10 Ekim’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, politik yarış esnasında, PKK ile barış görüşmelerini tekrar başlatmasını reddetmesi ve muhalefeti bastırmak istemesinin hemen ardından gerçekleşen bir bombalı saldırıda en az 97 kişi öldürüldü. Erdoğan bu olayın hemen ardından, saldırının “ülke birlik ve bütünlüğüne yapılmış hain bir saldırı olduğunu” ifade etti. Patlamalar başladığı andan itibaren, devleti ve kendini güçlendirmek için bu saldırıları lehine kullandı ve kanlı eylemlerle yüzleşebilecek tek aygıtın kendi devleti olduğunu savundu.
Ülkenin başkenti Ankara’da yapılan gösteri HDP’nin organizasyonu önderliğinde, bir çok sol ve diğer kurumların katılımı dahilinde, 1 Kasım da yapılacak seçimlerin parçası olacak bir kampanya olarak düzenlendi. Büyük kalabalık merkez garının önünde bir araya gelince içlerinde şarapnel olan, birbirine 50 metre mesafe ile önce biri, sonra diğeri, iki bomba patladı. Olayın şahitleri, olaydan sonra verdikleri bilgilerle olay yerinde kimsenin kontrol edilmediğini ve olay esnasında güvenlik güçlerinin ortalıkta olmadığını ve bunun “normal” bir polis prosedürü olduğunu beyan ettiler. Çok geçmeden duruma polis müdahil oldu ve yaralılara yardım etmeye çalışanlara saldırıp, havaya ateş ederek, insanlara plastik mermi, göz yaşartıcı gaz ve ses bombaları kullanarak müdahalede bulundu. 30 dakika boyunca alana hiçbir ambulans ulaşamadı. Bazıları ciddi olmak üzere yüzlerce yaralı vardı. HDP ölü sayısının 128 olduğunu belirtti.
Ertesi gün zaten acılı olan, olayda hayatını kaybedenlerin yakınlarına, HDP’ye ve başka katılımcılara, olay yerine çiçek bırakmak isteyenlere, polis vahşice, göz yaşartıcı gaz atarak saldırdı. İnsanlar “Katil Erdoğan, katil polis ve katil devlet” sloganları atarak Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Fransa, Almanya ve İsviçre de gösteriler düzenlediler.
Olay akabinde açıklama yapan başbakan Ahmet Davutoğlu DAEŞ, DHKP-C ve PKK’nin şüpheli olarak görüldüğünü söyledi. Rejimin HDP ile PKK’yi bir tutan geçmiş ifadesi göz önünde tutulursa, bu ifadenin aptalca yapılmış kötü bir şaka olduğu düşünülebilir; zira PKK’nin kendi sempatizanlarını Türkiye’yi bölmek için öldürdüğü ileri sürülmektedir. Günler sonra ise rejim, sorgulamaların DAEŞ etrafında yoğunlaştığını ve zanlıların onlar olduğunu bildirdi. Bombalamayı takip eden saatlerde PKK kamplarına hava saldırıları düzenlendi. Bunun üzerine PKK kendi savaşçılarına, rejimin pazarlıklardan vazgeçmiş olduğu gerekçesi ile orduya karşı mücadele pozisyonunu durdurma kararı verip, şimdilik kamplarına dönmeleri talimatını verdi.
Ankara saldırısı seçim evvelinde giderek artan kutuplaşmanın ortaya çıktığı bir atmosferi gösterdi. HDP’nin meclise girmesi ile Erdoğan’ın partisi AKP’nin, tek parti iktidarını, mutlak çoğunluğu alamayarak kaybetmesine neden oldu. Erdoğan mecliste bir çoğunluk kurarak anayasal değişiklikle, İslami programlarını sıkılaştırmaktan alıkonuldu. Meclis kurulamadığı için de yeni bir seçim gerekli oldu.
AKP Ankara’daki katliamda ne kadar rol almış olursa olsun gerçek olan şu ki, Erdoğan’ın kanlı saldırılara karşı kendisini ve rejimini yegane çözüm olarak dayatması bu saldırıların olmasındaki en büyük faktördür. AKP Türk milliyetçiliğini, şovenizmi ve İslamizmi kışkırtmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Erdoğan, PKK ile Kürt hareketini daha fazla sistemin kıvrımlarına sokarak, siyasal ve askeri olarak zayıf düşürmeyi hedeflemektedir.
Bu durumun ifadelendirilmesi; rüşvetçi bir diktatör ile liberal demokrasi arasında olup, HDP ve diğer solcu partilerin yaptıkları temel hatanın nedeni ise Türk hakim sınıfları ve devlet yönetimin gerekliliğinin itici gücü olan bu çatışmadır. Bir yanda AKP’nin Türkiye’yi İslamlaştırmak istemesi ve Suriye’deki İslamcı güçleri desteklemesi, diğer yanda da islamizmin ABD ve dünya düzenindeki diğer emperyalistler için çok büyük problem teşkil etmesi durumu sözkonusudur.
ABD, Erdoğan’dan ziyadesiyle sıkılmış ama onunla -en azından şimdilik- bir köşeye sıkışmış bir durumda. Suriye’de olan Amerika ve Rusya müdahaleleri bu konuyu daha da açık göstermektedir. Başkan Obama Rusya’nın DAEŞ’e yeterince saldırmaması üzerine mızmızlanırken, Erdoğan rejiminin PKK’ya saldırılarını yoğunlaştırması, Washington’da şikayet etkisi yarattı. Eğer Erdoğan bu saldırı sonrasında, Türk hakim sınıfları içerisinde kendisinden başka alternatif olmadığına ikna edebilirse, ABD’ye karşı çift taraflı oyunlarına devam etme tutumunu sürdürebilir.
HDP halkın saldırılara oyları ile yanıt vermesini, demokrasi reformları için saldırının oluşumuna yol açan devletin temel yapılarının üzerine baskıların artırılarak demokratikleştirmesini talep etmektedir. Erdoğan barış pazarlıklarını ve savaşı seçimler ve baskılar için kendi lehine kullanmıştır. HDP, Türkiye’nin bütünlük halinde kalıp buna ABD’den destek beklerken, rejim oy alabilmek için silah kullanabildiğini göstermiştir. Bu hedefler ve yöntemler halkın beklentileri ile örtüşmemektedir.
Muhalefetin büyük kısmının seçimlere ilişkin rejime karşı izlediği politikalar, devletin ve içinde yer aldığı küresel emperyalist sistemi anlayamayışından kaynaklanan büyük bir risk teşkil ediyor. Bu tür illüzyonlar istikrarlı gerici bir devletin mecburi kostümleridir. Özellikle AKP’nin hareketleri devlet meşruiyetine zarar verirken… Erdoğan’ın eylemleri kendi çıkarı için kullanmaya çalışması ve aşırı yöntemlere başvurması, gidişatın kontrol altında olduğu anlamına gelmiyor, tam aksine, Ankara bombalaması akla Suriye veya Irak türünden bir devlet çöküşünün ihtimalini getirmektedir. Fakat rejime karşı kararlı bir direnişe güç katarak devrim ihtimaline yer açan da yine bu çelişkilerdir.
Rejim, her şeyi kaybedebileceği gibi her şeyi kazanması mümkün de olan bu kumarda elini güçlendirmek için insanların illüzyona kanmalarına acil ihtiyaç duyuyor. Çıplak sultana “demokratik” bir elbise bağışlamak yerine, tam da bu zaaf açığa çıkarılıp kullanılmalıdır. Bu olağanüstü zor ve tehlikeli durumda rejimin çoğalan suçlarına karşı verimli ve tutarlı bir direniş sergileyebilmek birçok etkene bağlı – bunların en önemlisi, gerçekten sahnede nelerin olduğunu gösteren anlayışa bağlıdır.
Kaynak:
Kazanılacak Dünya Haber Servisi – Ekim 2015