden o hareketin başka bir önemli kısmı -SAMA- açıkça ve resmi olarak İslam Cumhuriyet ya da İslami Devlet sloganları attı?
Bu geçmişi hatırlamak acı vericidir. Bu tarihi kavramak komünistler için acil bir görevdir. Uğraşılması gereken sorular şunlar: Kendilerini “sol” ya da “devrimci” olarak gören güçler İslamcı ve Cihatçı güçlerle birlik olmak için hangi teorileri kullandılar? Neden onların “milli direniş savaşına” ya da “anti-emperyalist mücadeleye” öncelik verme yaftası altındaki milliyetçilikleri onların dinci feodal-partiyarkal bir sosyal programla birlikte olmalarına izin verdi? Neden kendilerini komünist ve devrimci olarak gören o güçler işgalci Sovyet güçleri ile savaşı, egemen sınıfın sistemini ezmek ve Afganistan’da yeni-demokratik devrimi ve sosyalizmi gerçekleştirmek ile bağdaştıramadılar? Hangi “Leninist” ve “Maoist” konseptler bu hatalı “sol” güçler tarafından Batı emperyalist ve yerel Pakistanlı güçlerle birleşmek şeklindeki gerici yaklaşımlarını savunmalarında kullanıldı? Bir ülke işgal altına alındığında (sosyalist bir ülke bile, örneğin 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler ordusu tarafından SSCB’nin işgali) savaşın karakteri milli ve ulusalcı mıdır, yoksa sınıfsal karakteri mi vardır? İşgal karşıtı bir savaşın proleter devrimin sistemi içerisinde ve onun vizyonu ve toplumsal programı doğrultusunda verilmesi gerekmez mi? Kitleler bu vizyon ve hedef etrafında mobilize edilip işgal karşıtı duygular ve talepler bu sistem içerisinde mi tanımlanıp sunulmalıdır, yoksa tam tersi mi? Bu iki yaklaşım arasındaki politik çizgi ve pratik farkları nelerdir?22 Neden din okullarına karşı komünist okullar açılmadı? Sovyet emperyalistleri tarafından giyilen sahte “komünizm” ve “sosyalizm” maskesi Afganistan’daki komünistler için büyük bir sorundu. Bu soruna yaklaşımları neydi? Mao’dan öğrenerek, kitlelere Sovyetlerin sahte komünistler olduklarını açıkladılar mı? SSCB’nin proletarya ve dünya halklarına ihanet etmeye aslında SSCB’nin içinde sosyalizmi devirerek ve SSCB’nin içinde proletaryayı ve halkları egemenlik altına alarak başladığını açığa çıkardılar mı? Bunu gerçek komünizmi yaymak için bir fırsat olarak kullandılar mı? Yoksa komünizmin ve komünistlerin onurunu korumaya çalışmak için büyük ölçüde kitlelerin spontane milliyetçi ve gelenekçi duygularına dayanarak onları işgalci kuvvetlere karşı “milli direniş” savaşında kendilerini feda etmeye mi bıraktılar? Bu “solcu” kişilerin bazıları kitlelerin güveninin kazanmak için dinci gericilikle mücadele etmektense, İslami dualara katılacak kadar ileri gittiler.
İslamcılığın bu bölgede neden bir bozkır yangını gibi yayıldığını ve komünist hareketin ölümün kıyısına kadar geldiğini sormamız gerekmez mi? Afganistan’daki “milli direniş savaşı” bir emperyalist gücün diğeri ile mücadelesine dönüştü ve son tahlilde “destekçi” güç halkı ve ülkeyi yok etmekte işgalci güç kadar büyük bir rol oynadı? Son olarak, Bob Avakian’ın iki miadı dolmuşlar olan İslamcılık ve emperyalizm arasındaki birlik ve çelişki ve nasıl birinin tarafından yer almanın diğerini de güçlendirdiği yönündeki analizi realitenin doğru bir yansıması ve Ortadoğu ve dünyanın karmaşık politik sahnesinde pratiğimize bir yol gösterici midir?
Biri şunu sorabilir: Bu ağır sorulara doğru ve devrimci komünist cevaplar vermenin amacı nedir? Ve bu nasıl pratiğe (tabii ki özgürleştirici ve devrimci pratik, revizyonist değil) hizmet edebilir? Bizler şunu diyoruz; en azından yeni nesillerin mücadelecileri bu acı tecrübelerden, her bayrağın, bütün “milli direnişlerin”, “özgürleştirici cephenin”, “özgürleştirici organizasyonun” ve “savaşın” arkasındaki sınıfsal-toplumsal içeriği çalışkan ve detaylı biçimde sorgulamayı, bunları bilinçli bir şekilde değerlendirmeyi ve bu şekilde gerici ve zararlı pratiklere doğru adım atmamayı öğreneceklerdir. Ancak bu tarz kavrayışların “kullanışlılığı” bundan daha fazladır. Açıkçası Afganistan, İran ve genel olarak Ortadoğu sahnesinde devrim ve komünizm kutbunu yerleştirmek açısından oldukça önemlidir.
Şimdi Kürdistan’a gidelim. Kürdistan’ın devrimci Peşmerge savaşçılarının fedakarlıkları ve kahramanlıkları konusunda şüphe var mıdır? 1960’ların komünist kuşakları tarafından oluşturulan Kumala Ranj-e-daran niçin Irak Kürdistanı’nın ABD emperyalizmiyle birlik halindeki burjuva-feodal sınıflarının bir temsilcisi haline geldi?
Nepal’de komünistler pratik eksikliğinden muzdarip değildiler. Tepeden tırnağa silahlanmışlardı ve düşmandan korkmuyorlardı. Özgürleştirici amaca pratikte bağlılıklarını gösteriyorlardı. Bir halk ordusu kurdular, işçileri ve köylüleri devrim etrafında mobilize ettiler. Bu devrimin yolun ortasında durup kapitalist sistemin birkaç sadakasına yenilmesinin sebebi pratik eksikliği miydi?
İKPMLM MK’nin “Yol Ayrımı” makalesi bu tarz problemlerle uğraşıyor. Bütün bu tecrübelerden ne bekliyoruz? Pek çok kayıpla edinilen bu tecrübeler bizi uyanmaya çağırıyor. Tüm bu tecrübeler, tüm bu kahramanlıklar ve fedakarlıklar, bütün bu yapmacıklığı bir kenara bırakıp bütün hareketin teorik açıdan geride kalmışlığını itiraf etmeye yeter. Sadece etkileri ele alan duruşlar ve cevaplar artık bir çözüm değildir. Eğer kendimizi bizi memnun eden cevaplarla sınırlarsak, sürekli ayaklanan çaresiz kitlelere önderlik etmeyi veya genç neslin ciddi olarak bu dünyayı gericiliğin ve emperyalizmin köleleştirici zincirlerinden kurtarmak isteyen arayıştaki beyinlerine önderlik etmeyi başaramayız.
Komünist teorinin ve pratiğin farklı kısımları konusunda Marksizm ve revizyonizm arasında her zaman iki çizgi mücadelesi olmuştur: Felsefe meselesinde, devrimi organize etme konusunda, sosyalist ekonomi ve proletarya diktatörlüğü hakkında vb. Bu tartışmalar gerçek hayatla alakasız ya da ondan kopuk şeyler değildir. Revizyonizm kazandığı her yerde devrimci pratik üzerinde ölümcül ve yıkıcı bir etkiye sahip olacaktır. Kimse bundan şüphe etmemelidir. Çin’de proletaryanın yenilgisinden beri komünistlerin yüzleştiği tonlarca yeni probleme rağmen ne yazık ki AK(M)P de dahil bazı komünistler, bu sorunlarla cebelleşmenin gerekliliğini göremiyorlar.
Teorik Çalışma Olmadan Hiçbir Komünist Öncü Öncü Olarak Kalamaz
Ekonomistler, devrimci teorinin önemini küçümsemek için çoğu zaman teorik çalışmayı akademik girişimler ve skolastisizm ile eşit tutarlar. Ancak bilimin farklı alanlarındaki teorik sıkıntıların ve yeni bilimsel keşiflerin ve başarıların incelenmesi ve sürekli teorik çalışmalar yapılması devrimci komünistlerin en büyük sorumluluklarından biridir. Bu çalışmayı küçümseyen ve buna negatif bir işmiş gibi bakan herhangi bir komünist parti ciddi hatalar yapacak, gerici ve dogmatik bir partiye dönüşecektir, çünkü dünyayı yöneten ve değiştiren sistemi anlamak basit bir mesele değildir, sürekli ve kendini güncelleyen bir düşünce -bir dünya görüşü, politik strateji, askeri strateji, taktik, felsefe, ideoloji, başarıların ve aynı zamanda hataların ve geri adımların anlaşılmasını, ayrıca ortaya çıkan çelişkilerin analizini- gerektirir. Bu mesele, anahtarı sadece bir kere yapılmış ve sonsuza kadar bu anahtarı kullanarak açılabilecek kilit türünden bir şey değildir. Şüphesiz dünyayı değiştirme pratiğinden uzakta duran teorik çalışmalar sonunda tersine döner ve devrimin kapılarını aralamanın aksine bir engele dönüşür. Fakat aynı zamanda teorinin pratikten ayrılmasına dar ve ampirist bir şekilde bakılmamalıdır. Aksine, en büyük ve en önemli devrimci tecrübelere bakmalıyız ve daha küçük alanlara ışık tutmalıyız. Örneğin, Sovyetler Birliği ile Çin içerisindeki (özellikle de Çin) iki sosyalist devrimin büyük tecrübelerine hiç dikkat etmeden komünist teori geliştirmeye çalışan kişileri düşünün. Bu teorinin pratikten ayrılmasına bir örnektir.
Evet, teori pratiğimiz için bir kılavuzdur ve pratiğimize kılavuzluk ettiğine göre en iyisi toplumlarımızdaki sınıf yapısının ve somut durumun doğru bir analizine sahip olduğumuzdan emin olmaktır. Örneğin Afganistan’a bakalım. Afganistan’daki sınıf mücadelesi sahası nasıl incelenmelidir? Bir tarafta “direniş” içerisindeki gerici güçlerin doğasının benzerliklerini ve diğer tarafta da rejimin, egemen sınıfın ve Afganistan’daki emperyalist güçlerin doğasının benzerliklerini nasıl incelersiniz? Devrim tarafından öncelikle devrilmesi gerekenler konusunda çeşitli öncelikler belirlemek doğru mudur? En sonunda da soru şudur: Afganistan’da işçilerin, köylülerin ve kadınların acil ve uzun vadeli isteklerini gerçekleştirebilmek için ne tür bir pratik ve en üst biçimi (devrim savaşı) seçilip sürdürülmelidir? Nasıl bir program ve toplumsal dönüşümler tablosu bu pratiğe kılavuzluk etmelidir?
Afganistan’daki savaş sadece bir askeri savaş değildir. Bu savaş iki miadı dolmuş gücün politik sahneyi işgal ettiği karmaşık bir sınıf savaşıdır. Devrimci proleter güçlerin görevi bu elverişsiz kutuplaşmayı değiştirmek ve kitlelerin bir gerici gücün ya da diğerinin ölüme gönderdiği askerler olmaktansa kendi isteklerini temsil eden bir politik çizgi ve ufkun bayrağı altında savaşmalarını mümkün kılmaktır.
Proleter devrimci gücün kendi politik, ideolojik, sosyal ve ekonomik alternatifini cesurca bu iki (çürümüş) miadı dolmuş gücün karşısına koyması ve sürekli ve kapsamlı biçimde bu iki miadı dolmuş güçten politik ve ideolojik ayrımlarını ajitasyon, propaganda, direniş hareketleri ve savaş karşıtı, dincilik ve patriyarkaya dayanan toplumsal ilişkilere karşı kampanyalar gibi başka spesifik kampanyalar yoluyla göstermesi gerekmektedir. Eğer bir pratik ya da direniş savaşı bu içeriği beraberinde taşımıyorsa, ezilen ve sömürülen halkların isteklerini ve ihtiyaçlarını temsil eden devrimci bir pratik ya da savaş olarak görülemez. Devrimci proleter bir güç, henüz bir halk savaşı başlatmadan önce sürekli olarak uğruna savaştığı gelecekteki toplumsal sistemi temsil eden politik, ideolojik ve sosyal bakış açılarını yaygınlaştırmalı ve yorulmak bilmeksizin bunu kitlelere götürmelidir. Özellikle İran ve Afganistan gibi egemen sınıfların kendi egemenliklerini güçlendirmek ve kitlelerin bir kısmını ellerinde tutmak için dini ahlakı ve kadınların köleleştirilmesini dayattıkları ülkelerde, dini ahlak ve kadınların köleleştirmesi karşısında savaş vermek sınıf mücadelesinin yürütülmesinin vazgeçilmez bir kısmıdır ve gerçekte halk savaşının hazırlığı ile birlikte bahsedilmemesi anlamsızdır. Bu çizgi özellikle kadınları proleter devrimin kilit toplumsal kuvvetlerinden biri olarak örgütlemek ve dikkatlerini çekmek için önemlidir. Komünistler, ateizmi savunmak, dini inançlara ve tanrı illüzyonlarına karşı çıkmak da dahil, kendi özgürleştirici bakış açılarını ve komünist görüş ve yöntemden doğan bir ahlak anlayışını cesur bir şekilde yaygınlaştırmalıdırlar. Proletarya, gençler ve kadınlar bu hareketin en büyük destekçileri olmalıdır.
İran ve Afganistan’daki sistemin kendi baskıcı ve ezici toplumsal ve kültürel ilişkilerini dayatmak için dini kullanmasına bağlı olarak, her toplumsal ilerici hareket teokrasi ile yüzleşmek ve onunla tam olarak mücadele etmek zorundadır. Bunu yapmazlarsa, bu rejimlere ve emperyalistlere karşı mücadelede cesur, meydan okuyan ve haklılığının fark edileceği bir kültür yaratılamaz. İslamcıların gerici “kültürel karşı devrimine” karşı duran kitleler arasındaki “kültürel devrimin” en önemli formu budur. Bu, eski devleti eleştirmenin ve onu devrime mücadelesinin alanıdır. Bu tarz bir mücadeleden kaçınmak eski devlete karşı mücadelede revizyonizme götürecektir.
İran ve Afganistan’daki durumun özelliği teokratik devletler olmalarıdır. Bundan dolayı, bu iki ülkedeki sistem tarafından dayatılan baskıcı, aşağılayıcı, ezici ilişkilere meydan okuyup bunlarla savaşmak için kitlelerin bilinçli ve bilime dayanarak ateizmin kurtarıcı gücünün farkına varacak şekilde dine hücum etmeleri gerekmektedir. Bu “kültür devriminin” hedefi kitleleri komünistlerin uğruna mücadele ettiği tarz bir toplumla tanıştırmaktır. Bu, geleceğe de yansıyabilecek türden bir pratiktir. Bu tür bir “kültür devrimi” kitlelerin düşünüşünde şok etkisi yaratır ve kendi aralarında bilinçli bir biçimde kaderlerini ellerine almaları için gereken mayalanmayı mümkün kılar. İran ve Afganistan gibi ülkelerde -ve hatta dini köktenciliğin burjuvazinin kapitalist-emperyalist egemenliğini dayatmadaki en önemli silahlarından biri olduğu ABD’de bile- devrimci bir hareket inşa edebilmek için bu tarz bir ideolojik mücadele yürütmek kritik ve tayin edici önemdedir, bu mücadele önemsiz ya da tali bir şey olarak görülmemelidir. Aksine, daha önce de bahsettiğimiz üzere Ortadoğu’yu egemenliği altına almış elverişsiz kutuplaşmayı (emperyalizm-İslamcılık kutuplaşması) değiştirmek için tayin edici ve stratejik öneme sahiptir. Bu tür bir mücadele gerçekleştirmek farklı sınıflardan ve bölgelerden kitlelerin, komünistlerin yalnızca egemen sınıflara karşı bir “muhalefet” olmadıklarını, bunun yanında uğruna savaştıkları bambaşka bir toplumsal sistemin vizyonuna sahip ciddi ve kararlı bir güç olduklarını görmelerini mümkün kılacaktır.
Devrimci pratik, gelecek toplumun doğasının ve karakterinin bugünkü sözlerimizde ve pratiğimizde bulunması demektir. Eğer teorilerimiz yanlışsa, pratiğimiz “toplumsal dönüşüm” hedefine ulaşamaz. Tasfiyeciliğin [MLM’nin temellerini tasfiye etmenin – Ç.N.] ayak izlerine bu durumda bakılmalıdır, yeni sentezde değil. Revizyonizmin ayak izleri düşmanın içindeki “kötü ve en kötü” arasında seçim yapmayı destekleyen çizgide bulunabilir. Bob Avakian’ın Lenin’in “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” eseri üzerine eleştirisinde değil. Tasfiyeciliğin ayak izleri, geçmişin pis artıkları kendi Orta Çağ ideolojilerini dayattıklarında ya da emperyalizmi yaydıklarında, komünistler bunlara karşı beyaz bayrak çektiklerinde ya da ellerinde büyüteçlerle “milli burjuvazinin” ya da gerici İslamcıların içinde ilerici parçalar aradıklarında görülebilir. Burjuva devlete katılma durumunun “halk savaşının” bir hedefi haline gelmesi durumunda revizyonizm açığa çıkartılmalıdır. Bu duruma meydan okunmalı ve radikal derecede dönüştürülmesi sağlanmalıdır.
Proletarya Diktatörlüğü
Afganistan Komünist (Maoist) Partisi, DKP’nin belgelerinin proletarya diktatörlüğü konusunda “solgun” (yani zayıf) kaldığını iddia etmektedir.
Son 1 yılda DKP tarafından yayınlanan belgelerle AK(M)P’nin son 10 yılda yayınladığı belgeler arasında hızlı bir karşılaştırma yapmak ya da son birkaç yılda yayınlanan yeni sentez belgeleri ile aynı zaman aralığında DEH üyesi parti ve organizasyonlarının toplamının yayınladığı belgeleri karşılaştırmak bu iddianın ne kadar temelsiz olduğunu göstermeye yetecektir.
Soyut yargılarda bulunmaktansa AK(M)P’nin gayretlerini Bob Avakian’ın Marx, Engels, Lenin ve Mao’nun düşüncelerindeki bazı eksiklikleri ve hataları üzerine değerlendirmelerinin ve SSCB ve Çin’deki sosyalist inşa tecrübelerindeki hatalar üzerine analizlerinin doğru olup olmadığı ile yüzleşmeye ayırması daha iyi olmaz mı? Onun bu tecrübeler üzerine değerlendirmelerinin temel prensip olması doğru mudur yanlış mı? İkincisi, bütün analizleri birlikte daha bilimsel, daha doğru ve bundan ötürü daha güçlü bir Marksizm’in ortaya çıkışını mümkün kıldı mı, yoksa bunlar sadece eski sistem içerisindeki bazı denemeler mi?
Pek çok yazısında Bob Avakian, öncü partinin liderliğinin ve komünizme toplumsal dönüşüm döneminin her aşamasında proletarya diktatörlüğü altındaki devletin kurulmasının gerekliliğini vurgulamıştır ve bu gerekliliğin altındaki maddi temelleri göstermiştir. Örneğin, “yüzleşmekte olduğumuz maddi gerçekliğin asıl dinamikleri ve değişim için hangi yolların açık olduğu” hakkında konuşur ve şunu vurgular: “… bu gerçekten de ya hep ya hiç meselesidir: ya bu tarz bir önderliğin öncülüğündeki halk kitleleri tarafından devlet gücünün ele geçirilmesi ve sonrasında dünyanın her yerinde komünizme ilerleyiş ve en nihayetinde devlet gücünün ve önderlerin sonlandırılması, ya da kapitalizme geri dönüş veya daha devrim hiç olmadan kapitalizmin yaygınlaştırılması. Seçenekler bunlar. Neden? Çünkü realite böyle, insan toplumunun gelişimi böyle. Bizim tek yaptığımız bunun farkına varmak ve bu konuda harekete geçmek. Bu tekrardan materyalist bir anlayışın ve bulunduğumuz yerden, insan toplumunun tarihsel gelişiminin bizi getirdiği (bizi getirdiği, “bizi getirmesinin kesin olduğu” değil) yerden ilerlemenin öneminin altını çizmektedir: İnsan toplumunda ve doğanın geri kalanıyla ilişkilerinde derinden bir dönüşümün ve sıçrayışın yapılması için hangi yolların açık olduğunun vurgulanmasıdır.23”
Aynı makalede Bob Avakian “proletarya diktatörlüğünün” yeni sentezi hakkında konuşmaktadır: “Bahsettiğimiz şey basmakalıp bir vizyon değildir ve yeni sentez öncesindeki proletarya diktatörlüğü bile değildir. Bahsettiğimiz şey yepyeni bir seviyede kurtarıcı bir vizyondur.”
Bob Avakian, “Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa (Tasarı Önerisi)” eserinin, yeni sentez vizyonunun proletarya diktatörlüğüne uygulanmasının bir örneği olduğunu vurgulamaktadır. Bu belge, bütün UKH için çok önemli bir belgedir ve Partimizin merkezi yayın organı Haghighat tarafından yazılan açıklayıcı bir giriş eşliğinde yayınlanmıştır – Haghighat #57, 58, 59 ve 60. Uluslararası komünist hareketteki yoldaşlarımızın bu dokümanı kavramaya çalışması geçmiş sosyalist devletlerin başarıları, eksikleri ve hataları üzerine hiç şüphesiz ışık tutacak ve gelecekte daha özgürleştirici bir devlet modelinin mümkün olduğunu ve şimdiden dahi dünyaya sunulup yayılması gerektiğini gösterecektir.
DKP ile Nepal Komünist Partisi (Maoist) arasında genel olarak devletin ve özel olarak da proletarya diktatörlüğünün sınıfsal içeriği üzerine yürüttükleri mücadelenin gözden geçirilmesi değerlidir. Bu iki çizgi mücadelesi 2005 yılında DKP tarafından NKP(M)’ye gönderilen ve sonrasında 2009 yılında “Nepal’deki Tehlikeli Gelişmeler Üzerine”24 [On Dangerous Developments in Nepal] adı altında yayınlanan bir mektupla başlamıştır. Partimiz bu belgenin ilk kısmını aynı senede yayınladı.25 Bu mücadelede DEH üyesi parti ve organizasyonların büyük çoğunluğunun dışarıya veya içeriye doğru herhangi bir pozisyon almadıkları belirtilmelidir. Ayrıca NKP(M) liderliği bu mektuba 2006 Haziran ayına kadar cevap vermedi, ancak NKP(M)’nin çizgisinin pratikte sonuçları çoktan ortaya çıkmaya başlamıştı. Merkez Komitesi tarafından da onaylanan NKP(M)’nin ana tezlerinden biri, bir “Yeni Devlet” anlayışıydı. Bu önerge, Nepal’deki devrimin yakın zamanlı hedefinin Yeni Demokratik Devrim (Mao tarafından emperyalizm egemenliğindeki ülkelerde proletarya diktatörlüğünün bir formu olarak ilerletilmiştir) yerine bir “geçiş cumhuriyeti” kurmak olduğunu bildirmekteydi. Merkezde yatan “Yeni Devlet” tezinin onaylanması ve NKP(M) tarafından “geçiş cumhuriyeti” kurulma hedefi Nepal’in politik sahnesinde çok önemli bir faktör haline geldi. Gerici partilerle NKP(M)’yi gerici egemen sistemin içerisine davet edecek ve on yıl boyunca süren halk savaşının elde ettiği başarıları tepetaklak eden bir anlaşma serisi imzalandı.
DKP’ye cevap olarak NKP(M) şunları yazdı:
“… bu cumhuriyet, ülke içerisindeki sınıf, milliyet, bölge, ve cinsiyet ile ilgili problemleri çözmek için devlet gücünün geniş bir yeniden yapılandırması ile geçiş sürecinde çok partili bir cumhuriyet rolünü üstlenecektir. Tabi ki gerici sınıf ve partileri bu cumhuriyeti burjuva parlamenter bir cumhuriyete dönüştürmeye çalışacaklardır, bizim proleter sınıf partimiz ise bunu yeni demokratik bir cumhuriyete dönüştürmeye çalışacaktır.”26
Bu tamamen Marksizm karşıtı bir bakış açısıdır, çünkü herhangi bir devletin o ya da bu sınıfın egemenlik aracı olduğu gerçeğini reddetmektedir. Bu Marksist kanun cansız bir dogma değildir, aksine dünya çapında tarihsel deneyimler doğrultusunda pek çok kez kanıtlanmış ve bilimsel olarak anlaşılmış bir gerçektir. DKP’nin ilettiği mektubu NKP(M)’ye şu soruyu sormaktadır: “Geçiş cumhuriyeti” içinde ordu ve diğer kurumsal güç aygıtları hangi sınıfa hizmet edecektir?”
DKP tarafından gönderilen bu mektuplar devletin sınıfsal karakterini vurgulamakta ve herhangi bir devletin zorunlu olarak belli bir sınıf karakterine sahip olacağına ve belirli bir sınıfın istekleri doğrultusunda hareket edeceğine işaret etmektedir: Ya proletaryanın istekleri ya da başka bir gerici sınıfın istekleri (ya da bunların bir birleşimi).
Devletin sınıf karakterini vurgulamak için Ekim 2006 tarihli mektup Bob Avakian’dan şöyle bir alıntı yapar: “Derin sınıfsal ayrımlar ve toplumsal eşitsizliklerle damgalanmış bir dünyada -o demokrasinin sınıfsal doğası ve hangi sınıfa hizmet ettiğinden bahsetmeksizin- ‘demokrasiden’ bahsetmek anlamsızdır ve çok daha beterdir.”27
Shola ve Devrimci Enternasyonalist Hareket İçerisindeki “Esas” Sapma!
Shola şöyle yazar: “Devrimci Komünist Parti ABD ve İran Komünist Partisi (MLM) Merkez Komitesi tarafından öne sürülen post-Marksizm-Leninizm-Maoizm, Devrimci Enternasyonalist Hareket içerisinde belirtilen sapmalar arasında teorik boyutları bakımından en derin ve en geniş sapmaya işaret eder. Bu sapma Nepal ve ondan önce Peru’daki sapmalardan daha tehlikelidir. Bundan ötürü de DEH üyeleri arasında bu belirtilen sapmalara karşı mücadele çerçevesinde bu post-MLM karşısında verilen mücadele ana görevdir.”
Bu satırları okuyan biri “Nepal ve daha öncesinde Peru’daki sapmaların” temel noktalarının “Devrimci Enternasyonalist Hareket içerisinde belirtilen” “en derin ve en geniş” olan ile karşılaştırılması amacıyla Shola tarafından açığa çıkartılmasını bekler! Ancak bunu beklemeye gerek yoktur, çünkü Shola bu satırları açıklamakla hiç ilgilenmemektedir ve sadece şirk koşma yargılarında bulunur.
Her şekilde bu, Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH) içerisinde ortaya çıkan herhangi bir iki çizgi mücadelesinde açık arayla en net pozisyon aldıkları durumdur.
NKP(M) içerisinde revizyonist çizginin yükselişe geçişi ve bunu takiben yerel ve uluslararası burjuvazi ile iş birliğine girme bataklığına saplanışları ile bu iki çizgi mücadelesi daha keskin bir hal aldı. Nepal 2008 Nisan seçimlerinin sonucu olarak NKP(M) ülkenin gerici sisteminde iktidar partilerden biri oldu. Partinin Merkez Komitesi üyeleri arka arkaya Nepal’in yönetici sınıflarına ve sözde “uluslararası topluluğa” (yani aslında ABD, Britanya, Çin, Hindistan vb. emperyalist ve/veya gerici ülkelere) burjuva devlete bağlı kalma ve hizmet etme sözü verdiler. 10 yıl süresince halk savaşı ile inşa edilen halkın devrimci gücü Parti tarafından dağıtıldı. Eski polis güçleri köylerde kurtarılmış bölgelere geri döndü. Emperyalist ordu, şimdi yeni adı Nepal Ordusu olarak eski pozisyonlarında kalırken Halk Kurtuluşu Ordusu dağıtıldı ve üyeleri belirli bölgelere hapsedildi. Bütün bunlar, “Maoist” partiden bir Savunma Bakanı’nın liderliğinde gerçekleşti. Parti liderliği açıkça burjuva devlet makinesini ezip proleter bir devletin kurulması gereğini içeren komünist ilkeye karşı çıktı. Parti liderlerinden biri olan ve şu anda [yazı yazıldığı anda. 2013 tarihinde görevi son bulmuştur. -Ç.N.] Nepal başbakanı olan Baburam Bhattarai, Dünya Bankası’nın bir toplantısına seslenen konuşmasında kendisinin diğer herkesten çok liberal kapitalizmin ilkelerine bağlı olduğunu ilan etti. Dünyanın her tarafından sözde komünist partiler NKP(M)’ye kutlama mesajları gönderirken, bu olaylar dünyanın devrimci komünistleri arasında (AK(M)P için hiç “tutku uyandırmayan” Bob Avakian gibi devrimciler) arasında ciddi şüpheler uyandırıyordu, çünkü bu devrimci komünistler Nepal’in işçi, köylü ve kadın halklarına ve aynı zamanda uluslararası proletaryaya da ne kadar açıkça ihanet edildiğini anlıyorlardı.28
AK(M)P’nin revizyonist çizgisini tanımlayan şey, proletarya diktatörlüğü teorisine karşı çıkıp bunun yerine “21. yüzyıl demokrasisi” teorisinin yerleştirilmesi ve sömüren sınıfların eski devletinin ezilmesi teorisinin yerine de eski devletin içinde yer alarak onu içinden yok etme teorisinin yerleştirilmesidir, ki bu teoriler Nepal’in işçilerinin ve köylülerinin devrimini durduran büyük bir ihanete yol açmaktan başka bir işe yaramamışlardır.
Bu korkunç geri adımla birlikte Devrimci Enternasyonalist Hareket içerisindeki ayrımların kalbinde komünizm meselesinin yattığı açığa çıktı: Yani komünist devrim ve onun geleceği. Komünizm birkaç çeşit burjuva sistemi içerisinde yeniden tanımlanıp komünist olmayan ve devrimci de olmayan vizyonlar ve yollar için ince bir kılıf olmakla mı yetinecek? Yoksa gömülmüş ilkeleri kurtarılıp geliştirilecek, komünist teorileri daha bilimsel ve daha açık bir temele oturtacak ve bunun sonucunda sınıf mücadelesinde yeniden keskin bir silah mı olacak?
Bu büyük mücadele içerisinde komünist teoriler ve komünist devrim konusunda kendi çizgilerini açıkça öne süren üç teorik kutup şekillendi. Bir tarafta, siyasi iktidarın ele geçirilmesi şeklindeki merkezi göreve karşı çıkan, 20. yüzyılda proletarya diktatörlüğünün başarılarını reddederek proletarya diktatörlüğünü “21. yüzyıl demokrasisi” şeklindeki burjuva çizgiyle değiştiren pragmatik ve eklektik “Prachanda Yolunu” öne süren NKP(M) liderliğinin de parçası olduğu bir çizgi.
Diğer tarafta, Bob Avakian’ın çizgisi, yani sistematik bir biçimde devletin sınıfsal karakterine ışık tutan ve emperyalist ülkelerde devrimin yolunu çizerken bunu uygulayan bir çizgi. Bundan daha önemlisi, bu çizgi 20. yüzyılın sosyalist devrimlerinin teorik ve pratik başarılarını temel alıp negatif kısımlarından kopuş gerçekleştirerek komünist teorileri daha bilimsel bir temele oturtmaktadır, buna proletarya diktatörlüğünün yeni bir anlayışı da dahildir.
Üçüncü bir çizgi daha var. Bu çizgi, MLM’nin bütün eski tecrübelerinin ve biliminin devrim yapmak için yeterli olduğuna inanmaktadır. Bu çizgi geçmiş tarihin dini bir şekilde yüceleştirilmesine sığınarak bir orta alanı seçerek bazen bir yana bazen de diğer yana savruluyor. Bu eğilim kendini NKP(M) liderliğinin temsil ettiği revizyonist ve burjuva-demokratik kutup ile pek çok açıdan birlik içinde göstermektedir. Bu tarz bir birliği savunmak için pek çok “devrimci” argümanı bir araya sokuyorlar ve NKP(M) tarafından verilen ve 10 yıl süren halk savaşını Marksizm ile revizyonizm arasındaki duruşlarının bir savunması olarak kullanıyorlar.29 Tekrardan yukarıda Shola tarafından kullanılan argümanı ele alın: “Bu sentez (Bob Avakian’ın yeni sentezi), pratikte ne uluslararası alanda ne de ABD içerisinde ‘Gonzalo Düşüncesi’ veya ‘Prachanda Yolu’ gibi militanca tutku ve düşünüş çabası yaratmıyor, çünkü ABD’de pratik ve kitle [mücadeleleri] alanları o kadar yoksun ve usandırıcı ki, ‘Gonzalo Düşüncesi’ ve ‘Prachanda Yolu’ gibi doğrudan pratik ve kitle [mücadeleleri] alanları ile kıyaslanamazlar bile.”
İlk olarak, Shola’nın yeni sentezin dünyada ve ABD’de “militanca tutku” çağırmadığı yargısını hangi temelde, hangi analiz ve gözlemlerle yaptığı merak konusudur. Kişi, Shola’nın ABD ve dünyadaki sınıf mücadelesi sahnesine tamamen hakim olduğunu ve buna bağlı olarak yargılarının realiteye dayandığını mı varsaymalı? İkincisi, Shola açıkça Peru ve Nepal’de hangi “doğrudan pratik alanlarından” bahsettiğini belirtse çok daha iyi olurdu.
1992 sonrasında Gonzalo’nun devrimci savaş sürecini bir barış sürecine dönüştürme çağrısı ile Peru’daki halk savaşı çok sert darbeler almıştır ve şu anda uzun yıllardır Peru Komünist Partisi’nin artıklarının “barış çizgisini” güçlendirme hedefiyle gerçekleştirdikleri dağınık askeri hareketlere dönüşmüştür. Nepal’deki halk savaşı, 2006 yılından bu yana “Prachanda Yolu” ilkelerini temel alarak sonlanmıştır ve Nepal partisi gerici devlete katılmıştır. Şimdiki soru ise, Shola “tutkulu pratik alanlar” derken ne demek istemektedir? O “yolun” izlediği mantıksal ve kaçınılmaz sonuçları görmüyor musunuz? “Politik ve ideolojik çizginin doğruluğu tayin edicidir” şeklindeki Maoist ilkeyi rafa mı kaldırdınız? Shola bilmelidir ki, bu kelimeleri yazmadan birkaç yıl önce “Prachanda Yolu” Nepal devrimini teslim etmiş ve bataklığa sürüklemiştir. AK(M)P’deki yoldaşların halen bu konuda neşe duymaları gerçekten de çok şaşırtıcı! Kendinize gelin ve bütün bunların ne anlama geldiğini kendinize bir sorun!
Bu çelişki, belirsiz içeriklere sahip (“… doğrudan alanlar” vb.) kriterler kullanmanın yalnızca nasıl en kötü oportünizm şekline, yani başka bir deyişle eklektizme götüreceğini gösterir. “Politik ve ideolojik çizginin” tayin edici olduğu şeklindeki gerçeği temel alarak DKP’li yoldaşlar, NKP(M)’nin çizgisinin pratikteKİ sonuçlarını tahmin etmişlerdi. Hayat gerçekliği göz önüne çıkardığı zaman DEH içindeki partilerin ve organizasyonların enternasyonalist görevleri doğrultusunda hareket etmeleri ve NKP(M)’nin takip ettiği bu politik ve ideolojik çizgi ve feci yol karşısında mücadeleye girişmeleri beklenmekteydi. Aksine, bunu takiben NKP(M)’nin seçimlerdeki başarısı ve gerici devlete katılması konusunda bir tebrik ve övgü seli ortaya çıktı. Bu durum, DEH içerisindeki komünist partilerin ve organizasyonların içlerindeki ciddi derecede yozlaşmış eğilimi gözler önüne serdi. İronik olan, NKP(M) içerisinde devrimci çizgi egemenken Nepal’de 10 yıl süren halk savaşını desteklemeyen ya da neredeyse bundan hiç bahsetmeyen bazı güçlerin, Nepal devrimi siyaset pazarında satışa çıkartılınca bir anda heyecanlanmaya başlamalarıdır. Belki de Shola’nın “Prachanda Yolu” uluslararası seviyede “tutku ve çaba” doğuruyor derken söylemek istediği tam da budur!
Shola, “Prachanda Yolunun” neden “militanca tutku ve düşünce çabası” yarattığını ve “yeni sentezin” neden bunu yapamadığını düşünmelerinin sebebinin “ABD’deki pratik ve kitle [mücadeleleri] alanlarının” “Prachanda Yolu” tarafından önderlik edilenlere kıyasla “çok yoksun ve usandırıcı” olduğunu belirtmektedir. Ancak AK(M)P’li yoldaşlarımız bir noktada “doğrudan pratik alanlarının” Rus sosyal emperyalist ordusuna karşı (Batılı emperyalist güçler tarafından bağışlanan) roketler ve mermiler atan Cihatçı güçlerin egemenliğinde Afganistan’daki savaşçılar arasında benzer bir tutku yarattığını da iyi bilirler. Şurası kesin ki, bu savaşçıların en dürüstleri, özellikle de komünist sınıfsal bakış açısına sahip olanları, o dönem hakkında tutku sahibi olamazlar ve bu dönemi bir yücelik hissinin aksine gerici İslamcıların politik ve ideolojik çizgisi tarafından önderlik edilen savaş alanlarında yapılan fedakarlıklardan pişmanlık duyarak hatırlarlar.
“Yeni sentez” bu tarz problemler ve afetler ile başa çıkmaktadır. Yani onu “temel tehlike” olarak yaftalamaktansa ondan öğrenmek gerekir.
AK(M)P’deki yoldaşlarımız Nepal’deki devrimin sınıf doğasındaki geri adımlara karşı politik ve ideolojik olarak çok yumuşak ve affedici olmuşlardır. Zaferin eşiğindeki bir devrim mezbahaya götürülürken gözlerini kapatmalarının anlamını ciddi bir şekilde açıklamaları gerekiyor. NKP(M) suçlu burjuva demokrasisini proletarya diktatörlüğü karşısında uygun gördüğünde ve günümüz dünyasında komünizm hedefini kovalamanın imkânsız olduğunu iddia ettiğinde oluşan sessizliğin anlamı nedir? Ve en kötüsü, bu yozlaşmış eğilime karşı mücadele eden ve NKP(M)’nin bu yolda bataklığa ilerlemesini önlemek için büyük çabalar sarf eden yoldaşlara “temel tehlike”, “temel sapma” ve hatta “karşı devrimci” olarak ithaf etmek ne anlama gelmektedir? Gerçekten buradaki mesele nedir?
Maoizm’i Çarpıtmak ve Onu Ulusal Kurtuluş ve Silahlı Mücadeleye İndirgemek
Marksist, Leninist ve Maoist olma iddialarını bir kenara bırakalım. Bunun yerine bu konseptlerin anlamlarını ve uygulamalarını kavramaya çalışalım, çünkü zamanımızın önemli gerçeklerinden biri de bu konseptler konusunda büyük karışıklıkların bulunmasıdır. Şu an ki durum, Marx’ın Marksizm adı altında kendini sunan yaygın oportünizm karşısında “Eğer bu Marksizm ise ben Marksist değilim”30 dediği zamankine benzer bir durumdur.
Bu konudaki kaos, komünist hareketin tarihindeki herhangi bir zamandan çok daha kötüdür. Bu realite, bu konseptlerin içeriği üzerine titizlikle odaklanmayı gerektirmektedir.
Parmak bastığımız pek çok tecrübede, Mao’nun tecrübelerinin güdükleştirilmiş bir kavrayışı ve bazılarının da oportünist bir okuması baskın çıkmıştır. Ne yazık ki, kendilerinin “Mao Zedong Düşüncesi” ve “Maoizm” destekçileri olduğunu iddia edenlerin büyük çoğunluğu Mao’yu bir devrimci demokrata dönüştürmüştür ve onun teorilerini de “milli savunma” ve “milli demokratik devrim” teorilerine, en iyi ihtimalle ise askeri teorilere ve yeni demokratik devrime indirgemişlerdir. Mao’nun değerli teorileri bu kesimlerde milliyetçilik ve militarizmin dar kafesine hapsedilmiştir ve bunun sonucu da niteliklerini değiştirmiş ve hatta tersine dönmüştür.
DEH içerisinde bile her zaman “Maoizm” konusunda, özellikle de “devrimin proletarya diktatörlüğü altında devam sürdürülmesi” teorisi ve sosyalizm altındaki sınıf mücadelesinin dinamikleri ve komünizme dünya çapında erişilmesi süreci konusunda dengesiz bir anlayış hakim olmuştur. Ne yazık ki, Shola’da da Maoizm’i “halk savaşına” indirgeme eğilimi vardır. Belirttiğimiz gibi, yalnızca Marksizm’den bütün “sapmaları” ve özellikle de halk savaşı pratiğini pratik kriterlerinde ölçmekle kalmıyorlar, aynı zamanda Maoizm’in anlamını da bu olarak görüyorlar. Shola makalesine bakan biri, Shola’nın halk savaşı veya buna benzer bir şey içeren hareketlerin açıkça “daha Maoist” olduğuna inandığını görebilir.
Shola bizim partimizin ve DKP ABD’nin Maoist olmadığını ve sözde “post MLM” olduğunu iddia etmektedir ve farklı partilere ve kişilere notlar ve sonuçlar dağıtmaktadır. Ancak notlamak ve puanlamak için Shola hangi skalayı kullanmaktadır? Shola makalesinin tamamı ve teorileri Shola’nın yazarında uyandırdığı ya da uyandırmadığı “tutku” doğrultusunda teorilere not vermesi yanıtı bize sunmaktadır: Bütün partiler Shola’nın “halk partisi” skalası ile ölçülüp değerlendirilmektedir. Shola, Paris Komünü tecrübesinin değerini günümüzdeki silahlı mücadelelerin çok daha büyük boyutu ve süreci ile kıyaslayacak kadar ileri gitmektedir!
Böyle bir mantıkla, kişi Shola’nın neden NKP(M) liderliğinin burjuva politik ve ideolojik bir çizgi benimsemesindeki ve kendi yönelimlerini ve dünyaya bakışlarını değiştirmelerindeki temel sorunu göremediğini, fakat silahlı mücadelenin durdurulmasındaki sorunu gördüğünü anlayabilir. Halk savaşının bitişi sadece politik programdaki bir değişikliğin sonucuydu, “savaştan” savaş uğruna çekilmek değildi. NKP(M)’nin politik analizi devrimin yapılamayacağı yönündeydi. Değerlendirme temelinde devrimi bir kenara bırakıp burjuva-toprak sahibi sınıfın Hindistan’a ve emperyalizme bağlı kalan cumhuriyetçi devleti içerisinde yer alacak bir programı benimsediler. Pratikteki bu kapitülasyonu spesifik bir teori yönlendirmekteydi. Geçmişe bakan bir kişi, o Parti içerisinde “halk savaşını” Hindistan ve Nepal egemen sınıflarının eski devletine katılabilmek için zorunlu bir hamle olarak gören güçlü bir eğilimin varlığını görebilirdi. “Halk savaşı” ile buna eriştikleri zaman da haliyle devam etmeye gerek kalmamıştı.
Marksizm’i ve genel olarak devrimci bir çizgiyi silahlı mücadeleye indirgemenin devrimci komünist partiler içerisinde derin kökleri bulunmaktadır ve DEH içerisindekiler de buna karşı bağışıklığa sahip değillerdi. 1950’lerde ve 1960’larda dünyanın her tarafındaki devrimcilere “barışçıl yol” reçete eden Sovyet revizyonistlerine karşı mücadele elbette bu eğilim büyümesi ile ilişkiliydi. Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restore edilmesinden sonra, Sovyet revizyonistleri ve onlara bağlı partiler, egemen devletler ile iş birliği içerisinde barışçıl bir şekilde “kapitalist olmayan” bir gelişme yolunda mücadeleyi desteklediler. Arap dünyasında ve Güneydoğu Asya’da (Hindistan, Pakistan, Bangladeş) solcu hareketlerin büyük kısmı bu çizgiyi takip ederek sözde “kapitalist olmayan gelişme” yolundaki devletlerin rezervleri haline geldi ve İran’da Tudeh Partisi “Şah ve halkın Beyaz Devriminin” savunucusu oldu. Bu kapitülasyoncu çizgiye karşı mücadelede ve Mao’nun çağrısının etkisiyle dünyanın pek çok yerinden devrimci komünistler devrimci mücadele ile politik gücün ele geçirilmesinin öneminin altını çizdiler ve bu Marksizm ile revizyonizm arasında kabul gören bir ayrım oldu. Bu çok pozitif bir gelişmeydi. Ancak negatif bir kısmı da vardı, ki bu kısım Marksizm ve revizyonizm arasındaki ayırıcı çizginin sadece bu noktaya indirgenmesiydi. Bu kısma tek taraflı vurgu yapılması ve Mao’nun yeni demokratik devrim tezlerinin milliyetçiler tarafından başkalaşmış bir biçimde anlaşılması, Maoizm’in içeriği konusunda kafa karışıklığı yarattı. 1950’lerde ve 1960’larda yalnızca samimi komünistler değil, aynı zamanda pek çok küçük burjuva demokrat ve aynı zamanda milliyetçi güçler de görünürde “Mao Zedong Düşüncesini” el üzerinde tuttu ve Mao’nun düşüncelerinin çarpıtılmış anlayışının yayılmasında önemli bir rol oynadı.
Sosyalist Çin’de, Sovyet burjuvazisi ile mücadeleyi takiben bizzat Çin Komünist Partisi (ÇKP) içerisindeki “kapitalist yolcular” ile büyük bir sınıf mücadelesi başladı. “Büyük Proleter Kültür Devrimi” Mao ve ÇKP içindeki devrimci komünistler tarafından başka bir afetin, sosyalist Çin’de kapitalizmin restorasyonunun önlenmesi için önderlik edilen bir devrimdi. Bu devrim 10 yıl boyunca kapitalist restorasyonu engellemeyi başarmıştı ve Sovyetler Birliği’ni yöneten sahte sosyalizm karşısında özgürleştirici bir sosyalizm modelinin ayırt edilmesini sağlamıştı, bu da yeni bir uluslararası komünist hareketi doğurmuştu. Mao’nun sosyalizmin çelişkili ve karmaşık doğası üzerine analizleri ve sınıf mücadelesinin dinamiklerinin farklı kısımlarına ve proletarya diktatörlüğü altında Parti’nin ve devletin çelişkili doğası vb. üzerine ışık tutarak komünist teorileri kilometrelerce öteye taşıdı ve geliştirdi. Bu devrimin dalgaları dünyanın her tarafına ulaştı. Bu devrim Mao Zedong’un teorilerinin, devrimci silahlı mücadelenin ve emperyalizm egemenliğindeki yarı-feodal ülkelerde yeni demokratik devrimin çok ötesinde olduğunu gösterdi. Ancak radikal milliyetçiler buna sağır kaldılar ve Mao’nun teorilerini kullanmaya -aslında hatalı şekilde kullanmaya- ve çarpıtmaya devam ederek kendi yollarında ilerlediler.
Ampirist Bakış Açısı
Shola’nın makalesinde şöyle garip bir paragraf bulunmakta: “Genel olarak söylemeliyiz ki, bu sentez, pozitif ve dinamik açıdan Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedong dönemlerindeki hatalardan ve aynı zamanda eksikliklerden kısmi olarak nitel bir kopuşa işaret etmektedir. Ancak bu kopuşlar ve buluşlar Marksizm-Leninizm-Maoizm’i takip eden bir “izm” seviyesine ulaşmak ve Avakian’ın katkılarının Marx’ın, Lenin’in ve Mao’nun katkılarının seviyesine ulaşması için teorik ve pratik mücadeleler altında sertçe sınanmaları gerekmektedir.”
Devam etmeden önce, kısaca ne bizim ne de Bob Avakian’ın yeni sentezin bir “izm” olması gerekip gerekmediği ve onu nasıl isimlendirmemiz gerektiği ile ilgilenmediğimizi belirtelim. Aksine, bizim ilgimiz bu teorilerin doğru olup olmadıkları ve dünyayı değiştirmekte bize kılavuzluk edip edemeyecekleri, ve komünist hareketi dünyanın her yerindeki isyancı halk kitleleri arasında güçlü bir çekim noktasına dönüştürmekte kullanabileceğimiz bir silah olup olamayacağı üzerinedir.
Bu teorilerin göreceli olarak doğrulukları şu ana kadar edinilmiş pratik tecrübeler ve günümüzdeki teorik seviyemiz temelinde belirlenebilir. Bu konuda göreceliliğe düşmemeliyiz. Yeni sentezin, başka bir “izm” haline gelmek amacıyla değil, dünyayı değiştirecek bir teori olabilmek amacıyla düzenlenmek ve daha da doğru ve bilimsel hale gelmek için pek çok pratik ve teorik mücadeleden geçmesi gerektiği konusunda şüphe yoktur.
Shola, başarılı bir devrime önderlik etmemiş veya halk savaşında bulunmamış kişilerin komünist teori geliştirmesine izim vermememiz gerektiğini mi söylemeye çalışıyor? Shola’nın ima ettiği bu gibi görünüyor. O zaman biz pozisyonumu açıkça öne sürmek istiyoruz.
Bob Avakian komünizmin büyük bir teorisyenidir. ABD’de her zaman ezilenlerin yanında durduğu ve kurtuluşları için mücadele ettiği gerçeği ile tanınmaktadır. Günümüzde başka hiçbir emperyalist ülkede DKP gibi bir parti yoktur, çünkü 1960’larda sosyalist Çin’in kapitalist Sovyetler Birliği’nden büyük kopuşunu takiben ortaya çıkan yeni komünist hareketin komünist partilerinin büyük çoğunluğu ya yok olmuştur ya da parlamenter partilere dönüşmüştür. DKP’nin bu durumu Bob Avakian’ın teorik ve pratik liderliğine bağlıdır. 1976 yılında Çin’de revizyonistlerin iktidarı ele geçirmesinden sonra yeni komünist hareketin partilerinin ve organizasyonlarının büyük çoğunluğu Çin’in revizyonist liderlerinin kuyrukçuluğunu yaptılar, ya da bir şekilde reformist parti ve organizasyonlara dönüştüler. Bob Avakian uluslararası alanda Çin’in yeni revizyonist liderlerinin açığa çıkarılmasına öncülük etti. Sadece bu gaspçıların “Üç Dünya Teorisini” açığa çıkarmakla yetinmeyip dünyanın her tarafından komünistlere bu “kapitalist yolcuların” Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde (1966-1976 yılları arasında) Mao ve ÇKP içindeki takipçileri tarafından ekonomik ve toplumsal programları sebebiyle açığa çıkartılıp hedef alındıklarını hatırlattı. Avakian, Mao Zedong’un ölümsüz katkılarını Çin’in yeni revizyonist liderlerinin ve onların uluslararası takipçilerinin pençelerinden çekip aldı. Mao’nun Stalin’den büyük kopuşlarını açığa çıkardı ve hatta SSCB’de sosyalizm tecrübesinin anlaşılmasında kendi zamanlarına ve sübjektif sınırlarına bağlı olarak Mao ve Maoistlerin dahi yapamadığını yaparak Mao’nun da ötesine gitti. Eğer Bob Avakian’ın ve DKP ABD’nin teorik ve pratik çabaları olmasaydı Devrimci Enternasyonalist Hareket kurulamazdı. Bu tarz bir arkaplan bu büyük teorisyenin uluslararası komünist hareketin karşı karşıya kaldığı tehlikeli durumu tanımlayabilmesini mümkün kıldı ve bu durumun temel sebeplerini araştırıp bunlarla başa çıkmasını zorunlu kıldı.
Bu durumun ortasında, kişi kapitalist canavarın saldırıları karşısında sürekli olarak ayaklanan yüz milyonlarca insanın çığırışlarını duyabilir. Gerçekten komünist parti ve liderlerin yokluğunda (kendi karma milliyetçilik ve burjuva demokrasi pastalarını komünist kremayla kaplayanlardan bahsetmiyoruz) bu kitleler İslamcılar ve diğer gerici güçler tarafından etki altına alınmakta ve enerjileri ve fedakarlıkları israf edilmiş ve hatta daha kötüsü, en sonunda kölelik zincirleri güçlendirilmiştir. Böyle koşullar altında, Bob Avakian gibi bir lidere “yavaş olma” önerisinde bulunmanın aksine, ona şunları demeliyiz: Daha hızlı, daha iyi ve daha fazla! Ve bunu yapmasında ona yardım etmeliyiz.
Ancak Shola, bunun aksine şöyle söyler: “Neden Bob Avakian ‘teoriden pratiğe ve pratikten teoriye’ yolunda yürümedi de… bir mağarada yıllarca düşünen Molla Sadra’nın yöntemini benimsedi” ve “… bir kez ve sonsuza kadar istenen teorik sonuca” ulaştı!
Shola, pratikten teoriye ve teoriden pratiğe geçişin pratikte uygulayanlar tarafından yapılması gerektiğini mi söylemektedir? Marx ve Engels’in Paris Komünü’nü incelemeleri yanlış mıydı? Eğer Komün’ün dersleri Komüncüler ve Komün’ün liderliğindeki anarşistler tarafından geliştirilseydi bu anlayış daha doğru ve gerçekçi olur muydu? Asla olamazdı!
Marx’ın bütün dünya tarihindeki sınıf mücadelelerinin parçası olamayacağı açıktır. Ancak Marx bu teoriyi özetledi ve bunu tarihsel materyalist bir biçimde sundu. Şaşırtıcı biçimde Marx bunu “yıllarca düşünerek” ancak “Molla Sadra’nın” metoduyla değil, düşüncelerle çalışırken izlediği bilimsel yöntem ile başardı. Şanslıyız ki bu “Mağara” da pek çok çalışmayı ve araştırmayı içeren British Museum kütüphanesiydi. Bu çalışmayı yapabilmek için Marx sadece tarih kitaplarına erişmekle kalmadı, aynı zamanda da burjuva bilim insanlarının anlayışlarını da inceledi ve bunlardan öğrendi. Ampirist bir bakış açısı hiç şüphesiz bu tarz bir yönteme karşıdır. Lenin, ki Paris Komünü zamanında sadece 1 yaşındaydı, anlayışı daha da geliştirerek Devlet ve Devrim [State and Revolution] eserini yazabildi. Ampirist bir bakış açısıyla, Mao’nun Stalin altında Sovyet ekonomisini özetlemesine izin verilemezdi, çünkü o sadece “elini uzaktan ateşe tutuyordu”. Bu bakış açısına göre, Çin’deki “kapitalist yolcuların” darbesi ve kapitalizmin restorasyonunda sonra, Bob Avakian’ın Çin’deki yeni liderlerin gerçek doğasını tanımlamaya ve orada sosyalizm tecrübesini ve sosyalizmin yıkılışını özetlemeye ve kavramaya hakkı yoktu.
Uluslararası komünist hareketin, Çin’de kapitalizmin restorasyonu ile başlayan kriz içindeki durumu altında pek çok komünist parti ve organizasyon milliyetçilik ve burjuva demokrasi “mağaralarına” sığındı ve komünist hareketin güçlerini diğer sınıf güçlerinin alanlarında israf ettiler. Ancak Bob Avakian ve önderlik ettiği parti uluslararası alanda bu yozlaşmış eğilimi kendi bilgileri ve yetenekleri el verdiğince engelleyebilmek için çalışmaya itti. Yeni sentez, 20. yüzyılın sosyalist tecrübelerinin anlaşılmasını temel almasının yanında, aynı zamanda Devrimci Enternasyonalist Hareket’in ve genel olarak Maoist hareketin başarıları ve geri adımları ile de yakından ilişkilidir.
DEH hakkında Shola şöyle yazar: “Her şeyden önce hareketimizi anlamamız gerekmektedir ve eğer Hareket bu tarz bir anlayışa erişemezse başka bir doğru anlayışa da erişemez. Bu tarz bir anlayış bütün Devrimci Enternasyonalist Hareket’in yeniden inşası ve geliştirilmesi için temel bir teorik bağlantıdır. Bunun temelinde Çin’deki devrim, Çin Komünist Partisi ve Mao Zedong’un yeniden incelenmesi yatar -ve yatmak zorundadır- ve bunu zaten geçmiş dönemde yaptığımız gibi Maoizm’in uluslararası alanda konsolide edilmesi ve temel pozitif kısımlarının bakış açısında değil, bu sefer daha önce uluslararası hareket formuna erişmemiş bir çalışma olarak eksiklerine, hatalarına ve belki de Çin devriminin Çin Komünist Partisi ve Mao Zedong’un kendisindeki sapmalara eleştirel bir gözle bakmalı ve dikkatli olmalıyız.”
Shola’nın “eğer hareket böyle bir anlayışa erişemezse başka hiçbir doğru anlayışa da erişemez” yargısı da başka bir ilginç yargıdır. Shola’nın “yeni sentezin” içeriğini yanlış bulup bulmadığı ya da Bob Avakian’ın bu tarz bir görevi yapacak arkaplana sahip olmadığını düşünüp düşünmediği ya da elimizde bulunan problemlerle ilgilenme önceliğimizi mi eleştirdiği kesinlikle açık değildir. Shola bu anlayışların “uluslararası bir hareket” formunu almadığını söylerken neyi kastetmektedir? Eğer AK(M)P’deki yoldaşların anlatmak istediği DEH’in birlik içinde ve ortak bir anlayışı olması gerektiği ise, DEH üyelerinin tıpatıp bu anlayışlar konusunda ayrıma düştüklerinin ve sonuç olarak Marksizm ve revizyonizm şeklinde iki çizginin ortaya çıktığının onlara hatırlatılması gerekir. Enternasyonal birliği yeniden inşa etmek için iki çizgi mücadelesi fırtınasında doğru çizgiyi tanımlamak zorunludur. DEH üyelerinin bu gerçekliği kabul etmeleri ve ortaya çıkan önemli iki çizgi mücadelesine yaklaşımını kararlaştırmaları gerekmektedir. Eğer Shola’nın bakış açısı Hareket’in Bob Avakian’a teorik çalışma yapma izni çıkarması gerektiği yönünde ise -örneğin, önergeler ve onaylamalarla- o zaman revizyonizmden kopulan bir zamanda kişinin önergeler ve izinler beklememesi gerektiğini söylemeliyiz, çünkü Marksizm’den koparken revizyonizmin de önergelerle durdurulması söz konusu değildir.
Shola’nın bu argümanlara sarılması hem UKH’ye hem de kendi Partilerine zarar verecektir. AK(M)P’deki yoldaşların yeni sentezin UKH içerisinde çok derine kök salmış olan ampirist ve pragmatik yöntemler üzerine eleştirisine dikkat etmelerini önermek isteriz.
Shola’nın ampirizmi o kadar derin ki, pratik-teori-pratik bağlantısını sadece belirli partilerin ve hatta belirli kişilerin tecrübeleriyle sınırlandırmaktadır. Örneğin, şaşırtıcı ve garip bir şekilde Shola, Partimizin sadece “ateşe uzaktan elini tuttuğu” varsayımında bulunarak, Parti’mizin 1979 devrimi öncesinde, onu hemen takip eden sıkıntılı sınıf mücadelesi döneminde, Sarbedaran Ayaklanması’nda, İslam Cumhuriyeti altında güvenlik darbeleri döneminde, Kürdistan’daki mücadele vb. konusundaki kendi teori ve pratiğimizi özetleyip teorileştirmemizi “şişirilmiş ve kendini öven” şeklinde nitelendirmektedir.
Eğer partimiz tamamen dağılsaydı ve AK(M)P Parti’mizin çizgisini ve pratiğini özetleseydi ve buna bağlı olarak İran’da kalan komünistlere ileri giden yolu gösterseydi bu ne “şişirme” ne de “ateşe elini uzaktan tutma” olurdu. Aksine, bu enternasyonalizmin tam olarak olması gereken şey olurdu. Öyle bir durumda partinizin “Afgan” olması anlayışınızın doğruluğunu ya da yanlışlığını belirleyen bir faktör olmazdı. Burada Devrimci Komünist Parti ABD’nin enternasyonalist karakterinin başka bir örneğini hatırlatmak önemlidir. İran Komünistler Birliği [İran Komünist Partisi (MLM) öncesindeki oluşumdur] ölümcül bir yara aldığında, DKP, İran’daki devrimin yenilgisini incelemeyi ve İKB’nin çizgisini ve pratiğini detaylıca eleştirmeyi görev edinmişti. İKB’nin kalan birkaç üyesi organizasyonu yeniden inşa edebildiklerinde bu kritik çalışma İKB’nin dayanılıklığında belirleyici bir yol oynamıştı. Bu kritik inceleme “Eleştiri Silahı İle” [With the Weapon of Criticism] adlı İKB dosyasında yansıtılmıştır.
Shola’nın ampirizmini ve dogmatizmini eleştirmekte daha da ileri gitmek ve şunu sormak isteriz: Kimin teorileri daha doğru, İslamcı bayrağı altında sözde Afganistan halklarının kurtuluşu uğruna “anti-Rus direniş savaşında” sahalarda savaşan SAMA uygulayıcılarının teorileri mi, yoksa günümüzde sizin Partinizin teorileri mi? [SAMA liderlerinin kendilerini “komünist” olarak gördüklerini ancak kendi deyişleriyle “demokratik görünüşlerinin” arkasında bu gerçeği sakladıklarını biliyoruz] Eğer sadece bu çizgiyi takip edenlerin ağızlarından direkt damlayan SAMA’nın anlayışını onaylayacaksak, o zaman ne söylediklerini biliyoruz. Ve eğer günümüzde o felaket tecrübenin bir özetini yapacaksak, bunu “şişirilmiş ve kendini öven” olarak mı, yoksa Afganistan’daki ve aynı zamanda dünyanın her tarafındaki baskı altında ve ezilen kitlelerin çığır açıcı bir ilham kaynağı olarak mı görmeliyiz?
Milliyetçilik ve Enternasyonalizm
Shola’yı rahatsız eden başka bir mesele de bizim “Yol Ayrımı” makalemizin uluslararası komünist hareket ve karşılaşmakta olduğu tehlikeler üzerine olsa dahi “İran’daki Komünistlere” hitaben yazılmış olmasıdır. Shola’ya göre bu dosya uluslararası bir dosya olarak DEH için ve DEH’e hitaben yazılmalıydı ve durum bu olmadığına göre bu “İrancılıktır”, millyetçiliktir ve DEH’i dağıtmak yolunda atılmış bir adımdır.
Shola şöyle yazar: “Bu uluslararası bir konudur ve tartışmadır, uluslararası bir tartışma olarak sunulmalıdır ve uluslararası komünist hareket ile tartışılmalıdır, sadece ‘İran’daki tüm Komünistlere’ hitap etmemelidir. Bu tartışmayı AK(M)P de dahil öncelikle Devrimci Enternasyonalist Hareket içindeki üyelere sunmak gereklidir, İran’daki tüm komünistlere aniden ve açıkça değil!”
“Yol Ayrımı” bildirisinin odak noktasını “İran’daki komünistlerle” sınırlı bırakmaması gerektiği eleştirisi anlaşılabilir ve hatta kabul edilebilir. Ancak hiçbir şekilde bu “İrancılık” ya da milliyetçilik değildir. Aksine açıkça enternasyonalizmdir. Çünkü her ülkeden komünist partiler o ülkedeki devrimi dünya devriminin bir parçası olarak görmelidir ve bu temelde görevlerini yapmalı ve kendi ülkelerindeki komünist hareketi uluslararası komünist hareketin bir parçası olarak inşa etmelidirler. Shola’nın suçlamaları bizi eğer bu tarz bir “milliyetçiliğe” sahip olsaydık uluslararası komünist hareketin şu anda içinde bulunduğu üzücü durumda olmayacağını söylemeye zorlamaktadır. Enternasyonalist çizgiyi oturtmak amacımız ve “bizim” ülkemizdeki harekete bu “çizgiyle” yaklaşmamızın milliyetçilik olarak görülmesi inanılmazdır. Shola dosyanın içeriğine karşı çıkabilir, ancak Lenin’in söylediği şekliyle dünya devriminin “bize düşen” kısmı olan bu ülkede devrim yapma yolunda çizgimizi popülerleştirme ve uygulama girişimimizi “milliyetçilik” olarak nitelendiremez.
“Yol Ayrımı” gibi bir dosyanın açıkça yayınlanması meselesine gelince, biz bunun yanlış olmadığını söylüyoruz. Aksine, gayet uygundu ve hatta geç kalınmıştı. Aynı zamanda bunun ani bir yaklaşım ile alakası olmadığını da söylememiz gerekiyor. En azından 2008’den beri Partimizde ve daha geniş olarak DEH içindeki ve dışındaki partilerle ve organizasyonlarla yeni sentezi tartışmaktaydık. Yeni sentezi tartışmak için organize edilen konferanslara dahi katıldık ve görüşlerimizi paylaştık.
“Yol Ayrımı” yayınlanmadan önce bile Partimizin Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in geri çekilişi ve bu gerici adımın sebepleri ve temeli konusundaki pozisyonumuz, komünist hareketin içinde bulunduğu durum konusundaki pozisyonumuz, DEH ve Bob Avakian’ın görüşleri ve yeni sentezin gelişimi konusundaki pozisyonumuz gayet açıktı. “Yol Ayrımı” bizim bakış açımızı ilan ettiğimiz ilk sefer değildi, bunun aksine bunun bir devamı ve savunduğumuz çizginin uygulanmasıydı. DEH içindeki ve dışındaki diğer partiler ile mücadelemizin ve tartışmalarımızın bittiği anlamına da gelmiyor. Ayrıca biz ülke içinde veya dışında devrimci bir çizginin takipçisi olma sürecinde ayrım yapmıyoruz ve aynı zamanda bu tarz ölüm kalım meselelerinin organizasyonlar çevresinde tartışmalar (ve bahaneler) yoluyla çözülemeyeceğine inanıyoruz.
Shola tarafından Partimize yöneltilen bu suçlama sadece yeni sentez konusundaki duruşumuza bir saldırı değil, aynı zamanda bir elle kendi milliyetçi yönelimlerini gizlemek amacıyla ve diğer elle de bazı milliyetçi söylemleri destekleme amacıyla bilinçli ve planlı bir hareket gibi görünüyor, ki bu ikisi de Shola’nın genel çizgisi ile uyumlu şeyler.
Shola tarafından kaleme alınmış şu satırlara bakın: “İlk olarak… bu dosyanın her şeyden önce sadece “İran’daki tüm komünistlere” hitap etmesi Devrimci Komünist Parti ABD tarafından yayınlanan Manifesto ile dünyadaki komünistlerin tamamına hitap etmenin başarıldığını varsaydığı anlamına gelir. Bu, tamamen hata edildiğini ve DKP ABD tarafından yayınlanan Manifesto’nun hiçbir gözlem ve öneri olmaksızın kabul edildiğini gösterir.”
Shola’nın milliyetçilerin en yaygın dilini ve suçlamalarını ödünç alması ve hatta kopyalaması, bu makalede tekrar tekrar kullanması gerçekten üzücü ve talihsizdir. Bu durum, komünistler arasında şahit olduğumuz yozlaşmış dünya görüşünün başka bir uyarı belirtisidir. Bizim partimiz Bob Avakian’ın yeni sentezinin savunucusudur ve onu yaygınlaştırmak ve popülerleştirmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır ve üretilmekte olan zehirli atmosferin korkusuna kapılmayacaktır. AK(M)P’deki yoldaşlarımız içinse, “kuyrukçuluk” korkusuna düşmektense bu teorilerle çalışmak daha iyidir. Yeni senteze saldırıda bulunurken milliyetçi tartışmalar ve yöntemler kullanmak mücadeleye yardımcı olmayacaktır. Eğer AK(M)P’deki yoldaşlar onların partisine karşı verilen polemiği hatırlayabilirlerse bu onlara yardımcı olacaktır. O polemikte AK(M)P’nin düşmanları onlara hakaret etmişlerdi ve DEH partileri arasındaki ilişkinin bir “dini akıl hocalığı” olduğunu ve AK(M)P’nin “yabancı çizgi belirleyicilerin” kuyrukçuluğunu yaptığını iddia etmişlerdi. Bu tarz hakaretlerin sınıf ve ideolojik doğasını kavrayıp bunları çürütmenin aksine Shola, bizimle girdikleri politik mücadelede inanılmayacak şekilde bu aynı yöntemlere başvurmuştur! Shola’nın aynı bakış açısını paylaştığından ve bunlarla yüzleşmektense hızlıca geri çekilip bu suçlamaları kabul ettiğinden başka ne söyleyebiliriz ki?
Bu tarz bir yöntemi benimseyerek Shola, düşmanlarına AK(M)P’nin hiçbir “akıl hocasına” ya da “yabancı çizgi belirleyiciye” itaat etmediği mesajını vermek istemektedir ve bunu kanıtlamak için komünistlere karşı düşmanlarının kullandığı edebi yaklaşımı ve yöntemi kullanmaya isteklidir. Bu, milliyetçilik karşısında reddedilemez bir geri çekilmedir ve yalnızca komünistlerle birlik olmanın temelini atamamakla kalmanın aksine milliyetçilerle birlik olmanın yolunu hazırlamaktadır.
Shola, belirli bir düşünce sistemini öne sürmektedir. Bu makaleye pragmatik ve ampirist eğilimler ve ideolojik açıdan milliyetçi bir yaklaşım hakimdir, bu durum Marksizm’i bir dogmaya dönüştürmüş ve Marksizm’e ve gelişimine bilimsel bir yaklaşımı benimseyen herhangi bir çizgiye zehirli bir yılan gibi saldırılmasına yol açmaktadır. Afganistan’daki spesifik durum ve koşullar -başka bir deyişle emperyalist saldırısı ve işgali ve gerici İslamcıların etkileri- milliyetçi çözümlerin ve ittifakların gelişimi için elverişli bir atmosfer yaratmıştır. Şüphesiz ki bu baskılara direnmek ve halk kitlelerine devrimci komünist bir alternatif sunmaya devam etmek kolay değildir. Ayrıca şüphesiz ki, Nepal’deki yenilgi ve geri çekilme Devrimci Enternasyonalist Hareket ve üye organizasyonlar ve partiler üzerinde negatif bir etki yarattı. Ancak bizzat bu çok zorlu ve karmaşık koşullar her zamandan daha çok devrimci komünist teorinin acilen geliştirilmesini ve bu silahın her zamankinden daha iyi bir şekilde keskinleştirilmesini zorunlu hale getirmektedir.
Marksizm’in tarihinde, özellikle de uluslararası komünist hareketin hassas dönemlerinde, Marksizm’in doğru anlaşılması ve geliştirilmesi için savaşanlar ile Marksizm’i keyfi biçimde eğilip bükülecek ve pragmatizmin ve milliyetçiliğin seviyesine indirgenecek bir alet olarak gören kişiler arasında çokça mücadele olagelmiştir.
Umarız ki Afganistan Komünist (Maoist) Partisi uluslararası komünist hareketin acı durumuna dikkat edecek ve yeni sentezin teorik doğrularının ve hatalarının üzerinde mücadele edilecek tartışmalara katılacaktır, zengin ve ilham verici teorik mücadelelere faydası olmayan zararlı metotları gözden geçirecektir. Çünkü bizlerin komünist teorileri daha yüksek derecede açık ve doğru kılmak uğruna bilimsel bir yaklaşıma tutunmaktan, bunları popülerleştirmekten, var olan komünist partilerin yenilenmesine yardım etmekten ve bu sırada Ortadoğu’da ve dünyanın her yerinde yeni devrimci komünist partilerin kurulmasına destek vermekten başka çaresi yoktur. Bu görevi başarıyla gerçekleştirmek de yeni sentezin teorileri olmadan asla mümkün değildir.
İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist) Merkez Komitesi
Haziran 2011
Yeniden Düzenlenme Tarihi: 8 Mart 2013
Dipnotlar
1 Shola’nın yayınına şuradan erişilebilir: http://www.Sholajawid.org/farsi/tazaha/HKI_hamBa_beraha_raft.html.
2 Lenny Wolf “Bob Avakian’ın Yeni Sentezi Nedir?” [What Is Bob Avakian’s New Synthesis] http://revcom.us/a/129/New_Synthesis_Speech-en.html
3 Yeni sentezin Marksist felsefenin tali zayıflıklarını eleştirirken aynı zamanda ilkesel olarak doğru olan temelleri üzerine nasıl inşa ettiği üzerine detaylı bir tartışma için bknz. Haghighat “Yeni sentezi incelemek”, özellikle 1. bölüm “Marksizm determinist ya da teolojik midir? Yoldaş M.Parto tarafından Soru Cevap”, Haghighat no. 51. Bu yeni sentezin farklı kısımları ve Marksizm ile ilgili önemli teorik sorunlar ile ilgilenen bir makale serisidir. Haghigat’e yapılan bu ve tüm referanslar sadece Farsça olarak bulunmaktadır.
4 Bu konuda daha fazlası için bknz. Haghighat no 6., 3. seri “Bir ölüm etrafına huzursuzlanmalar… Huzursuzluk Tarihi.” [Commotions around a death… History of Commotion]
5 Bob Avakian, “Kuşlar Timsah Doğuramaz ama İnsanlık Ufkunu Aşabilir, bölüm 2, Devrimci bir hareket inşa etmek” [Birds Cannot Give Birth to Crocodiles, but Humanity Can Soar Beyond the Horizon, part 2, Building a movement for revolution] Revolution, 8 Mart 2011, www.revcom.us
6 Bu çalışma Bob Avakian Marx, Lenin ve Mao teorik sistemini savunurken aynı zamanda eserlerindeki tali zayıflıkları ve hataları eleştirir. Bu hatalar revizyonistler, solcu milliyetçiler ve pragmatistleri için dayanak noktaları haline gelmiştir. Örneğin, Marx’ın ulusal mesele ve ulusal savunma üzerine yaklaşımı Paris Komünü özetlemesinde yansıtılmaktadır (Fransa İç Savaşı [The Civil War in France]). Ulusal sorun ve bir ülkedeki mücadelenin küresel seviyede mücadele ile ilişkisi Paris Komünü liderleri tarafından da (Komün liderlerinin bakış açısı ve ilkeleri gerici ordunun askerlerine milliyetçilik temelinde erişmeye çalışmayı içeriyordu) Marx ve Engels’in Paris Komünü üzerine eserleri tarafından da doğru bir şekilde açıklanmamıştı. 1. Dünya Savaşı içinse, Kautsky tarafından önderlik edilen 2. Enternasyonal’in büyük çoğunluğu “anavatanın koruyucularının” saflarına katılıp proletaryaya ihanet etmişlerdir. “Anavatanın korunması” çizgilerini savunma çabası içerisinde Marx ve Engels’den pek çok alıntı yapmışlardır. Avakian, Lenin’in bu çizgiyi çürütürken doğru bir şekilde Marx Engels’den yapılan bu alıntıların bağlamdan koparıldığını ve kapitalizmin sadece serbest piyasa kapitalizmi olduğu, henüz kapitalizm-emperyalizme tamamen evrilmediği döneme tekabül ettiği şeklindeki analizini özetlemiştir. Lenin şuna parmak bastı: Uluslararası proletaryanın isteklerine hangi burjuvazinin galibiyeti uyar?! Ancak Avakian’ın gözlemlediği üzere, tek sorun bu değildi: Marx ve Engels’in milli sorun ve bir ülkedeki devrimin dünya devrimi ile ilişkisi üzerine bakış açısı sınırlıydı ve proleter devrime ihanet eden sosyalistler duruşlarını savunmak için bazı alıntıları kullanabilmekteydi. Örneğin, Paris Komünü’nden bahsederken Marx ve Engels proletaryanın ulusun en iyi kurtarıcısı ve ulusu yeniden doğurmak için bir güç olduğunu belirtmişlerdi. 1891 yılında da Almanya ile Çarlık Rusyası arasındaki bir savaşta Engels anavatanı koruma konusunda söylemlerde bulunmuştur. Bob Avakian şöyle söyler, “… artık açık olması gerektiği üzere, üzerine odaklanılan bütün noktalarda nasıl Marx’ın gözlemlerinde ilkellik olduğu gibi aynı anda büyük sayıda tarihsel kavrayış ve ileri görüşlülük olduğunu da yeniden vurgulamamız gerekiyor. Ancak genel olarak, ve diyalektik bir bakış açısıyla yaklaşıldığında bu, Marksist teori ve bilginin ve pratik ve teori arasındaki ilişkinin ve teorinin nihai olarak pratiğe bağlı olduğunun ve pratiğin teori ve gerçeğin belirleyicisi ve nihai noktası olduğunun bir doğrulaması ve örneğidir.” (Dünyayı Fethetmek? Uluslararası Proletarya Buna Zorunlu ve Muktedirdir [Conquer the World: The International Proletariat Must and Will])
Uluslararası komünist hareketin tarihindeki başka problemleri özetlerken Bob Avakian, Lenin’in “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” [Left-Wing Communism: An Infantile Disorder] (vol 31. Collected Works, English, p.77, Progress Publishers) makalesine ve Lenin’in hayatının son yıllarında yazdığı “Daha Az ama Daha İyi” [Better Fewer, but Better] (Collected Works, vol 33. English pp. 487-502) makalesine gönderme yapmaktadır.
Avakian bu eserlerin çok önemli olduğuna ve bu eserlerden öğrenebileceğimize vurgu yapmaktadır, ancak aynı zamanda neden çeşitli revizyonistlerin bu makaleleri kullanarak kendi işbirlikçiliklerini ve uzlaşmacılıklarını savunabildiklerini de incelememiz gerektiğini söylemektedir. Avakian, revizyonistlerin bu alıntılardan bazılarını tarihsel bağlamlarından kopararak Lenin’i çarpıttıklarının ve bunu kendi işbirlikçi ve uzlaşmacı ilkeleri için kullandıklarının doğru olduğunu, fakat aynı zamanda bunun sadece bir “çarpıtma” durumu olmadığının da gerçek olduğunu söylemektedir. Bu iki makalede de Lenin burjuva mantığına kaymaktadır ve bunun anlaşılmasının zamanı gelmiştir.
Örneğin, “Sol Komünizm” eserinde, İngiltere üzerine kısımda Lenin, İngiltere’deki komünistlerin mücadeleleri için parlamenter formları kullanmalarını önermiştir ve işçilere sağcı adaylar karşısında İşçi Partisi adaylarını (Britanya’da burjuvazinin “Sol” kanadı) desteklemeleri çağrısında bulunmuştur. Burjuva mantığı ile Lenin şunları söyler, “Eğer ben bir komünist olarak işçilere Lloyd George karşısında Henderson’a oy vermelerini söylersem onlar [işçiler – BA] kesinlikle beni dinleyeceklerdir.”
Lenin’in bu çalışması çeşitli revizyonistler ve farklı dönemlerde komünist hareketin liderleri tarafından “çok başarılı strateji taktiklere sahip” bir eser olarak yaygınlaştırılmış ve takip edilmiştir. Lenin’in Ne Yapmalı? eserinin toprağa gömülmesi sürecinin bir parçası da budur.
Bu sorun “Daha Az, Daha İyi” [Better Fewer, but Better] eserinde de tekrarlanmıştır. Örneğin, Çin’de revizyonistler bu makaleyi geniş çapta “Üç Dünya” teorilerini desteklemek amacıyla kullanmıştır (örneğin bknz. Peking Review, no 45, 1977). Bu makalede Lenin emperyalist devletleri dünya savaşında kazandıkları paylara göre üçe ayırmıştır. Avakian özetine devam ederken Komintern döneminde Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ilkelerini geniş çaplı bir biçimde “… burjuva demokratik, ekonomizm, milliyetçi şovenizm, emperyalist ülkelerde milliyetçilik savunuculuğu vb. Bu hatalı çizgiler 2. Dünya Savaşı sırasında sürdürüldü ve çok daha derin seviyelere ulaştı… Özetlemek gerekirse, 2. Dünya Savaşı Sovyetler Birliği tarafında milliyetçi yani burjuva demokratik temelde verildi… ağırlıklı olarak da Rus milliyetçiliği temelinde. Ve ulusu korumak ve her ne olursa olsun onun üzerine saldırıları püskürtmek uğruna enternasyonalizmin tıpası çekilip yerine pragmatik ve milliyetçi bir temel yerleştirildi.” (Dünyayı Fethetmek?)
Avakian, Mao Zedong’a dair revizyonistler ve pragmatistler tarafından çok iyi bilinen bir konuyu eleştirir… yani “düşmanlar arasındaki çelişkilerden yararlanmak!” “Düşmanlarımızı teker teker yenmek!”
Bob Avakian, Mao’nun “İlke Üzerine” (vol 2. Mao’nun Seçme Eserleri) adlı makalesine gönderme yapmaktadır. Bu makale Japonya’nın Çin’i işgali döneminde yazılmıştır (Çin Komünist Partisi önderliğindeki Kızıl Ordu’nun ülkenin büyük kısımlarını özgürleştirdiği bir zamanda). ÇKP’nin kendi ordusu, üs bölgeleri ve devrimci bir devleti olduğu bir dönemde “düşmanlarımızı teker teker yenmek” doğruydu. Ancak o makalede Mao bu tecrübeyi genelleme ve bir ilkeye dönüştürme eğilimindedir. Bu eğilim, kendi işbirlikçiliklerini ve uzlaşmacılıklarını “Maoist” olmak şeklinde göstermeye çalışan çeşitli revizyonistler, sol milliyetçiler ve pragmatistler tarafından bir çizgiye dönüştürülmüştür. Bu sözde “Maoistler” arasında (hem Üçüncü Dünya ülkelerindeki “Maoistler” hem de Avrupa’nın meselesinin “Kuzey Afrika süper gücü” olduğunu iddia eden Avrupalı “Maoistler”) Avakian’ı hedef alan öfkenin sebeplerinden biri de Mao’nun bu hatalı özelliği üzerine geliştirdiği anlayıştır.
7 Örneğin, DEH içindeki bazı parti ve organizasyonlardaki güçlü eğilimlerden biri de, Mao’nun bizzat kendisi Çin’deki yeni devleti bir proletarya diktatörlüğü formu olarak tanımlamış olsa dahi, 1949 Çin devrimini bir “burjuva-demokratik” devrim olarak görme şeklinde kendini gösterir. Başka bir eğilim ise, Mao’nun komünist devrimin teorilerinin gelişimine katkısını salt askeri teorilerine ve “halk savaşı stratejisine” indirgemektir. DEH partileri içinde Mao’nun, sosyalist devletin doğası, sosyalist planlı ekonominin karakteri, sosyalizmin eleştirilmesi ve sosyalizm düşmanlarının eleştirilmesi arasındaki farklar, Marksizm’in diğer bilimler ile ilişkisinin açığa çıkarılması ve Marksizm’in “kucakladığı ama yerine geçmediği” [“embraces but does not replace”] şeklindeki Maoist formülasyon konularında ve aynı zamanda Stalin’in metafiziğindeki mekanik materyalizm ve felsefeden koparken Stalin’in teorisinden ve pratiğinden gerçekleştirdiği kopuşların üstünü örtme şeklinde güçlü bir eğilim vardır. Bu kopuşlar olmadan Mao Zedong’un sosyalist toplumun doğası, dinamikleri ve sınırları üzerine daha derin ve daha ileri bir bilimsel anlayış geliştirmesi ve ilk sosyalist devletten (Sovyetler Birliği) daha nitelikli bir sosyalist toplumun gelişimine önderlik etmesi mümkün olmazdı. DEH partilerinin, komünist devrimin doğası üzerine anlayışımızı geliştiren ve komünist teorilerde bir kopuş ve sıçrayışı temsil eden Mao Zedong’un teorik ve pratik katkıları üzerine anlayışı dengeden yoksundu. Örneğin, uluslararası komünist hareket içerisindeki pek çok parti Çin Kültür Devrimi’ni “kitle çizgisinin” veya “demokrasinin” uygulanması olarak gördü (örnek olarak DEH içerisindeki Nepal ve Hindistan’dan ülkeler ve organizasyonlar böyledir). Doğrusu, Büyük Proleter Kültür Devrimi Çin’de kapitalizmin restorasyonunu engellemek ve toplumun komünizm yolunda kalmasını sağlamak için yapılan bir devrimdi. Mao Zedong, Kültür Devrimi’nin temel hedefinin halk kitlelerinin düşünüş biçimlerini geniş çapta devrimcileştirerek Marksizm ile revizyonizmi birbirinden ayırt edebilmelerini ve sosyalizm altında kapitalist restorasyon tehlikesinin neden halen var olduğunu anlayabilmelerini sağlamak olduğunu vurgulamıştı. DEH içerisinde, Sovyetler Birliği ve Çin’deki proletarya diktatörlüğü tecrübesi üzerine anlayış basit bir seviyede kaldı, ancak o seviyede bile güçlü direniş vardı. Örneğin, Devrimci Enternasyonalist Hareket Bildirgesi içinde Mao’yu komünist enternasyonal kurmamakla eleştiren bölüm güçlü bir şekilde eleştirilmişti. En başından beri Komintern’in anlayışı, İkinci Dünya Savaşı’na giden dönemde emperyalistleri “demokratlar” ve “faşistler” şeklinde ayıran ve dünya komünistlerine “demokratik emperyalistler” ve onların piyonları (örneğin, Hindistan’daki komünistlerin görevi İngiliz kolonistleri ve Hint feodalleri ile birlik olmaktı) ile birlik olmak görevini veren 7. Komintern Komitesi üzerine çok yoğun bir mücadele vardı. Emperyalizmin ne olduğu konusunda da önemli teorik farklılıklar bulunmaktaydı, bu da emperyalizmin egemenliği altındaki ülkelerde gerici sınıfların ve burjuvazinin farklı kademelerinin doğası üzerine değişken politik sonuçlara yol açtı. DEH partileri arasında “emperyalizm” konseptini sadece “yabancı bir düşmanın” varlığına indirgeyen, emperyalizmin egemenliği altındaki ülkelerde emperyalizmin bu ülkelerin egemen sınıfları ile organik ilişkilerini anlayamayan eğilimler bulunmaktaydı. Bunun bir sonucu olarak emperyalizmin egemenliği altındaki ülkeler emperyalist ülkelerin karşısında homojen bir blok olarak görülmüştü. Farklılıklar sadece teorik formasyonlar üzerine değil, aynı zamanda geçmişin geleceğe hizmet etmesi amacıyla 20. yüzyılın sosyalist devrimlerinin tecrübelerine nasıl bakılacağı konusunda da ortaya çıktı.
8 Örneğin, Darwin’in evrim konsepti üzerine yeni bir sentez geliştirmeye çalışan antropolog ve paleontolog Stephen Jay Gould’un çalışmalarına göz atabiliriz. Pek çok Ortodoks Darwinist (Richard Dawkins, Tanrı Aldanması [The God Delusion] isimli iyi bir kitabın yazarı gibi) Gould’un Darwin’in evrim üzerine teorik kavramsallaştırmasındaki eksiklikler üzerine eleştirilerini kabul etmedi. Ancak yaklaşımları “Gould Darwin’i çöpe attı!” şeklinde değildi, çünkü Darwin’in teorisi ve onun etrafında dönen tartışmalar ve sorunlar üzerine iyi bir anlayışa sahiptiler. Gould’un bilimsel eleştirisine karşı çıkmaktan aciz bazı başka bilim insanları ona ideolojik saldırıda bulundular, Gould’un Marx’ın metodolojisini evrim teorisine dayatmaya çalıştığını söylediler. Ancak gerçek şu ki, evrim konusunda daha bilimsel bir anlayış geliştirilmeden bu teori düşmanların saldırısına açık hale gelirdi. Daha da önemlisi, bu durum bilimsel epistemoloji ve metodoloji, dünya görüşü ve tıbbi bilimler üzerinde negatif bir etkiye sahip olurdu.
9 bknz. Dünyayı Sarsan On Gün [Ten Days that Shook the World] kitabı ya da filmi ve Komintern temsilcilerinin SSCB içindeki Orta Asya Cumhuriyetleri içindeki İslamcı eğilimler üzerine analizleri.
10 Örneğin, Britanya Sosyalist İşçi Partisi tarafından Sami Ramadani ile Simon Assaf arasındaki tartışmaya bakınız. http://socialistworker.co.uk/art.php?id=27876.
11 “Dörtlü Çete” Çin’deki revizyonistlerin Çin Komünist Partisi’nin 1966-76 yılları arasında Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne önderlik eden Mao’nun yoldaşları olan dört Maoist lidere (Chiang Ching, Zhang Chunqiao, Yao Wenyuan ve Wang Hungwen) verdikleri isimdir. 1976’da Mao’nun ölümünden kısa bir süre sonra yapılan bir askeri darbede tutuklanıp yargılanmışlardır. Uluslararası medya bu yargılanmayı önemli bir uluslararası olay olarak haber etmiştir. Yargılama süreci Deng Xiaoping’in (Çin’de gücü ele geçiren revizyonist liderdir) Washington D.C.’ye ziyareti ve “ekonomik reform programlarını” bildirdiği bir zamana denk gelmiştir. Chiang Ching (Mao’nun eşi) ve Zhang Chunqiao (Eserleri, Maoizm’in gelişimine büyük katkıda bulunan ÇKP’nin önemli teorisyenlerinden biridir) duruşlarında ısrarcı olarak hapishanede yaşamlarını yitirdiler. Diğer ikisi ise bir süre sonra af dilediler ve hapishaneden çıkarıldılar.
12 Bob Avakian şöyle bir analizde bulunur: “Burada bir tarafta Cihat, diğer tarafta ise McDünya/McHaçlı Seferleri arasındaki rekabet ile kendini gösteren, kolonileştirilmiş ve ezilmiş insanlığın miadı dolmuş kesimi ile emperyalist sistemin miadı dolmuş egemen sınıfı arasındaki mücadeledir. Bu iki gerici kutup birbirleri ile savaşırken dahi birbirlerini destekler. Eğer bu ‘miadı dolmuşlardan’ herhangi birinin tarafını tutarsanız, ikisini birden güçlendirmiş olursunuz. Bu çok önemli bir formülasyon ve dünyada bu dönemde olayları geliştiren dinamiklerin önemli bir çoğunluğunu anlamak için kritik olsa da, aynı zamanda bu iki ‘miadı dolmuşlardan’ hangisinin daha büyük zarar verdiği ve insanlık için daha büyük bir tehdit olduğu konusunda da açık olmalıyız: ‘emperyalist sistemin miadı dolmuş egemen sınıfı’ özellikle de ABD emperyalistleri.” (Başka Bir Yolu Öne Sürmek [Bringing Forward Another Way])
13 Bob Avakian “Kuşlar Timsah Doğuramaz ama İnsanlık Ufkunu Aşabilir” [Birds Cannot Give Birth to Crocodiles But Humanity Can Soar Beyond the Horizon] 2. Bölüm : “Devrimci Bir Hareket İnşa Etmek” [Building a Movement for Revolution], 8 Mart 2011.
14 “Ampirizmin Üstesinden Gelin” [Overcome Empricisim], Peking Review 27 Ekim 1972.
15 Baburam Bhattarai, “Yeni Devlet” [New State], The Worker, NKP(M) yayın organı, Şubat 2004. Prachanda ile birlikte Bhattarai NKP(M)’nin Merkez Komitesinin üyeleri idi. Bu makalede SSCB ve Çin sosyalist ülkelerindeki proletarya diktatörlüğü tecrübesini negatif olarak değerlendirmiş ve gelecek sosyalist devletlerin partiler arasında seçim rekabetlerini kurumsallaştırması gerektiğini beyan etmiştir. Bu makale genişletilmiş bir demokrasiyi (seçim rekabetlerini de içerecek şekilde) sosyalist dönüşüm döneminin merkezine yerleştirmektedir ve bu genişletilmiş demokrasinin kapitalist restorasyonu engelleme konusunda bir “garanti” olacağını söylemektedir. Ayrıca sosyalizm kurulduktan sonra ordunun dağıtılması gerektiğini ve milis güçlerin ordunun yerine geçeceğini de bildirmektedir. Direkt seçimleri ve resmi makamların iadesini içeren Paris Komünü’nü SSCB ve Çin’deki proletarya diktatörlüğü tecrübesinden daha pozitif bir örnek olarak değerlendirmektedir. Bu görüşler Revolution no. 160 (29 Mart 2009) sayısında DKP ABD tarafından analiz edildi ve eleştirildi. 2009 yılında NKP(M)’nin adını Nepal Birleşik Komünist Partisi (Maoist) olarak değiştirdiğini de söylemek gerekir.
16 Mao Tsetung, Volume 3, “Parti’nin Çalışma Tarzının Düzeltilmesi Üzerine” [On Rectifying the Party’s Style of Work], Şubat 1942.
17 Karl Marx ve Friedrich Engels, Seçme Eserler [Selected Works], Eng. ed., PLPH, Moskova, 1951, Vol. II, p. 15.
18 V.I. Lenin, Ne Yapmalı? [What Is To Be Done?], Foreign Language Press, Peking, 1973, p. 29.
19 Ibid. p. 29.
20 Ibid.
21 Emperyalistler Prachanda ve Bhattarai’yı Avrupa’ya davet ettiler ve El Salvador’da FMLN liderleri ile yapmış oldukları gibi onar için “demokrasi” sınıfları organize ettiler. Prachanda’nın Nepal için vizyonu nedir? Bizzat kendisi Nepal’i Asya’nın İsviçresine dönüştürmek istediğini söylemiştir! Neredeyse herkes İsviçre’nin sütü ve dağları yüzünden o şekilde gelişmediğini bilir. İsviçre dünya kapitalist sisteminin en önemli bankacılık ve yatırım merkezlerinden biridir. Bu acınası hayalcilik emperyalizmin egemenliği altındaki ülkelerin dejenere olmuş burjuvazisinin akıl sağlığının sadece bir yansımasıdır. Kendisi bir zamanlar ilham verici enternasyonalist fikirlere sahip bir komünistti. Nepal devrimi yüzbinlerce kadın ve erkeği, işçileri, köylüleri, entelektüelleri hayatları parmaklarının ucunda, kapitalizmin baskıcı ve sömürücü sistemini devirmek için savaşacak şekilde örgütlemişti. Nepal içindeki ve Hindistan’daki ve dünyanın her tarafındaki milyonları umut aşılamış ve ilham vermişti. Bu devrim yolun ortasında önderliğinin revizyonist çizgisi tarafından kesilmiştir. Bu partinin önderliği geri gitmeye başladığında, Nepal devrimi için en büyük destek ve enternasyonalist olan tek yol önderliğin bu çizgisine karşı mücadele etmekti. DEH’i UKH’nin politik ve kurumsal merkezi olarak korumanın tek yolu bu revizyonist çizgiye karşı topyekûn savaşmaktı. DEH içindeki partiler ve organizasyonlar arasında bizim partimiz ve DKP bu görevi üstlendi ve diğer partilerin büyük çoğunluğu bizi desteklemektense yolun ortasında takıldılar. Bu durum, UKH’nin üzücü durumunun bir göstergesiydi.
22 “4 Felsefi Konuşma” (1987) [4 Philosophical Talks] isimli, 1980-1981 yıllarının sonlarındaki dönemde İran Komünistler Birliği içerisindeki sağcı oportünist sapmaların felsefi köklerini değerlendiren belgede biz şunları söyledik: “Ulusal kurtuluş mücadelesi verirken bile, komünistler gelecek komünist toplumun temsilcileridirler. Günümüzde her ülkede uluslararası proletaryanın temsilcileri ve öncüleridirler. Burada sadece var olana saygı duymanın ve var olanın sisteminde hareket etmenin çekiciliğini açıkça görebiliyoruz… Her baskı altındaki ülkede komünistlerin devrimci demokratlar haline gelmeleri çok kolaydır. Komünizm hakkında düşünmedikleri ya da proleter enternasyonalizmin kötü olduğunu düşündükleri için değil. Üstünde durulan nokta, kitleler arasındaki politik çalışmalarının politik güç, yeni demokratik devrim, emperyalizmden ulusal bağımsızlığın kazanılması vb. terimleri altında sunulması ve çoğu zaman ana hedefin unutulmasıdır…”
23 Bob Avakian, “Kuşlar Timsah Doğuramaz Ama İnsanlık Ufkunu Aşabilir” [Birds Cannot Give Birth to Crocodiles But Humanite Can Soar Beyon the Horizon], Bölüm 1: Devrim ve Devlet [Revolution and the State], Revolution no. 218, 28 Kasım 2010.
24 DKP’den NKP(M)’ye mektuplar: http://www.revcom.us/a/160/Letters.pdf– Revolution 160, 29 Mart 2009. Türkçe çevirileri için bkz: Devrimci Komünist Parti ABD – NKP (Maoist) Mektuplaşmaları | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
25 “Nepal devriminin aşağıya giden döngüleri” [Downward spirals of the revolution in Nepal] dosyasının ilk kısmı, Sarbedaran arşivi. http://www.sarbedaran.org/archives/etealiye/rcp2nep2009f_p1.htm
26 DKP’den NKP(M)’ye mektuplar: http://www.revcom.us/a/160/Letters.pdf– Revolution 160, 29 Mart 2009
27 Ibid.
28 bknz. DKP’den N(M)KP’ye Mektuplar ve İKP(MLM)’den N(M)KP’ye Mektup, Kasım 2006.
http://www.cpimlm.com/showfile.php?cld=&tb=hagh3_s&Id=369&pgn=1.
Ayrıca bknz. “Nepal’de Devrim, büyük galibiyet ya da büyük tehlike” [Revolution in Nepal, great victory or great danger], Haghighat no. 40.
29 Bu polemik 2011 Haziran ayında yazılmıştır. Günümüzde “DEH’in yeniden yapılandırılması” çağrısında bulunan, AK(M)P, Naxalbari grubu, İtalya Maoist Partisi vb. içeren bir grup bulunmaktadır. Bunlar Nepal Birleşik Komünist Partisi (Maoist) [NBKP(M)] karşısında durup Nepal’de NKP(M)’yi yeniden organize etmek isteyen ve Prachanda/Bhattarai Partisi’nden kopmuş bazı eski NBKP(M) liderlerinin önderlik ettiği yeni partiyi desteklemektedirler. Bu yeni partinin liderleri Nepal’deki devrimin geri adımının temel sebebinin birlikte geliştirdikleri ve benimsedikleri politik ve ideolojik çizgide değil, “Prachanda’ya ihanet edilmesi” olduğuna inanmaktadırlar. Bu yeni partinin liderlerinin çizgisi o kadar eklektiktir ki, revizyonist ve karşı devrimci liderler arasında dahi net bir ayrım yapamamaktadırlar. Daha fazla bilgi için bknz. bu yeni partinin kuruluş kongresi üzerine Revolution gazetesinde yayınlanan rapor: http://www.revcom.us/a/296/critical-crossroads-in-nepal-en.html
30 Marx tarafından Jules Guesde ve Paul Lafargue’a yazılan 1883 tarihli bir mektupta Engels tarafından rapor edilen popüler bir yorum.
demarcations-journal.org 3. Nüsha
[i] Mujahadeen (Mücahitler), Afganistan’da ABD-emperyalist liderliği altında Sovyetlere karşı savaşan İslamcı güçlerin genel adıdır – Ç.N.