19 Mart’ta, Ekrem İmamoğlu ve ekibine yönelik çekilen operasyon sonrasında toplumun bütün kesimlerinden rejimin her türden demokratik hakka yönelik faşist saldırılarına karşı büyük ve öfkeli bir başkaldırı dalgası yükselmişti. İnsanların bir çok şehirde güçlü kalabalıklarla, üniversitelerde, sokaklarda ve meydanlarda bu rejime ve onun temsil ettiği her şeye yönelik başkaldırısı, operasyonun yapıldığı CHP’nin de beklemediği bir durumdu. Ortaya çıkan yeni gelişmeler karşısında CHP bazı “ezber bozan” denemeler yapmış olsa bile, esas ve temel olarak klasik düzen partisi rolünü oynamaya devam etti.
CHP’den Asla Olmayacağı Şeyi Beklemek Ölümcüldür
Faşizm, burjuvazinin aleni bir diktatörlüğüdür ve kendisini hiç bir yasa ile sınırlamaz. Ya mevcut yasaları hiçe sayar ya da kendi işleyişi biçiminde yorumlar ve değiştirir. Faşist iktidarlar burjuvazinin liberal kanadı da dahil olmak üzere, toplumun bütününe yönelik aleni bir baskı uygular. Burjuvazinin diğer güçlerini ekarte etmek ya da kendisine eklemlemek için tüm baskıcı aygıtları harekete geçirir.
Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyon bu ülkede uzun zamandır parçalanmış olan hakim sınıfların çelişkilerini güçlü bir şekilde yüzeye çıkarmış oldu. Denilebilir ki, Türk hakim sınıfları 1960 darbesinden sonra hiç bu denli birbirlerine düşmemişlerdi. Lakin mevcut durum 1960’ların da ötesindedir. İslamcılar 1960’lı yıllara nazaran çok güçlüdür ve devletin rejimini değiştirmişlerdir. İkincisi ise halk kitleleri hiç olmadığı kadar bu kutuplaşmanın parçası olmuş ve halkın çoğunluğu rejimin temsil ettiği birçok şeyden nefret etmektedir.
TC’nin kurucu partisi olan CHP, mevcut kutuplaşmada “AKP karşıtı” cephenin lokomatif gücü olmaya devam etmekte. Bu sistemin işleyişine dair nasıl bir yol izlenilmesine yönelik (rejim) AKP’yle keskin çelişkiler yaşamakta. Beri yandan ise AKP’den rahatsız olan kitlelerin önemli bir kısmını kendi bünyesinde şu ya da bu oranda entegre edebilmiş durumda ve bu “entegrason” da bazı çelişkileri barındırmaktadır. CHP, özellikle büyük şehirlerde, nispeten sol eğilimlileri, sosyal demokratik güçleri, radikal sekülerleri, Kürtleri ve Alevileri, sistem içerisine “soldan” içerebilmiştir. Bu içerme durumu ise, bu güçleri sürekli olarak CHP’yi baskılamaya ve yeni “normlar” çizmeye zorlamıştır. CHP, faşizmin dünya çapında zemin kazandığı koşullarda, “sosyal tabanı” olarak ifade ettiği güçlerin normlarını bir yanıyla kabul etmekte bir yanıyla ise sınırlayıp, bastırmaktadır. CHP kitlelerin temel ihtiyaçlarını cevaplayamaz çünkü bir sistem partisidir. Şayet CHP, temel kitlelerin ihtiyacını karşılayan bir eğilim sergileyecek olursa, kendisini var eden “kurucu kodlar” tehlikeye girer ve böylece ya sistem çatırdamaya başlar ya da CHP sistem dışı kalır. CHP bu sistemin sözde “sol”dan savunucusudur ve burjuva diktatörlüğünün hem kurucu partisi hem de yılmaz bir savunucusudur -en az AKP kadar.
Fakat CHP bir AKP değildir. Ama kötünün iyisi de değildir. CHP iktidarda olmadığı için, halkın yükselen öfkesini kendi rejimini tesis etmeye yönelik kullanmak istemektedir. O yüzden, geniş halk kitlelerinin bazı taleplerini öne çıkarmaya ve bazı ölçülerde sınırları esnetmeye devam edebilir. Bunu yapmazsa, AKP’yle içerisinde olduğu derin parçalanmadan kaybederek çıkacaktır.
Tekrar etmek gerekirse CHP bir düzen partisidir. Demokratik hak, hukukun üstünlüğü ve “hukuk devleti” kavramlarını, baskıcı ve sömürücü olan bu sistemin “daha iyi” işleyebilmesi için istemektedir. Ve “demokratik haklar”, “hukukun üstünlüğü” sürekli olarak bu sistem tarafından sınırlandırılır ve yeniden şekillendirilir.
CHP Her Daim Sandığı Gösterecek
İnsanların on binler ve yüz binlerce sokağa inip, “hükümet istifa” diye öfkesini yükselttiği şu günlerde CHP’nin “erken seçim” diye bağırması, sürekli olarak seçimlere işaret etmesi, CHP’nin klasik bir sistem partisi olmasından ötürüdür. Üniversiteleri, sokakları ve meydanları dolduran kitle ise, hemen şu anda AKP’nin temsil ettiği bir çok şeyden kurtulmak istemekte. “Bir sonraki seçim” yerine, bu teokratik faşist rejimden hemen kurtulmak istiyor.
CHP halk kitlelerinin temel talebi olan bu rejimin hemen durdurulması talebine “topu göğsünde yumuşatarak” cevap vermeye devam ediyor. CHP insanların, rejim için hem sembolik hem de korkulu rüyası olan Taksim’e yürüme istekleri yerine, Saraçhane’de toplayarak, gaz alıyor. Bir yandan insanların evlerinden çıkmasını, eylem yapmasını ve kendi “muhalefetinin” parçası olmasını istiyor diğer yandan ise “eylem içeriğini” klasik burjuva partisi olarak mitinglerle, şölenlerle sınırlamak istiyor. Çünkü CHP öfkeli kalabalıkların sokağı nasıl hakarete geçirebileceği belirsizliğinden çok korkuyor. Toplumsal muhalefete dönüşen sokağın, kendi “siyasal muhalefetini” aşmasından çok korkuyor. CHP, AKP’ye gücünü gösterebilmek ve rejimin saldırılarına göğüs gerebilmek için sokağın öfkesini kullanmak istiyor, ama bu öfkenin kendisini de var eden sistemi yıkma pontansiyelinden korktuğu için ilk andan itibaren önleyici sınırlar çekiyor ve çekmeye devam ediyor.
Bu tabloya ek olarak eylemlerin ilk günlerinde Mansur Yavaş gibi faşistlerin ön plana çıkması, sol/sosyalist güçlerin polis terörüne terk edilmesi, şovenist gençlerin sayılarının azlığına rağmen artan oranda sahayı domine etmeleri, ardından Ümit Özdağ’ın cezaevinde CHP tarafından ziyareti, CHP’nin sahayı zehirli Türk şovenizmiyle sınırlaması durumu da eylemlerin etki gücünü kıran ve sandığa doğru çeken bir kuvvet yaratmıştır.
Sandık İllüzyonu ve Gerçek Kurtuluş
CHP, kapitalist sistemin normal zamanlardaki işleyişinde, “gücün aktarımı” için önemli bir süreç olan seçimleri işaret etmeye devam ediyor ve halk kitlelerini bir illüzyona sürüklüyor. Halbuki ne içinden geçilen zamanlar “normaldir” ne de AKP “demokratik normları” esas alarak harekete geçebilir. Seçimlerin burjuva manada hiçbir “esprisi” kalmamıştır demiyoruz. Ama esas itibariyle bu rejimi ve onun temsil ettiği birçok caniliği durdurabilecek olan, sürekliliği sağlanmış, bilinçli, öfkeli ve örgütlü bir halk muhalefetidir. Böylesi bir muhalefet sadece bir “hükumet değişikliği” ile sınırlı kalmayacak, aynı zamanda, mevcut rejimin temsil ettiği ve bu sisteme içkin olan birçok baskı ve sömürü formunu söküp atabilir ya da atmaya yönelik güçlü bir potansiyel oluşturabilir.
Açıkça belirtmek gerekir ki CHP’nin çağrısı sonrasında, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı ön seçimi için yapılan oylama da 15 milyon oyun olması, bir yönüyle aldatıcı ama bir yönüyle kritiktir. Aldatıcı yanı, bu rejimin acil durdurulması talebini, “sandık” yoluyla zincirlemekte ve insanların öfkesini heba etmektedir. Kritik yanı ise insanların hiçbir zorunluluğu olmamasına rağmen sandığa gitmesi ve İmamoğlu’na karşı yapılan kumpasa karşı olması, salt bir İmamaoğlu sevgisiyle açıklanamaz. Bizzat oy verenlerin hatırı sayılır bir kısmı, İmamoğlu ile “bütünleşmekten” ziyade rejimin temel demokratik haklara saldırmasına yönelik bir tepkidir. Ve şimdilerde CHP bu tepkiyi “erken seçim” için 30 milyon imza ile örgütlemek için harekete geçmiştir.
30 milyon insanın erken seçim talebi önemsiz değil fakat devletin tüm baskı aygıtlarını (ordu, polis, mahkemeler), meclisin çoğunluğunu ve Cumhurbaşkanlığını elinde tutan AKP açısından çok da zorlayıcı değil. Rejim dünyadaki faşist yükselişi ve emperyalistler arasındaki bölünmüşlüğü de bir fırsata dönüştürerek, kendi toplumsal tabanına daha fazla sarılacak, Kürt kitleleri bu sürecin dışında tutmak için “yeni İmralı görüşmeleri” kozunu kullanmaya çalışacak ve kimi kararsız kesimleri de kendi yanına çekmeye yönelecektir.
Özetle, rejimi ve temsil ettiği şeyleri bir daha geri dönmemecesine söküp atmak ancak kararlı, öfkeli ve bilinçli bir halk hareketiyle mümkün olabilir. Şayet milyonlar sokağa inerse ve hayatı felç ederse, rejimin büyük sermaye grupları boykot yoluyla destabilize edilirse, rejim uzun süre direnç gösteremez ve yükselen toplumsal muhalefete karşı geri adım atabilir. Öfkeli kalabalıkların ortaya çıkardığı, “hükümet istifa” ve “boykot et” talepleri etrafında toplanmalı on binler ve yüz binleri bu temelde harekete geçirmeli ve böylece rejimin anti demokratik tüm uygulamaları bertaraf edilmelidir. Rejimin sistem ile olan bağları ve bu sistemin “en iyi” halinin de baskıcı ve sömürücü doğası daha fazla teşhir edilmelidir. Böylesi bir siyasi atmosfer, başka bir dünyanın gerekliliğine dair devrimci fikirlerin yayılması ve örgütlenmesi için güçlü bir zemin oluşturacaktır.