Dünya çok ağır ve acımasız koşulların içerisinden geçiyor; Ukrayna’da süren bir tarafta ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerle Rusya arasında geçen; vekalet savaşı dışına çıkmış ve birebir emperyalist güçlerin resmi olarak deklare etmedikleri ama de facto, aktif içinde bulunduğu ve bir emperyalist dünya savaşının güçlü dinamiği ve potansiyelini barındıran emperyalist tahakküm savaşı, faşist hareketlerin dünya çapındaki yükselişi ve bir bütün olarak toplumun saha kayış fenomeni, yüz binlerce insanın, vekalet savaşları, ekonomik, ekolojik ve siyasi nedenlerden dolayı göçe zorlanması durumu, iklim krizinin sürekli olarak derinleşmesi sonucunda yaşanan kuraklık, sel baskınları ve yüksek sıcaklık sonrasında binlerce türün yok olma eşiğine gelmesi ve on binlerce insanın hayatına neden olması… Bir tarafta köktenci hareketlerin yükselişi diğer tarafta ise kapitalist üretim ilişkileri tarafından kıskaca alınan kadınların LGBTQ bireylerin şeytanlaştırılması, değersizleştirilmesi, aşağılanması ve metalaştırılması, küresel emperyalizmin derinleşmesi ve sömürünün ağırlaşması sonucunda yüz milyonlarca insanın ter atölyelerinde öğütülmesi ve tüm bunların dünyanın emperyalist ülkeler ve ezilen ülkeler -ezilen uluslar- temelinde ifadesini bulması durumu; içinden geçtiğimiz ağır koşulların sadece özet ve ana hat bir resmini bize sunmaktadır.
Türkiye/Kuzey Kürdistan tam da yukarıda özet geçmeye çalıştığımız koşulların parçası -hem bu unsurlar tarafından etkilenen hem de etkileyeni olan- olarak seçimlere gitmektedir. Resmi olarak seçimler Erdoğan’ın 14 Mayıs’ı işaret etmesiyle başlamış olsa bile, esasta ise 2019 yerel yönetim seçimlerinde AKP’nin yine birinci parti olarak çıkması ama İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri muhalefete kaptırması ve üstelik İstanbul’da seçim sonuçlarına itiraz etmesi ve ikinci seçimde çokça kaybetmesi, burjuvazinin muhalif kanatlarının ve geniş olarak toplumdaki ilericilerin Erdoğan’ın seçim yoluyla gönderilme olasılığının güçlenmesi sonucunda, bu ülkede bitmek bilmeyen bir seçim tartışmasına ve tüm saatlerin seçime ayarlanmasına neden olmuştur. Evet, bu ülkede her zaman bir seçim rüzgarı esti, seçimler tartışıldı lakin durum şimdi farklıdır. 21 yıldır iktidarı elinde tutan ve 2016’dan beri İslamcı Türkçü faşist rejimi konsolide etmiş olan Erdoğan’ın ilk defa seçim yoluyla gönderilme olasılığı -kesinliği değil, olasılığı- güçlü bir şekilde ‘’muhaliflerin’’ ve ilerici güçlerin ötesinde tüm toplumda açıkça etkisini bulmakta, toplumda AKP’nin temsil ettiği şeylerden nefret eden, öfke duyan kesimleri harekete geçirmektedir.
Bazı Temel Hakikatler:
Seçimler ‘’halkın iradesini temsil ettiği, yönetici sınıfları kendi etkisi altına aldığı ve bir sonraki dönemde hakim siyasi çizgiyi belirlediği koşullar’’ olarak anlatılır. Seçimler halk kitlelerinin kitlesel olarak ve çeşitli seviyelerde siyasi hayata katıldığı bir süreç olması açısından da önemsiz değildir. Bu süreç belirli bir ‘’rızalık’’ ve toplumsal tabanın yaratılmasında koşul ve seçim sonrasında ‘’meşruluk’’ tanır. Ama yine de seçimler yoluyla halk kitlelerinin hiçbir temel sorunu çözülemez. Örneğin seçim yoluyla sömürü düzenini ortadan kaldıramazsınız, özel mülkiyete son veremezsiniz. Halk kitlelerinin temel sorunlarının seçimler yoluyla çözülmediği hakikati sadece kapitalist toplumlar için değil, sosyalist toplum için de geçerlidir. Mao, proletarya diktatörlüğünü sürdürmek üzere Kültür Devrimi’ni başlatmak için seçimlere gitmedi hatta önderlik ettiği kendi partisinin dahi desteğini almadı. Kültür Devrimi’ni başlattı ve önder devrimci kadrolarla bu süreci yeniden ve yeniden örgütledi. O yüzden emperyalist haydutlar Mao’yu ‘’darbe’’ yapmakla suçladı ve Kültür Devrimi’ni bir Mao karşıtlarının tasfiyesi olarak anlatıp durdu ve bu kara propagandaya halen devam edilmektedir.
Kapitalist sistemde seçimlerin doğası ve niteliğine ilişkin Bob Avakian’ın şu sözleri çok önemlidir;
‘’Tek bir cümleyle ifade etmek gerekirse, seçimler burjuvazi tarafından kontrol edilir; hiçbir durumda temel kararların alınmasının aracı değildir ve gerçekten de ilk amaçları sistemi ve yönetici sınıfın politikalarını ve eylemlerini meşrulaştırmak, onlara “halka dayanan yetki” gömleği giydirmek ve halk kitlelerinin siyasi faaliyetlerini başka yöne kanalize etmek, sınırlandırmak ve kontrol altında tutmaktır…
Her ne kadar seçim süreci burjuva toplumda egemenliğin halk tarafından ifasını temsil etmiyor olsa da genel olarak burjuvazinin egemenliğinin –diktatörlüğünün– korunmasında ve kapitalist toplumun sürdürülmesinde önemli bir rol oynar. Bizzat bu seçim süreci, toplumdaki temel sınıf ilişkilerini –sınıf antagonizmalarını– örtme eğilimi taşır ve atomize olmuş bireylerin statükonun kalıcı hale getirilmesine gösterdiği siyasi katılıma formel, kurumsallaşmış bir ifade vermeye hizmet eder’’¹
Seçimlerin ‘’özgürce’’ yapıldığı ve herkesin ‘’kendi iradesini’’ yansıttığı koskocaman bir yalandır. Bu sadece hakim sınıfların ezilenleri ve toplumun dışına itilmiş, şeytanileştirilmiş ‘’ötekileri’’ baskı altında tutmak istedikleri bir ‘’mizansen’’ de değildir. Erdoğan’ın devletin tüm olanaklarını pervazsızca kullandığı, devletin televizyon kanallarını bir ‘’propaganda bakanlığı’’ aparatlarına dönüştürdüğü, ‘’kamu spotlarında’’ dahi Erdoğan kişiliğini öne çıkararak, halk kitlelerinin sürekli AKP ve Erdoğan lehine etkilemeye çalıştığı bu seçimler, hakim sınıflar cephesinde bile “özgürce’’ değil, tamamen yanlı yönlendirilmiştir. Yine Kılıçdaroğlu’nun Kürt ve Alevi kökenli olması ve sürekli olarak bu kimlikler -her ne kadar Kılıçdaroğlu sahip çıkmasa da- üzerinden ‘’darbelenmeye’’ çalışması, aslında seçimlerin gerçekleştiği toplumun ‘’biz ve düşmanlarımız’’ niteliğini de gayet iyi ele vermektedir. Bu sistemde ‘’özgürlük’’ diye ifade edilen şey, sistemin ve onun dönem itibariyle ifadesini bulan rejim kriterlerinin bazen kısmi burjuva demokratik norm genelde de hiçbir norm tanımadan hayat bulabilmesidir.
Hakim Sınıflar Arasında Yarılma ve Tutkalın Tutmaması:
2000’li yılların başında, Türkiye büyük bir siyasi ve ekonomik krizi yaşamaktayken iktidara gelen AKP, süreçle birlikte devlet içerisinde önemli kritik yerleri ele geçirmiş, anayasa değişikliği yapmış ve 2016 darbe girişimi sonrasında ‘’Allah’ın lütfunun’’ verdiği fırsatla rejimini konsolide etmiştir. Şüphesiz AKP de bir evrim yaşamış, her ne kadar ‘’kurucu kodlarında’’ İslamcı köktencilik ve Türk şovenizmi olsa bile, başından itibaren İslamcı/Türkçü faşist bir vizyonu ortaya koymamış ama değişen dünya koşullarına bağlı olarak değişen Türkiye koşullarına adapte olarak bugünkü geldiği noktaya gelmiştir. Şimdilerde AKP’nin özellikle de Erdoğan’ın halk arasında çok güçlü bir tabanı bulunmakla birlikte, Türkiye’nin son 4-5 yıldır yaşadığı ve sürekli derinleşerek ilerleyen ekonomik kriz, şehirli orta sınıf saflarında büyüyen öfke ve yeni jenerasyon gençlerin son yıllarda ekonomik/siyasi olarak sürekli bir kriz içerisinde büyümüş olmalarından dolayı genelde rejim karşıtlığına meyilli olmaları, kadınların ve LGBTQ bireylerin sürekli terörize edilmesi, kendi köktenci normlarını hayata geçirebilmek için hedef gösterilmesi ve buna bağlı olarak toplumda büyütülen kadın düşmanlığı temelinde kadın cinayetlerini sürekli artırması, birçok kadının ve LGBTQ bireylerin rejime öfkesinin büyümesine neden olmuş, AKP saflarından kadınların bile belirli ölçülerde tepkisini çeker duruma gelmiş ve kadın kitlelerinin büyük çoğunluğunu rejim karşıtlığına itmiştir. Kürt ulusunun mutlak bastırılması -ki bu diğer azınlıkları da içerisinde barındırır- üzerine kurulan bir Türk şovenizmi sonucunda Kürt kitlelerinin sürekli olarak AKP’den kopması -hala aşiret sisteminin ve ağır dinin etkisini akılda tutmak gerekir- ve bu siyasi ve sosyal tablo üzerine yaşanılan iki büyük deprem, AKP’nin kitleler içerisindeki etkisini azaltmıştır, azaltmaya devam etmektedir. Şayet uluslararası alanda majör bir değişiklik olmazsa ya da burjuva ‘’muhalif’’ kesimlerden Erdoğan’a yeni bir ‘’Allah’ın lütfu’’ armağan edilmezse, Erdoğan’ın halk kitleleri içerisinde düşen etkisi bu seyirde devam edecek gibi görünmektedir.
Erdoğan ve onun temsil ettiği rejim Gezi’den bu yana yaşadığı zorluklar karşısında daha fazla baskı ve şiddete başvurmuş, toplumu daha fazla İslamcı/Türkçü temelde polarize etmiştir. Biz bunu daha önceki yazılarımızda ‘’ileri doğru kaçmak’’ olarak ifade etmiştik. Görünen o ki deprem sonrasında sistemin tamamen durması, depreme ilişkin hiçbir önlemin alınmadığı gibi olası bir afet sonrasında da tamamen hazırlıksız olunması binlerce insanın çaresizce yıkıntıların altında yardım beklerken soğuktan ölmesi ve yüz binlerce depremzedenin en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanamadığı koşullarda, Erdoğan ‘’helallik’’ istermiş gibi yaparken bile baskı ve şiddet aygıtını asla bırakmamakta ve ‘’kader planı’’ adı altında toplumu İslamcılaştırmaya, bu temelde kutuplaştırmaya devam etmektedir. Eğer Erdoğan için ‘’bir çıkış olacaksa, bu ancak çemberi yararak gerçekleşebilir’’ diye düşünmekte ve hareket etmektedir. Ayrıca bu ‘’çemberi yarma’’ hamlesi onu kurtaracağı gibi sonunu da getirebilir ve bir arada tuttuğu -önderlik rolü oynadığı- güçlerin dağılmasına vesile olabilir. Unutulmamalıdır ki Erdoğan’ın temsil ettiği kampta bütün ipleri tutan Erdoğan’dır ve Erdoğan’ın yenilgisi iplerin kopmasına vesile olabilir.
Erdoğan’a karşı olarak yine Erdoğan’ın sürekli ve sürekli kutuplaştırdığı siyasi arena temelinde bir araya gelen, bir kısmını Milli Görüş’ün ve AKP’nin kurucu kadrolarının oluşturduğu partiler, sözde ‘’Ortanın Sağı’’nda duran Demokrat Parti ve ağır Türk şovenizminin keskin savunucusu ve faşist nitelikte olan İYİP ile, Türk hakim sınıflarının uzun zamandır, nispi ‘’sol’’ ve nispi ‘’liberal’’ çizgi temelinde hareket etmeye çalışan -eden diyemiyoruz-, bu ülkenin kurucu ideoloğu ve önderi Mustafa Kemal’e sadakatini belirten ve bunu ‘’günümüz koşullarında’’ -açık büfe tarzda biraz İslamcı biraz ‘’sol’’ ama her koşulda Türk hakim sınıflarının partisi olarak- ‘’hibrit’’ bir modelleme yapan CHP bulunmaktadır. CHP’nin özellikle büyük şehirlerdeki kitlelerin öfkesini ‘’soldan’’ karşılaması durumu, özellikle Kürt ve Alevi kitlelerin bu partiye daha fazla entegre olmasına neden olmuş ve bu kombinasyon CHP’yi ‘’sol’’ liberal biz çizgiye nispi meyledermiş gibi dursa bile; CHP’nin İç Anadolu, Karadeniz, Akdeniz ve Ege örgütlülüklerinde Türk şovenizminin ağır olması, buralardaki kitlenin azımsanmayacak kesiminin İYİP’e geçişken bir karakteri barındırması, CHP’nin ‘’sol’’ liberalizm yaparken dahi bir tür açık büfecilikle aşırı sağdan ve hatta faşist güçlerden yana manevralar da yapması, CHP’nin bünyesinde barındırdığı zorluklardır. O yüzden Kılıçdaroğlu bir yandan ‘’Halil İbrahim sofrası’’ derken diğer yandan Yozgat’da ‘’Kandil’i yerle yeksan edeceğiz’’ salvoları altında azılı Kürt düşmanlığını devam ettirmekte, göçmenleri sınırlarda öldürmeye yönelik çağrılarda bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun ‘’Halil İbrahim sofrası’’ ‘’çoğulcu solculuğunun da’’ ifadesini bulan temel budur.
Kendisini Millet İttifakı olarak nitelendiren yapılanma temelde Erdoğan karşıtlığı sonrasında bir araya gelmiş ve kendi bağrında da ideolojik/siyasi farklılıklar barındırmaktadır. Bu farklılıklar esasta Türkiye’nin ve dolayısıyla Türk hakim sınıflarının kapitalist-emperyalist dünya sistemi içerisindeki yerinin nasıl olacağına, onun rejiminin niteliğine ilişkindir. Daha önceden de söylediğimiz gibi, bu bir tren katarı biçimindedir. Lokomotif güç olarak CHP başı çekse bile, CHP her istediği yöne gidemez zira vagonlar tarafından geri çekilmektedir. Şayet istediği yönde hareket ederse, vagonları devirebilir ve treni raydan çıkarabilir. İYİP’in Kılıçdaroğlu adaylığına karşı çıkması ve masadan ayrılması ve sonradan geri dönmesi de buna işarettir. İttifak dağılmış gözükmüyor fakat yeni zorluklar kendisini gösteriyor. Millet İttifakı bir yandan HDP’yi -ve dolayısıyla diğer reformcu sol güçleri- Kılıçdaroğlu üzerinden içermeye çalışırken, diğer yandan ise İYİP’ten olmak istememenin yoğun gerilimini yaşıyor. Beri yadan ise İYİP ve taban kitlesi muazzam bir Türk şovenizmi ve Kürt düşmanlığı ile örülü olsa bile, HDP’nin Kılıçdıraoğlu’nu direkt/indirekt desteklemesinden rahatsızlık duymuyor aksine, ‘’masada olmadığı taktirde’’ Kürt kitlelerinin Millet İttifakı tarafından bir ölçüde içeriliyor olmasından memnuniyet dahi doyuyor. Millet İttifakı’nın çok da bir şey -belki de hiçbir şey- vermeden Kürtlerin oyunu alması, başka türlü bir ‘’Allah’ın lütfu’’ olarak ortada duruyor.
Beri yandan İYİP ise kendi ‘’öne doğru kaçmak’’ hamlesini denedi/deniyor. Şimdiye kadar ‘’hiçbir siyasi örgütlenmenin yapamadığını, 6 siyasi partiyi bir araya getirdiğini’’, ‘’ortak mutabakat metni ile yeni Türkiye’yi inşa’’ ettiklerini söyleyenler, ‘’kazanacak aday’’ tartışması altında Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkanlar, seçim anketlerinde Erdoğan’ın önünde olmasına rağmen gönülsüz temelde desteklemelerinin arkasında ideolojik farklılıkların yattığı gözüküyor; Kılıçdaroğlu’nun nispeten sosyal demokratik (Türk) burjuva çizgisi, bu temelde ‘’tüm Türkiye’yi kucaklama’’ vizyonu, Kürt kitlelerinin ve kimi ‘’sol-sosyalist’’ örgütlerin sempatiyle bakması, Demirtaş’ın kesintisiz desteği ve HDP’nin ‘’uyumlu’’ gördüğü tek aday olması, sosyolojik olarak ise Kürt/Alevi kökenli olması bu ideolojik farklılıkların temelini oluşturuyor. İYİP Erdoğan’ı durdurmak istiyor ama CHP’yle nitelik olarak aynı vizyonu paylaşmıyor, dolayısıyla yeni bir rejimin inşasında farklı bir dünya görüşüne yaslanıyor. İYİP’in dünya görüşü/varlığı bir Bahçeli/Erdoğan karşıtlığı ve ağır faşist Türk şovenizmi üzerine kurulu olsa bile sadece bundan ibaret değil. İYİP bu ülkenin hakim sınıflarına sıkı sıkıya bağlı olan nispi düzeyde ‘’sosyal demokratik’’ tavır taşıyan bir projeye dahi karşı geliyor, o yüzden İslamcı ve Türkçü çevrelere dönerek sesleniyor ve Millet İttifakının ‘’şahin gücü’’ izlenimini vermekten asla çekinmiyor.
Millet İttifakı ve onun parlayan yıldızı olarak Kılıçdaroğlu toplumda popülaritesi artar durumda olsa bile akılda tutulması gereken temel husus, toplumun hangi temelde kutuplaştığı meselesidir. Erdoğan ve temsil ettiği rejim toplumu uzun yıllardır öylesine ağır ve kesif bir biçimde İslamcı ve Türkçü temelde polarize etmiş durumdadır ki, Millet İttifakı esas itibariyle bu parametreler temelinde hareket etmek zorunda kalıyor. Millet İttifakı kesinlikle Erdoğan değildir ve onun temsil ettiği rejimle ağır çelişkiler barındırmaktadır. Lakin Erdoğan’ın Türk hakim sınıfları içerisindeki son 30 yıllık popülaritesi, son 20 yıllık iktidarı ve bu iktidarı bir rejim değişikliği ile taçlandırma durumu, hakim sınıfların ister İslamcı olsun ister ‘’liberal’’ kliğini Erdoğan’ın belirlediği temelde polarize olmasını sağlamaktadır. Bundan dolayıdır ki ‘’solda’’ duran CHP ile İstanbul Sözleşmesi karşıtı olan Saadet Partisi bir araya gelebilmektedir. Tekrar etmek gerekirse, ittifak partilerinin hepsinin farklı vizyonu bulunmaktadır. Fakat Erdoğan ülkeyi öyle bir kutuplaştırmaktadır ki İslamcı köktencilikten Türkçü faşizme ve oradan ‘’sosyal demokrasiye’’ tüm hakim sınıf kliklerini karşı kampta toplayabilmektedir. İttifakın yüzlerce sayfalık ‘’mutabakat metninin’’ hiçbir önemi yoktur demiyoruz ama esas belirleyenin ‘’projelerin kesişmesi’’ değil, Erdoğan ve rejiminin temsil ettiği karşıtlık olduğu bilinmelidir. Ayrıca bu ittifak olası kazanma ve Erdoğan’ın yenilgiyi kabul etmesi durumunda ‘’işlerin daha iyi olacağı’’ anlayışını öne sürse bile, mevcut çelişkilerine yeni çelişkiler eklemesi güçlü potansiyelini barındırmaktadır. Örneğin İslamcılığın temel bir parametre olduğu CHP’nin dahi ‘’helallik’’ -bu İslami bir referanstır- istediği ve buna bağlı olarak ‘’hibrit’’ bir Kemalizme kanalize olduğu koşullarda, ‘’köktencilikle baş edileceği’’ vaadi koca bir yalandan ibarettir. Hem 80 milyonun cumhurbaşkanı olmak ve bunun için İslam’a ve Türkçülüğe dayanmak, kısacası ‘’milleti bir arada tutmak’’ hem ‘ittifakın farklılıklarına saygı duymak’’ hem de rejimi ve onun yönetim zihniyetini söküp atmak; her biri kendi aralarında gerilim hattı niteliğinde çelişkileri barındırmaktadır ve ‘’her şeye kadir Allah’’ bu ittifakın başında olsa hepsinin üstesinden gelemez!
Erdoğan bu tablo içerisinde ise en azından bir dönem dahi iktidarda kalabilmek için son kozlarını oynuyor, zamane tabiriyle tüm tuşlara basıyor. Yeniden Refah ve Hüda-Par’ı ittifakına dahil ederek, köktenci dinci faşist anlayışını daha da fazla perçinliyor. Yoldaş Bob Avakian’ın ABD’deki köktenci dinciler için söylediği söz, bu coğrafya için de geçerliliğini koruyor; ‘’bu köktenci dincilerin en belirleyici özellikleri kadın düşmanı olmalarıdır’’. O yüzden Selehattin Demirtaş’ın haklı olarak ‘’Taliban İttifakı’’ diye ifade ettiği bileşen, bu ülkenin gelmiş geçmiş en güçlü kadın düşmanı ittifakını oluşturuyor. Aynı zamanda Erdoğan ittifakı da başka çelişkilerle yüklüdür. Erdoğan bir yandan Hizbullah kırması Hüda-Par’ı yanına çekerken, Kürdün adından bile rahatsızlık duyan MHP’nin Hüda-Par’ın ‘’otonomi’’ tartışmalarını kolay hazmedemeyeceği gözüküyor. O yüzden MHP kendi parti listesiyle seçimlere gidiyor ve Hüda-Par ile aynı listede poz vermek istemiyor. Cumhur İttifakını ve onu destekleyenlerin temel tutkalı İslamcılık ve Türkçülük olarak daha fazla güçleniyor ve özellikle YPG’nin Rojava’da Batılı güçlere yaslanarak bir otonomi yaratması durumu, bu güçleri daha fazla kurdurtuyor. Açıkçası Cumhur İttifakı birlikteliğinin çelişkilerden azade olduğu, Erdoğan’ın her istediğini yaptığı/yapabildiği anlayışı yanlış bile değildir.
Hakim sınıflar arasında süren bu keskin yarılma, her bir hakim sınıf kliğinin bütün kozlarını masaya sürdüğü bir oyuna doğru gidiyor. Evet bu seçimde birbirlerini alt etmek istiyorlar ve bunu yapmaya çok kararlılar. Öteki yandan bu kararlı olma hali hakim sınıflar arasındaki yarılmayı daha da fazla büyütüyor ve onların birlik zeminini -bu devletin temellerini ve yapısını- daha da kırılgan hale getiriyor. Bu kırılganlık, tutkalın tutmamasına ve hakim sınıflar arasındaki mücadelenin daha da keskinleşmesine hatta başka bir nitelik -iç savaş durumu- almasına bile olanak sunabilir. Tam da burada, hakim sınıfların tutkalının tutmadığı, işleri eskisi gibi götüremediği yerde ‘’ulusun yeniden birleştirmek’’, ‘’bu ülkeye hak ettiği yeri vermek’’, tüm kesimleri kucaklayan ‘’yurttaş hukuku’’ belirlemek yerine, toplumun devrim temelinde yeniden kutuplaştırılmasına yakıcı ve büyük bir ihtiyaç duyulduğunu daha da derinden kavramak gerekir. Evet sadece gerçek bir devrim insanlığın temel sorunlarını çözebilir ve içinden geçtiğimiz böylesi koşullarda, halk kitlelerinin öfkesi, aldatılmışlık hali ve ‘’çaresiz’’ hissettirilip bir hakim sınıfa ‘’rıza’’ bırakılması durumu, bu temel hakikatin çok daha acil ve yakıcı olduğunu gözler önüne sermektedir.
İlerici Saflarda Kemalizm, Reformizm Etkileri ve Yeni TİPte İllüzyonlar:
AKP’nin 21 yıllık iktidarı, toplumun üzerine karabasan gibi çökmesi ve Gezi sürecinden bu yana devletin tüm baskı aygıtlarını halk kitleleri üzerinde -hatta burjuvazinin muhalif kanadında- pervasızca kullanması, hem bölgesel hem de uluslararası krizlere girmesi ve bu krizlerin belirli ölçülerde kendi dünya görüşü temelinde ‘’etkileyeni’’ olması ve krizleri derinleştirmesi, Türkiye’nin uluslararası cihatçı güçlerin çok rahat bir biçimde örgütlendikleri, birebir rejim tarafından desteklendikleri bir ülkeye dönüşmesi ve teokratik dinci grupların -tarikatlar ve başka tipte örgütlülükler- toplumsal alanda yer tutması ve adeta rejimin ‘’STK’’ları niteliğinde hareket etmesi, ‘’şeytanileştirilerek’’ hedef gösterilen devrimciler, Kürtler, Kadınlar, LGBTQ bireyler ve diğer azınlıklar üzerinde bitmek bilmeyen ağır saldırı dalgaları ve burada saymakla sonlandıramayacağımız rejimin diğer suçları, toplumun hem en temel kesimlerinden hem de diğer katmanlarından milyonlarca insanın bu rejime büyük öfke duymasına neden olmuştur/olmaktadır.
İzah etmeye çalıştığımız rejime yönelik duyulan haklı öfke, İslamcı/Türkçü faşist rejimin bu sistemin bir dışavurum halini, bu özün niteliksel olarak açık baskı ve şiddet içeren hali olduğunu toplumun ezici bir çoğunluğunun anlamadığını ifade etmek gerekir. Bu hakikat sadece ‘’halk kitleleri’’ için değil toplumun ilerici -ve hatta devrimci- güçleri için de geçerlidir. Devrimci Komünist Parti’nin şu temel tespitini hatırlamakta fayda var:
‘’Burjuva diktatörlüğü, kapitalist-emperyalist sınıfın egemenliğini sürmesi ve sistemini dayatması demektir. Temelde, burjuva demokrasisi (yani “demokratik” biçimli burjuva diktatörlüğü) ile faşizmin ortak yanı, bunlar her ne kadar aynı sınıfın farklı kesimlerini temsil ediyorlarsa da budur. Trump’ın seçilmesinden sonra Obama’nın, aralarındaki keskin farklara rağmen, sarf ettiği “nihayetinde hepimiz aynı takımdayız” sözü bu gerçeği yansıtmakta, bu ortak zemine işaret etmektedir. Bununla birlikte, faşizm, insanlığı ve gezegeni türlü dehşetlere maruz bırakan bu düzenin, halihazırda yaşatmakta olduklarını da katlayacak, daha çirkin ve açıktan katil bir biçimidir. “Demokratik biçimle” aynı özü paylaşıyor olmasına rağmen nitel bakımdan farklı oluşu “zıtların birliğinden” kaynaklıdır.’’
Toplumda bugün ifade edildiği üzere, ‘’demokrasi’’ -aslında ise burjuva demokrasisi- insanlığın içerisinde bulunduğu devasa problemlerin çözümü olmadığı gibi bu sorunların kaynağı olan kapitalist-emperyalist sistemin -burjuva diktatörlüğünün- sürdürülmesinin sadece bir biçimidir. Baskının ve sömürünün olmadığı tüm gereksiz acılardan kurtulacağımız bir dünya için kesinlikle köklerinden sökülüp atılması gerekir. Evet, burjuva demokrasisi ve faşizm -ister İslamcı olsun ister Türkçü ya da ikisi birden- arasında niteliksel farklar vardır ve bu farklar önemsiz değillerdir. Bununla birlikte, bunlar arasında bir seçimde bulunmak, demokratik normları ‘’meşru’’ ilan etmek ve insanları buna mecbur bırakmak, bu sistemin faşist olan biçimlerine her ne kadar karşı olunsa bile, sistemin işleyişinin olağan yollarından biri olan -ama kaçınılmaz olmayan- faşizme her defasında da mecbur bırakmak anlamına gelir. Evet rejimler arasındaki farkı bilmek, bu farklardan devrim lehine mümkün mertebe yararlanabilmek, insanların daha büyük kabuslara maruz kalmasını önleyebilmek önemlidir. Yine de burada temel mesele, tüm bunların gerçek bir devrim hareketinin inşası yönelimiyle, devrim temelinde yeniden kutuplaştırmayla, gerçekleştirebilme göreviyle yapılabilmesidir.
Şimdi toplumda daha da derin bir biçimde insanlar bu rejimin gitmesini isterken -ki bu çok haklı ve meşru bir taleptir- hakim sınıfların diğer klikleri halk kitlelerinin haklı öfkelerini kendi yelkenlerinde topluyorlar. Üzerlerinde çalıştıkları ‘’toplumsal mutabakat’’ metni ile -ki bu temelde hakim sınıfların devlet erkinden uzaklaştırılmış olanların kendi aralarında oluşturdukları bir mutabakattır- bu toplumda ‘’tek alternatif’’ olduklarını ve ‘’otokrasiye’’ ‘’tek adam diktatörlüğüne’’ karşı ‘’demokrasi’’ adı altında insanları kendilerinden yana olmaya mecbur bırakıyorlar. Bu baskı sisteminden çıkış için ‘’normlara’’ ‘’normale’’ geçişi önerip duruyorlar.
Yukarıda da vurguladığımız üzere, toplumsal normları belirleyen ve kutuplaşmanın yükselmesini sağlayan zemin, Erdoğan’ın temelini attığı ve önderlik ettiği rejimdir. O yüzden ister ‘’liberal Kemalist” olsun isterse ‘’şahin Türkçü’’ burjuvazinin muhalif kanadının da tartışma normlarını belirleyen halihazırdaki bu kutuplaşmadır. Burjuvazinin hiçbir kliği bu kutuplaşmanın dışına çıkamamaktadır. Bazı girişimlerde bulunsalar bile ‘’helallik’’, ‘’başörtüsü’’ gibi tartışmalarla sürekli olarak geriye çekilmektedirler. Cumhuriyet balolarına, Cuma namazından çıktıktan sonra katılmaktadırlar. Bu sadece ‘’muhafazakar’’ kesimleri tavlamak olarak görülmemelidir, 1980 AFC’dan bu yana toplumun gitgide dincileşmesi ve Erdoğan’ın son 21 yıllık iktidarı, Kemalistlerin ‘’liberal’’ kanadı da olmak üzere, tüm hakim sınıf kliklerini bir değişime uğratmıştır. Bu ülkenin kurucu dinamiğinin bir parçası olan İslamcılık -Sunni İslam- bugün temel bir sacayağı haline dönüşmüştür ve hakim sınıflar bu temel kriteri istesinler ya da istemesinler, kabul eder duruma gelmişlerdir. O yüzden -tamamiyle olmasa bile azımsanmayacak bir ölçüde- hakim sınıfların ‘’muhalif’’ klikleri ‘’Erdoğan’a karşı’’ Erdoğan’ın polarize ettiği zeminde hareket etmektedirler. Zaten Millet İttifakı’nın bileşenlerine bakıldığında bu gayet iyi görülmektedir. İstanbul Sözleşmesi -aslında ise kadınların köleleştirilmesi- meselesinde Yeniden Refah’tan farklı düşünmeyen Saadet Partisi, bölgenin İslamcılaşması ve köktenci faşistlerin güçlenmesinde, aynı zamanda Demokratik özerklik ilanları sonrasında Kürt gençlerinin kanla bastırılmasında başat rol oynayan Davutoğlu ve onun faşist İslamcı/Türkçü Gelecek Partisi ve ‘’tekke ve zaviye kanunu bir işe yaramadı, tarikatları yasallaştıralım’’ diyen Ali Babacan’ın ‘’liberal’’ İslamcı DEVA’sı. İYİP’in kafatasçı faşist kitlesiyle, ‘’muhafazakar’’ kitlenin geçişkenliği ise ayrı bir hakikattir. Bu tabloda CHP ve Demokrat Parti ise ‘’hibrit’’ Kemalizme oynamaktadır. Bir yandan Cumhuriyetin kurucu normları ve ideolojisi Kemalizmi ‘’günün koşullarında’’ temel alıyor diğer yandan ise ‘’muhafazakar’’ kitleyi ‘’ılımlı’’ bir İslam’la içermeye çalışıyor. CHP’nin İstanbul ve Ankara belediye başkanları bu izahın canlı temsilleridir.
Bu seçim ‘’otokrasi ile demokrasi’’ arasında değildir. Erdoğan’ın Türk tipi bir başkanlık sistemiyle işleri daha merkezileştirdiği doğrudur ama bu bir ‘’avuç yöneticinin’’ bir iktidarı değildir. Erdoğan ve etrafındaki yönetici klik çok daha ön plana çıkmakla birlikte, bu yönetim biçimi esas olarak hakim sınıfların açık diktatörlüğünün -faşizmin- bir ifadesidir. Beri yandan ise ‘’demokrasi’’ olarak atfedilen ‘’seçeneği’’ ise yukarıda izah ettik. Bu hakim sınıf güçleri arkasına orta sınıflardan, kadınlardan, gençlerden ve Kürtlerden birçok insan katılmakla birlikte, Millet İttifakının niteliği katiyen ‘’burjuva demokratik’’ değildir. Özellikle CHP’nin büyük şehirlerdeki kitleleri ‘’soldan’’ içerme durumu ve azımsanmayacak derecede Kürt ve Alevinin bu parti içerisinde yer edinmesi, toplumsal değişiklik isteyen kitleleri barındırma hali bu ittifaka ‘’liberal’’ bir ‘’sol’’ hava katıyormuş gibi gözükse de CHP bu ülkenin hakim sınıflarının temel çıkarlarını sürdürme zorunluluğu, değişim talebinde olan bu kitlelerin son tahlilde -ve bazen son tahlilde bile değil- bastırılması ile sonuçlanacaktır.
Millet İttifakı, ‘’demokrasiden’’, güçler ayrımından ve liyakattan dem vursalar bile hem Türkiye’nin dünya çapındaki zorlukları hem de hakim sınıflar arasındaki yarılmanın hızlanması, onları yeni zorunluluklarla karşı kaşıya bırakmaktadır. Erdoğan’ın rejimini yollama zorunluluğu bu rejimden rahatsızlık duyan herkesi ‘’kucaklama’’ ihtiyacını duyması ve kendi potasında eritmesinin iki temeli vardır. Birincisi sistemin dışına itilmiş olanları, kadınları, Kürtleri, ilericileri, yoğun sömürüye maruz kalan emekçilerin en dip kesimlerini tekrardan sisteme içermektir. Bu hakim sınıfların temel görevidir. İkincisi ise, Erdoğan ve onun temsil ettiği rejime duyulan öfkeyi, kendi kurmak istedikleri rejimi için enerjiye dönüştürmektir. Evet açıkça söylüyoruz, bunlar bir Erdoğan değildirler ama Erdoğan’dan iyi de değillerdir. Kötünün iyisi değillerdir! Bu ceberut sistemi başka bir nitelikte sürdürmek istemektedirler.
Burada başka bir dikkat noktası ise M. Kemal’in kurucusu olduğu CHP’nin Millet İttifakı içerisinde lokomotif rolü oynamasıdır. Bu parti ‘’normalleşme’’ ve ‘’eskiye ama daha iyisine’’ dönüş adı altında toplumun geniş kesimlerinde etki yapabilmektedir. Sadece CHP ile birlikte de değil, Erdoğan’ın ülkeyi son 20 yıldır teokratik köktenci bir uçuruma doğru çekmesi de M. Kemal’e olan ilginin katlanarak büyümesine neden oldu. Kemalizm eleştirisi yapmanın rejime yarayacağı anlayışı, hatta şimdiye kadar sadece buna yaradığı görüşü hem ilerici kesimlerde hem de daha derin olarak toplumda yaygınlaştı. Buna da bugün Cumhuriyet’in 100. yılında ikinci bir Kemal (Kılıçdaroğlu) ile yeninden ve yeni tipte bir Kemalizm denmektedir.² Bir kez daha hatırlatalım ‘’Kemalizm, ister TC’nin kuruluşundaki gibi faşist biçimiyle isterse “liberal” yorumlamasıyla olsun, esas olarak ezilen halk kitlelerinin ve tüm insanlığın düşmanı bir ideoloji ve dünya görüşüdür! Kemalist akımlar kendi aralarındaki tüm farklara rağmen, temelde kapitalist-emperyalist sistemin parçası, temsilcisi olan bir hakim sınıfı ve onun çıkarlarını temsil ederler. ‘’
Kemalizmin ağır etkisinin göründüğü diğer bir camia ise TİP’tir. TİP, Kemalizmi -burada bahsettiğimiz kurucu Kemalizmdir- faşist bir diktatörlük olarak görmemekte ve Kemalizmi ne idüğü belirsiz bir ‘’ilericilik’’ olarak programına almaktadır.4 TİP’e göre M. Kemal saltanatı kaldırdığı ve bir ‘’Cumhuriyet’’ kurduğu için ‘’tarihsel bir devrimcidir’’ -tarihsel devrimci ne demekse! -. O yüzden bu mirasa sahip çıktıklarını ifade etmektedirler. Beri yandan TİP’in Kürt sorununa dair -kesinlikle bilimsel ve radikal olmamakla birlikte- kimi samimi ve yürekli açıklamaları da mevcuttur. Her ne kadar Ulusal sorunu bir devrim sorunu değil de bir ‘’kardeşleşme’’ ve reform sorunu olarak görseler de bu topraklarda Kürt sorununun önündeki en büyük engelin T.C.’nin kuruluşunda ve devamlılığında ağır Türk şovenizmi üzerine kurulu olduğunu M. Kemal’in ‘’ Türk ulusunun yeniden inşasında’’ diğer azınlık milliyetleri ve ulusları asimile, imha ve inkar anlayışında dünyadaki faşist hareketlerin takdirini topladığını görmezden gelmektedirler. O yüzden Kemalizm’in faşizm olduğu bilimsel tespitini ‘’liberalizm’’ olarak yaftalamaktadırlar. TİP’in ‘’sosyalistliğinde’’ devrimin d’si dahi olmadığı için, Kemalizm eleştirilerini İbrahim Kaypakkaya gibi devrimci komünistlerden öğrenmek yerine kendi sınıfdaşları olan Murat Belge’lerden okudukları için, tüm Kemalizm eleştirilerini ‘’liberalizm’’ olarak kapatmakta ve halk saflarında Kemalizmin güçlenmesini ve dolayısıyla bir tür Türk şovenizminin yeniden ‘’soldan’’ sahiplenilmesine önderlik etmektedirler.
Kızgın Türk orta sınıflarının partisi haline dönüşmüş ve hakim sınıf kliklerinden CHP’nin takdirini toplamış olan TİP, komünist ve devrimci hareketin zayıflaması ve Türkiye Kuzey Kürdistan’da reformizmin son 20 yıldır çok güçlü olmasını da fırsat bilerek kendisini ‘’tek sosyalist’’ güç olarak pazarlamaktadır. Aslında TİP, sosyalist olmadığı gibi ufku radikalize olmuş burjuva dünyasını da aşamamaktadır. Bu yüzden kurucu rejime ve onun Cumhuriyetine -nispi eleştirilerle birlikte- bağlılığını dile getirmekte M. Kemal’i bir Robespierre olarak satmakta, tekrardan sınıflar üstü ‘’yurttaşlık hakkı’’ anlayışını ileri sürmektedir. Evet TİP’in içerisinde ve daha güçlü olarak tabanında sömürünün ve baskının olmadığı dünyaya hasret duyan birçok insan bulunmaktadır ve TİP kesinlikle ilerici güçlerin içinde bulunduğu bir partidir. Fakat radikalize burjuva demokrasi, kamuculuk altında bir tür devlet kapitalizmi, ‘’eşitlik’’ altında ise bir tür ‘’çoğulcu sosyal demokrasi’’ savunduğu ve daha da tehlikeli olarak bu sistemin en güçlü partilerinden olan ve düzenin devamlılığı ve sağlamlılığı için hakim sınıfların güçlü bir temsilcisi olan CHP’yi ‘’sol’’ diye tanıtıp, ezilen emekçi halk kitleleri, Kürtler, azınlıklar, Kadınlar ve LGBTQ bireyler ile hakim sınıflar arasında bir köprü oluşturmaya çalışmakta, katalizör görevi görmektedir. TİP yeni TİP’ten bir illüzyondur ve nasıl 1970’lerde devrimci komünistler tarafından ne olduğu ve katiyen ne olamayacağı açıkça teşhir edilmişse bugün de açık yüreklilikle yapılmalıdır.
Bu Seçimlerde Yapılması ve Yapılmaması Gereken Hususlar:
Hakim sınıflar arasındaki derin parçalanmalar ve sistemin yeninden onarılmasına yönelik yönetim biçimi -rejim- tartışmaları bugün sadece yönetici sınıflar tarafından değil, tüm toplum tarafından tartışılmaktadır. Şöyle bir kolaycılık -özünde ise mekanizm- içerisinde olamayız; ‘’hepsi hakim sınıf temsilcileri’’, ‘’hepsi faşist’’. Hakim sınıflar arasındaki farkları görmeli, halk kitleleri üzerindeki etkilerini anlamalı ve toplumun ilerici başta olmak üzere temel kitlelerin düşünüş biçimlerini nasıl dönüştürdüklerini daha derinden analiz etmeliyiz. Sahada olup biteni anlamadan, sahanın ve siyasi atmosferin değişmesi için devrim temelinde bir yeniden kutuplaştırma yapamayız.
- Bizler devrimci komünistiz ve bizim en temel sorumluluğumuz baskının ve sömürünün olmadığı bir dünya yolunda gerçek bir devrim yapabilmektir, daha azı değil! O yüzden çalışmalarımıza önderlik edecek olan, kutup yıldızımız komünist devrimdir!Hakim sınıfların parçalandığı ve tutkalın eskisi gibi tutmadığı bir yerde, bugün acil ve kesin olarak duyduğumuz en temel ihtiyaç bir devrim yapabilmektir. Devrimin zorunluluğu ve yakıcılığı hakikatini kitlelere götürmek temel görevimizdir.
- Genel olarak seçimlere nasıl yaklaştığımızı ve seçimlerin halk kitlelerinin temel sorunlarını çözemediğini söyledik. Bununla birlikte seçimlerin tek numarası, hakim sınıflar arasındaki ‘’demokratik geçişin’’ sağlandığı ve ülkenin hangi hakim sınıf kliği tarafından yönetileceğine yönelik süreçtir. O yüzden ‘’seçimler olmaz’’, ‘’Erdoğan seçimle gitmez’’ anlayışları doğru değildir. Evet Erdoğan gitmemek için elinden geleni yapacak ve devletin tüm aygıtlarını da seferber ediyor/edecek. Mutlak bir şekilde ‘’Erdoğan gitmez’’ anlayışı, sınıfların ve sınıfın kliklerinin içinden geçtikleri koşulların ve zorunlulukların olmadığı ve Allahvari ‘’Tek Adam’’ olduğu görüşüyle aynı düşünce biçiminden beslenir ve tamamen idealisttir. Eğer Erdoğan’ın ifade ettiğimiz zorunlulukları olmasaydı o zaman seçimlere gitmezdi. Unutulmamalıdır ki Nazi iktidarı döneminde Hitler’e 19 defa suikast girişimi yapılmıştır ve bunların çoğu Alman hakim sınıf klikleri tarafından düzenlenmiştir. Özetin özeti, evet seçimler ile halk kitlelerinin temel problemleri çözülmez ve hayır, seçimlerin mizansen yanları olmakla birlikte ‘’koca bir mizansen’’ değildir, hakim sınıflar içerisindeki derin yarılmaları ve proje farklarını barındırabilir, barındırmaktadır.
- Açıkça söylemek isteriz, eğer Erdoğan seçimleri kazanırsa, toplumu köktenci dinci ve faşist temelde polarize etmeye devam edecek ve bu polarizasyon İran tipi bir teokratik devlete doğru gitme potansiyelini güçlendirecek.Bu yarın olacak demiyoruz lakin kazanması durumunda, İslamcı köktenci güçler, cihatçı faşistler daha fazla güçlenecek ve bu seçimler vesilesiyle ortaya çıkan keskin kutuplaşmanın rövanşına gidebilecekler ve böylesi bir siyasi atmosfer bir İslam ülkesi, İslam’ın esasa alındığı anayasa tartışmalarını daha derinden besleyecektir. Cumhur ittifakı, seçimlerin hemen ardından HDP’yi kapatmaya girişecek ve bunun üzerinden Kürt ulusunu açıkça ve daha güçlü bastırmaya koyulacaktır. Kürtlerin bastırılması yeniden bir ‘’laboratuvar” rolü oynayacak ve bunun üzerinde hakim sınıfların ‘’muhalif’’ kanatlarının bastırılması için de güçlü bir zemin yakalanacaktır. Erdoğan’ın temsil ettiği ittifak bu ülkenin hakim sınıflarının şimdiye kadar oluşturduğu en kadın düşmanı ittifaktır ve kazanmaları durumunda kadınların bastırılması, seslerinin susturulması daha agresif bir biçim alacaktır.
- Millet İttifakı, bu sistemin temel sorunlarına radikal bir değişiklik sunarmış gibi bile davranmadığı koşullarda, Erdoğan’ın polarize ettiği kutuplaştırma temelinde bir ‘’mutabakat’’ ile kitlelere ‘’alternatif’’ sunmakta. Bu ‘’mutabakatta’’ belirli belirsiz ‘’İstanbul Sözleşmesine’’ geri döneceğiz deseler bile, kadınların baskılanmasına ve aşağılanmasına yönelik hiçbir temel çözüm sunmamaktadırlar. Yine bu bileşenin temel zihniyetinde Kadın&Aile patriyarkal anlayışı vardır.Millet İttifakı ‘’mutabakatında’’ Kürt sorununa dair bir şey olmadığı gibi, Kürt denilince hemen hakim şovenist kodlarına dönmekte ve ‘’terör sorunu’’ temelinde kendi çözümlerini ileri sürmektedirler. Evet bugün Kürtlerin varlığını eskisi gibi kimse inkar etmiyor ve bunda yıllar yılı Kürtlerin, devrimcilerin, komünistlerin mücadele yürütmesinde büyük pay var. Fakat her hakim sınıf kliği kendi ‘’vatandaşlık’’ hukuku çerçevesinde yeniden Kürdü tanımlıyor/yaratıyor. Bu ittifakın en ‘’liberal’’ kanadı olan CHP de buna soyunuyor, sorunun çözüm adresini ‘’meclis’’ diye gösteriyor ve ‘’demokratik’’ yollardan Kürt ulusunu bastırmaya devam ediyor. Zira TBMM’nin bileşenleri ister Kemalist olsun ister İslamcı, Kürtlerin temel haklarını asla veremez zira bunu yaptıkları takdirde ülkenin parçalanması riskini görmektedirler. Tekrar etmek gerekirse Millet İttifakı hiçbir radikal değişiklik sunmamaktadır. Bununla birlikte Millet İttifakı bir Cumhur İttifakı da değildir. Zira aynı olsalardı, ittifaklara hatta partilere dahi gerek kalmazdı. Beri yandan Millet İttifakı’nın polarize olduğu temel tartışma parametrelerinin önemli bir bölümünün İslamcı/Türkçü faşist rejim tarafından belirlenmesi durumu, İttifakın kendisini ve özellikle İslamcı bileşenlerini İslam’ın bir ülkü olmasından kurtarmamakta ve Türk şovenizmin ağır etkisiyle, mevcut rejimin ötesine geçebilecek güçlü bir potansiyele sahip değiller. O yüzden Millet İttifakı olur da kazanır ve Erdoğan’ı göndermeyi başarırlarsa, halk kitlelerinin rüzgarını da arkalarına almalarından ötürü nispi bir gevşeme süreci yaşanabilir -bu durumun ne kadar süreceği dünya arenasına ve bu temelde Türkiye’nin bölgesel zorunluluklarına bağlıdır-. Zaten insanların önemli bir kısmı da Millet İttifakı projesini canı gönülden desteklemekten ötürü değil, ‘’nefes almak’’ için karşı oy vermekten yanadır.
- Biz devrimci komünistler, böylesi koşullar altında sadece bir ‘’nefes almak’’ için karşı oy verilmesini doğru bulmuyoruz ve ne Cumhurbaşkanlığı ne de parlamento seçimleri için sandığa gitmiyoruz. Toplum yeni türde bir ‘’yetmez ama evet’’ sürecine doğru sürükleniyor ve devrim için tüm potansiyeller hakim sınıflar arasındaki çatışmanın potasında eritiliyor. Evet işler Erdoğan’ın kazanması durumunda çok daha kötü olacaktır ve evet eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa kesinlikle bir iyiye doğru yol alınmayacaktır. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarı ve konsolide olmuş rejimi ve daha da önemlisi yaratmış olduğu ağır polarizasyon temelinde, İttifakı’nın İslamcı ‘’liberal’’, İslamcı faşist ve Türkçü Faşist bileşenleriyle rejimi niteliksel olarak değiştirebilecek bir potansiyeli/dinamiği bulunmamaktadır, her ne kadar bunu istemeye yönelik itkileri olsa bile.
- Çalışmalarımızın temel noktası bir devrimin zorunluluğu ve gerekliliği olmakla birlikte bugün rejimin suçları ve bu suçların sisteme içkin olan boyutlarının keskin bir şekilde teşhiri, mızrabın keskin ucunun bu yöne doğru olması içinden geçtiğimiz koşullar açısından doğrudur. Yine bu rejime ‘’alternatif’’ olarak ortaya çıkan hakim sınıflar ve bu ülkenin kurucu hakim ulus görüşü olan ve yeni tipte bir Kemalizmle karşımıza çıkan hakim sınıfların ‘’muhalif’’ kanadına ve onun yeni/eski tipte Kemalizmlerine zerre pirim vermemek ve yoldaş Kaypakkaya’nın bundan 50 yıl önce yaptığı keskin kopuşu, ayrışım çizgisini bilimsel bir yöntem ve yaklaşımla daha derinden sergilemek görevlerimiz arasındadır. Okun sivri ucunu rejime ve temsil ettiklerine doğrulturken, her türden hakim sınıf düşüncesini yere çalmaktan ve devrimci komünist hattı kitlelerin önüne koymaktan daha azını yapmayacağız.
- İnsanlar Erdoğan’ın temsil ettiği çoğu şeyden nefret eder durumdalar ve bu çok haklı ve meşru bir öfkedir.Bu insanlara gidilmeli ve işlerin sadece oya güvenmekle çözülmeyeceğini ve mevcut kutuplaşmanın insanlık için zerre çıkar sağlamadığını anlatmalıyız. Bununla birlikte, bu sistemin ve onun rejiminin işleyişinden ötürü öfkeli olan ve kendilerini oy vermeye ‘’mecbur’’ hisseden insanların neden böyle yaptıklarını anlıyoruz. Bugün devrim tek alternatif olduğu gibi siyasi sahada karşılığı yok denecek kadar azdır. İnsanların karşı oy vermelerindeki nispi meşru olan nedenselliği anlıyor ama doğru bulmuyoruz. Bu nispi meşruluğun bir nedeni de, komünistlerin ve devrimcilerin keskin, radikal ve kitlesel bir alternatif sunamamalarından kaynaklanmaktadır. O yüzden bu öfkenin heba olmaması için, karşı oy veren -gönüllü olarak Millet İttifakını desteklemeyen- halk kitlelerini, ilericileri ‘’karşı devrimi destekliyorsunuz’’ diye negatif temelde kutuplaştırmayacağız, onları düşman saflarına itmeyeceğiz. Başta karşı oy verenler olmak üzere tüm ilerici kesimlere gerçek bir devrim hareketi inşa edebilmenin gerekliliği ve zorunluluğu ile gideceğiz ve düşünce tarzlarını dönüştürme mücadelesinde amansız olacağız.
- Son söz olarak, bu seçim alelade bir seçim değildir. Rejim toplumunda tüm kesimler üzerine karabasan gibi çökmektedir. İnsanların hem kafalarının karışık olmaları hem de yeni tipte bir ‘’yetmez ama evete’ doğru sürüklenmeleri temelde toplumun derinden yaşadığı bu zorunluluklardan ötürüdür. Böylesi karmaşık koşullarda insanların hatalar ve hatta ağır hatalar yapabilmesi olasıdır. Bunları göz önünde bulundurarak, insanların düşünce tarzlarını değiştirmek için mahir olmalıyız. Bu sisteme ve onun halihazırdaki rejimine ve suçlarına karşı daha fazla insanla birlikteliği oluşturabilmek, bir devrim hareketini inşasını oluşturmak ve hızlandırmak için de başat önemdedir. Siyasi sahanın ve siyasi atmosferin değişebilmesi ve devrim temelinde yeniden bir kutuplaştırma yapabilmemiz için böylesi bir birlikteliğe ihtiyaç var. Ayrışım çizgilerinin çizilmesi insanların ‘’ideolojik olarak bastırılması’’ olmadığı gibi, daha fazla insanla birleşebilme anlayışı da ‘’tüm esasların askıya alınması’’ süreci değildir. Şimdi gerçek bir devrimi muzaffer kılabilmek için böylesi bir mücadeleye ve birliğe ihtiyacımız var!
Dipnotlar:
2.) Kemalizm hakkında köklü ve radikal bir eleştiri için bakınız; Günümüz Koşullarında Hakim Sınıf Düşünce Tarzından Kopmak İçin, Bir Kez Daha Kemalizm Eleştirisi
3-) Hakim Sınıflar Arasındaki Mevcut Kutuplaşmayı Anlamak, Bu Delilikten Tek Çıkış Olan Gerçek Bir Devrimi Haritaya Koymak İçin BAZI TEMEL SORU VE CEVAPLAR https://yenikomunizm.com/wp-content/uploads/2022/06/6soru6cevap.pdf
4-) TİP’in T.C.’nin kuruluşu ve Kemalizm hakkında görüşleri için bakınız ‘’25 Soruda Türkiye İşçi Partisi’’ adlı belgeye bakınız. Kısa süre önce online olan bu belge artık tip.org.tr adresinde bulunmamaktadır. Görünen o ki, TİP seçim öncesi Kürt ve devrimci kitlelerden ‘’şovenist’’ damgası yememek için bu belgeyi ‘’askıya’’ almışlardır. Daha önceden de söylediğimiz gibi seçimler sürecinde bazı değişiklikler olabilir ama temel bir değişiklik asla olmamaktadır. Bu ilerici saflar için de geçerlidir. Seçimlere gelindiğinde bazı görüşlerini ‘’saklayabilirler’’ ama bunlardan radikal olarak kopmamaktadırlar. Aksine seçimler, ‘’Türkiye’yi kucaklama heyecanı’’ bu tür şovenist düşüncelerin daha ağırdan demir atmasına neden olur.
Add comment