Nicki “Mirage” ve Gerçek Zarar Veren Diğerleri İçin: Ciddi Bazı Bilimsel Gerçekler

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıdaki yazısı 22 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Kaynak için bkz: Discouraging People from Getting Vaccines Keeps the COVID Pandemic Going and Killing More People—Especially More Black People | revcom.us


Nicki “Mirage” ve Gerçek Zarar Veren Diğerleri İçin: Bazı Açık Bilimsel Gerçekler

İnsanları Aşı Olmaktan Caydırmak, COVID Pandemisinin Devam Etmesini ve Daha Fazla İnsanın -Özellikle Daha Fazla Siyahinin- Ölmesini Sağlıyor

İşte kritik öneme sahip bazı temel bilimsel gerçekler:

* Sadece ABD’de altı yüz binden (600.000) fazla insan COVID’den öldü (dünya çapında 4 milyondan fazladır).

* Siyahiler ABD’deki diğerlerine nazaran daha yüksek oranda COVID’den ölmüştür.

* Aşılar ciddi hastalık ve ölümlere karşı çok etkilidir. Bugün, ağır hasta olan ve COVID’den ölen insanların yüzde 90’ından fazlasının aşısı yoktur (aşılanmamışlardır).

* Aşılar çok güvenlidir. Bu ülkede on milyonlarca insan aşı oldu, ezici bir çoğunlukta ciddi olumsuz “yan etkiler” yaşanmadı.

* Ülke genelindeki hastaneler, kalp krizi ve felç gibi bazı acil durumlar da dahil olmak üzere diğer ciddi rahatsızlıkları olan kişilerle genellikle ilgilenemeyecekleri bir noktaya kadar ağır hasta olan ve COVID’den ölen aşılanmamış kişilerle dolup taştı.

İnsanlar üzerinde etkisi olan biriyseniz ve COVID aşıları hakkındaki bilimsel gerçeği -bunun hayat kurtarmak ve bu salgınla başa çıkmak için ne kadar önemli olduğunu- bilmiyorsanız, yapabileceğiniz şey en azından bu konuda tehlikeli dezenformasyon yaymamaktır. Konuya dair gerçek bilimsel bilgiler alana kadar aşılar hakkında çenenizi kapayın.

Bu senin için de geçerli Nicki “Mirage”. Ayrıca buna benzer kendini beğenmiş “ünlüler”, çeşitli sahtekarlar, poz kesenler, pezevenkler, aşılar hakkında gülünç söylentiler ve bilim karşıtı çöpler yayan diğer cahil aptallar; Cumhuriyetçi Parti’deki ırkçı, kadınlardan nefret eden faşistler ve Fox “News”deki profesyonel yalancılarla aynı melodiyi söylüyorlar. Bu kesimler çok daha fazla Siyahinin ve beyaz olmayan diğer halkların öldüğünü görmekten mutlu olacaklar.

****

Bob Avakian tarafından yazılan ve yakında revcom.us ve yenikomunizm.com’da yayınlanacak yeni makaleyi ayrınca incelemenizi öneririz:

İnsanlar Niçin En Saçma ve En Berbat Saçmalıklara İnanır?




Aşılar Covid’le Baş Edebilmek İçin Belirleyici Araçlardır – Hükümetlerin veya Büyük Şirketlerin “Komplosu” veya “Kumpası” Değildir!

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıdaki makalesi 23 Ağustos 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.

Kaynak için bkz: VACCINES ARE A DECISIVE MEANS FOR DEALING WITH COVID—THEY ARE NOT A “CONSPIRACY” OR A “PLOT” BY THE GOVERNMENT AND BIG CORPORATIONS by Bob Avakian (revcom.us)


Bilimsel Anlayış ve Yaklaşımın Önemi

Yakın zamanda da belirttiğim gibi, bu ülkede birçok insanın COVID’e karşı aşılarını yaptırmayı reddetmesi gibi ciddi bir sorun yaşanıyor. Öte yandan bu aşıların ciddi hastalıklara ve COVID’den ölüme karşı güvenli ve etkili olduğu açıkça kanıtlanmış durumdadır. Eğer bu ülkedeki insanların büyük çoğunluğu aşılanmış olsaydı, bu durum COVID pandemisini kontrol altına almak için büyük bir adım olacaktı. Dünyanın her yerindeki insanların da aşı olması gereklidir, aşı oranlarının ve aşılara erişimin şu anda çok sınırlı olduğu dünyanın daha yoksul ve baskı altındaki ülkelerinde aşı yaptırmaya özel önem verilmelidir (örneğin, Afrika’da aşı kıtlığı nedeniyle insanların yalnızca yüzde 2’si aşılanmıştır). Yani bu ülkedeki pek çok insanın -aşıların yaygın olarak bulunduğu ve ücretsiz olduğu yerlerde- aşı olmayı reddetmesi pandeminin devam etmesini sağlamaktadır. Bu durum ülkede çok sayıda insanı, özellikle de Siyahileri, Latinoları ve Amerikan Yerlilerini öldürüyor ve daha da tehlikeli varyantlar üretme olasılığıyla virüsün mutasyona uğramaya devam etmesini sağlıyor. Önceden de vurguladığım gibi:

İnsanlar aşı olmayı, aşının güvenliği (veya etkililiği) gibi meşru nedenlerle reddetmiyorlar. Pek çok insan -özellikle de kaçık bilim karşıtı faşistler öte yandan COVID’den en ağır şekilde darbe alan pek çok başka insan da dahil- aşı olmayı deli saçması komplo teorileri, başka anti-bilimsel saçmalıklar ve şahlanmış bir bireyselcilik temelinde reddediyor. (1)

Bu “deli saçması komplo teorileri” ve “diğer bilim karşıtı saçmalık” içinde COVID’in aslında gerçek olmadığı, bunun bir “düzmece” olduğu, ya da aslında bunun gerçekten o kadar da ciddi bir şey olmadığı (soğuk algınlığı ya da gripten daha kötü bir şey olmadığı) ve aslında bunca insanın gerçekten COVID’ten ölmediği, VEYA gerçek ve tehlikeli olanın virüsün bu ülkenin (ve/veya başka bir ülkenin) hükümetlerindeki çeşitli güçler tarafından -ya da belirli insanları öldürmek amacıyla başka uğursuz (ve görünüşte gizli) güçler tarafından- kasıtlı olarak üretildiği şeklinde iddialar var. (Bu insanlar öne sürülen komplo teorilerine sarılıyorlar). Böylesi şeyler sürüp gidiyor. Bu komplo teorilerinin tümünün veya herhangi birinin doğru olması için, bu komploya çok sayıda insanın dahil olması gerekir. Sadece güçlü insanlar değil, aynı zamanda sadece bu ülkede değil, diğer birçok ülkede de çok sayıda bilim insanı ve hatta daha fazla sayıda doktor ve sağlık çalışanı dahil olmak üzere milyonlarca sıradan insanın hepsinin böylesi bir komployu desteklemek için işbirliği yapması gerekir. HAYIR! Lütfen biraz gerçekçi olun, bunların hepsi tamamen saçmalıktan ibarettir!

Ortada bilim insanlarının çalışmaları, ezici kanıtlara dayalı kavrayışları ve çok sayıda insanın deneyimi mevcut. COVID’den gerçekten ölen veya ciddi şekilde hastalananlar mevcut, insanların aile üyeleri, COVID’li insanları tedavi etmek için büyük kişisel fedakarlıklar yapan çok sayıda doktor ve sağlık çalışanı da dahil olmak üzere önemli sayıda kişi COVID’e yakalanmış durumda. Tüm bunlar, COVID’in fazlasıyla gerçek olduğunu, çoğu durumda oldukça ölümcül olabileceğini ve bunun uğursuz komploların karanlık güçleri tarafından yayılmadığını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bilimin kanıtladığı şekilde: COVID virüsü, insanlar birbirine yakın olduklarında, sadece nefes aldıklarında, öksürdüklerinde (özellikle kapalı ortamlarda) esas olarak hava yoluyla ve özellikle insanlar maske takmadığında, bir veya daha fazla kişiye COVID bulaştığında veya birisi yalnızca virüsün “taşıyıcısı” olduğunda (kendileri semptomsuz olsalar bile birçok aşılanmış insanda olduğu gibi) yayılır.

“Biden ve Demokrat Parti şu anda federal hükümete hakim olduğundan, faşistler Biden ve Demokratların etkili bir şekilde yönetme yeteneklerini sabote etmeye ve baltalamaya kararlıdırlar. Faşistler için bu durum, COVID pandemisiyle uğraşmaktan ve ekonominin ve genel olarak toplumun bir tür göreli “istikrarını” ve “normal işleyişini” sağlamaktan çok daha önemlidir.” – Bob Avakian

Ayrıca bilimsel kanıtlar -ve yaygın deneyim- de çok açıktır: COVID ile mücadele için geliştirilen aşılar, bu virüsten ciddi hastalıkları ve ölümleri önlemede güvenli ve çok etkilidir. Ve eğer ABD’de ve dünya çapında insanların büyük çoğunluğu aşılanırsa, bu yıkıcı salgın kontrol altına alınabilir. Öyleyse aşı olun! Ayrıca tıp biliminin bunun gerekli olduğunu gösterdiği her yerde ve her zaman maske takın ve sosyal mesafeye dikkat edin.

Daha önce de vurguladığım gibi:

Bu aşıları yaptırmamak için iyi bir sebep yok ve bunu yapmayı reddetmek, reddedenleri yalnızca ciddi hastalık ve muhtemelen ölüm riskine sokmakla kalmaz, aynı zamanda başkalarını da aynı risklere maruz bırakır. (2)

Özellikle Donald Trump’ın faşist takipçileri, Fox “News” vb. tarafından yayılan (ama sadece onlar da değil) aşılarla ilgili çılgın komplo teorileriyle birlikte, aşılara karşı yaygın muhalefet biçimlerinden biri aşıların gerçekten COVID ile savaşmanın bir yolu olmadığı, ancak esasen hükümet ve büyük ilaç şirketlerinin insanları kontrol etmek ve -gerçek veya sahte olduğu fark etmeksizin- pandemiden büyük kazançlar elde etmek için aşılamaya dair bir komplo olduğu fikridir. Bu bir tür “popülist” düşüncedir ve toplumdaki sorunu temelde sadece kendilerinden üstün güçler -büyük hükümet ve büyük şirketler- tarafından ezilen ve zarar gören insanlara indirger. Farklı biçimlerde de olsa, hem sağdaki insanlar tarafından hem de “solcu” olarak adlandırılanlar (bazı “uyanık” ve “ilerici” insanlar) tarafından benimsenen bir nosyondur bu. Bu durum, hem COVID ve aşılarla ilgili olarak hem de temelde içinde yaşadığımız bu sistemin temel doğası, kapitalizm-emperyalizm sistemi ve bu sistemin gerçekte nasıl işlediği açısından temelde bilimsel olmayan bir anlayıştır.

Bu sistem altında şirketlerin (ve diğer büyük kapitalist işletmelerin ve finansal kurumların) ekonomiye hakim olduğu elbette doğrudur. Daha önce işaret ettiğim gibi:

Bu sistem, kapitalist şirketlerin, bankaların ve büyük miktarlardaki parayı kontrol eden diğer finans kurumlarının egemen olduğu ve bunların tümünün insanları, devasa rakamlarda çocuklar da dahil olmak üzere burada ve dünya çapında milyarlarca insanı sömürmesine dayalı bir sistemdir.

Fakat aynı zamanda oldukça önemli olarak:

Bu kapitalistler birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içindedirler. Bu durum, insanları daha da acımasız bir şekilde sömürmek için dünyanın her yerine, özellikle de yoksul ülkelere nüfuz etmelerine neden olmaktadır ve birçok insanı düzenli (“formal”) ekonomi içinde hiçbir şekilde çalışamayacak durumda bırakmaktadır. (3)

Bu nedenlerle, genel anlamda bu kapitalist şirketler (büyük ilaç şirketleri dahil – “Big Pharma”), halkın sağlık ihtiyaçları da dahil olmak üzere her şeyi değiştirmeye çalışacaktır. Bazı hükümetler (ve diğer kurumlar) aşıların (COVID ile başa çıkmak için diğer önlemlerin) geliştirilmesinde ve dağıtımında işbirliğini teşvik etmek için bazı çabalar gösterseler de, daha fazla kâr elde etmek ve rakip kapitalistleri geride bırakmak için bunu bir araç haline getirmektedirler. Resmin bir diğer önemli yanı ise, kapitalistler arasındaki bu rekabetin de “ulusal” çizgide gerçekleşmesidir yani farklı kapitalist-emperyalist ülkeler arasındaki çekişme ile gerçekleşmesidir. Aynı zamanda, kapitalizm-emperyalizm sisteminin egemenliği ile birlikte dünya bir avuç kapitalist-emperyalist ülkeye ve Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya’da Üçüncü Dünya olarak bilinen çok sayıda ezilen yoksul ülkeye bölünmüştür.

İşte tüm bu nedenle, bazı hükümetlerin COVID ile mücadelede bunun etkilerini engelleme çabalarına rağmen, kapitalist rekabet, giderek daha fazla kâr ve dünyadaki en iyi pozisyon için mücadele etmeleri, birçok bilim insanının pandemi karşısında başarılı olmaya çalıştığı bir iklimde gerekli olan işbirliğine engel oluyor ve onu baltalıyor. Üçüncü Dünya’da aşılama oranının (ve aşılara erişimin) bu kadar düşük olmasının nedeni işte budur. Ancak bu durum resmin sadece bir parçasıdır. Aşılarla ilgili durumun özünü, bu ülkenin hükümetinin (veya hükümetteki bazı kesimlerin) ve aslında diğer ülkelerin de COVID pandemisine “üstün gelmenin” önemli bir yolu olarak insanları aşılatmak istemeleri gerçeğini yansıtmaz.

Sistemleri insanları sömürmek ve ezmek üzerine kurulu olduğu için, kapitalist ülkelerin hükümetlerinin insanları kontrol etmek istedikleri ve buna ihtiyaç duydukları doğrudur. Ancak her şeyden önce, aslında bu hükümetlerin bunu yapmak için aşı gibi bir şeye ihtiyaçları yok. İnsanların sosyal medya ve interneti kullanma biçimlerinin genellikle bu hükümetlere insanların yaşamları hakkında kapsamlı, hatta mahrem ayrıntılar sağlaması gibi, insanların herhangi bir zamanda nerede olduklarını ve hareketlerini takip etme yeteneği de dahil olmak üzere bunu yapmak için zaten birçok araçları var. Bununla birlikte, kapitalist hükümetlerin rolü halkı yalnızca kontrol etmek değil, daha temel olarak kapitalist yönetimin sağlam temellerini ve istikrarını bu sistemin (ABD, Almanya, Rusya, Japonya, Çin vb. gibi) özellikle “yurdu” ülkelerde  -farklı kapitalist-emperyalist güçlerin başlıca ekonomik ve politik kurumlarının “demir attığı” yerlerde- az çok düzenli işleyişini sağlamaktır.

Bu nedenle, mevcut COVID krizi gibi ciddi bir pandemi ile karşı karşıya kalındığında aslında bu pandemiyi kontrol altına almak bu tür ülkelerdeki egemen kapitalistlerin ve onların hükümetlerinin nesnel olarak çıkarınadır, çünkü bu durum ülke ekonomisinin ve bir bütün olarak toplumun genel işleyişini büyük ölçüde bozmaktadır. Bunun gibi büyük aksaklıklar, bu sistemin toplumun düzenli işleyişini sürdürme ve insanların temel ihtiyaçlarını karşılama yeteneği hakkında halk içinde büyük sorular doğurabilir. Bu salgını “kontrol altına almak”, aynı zamanda, konumlarını güvence altına almak ve “uluslararası arenadaki” çabalarını güçlendirmek için egemen kapitalist-emperyalistlerin çıkarınadır.

Bu nedenlerle, normalde bu ülkedeki kapitalist egemen sınıfın tamamı -hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partilerdeki siyasi temsilcileri- bu salgının “üstesinden gelmek” için gerekli önlemleri alma arzusunda birleşmiş olurdu. Özellikle nüfusu aşılatmak ve gerekli görülen yerlerde maske zorunluluğu gibi şeyleri uygulamak için bunu yaparlardı.

Ancak şu an “normal bir zaman” değildir.

Bu Nadir Bir Zamandır — Yönetici Sınıf İçindeki Derin Ayrılıklar Krizi Nasıl Derinleştiriyor ve Bu Çılgınlıktan Çıkmanın Yolu Nedir?

Bu, bu ülkede egemen kapitalist sınıfın bir bölümünün ırk ve cinsiyet baskısına, ayrımcılığa ve adaletsizliğe karşı diğer mücadelelere başından beri kısmi tavizlere bile direnen, bu değişikliklerin artık çok ileri gittiğine, bu ülkeyi bir arada tutan ve dünyaya hakim olmasını sağlayan şeylerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğuna ikna olmuş Cumhuriyetçi Parti tarafından temsil edildiği bir dönemdir. Sonuç olarak,

Cumhuriyetçiler -açık ve saldırgan beyaz üstünlüğüne, erkek üstünlüğüne ve diğer baskıcı ilişkilere dayanan- faşist bir parti haline geldiler. Yalnızca kendilerinin yönetmeyi hak ettiğine inanan, iktidarı elinde tutmak için seçimleri manipüle etmeye, oyları bastırmaya çalışan, kazanamadığı seçimlerin sonucunu kabul etmeyi reddeden, “hukukun üstünlüğünü” yıkmaya ve bozmaya, insan haklarını çiğnemeye, yalnızca halk kitlelerine karşı değil, aynı zamanda egemen sınıftaki rakiplerine karşı da şiddet kullanmaya hazır, gizlenmemiş bir kapitalist diktatörlüğü benimsemeye kararlı bir parti.

Bu Cumhuriyetçiler, beyaz üstünlüğünün, erkek egemenliğinin ve diğer baskıcı ilişkilerin (aynı zamanda çevrenin kontrolsüz yağmalanmasının) sıkı bir şekilde desteklenmesi ve uygulanması gerektiğine yoğun, irrasyonel bir tutkuyla inanan önemli bir kitleyi harekete geçirdiler. Hak ettikleri (veya “tanrı tarafından takdir edilmiş”) konumlarına yönelik gördükleri tehdide ve ısrarlarına yanıt olarak, çılgınca bir Hıristiyan köktenciliği ile birlikte, her türlü kaçık komplo teorilerini kucaklayan, baskıya karşı mücadeleye daha fazla taviz vermenin “Amerika’yı büyük yapan” şeyi yok edeceğine dair ısrarlarıyla kısır bir deliliğe sürüklendiler. (4)

İşte bu nedenlerle Cumhuriyetçi Parti’deki ve daha geniş olarak toplumdaki faşistler, COVID aşılarına (ve maske takma gibi diğer önlemlere) ilişkin çılgın komplo teorilerini hevesle ve şiddetle destekleyip arkasında toplandılar ve şiddetle buna karşı çıktılar ve bu bilim karşıtı dezenformasyonu toplum genelinde olabildiğince yaydılar. Biden ve Demokrat Parti şu anda federal hükümete hakim olduğundan, faşistler Biden ve Demokratların etkili bir şekilde yönetme yeteneklerini sabote etmeye ve baltalamaya kararlılar. Faşistler için bu durum, COVID pandemisiyle uğraşmaktan ve ekonominin ve genel olarak toplumun bir tür göreli “istikrarını” ve “normal işleyişini” sağlamaktan çok daha önemlidir.

“İnsanlar tüm ahlaki, dini, politik, sosyal ifadelerin, beyanların ve vaatlerin ardında şu veya bu sınıfın çıkarlarını keşfetmeyi öğrenene kadar siyasette her zaman aldanmanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanları olmuşlardır ve öyle de olacaklardır. Reform ve iyileştirme taraftarları, ne kadar barbar ve çürümüş görünse bile aslında her eski kurumun çeşitli yönetici sınıf güçleri tarafından sürdürüldüğünü anlayana kadar her zaman eski düzenin savunucuları tarafından kandırılacaktır.” – V.I.Lenin

Bu ülkedeki halk kitleleri açısından çıkarlarımız -kapitalist-emperyalist egemen sınıfın ve onun tüm temsilcilerinin aksine- dünya çapında halihazırda 4 milyondan fazla ölümle birlikte, kapitalizm-emperyalizm sisteminin işleyişinin her yerde insanlara empoze edildiği, dünyaya zorla tahakküm kurma çabalarının çekilen ızdırapları yoğunlaştırdığı, mevcut pandemi tarafından insanların harap olduğu insanlığın büyük çoğunluğunda yatmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, aşılar (ve genel olarak COVID) hakkında bilimsel bilgiyi teşvik etmek ve mümkün olduğunca çok sayıda insanı aşı olmak için kazanmak kesinlikle bizim çıkarımızadır ve bu konu büyük önem taşımaktadır. COVID aşılarına karşı faşist engellemelere ve direnişe karşı gerçek bir kararlılıkla mücadele etmek, aşıların -ayrıca bilimin maske takmanın gerekli olduğunu gösterdiği durumlarda maskelerin- zorunlu olduğu konusunda ısrar etmek ve kapitalist-emperyalist güçler arasındaki rekabet de dahil olmak üzere tüm gerici siyasi hedeflere karşı çıkarak aşıların maliyet ve kâr hesapları dikkate alınmadan  gerekli miktarlarda dünyanın her yerindeki insanlara fiilen sağlamak büyük önem taşımaktadır.

En temel anlamda, bu pandeminin, sistemin tamamen iflas etmiş ve miadı dolmuş (“son kullanma tarihi geçmiş”) doğası hakkında daha fazla ortaya çıkardığı şey -ve daha özel olarak, COVID pandemisiyle ilgili olarak ve sayısız başka şekilde keskin bir şekilde ifade edilen “yönetici güçler arasında derinleşen ve keskinleşen çatışmalar” ile şu anda var olan nadir durum- tüm bunlar “bu sistemin kitleler üzerindeki hakimiyetini kırmak için daha güçlü bir temel ve daha büyük açılımlar sağlamaktadır. (5)

İleriye gidecek yol -tek yol- bu çılgınlıktan bir devrimin doğmasıdır: Kapitalizm-emperyalizmin bu korkunç sistemini devirmek ve çok daha iyi bir şeyi var etmek için gerçek bir devrim… Bu devrime her zamankinden daha acil ihtiyaç duyulmaktadır. İnsanlığın, mevcut sistemin egemenliği altında maruz kaldığı gereksiz ızdırapların olmadığı bir dünyaya aç olan herkesin sürekli olarak bilimsel bir temelde yorulmadan çalışması gerekmektedir. Böylesi güçlü bir ülkede bile, bir devrimin mümkün olduğu bu nadir durumun yakalanması gerekiyor.

*****

Burada yazdıklarım için önemli bir “arka plan” olarak, V.I. Lenin’in -Rusya’da komünist teorinin gelişimine önemli katkılarda bulunan ilk başarılı sosyalist devrimin önderidir- çok kesin ve acil önemi bulunan şu vurgusu çok önemlidir:

“İnsanlar tüm ahlaki, dini, politik, sosyal ifadelerin, beyanların ve vaatlerin ardında şu veya bu sınıfın çıkarlarını keşfetmeyi öğrenene kadar siyasette her zaman aldanmanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanları olmuşlardır ve öyle de olacaklardır. Reform ve iyileştirme taraftarları, ne kadar barbar ve çürümüş görünse bile aslında her eski kurumun çeşitli yönetici sınıf güçleri tarafından sürdürüldüğünü anlayana kadar her zaman eski düzenin savunucuları tarafından kandırılacaktır.”

Bu kesit, Yeni Komünizm, Insight Press, 2016 adlı kitabımda alıntılandığı üzere V.I. Lenin’den, “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Bileşeni” (Mart 1913, Toplu Eserler, Cilt 19, s. 23-28) kitabından alınmıştır. P. 11. (Orijinaldeki vurgu.)


(1) COVID, İnsanları Aşılamanın Önemi ve Şahlanmış Bireyselciliğin Oluşturduğu Çok Ciddi Problemler Üzerine | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)

(2) COVID, İnsanları Aşılamanın Önemi ve Şahlanmış Bireyselciliğin Oluşturduğu Çok Ciddi Problemler Üzerine | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)

(3) Bu Devrimin Mümkün Olduğu Nadir Bir Zamandır – Niçin Böyle ve Bu Nadir Fırsattan Nasıl Yararlanmak Gerek? | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)

(4) Bu Devrimin Mümkün Olduğu Nadir Bir Zamandır – Niçin Böyle ve Bu Nadir Fırsattan Nasıl Yararlanmak Gerek? | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)

(5) Bu Devrimin Mümkün Olduğu Nadir Bir Zamandır – Niçin Böyle ve Bu Nadir Fırsattan Nasıl Yararlanmak Gerek? | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)




COVID, İnsanları Aşılamanın Önemi ve Şahlanmış Bireyselciliğin Oluşturduğu Çok Ciddi Problemler Üzerine

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıda yer alan 2 makalesi 16 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmıştır. Türkçe çevirisini aktarıyoruz.

Kaynak için bkz: From Bob Avakian: On COVID, The Importance Of Getting People Vaccinated, And The Very Real Problem Regarding Rampant Individualism (revcom.us)

Kaynak için bkz: Also From Bob Avakian: Important Points of Theory and Method Regarding Freedom and Restrictions on Freedom (revcom.us)


Aşırı bireyselcilik -“kişisel özgürlüklerime tekabül eden istediğim her şeyi yapmaya hakkım var” konsepti- bugün toplumun her kesimindeki insanlarda görebileceğiniz çok ciddi bir problemdir. Ve bu durumla ilgili en kötü şeylerden birisi de bu aşırı bireyselciliğin Siyahi halk ve diğer ezilen halklar ile soykırımcı ırkçı faşistlerin birleşme noktası olabilmesidir. Siyahi halk ve diğer ezilen halkların kendilerini aşağı insanlar gören, en temel haklarını bile reddeden, kapatılmalarını isteyen hatta tamamen yok edilmelerini isteyen faşistlerle aynı yerde bulabilmeleri gerçekten çok korkunç bir durumdur!

Bu durum kendisini COVID aşıları meselesinde -aşılara muhalefet edilmesinde- keskin bir şekilde ortaya koymuştur. Bir yandan özellikle de Siyahi halk arasında korkunç tıbbi deneylerin tarihi ve bugüne kadar devam eden tıbbi otoriteler ve tıbbi tedaviler ile ilgili bazı kötü tecrübeler olmakla beraber, COVID pandemisinin bu ülkede en sert şekilde ve en ağır ölüm oranlarıyla Siyahi halkı (Latinolar ve Yerli Halkları da) vurduğu bir gerçektir. Bununla beraber COVID aşılarının güvenli olduğu ve COVID’e bağlı ölümleri ve ciddi hastalanmaları önlemede büyük ölçüde başarılı olduğu da çok net bir şekilde ortaya konmuştur. Dolayısıyla bu aşıları olmamak için herhangi iyi bir neden YOKTUR ve aşı olmayı reddetmek sadece olmayan kişiyi ciddi hastalanma ve olası ölüm riskiyle karşı karşıya getirmez, ancak aynı zamanda başkalarını da bu riske maruz bırakır.

Ve insanlar aşı olmayı, aşının güvenliği (veya etkililiği) gibi meşru nedenlerle reddetmiyorlar. Pek çok insan -özellikle de kaçık bilim karşıtı faşistler öte yandan COVID’den en ağır şekilde darbe alan pek çok başka insan da dahil- aşı olmayı deli saçması komplo teorileri, başka anti-bilimsel çöpler ve şahlanmış bir bireyselcilik temelinde reddediyorlar. İnsanlar aşı olup olmamanın “kendi kişisel tercihleri” olduğunu -ve aşı olmayı reddedenler de (genelde sinirli ve agresif bir şekilde) bunun “kişisel özgürlüklerini ilgilendiren bir mesele” olduğunu söylüyorlar.

Bu saçmalıktır, hem de çok zararlı bir saçmalıktır! Bireysel özgürlükler mutlak değildir, hemen hemen herkes kendi bireyselciliklerine toslamaya başladığında bu konuda hemfikir olur. Örneğin çok az kişi çocuklar karşıdan karşıya geçerken bir okul yolunda 100 kilometre hız yapmanın birinin özgürlüğü olup olmadığını söyler. Ve yine her makul insan beyaz üstünlenmecilerinin sadece istedikleri için, bunu “kişisel özgürlüklerinin ve kişisel tercihlerinin” bir ifadesi olarak gördükleri için Siyahileri linç etmemesi gerektiğini veya polisin keyfi bir şekilde Siyahi halkı öldürmemesi gerektiği konusunda hemfikirdir.

Bununla aynı çizgide bahsedilmesi gereken sivil hak yasalarına rağmen, zamanında dükkan ve restoran gibi işyeri sahiplerinin Siyahi halka servis yapmayı reddederek ayrımcılık yapmayı, ayrımcılık yapma “özgürlüğü” olarak (kendi işyerleriyle ne isterlerse yapabilecekleri) savunduklarını belirtmek gerekir. Ve buna benzer argümanları başka bir ezilen gruba ayrımcılık uygulamak isteyen insanlarda da görürüz. İnsanlara bu şekilde ayrımcılık uygulayabilme “bireysel özgürlükleri” de bu şekilde savunulmalı mıdır?

“Bireysel özgürlüklerin” (veya “kişisel tercihlerin”) mutlak olduğu bir toplumda yaşamak imkansız olurdu. Burada sorulması gereken soru şudur: Bireysel özgürlüklerin ifadesi veya bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması iyi midir, kötü müdür? Toplum açısından daha iyiye mi, yoksa daha kötüye mi neden olur?

Bununla aynı sebepten ötürü hiçbir kadın kendi rızası dışında bir çocuk taşımaya zorlanmamalı ve kadınların kürtaj hakkının reddedilmesi legal olmamalıdır. Ve bir diğer taraftan insanların COVID aşısı olmaları (aşı olmak ciddi bir şekilde sağlığını tehdit edecek insanlar dışında) herkesin aşı olması zorunlu olmalıdır ve yine bu yüzden COVID ile temasın ve bulaş olasılığının olduğu ortamlarda maske giyilmesi zorunlu olmalıdır.


Özgürlük ve Özgürlüğün Kısıtlanmasına Dair Metodoloji ve Teoride Önemli Noktalar

Aşağıdakiler, üstte yer alan COVID, İnsanları Aşılamanın Önemi ve Şahlanmış Bireyselciliğin Oluşturduğu Çok Ciddi Problemler Üzerine makalesindeki temel içeriği, metot ve prensipleri anlamada daha derinlemesine bir bakış açısına sahip olmak için yardımcı materyallerdir.

Öncelikli olarak:

‘’Bir anayasa temelinde yasalar, toplumun üyeleri ve onların hakları açısından hem koruma hem de zorlama barındırır. Daha önce söylediğim gibi, örneğin sosyalist toplumda, gidip birilerinden, onun elinde olmasının adil olmadığını düşündüğünüz şeyi keyfi olarak alamazsınız. Bunu önleyen yasalar vardır.

Bu yüzden bunu bir kere daha materyalistler olarak şunu anlamalıyız: Yasalarınız olduğu müddetçe ve kurallar belirleyen bir anayasanız olduğu müddetçe, bu hem hakların ve toplumdaki insanların korunmasını, hem de bireylere ve genel olarak toplumun üyelerine yönelik zorlamaları içerecektir. Bu da materyalist bir anlayıştan türemektedir, bulunduğumuz yerin neresi olduğunu ve henüz varamadığımız yerin neresi olduğunu yansıtmaktadır. Sosyalizme doğru sıçrama yapabilsek bile, toplumsal ilişkiler ve temel olarak üretim ilişkileri, beraberinde de böyle bir sosyalist toplumda üstyapının sahip olduğu rol bakımından bulunduğumuz yeri ve henüz varamadığımız yeri yansıtmaktadır.’’

Yukarıdaki alıntı Kapitalist Toplumda ve Geleceğin Sosyalist Toplumunda Anayasa, Yasalar ve Haklar (Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa (Tasarı Önerisi) içinden alıntılar da dahil olmak üzere Bob Avakian’ın yazılarından seçmeler) derlemesinden alınmıştır ve orijinal olarak Kuşlar Timsah Doğuramaz Ama İnsanlık Ufkunu Aşabilir kitabında bulunur. Aşağıdaki alıntı da ‘’Kuşlar ve Timsahlardan’’ yapılmıştır:

“Burada bir kez daha, özgürlüğün zorunluluk ve sınırlamanın -yahut şu veya bu türden baskının- olmamasında yatmadığını anlamanın ne kadar derin bir önem arz ettiğini görüyoruz. Doğa, kimse fark etmese bile her zaman bize baskı yapmaya devam eder. Fakat toplumsal baskı bile bizim tamamen ötesine geçeceğimiz bir şey değildir: Temel soru, bunun, kökleri temel sömürü ve baskı ilişkilerinde bulunan sosyal antagonizma biçiminde gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Fakat, genel ifadelerle ortaya koymak gerekirse, insanlar her zaman zorunlulukla karşı karşıya olacaktır; hem geniş anlamda doğanın sınırlamaları, hem de kolektif olarak toplumun üyeleri ve fertler üzerinde sınırlamalar olacak ve bu çelişkilerle nasıl baş edileceği konusunda her zaman mücadele olacaktır. Özgürlük her zaman için bu tür şeylerin ve genel bir olgu olarak zorunluluğun mutlak surette ortadan kalkmasında yatmaz; bir kez daha söylemek gerekirse, mücadele yoluyla zorunluluğun özgürlüğe dönüştürülmesinde yatar.”

Bununla birlikte aşağıda, Hukuk, Adalet ve Bütün Baskı ve Sömürüleri Bitirmek makalesindeki bu bölümde yine konuyla çok ilgilidir.

“Adli yasal süreç bireyler arasındaki bir çekişme değildir ve olmamalıdır, aksine devlet ve kişiler arasındaki, devletin kişilerin suç statüsü taşıyacak biçimde toplumsal normları ihlal etmesi sonucu devletin özgürlüklerinden mahrum bırakmasıdır. Yasal sistemin bütün amacı ya da olması gereken bütün amacı, çekişmeleri veya yanlış olarak algılananları, bireysel sıkıntılar katmanından ayırmasıdır. Ve de buna tekabül eden bu gibi sıkıntıları bireysel intikam eylemlerinden veya karşılıklı yanlışlardan ayırmasıdır. Bunun için ise topluma, yerleşik kurumlar ve yazılı kanunlar aracılığıyla -ki bunlar uygulanmalı ve herkese eşit olarak işlemelidir- bu gibi çekişmeler ve yanlış eylem iddiaları için hakem olmak üzere bir çerçeve verir.”




Aşıda Patent Tartışmaları ve Aşı Karşıtlığı Üzerine

Editörün Notu: Aşağıdaki yazı web sitemizin takipçilerinden Doruk Özenç tarafından yazılmış ve tarafımıza iletilmiştir. Yazıya dair görüş ve önerilerinizi makale altında bizlerle paylaşabilirsiniz.


Covid 19 pandemisinin ilerlemesi; güncel olarak aşıların uygulanmaya başlaması, aşıda patent tartışmaları ve aşı karşıtlığı tartışmalarını gündeme getirdi. Türkiye’de de etkisini önemli ölçüde gösteren patent tartışmaları, salgına karşı önlemler ve aşı karşıtlığı üzerine tartışabilmek için bir adım geri çekilerek mevcut duruma bakmak ve salgının yönetiminden sorumlu olan devletlerin ve rejimlerin temel eğilim ve yönelimlerini incelemek gerekiyor. Aşı karşıtlığı olarak ifade edilen düşünce ve tavırların nedenlerine bakmanın bu sistemin ve rejimin salgın sırasında da işlediği milyonlarca can alan suçlarını teşhir etmekten ayrı ele alınamayacağını ifade etmek gerekiyor.

Mevcut Duruma Bakmak

Covid 19 pandemisi bir buçuk yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Covid 19 pandemisi ve pandeminin yönetiliş biçimi sebebiyle dünyada ölümler artmakta, insanlar işlerinden olmakta, mevcut sistemin çelişki ve gerilimleri belirginleşmektedir. Covid 19 pandemisine ilişkin düşünür ve tartışırken; salgının ortaya çıkış nedenleri, salgının hangi sistem ve yönetim biçimleri altında yönetildiğini sürekli akılda tutmamız gerekiyor. Salgın mevcut kapitalist-emperyalist sistemin;  üretim biçiminde anarşinin itici gücünün belirleyici olduğu ve üretim ilişkilerinde bir hayli toplumsallaşmış üretimle onun şahsi temellükünün olduğu; bu sistemi bir arada tutan yönetim ve rejimlerin bu ilişkilerin koruyucusu, kollayıcısı ve devamlılığını sağlamaya odaklı olduğu bir konjonktürde gündeme gelmektedir. Bu süreklileşmiş kar arayışı ve sonsuz rekabet ilişkileri pandemiyi önlemeye dönük farmakolojik olmayan önlemlerin yaygınlaştırılması (maske ve dezenfektan üretimi, fiziksel mesafeyi koruyan üretim ve dolaşım alanlarının yaratılması) ve farmakolojik yöntemlerin (aşı ve ilaç) geliştirilmesinde kendini baskın biçimde gösteriyor. Ayrıca salgını yönettiğini iddia eden devletlerin ve uluslararası kuruluşların salgını tanımlama, ele alma ve salgınla mücadele yöntemleri de virüsle mücadeleyi terörle mücadele konseptine sıkıştırma, küresel salgına karşı metodolojik milliyetçilikle yanıt verme, hakim sınıfları ve ayrıcalıklı kesimleri koruma gibi yönelimler içeriyor. Bunları gezegenin bütüne ilişkin işlenen suçlar olarak görmek gerekiyor

 Sahi Neydi Bu Pandemi? Pan Neresi Demos Kim?

Türkiye’de salgın olarak duyduğumuz kelime bilimsel çalışmalarda “pandemic” olarak kullanılır. Kelimenin kökeni ise pan (tüm) ve demos (nüfus) olarak oluşur. Bütün gezegeni esas alan ve tüm canlıları kapsayan bir bakış açısını bu salgını yönetenlerde göremiyoruz. Salgının yönetimine dair endişelerini dile getiren bilim insanları salgına karşı küresel bir bakış açısı ortaya koyulamadığını ifade ediyor. Tüm gezegene ve tüm canlılara-doğaya ilişkin bir bakış açısının yerine ulusallığı, yerelliği, kendi çıkarlarını, kendi milletini, kendi ahlaki ve dini erdemlerini ön plana çıkararak davranan; pandemiye karşı geliştirdikleri bu önlem ve pratiklerle kapitalist-emperyalist sistem içerisinde yeni ve daha avantajlı konumlara gelmeyi arzulayan bu sistemin ve rejimin yürütücüleri, pan ve demos kavramını kendi çıkarları doğrultusunda daraltıyorlar.

 Pandemiyi yöneten devletler; kapitalist-emperyalist sistemin işleyişi ve eğilimleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Fakat daha özelinde burjuvazinin açık bir diktatörlüğü olan faşist rejimlerin iş başında olduğu ülkelerde, pandemiye karşı “mücadele” daha da çetrefilli bir hale getirmektedir. Bu faşist rejimler pandemiyle mücadeleyi virüse karşı mücadeleye indirger; biz ve öteki arasındaki mücadele şeklinde yorumlamaya teşnedir, pandemiyle mücadeleyi teröre ve iç düşmanlara karşı mücadele olarak yorumlar, önlemlerini bilimsel bir şekilde değil zor yoluyla ve hurafeler yoluyla yaygınlaştırmaya zemin sunmaktadırlar. Virüsün toplumun ezilen katmanları ve dezavantajlı gruplarda yaygın olarak görülmesine, virüsün bir “işçi sınıfı hastalığı” olarak seyretmesinin nedenleriyle değil sonuçlarıyla iş görür. Bu insanları “virüs taşıyıcısı” olarak kriminalize eder. Toplumdaki mevcut kutuplaştırmayı; sağlıklı biz ve hasta göçmenler, yabancılar, kadınlar, LGBTİQ+ bireyler, işçiler olarak derinleştirmeye çalışır.

Aşı Hangi Zeminde Üretiliyor? Aşı Karşıtlığı Neden Yayılıyor?

Pandemi yönetiminde açığa çıkan bu derin çelişkiler; aşı üretimi, aşının yaygınlaştırılması ve aşının yaygın olarak kullanılmasında da kendini gösteriyor. Salgın tarihçileri; aşının bulunması ve uygulanması sürecinin on yıllara dayandığını fakat teknolojik gelişmelerin artması ve aşı üretimine kaynak aktarımı artırıldığında bu sürenin kısalabileceğini ifade ediyor. İlaç tekelleri ve aşı şirketleri arasındaki rekabet de bu sürecin belirleyici etmenlerinden biri olmakla beraber şu an gündemde aşı şirketleri arasında ulusal ve uluslararası ölçekteki patent tartışmaları var.

Aşının mevcut salgını önlemenin tek ve biricik geçerli yolu olduğunu söylemek mümkün gözükmese de salgının mevcut yayılımını önlemede oldukça önemli bir önlem olduğunu tespit etmek gerekiyor. Fakat aşının üretiminde şirketler arasındaki rekabet ve patent tartışmaları, aşının “ulusal” sıfatlarla ( Çin Aşısı, Rus Aşısı, Alman Aşısı) anılması aşının yaygınlaştırılmasında görülen çok boyutlu eşitsizlikler aşının etkinliği ve geçerliliğini azaltma riskini içeriyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Covid-19 virüsünün mutasyona uğraması ve bu sürecin hızlı seyretmesi mevcut aşının etkili olma olasılığı ciddi oranda azaltıyor.

Aşının üretimi ve yaygınlaştırılmasına eşlik eden bu ilişkiler ve çelişkiler; salgının uzamasına neden oluyor. Toplumun geniş katmanlarında pandemiyle mücadele eden öznelerin çelişkileri ile pandemi arasında haklı olarak bir bağlantı kuruluyor. Fakat bu bağlantı bu sistemin analizi ve teşhirine dönük bilimsel bir analiz yapılmadığı zaman; komplo teorisi, derinleşen hurafeler olarak gündeme geliyor. Toplumdaki mevcut sınıf ayrımları ve eşitsizlikler arttıkça kayıtsızlık artıyor. Salgına karşı kolektif önlemler almak yerine ben fenomeni daha yaygın ve güçlü bir şekilde toplumsal işleyiş biçimi olarak kendisini gösteriyor.

Aşı karşıtlığı güncel ve yaygın bir fenomen olmakla beraber tarihi de aşının tarihi kadar eski. Hastalığın da “Tanrısal” bir nedenden ileri geldiğini ve hastalığa karşı gelmenin tanrıya karşı gelmek olduğunu söyleyen çevreler, 19.-20.yüzyıldaki sağlık uygulamalarının mevcut devlet ve rejimlerce kullanılış biçiminden haklı olarak şüphe duyanlar, bebeklerine bir iğne vurulmasından ve aşı takviminin sık aralıklı olmasından endişe duyan ebeveynler, doğal yaşam ve alternatif tıp uygulamalarını öne çıkaranlara kadar geniş kesimlerce oluşturulan geniş bir kanaatler kümesinden oluşan aşı karşıtlığı; en temel olarak bilimsel yöntem ile tıp biliminin uygulamaları ve uygulayıcıları arasında bir özdeşlik kuruyor. Post modern düşünürler ve objektif hakikatin olmadığı yönünde bir çıkarımdan yola çıkarak mevcut durumu inceleyen yaklaşımlardan da güç alan aşı karşıtlığı toplumun ve insanlığın bütününe ve gezegene ilişkin sorunlara kayıtsız kalmayı sağlıyor. Mevcut sistemin çelişkilerini bir akıllı tasarım ve üst akılla açıklamaya çalışan komplocu akıl yürütme, pandemiye yol açan sebeplerin bilimsel bir açıklaması yerine pandemiyle mücadele eden aktörlerin yaptıklarına odaklanıyor.

Bilimsel yöntem ve düşünüş biçimi sergilenmedikçe; salgın ve salgın yönetimi arasındaki ilişkiler gittikçe mekanik ve tek boyutlu olarak ele alınıyor. Türkiye özelinde faşist rejim ve medya salgının artmasında “bireysel dikkatsizlikleri” ön plana çıkarıyor. Fiziksel mesafeye dikkat edilmeyen yerleri açık alanlar, kafeler, kahvehaneler ve meyhaneler olduğunu öne çıkarıyor. “Salgını önemsiz gören ve açık havada kafasına göre gezen alık vatandaş” algısını öne çıkarıyor. AKP-MHP dışındaki partilerin yönetiminde olan belediyelere bağlı kentlerde ulaşım yoğunluğundan dem vuruyor. Mevcut faşist rejimin çıkarları doğrultusunda toplumu kutuplaştırmayı ve salgının yayılmasıyla kendi karşıtı olduğu toplumsal kesimlerin davranış ve faaliyetleri arasında tek ve doğrusal bağlantılar kuruyor. Muhalif kesimlerde ise   “Salgın can alıyor “ veya “AKP kongreleri nedeniyle virüs yayılıyor”gibi tek yanlı iddialar dillendiriliyor.  Tek başına  salgın can almıyor. Salgının ortaya çıkması; en temelde doğa ve canlılar arası ilişkilerin mevcut kapitalist-emperyalist üretim biçiminde cereyan etmesiyle temellendirilebilir. Mevcut rejimlerin ve özelde Türkiye’deki faşist yönetiminin salgın sırasında keyfi ve çıkarları doğrultusunda davrandığı çok açık olsa da Türkiye’deki tek kalabalık AKP kongreleri ve mitinglerinde yok. Mültecilerin sağlığı ve yaşam koşullarının hesaba dahi katılmadığı, gündelik çalışan proleterlerin, fabrika, atölye ve çeşitli iş alanlarında çalışan insanların üretim alanında ve ulaşım alanında  fiziksel mesafe ve sağlıklı açısından ciddi sorunların olduğu açık . Yine ulaşım alanında da benzer sorunları görüyoruz. Sağlık emekçilerinin sorunları ve talepleri yine bu faşist rejimin yönelimleri doğrultusunda yok sayılıyor. Virüse karşı mücadele “teröre ve dış güçlere karşı mücadeleyle” özdeşleştiriliyor. Faşist rejimin destekleyen medya sürekli “Batı’nın ahlaksız olduğu ve salgında başarısız olduğu argümanını” dillendirdikçe; pandemi ile mücadeleyi dışarıya karşı yürütülen savaş gibi ifade edildikçe sağlık çalışanları da cephedeki askerler gibi görülüyor

Yukarıda sayılan tüm bu sebepler; faşist rejimin çıkarları doğrultusunda toplumu kutuplaştırmak için üretilen siyasi hakikatler; toplumsal dayanışma ve geniş sorumluluk duygularını ciddi bir biçimde azaltıyor. Bilimsel yönteme duyulan güven azalıyor ve doğrudan Bilim Kurulu’nun işlediği suçlarla bilimsel yöntem özdeş görülüyor. Kayıtsızlık, komploculuk, yabancı-düşman olanla virüs taşıyıcısının bir sayıldığı yaklaşımlar, bu rejimin işleyişinden ortaya çıkan derin çelişkilerin yarattığı boşluk; hurafelerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Çıkarmamız Gereken Sonuçlar

Ardea Skybreak’in de söylediği üzere: “bilim maddi gerçeklikle uğraşır ve tüm doğanın ve tüm insan toplumunun bilimin ilgi alanı içinde olduğunu söyleyebiliriz, bilim bunların tamamıyla ilişkilidir. Bilim bir araçtır – çok güçlü bir araçtır. Neyin doğru olduğunu, gerçeğe neyin karşılık geldiğini söyleyebilmek için bir yöntem ve yaklaşımdır.” Bilim bir süreçtir ve kanıtlara dayalıdır. Ve bu süreçte, realiteyi nasıl değiştireceğinizi anlamaya çalışırken, maddenin sürekli hareket halinde olmasından dolayı, bazı yeni hakikatlerle karşılaşırsınız ve doğruluğuna kanaat gitirdiğiniz yanlış düşüncelerden koparsınız. Ya da yönteminizi daha da materyalist kılar ve hakikate daha fazla yaklaşırsınız. Bununla birlikte Ardea’nın “çöp bilim” diye ifade ettiği bir husus vardır. Bilimi daima kötüye kullanır, verili üretim ilişkileri içerisinde, bu ilişkilerin devam etmesi ve evet, daha güçlenmesi için kullanır. Bu kötü bir bilimdir.

Bir diğer husus ise doğa-insan-hayvan olarak kurduğumuz ilişkilerin yeni kriz ve yeni salgınlara açık olduğunu öngörmemiz gerekiyor.İnsanlığın yerleşik yaşama geçmesi, tarımsal üretime başlaması ve hayvanları evcilleştirmesi ile birlikte; hayvanlardan insanlara ve insanlardan hayvanlara birçok bulaşıcı hastalığın geçtiği salgın tarihçilerince belirtiliyor. Meselenin önemli bir boyutu da doğa-insan ve hayvan-insan ilişkileri olsa da bu ilişkilerin  mevcut üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin içerisinde cereyan ettiğini sürekli akılda tutmak gerekiyor. İnsanların mevcut ilişkiler ve belirleyici etmenler altında doğa ve hayvanlarla kurduğu ilişkinin, ilişki biçimlerindeki temel yönelim ve değerlendirmelerin  yani bu sistemi ayakta tutan fikirlerin de değişip dönüşmesi gerekiyor.

Pandemi’nin şu ilkeyi ön plana çıkardığını görmek gerekiyor: “Enternasyonalizm önce Dünya gelir”. Bu sadece uluslararası dayanışma ve bir araya geliş değil; gezegeninin şimdilik bilebildiğimiz sorunlarına gezegeninin bütününden bakabilmek anlamına geliyor. Pan (tüm) ve Demos(nüfus) olarak açımlanan pandemi(salgın); gezegeninin bütününden bakabilmeyi ve mevcut kapitalist-emperyalist sistemin gezegendeki yayılımı ve çelişkileriyle incelenmesi gerektiğini; nüfusun ise sadece insanları hesaba katarak ele alınmayacağını ve tüm canlıları kapsayan; doğa-canlılar ilişkisi temelinde bir analiz geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğunu söyleyebiliriz.

Kapitalist-emperyalist sistem; bu sistemin çok boyutlu çelişkileri ve üretimin anarşik örgütlülüğünün itici güç temelinde hakim olduğu “doğası” gereği gezegeninin ve canlıların sorunlarını çözemez. Komünist devrim zorunludur ve mümkündür. Bu devrimin gerçekleştirilmesi için bir bilim olarak komünizmin kritik çelişkisini çözümlemiş, bilimsel bir yöntem ve yaklaşım geliştirmiş, “enternasyonalizm: önce dünya gelir” diyen Bob Avakian ve onun Yeni Komünizmin  takip edilmesi veyaygınlaştırılması gerekir.




Radikal ve Özgürleştirici Bir Dünya İçin Bilim ve Siyaset İlişkisi Üzerine

Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Direktörü Dr. Anthony Fauci, Trump’ın iktidardan gönderilmesinden sonra derin bir nefes almış olmalı ki “Şimdi buraya çıkıp bilimsel veriler ve kanıtlarla konuşabilmek, söylediğinizin gerçek olduğunu bilmek özgürleştirici bir hissiyat” açıklamasında bulundu. ABD Covid-19 pandemisinin ağır sonuçlarını en derinden yaşayan ülkelerden birisi. An itibariyle ABD’deki ölüm oranları 420.000’i geçmiş durumda ve bu rakamlar neredeyse ABD’nin İkinci Dünya savaşında ölen asker sayısını ikiye katlayacak. Trump bu pandeminin başından itibaren bilim karşıtı bir şekilde davrandı. Bilim kurullarını dinlemeyi ve bu kurulların önerilerine dayanarak hareket etmeyi şiddetle reddetti. Ekonominin gerilemesindense insanların “ulusal çıkarlar” için ölmesini savundu. İnsanlara “damar yolu ile dezenfektan verilmeli” gibi saçma sapan fikirleri ileri sürdü ve maske kullanılmasına karşı oldu.

Şüphesiz Trump’ın Covid-19 pandemisine karşı söyledikleri, bilim karşıtı dünya görüşünün ürünüdür: ABD şovenizmiyle şişirilmiş, beyaz üstünlükçü, çevre talancısı, tamamen kadınların bastırılmasına ve mizojeniye (kadın düşmanlığına) dayalı Hristiyan Faşist bir dünya görüşüdür. Ve bu dünya görüşü ABD toplumunun önemli bir kesimi tarafından – Trump son seçimlerde 74 milyondan fazla oy aldı- desteklenmekte ve paylaşılmaktadır. Trump’ın destekçilerinin önemli bir kısmı, onun bilim karşıtı Covid 19 görüşlerini desteklediler. “Dr. Anthony Fauci’nin işine son ver” diye tezahüratta bulundular. Tüm bunlar faşist Trump/Pence rejiminin ve fanatik destekçilerinin bilim karşıtı olduklarına örnektir. Ve bilim karşıtlığı bu faşist rejimin önemli unsurlarından biridir.

Bilime Bilimsel Yaklaşım

Ardea Skybreak bilimin ne olduğunu şu şekilde ifade eder;

“Bilim maddi gerçeklikle uğraşır ve tüm doğanın ve tüm insan toplumunun bilimin ilgi alanı içinde olduğunu söyleyebiliriz, bilim bunların tamamıyla ilişkilidir. Bilim bir araçtır- çok güçlü bir araçtır. Neyin doğru olduğunu, gerçeğe neyin karşılık geldiğini söyleyebilmek için bir yöntem ve yaklaşımdır. Bu anlamda bilim, hayali güçlere yakararak gerçeği açıklamaya çalışan ve analizlerinin hiçbirinde gerçek kanıt sağlamayan din veya mistisizm ya da onun gibi şeylerden çok farklıdır.” [1]

Bilim karşıtı insanların temel özellikleri objektif realitenin olmadığını söylemeleridir. Objektif realitenin “subjektif olduğu” görüşünü savunurlar. Hakikatin kanıta dayalı, objektif realiteye denkliği yerine “benim hakikatim” demeyi seçerler. Bir “kendilik” temel bakış açsını benimserler. Kendisi için faydalı olanın doğru olduğunu söylerler. Bir nevi, amacın tüm araçları meşru kıldığı bakış açısıdır bu. Kendi kimliğinin “anlatısı” hakikatin yerini alır. Bilimsel süreç tamamıyla reddedilir.

Hakim sınıfların çokça başvurduğu bu düşünüş biçimi toplumda çok yaygındır. Ve bu düşünüş biçiminin yani kendi anlatısının “hakikat” olduğunun düşünce yapısı, faşist hareketler tarafından radikal bir mit eşliğinde devam eder. Kendilerinin Tanrının lütfu sonucunda iktidarda olduklarını ve bunun Tanrı’nın bir emri olduğuna inanırlar. Eğer iktidarı “kaybetmişlerse” Allah onları “sınamaktadır”. Hiçbir kanıta dayalı olmayan ama kendi ideolojileriyle tamamen entegre olan “anlatıları” -hadi açıkça söyleyelim, yalanları- söylemekten çekinmezler. Ulusal bir “mit” yaratarak, tüm ulusu bu mitin gerçekleşebilmesi için yeniden inşa ederler.

Günümüzdeki çoğu faşist ve gerici hareketin açık bir şekilde bilim karşıtı olmasına rağmen, iki dünya savaşı arası faşistlerin ve faşist rejimlerin bilim karşıtlığı, Ardea Skybreak’in tanımladığı “çöp bilim” üzerinden gerçekleşmiştir. Bu faşistler bir tür sosyal Darvinci düşünceyi savunarak, bilimi kendi gerici emelleri için kullanmaya çalışmışlardır. Hitler’in Ölüm Meleği olarak da bilinen Josef Mengele, insanlar üzerinde canice tıbbi deneyler gerçekleştirmiştir. “Alman ırkının daha iyi bir yaşamı” için toplumdan “ayıklanması” gereken, Yahudiler, komünistler ve Çingeneler bu “deneylerde” vahşice katledilmiştir. Bu faşistlerin “bilimsel gerçeklere ulaşma çabası”, bilimle zerre ilişkisi olmayan faşist Nazi ideolojisi temelinde vuku bulmuştur.

Bilim ve Siyaset

Dr. Anthony Fauci Trump’a dair verdiği bilgilerde şunları söyledi; “Bulaşıcı hastalıklara müdahale edilmezse kendi seyrini alır dedim. Donald Trump ayağa kalkıp ‘kaybolacak, sihir gibi kaybolacak’ söyleminde bulundu. Fauci, salgının önlenmesine ilişkin bilimsel raporları Beyaz Saray’a yolladıkça, Trump tarafından itibarsızlaştırıldı ve Trump’ı destekleyen faşistler tarafından tehdide uğramaya başladı. Bu tablonun benzer örnekleri Türkiye’de de yaşandı. Türk Tabipler Birliği’nin pandemiye ilişkin eleştiri ve önerilerini “hükümette gedik açma” olarak değerlendiren Bahçeli, TTB’nin kapatılması gerektiğini savundu.

Hakim sınıfların ayrı coğrafyalarda benzer yöntemleri harekete geçirmesindeki temel faktör onların faşist dünya görüşleridir. Bu görüşler çeşitli farklılıklar barındırmakla birlikte, kendi iktidarlarına yönelik en ufak eleştiriyi dahi kabul etmemek konusunda aynıdırlar. Faşistler, şeyleri kendi istedikleri gibi yürütmede son derecede kararladırlar ve her türlü muhalefeti -burjuvazinin içerisinden gelen de dahil olmak üzere- bastırmaktan da çekinmezler.

Bilim fenomenleri olduğu gibi ve cereyan ettiği gibi anlamakla mükellef bir süreçtir. Ve bilim bugün verili ekonomik ve sosyal ilişkiler tarafından engellenmektedir. Her bir yerde aynı olmamakla birlikte büyük sağlık krizlerinde de bilim, verili ilişkilerin sınırlarına takılır. Biden’ın bir Trump olmadığı ve Covid-19’a karşı bilim kurulunu “bağımsız” bir “otorite” olarak tanımlayabilirler. Lakin bu bilim kurulunun insanları, yine de verili ilişkiler tarafından geriye çekilirler. Bugün pandeminin durdurulması için tek çare aşıdır ve başarıya ulaşan aşıların jeneriğinin yapılması ve laboratuvarlarda seri üretimin gerçekleştirilmesine bu sistem tarafından ket vurulmaktadır. Çünkü “patent” realitesi gündeme gelir. Aşıyı bulan ilaç firmalarının aşırı karları söz konusudur ve bu kapitalist çıkarlar, emperyalist-kapitalizm tarafından güvenceye alınır. Bunun sonucunda ise aşı bekleyen milyarlarca insanı ölümle karşı karşıya bırakılır. Ve bu durum, emperyalizm tarafından her yönüyle talan edilmiş üçüncü dünya ülkeleri için büyük vahşetlere yol açabilir.  

Bilim ve Devrim

Bilimin, bilimsel düşünce ve uğraşın tüm zincirlerinden koparıldığı, sadece “acil ihtiyaçlar” temelinde değil, maddenin, doğanın ve insan toplumunun daha derinlemesine anlaşılması çabasının tüm alanlarda genişletilmesi ve zenginleştirilmesi, insanlığın bilgi hazinesinin kesintisiz bir şekilde ilerletilmesi ve yeni nesillerin bilimsel bir ruhla gelişebilmesi için insanlığın üzerine karabasan gibi çöken bu sistemin köklerinden sökülüp atılması gerekir. Nihai hedefi komünist bir dünya olan devrimi savunanların, hakikatleri -kendi hatalı yanlarını ortaya çıkaranlar da dahil- ısrarlı bir şekilde takip etmeli ve yöntem ve yaklaşımlarını derinleştirmeleri gerekmektedir.

Bu “hakikat bizleri özgür kılar” gibi dini bir amentü değildir. Tüm hakikatlerin, bilimsel bir bakış açısıyla ele alınması, karşı karşıya kaldığımız zorunlulukların özgürleştirilebilmesi, insanlığı, gezegeni ve diğer canlı türlerini gereksiz tüm acılardan kurtarabilmek için temeli oluşturmaktadır. Ve bu temel Bob Avakian’ın mimarı olduğu ve önderlik ettiği yeni komünizm tarafından insanlığa sunulmaktadır. Bu kökten farklı ve özgürleştirici toplumun kapsamlı bir vizyonunun anlaşılması için Bob Avakian’ın yazdığı Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet İçin Anayasa taslak önerisinin [2]  kesinlikle okunması ve derinlemesine incelenmesi gerekmektedir.


Dipnotlar:

[1] Ardea Skybreak, Bilim ve Devrim, El Yayınları tarafından basıma hazırlanmaktadır.

[2] Kaynak için tıklayınız: http://yenikomunizm.com/e-kitaplar/




Covid 19, “Eşitsizlikler” ve Kadınlar Üzerindeki Baskının Derinleşmesi ve Kadınların Kurtuluşu Üzerine

Bob Avakian, Covid-19’un neden olduğu karantina sürecinin hemen başında şunu söylemişti:

“Koronavirüs nüfusun geniş kesimlerini vuracak olsa bile, mevcut kriz bir kez daha bu eşitsizliklerle ilişkili bir şekilde bu ülkede etkisini gösterecek – göçmenler, mahkumlar, evsizler, yoksul topluluklar, özellikle de ezilen milliyetler arasında ve bu sistemin “normal işleyişi” ve egemen güçleri tarafından değersizleştirilmiş, küçük düşürülmüş ve horlanmış diğer kesimler orantısız acılar çekecektir

Bunun gerçekleşmesinin esas yollarından biri kadınların ezilmesidir. Bu baskı, bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin (ve ezen ve ezilenlere ayrılmış tüm sistemlerin) temel bir parçasıdır ve bu sistemin “normal” işleyişinde korkunç biçimler alır.” 1

Bu yazının kaleme alınmasından bu yana henüz 3 ay bile geçmedi lakin burada dile getirilen acı hakikatler, özellikle de kadınların baskılanması, bunun “normal” işleyi ve Covid 19 ile almış olduğu daha da büyük acılara neden olmuştur. Bu durum sadece bir ülke içerisinde sınırlı kalmayıp, emperyalist kapitalist dünya sisteminin işleyi sonucunda, bütün dünyada vuku bulmaktadır. Bazı ülkelerde kadına yönelik şiddetin 3 kat arttığı gözlemlenilmiştir. Covid 19 pandemisi boyunca Türkiye’de kadına şiddet bilançosu ürpertici boyutlara ulaştı. İlk tanının konulduğu 11 Mart’tan, 31 Mart’a kadar geçen 20 günlük süreçte çoğu evinde olmak üzere toplamda 21 kadın öldürülmüştür.

Ücret eşitliği gerçektenden kadınları zincirlerinden kurtarabilir mi?

Türkiye’de karantina uygulaması bir kara mizahı andırsa da, özellikle orta tabakanın hatırı sayılır kesmi ile üst tabakanın “karantina” koşullarına uymaya çalıştığı gözlenmiştir. Üst sınıflardan gelen kadınların önemli bir kısmının okumuş ve görece “ekonomik özgürlüklerine” kavuştuğu bilinir. Ancak bu ekonomik “özgürlüklerin” kadını söylediği gibi özgürleştirmediği görülmektedir.

British Journal for the Philosophy of Science dergisinin editörü Elizabeth Hanon2 Twitter  hesabından duyurduğu, “derginin kadın yazarlarından çok az yazı aldığı”nı söylemiştir. Yine birçok batı ülkesinde karantina süresi boyunca kadınların “işe katılımlarının” düştüğü yapılan istatistikler arasındadır. Evden çalışma koşulları içerisinde işin yeni “yüzü” ile birlikte, kadınların ezilmesinde artış hat saffadadır. Kadınlar ufacık evler içersinde bir yandan çocukların sorumluluklarını üstlenmekte, korona koşullarında ağırlaşan temizlik işlerini yapmakta diğer yandan is “evden çalışma” sorumluluklarını yerine getirmenin zorunluluğu ile baskı altına alınmaktadırlar.

Ev işlerinin “eşit” olarak paylaşımında ise erkekler çoğunlukla kadınlardan daha fazla maaş aldıkları için ev ekonomisi açısından erkeğin işinin muhafazasının daha önemli olduğunu vurgulamaktadır. Feminist iktisatçılar “eğer cinsler arasında tam bir ücret eşitliği olsaydı, kadınlar böylesi bir seçime zorunlu kalmazlardı” diye vurgulamaktadır. Birçok sosyal statüye göre kadının ezilmesi farklı biçim alsa da, durum hiçte feminist iktisatçıların söylediği gibi değildir. Zira Elizabeth Hanon’dan verdiğimiz örnek, yani akademisyen kadınların “verimliliğinin düşmesi” olgusu, eşit ücret almadıkların dolayı değildir. Bu sistemin işleyişinin gerçekleşmesi için kadının ikinci cins olarak devamlı baskılanmasından ötürüdür. Ve cinsler arası ücret eşitsizliği bu baskılanmanın bir tezahürüdür, nedeni değil!

Patriarka öldürmeye devam ediyor hem de daha da çok!

Bu sistemin işleyişi sonucunda hergün binlerce kadın ailedeki erkekler tarafından dayak yemekte, taciz ve tecavüze uğramakta ve hatta öldürülmektedir. Ev koşulları kadınlar için güven ve huzur ortamı değildir, aksine kadınların aşşağılanmaya baskı altına alınmaya başladığı yerdir. Karantina demek kadınların ev içinde yaşanabilecek her türlü şiddet ve kötü muameleye maruz kalması ve buna karşı şayet varsa yardım alabileceği kaynaklardan mahrum kalması anlamına gelmektedir.

Son yıllarda kadınların öldürülme şekline baktığımızda, yaklaşık üçte birinin ev dışında, sokakta ya da bir kamusal alanda öldürüldüğünü görmekteyiz. Kendi gizli “erk” yuvalarında taşarak “kamusal” alana dalga dalga vuran bu ataerkil şiddetin caniyane etkilerini, virüse karşı evde kalmak zorunda kalan kadınlar üzerinde yol açabilecek etkisini bir düşünün! Bu durumu çoğu zaman “sessiz bir kurban olma” olarak nitelendirirler. Halbuki kadınların sesini bastıran tamda bu sistemin kendisidir. Özellikle AKP’nin İslamcı Faşist rejimiyle birlikte kadınların üzerindeki baskının daha fazla katmerlendiği görülmektedir. Kadının “kahkaha” atmasını yasaklayan, “edepli” olmaya çağıran, “4-5 çocuk yapmaya” zorlayan ve binlerce yıllık “analık kutsaldır” mitiyle, kadınların üzerindeki baskı ve şiddetin aleni bir biçimde artığı görülmektedir.

Sorunun salt bir “ekonomik özgürlük” olduğu ya da “kadınların koruyan yasalar” çıkartılması ile birlikte ataerkil düşüncenin -ister burjuva temelde isterse köktenci dinci temelde- üstesinden gelinebileceği düşüncesi bir illüzyondan ibarettir. Şüphesiz ücret eşitliği ve kadına yönelik cins ayrımcı yasaların ortadan kaldırılması önemli mücadelelerdir. Buradaki sorun, patriyarkal anlaşıya karşı hedefin dar ve ekonomist taleplerle saptırılmasıdır. Bu patriyarkal toplumun binlerce yıllık işleyişi, insanların düşünüş biçimi, kültürel yaklaşımları, geleneksel ilişkileri ve diğer bir çok üst yapıya ait olan kurumların köklerinden kazılması gerekir. Patriarka bugün, kapitalist toplumun içerisine ete kemiğe bürünmüş ve bu düzenin devamlılığını sağlayan bir yapı taşı halini almıştır. Kapitalist üretim ilişkileri -bunun ekonomik alt yapısı- böylesi bir köklü değişikliğin önünde engeldir. Çünkü bu sosyal ilişkiler, gelişimin sınırlarını ve kapasitesini de belirler. İnsanlığın sınıflı toplumun damgasını taşıyan ilişkilerden kurtulması, buna zemin sağlayabilecek bir üretim ilişkilerinin ve buna bağlı sosyal ilişkilerinin inşasından geçmektedir. Bunu gerçekleştirmek ise reformları değil, devrimi zorunlu kılar!

Bob Avakian’ın da dediği üzere kadınların kurtuluşunu “tüm kölelik ve baskı biçimlerinden arınmış bir dünyada yaşamaya kararlı olanların önemli bir savaş alanı olarak kabul etmesi ve benimsemesi gereken bir şeydir3. Bugün insanlığın tüm bu gereksiz acıların ve tüm bu caniyane uygulamaların köklerinden kazıması için ihtiyaç duyduğu yönelim, baskı ve sömürü ilişkilerinin kaldırıldığı nihai amacı komünizm olan gerçek bir devrim hareketinin inşasıdır.


Referanslar:




COVID-19 ve Kadınların Ezilmesi

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıdaki makalesi 18 Mayıs 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.

Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/648/bob-avakian-on-covid-19-and-the-oppression-of-women-en.html


Ölümcül “Normallik” İllüzyonu ve İleriye Doğru Devrimci Yol makalemde şu temel olguya işaret etmiştim:

“Mevcut kriz bağlamında değerlendirmek gerekirse, bu sistemde yerleşik olarak bulunan sömürücü ve baskıcı ilişkiler ülke içinde ve uluslararası düzeyde tıpkı daha önceki krizlerde olduğu gibi kendini belirgin bir biçimde gösteriyor…”

“Koronavirüs nüfusun geniş kesimlerini vuracak olsa bile, mevcut kriz bir kez daha bu eşitsizliklerle ilişkili bir şekilde bu ülkede etkisini gösterecek – göçmenler, mahkumlar, evsizler, yoksul topluluklar, özellikle de ezilen milliyetler arasında ve bu sistemin “normal işleyişi” ve egemen güçleri tarafından değersizleştirilmiş, küçük düşürülmüş ve horlanmış diğer kesimler orantısız acılar çekecektir.” ((Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/648/bob-avakian-on-covid-19-and-the-oppression-of-women-en.html))

Bunun gerçekleşmesinin esas yollarından biri kadınların ezilmesidir. Bu baskı, bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin (ve ezen ve ezilenlere ayrılmış tüm sistemlerin) temel bir parçasıdır ve bu sistemin “normal” işleyişinde korkunç biçimler alır.

Bu korkunç baskı üzerine daha önce şunu yazmıştım:

“Dünyadaki şu güzel kız çocuklarına bir bakın. Bahsettiğim diğer zorbalıklara ilaveten, Üçüncü Dünya’daki yoksul ve teneke mahallelerdeki çocuklar açısından üzerlerine yığılan tüm dehşetlere ek olarak -gerçekten çöplerin ve atıkların içinde yaşamak kendilerinden önce, evet, onlar doğmadan kendilerinin kaderi olmuş yüz milyonlarcası için- bütün bunların üstüne bir de kız çocuğu olarak doğdukları için ataerkil dünyada her yönden dehşete maruz bırakılırlar. Ve bu durum yalnızca Üçüncü Dünya için de geçerli değildir. ABD gibi “modern” ülkelerde de, istatistikler açıkça şunu gösterir: milyonlarca kadına tecavüz edilmiştir, milyonlarcası rutin bir şekilde küçük düşürülmekte, kandırılmakta, aşağılanmakta ve çoğu sıklıkla sevgilileri olacak kişiler tarafından ezilmektedir; pek çok kadın üreme hakları doğrultusunda kürtajı ve hatta doğum kontrolünü kullanmak istediklerinde ayıplanır, kışkırtılır ve taciz edilir; çoğu fuhuşa ve pornografiye zorlanır ve tüm bu insanların belirlenmiş bir kaderleri olmasa da, kadınlar için sözde bir engel bulunmadığı söylenen bu “yeni dünyada” başarıya ulaşsalar da, kadını aşağılayan bir toplum ve kültür tarafından sokaklarda, okullarda, iş yerlerinde, evlerinde günlük bir temelde ve sayısız biçimde her yönden kuşatılacak ve her dakika hakarete maruz kalacaklardır.” ((BAsics 1:10, Bob Avakian’ın Yazı ve Konuşmalarından. Bu alıntının alındığı esas kaynak: Çözümlenmemiş Çelişkiler, Devrimin İtici Güçleri – 3.Bölüm: “Yeni Sentez ve Kadın Meselesi: Kadınların Kurtuluşu ve Komünist Devrim – İleri Sıçramalar ve Köklü Kopuşlar”, Revolution #194, 7 Mart 2010))

Tüm bunların COVID-19 pandemisi bağlamında daha da aşırı hale gelmesinin pek çok yolu mevcut. Sadece iki önemli örneği belirtmek için:

Kadınların eşleri ya da erkek arkadaşları tarafından dövülme vakaları yalnızca ABD’de değil, diğer birçok ülkede de önemli ölçüde artmıştır.

Özellikle ABD içinde, yönetimlerinde Hristiyan köktendinci faşistlerin egemen olduğu bazı eyaletlerde kürtaj hakkına yönelik başka saldırılar da oldu. Özellikle de koronavirüsün yayılmasını önleme adı altında, böylesi iki yüzlüce bir bahane ile kürtaj hizmeti sunan kliniklerin kapatılması şeklinde bu uygulamalar gerçekleşiyor. Aynı zamanda bu eyaletlerin çoğunda gücü elinde tutanlar, bu virüsün yayılmasını sınırlandırmak için gerekli önlemlerin alınmasına pervasızca karşı çıkılmasını teşvik ediyor. Gerçek şu ki, kürtaj hizmeti sunan kliniklerin kürtaj isteyen kadınların sağlığını korumak ve koronavirüsü yayma riskini en aza indirmek için önlemler alması kesinlikle mümkündür. Bunun yanı sıra, kürtaj hakkının inkar edilmesinin büyük bir toplumsal zarar olduğu ve bu durumun kadınların ezilmesine katkıda bulunması temel gerçeği göz önüne alındığında, bu kliniklerin kapatılması için hiçbir meşru neden yoktur. Bunu yapmak kadınlara günlük olarak verilen zararı ve topluma verilen zararı daha da arttırmaktadır. Bütün bunlar, kadınların toplumdaki konumunun ve rolünün bir ifadesidir, ayrıca toplumun ve insanlığın temel yönü meselesinin çok akut ve konsantre bir ifadesidir. Bu durum, bu ülkede Trump/Pence faşist rejimi de dahil olmak üzere faşist güçlerin, bu sistemin zaten baskıcı ilişkilerini güçlendirmeye ve aşırılıklara yönelmesine ilişkin acımasız çabalarının önemli bir parçasıdır. Ve bu durum, tüm kölelik ve baskı biçimlerinden arınmış bir dünyada yaşamaya kararlı olanların önemli bir savaş alanı olarak kabul etmesi ve benimsemesi gereken bir şeydir.

Bu bağlamda, 30 yıldan fazla bir süre önce yazdığım bir şey daha derinden doğru ve önemli hale gelmiştir:

ABD’de son birkaç on yılda, kadınların durumu ve aile içindeki ilişkilerde derin değişiklikler olmuştur. On aileden sadece birinde, kocanın “geçim sağlayan tek kişi” ve eşinin tamamen bağımlı bir “ev kadını” olduğu bir “model” durumu vardır. Bu ekonomik değişimlerle birlikte tutumlarda ve beklentilerde de önemli değişiklikler meydana geldi – ve sadece ailenin dokusu üzerinde değil, daha geniş anlamda toplumsal ilişkiler üzerinde de çok ciddi gerilimler yaşandı… Kadınların toplumdaki konumu ve rolüyle ilgili tüm mesele, günümüzün aşırı koşullarında giderek daha keskin bir şekilde kendini ortaya koymaktadır – bu durum, bugünün ABD’sinde bir barut fıçısıdır. Bütün bunlara en radikal biçimler dışında ve aşırı şiddet içeren yollar haricinde başka bir çözüm bulunacağı akla uygun değildir. Henüz belirlenemeyen soru şudur:  Radikal gerici bir çözüm mü, yoksa radikal devrimci bir çözüm mü olacak, kölelik prangaları güçlendirilecek mi yoksa bu prangaların en belirleyici halkaları parçalanacak ve böylesi bir köleliğin tüm biçimlerinin tamamen ortadan kaldırılması olasılığı açığa çıkacak mı?  ((Bkz: Bob Avakian’ın bu açıklaması ilk olarak 1985’te yayınlandı ve o zamandan beri Çözümlenmemiş Çelişkiler, Devrimin İtici Güçleri de dahil olmak üzere bir dizi eserde alıntılandı))




Kapitalist Rekabetin Hiçe Saydığı Yaşamlar: Toplumun En Altındakiler

COVID-19 virüsü nezdinde, üzerinde yaşadığımız sistemin tozu dumanı kısmen de olsa kalkınca, bazı gizlenen ya da değersizleştirilen katmanlar gözle görülür biçimde ortaya çıktı. Buna sistemin iskeleti de diye biliriz. Gündelik karmaşa içerisinde özellikle toplumun en alt sınıfları, neyin ne olduğunu, bu olup bitenlerin nasıl olup bitiğini, doğru bir temel  üzerinde düşünmeye ne vakitleri olur ne de ilgileri vardır. Bu, insanların duyarsız oluşlarından  değil, –ki, böyle bir duyarsızlık da var olmakla birlikte- içine doğdukları dünyanın hangi ilişkiler biçiminde örgütlendiğiyle alakalı bir meseledir. Burada Marx’ın büyük bilimsel buluşu anlaşılmaksızın bu temel anlaşılamaz.

Peki, nedir bu büyük bilimsel buluş?

“Tarihsel materyalizme göre insan varoluşunun altında yatan temel hakikat şudur: hayatta kalmak ve bir nesilden sonrakine devam edebilmek için, insanlar hayatın maddi gerekliliklerini üretmek ve yeniden üretmek zorundadırlar. Bunun olabilmesi için de insanların bir araya gelip, belli sosyal ilişkiler içine girmeleri, özellikle de üretim ilişkileri içine girimleri gerekir. Bu üretim ilişkileri soyut ve keyfi olarak seçilen ilişkiler değil, verili bir zamanda toplumdaki üretici güçlerin (üretimde kullanılan alet, cihaz, toprak, hammaddeler, vs. ile insanlar ve insanların bu üretim araçlarından faydalanabilmek için gerekli bilgi ve yetenekleri) düzeyi tarafından belirlenir. Bu ekonomik temel üzerine belirli siyası kurumlar, hukuk,  gelenekler ve belirli düşünce biçimleri, kültür ve diğer şeyler inşa edilir.

Sınıflı toplumda üretim sürecine hükmeden sınıf, çıkarları doğrultusunda toplumun geri kalanını kendi yönetimi altında emek vermeye zorlar. Ekonomik hayatı yöneten sınıf, toplumun geri kalanını da yönetir.”

Üretim Çarkları, Ezilenlerin Canı Pahasına Dönmektedir!

Bu bilimsel tespite dayanmayan tüm fikirler, şeylerin gelişiminin ana nedeni üzerinde doğru tespitlere ulaşamazlar. Sürekli ve sürekli idealist ve metafizik idealar dünyasında kaybolurlar. Covid-19 virüsü, mevcut günümüz devletlerini ve bu devletlerin yönetim biçimlerini bir kez daha çok somut ortaya koydu. Bu somutluluk haline bakarak siyasi İslam gericiliğiyle beslenen faşist AKP rejiminin altında ezilen sömürülen çeşitli kademlerdeki toplum, başta ekonomik olarak ve buna bağlı diğer birçok yaşamsal faaliyeti neredeyse sürdürülemez hale getirilmiştir. Bu sürdürülemez hal derinleştikçe, küçük kırıntı düzeyindeki haklar zorla gasp edilerek sistemin tüm yükü her zaman olduğu gibi yine katmerlenerek üretenlerin sırtına vurulmuştur. Bir tarafta ”evde kal” çağrıları yapılırken, sosyal mesafenin  korunması, izolasyon ve benzeri uygulamalar getirilirken, öte yandan fabrikalarda, ağır atölyelerde, madenlerde, sanayileşmiş çiftliklerde ve diğer sanayi-tarım-taşımacılık-saklama-dağıtım komplekslerinde- hizmet sektörlerinde üretim devam etmektedir. Virüs sebebiyle kapatılan iş kolalarında işlerine son verilenler tamamen  güvencesiz bırakılarak,  işsizlik ordusuna dahil olurlar. Ki bu insanlar evde kalamazlar. Çünkü işe koyulmak/iş aramak için yollara düşmek zorundadırlar.

İzmir Çiğli’de yer alan, H&M, Zara, Mango, LCW gibi büyük firmalara üretim yapan Akar Tekstil Fabrikası’nda çalışan bir işçi kadının Covid-19 salgınına yakalanması sonrasında, iş yeri koşularının düzletilmesini talep eden 7 işçi işten atıldı. Ve işçiler sopalı saldırıya uğradı. İşçilerin evlerinde kalmamanın ötesinde, çalıştıkları yerlerde hiç bir önlem alınmamaktadır. Virüsü bahane ederek neredeyse yılık izinler kaldırılmış, hastalandıkları zaman rapor bile almaları güçleştirilmiştir. Uzun bir dönemdir devletle işbirliği içerisinde olan sarı sendikalar, bırakın işçileri savunmayı, kendi pozisyonlarını kaybetmemek adına  sermaye sahiplerine yaranma yarışı içerisindedirler. Bu sendikalar, göstermelik talepler sunarak hem işçilerin biriken öfkesinin yönünü değiştirmek hem de devlet açısından ”makul” talepler ileri sürmektedirler.

Bu durum şüphesiz yeni değildir. Covid-19 virüs salgını sebebiyle korunaklı yerlere çekilen üst sınıflar (ve üretim ilişkilerinin bireyselciliği ve asalaklığı sağladığı kimi orta sınıflar) evlerinin balkonlarından üretenleri, hizmet edenleri alkışlayarak, milliyetçi ve şoven kampanyalarla her çeşit virüsten korunmasız, ekipmandan yoksun bu insanları adeta, silahsız ön cepheye sürmektedirler. İçinde yaşadığımız bu kapitalist-emperyalist sitemin üst yapısı olarak işleyen ”demokrasi, hak, hukuk” kavramlarının, kimin için olduğu ve hangi sınıfa hizmet ettiği bir kez daha belirgin bir biçimde otaya çıkmaktadır.

İşçiler Neden Evde Kalamazlar?

Bu sorunun dünya ölçeğinde hakim olan kapitalist-emperyalist işleyişin dinamiklerine bakılmaksızın ele alınması, yanlış kavrayışlara neden olacak, buna karşı verilecek mücadelelerin de yanlış mecralarda yürütülmesine sebebiyet verecektir. Zira Raymond Lotta’nın da dediği gibi;

“Her ne kadar burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişki, toplumsallaşmış üretim ve özel mülkiyet arasındaki çelişkinin ayrılmaz bir parçasıysa da, bu sürecin motor gücü kapitalist üretimin anarşisidir. Emek gücünün sömürülmesi, artı değerin üretilmesini ve ona el konulmasını sağlayan biçimse de, bu üreticileri işçi sınıfını tarihsel olarak daha yoğun ve daha kapsamlı bir ölçekte sömürmeye iten şey sadece mülksüz proleterlerin varlığı veya kendi başına sınıf çelişkisi değil, kapitalist üreticiler arasındaki anarşik ilişkilerdir. Anarşinin bu itici gücü, kapitalist üretim biçiminin, meta üretiminin ve değer yasasının tam gelişimini temsil ettiğinin bir ifadesidir. Eğer bu kapitalist meta üreticilerinin birbirinden ayrı olup öte yandan değer yasasının işleyişiyle birbirine bağlı olma durumu olmasaydı, proletaryayı sömürmek için aynı zorunlulukla karşı karşıya kalmazlardı –burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf çelişkisi yatıştırılabilirdi. Bu üretim tarzının, tarihsel olarak eşi görülmemiş dinamizmine sebep olan, sermayenin genişleme yolundaki bu iç itkisidir; bu, değer ilişkilerini devamlı olarak değiştiren ve krize yol açan bir süreçtir.”  ((Detaylı bilgi için bkz, Raymond Lotta, Anarşinin İtici Gücü, http://yenikomunizm.com/anarsinin-itici-gucu-uzerine/))

Lotta’nın vurguladığı tüm bu dinamikten ötürü, üst sınıf mensubu Cüneyt Zapsu, hiç lafı dolandırmadan, açıkça, “Ayrıca tüm iş hayatı durduğundan 2-3 ay sonra her şey sıfırdan başlayamayacaktır. Çünkü Bill Gates’in dediği gibi herkes aynı anda yapsa, o zaman tamam, ama sadece biz yaptığımızda çalışan ekonomiler bizim pazarlarımızı ele geçirecektir” demekte; hatta faşist AKP rejiminin başı olan Erdoğan, bütün konuşmalarında, “üretim çarkları her şart altında işlemeye devam edecek” demektedir. Milyonlarca insanın canına mal olsa bile bu sitemin bundan başka bir yolu yoktur ve kendisine bağlı tüm zor ve şiddet aygıtını elinde bulundurarak, bu dinamiği böyle işetmek zorundadır. Bu durum egemenlerin varlık koşuludur.

PROLETARYANIN, İNSANLIĞIN KURTULUŞ YOLU MEVCUTTUR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR

Kapitalist-emperyalist sitem tüm üst yapısıyla ve kurumlarıyla, bu sitemin yegane doğru bir sitem olduğunu; kimi hükümetlerin yanlış uygulamalar içerisinde bulunabileceğini; bunun çözümünün de her 5 yılda bir seçimlerle olduğunu vaaz etmektedir. Bunları söyleyerek üstünde yükseldiği üretim ilişkilerinin kanlı yüzünü gizlemektedir. Kendisini sol, hata sosyalist ve ”komünist” olarak adlandıran geniş bir kesim de bu sitemi reformlarla değiştirilebileceğini, varolan şartların temellerine dokunmaksızın, yüzeyde bazı şeylerin iyileştirilebileceğini ve düzeltilebileceğini iddia ederek, böylece kitleleri sitemin sınırları içerisine hapsetmektedirler. Arzuları ve istekleri çok uzun bir zamandan beri burjuva hakkı temlinde, demokrasinin dar ufuklarında kaybolup gitmektir. Bu böyle olmak zorunda değildir.

İnsanlığın boşu boşuna bu kadar acı çekmesi ne yazık ki, hepimizin bildiği o kötü ünlü, kara liste de resmedildiği gibidir: var olan biricik ömürlerin iş bulma korkusu, işini kaybetme korkusu, evsiz kalma korkusu, sağlık ve eğitimden mahrum bırakılma korkusu, horlanma, dışlanma, göçmenleştirilme korkusu… İnsanlık bütün bu acıları çekmek zorunda değildir. Pek tabii ki hayvanlar ve doğa da katledilmek ve tahrip edilmek zorunda değildir. Tarihi tecrübe tüm bu dertlerin üstesinden gelinebileceğini (kimi eksikliklerine ve tali hatalarına rağmen), 1917-1953 arası Sovyet ve 1949-1976 arası Çin deneyimlerinde bizlere göstermiştir. Bu tarihi tecrübeler ışığında Bob Avakian’ın da vurguladığı gibi;

“Tek bir temel sebebi var: İçinde yaşadığımız kapitalizm-emperyalizm sisteminin temel doğası ve işleyiş şekli bunun nedenidir, sistem bu temel doğasından ötürü devamlı olarak dehşet üzerine dehşet üretmektedir. Ve temel olarak iki seçeneğimiz var. Ya bütün bunlarla yaşamaya devam edeceğiz ve gelecek kuşaklar da -eğer bir gelecekleri olacaksa- aynısını, hatta daha beterini yaşamaya devam edecek – veya devrim yapacağız!((Bu alıntının da yer aldığı önemli bir makale için bkz: http://yenikomunizm.com/bob-avakianin-mark-rudda-cevabi-1960lardan-cikartilacak-dersler-ve-gercek-bir-devrime-olan-ihtiyac/))




Koronavirüs ve Göçmenlere Yapılan Saldırılar. Devrime İhtiyacımız Var!

Editörün Notu: Koronavirüs pandemisinin özellikle göçmenler ve mülteciler bağlamı içinde ele alınması noktasında önemli bir dosya olarak öne çıkan “The Coronavirus and the Attacks on Immigrants: We Need a Revolution!” 23 Mart 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Çevirisini okurlarımız için aktarıyoruz.

Kaynak için: https://revcom.us/a/640/the-corona-virus-and-the-attacks-on-immigrants-we-need-a-revolution-en.html


Yüzyıllar önce bu kıtayı işgal eden Avrupalılar, kendileriyle beraber çiçek hastalığı gibi pek çok hastalığı da getirdiler. Avrupalılar bu hastalıklara karşı yüzyıllar önce bağışıklık kazanmışlardı. Bu durum, bu tip epidemilerin çıkabileceği, insanları öldürebileceği ama öte yandan çoğunun hayatta kalacağını gösteriyordu.

Ancak burada yaşayan Amerikan yerlileri henüz bu tip virüslerle karşılaşmamışlardı. Sonuç olarak Avrupalılar ile girdikleri temas sonucu her onundan dokuzu yaşamını yitirdi. İşgalciler bu durumu ‘’tanrının onların tarafında olmasına’’ kanıt olarak gösterdiler. Bu soykırım, beraberindeki Afrikalı-Amerikalıların yüzyıllar boyunca köleleştirilmesi ve yine üzerlerinde uygulanan yüzyıllık sömürü ve baskı ilişkilerinin Amerika’da ki başlangıç suçlarından birisidir.

Bugün de Amerikan hükümeti ‘’kurucu babalarının’’ adımlarını izlemeye devam ediyor. ‘’Yollarında istemedikleri’’ insanlar, halklara karşı hastalığın boyutlarından çok daha ölümcül sonuçları olabilecek adımlar atıyorlar. Bu hastalık yeni tip korona virüsü. Ve bu insanlar, ekonomik sefaletten ya da siyasi zulümden kaçarak bu ülkeye gelen, ve gelerek bir ‘’suç’’ işleyen göçmenler. Bu olayın acı ironisiyse, bugün saldırıya uğrayan bu insanların pek çoğunun Avrupalı işgalcilerin silahlarından ve mikroplarından kurtulmuş yerlilerin soylarından gelmeleri.

ICE (göçmenlik polisi) aylardır insanları topluyor, okullarına çocuklarını götüren babaları gözaltına alıyor, neler olduğunu soran görgü tanıklarını dövüyor, şokluyor, SWAT ekipleriyle iş yerlerini yağmalıyor vb. Göçmenlerin mahallelerini zaten sınır dışı edilme korkusuyla yaşayan insanların mahallelerini, en kötü maaşlarla çürümüş işlerde, hiçbir sağlık sigortası olmadan çalışan, sağlıksız barınma imkanlarıyla yaşayan, zaten MAGA faşistleri tarafından ‘’olmamaları yerde bulundukları’’ için şeytanlaştırılan ve tehdit edilen insanların mahallelerini, Hitler’in Gestaposu gibi yağmalıyorlar.

Ve ICE, bu insanları insanlık dışı şartlar altında, hastalıkların kolayca yayılabileceği yerlerde, kendi tutuklama merkezlerinde kilit altında tutuyor. Şimdiden kırk bin insan buralara kafeslenmiş durumda. Ve şimdi koronavirüsü işleri daha da kötüleştiriyor. Geçen hafta 3.000 sağlık çalışanı bu insanların ve ailelerinin bu cehennem deliklerinden salınmalarını talep eden bir mektup yayınladı. Sağlık profesyonelleri şu noktaya değiniyorlardı :

…genellikle kalabalık ve hijyen dışı şartlarda, havalandırmasız, sabun, su veya el dezenfektanı gibi temel hijyen gereçlerine erişimden uzakta, yetersiz beslenilen, ve alınmış izolasyon, önleme ve tespit etme önlemlerinin uygulanmasının imkansız olduğu yerlerde tutuluyorlar. Devamlı olarak bir ceza kurumundan öbürüne taşınmaları, yeni mahkumların devamlı olarak tutuklanıp hücrelere getirilmeleri virüsün tespitini, takip edilmesini ve korunmasını…

Bu sebeplerden ötürü, enfeksiyon hastalıklarının hapishanelerde ve hücrelerde görülmesi inanılmaz derecede yaygın, özellikle de hava damlacıkları yoluyla yayılan hastalıklar…

ICE daha sonra Mart ayında göz hapsine alternatifler getireceğini ve sadece “hassas-misyona” dahil olduğu düşünelen kişilerin tutuklanacağını bildirdi ve bu durum manşetlere çıktı. ÇIKMAMIŞ olan ise, ICE’ın bir gün sonraki açıklamasıydı: Tutuklamayı öncelik olarak tutmaya ve toplumun güvenliğine tehdit oluşturan suçlu göçmenleri ve başka yabancıları çıkarmaya devam edeceklerdi; Trump’ın başkanlığında her zaman olmuş olduğu gibi.

“Her zaman olduğu gibi” demek, insanları toplamaya devam ediyorlar demektir. “Her zaman olduğu gibi” demek, tıp profesyonellerinin itiraz ettiği insandışı ve ölümcül koşullar var olmaya devam edecek demektir. “Her zaman olduğu gibi” demek dayanılamaz ve kesinlikle soykırımcı baskının devam ettiği demektir.

Bu salgın, Trump’ın kışkırtmasının, tacizinin ve şimdi de muhacirleri ICE yoluyla ölüme mahkûm etmesinin önünde engel olamamıştır. Ama bu, bizim, buna bir SON getirmek için göçmenlerin yanında olmamızı durduramaz.

Bu tutuklamalar sinir bozucu ve tamamı ile gereksiz. Radikal derecede farklı bir şekilde yaşamamız mümkün. Bob Avakian tarafından yazılan Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet’in Anayasası şu duruşu sergiliyor:

Kuzey Amerika Yeni Sosyalist Cumhuriyeti’nin oryantasyonu, bütün dünyadan gelen göçmenleri, gerçekten bu Cumhuriyet’in hedefleri ve objektifleri için katkıda bulunmaya arzusu olan bütün göçmenleri, Anayasada ön plana çıkartılan, Anayasadan alınmış yasalar ve politikalar kapsamında buyur ediyoruz. (Anayasanın tamamını revcom.us sitesinde bulabilirsiniz)

Bu Anayasa ile belirtilen bir dünya mümkün, ancak bunun için bir devrim yapılması gerekiyor, daha azı değil. Ve bu devrimin yapılabilmesi için ihtiyacımız olan bilime, stratejiye ve Bob Avakian’ın önderliğine sahibiz. İhtiyacımız olan ise sensin. Senin fikirlerin, enerjin, ruhun, kaynakların ve aktiviten… İlk adım: bu duyuru da dahil olmak üzere bununla ilgili haberleri yay ve ne olup bittiğinden bizi haberdar et…




Ölümcül “Normallik” İllüzyonu ve İleriye Doğru Devrimci Yol

Editörün Notu: DKP ABD Başkanı ve yeni komünizmin mimarı Bob Avakian’ın “The Deadly Illusion of “Normalcy” and the Revolutionary Way Forward” isimli bu makalesi 27 Mart 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Covid-19 pandemisi gündeminin de değerlendirildiği bu önemli dosyanın çevirisini aktarıyoruz.

Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/640/bob-avakian-the-deadly-illusion-of-normalcy-en.html


Koronavirüs dünya çapında bir pandemi haline gelmeden önce, New York Times köşe yazarlarından biri Trumplı geçirilen delilik yıllarının ardından uyutan bir başkanın (Joe Biden gibi) tam da ihtiyaç duyulan şey olduğunu savunmuştu. Koronavirüs, NYT tarafından temsil edilen yönetici sınıf, toplumun bu kesmi ve özellikle de eğitimli orta sınıf arasında bir süredir “normalliğe duyulan özlem” şeklindeki bir eğilimi pekiştirip güçlendirmiş bulunuyor ve bu durum önemli ölçüde NYT tarafından temsil edilen şeyde kendini göstermektedir.

Fakat temel anlamda, bu “normalliğe dönüş” kavramı, halk kitlelerinin maruz kaldığı kapitalizm-emperyalizm sisteminin doğası ve işleyişi ile dağıtılacak bir tür yanılsamadır.

Mevcut kriz bağlamında değerlendirmek gerekirse, bu sistemde yerleşik olarak bulunan sömürücü ve baskıcı ilişkiler ülke içinde ve uluslararası düzeyde tıpkı daha önceki krizlerde olduğu gibi kendini belirgin bir biçimde gösteriyor. Örneğin 2005 yılında Katrina Kasırgası, New Orleans ve çevresindeki bölgeleri vurduğu zaman, her ne kadar geniş halk kesimleri acı çekse de, kasırganın en yıkıcı şekilde vurduğu kesim zulüm ve acımasız eşitsizliklere zaten maruz kalan, yönetenlerin ilgi göstermediği veya kötü şekilde davrandığı yoksul Siyahi halk olmuştu. Aynı şey AIDS için de geçerlidir -en çok acı çekenler ayrımcılığa uğrayan ve aşağılananlardır- ve orantısız acılar özellikle uluslararası ölçekte, belirgin olarak da Sahra-altı Afrikasını muazzam bir yıkıma maruz bırakmıştır.

Koronavirüs nüfusun geniş kesimlerini vuracak olsa bile, mevcut kriz bir kez daha bu eşitsizliklerle ilişkili bir şekilde bu ülkede etkisini gösterecek – göçmenler, mahkumlar, evsizler, yoksul topluluklar, özellikle de ezilen milliyetler arasında ve bu sistemin “normal işleyişi” ve egemen güçleri tarafından değersizleştirilmiş, küçük düşürülmüş ve horlanmış diğer kesimler orantısız acılar çekecektir.1

Ve uluslararası olarak da yine aynı dinamikler çok daha büyük bir şekilde etkisini gösteriyor. Daha önce de işaret ettiğim gibi:

insanlığın büyük bir bölümünün sefalet çektiği, 2.3 milyar insanın temel bir tuvaletten veya heladan mahrum olduğu, çok sayıda insanın önlenebilir hastalıklardan kaynaklı acı çektiği, milyonlarca çocuğun her yıl bu hastalıklardan ve açlıktan öldüğü, 150 milyon çocuğun çocuk işçi olarak acımasızca sömürüldüğü, bütün dünya ekonomisinin muazzam bir ter atölyeleri ağına dayandığı, çok fazla sayıda kadının düzenli olarak cinsel istismara ve tacize maruz kaldığı, 65 milyon mültecinin savaş sonucunda yerlerinden olduğu, sefalet, eziyet yaşadığı ve küresel ısınmanın etkilerinin yaşandığı bir dünyada yaşıyoruz.2

Geçmişte olduğu gibi şimdi de, dünyada bu krizden en çok etkilenecek olanlar işte bu koşullarda yaşamak durumunda olanlardır.

Bütün bunlar; kökleri bu sistemin dinamiklerinde bulunan, tüm insanlık için artan şekilde bir yok oluş tehdidi oluşturan ve sürekli ve hızla derinleşen iklim kriziyle birleştiğinde süreç kitleleri, milyonları ve nihayetinde milyarlarca insanı daha da çaresizliğe sürükleyecek ve gezegendeki hiç kimse tüm bunların yansımaları ve etkilerinden kaçamayacaktır.

Acil Tehlikeler, Temel Sorun ve Devrimci Çözüm

Birkaç yıl önce şunu belirtmiştim:

ABD günümüzde dünyanın bir numaralı süper gücü olması ve bu durumu yüksek sesle ilan etmesine rağmen gerek ülke içinde gerekse uluslararası alanda keskinleşen çelişkiler ve artan zorluklarla karşı karşıya bulunmaktadır ve bu durum, dizginleri elinde tutan, parmağı nükleer düğme üzerinde duran kaçık bir kabadayı tarafından  – abartısız şekilde yalnızca insanlığın büyük acı çekmesine değil aynı zamanda insanlık için çok ciddi bir yok oluş tehlikesi barındıran faşist bir rejim tarafından gündeme getirilmektedir.3

Ve faşizm diğer bazı ülkelerde de kapitalist-emperyalist sistemin zorunlulukları ve dinamikleri tarafından temelde yapılan değişikliklerle güçlenmeye devam etti. Sistemin tüm bunlara yönelik pozitif bir çözümü bulunmamaktadır ve olamaz da. Pek çok kişi (özellikle de birçok “liberal”) böylesi kriz dönemlerinde “bu duruma karşı hepimiz birlikteyiz” şeklindeki çelişkili bir söyleme inanmak isteseler de, bu durum gerçeklik tarafından ve özellikle de buna uymayan faşist güçler tarafından doğrudan çürütülmektedir. Örneğin, bu ülkedeki silah satışları mevcut krizde daha da yükselmiş durumdadır, çünkü “İkinci yasa değişikliği” silahların “suçlulardan” “kendini koruma” adı altında daha fazla stoklanmasını sağlamıştır (ve bunların pek çoğu yaklaşmakta olduğunu gördükleri “iç savaş” için kendilerini hazırlamak içindir). Afrikalı-Amerikalı teolog Hubert Locke’un değerlendirmelerini yeniden vurgulamak gerek, bu ülkedeki faşist hareketle ilgili olan şey yalnızca insanların “kalpleri ve zihinlerine” yönelik soyut bir savaş durumu değildir, amaç iktidarı ele geçirebilmek için ölümüne ciddi bir mücadeledir ve amaçlanan şey -özellikle faşizmin Hıristiyan köktendinci itici gücünün bir parçası olarak- “hükümetin dizginlerini ele geçirmek, mahkemeleri ve yargı kararlarını manipüle etmek, medyayı kontrol etmek, özel hayatımızın ve ilişkilerimizin olası her köşesini ihlal etmektir” ve böylece inanma hakkı Tanrı’nın bir isteği olarak kabul edilecek ve Amerika’da hüküm sürecektir.4

Bu ülkede keskin kutuplaşmaların ve Trump’ın çılgınlığının nedeni olarak “uygarlıktan ayrılma” olduğu söylenir ya da daha spesifik olarak da eğitimli orta sınıf liberallerden gelen “ülkenin kalbindekilerle” yeterince “iletişim kurulması” ve bu insanlarının ne düşündüğünün yeterince dikkate alınmaması şeklindeki fiyasko görüşler ortaya atılır — tüm bunlar sadece hatalı değil, fakat gerçekte tehlikeli birer yanılsamadır. Yazar Jean Hardisty, 20 yıldan biraz daha uzun bir süre önce bu ülkedeki sağ harekete yönelik kapsamlı araştırmasına dayanan Mobilizing Resentment kitabında bu kişilerle medeni ve arkadaşça bir sohbet gerçekleştirme çabalarının ne şekilde geliştiğini anlatır. Başlangıçta kendisine yapmacık ve yüzeysel bir nezaket gösterilir, fakat konuşma ilerledikçe her seferinde bu sağcıların “acımasız hoşgörüsüzlüğüne” maruz kalır. Kendisi grafiksel olarak durumu şu şekilde ifade ediyordu: “sağcılar, kendi dünya görüşlerine saygı duyulmayıp bundan şüphe edildiği her seferinde bana saldırmaya çalıştılar.” Karşılaştığımız şeyin ne olduğunu şu şekilde özetler:

parlak manipülasyon teknikleri geliştiren ve tarihte konuksever şeklinde biçimlenen; iyi finanse edilmiş, iyi koordine edilmiş, bilinçli bir hareket. Sağın siyasi güç arayışı korkutucu bir gerçeklik haline geldi.5

Ve işler daha da kötüleşti, Hardisty’nin yazdıklarından bu yana geçen 20 yıl içinde tehlike daha da büyüdü.

Çok ivedi bir ifadeyle, Trump/Pence rejiminde yoğunlaşan faşistlerin bakış açısı ve yöntemleriyle, COVID-19’un hükümet çabalarına yön vermek için anti-bilimsel Pence’in atanmasıyla; Trump’ın bu virüsün kapsamını ve tehlikesini başlangıçta reddetmesi ve bununla ilgili devam eden yalanlarıyla; bu ülkeyi dünyanın geri kalanı ile karşı karşıya getiren kaba Amerikan şovenizmiyle, bu kişilerin tıp bilimini pervasızca inkar etmesi ve tıp uzmanlarının tavsiyelerini görmezden gelme eğilimi mevcuttur, ki bunlar kendilerinin tehlikeli şekilde dar görüşlü ilgi alanları ve hedeflerine aykırıdır. Bütün bunlar ve kapitalist-emperyalist sistemin “normal işleyişi” koronavirüsle mücadelede sistematik ve koordineli bir yaklaşımın önündeki engelleri çoğaltmakta ve bunları daha da güçlendirmektedir. Aynı zamanda Trump’ın Kasım ayındaki seçimleri kazanmaması ihtimalinde seçim sonuçlarını (seçim kurulu sayımlarında ve popüler oylamada kazanmaması durumunda) gerçekten tanıyıp tanımayacağı meselesi bulunur, veya bir seçim olacak mı, Trump’ın koronavirüs krizi bağlamında seçimlerin gerçekleşmesinin çok tehlikeli olduğunu söyleyerek seçimleri “ertelemesi” (hatta açıkça iptal etmesi) gibi önemli bir ihtimal bulunmaktadır.

Tüm bunlara direnilmeli ve mümkün olduğunca geniş bir kapsamda üstesinden gelinmelidir, aynı zamanda bu sistemin ve nihai olarak da bütün olarak dünyanın radikal bir dönüşümü gereklidir; süregiden bir şekilde ve özellikle de kriz zamanlarında akut olarak, bu sistemin insanlara, onların yüzleştikleri şey doğrultusunda hareket etmelerine ve bunu dönüştürebilme yeteneklerine getirdiği güçlü kısıtlamaların kaldırılması gerekir.

Kasım ayında yapılması planlanan seçimlere yönelik her ne olursa olsun ve koronavirüs krizi nasıl çözümlenirse çözümlensin -veya gerçekten çözümlenmese de “birbirini takip eden krizlerin” veya başka bir şeyin parçası olsa da- idealize edilmiş bir “normallik” nosyonuna geri dönüş olmayacaktır. Ve insanların her ne kadar bu virüs belasını her yerde aşabilmek için kesinlikle meşru ve pozitif yönde arzuları olsa da, bu sistemin “normal” egemenliği altındaki kitleler açısından gerçek durumun ne olduğu kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır, hiç kimse kapitalist-emperyalist sistemin dayattığı bir “normalliğe” geri dönmeyi arzu etmemelidir.

Acil krizin ve Trump/Pence rejiminin ve onun fanatik faşist “tabanının” yarattığı tehlikenin altında, kapitalist-emperyalist sistemin daha temel bir gerçekliği, bu sistemin dünyaya egemen olmasına, halk kitlelerinin koşullarını belirlemesine ve şüphesiz insanlığın kaderini belirlemesine onay vermenin sonuçları bulunmaktadır. Koronavirüs ile yaşanan bu krizde, kapitalist sistem yalnızca haddini aşmakla kalmadı, bununla birlikte insanlığın ihtiyaçlarını karşılama ile temel bir çatışma içine düştü ve bunun önünde doğrudan bir engel teşkil etti. Her ne kadar kapitalistler ve hükümetler kendi çıkarları doğrultusunda kendi sistemlerinin iç dinamiklerine karşı belirli acil adımları izleseler de (ekonominin işleyişine geniş çaplı hükümet müdahaleleri gibi) bu sistemin yolları bu krizle başa çıkmanın önünde bir engel teşkil etmektedir -buna yalnızca fiyatları şişirebilmek için hayati önemi bulunan medikal ve diğer destek ürünlerinin istiflenmesi türünden sapıkça eylemler değil, ayrıca bu sistem altında yaratılan zenginliğin dünya çapında halk kitlelerinin acımasızca sömürülmesi ve yoksullaşması da dahildir, “daha zengin” ülkelerde dahi nüfusun önemli bir kısmı yoksulluk içindedir ve büyük bir kısmı maaştan maaşa yaşayabilmektedir ve felaketten yalnızca bir ciddi kriz uzaktadırlar; farklı kapitalist ülkeler arasında süregiden rekabet (veya sermayenin birliği) onların toprak, hammaddeler, teknoloji, fabrikalar ve diğer kaynaklar gibi üretim araçlarını özel olarak mülk edinmeleri ve zenginliğin özel, rekabetçi servet birikimi durumu gerekli olan işbirliğine ayrıca acilen ihtiyaç duyulabilecek ancak kar getirmeyen şeylerin üretimine engel teşkil eder- ve çıkarlarını başkalarının pahasına ilerletme ideolojisi, bu sistem tarafından teşvik edilen ve şu anda bu ülkede aşırı bir seviyeye yükselen bireysellik, işbirliğine yönelik eğilimleri tersine çevirir, bunları zayıflatır ve evet, daha büyük iyilik için feda eder. Pek çok iyi niyetli insanın özel çabaları olsa ve koronavirüs ile yaşanan acil kriz çözülse bile, bu durum bu sistemde yerleşik olan çelişkilerin ve halihazırda sömürülen ve bu sistem altında ezilen kitlelerinin acısının yoğunlaştırılması temelinde yapılacaktır.

Bütün bunlar, koronavirüsün vesile olduğu krizlerle gerçekten anlamlı bir şekilde başa çıkmak ve insanlığın temel ihtiyaçlarını sürekli olarak karşılamak için gerekli olan şeyle, Kuzey Amerika’daki Yeni Sosyalist Cumhuriyet Anayasası‘nda öngörülen sosyalist sistemle keskin bir tezat oluşturuyor. Bu sosyalist sistem, üretim araçlarının özel değil toplumsal olarak mülkiyetinin bulunduğu, toplumsal zenginliğin sömürü ile değil işbirliği ile üretildiği, zenginliğin rekabet halindeki kapitalistlerin değil halkın ihtiyaçlarına göre giderek daha fazla dağıtıldığı, insanlığın temel ihtiyaçlarını karşılamayı temsil eden ve bu doğrultuda hareket eden, halk arasında da bu bakış açısını yaygınlaştıran ve bu amaç doğrultusunda halkı yönetme süreçlerine dahil eden bir hükümetin bulunduğu bir sistemdir – bu hükümet, belirli ülkelerde ve uluslararası ölçekte içerdiği bütün anarşisi ve acımasız sömürüsü ile sermayenin taleplerini ve dinamiklerini temsil eden, bunun eklentisi olan bir hükümet değildir.6

Herhangi bir ülkenin sınırlarının ötesinde olmanın, enternasyonalizmin büyük bir önemi ve potansiyel olarak çok olumlu bir rolü ve etkisi vardır; ki enternasyonalizm gerçekte ve tam olarak ancak uluslararası birliğin ve işbirliğinin önündeki kapitalist-emperyalist sisteminin işleyişinin koyduğu bariyerlerin devrilmesiyle gerçekleştirilebilir – kapitalistler ve kapitalist devletler arasındaki rekabetten oluşan bu sistemin işleyiş kapsamı uluslararası niteliktedir (sömürüsü bu şekildedir)7

Bütün bunların üstesinden gelmek -ancak- komünist devrimle ve dünyadaki sosyalist ülkelerin artan şekilde kurulması, enternasyonalist bir temelde ilerlemek ve ekonomik, sosyal ve politik dönüşümlerin yanı sıra, insanların kapitalist-emperyalist sistemin “normal” işleyişi tarafından dayatılan ve kriz durumlarında büyük ölçüde yoğunlaşan kısıtlamaların ve korkunç sonuçların ötesine geçmesini sağlayacak düşünce ve kültürün dönüştürülmesi ile mümkündür. Bu eşi benzeri görülmemiş devrim, insanların gerçeklikle ilişkiye geçmesini mümkün hale getirecektir, ayrıca krizlerle; herhangi bir ülke, sınıf, milliyet (veya “ırk”), cinsiyet veya diğer baskıcı ilişkilerle ayrışmamış şekilde, birbirlerini dışlamayan, özgürce biraraya gelmiş bir dünya topluluğunun üyeleri olarak gerçekten dayanışma içinde yüzleşmelerini mümkün hale getirecektir.

Referanslar


1.Devrimci komünistlerin bildirileri revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır, ayrıca Michael Slate radyo programında Lenny Wolf ile yapılan röportaj bu krizdeki dinamiği ifade etmektedir.

2.Bob Avakian, “Niçin Gerçek Bir Devrime İhtiyacımız Var ve Nasıl Gerçekten Devrim Yapabiliriz?” Bu konuşmanın metni ve videosu revcom.us adresinde mevcuttur.

3.TRUMP/PENCE REJİMİ GİTMELİ! İnsanlık Adına Faşist Bir Amerika’yı Kabul Etmeti REDDEDİYORUZ! Daha İyi Bir Dünya Mümkün, Bob Avakian’ın Konuşması. 2017’de yapılan konuşma. Ayrıca revcom.us ve thebobavakianinstitute.org web sitesinde mevcut.

4.“Reflections on Pacific School of Religion’s Response to the Religious Right,” – Dr. Hubert Locke, ayrıca revcom.us web sitesinde mevcuttur.

5.Jean Hardisty, Mobilizing Resentment, Conservative Resurgence From The John Birch Society To The Promise Keepers, Beacon Press Books, 1999, pp. 5, 6, 8.

6.“Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa (Tasarı Önerisi) ” – Bob Avakian tarafından yazılmıştır. Metinleri revcom.us web sitesinde mevcut.

7.“Ekonomi Politik Üzerine Notlar” Devrimci Komünist Parti tarafından yayınlanan “Küreselleşme, Sermayenin Uyruğu ve Emperyalist Ulus ‑ Devlet” bölümünde: bugün dünyadaki bu büyük çelişkinin bir analizi yer alır:

Emperyalist çağda, sermayenin dolaşımı uluslararasılaşır ve birikim ve erişim bu süreçte giderek daha küresel hale gelir. Ancak emperyalist sermaye, ulusal pazarlara ve ulusal devlet oluşumlarına demir atmıştır…

Kısacası, anarşi kapitalist gelişmenin küresel süreçlerine bağlanmıştır ve yeni bir “kontrol” sorunu çıkar. Uluslararası birikim ile sermayenin ulusal karakteri arasındaki çelişki aşılmaz, aksine bu çelişki yoğunlaşmaktadır.

“Notlar” da belirtildiği gibi:

Aynı zamanda, sermaye, içinde küresel olarak gelişebileceği uluslararası ortamı güvence altına almak için bir aygıt (emperyalist devlet) ve orduya (askeri bir sanayi anlamına gelir) ihtiyaç duyar.