Bilim, Sıkı Çalışma ve “Başarısızlıklardan Bilgiyi Çıkarmak”
Geçtiğimiz günlerde mRNA COVID aşısının onlarca bilim insanı tarafından onlarca yıl süren bilimsel araştırmalar sonucunda nasıl geliştirildiğinin hikayesini okudum; bu hem başlı başına büyüleyici hem de bilimin insan toplumuna uygulanmasına yaklaşma konusunda gerçek dersler içeren bir hikayeydi. New York Times’ta bu aşının nasıl geliştirildiğine, bilimi ve bilimsel kanıtlara dayalı bilimsel yöntemi kullanmaya dair kısa bir tarihçe veren “İlerlemeyi Durdurmak ve Mutlu Tesadüfler: mRNA Aşıları Nasıl Yapıldı?” başlıklı bir makale yayınlandı. Okurların bunu incelemelerini öneririm.
Times‘ın makalesinin belirttiği gibi, “Aşılar, bağışıklık sistemine istilacı bir mikrobun [Örnek: COVID virüsü gibi] bir ön versiyonunu vererek insanları korur, böylece gerçeğine karşı güçlü bir savunma hazırlar.” Bu bilim insanları, virüslerin ve insan vücudundaki hücrelerin nasıl çalıştığına dair gelişen bir teorik anlayışa dayanmışlardır. Süreç zikzakları ve geri dönüşleri, inatçı bilimsel çalışmaları, tesadüfleri, çeşitli seviyelerde ve farklı arenalarda engelleri ve görünüşte ezici bir zorunluluk durumundan özgürlüğü çıkarıp elde etmenin birçok örneğini içerir. Hem COVID aşısının gelişimini anlamak açısından hem de bilimsel sürecin, bilimin insan toplumunu tanıma ve değiştirmeye uygulanması da dahil olmak üzere bilimin fiilen çalıştığı somut yollara dair bize neler öğretebileceğini anlayabilmek açısından bilgilendirici bir yazıydı. Yazıda paylaşmak istediğim birkaç nokta dikkatimi çekti.
İlk olarak, Bob Avakian’ın vurguladığı gibi temel bir gerçeği vurgulamak istiyorum:
“… bilimsel kanıtlar -ve yaygın deneyimden- gördüğümüz üzere şu nokta oldukça açıktır: COVID ile mücadele için geliştirilen aşılar, bu virüsten kaynaklanan ciddi hastalıkları ve ölümleri önlemede güvenli ve çok etkilidir. Ve eğer ABD’de ve dünya çapında insanların büyük çoğunluğu aşılanmış olsaydı, bu yıkıcı salgın kontrol altına alınabilirdi.”
İkincisi, geri adım atmak ve bilimin gerçekte ne olduğunun hakkını vermek gerekiyor. Bilim, bir dizi cevap, anında verilen bir cevap veya önceden belirlenmiş bir çözüm veya bilim insanlarının düşündüğü çeşitli “iyi fikirler” değildir. Bilim, gerçekliği anlama, bilimsel bir yöntem uygulama ve kanıtlara dayalı bir süreçtir. Bu durum, mRNA aşısının gelişim hikayesinde de gerçekten kendini göstermektedir. Eğitimli bir bilim insanı olan Ardea Skybreak’in “Bilim ve Devrim: Bilimin, Bilimin Topluma Uygulanmasının, Komünizmin Yeni Sentezinin ve Bob Avakian’ın Önderliğinin Önemi Üzere” başlıklı röportajında bahsettiği gibi:
“Bilimin ne olduğundan biraz bahsederek başlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Demek istediğim, bilim maddi gerçeklikle uğraşır ve tüm doğanın ve tüm insan toplumunun bilimin ilgi alanı içinde olduğunu söyleyebiliriz, bilim bunların tamamıyla ilişkilidir. Bilim bir araçtır – çok güçlü bir araçtır. Neyin doğru olduğunu, gerçeğe neyin karşılık geldiğini söyleyebilmek için bir yöntem ve yaklaşımdır. Bu anlamda bilim, hayali güçlere bakarak gerçeği açıklamaya çalışan ve analizlerinin hiçbirinde gerçek kanıt sağlamayan din veya mistisizm ya da onun gibi şeylerden çok farklıdır. Buna karşılık, bilim ispat gerektirir. Kanıt gerektirir. Kanıta dayalı bir süreçtir. Bu çok önemlidir. Bilim kanıta dayalı bir süreçtir. Yani, dünyada bir şeyi anlamaya ya da gerçeği nasıl değiştireceğinizi anlamaya çalışıyorsanız – örneğin, bir hastalığı iyileştirmeye çalışıyorsanız ya da yağmur ormanlarının dinamiklerini veya bir mercan kayalığı ekosistemini anlamaya çalışıyorsanız veya insanlığı özgürleştirmek için bir devrim yapmaya çalışıyorsanız, bileceğiniz üzere, geniş bir yelpazedeki maddi tecrübeye yönelik – bilim gerçekten neler olup bittiğini ve bunun nasıl değişebileceğini anlamanızı sağlayacaktır.”
Bilim, her ne kadar düşündükleri şeyler bu sürecin bir parçası olsa bile diğer insanların ne düşündüğüne, hatta diğer bilim insanlarının ne düşündüğüne bağlı değildir (Bu aşının gelişim hikayesinde bunların sayısız örneği vardır). Bilim gerçekliğe dayanır, gerçekliğin nasıl işlediğini ve onun temel dinamiklerini ve itici güçlerini giderek daha derinden kavrar.
Aşı Geliştirme — Öngörülerin Eskizleri
Sürece dair açıklamalarda şu nokta gerçekten de önemli bir özellik olarak dikkat çekici:
“Öte yandan aşıları mümkün kılan bilim insanları, yıllarca para bulmaya çalıştılar ve halkın kayıtsızlığıyla savaştılar. Deneyleri genellikle başarısız oldu. İşler çok yıpratıcı hale geldiğinde bazıları işi de bıraktı. Yine de bilim bu öngörülemeyen zikzaklı yolda yavaş yavaş inşa edildi ve bilgiyi başarısızlıklardan çıkardı.” [Vurgu eklenmiştir]
Sürecin bazı bölümleri insanı “süründürecek derecede zorlu” olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, dünyayı değiştirebilecek bir çözüm olduğunu düşündükleri şey için tek tek ve küçük kolektif gruplar halinde sıkı bir şekilde çalışan “şöhret ya da kâr beklentileri çok az olan ya da hiç olmayan” bilim insanları vardı. Atılımlar “onlarca yıllık süreçte yavaş yavaş ortaya çıktı, dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları, çalışmalarının bir gün yüzyılın salgınını ehlileştirmek için bir araya geleceğini asla hayal etmeden farklı alanlarda araştırmalarını yürüttüler.”
Karşılaştıkları zorunluluk ve engeller farklı seviyelerde ve farklı zamanlardaydı. Bu çalışmanın bilimi oldukça zorluydu. Örneğin makale, virüsün hücreleri istila etmesine izin veren, ancak değişmeye devam eden çıkıntılı bir protein olan “spike”ın haritasını çıkarabilme noktasında bir zorluk durumunu “Jell-O (jöle) yakalamaya çalışmak” olarak tanımlamaktadır. Bir diğer büyük zorluk, aşının DNA ile etkileşime girmesini sağlayan ve hücrelerde protein oluşumuna aracı olan molekül (mRNA) ile çalışmaktı. Bir diğeri, hücrenin vücuda saldıran bir “yabancı” element olarak reddetmeyeceği mRNA’nın hücreye “teslimat sistemini” geliştirmekti.
mRNA’nın keşfi, sürecin zikzakları hakkında bir fikir vermektedir. Örneğin 1960’taki bir toplantıda, aralarında gelecekteki Nobel Ödülü sahibi Francis Crick ve Sydney Brenner’ın da bulunduğu birkaç bilim insanı DNA’daki genetik kodun, tamamlayıcı kısa ömürlü bir molekül aracılığıyla gerçekte protein oluşumuna nasıl yol açtığına dair anahtar bir mekanizma bulduklarında “bir aydınlanma yaşadılar”. Şimdi mRNA (veya “haberci RNA”) olarak bildiğimiz bu moleküle “haberci” adını verdiler. Önde gelen bilim insanları DNA ile daha fazla ilgileniyorlardı. Birinin belirttiği gibi, “mRNA can sıkıcıydı, çünkü çok kolay bozuluyordu [hassastı ve çabuk dağılıyordu].”
Bu yüzden mRNA onlarca yıl bir şekilde göz ardı edildi. İşte makalenin açıkladığı gibi bu noktada tesadüfün rolü geliyor. Aradan geçen onlarca yılın ardından, başka bir bilim insanı olan Dr. Drew Weissman bir HIV aşısı üzerinde başarısız bir şekilde yıllardır çalışma yürütüyordu. Dışlanmış, kalıcı bir pozisyonu, hibe parası ve yayını olmayan başka bir bilim insanı olan Dr. Katalin Karikó, 1998’de bir gün fotokopi makinesinin yanında kendisiyle karşılaştı. O bir mRNA bilimcisiydi. “RNA ile her şeyi yapabilirim.” diyordu. HIV aşısı üzerinde çalışmak istiyordu ve o noktada aşı çalışmalarının odak noktası buydu.
Bu aşamada mRNA aşısı fikri “birkaç bilim insanının işe yarayacağını düşündüğü uç bir fikir” olarak kabul ediliyordu; fakat bu bilim insanları yedi yıl boyunca bu kavram üzerinde çalışmışlardı. “Sayısız deney başarısız oldu. Birbiri ardına çıkmaz sokaklarda dolaştılar.” En sonunda gizemi çözdüler ve sonuçlarıyla birlikte bir makale yayınladılar. 2005 yılında önde gelen bilimsel dergiler Nature and Science‘a makalelerini sundular ve reddedildiler. “Karşıt görüşlere rağmen Dr. Karikó ve Weissman, keşiflerinin dünyayı değiştirebileceğine inanıyorlardı.” Bilimin önemini ve aşı geliştirmenin önemini biliyorlardı, bu yüzden buna devam ettiler ve nihayetinde COVID için mRNA aşısının neden bu kadar hızlı geliştirilebileceğine katkıda bulundular.
Ardından kapitalist toplumun dinamiklerinden kaynaklanan engeller ve zorunluluklar vardı. Örneğin bazı bilim insanları diğer uyuşturucu türlerinden, ticari anlaşmazlıklardan, fikri mülkiyet hakları mücadelesinden ve kapitalizm-emperyalizmin yarattığı diğer “gereksiz” ihtiyaçlardan daha fazla para kazanılacağını düşünüyordu. Bu bilim insanlarının karşılaştıkları sorunları nasıl çözdüklerinden, henüz anlamadıklarını öğrenmek için deneyler yapmalarından, birlikte çalışmalarından, ilerlemelerden ve aksiliklere dair bilgi paylaşmalarından, başarısızlıklar veya olumsuz “kamuoyu” tarafından caydırılmama noktasında kavrayışlarına geri dönerek bunlardan öğrenecek pek çok şey var. Skybreak’in vurgusu aklıma geliyor:
Bir yerde okumuştum; Neil deGrasse Tyson bilimin önemini popüler hale getirirken -şu an aklımda kaldığı kadarıyla söylüyorum- şöyle der: “Bilim, sorunlarla yüzleşmenize, sorunları tanımlamanıza ve onlardan kaçmak yerine bunları nasıl çözeceğinize olanak tanır.”
DNA ve mRNA Nedir?
DNA, tüm canlılarda genetik talimatları taşıyan molekülün kimyasal adıdır. DNA molekülü, çift sarmal olarak bilinen bir şekil oluşturmak için birbirinin etrafına dolanan iki zincirden oluşur. Her bir zincir değişen şeker (deoksiriboz) ve fosfat gruplarından oluşan bir temele sahiptir. Her şekere dört bazdan biri eklenir: adenin (A), sitozin (C), guanin (G) ve timin (T). İki zincir, bazlar arasındaki bağlarla bir arada tutulur; adenin timinle, sitozin guaninle bağlanır. Temel boyunca bazların dizisi, protein ve DNA’ya benzer ve protein sentezine veya protein yapımına yardımcı olan RNA moleküllerinin bir araya getirilmesi için talimat görevi görür.
Messenger RNA (mRNA), bir genin DNA zincirlerinden birine tamamlayıcı olan tek zincirli bir RNA molekülüdür. mRNA, hücre çekirdeğinden ayrılan ve proteinlerin yapıldığı sitoplazmaya hareket eden genin bir RNA versiyonudur. Protein sentezi sırasında, ribozom adı verilen bir organel mRNA boyunca hareket eder, baz dizisini okur ve genetik kodu kullanarak her üç bazlı üçlüyü veya kodonu karşılık gelen amino aside (proteinlerin bileşenlerine) çevirir.
İranlı Tutuklu Şair Baktash Abtin’in Ölümü Üzerine
Editörün Notu: Aşağıdaki açıklama 10 Ocak 2022 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. İran’daki siyasi mahkumların özgürlüğüne dair yürütülen uluslararası kampanyaya sizler de katılarak bu büyük zulüm dalgasına karşı insanlık için mücadele edebilirsiniz.
Şair ve aktivist Baktash Abtin, 8 Ocak’ta İran’daki bir cezaevi hastanesinde yaşamını yitirdi. Baktash, İran Yazarlar Derneği’ndeki rolü nedeniyle 6 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
İran İslam Cumhuriyeti’ni eleştiren herhangi bir muhalefete kalkışmak, bireylerin hükümet güvenlik kurumları tarafından hedef alınmasına ve düzmece ulusal güvenlik suçlamalarıyla hapse atılmasına neden olmaktadır. Özgür ifade ve muhalefeti savunan uluslararası yazarlar örgütü PEN’in bir açıklamasını okuyucularımızla paylaşıyoruz:
“Hapsedilen İranlı şair, film yapımcısı ve 2021 PEN/Barbey Yazma Özgürlüğü Ödülü sahibi Baktash Abtin, COVID-19’a yenik düşerek Tahran’daki bir hastanede yaşamını yitirdi. Baktash Abtin’in tamamen önlenebilir ölümünün yasını tutarken bugün en büyük korkularımız gerçekleşti. COVID doğal bir katil, ancak Abtin’in ölümüne İran hükümeti her adımda yardım ve yataklık etti. Tahran’daki Evin hapishanesi, geçen yılın Eylül ayından bu yana haksız yere hapsedilmesi durumunu etkin bir ölüm cezası haline dönüştüren, virüsün devamlı olarak çok yüksek seviyede yayıldığı bir yerdi. Abtin tıbbi tedavi görmedi, hastalıkları göz ardı edildi ve zaman zaman yatağına zincirlendi…. [O] gerçek bir ifade özgürlüğü savunucusu ve İran edebiyat ve insan hakları topluluklarında kararlı bir liderdi. Bu cesur rol sonucunda hedefe konmaktan ne çekindi ne de saklandı. Abtin’i yetenekli bir şair ve sinemacı olarak, aynı zamanda cesur bir düşünür ve onurlu bir savunucu olarak hatırlayacağız.”
BAKTASH ABTIN’DEN ŞİİR
“Mesleğin nedir?” diye sordular. “Şairim” dedim.
Güldü ve avuç içime damga bastı. Hastaneye taburcu formunda gardiyan mesleğimin “serbest” olduğunu yazdı
Güldüm Bir mahkumun mesleği nasıl “serbest” olur?
Seni düşünüyorum canım, Şair olduğumu bilen Seni sevmek benim tam zamanlı mesleğim…
Dini Muafiyet Aşıyı Reddetmek İçin Meşru Bir Gerekçe Değildir!
Editörün Notu: Aşağıdaki yazı Bob Avakian’ın 30 Eylül 2021 tarihinde yazmış olduğu ve bir süredir devam ettiği COVID-19 pandemisine yönelik yazı dizisinin son yazısıdır. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.
Editörün Notu II: Bu makaleyle beraber revcom.us sitesinde Bob Avakian’ın yayınlanacak sonraki makalelerinin başlıkları da okurlarla paylaşılmıştır, bunlar: “Dünya Neden Böylesine Berbat Durumda ve Bunu Radikal Olarak Değiştirmek İçin Ne Yapılabilir – Temel Bilimsel Bir Anlayış, Abolisyon (Lağvetmek) – Gerçek ve İllüzyon Olan, “Yaşayan Marksizm vs. Bayağılaştırılmış Marksizm – Cansız Reformlar Değil Özgürleştirici Devrim”
Neden COVID aşılarını olmak için var olan gereklilikleri baypas etmek adına “dini muafiyet” adı verilen bir şey var? Bu son derece yanlış ve zararlıdır. Daha önce de söylediğim üzere aşı olmamak için iyi bir neden YOKTUR (Gerçekten aşının sağlıkları konusunda bir engel olabileceği gerçek tıbbi durumları olanlar dışında). İnsanların (bu ülkede) aşı büyük ölçekte ücretsiz ve mevcutken aşı olmayı reddetmeleri COVID’in devam etmesi, mutasyona uğraması ve kesinlikle gereksiz ciddi rakamlarda ölüme neden olmasına sebebiyet veriyor. Basit bir şekilde söylemek gerekirse: Dini muafiyet diye bir şey OLMAMALIDIR.
İnsanların dini inançlara sahip olmaya hakları vardır ve bu hakları olmalıdır, ancak başkalarına, topluma (ve dünyaya) bu inançlar adı altında ciddi zararlar vermeye hakları yoktur.
Dininiz size buyurduğu için birisini meşru bir şekilde öldüremezsiniz, soyamazsınız veya saldıramazsınız. Bilime dayanan ve geçerli bir nedeni olmayarak aşı olmayı reddeden-ve başkalarının yanında özellikle kapalı alanlarda maske takmak gibi diğer önemli önemleri reddeden- bu insanlar COVID’in yayılmasına ve insanların ölmesine aktif bir şekilde katılmaktadırlar.
Daha önce de belirttiğim gibi: ‘’Bugün Amerika’da COVID nedeniyle ciddi şekilde hasta olan veya ölen insanların %90’ı aşı olmamıştır (aşısızdır).’’[i] Ve bu meselenin ciddi anlamda ırksal bir boyutu da bulunur: Siyahi halkta dahil olmak üzere diğer etnisitelerden halklar COVID sebebiyle daha yüksek oranlarda ölmektedirler.
“Dini muafiyetler” ile ilgili problem, aşı olmayı reddeden ve aşılarla ilgili saçmalık derecesinde dedikodular yayan, haksızca yalan söyleyen ve zararlı dezenformasyonlar yaratan bu insanların büyük çoğunluğunun (hepsinin değil) aynı zamanda bilim karşıtı kaçık faşistler, aleni beyaz üstünlenmecisi, sonuna kadar adanmış kaçık ve fanatik dini (Hristiyan) köktendinciler olmalarıdır. Aşılarla ilgili “dini muafiyetlere” izin vermek, COVID pandemisinin devam etmesine, insanların özellikle de azınlık insanların ölmesine aşırı zararlı eylemleriyle neden olan çok sayıdaki bu insana “hukuki bir kılıf” da olmasıdır.
Bir kere daha söylemek gerekirse, ‘’dini muafiyet’’ diye bir şey olmamalıdır. Yazmış bulunduğum Kuzey Amerika Yeni Sosyalist Cumhuriyeti İçin Anayasa’da öne sürülen önemli ve konuyla çok ilgili bir bölüm:
“Dinsel inanç ve pratikler kanunların ihlali durumu ve gerekli yasal süreçler aracılığı dışında yok sayılamaz ve tenzil edilemez…Yapılmasına izin verilmeyecek bir başka şey; dini grup, insan ve kurumlarının genelde Cumhuriyetin tüm insanları için geçerli olmayan haklara ve ayrıcalıklara sahip olmasıdır.” [ii]
Bu prensip genel olarak bütün topluma, şu an yaşadığımız kapitalist-emperyalist sisteme de uygulanmalıdır. Doğru, bunun yapılması çok zordur, özellikle de Hristiyan faşistler Yüksek Mahkeme’de baskın güçken ve kapitalist-emperyalist yönetici sınıflar için genel olarak dinin ön plana çıkartılması ve teşvik edilmesi temel bir prensip olan “kilise ve devletin” ayrılmasını ihlal etse bile önemli olmasıdır. İşte bu da, bu sistemi, şiddetli yönetimini (diktatörlüğünü) süpürüp atmak ve yerine Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet İçin Anayasa’ya dayanan sosyalist bir sistemle değiştirmek için başka bir nedendir.
[ii]Kuzey Amerika Yeni Sosyalist Cumhuriyeti İçin Anayasa, 3. Bent İnsan Hakları ve Her Türlü Sömürüve Tahakkümü Ortadan Kaldırma Mücadelesi1. Bölüm: Kuzey Amerika’nın Yeni Sosyalist Cumhuriyeti’nde Temel İnsan Hakları, Yönetimin Amaç ve Rolü,Halkla Yönetim Arasında Çelişkiler, 2. Kısım, ‘’Legal ve Sivil Haklar ve Özgürlükler’’, alt-kısım 3F. (Bu anayasaya web sitemizdeki e-kitaplar bölümünden ücretsiz olarak erişebilirsiniz.)
Amerikalıların Hayatları Diğer İnsanların Hayatlarından Daha Önemli Değildir! COVID Aşısı Dağılımı – İğrenç Eşitsizlik Dünyası
Editörün Notu: Aşağıdaki okur mektubu 19 Temmuz 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yer almıştır. Türkçe çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.
İnsanlık büyük bir küresel krizle karşı karşıya: 190 milyon COVID-19 vakası ve dünya çapında dört milyondan fazla ölüm… ve ölümler artmaya devam ediyor. Virüs sınır tanımıyor, ardından sefalet ve ızdırap yayıyor. 2020’de Avrupa ve ABD’yi harap ettikten sonra Hindistan, Brezilya ve diğer ülkelerde acımasız bir dalgalanma başladı.
Bu büyüklükteki küresel bir kriz, küresel çapta herkesin taşın altına elini koyması gereken bir yanıtı bekliyor. Şaşırtıcı bir bilimsel buluş başarısıyla, gezegendeki milyarlarca insanı bu ölümcül beladan koruma potansiyeline sahip ve virüsün dünya nüfusuna yayılma kabiliyetini önemli ölçüde azaltan son derece etkili aşılar geliştirildi ve üretime alındı.
Ancak kabus devam ediyor ve derinleşiyor. Gezegene egemen olan kapitalizm-emperyalizm sisteminin acımasız eşitsizlikleri altında, aşı ABD’de ve diğer zengin ülkelerde yüz milyonlarca doz şeklinde satın alınıp istiflenirken, virüs küresel Güney’de ülkeden ülkeye yükseliyor. — Tunus’tan Namibya’ya, Haiti ve Endonezya’ya ve ötesine yayılıyor. Ve bu ülkelerin çoğunda nüfusun yüzde 10’undan çok daha azı aşılanmıştır.
ABD ve Avrupa ülkeleri, aşı geliştirmeye yönelik tüm çabalarının en başından beri, dünya çapında milyarlarca insanı sömürerek elde ettikleri ekonomik ve politik gücü kullandılar ve ilaç şirketleriyle doğrudan anlaşmalar yaptılar. Aşılar onaylanmadan aylar önce, ABD kendi nüfusunun yüzde 140’ını aşılamaya yetecek 800 milyon doz satın alırken, Birleşik Krallık nüfusunun yüzde 225’ine yetecek kadar aşı satın almıştı. Tüm aşı dozlarının yarısı, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 19’unu oluşturan zengin ülkelere gitti.(1)
Bu arada, küresel bir organizasyon olan COVAX, aşı dozları dünyaya sunulmaya başladığında tam olarak bu tür bir istiflemeyi önlemek için görürde kuruldu. Ancak, belirtilen “COVID-19 aşılarına adil erişim sağlama amacına” rağmen, COVAX’ın kendisi, emperyalizmin kaba işleyişinin bu küresel eşitsizlikleri daha da güçlendirdiği bir araç haline geldi. COVAX, finansmanının ana kaynağı olarak emperyalist güçlere bağımlıydı. Aşıya ödeme yapacak durumda olmayan ülkeler için aşıya ücretsiz erişim sağlamayı amaçlıyordu. Ancak bu düzenlemeyi daha da sağlamlaştırmak için ABD ve Avrupa ülkeleri, aşılar için ödeme yapamayan ülkelere sunulmadan önce, COVAX’ı bu zengin ülkeler için beş dozdan bir doz ayırmasını gerektiren bir anlaşma yapmak zorunda bıraktı. Bu, bu ülkeler tarafından doğrudan ilaç şirketlerinden önceden satın alınan dozların üzerindeydi.
Aşıların üretimi büyük ölçüde sanayileşmiş ülkelerin elinde kalmıştır. Bunun nedeni, emperyalist temelli aşı üreticilerinin “fikri mülkiyet haklarının” emperyalistler tarafından, aşıların üretilmesi için gereken hızlı gelişmenin bir koşulu olarak korunmasıdır. Bu tekelleşme biçimi, emperyalist tahakküm ve aşıları üretmek için gereken teknolojinin patenti ile birlikte, dünya nüfusunun büyük bir bölümünü, kendi ihtiyaçları karşılandıktan sonra aşıyı yapmak için emperyalist ülkelerin insafına bırakıyor.
Dünya çapında aşılama oranlarında bariz bir eşitsizlik var. New York Times’a göre, ABD’deki yetişkinlerin %48’inden fazlası tam olarak aşılanmıştır, ancak Afrikalıların yalnızca yaklaşık %1’i tam olarak aşılanmıştır. Bu fotoğrafta, Uganda-Kampala’da insanlar 10 Mayıs’ta aşı olmak için bekliyorlar…
Sonuç, dünya çapında aşılama oranlarında göze çarpan bir eşitsizliktir. Örneğin, New York Times‘a göre ABD’deki yetişkinlerin yüzde 48’inden fazlası tam olarak aşılanmışken, Afrika’daki insanların yalnızca yüzde 1’i tam olarak aşılanmıştır. COVAX, Afrika nüfusunun sadece yüzde 7’sine yeterli dozun verilmesinin Ekim ayına kadar süreceğini öngörüyor. Birçok temel sağlık çalışanı aşı olma fırsatına bile sahip değil. Afrika’daki birçok ülkede ölüm oranları artmaya başlıyor.
Biden, COVAX’a 500 milyon doz bağışlama gösterisi yapmış olsa da, bu sadece dünyanın acil ihtiyaç denizinde bir damla durumundadır. Dünya Sağlık Örgütü, pandemiyi yok etmek için dünya çapında 11 milyar doza ihtiyaç olduğunu tahmin ediyor.
Bu durum, emperyalistlerin hesaplarında hiçbir değeri olmayan, ezilen ülkelerdeki yüz binlerce insan için devam eden idam cezasından başka bir şey değildir. Virüs düzinelerce ülkede kontrolsüz bir şekilde öfkelenmeye devam ederken, hastalığın dünya çapında daha fazla yıkıma neden olabilecek daha bulaşıcı varyantlarının ortaya çıkması tehlikesi büyüyor.
Bu iğrenç eşitsizlikler, ABD emperyalizminin egemen olduğu bir dünyanın korkunç doğasına ışık tutuyor. İnsanlığın bu salgının temsil ettiği aşırı küresel tehdidi üstlenmesini sağlamak için bilimsel anlayışın var olması muazzam bir şey, fakat bununla birlikte emperyalistlerin dünyaya gösterdikleri ölümün pençesi, bu bilimsel bilgiyi aslında insanlığa fayda sağlayacak şekilde benimsemek ve fiilen kullanmak için rasyonel bir yaklaşımı engelliyor.
Halk kitleleri için, bir bütün olarak insanlık için, bu sistem altında gerçekten yaşamaya değer bir gelecek yoktur.
(1) Bu arada, ABD’de aşı dozlarında büyük bir fazlalık mevcut, yüz binlerce Amerikalı büyük ölçüde bilimsel olmayan düşünce ve komplo teorilerine kapılıp aşılanmayı reddettiği için bunlar kullanılmamaktadır. Bu nedenle virüs yayılmaya devam ediyor, binlerce kişinin hayatını tehlikeye atıyor ve sağlık sistemini ve sağlık çalışanlarını bunaltıyor. Bu durum, Bob Avakian’ın asalaklığın ürünü olarak tanımladığı bireyciliğin aşırı bir ifadesidir. Bu durum, tüm ABD ekonomisinin ve yaşam biçiminin, ezilen ülkelerde çocuklar da dahil olmak üzere halk kitlelerinin aşırı sömürüsü üzerine inşa edildiği gerçeğine dayanır. (Detaylı bilgi için bkz: İnsanlık İçin Bilimsel Temelde Umut: Bireysellikten, Asalaklıktan ve Amerikan Şovenizminden Kopmak)
Gerici Rejimin “Turistin Gördüğü Herkes Aşılanacak” Çıkışı
Editörün Notu: Aşağıdaki yazı web sitemizin takipçilerinden Edip Aras tarafından iletilmiştir. Okurlarımızın dikkatine sunarız.
Geçtiğimiz hafta başlayan “tam kapanma” ile pandemi sürecinin yönetimiyle ilgili çeşitli krizler ve tartışmalar baş gösterdi. Çeşitli marketlerde ped satışının “temel ihtiyaç olarak değerlendirilmemesi” sebebiyle yasaklanması, günümüzde hala gerici güçlerin ne kadar rezil ve çirkin bir şekilde kadın bedeni üzerindeki tahakkümlerini devam ettirdiğini göstermektedir. Kapanma adına getirilen yasakların bir diğer uygulanma biçimi ise turistler ve vatandaşlar ekseninde dönmektedir. Türkiye’ye gelen turistlerin çeşitli ayrıcalıklardan faydalanıp kapanmadan etkilenmemeleri ve vatandaşların bu kısıtlamalara tabi olması pek çok rahatsızlığı beraberinde getirdi. Tatil beldesi bölgelerde denize girenlere para cezası kesilmesinden sonra bir de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Turistin görebileceği herkesi aşılayacağız” açıklaması toplumda bütün tepkileri üzerine çekti. Türkçü-İslamcı faşist iktidarın pandemiyi yönetim süreci, zaten artan hızıyla tonla gereksiz acılara sebep oluyorken ve burjuva muhalefet ve kitleler tarafından yoğun eleştirilere tabi tutuluyorken, Çavuşoğlu’nun açıklaması meseleyi başka bir boyuta taşıdı.
Bir Tutkal: Hakim Ulus Şovenizmi
Türkiye’ye gelen ve gelecek olan turistlerle vatandaşlar arasında olan bu kısıtlama farkları, birçok insanı tıpkı göçmen meselesine yaklaştıkları gibi yaklaşmaya itti. Birçok insan ve siyasi parti “el oğlu denize giriyor, biz kendi vatanımızın denizine giremiyoruz” tarzı çiğ çıkışlarda bulundu. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! Turistler denize girsin diye bizi eve tıktınız. Turistler gibi denize giren vatandaşa ceza kestiniz. Yetmedi turistin görebileceği herkes aşılanacakmış. Aşı olmak tüm insanlarımızın hakkıdır! Turist kadar değeri yok mu bu milletin?” [1] açıklamalarını yapan Muharrem İnce ve “Turistin görebileceği herkesi aşılayacağız demek nasıl bir akıl tutulmasıdır Sn. Mevlüt Çavuşoğlu? Siz bu milleti elaleme teba edemezsiniz!” [2] diyen İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem’in açıklaması da meseleyle alakalı hakim ulus şovenizmini gösteren problemli bakış açılarındandır. Esasında bu durum, bir kesim insanın “imtiyazlı” oluşu ve bir kesimin ise bu “imtiyazlılara hizmet emesi zorunluluğu” dünyanın kapitalist-emperyalist sistem içerisinde ezen ve ezilen ülkeler şeklinde antagonistik bir biçimde bölünmesinden kaynaklıdır. Çavuşoğlu bu çelişki temelinde suçüstü olmuştur. Ve suçüstü olan sadece şu ya da bu sistemin yöneticisi değil, bir bütün olarak sistemin kendisidir.
Bu tip açıklamalar ve yaklaşımlar; geleneksel “vatan, millet” “yüce Türk milleti” pespayeliği daha fazla teşhir edilmelidir çünkü bunlar zehirli hakim ulus şovenizminin tezahürleridirler. Türk ulusunun “kendi toprağında” diğer uluslardan daha üstün bir konumda olması gerektiğini savunan niteliktedir. İnce’nin “turist kadar değer” söylemi ise insana, sanki çeşitli ulusları değil sokağın kenarına atılmış sandviç kağıtlarını kastettiğini zannettirir niteliktedir. Aynı zamanda Bahadır Erdem’in söylemi ve bu tip diğer söylemler ise Türkiye’nin de bir “refah devleti” olmasının ve dünya emperyalist yağmasından kendi payını almasının arzusunu temsil etmektedir. AKP “araçsalcı” bir biçimde halka nasıl değer verdiğini Çavuşoğlu dilinden gösterse bile, AKP’nin kendisi de, hakim ulus şovenizmin güçlü bir bileşeni olduğu unutulmamalıdır.
Türkçü İslamcı faşist rejim ise zaten korkunç bir şekilde yönettiği pandemi sürecine bir berbat olay zinciri daha eklemiştir. Hakikatle derdi olan ve birçok durumda bilimi inkâr eden, bilim dışı hareket eden gerici rejim ise bu aşılama çalışmasını “halkımızın sağlığını gözeterek” [3] yaptığını iddia etmekte, turistle temas edebilecek insanların aşılanmasına öncelik vererek pandemi sürecinin iyi yönetildiğini iddia etmektedir ve birçok faşist rejimin yaptığı gibi kitleleri aldatmaktan geri kalmamaktadır. Bu gerici iktidar bilim dışı yöntemleriyle gereksiz acılara sebep olmaya devam etmektedir.
“İdeal Pandemi Yönetim Süreci”
Pandemi sürecinin yönetim şekli dünya çapında Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi gerici iktidarların olduğu ülkelerde mevcut maddi şartlarda yapılabilenin bile çok daha kötüsüne ve çok daha acılısına sebep olmaktadır. Ancak virüsün ilk tespit edilmesinden bu yana pandeminin yönetim süreci enternasyonal bir süreçten uzakta ve ülke çıkarlarına sıkışmış vaziyettedir. Tıpkı çevre felaketi gibi son derece enternasyonal boyutta olan bu sorun da yine kapitalizm emperyalizm sisteminin sınırlarına hapsolmuş durumdadır. Türkiye’de bunun tezahürlerinden biri ise turist meselesidir. Mevcut durumda, yani pandemiden ötürü oluşan bu küresel kriz durumunda, iktidar, Türkiye’nin ekonomisinin en temel yapı taşlarından biri olan turizm sektöründen de olabildiğince az zararla çıkmaya itmektedir ve Türkçü-İslamcı rejimin temsil ettiği, palazladığı burjuvazinin önemli bir oranının turizm ve inşaat sektöründe olması, bunların pandemi süreciyle birlikte sömürü de istedikleri boyutlara ulaşamamaları, kiminin zarar etmesi sebebiyle bu çıkış bir dil sürçmesi olarak okunmamalıdır. Çavuşoğlu’nun bu sözünün Berlin’de söylenmesi de çok da tesadüf değildir. Bizzat yurt dışında bu sözleri söylüyor olması, iktidarın bu konudaki niyetini pekiştirecek niteliktedir. Her ne kadar Türkçü İslamcı rejim bu süreci yeterince kötü ve kitlelerin daha çok acı çekmesine sebep olacak şekilde yönetse de turist meselesi gibi durumlar sadece bu rejime özgü değil aynı zamanda sisteme içkin meselelerdir.
COVID Pandemisi Küresel Güney’in Yoksul Ülkelerini Yıkıyor, Ölüm, Hastalık ve Açlığı Milyonlara Yayıyor!
Yeni bir COVID-19 dalgası, son iki ayda dünya çapında ikiye katlanan toplam yeni enfeksiyonlarla birlikte, ezilen ve yoksul ülkeler arasında yayılmaya devam ediyor.
Pandemi şu anda en çok Hindistan’da yaşanıyor, onu Brezilya ve Güney Amerika’daki komşu ülkeleri izliyor. Aslında, “küresel Güney” in neredeyse tamamı savunmasız durumda. Öncelikle ve en önemlisi, çoğunun COVID aşılarına erişiminin reddedilmiş olmasıdır. Ve New York Times’ın Hindistan hakkında söylediği gibi, “Yüz milyonlarca yoksul insan yan yana yaşıyor, oldukça bulaşıcı bir virüs için kolay hedefler. Hindistan, kişi başına yılda 100 dolardan daha az harcama yaparak halk sağlığını uzun süredir ihmal ediyor.” Bu durum aynı zamanda bu gecekondu dünyasının başka yerlerinde milyarlarca insanın karşılaştığı koşulları da tanımlıyor.
Bunun da ötesinde, virüsün yeni varyantları daha bulaşıcı, daha ölümcül ve aşılara daha dirençli olarak ortaya çıkmaya devam ediyor. Dünya çapında milyarlarca insan aşılanamadığı sürece bu durumlar yaşanmaya devam edecek.
Öyleyse gerçekte ne oluyor ve neden? Burada Hindistan’a odaklanacağız, ancak bunun çoğu Güney Amerika için de geçerli.
Hindistan
Hindistan son zamanlarda günde 400.000’den fazla yeni COVID enfeksiyonu olduğunu bildiriyor, ve gerçek sayı 10 kat daha yüksek olabilir, çünkü insanların büyük çoğunluğunun testlere veya tıbbi bakıma erişimi yok.
Hindistan’daki sağlık sistemi çökmüş durumda, hastanelerde sıraya dizilmiş yatak bekleyen düzinelerce insan var. Daha ayrıcalıklı olanlar bile bir yatak bulamıyor ve çılgınca online olarak “kaynak bulmaya çalışıyorlar”, ağır hasta olanlara sevdikleri oksijen tüpleri bulmaya çalışıyorlar. Gujarat’ta kalabalık bir hastane alev aldı ve en az 18 kişiyi yaşamını yitirdid. Bir Maharashtra hastanesinde oksijen sistemi bozuldu ve en az 22 hasta boğuldu. Doktorlar ve hemşireler uzun saatler kahramanca çalışıyorlar ve fiziksel ve duygusal çöküşün eşiğindeler. Bir doktor şunları söylüyor: “Hiçbir doktor ön saflardan geri adım atmadı. Füzelere karşı sopalarla savaşıyoruz ama kaleyi terk etmiyoruz. “
Resmi ölüm sayıları şu anda günde 4.000’in üzerinde gösteriliyor, ancak bu rakamlar fazlasıyla eksik. Örneğin Nisan ayı ortasında 13 gün boyunca Bhopal şehri 41 ölüm bildirdi. Muhabirler ölü yakma ve mezarlık alanlarını araştırdılar, sonuç olarak gerçek rakamın 1.000’in üzerinde olduğunu buldular!
Hindistan’ın Hindu çoğunluğu için ölü yakma gelenekseldir, ancak insanlar o kadar hızlı ölüyorlar ki, vücutların üzerine yerleştirilen demir ızgaralar ısıdan eriyor. Yakım günün 24 saati yaşanıyor, “bitmeyen bir ölüm hattı.” Hindistan’da şu ana kadar salgından kaynaklanan resmi ölü sayısı 215.000, ancak gerçek rakam muhtemelen bir milyonun üzerindedir.
Peki niçin? Bu makalenin başında tartışılan emperyalistlerin dayattığı koşulların yanı sıra, Hindistan şu anda Hindu-faşist başbakanı Narendra Modi’nin yönetimi altında acı içindedir. Modi’nin faşizm biçimi, Hindu köktenciliğine sarılıyor ve bilimi kötülüyor. Salgının önceki dalgaları geçen sonbaharda azaldığında, partisi (BJP) Hindistan’ın “Başbakan Shri Narendra Modi’nin güçlü, duyarlı, kararlı ve vizyoner liderliği altında Covid’i yendiğini” ilan etti. Vakalar yeniden artmaya başladığında ise, Modi, ciddi önlemler alınması gerektiğini reddetti. Hindistan’ın COVID görev gücü dört aydır toplanmadı. BJP liderlerinden birinin, bir ventilatörde COVID hastasına inek idrarı verdiği görüntülendi (inekler Hinduizm’de kutsal kabul edilir, köktendinciler idrarlarının ve dışkılarının her şeyi iyileştirdiğini iddia ediyorlar).
Enfeksiyonlar arttıkça Modi, milyonlarca kişinin katıldığı bir Hindu dini festivalinin devam etmesine izin verdi ve kendisi de, kalabalık Batı Bengal eyaletindeki seçimlerin bir parçası olarak aktif olarak devasa mitingler düzenledi. Bunların çoğunda Modi ve kalabalığın çoğu maske takmamıştı. Batı Bengal’deki laboratuvarlar şimdi yüzde 50 gibi şaşırtıcı bir enfeksiyon oranı bildiriyor.
Güney Amerika
Güney Amerika, kıtanın en büyük ve en kalabalık ülkesi olan Brezilya’dan yayılan benzer bir krizle karşı karşıya. Brezilya, bir başka faşist lider ve Donald Trump’ın yakın bir müttefiki olan Jair Bolsonaro tarafından yönetiliyor. Trump gibi Bolsonaro da COVID’nin sadece “küçük bir grip” olduğunu ve Brezilyalıların buna doğal olarak bağışık olduğunu iddia etti. Ayrıca hidroksiklorokin’i bir tedavi yöntemi olarak teşvik etti. Şimdi sadece Brezilya ciddi bir şekilde yıkılmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni ve son derece tehlikeli bir varyant -S.1 – ortaya çıkıp komşu ülkelere yayılmış bulunuyor. Bu durum Peru, Kolombiya, Uruguay, Venezuela, Arjantin ve diğer ülkelerdeki sorunları daha da kötüleştirdi. Ölüm oranları hızla artıyor ve Kolombiya Medellín’deki büyük bir hastanenin başkanı, bu üçüncü hastalık dalgasının son olmadığını söylüyor: “Dördüncü dalga ve beşinci dalgalar da gelecek.”
COVID, Yoksulluk ve Baskıcı Hükümete Karşı Peru
Hastalığın doğrudan etkilerinin yanı sıra, salgın halihazırda sınırda yaşayan on milyonlarca insana ve hatta biraz istikrar sağlamayı başaran kesimlerde dahi muazzam ekonomik sıkıntılara neden oluyor. New York Times, 50 yaşındaki Perulu üç çocuk babası olan ve kasabasında insan kaynakları direktörü olarak çalışan, ancak COVID olduğunda işini kaybeden Rafael Córdova hakkında bir haber yaptı. Times, onunla başkent Lima’nın güney kesimindeki boş araziyi işgal eden ve kamp kuran binlerce çaresiz insan arasında görüştü.
Times, Córdova için şunları söylüyor:
…şimdi çocuklarının derslerini çalışması için tek bir aile telefonuna ödeme yapması gerekiyor. Yemekler çok az. Borçlar artıyor. “Bugün markete gittim ve bir torba balık kılçığı aldım ve çorba yaptım” diyor.
…Haziran ayında Covid’e yakalanan karısı erken doğum yaptı. Bir kızın doğumdan günler sonra öldüğünü ve ikincisinin de yaklaşık bir ay sonra öldüğünü söyledi. Düzgün bir cenaze töreni için parası yoktu. “Siyah plastik bir torba içinde kızımla hastaneden ayrıldım ve bir taksiye bindim ve mezarlığa gittim” dedi. “Ayin yoktu, cenaze yoktu. Çiçek yoktu. Hiçbir şey yapılmadı.”
[Toprakların] işgal edileceğini duyduğunda, kirada üç ayının geride kaldığını ve tahliyeden korktuğunu söylemişti. Böylece tepeye çıkıp bir çadır kurdu. “Bizi buradan çıkarabilmelerinin tek yolu ölmemizdir” dedi.
Bir hafta sonra polis geldi, göz yaşartıcı bombalarla müdahale ederek onu ve binlerce kişiyi kamplarından attılar.
Hindistan: Dünya İnsanlık Testinden Geçiyor, Kitleler Can Çekişiyor!
Kapitalist-emperyalist sistemin yağmasından pay alan az nüfuslu kimi ülkeler başarılı aşı kampanyaları yürütürken Batı emperyalizmi ise bilim insanlarının yıllar önce verdikleri tavsiyeleri yani kitlelerin sağlığı yerine bu sistemin dinamiklerinin olmazsa olmazı olan karı tercih ettikleri için zorlanmaya devam ediyorlar. Şu an dünya bir bütün olarak pandemi ile mücadelede etkisiz olsa ve bütün dünya halkları öyle ya da böyle pandeminin koşullarından negatif etkilense de gözler şu an Hindistan’a çevrilmiş durumda. Çünkü Hindistan günlük 300.000’ini geçen vaka sayıları, günlük 3000’ini geçen ölüm sayıları ve karaborsa olmuş oksijen tüpleri ile büyük bir insanlık krizi yaşıyor.
Washington Post gibi gazeteler her ne kadar retorik bir soru olsa da 1.3 milyarlık nüfusu ile Hindistan’ı izole etmenin mümkün olup olmadığını tartışarak ‘’kendi ülkelerini’’ ve ‘’kendi çıkarlarını’’ tartışırken ve Batı emperyalizmi gerçekten göstermelik ‘’yardımlarını’’ Hindistan’a ulaştırırken, ülkede krematoryumlar dolmaya devam ediyor; durum o kadar korkunç ki insanlar kaybettikleri yakınlarını parklarda yakıyorlar. Hindistan’da yaşanan felaket sadece Hindistan halklarının problemi değil bütün dünyanın problemidir ve bu pandeminin bir kere daha ampirik olarak kanıtladığı üzere kapitalizm-emperyalizm bir dünya sistemidir. Analizlerimiz kadar çözüm önerilerimiz de meseleye holistik bir perspektiften bakmak zorundadır. Öte yandan Hindistan’ın bu derece kahredici bir halde olmasının Hindu-faşist Modi rejiminin özgüllükleriyle de ilişkisi vardır. Şimdi olan bitene bir göz atalım.
Faşizm Bilimi Resmen İnkar Ediyor
Faşist rejimlerin birbirleriyle ortak özelliklerinden bir tanesi iyi bilimi resmen inkar ederek ideolojilerinin temeline inanç sistemlerini alırlarken, ‘’çöp bilim’’ ile kitlelere yalan söylemekten geri kalmamalarıdır. Seçimle Amerika’dan defedilen Trump/Pence faşist rejimi de Erdoğan’ın temsil ettiği rejim de son tahlilde salgın yönetiminde sınıfta kalmakla yetinmemiş kitlelere büyük acılara mal olmuş Hindu-faşist Modi rejimi kadar bilimi inkar etmiş, faşizmi sürdürebilmek ve konsolide olabilmek/olmaya devam edebilmek adına toplumu kendi ideolojisi ekseninde tekrar tekrar negatif bir şekilde kutuplaştırmıştır. Modi, Hindistan’da Mart ayında kamu sağlığı uzmanlarının uyarılarına ve bilimsel verilere kulak tıkayarak yaklaşmakta olan seçimler için devasa mitingler organize etti. Mitinglerinde şuursuzca Müslüman eyalet yöneticilerini hedef alarak ‘’Çok fazla kabristan yapıyorlar ama shamshan yapmıyorlar, her şehirde yapılan her kabristan için birde shamshan yapmalılar’’ gibi sözlerle toplumu kendi zehirli ideolojisi etrafında şuursuzca kutuplaştırmaya devam etti. Yetmedi, Hindular için kutsal olan Kumbh Mela haccı için yeşil ışık yaktı ve milyonlarca Hindu’yu tek bir şehirde topladı. Yetmedi, Modi rejimi sözde bir ‘’kendine yetme’’ politikası adı altında (atmahirbhar Bharat) yurtdışından aşı almayı reddetti ancak ‘’dünyanın eczanesi’’ haline gelen Hindistan kendi nüfusunun sadece günde %0.2’sine aşı yapabilirken yurtdışına aşı üretimi ve satışını hız kesmeden sürdürdü.
Pandeminin resmi olarak ilan edildiği geçen yılın Mart ayında Modi rejimi mevsimlik işçileri ve köylüleri çok zor durumda bırakan ne olduğu belirsiz bir karantina uygulaması başlattı, tabii ki kontrolsüz uygulanan bu kapanma kısa süre içerisinde şehirdeki mevsimlik işçilerin memleketlerine virüsü taşımaları ve ülkede vaka sayılarının hızla artmasıyla sonuçlandı. Bütün bunlar olurken Modi halka ‘’tencere tava ile ses yaparak virüsü kovmaları’’ ve ‘’mum yakmaları’’ çağrısı yaptı. Ancak Hindistan’ın insanlık krizi bununla da sınırlı değil. Bir yandan Hindistan’a yardım ettiklerini açıklayan dünya emperyalizminin devleri kendi ülkelerindeki uluslararası tekellerin aşılarının özel mülkiyetini ve üretim haklarını korurken ya da dokunmazken Hindistan’da üretilecek Covivax aşısına bel bağlayan Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin halkları adeta ölüme terk edilmiş durumda çaresizlik ile olan biteni seyrediyorlar. Tanınmış Hintli yazar Arundhati Roy The Guardian’a yazdığı yazısında Modi rejimini ‘’insanlık suçu işlemekle’’ itham ederken haklıydı, ancak Roy’un söyledikleri sadece buzdağının görünen tarafı, çünkü bütün bir pandeminin en büyük insanlık suçu işleyicisi kendi işleyiş dinamikleri ile yarattığı çelişkilerle kapitalist-emperyalist sistemdir!
‘’Dünyanın Eczanesi’’ Hindistan ve Sistemin Sınırları Aşan Örgütlenmesi
Kapitalist-emperyalist sistem bir dünya sistemidir savının empirik düzeyde olumlanması için bakabileceğimiz farklı örnekler var. Burada uluslararası bir tröstün ‘’meta zincirine’’ bakmamız bazı şeyleri açıklığa kavuşturabilir. Örneğin Bundeswher Üniversitesinden (Münih) Michael Essig’in hesaplamasına göre Volkswagen ayarında bir çokuluslu şirketin ortalama 5000 tane tedarikçisi oluyor; bunlar birinci zincir tedarikçiler olarak geçiyor, bu birincil tedarikçilerin her birinin yaklaşık olarak 250 tane de ikincil tedarikçisi oluyor. Bu da örneğin Volkswagen şirketinin 1.25 milyon tedarikçi firması olduğunu gösteriyor. Ancak bu hesaplama da üçüncü zincir tedarikçileri dışarıda bırakarak yapılıyor. Örneğin pandeminin başladığını kabul ettiğimiz Vuhan şehrinde üretimin kısa süreli aksaması bizlerin küresel 51 şirketin en az bir tane birincil zincir tedarikçisinin burada olduğunu ve 5 milyon şirketin en az bir tane ikincil tedarikçisinin bu şehirde olduğunu gösterdi.
Dünya Ekonomik Forum’unun bir raporuna göre pandemi dünyanın en büyük 1000 çokuluslu şirketinin büyük ölçüde Çin üzerinde merkezileşen ikincil ve üçüncül tedarikçilerinin en az %90’ının virüsten etkilendiğini söyledi. Tabii ki bu tedarik ve meta üretim zincirinin bütün bir dünyaya yayıldığını söylemeye gerek yok. Bu şekilde sistemin anarşik örgütlenmesi üzerinden ortaya çıkan bu ağları Marx ‘’ağ metamorfozları’’ olarak adlandırmıştı. Peki bunun Hindistan ile ne ilgisi var? Aslına bakılacak olursa söz konusu farmakoloji şirketleri olduğunda bu tedarik ve üretim ağlarının en temel ayaklarından birisi ‘’dünyanın eczanesi’’ olarak da bilinen Hindistan.
Nitekim Hindistan dünyanın en büyük üçüncü farmakolojik endüstri üreticisi. Dünya küresel aşı üretiminde, bütün dünyadaki kızamık aşılarının %60-%90 oranını Hindistan tedarik ediyor. Bunun dışında Amerikan ilaç pazarının bir numaralı üreticisi de yine Hindistan. Ancak bütün bu üretim kapasitesine rağmen Hindistan halkları oksijen tüpleri için sıra bekliyor, kendi ülkelerinde üretilen ve COVID-19 tedavisi için kullanılan Remdesivir ilacına erişemiyorlar, her gün 3000’i aşkın insan can çekişerek ölüyor. Bu ne Hindistan hakim sınıflarının ‘’niyetleri’’ ya da ‘’iradeleri’’ meselesi ne de basit bir tercih meselesi. Bu kapitalist-emperyalist sistemin üretim ve dağıtım dinamikleri, bu kapitalizmin anarşik örgütlenmesinin belirli bir özgülde faşist bir rejim ile ortaya çıkarttığı bir insanlık krizi. Ve bu derece aşı üretim potansiyeline rağmen Hindistan’da nüfusun en az %60’ının aşılanabilmesi için öngörülen tarih 2022 yılının Kasım ayı.
Hindistan, Modi rejiminde ve öncesindeki yönetimlerde de dünya çapında bir motto olmuş ‘’kemer sıkma politikalarından’’ (austerity) nasibini almış durumda. Ülkenin sağlık sektörünün 2/3’ü özelleştirilmiş durumdayken yurtdışına yoğun beyin göçü yaşayan ülkede her 1000 kişiye 0.8 doktor düşüyor. Ve toplam solunum cihazı 1 milyarı aşan nüfus için sadece 48.000. Sağlık altyapısı tamamen özelleştirmenin ve kapitalizmin büyü ya da öl şiarına uygun olan bir optimizasyonun kurbanı. Hiçbir şirket gönüllü bir şekilde ekstra yatak ya da ekstra solunum cihazı geliştirmiyor. Hindistan halkları bir yandan dünyanın ilaç ihtiyaçlarını üretirken Hindu-faşist rejimin ve tekellerin halk kitlelerine biçtiği şiar ise ‘’altta kalanın canı çıksın’’ oluyor.
Sorulması gereken soru ise Hindistanlı kitlelerin böylesine yayılan bir virüsle en basit oksijen desteği bile olmadan başlarında faşist bir rejimle daha ne kadar yaşayabilecekleri, kaç insanın daha gereksiz bir şekilde öleceği. Bu sistem daha ne kadar gereksiz acıya sahne olacak? Ne kadar insan daha önlenebilir nedenlerle acı bir şekilde yaşayamadan ölecek? Daha ne kadar insanın kaderi bu sistem tarafından onlar daha doğmadan damgalanmış olacak? ‘’Önce bütün dünya gelir’’ şeklinde düşünmek yerine ‘’önce kendim ülkem gelir’’ anlayışının ödetebileceği bedel olan aşılara bağışık mutasyonlar ve son sürat yayılan bambaşka zoonoz hastalıklara insanlık acaba hazır mı? Ve en temelde sorulması gereken soru ise bu cehennemden bütüncül bir çıkışın nasıl olabileceği? Evet bu cehennemden, kapitalizm-emperyalizm cehenneminden bir çıkış var ve bu ancak GERÇEK bir devrim ile mümkündür. Bugün Hindistan halkının ihtiyacı olan da bütün dünya halklarının ihtiyacı olan da devrimdir. Bu devrim zorunludur, arzulanabilirdir ve mümkündür!
Ağırlaşan Pandemi Koşulları ve Göçmenler: İnsanlığın Komünist Devrime İhtiyacı Var
Vuhan’da, 1 Aralık 2019’da ilk vakanın tespit edilmesinden bu yana, Covid-19 pandemisini tam 1,5 yıldır yaşıyoruz. Resmi rakamlara göre 3 milyonun üzerinde insan yaşamını yitirmiş. Yine on milyonlarca insan virüse yakalanmış ve iyileşmiş. Covid-19’un uzun vadede insanlar üzerinde nasıl olumsuz yan etkilerde bulunacağını bilim insanları henüz bilemiyorlar. Lakin bilinen bir hakikat var ki, Covid-19 ile uzun süre yaşamasını öğrenmemiz gerekiyor. Virüsün devamlı mutasyona uğraması ve hiçbir sınır tanımaması gerçeği, bu virüse karşı sürekli teyakkuzda olunmasını ve bunun sadece şu ya da bu ülkede değil DÜNYA çapında olması zorunluluğunu bizlere gösteriyor. Peki ezenler ve ezilenler olarak bölünmüş bir dünyada, ezen “ayrıcalıklı”, “büyük” ülkeler ile, “geri kalmış”, gelişmekte olan (ama nasıl gelişip gelişmeyeceği kapitalist-emperyalist dünya sistemine bağlı olan) ülkelerin olduğu bir dünyada, Covid-19 pandemisiyle, TÜM İNSANLARIN çıkarlarını ön planda tutarak mücadele yürütmek mümkün mü?
Pandemi Hangi Koşullar Altında Devam Ediyor
Covid-19 insanlığı uçurumun kenarında yakaladı: Kapitalist-emperyalist sömürü düzeninin daha fazla yaygınlaşması ve merkezileşmesi sonucunda, sayıları on milyonları bulan çocuk işçi de dahil olmak üzere yüz milyonlarca insanın, kapitalist üretim “çarklarının dişlileri” arasında ruhlarının ezilmesi; gezegenin iklim kriziyle karşı karşıya olduğu ve her ne kadar yakın bir gelecek olmasa da, insanlık dahil olmak üzere birçok türün varoluşsal tehditle burun buruna geldiği; emperyalist güçlerin, bölgesel gerici güçlerin Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar birçok ülkede, kanlı savaşlar yürüterek, on binlerce insanı katletmesi ve milyonlarcasını ölümle yüz yüze bırakması; ister dini gericilik altında isterse “demokratik tercih” ilişkileri içerisinde, kadının ikinci cins olarak sömürülmesinin ve baskı altına alınmasının, patriyarkaya ve kadın düşmanlığına bağlı olarak LGBTQ bireylere yönelik ağır saldırılar; dünya çapında yükselen aşırı sağ ve faşist hareketler ve toplumun sağa kaydığı gerçekliği; tüm bu toplumsal fay hatlarına bağlı olarak milyonlarca insanın topraklarından sürülmesi, göçe zorunlu kalması… Bu saydıklarımız, insanlığın yaşadığı büyük temel problemlerdir ve kapitalist-emperyalizmin suçları sadece bunlarla da sınırlı değildir.
Daha önceden de sıklıkla söylediğimiz üzere “COVID-19 doğal-biyolojik bir fenomendir. Aynı zamanda çok kolay bulaşabilen ve öldürücü de olabilen bir virüstür. Ancak bu sağlık krizinin nasıl gözler önüne serildiği ve buna nasıl yaklaşıldığı, bu tamamen içerisinde yaşadığımız sistemle alakalıdır. Ve bu sistem kapitalizm-emperyalizm sistemidir.”[i]İnsanlığın yaşadığı ve gelecekte yaşaması olası pandemilere yönelik mücadelenin en büyük engeli bu sistemdir.İnsan sağlığı, gezegenin sağlığı, türlerin hayatta kalması gibi temel sorunlardan bahsettiğimizde, sürekli olarak üzerine geri dönmemiz gereken temel, tüm bu sorunların ve sorunlara dair çözümlerin hangi sistemin zemininde yükseldiği ve neyi hedeflediğidir.
Sağlık, insanların yaşamının devam ettirilmesi için hayati önemdedir ve temel bir ihtiyaçtır. Fakat bu temel ihtiyaç kapitalist özel mülkiyet ilişkilerinde, fikirlerin serbest piyasası, bir meta olarak alınıp satıldığı koşullarla temelden çelişkilidir. Bu sistem içerisinde insanlar bir fikir bulduklarında, ondan en elverişli biçimde kazanılması gerektiği, ve aslında patentin “temel hak” olduğu düşüncesi işlenir. Ve bu anlayış tamamen bu sisteme yerleşiktir. İnsanların kendisi için “daha karlı” olanı araması anlayışı, determine edilmiş bir “insan doğası” safsatası [ii] sonucunda değil, yaşadığımız kapitalist-emperyalist sistemin yapısı ve sürekli işleyişi temelinde gerçekleşir. O yüzden, Covid-19 aşısının insanlığın karşı karşıya kaldığı problemi çözmesinden önce, kapitalist üretim ilişkilerinin “gereksinimlerini” yerine getirmesi zorunlu kılınır. Bu bazı bilim insanlarının patent hakkına karşı olması ve hatta istememesine rağmen böyle vuku bulur.
“Milli ve Yerli” ya da Önce Ben Ölümcüllüğü
Pandeminin bir kez daha bütün çirkinliğiyle açığa çıkardığı diğer bir sorun ise “aşı milliyetçiliğidir”. Aslında burada milliyetçi olan aşı değildir, zira aşı aynı türün yaşadığı -insan türünün- soruna karşı temel bir çözüm sunmak için bilim insanları tarafından yapılmaktadır. Faşist Trump’la başlayan aşağılayıcı ve ırkçı “Çin virüsü” mottosu, Demokrat Parti yönetimi altında, başka bir biçim alıyor. ABD’li ilaç firmaları tarafından sınırlı üretilen aşının büyük bir kısmı “kendini kurtarmak” üzere kullanılıyor. Yine benzer “gemisini yürüten kaptandır” anlayışı, pandeminin ilk aylarında, maske ve dezenfektan üretiminde de yaşanmıştı.
“Aşının gücü”nü elinde bulunduran emperyalist ülkeler, bunu bir yaptırım şekli olarak kullanmaktan da geri durmuyor. Örneğin İran İslam Devleti, Ortadoğu’da bölgesel bir gericilik olup, başta kadınlar olmak üzere, ezilen halk kitleleri üzerinde, teokratik faşizmle estirdiği diktatörlük sonucunda, bir karabasan gibi çökmektedir. Bununla birlikte, dünyanın her yanında olduğu gibi İran’da da insanlar, Covid-19’a karşı ölüm kalım mücadelesi vermektedir. İran, ABD’nin ambargo uygulaması sonucunda, ABD’li şirketlerden aşı alamamaktadır. Ve bu örnek ilk değildir. ABD’nin daha önceden de uyguladığı ambargolar yüzünden gerekli tedaviye erişemediklerinden dolayı yüzbinlerce insan önlenebilir hastalıklardan yaşamını yitirmişlerdir.
Trajedinin “Görünmeyen” Yüzü Göçmenler
İnsanların, tüm bir insanlık tarihi boyunca yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldıklarını biliyoruz. Lakin emperyalizm çağında, insanların göç etmesi, göçe zorlanması sayıları 10 milyonları bulan devasa rakamlara ulaşmıştır. Siyasi nedenler (savaşlar, katliamlar, ezen ulus baskısı vb), insanların yerlerini değiştirmesinde hep birincil nedeni oluşturmaktayken iklim krizinin günbegün derinleşmesi sonucunda her yıl milyonlarca insanı göç ettirmiştir. Şayet karbon salınımı “öngörülür” düzeyde seyrederse -ki bilim insanları bunun katiyen olmayacağını söylüyorlar- 2050 yılına kadar 142 milyon insan sadece iklim değişikliğinin neden olduğu sonuçlardan dolayı göçe zorlanacaktır.
Göç, kapitalist-emperyalist sistemin sosyal, siyasal, iklimsel ve ekonomik olarak sürekli beslediği, güçlendirdiği ve bazı dönemlerde ise -Suriye’de süregiden iç savaşta olduğu üzere- patlama noktalarına ulaştığı bir insanlık trajedisidir. Göç her ne kadar “bir bölgede” yaşansa bile, kapitalist-emperyalist sistemin dünya çapında işlemesinin sonucu olarak meydana gelir.
Tarihin ironisi şu ki, Batılı emperyalist ülkeler, Aydınlanmadan bu yana “insan hakları”, “sivil haklar” altında “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganlarını, burjuva demokrasisinin kurucu unsurları olarak dillendirseler bile, insanların sadece hayatta kalabilmek için Akdeniz’i ufak plastik botlarla geçmeye kalkmalarına büyük gemilerle karşılık veriyor, tüm Avrupa sınırlarını dikenli-jiletli tellerle çevirerek, yüzbinlerce insanın, “Kale Avrupası’na” girmesini engelliyorlar. Tüm bunları da ırkçılık ve şovenizmi daha derinden besleyerek ve harekete geçirerek yapıyorlar.
Pandemi süreciyle göçmenlere yönelik saldırılar misliyle artmış durumdadır. Schengen Birliği ülkeleri 2020’de sınır güvenliklerini pandemiyi bahane ederek, daha da fazla kontrol altına aldılar. 20 ülkeyle sınırlarını tamamıyla kapadılar. Halbuki uluslararası mülteci haklarına göre, bu ülkelerin kendi ülkelerine iltica başvurusu için gelen insanları alı koymaları suçtur. Hiç de şaşırtmayan bir ülke olarak Macaristan, pandemi sürecinde bütün iltica başvurularını durdurmuştur. Göçmen derneklerinin ve STK’ların çalışmalarını yasayla “askıya” almıştır. İtalya ve Malta “pandemi nedeniyle” limanlarına gelen ve yaşama şansı çok az olan göçmenleri geri çevirmekteler. Tüm bu sonuçlar, pandemi sürecinde dolaşım ve iltica hakkının büyük oranda sınırlandığını ve bazı yerlerde ise yok sayıldığını çok açık bir şekilde göstermektedir.
Yine yakın zamanda yaşanan başka bir trajedi ise, binlerce Suriyelinin, Edirne’den Yunanistan’a gönderilmek üzere, İslamcı faşist rejim tarafından araçsallaştırılmasıdır. Rejim, mültecileri otobüslere bindirip, Yunanistan sınır kapısına bırakmış, pandemi koşullarında insanların hayatlarıyla oynamış ve iki yüzlü bir biçimde “İnsanlıktan nasibini almamış Avrupa” pozları takınmıştır. AKP’nin başını çektiği bu faşist rejiminin en belirgin özelliklerinden biriside, insanları acımasız koşullara sevk etmek ve aynı zamanda mağduru oynamak, mağduriyetten faydalanmaktır. Bunları yaparak hem AB ile bir pazarlık masasını kurabilmenin zeminini hazırlamak istemekte, elini güçlendirmekte diğer yandan ise kendi tabanını faşist ideolojisi temelinden kutuplaştırmaktadır
İnsanlık için Gerekli Olan Vizyon
Göçmenler pandeminin görülmeyen yüzü, ya da unutulmak istenilen bir hakikati olarak görülmektedir. Diğer yandan ise yine azımsanmayacak derecede insan göçmenlerle olan dayanışmasını dile getirmekte, kendi yöneticilerinin insanlık dışı yasalarına karşı, göçmenler için mücadele etmektedir. İnsanlıklarını bu temelden gösterenler taktir edilmelidir. “Sadece ben” demeyen, kayıtsız bir bireyselliğe savrulmayan ve buna karşı direnen herkesin çabası önemlidir.
Önemli olan diğer bir husus ise, gerek pandemi koşullarının yönetimini gerekse göçün sürekli olarak açığa çıkmasını ve milyonlarca insanın yerlerinden etmesinin temelini ve bu temeli ortadan kaldıracak olan radikal çözümün ne olduğunu bilimsel bir yaklaşımla analiz etmek ve gerçekleştirmektir. Gezegenimizin yaşadığı dehşetler ve insanlığın içerisinden geçtiği trajedinin ana kaynağı ve beslenme hattı kapitalist-emperyalist sömürü sitemidir. Son birkaç on yıldır kapitalizmin aşırı küreselleşmesi ve merkezileşmesi altında yoğunlaşan bu devasa eşitsizlikler, ağırlaşan sömürü ve baskı ilişkileri, milyonlarca insanı felakete sürükleyen bölgesel savaşlar ve emperyalistlerin kendi aralarındaki rekabetin sonucu doğan vekalet savaşları, bu sistemin doğası ve işleyişinin sonuçlarıdır. Tüm bunlardan geri dönülmemek üzere kurtulmak, bu sistemden kurtulmayı gerektirir
Her bir halka da kendi özgünlükleri olmakla birlikte, dünya çapında süregiden bu kapitalist-emperyalist sistemin alaşağı edilmesi bir “seçim” sorunu değildir, devrim sorunudur! Bu devrim, insanlar arasındaki tüm sınıfsal eşitsizlikleri, sömürüyü, baskıyı ve sınırları kaldırmayı hedefleyen komünist bir devrimdir. Bu devrimi gerçekleştirmek, muzaffer kılmak ve insanlığı felakete sürükleyen zincirlerden özgürleştirmek için, bu devrimin bilimi, stratejisi ve önderliği Bob Avakian’ın mimarı olduğu ve bilfiil liderlik ettiği Yeni Komünizm’i tarafından daha materyalist bir temelde sunulmaktadır. Yaşanılan tüm bu çirkinlikten eşi benzeri olmayan bir güzellik doğabilir. Bunun için insanların Yeni Komünizmi analiz etmeli, takip etmeli, yaymalı ve bu temelde zorunlulukları özgürleştirmeleri gerekmektedir.
[ii] Burada tekrardan Marx’ın şu ünlü sözünü hatırlamakta fayda var “Bütün insanlık tarihi, insan doğasının sürekli değişimini içerir”
Louisiana’dan Devrimci Bir Tutsağın Mektubu
Editörün Notu: Revcom.us web sitesine ulaştırılan bu mektup Amerika Birleşik Devletleri’nde Louisiana eyaletinde hapishanede bulunan bir devrimci tarafından gönderilmiştir. COVID-19 pandemisinden en ağır şekilde etkilenenler ve kendilerini koruma şansı hiç olmayanlar zindanlarda hapsedilenler oldu. Dünyanın dört bir tarafındaki hapishanelerde bulunan ‘’toplumun lanetlileri hapishanelerin dışarısında ötekileştirildikleri gibi mevcut pandemi koşullarında da zindanlarda ölüme terk ediliyorlar, bu mektubu ve zindandaki devrimcilerden gelen mektupları yayınlamaya devam edeceğiz.
Sevgili kardeşlerim,
Haber bültenlerinizi ve “BAsics” kitabını okudum. Kitap için sizlere teşekkür ederim. COVID-19’la mücadelemiz iyi gitmiyor. Bu ölümcül virüs “Geniş Barınma Birimlerine” orman yangını gibi hızla bulaşıyor. İnsanlar “Karantina” adı altında devamlı başka birimlere sevk ediliyorlar ve çok daha fazla kişi hastalanıyor! Ben ve kardeşlerim bu salgından önce bu mağaralardaki (hücreler) mahkumların güvenliği ve memurların sağlığı için ajitasyon yapıyorduk. Çünkü bizler virüs ile ancak memurlar vasıtasıyla karşı karşıya kalıyorduk. Benim ve bir yoldaşımızın tahmin ettikleri şu anda gerçekleşiyor…
Buradaki kurallara göre ateşimiz çıkmadığı sürece test yapmıyorlarmış. Tıbbi ihtiyaçlarımıza, sağlığımıza ve güvenliğimize “kasten önem vermiyorlar” ve sonucunda virüsün bizlere temas etmesinin önüne geçemiyorlar. Testi pozitif çıkanlar arasında asemptomatik olan mahkum sayısı hayli fazla! O yüzden baş epidemiyoloğun uydurduğu “test için önce ateşinizin çıkması gerekiyor kuralı” tam bir saçmalık! Loisiana sağlık departmanındaki bilim insanlarının bu tesislerde ve pozitif çıkan mahkumlarda gözlemlediklerini doğrudan hiçe saymaktan başka bir şey değil bu.
Yandaş gazete “The BR Advocate”, kitlesel bir tarama yapıldığı konusunda açıkça yalan söylüyor. Gerçekte olan ise rutin hastalıklar için ancak zar zor tarandığımızdır. Vali John Bel Edwards’ın Louisiana hapishanelerinde yaptıkları kitlesel testler için “öneride bulunmuş olduğunu” bile yazmışlar. (La Cer. P Madde 5)’te isteğe bağlı ve zorunlu dilden bahsedilir. Trump danışmanı Bel Edwards’ın “önerisi” sizce hangi kategoriye girer? İsteğe bağlı! Yani, mahkeme yoluyla yapılmak zorunda olan bir şey olarak mecburi tutulamaz. Lousiana’daki her hapishanede “Covid-19” testi yapılması zorunludur deseydi eğer, o zaman bu zorunlu dile girerdi. Fakat durum böyle değil.
*Gençliğe: İnsanlık adına, sizlerin yanındayım kardeşlerim. Yok edilmesi gereken koşullar altında kavrulan bir dünyayı değiştirmek adına kol kola savaşıyoruz. BA benim gözlerimi insanların burada, ABD’de ve dünya çapında yaşadıkları acılara karşı daha da açtı. Dünyanın çektiği acıların benim üzerimden geçtiğini hissettim ve bu yüzden gözyaşları döktüm. BA’nın çalışmaları kalbime dokundu ve bana ne için savaştığımızın daha derin bir kavrayışını verdi. “Değişim gelecek!” Siz, öğrenciler geleceğimizsiniz. Bu durum, baskının, sömürünün, doğal kaynakların yağmalanmasının, polis şiddetinin, siyahilerin ve farklı ten rengine sahip insanların ayrıca yoksul beyazların katledilmeyeceği, bu tip durumların hiç görülmeyeceği bir dünya için sizin savaşınız. Biz birlikte biriz ve birbirimizin yanında durmalıyız, birbirimizi sevmeliyiz ve dünya için bu dramatik değişimi getirmeli ve dünyaya bunun gerçekleşebileceğini göstermeliyiz. Asla doğru olandan vazgeçmeyin. Kalbinizin sesini dinleyin!
*Şu anda Louisiana çok sıcak. Geniş barınma birimleri bulunan koğuşlarda bu “sıcaklık dalgalarını” atlatmaya çalışıyoruz. Bu mağaralarda (hücrelerde) yaklaşık 9 aydır karantinadayım. Bundan önce bu hücrelerde 4 sene yattım. Mahkumların kendilerini kaybedip yardım için bağırmalarına, hatta bazen intihar etmeye çalıştıklarına şahit oldum. Bazı mahkumlar da bu mağaralarda kendilerini boğulur gibi hissediyor.
Böylesi koşullar insanlara psikolojik ve fiziksel olarak zarar veriyor. Mahkumların ruh sağlıklarını bozdular. Bu durum mahkumların akıllarını oynatmışçasına hareketlerde bulunmalarına sebebiyet veriyor. Gardiyanlar da bu hareketlere tepkisel davranışlarla karşılık veriyorlar. Buralarda zihinsel hastalığı olanlarla çok karşılaşılıyor. Tabletlere, eğitici programlara ve akıl sağlığı değerlendirmelerine bir insanın bu mağaralarda kalması gerektiği uzatılmış zaman periyodlarından dolayı erişimimiz yok.
Louisiana dünyanın hücre başkentidir. 23 ve 1 numaralı hücrelerde izole edilmiştik, fakat bu ölümcül virüsün yayılmasından ötürü 23 ve 45’e sevk edildik (hücrelerin dışında sadece 15 dakika geçirebiliyoruz.) ve bunun sonucunda hem kendimizin iç sesini hem de başkalarının yardım için bağırış çağırışlarını duyuyoruz. Bu mağaralara tıkılmış birçok mahkûm kafalarını duvarlara vurarak aklını kaçırdı. Birbirlerine ve gardiyanlara sidik ve dışkı atıyorlar, kendi dışkılarıyla oynuyorlar. Bu bir rehabilitasyon falan değil! Bu ‘’ceza’’ adalet sisteminin en karanlık köşesinde, toplumdan ötekileştirilmiş olarak algılanan insanlara karşı ağır bir suçtur. Bu hapishanelerde bulunarak bizler çoktan özgürlüğümüzü kaybettik. Bizi hapishanede hücre hapsine maruz bırakmak cezamıza anlaşılamayacak kadar zalimlik katıyor ve bunun hayatımıza, ailemize ve topluluğumuza berbat sonuçları oluyor.
Bu tarz hücrelere tıkıldığım için söylüyorum, bu aşağılayıcı koşullar altında umudu yitirmemek kolay değildir. Dışarıda olanla içeride olan aynıdır: Toplumdan izole edilmek.
Bunlar ne zaman bitecek? Şu an köklü bir değişikliğe ihtiyaç var!
Mücadele etmek için cesaretlenin, kazanmak için cüret edin!
“İnsanlık için halkın yanındayım!”
“Güç, bu ülkedeki ve dünyadaki emekçilerin elindedir.”
Donald Trump’ın COVID-19’a Yakalanması ve Devam Eden Trump/Pence Rejiminin HEMEN ŞİMDİ Defedilmesi İhtiyacı Üzerine
Editörün Notu: Basına baktığımızda, Trump’ın sağlık durumu hakkında sürekli her dakika değişen ve çelişkili raporlar bulunmakta. Bunun açığa çıkmasından hemen sonra yazdığımız aşağıdaki yazı doğru olmayı sürdürmektedir.
Donald Trump ve faşizminin tehlikesinin farkında olup Trump’ın COVID-19’a yakalanmasının bunu belki de azıcık değiştirebileceğini…belki de Refuse Fascism tarafından çağrılan kitlesel, sürekli ve şiddet içermeyen protesto ile bu rejimi defetmek için sokaklarda mobilize olmamız gerekmediğini…belki de sadece “bekleyip ne olacağını görmemiz” gerektiğini düşünenlere:
HAYIR!
Donald Trump duvarın yıkılmasını ve toplama kamplarının kapatılmasını emretmeyecek. Şu an saldırıda olan kontrolündeki üniformalı ve üniformasız beyaz üstünlenmeci ve faşist haydutları geri çekmeyecek. Beyaz, Amerika doğumlu olmayan insanların oylarını bastırmak ve haklarını çiğnemek için planlarını bırakmayacak. “Siyahilerin hayatlarının önemli olduğuna” karar vermeyecek, “yola gelmeyecek” ve COVID veya hızla yok etmekte olduğu doğa konusunda “en sonunda bilimi dinlemeyecek”, kadınları ve LGBTQ bireylerin küçük düşürmeyi ve onların temel haklarını çiğnemeyi durdurmayacak… ya da kölelik anıtlarını yıkmayacak ve Siyahi tarihi konusunda bir ders almayacak.
Aslına bakarsanız, o ve onun etrafında ve arkasında olanlar, seçimlere müdahale etmekte, yok etmekte ve saptırmaktadır ve EĞER seçimler yapılırsa Trump/Pence’i Beyaz Saray’dan alacak her tür sonucu kabul etmeyip etkisizleştirmek için planlarına inatla devam etmektedir. Ellerindeki her imkanı kullanarak iktidarda kalmayı hedeflemektedir. Sokağa çıkmadan, seçim sonuçlarına saldırmasını ve dünya karşısında oldu bittiye getirmesini beklemek çok fazla beklemek olur, daha başlamadan mücadeleyi terk edip teslim olmak anlamına gelir. Potansiyel olarak onlarınkinden çok daha fazla olan gücümüzü inşa edip göstermenin zamanı HEMEN ŞİMDİDİR, devasa sayıda oy kullanmaya hazırlanıyor olsak bile durum budur. Şiddet içermeyen, kitlesel ve yaratıcı eylemlerle -sonuçlarla yüzleşmekten doğan bir kararlılıkla- sokaklara gitmeliyiz, günlerce ve inşa ede ede bunu yapmalıyız.
Trump’ın ne olursa olsun yönetimde kalmasında ısrar eden faşistlerin fanatizmi, bu faşist rejimin temsil ettiği her şeyden bilinçli, tutkulu bir yoğunlukla nefret eden, insanlığa karşı bu rejimin oluşturduğu son derece gerçek, nesil tükenme seviyesindeki tehlikeyi fark eden ve bu rejimin gitmesi gerektiği kararlılığıyla yanıp tutuşan insan kitleleri tarafından karşılık bulmalı ve yenilmelidir!
Donald Trump, eşi Melania Trump, Beyaz Saray’da çalışan en azından birkaç kişi, bazı senatörler ve Trump/Pence rejiminin içinde ve etrafında olan diğer başka önemli figürler yakın zamanda COVID-19’a yakalandılar. Trump hastaneye yatırıldı.
Bundan kaynaklı ortaya çıkan pek çok durum var. Bunlar makalenin ileri bölümlerinde incelenecek. Ancak en önemli olan şeyin sahnenin ortasından çekilmesine izin verilmemelidir:
Trump ve Pence, etraflarındaki insanlar ve on yıllar boyunca organize olan faşist hareket faşist bir darbe girişiminin ortasındadır. Salı gecesi yaşanan karşılıklı açıklamalara gidelim, Trump arka arkaya gelen soruların karşısında beyaz üstünlenmeciliğini kınamayı reddetmişti.*
Biden resmi olarak kazanan ilan edilse dahi, iktidarı barışçıl bir şekilde teslim etmeyi reddetmektedir.
En şiddete yatkın ve en ırkçı destekçilerini isim vererek seçim sonuçları aleyhine olursa sokağa çıkmaları için “hazır durumda beklemeleri” konusunda cesaretlendiriyor. Seçim gününde insanları korkutmaları için takipçilerine seçim mecralarına gitmeleri çağrısında bulunuyor ve hedefini açıkça belirtiyor: “Demokrat şehirler” dediği bölgelerdeki özellikle Siyahi ve Latino halk bulunmaktadır. “Philadelphia’da kötü şeyler olduğunu” deklare etti. (Bu takipçiler Virginia ve Philadelphia eyaletlerindeki erken oy verme merkezlerinde bunu zaten yapmaktaydı.)
Münazarada Meclis’teki ve mahkemelerdeki -Yüksek Mahkeme de dahil- Cumhuriyetçi sayı fazlalığını oyu kaybetse dahi ikinci dönemini yapmak için kullanacağını açıkladı.
Kısacası, Bob Avakian’ın yazdığı gibi, Trump şimdiden seçimi çalmakta ve şiddet tehdidinde bulunmaktadır. Her ne olursa olsun, başkan olarak kalmak istediğini açıkça belirtmekte, kendini ve adamlarını aktif bir şekilde bunun için hazırlanmaktadır.
Bunların hiçbiri durmamıştır. Bu COVID bulgusu sonrasında olanların hiçbiri bu temel dinamiği değiştirmemiştir. Refuse Fascism’in üzerinde durduğu nokta, söyledikleri ve hazırlandığı şeyin -faşizmin yenilmesi için insanların sokağa HEMEN ŞİMDİ ve günler boyunca çıkması gerektiği- gerçeği, Çarşamba sabahı, ya da bir önceki hafta ya da bir önceki ay kadar, bu yazıyı okumakta olduğunuz şu zaman için de geçerlidir. Trump/Pence ŞİMDİ DEFEDİLMELİ!
COVID Tanısından Ne Çıkartmalı?
Böyle bir durumda, bilginin saklandığı ve saptırılmakta olabileceği bir durumda öncelikle gerçek olduğundan kesinlikle emin olduğumuz şeyler üzerinde yoğunlaşmak önemlidir.
Süreç boyunca Beyaz Saray’dan çok az bilgilendirme yapıldığını biliyoruz.
Trump’ın COVID’in ciddiliğini reddetmeyi ve bilim topluluğu tarafından üzerinde anlaşma sağlanan son derece basit sağlık tedbirlerine dahi karşı çıkıp bunları sabote etmeyi rejiminin ve yeniden seçim kampanyasının köşe taşlarından biri yaptığını biliyoruz. Bunu başkanlık münazarasında ve öncesinde maske takmayı kabul etmiş olsa da, ailesinin ve çevresinin bazı üyelerinin oturduklarında maske takmayı reddetmelerine kadar ileriye götürdü.
Münazara personelinin ricalarını reddettiklerini ve oradaki insanları tehlikeye attıklarını biliyoruz. COVID-19 sebebiyle ABD’de 200.000’den fazla insanın öldüğünü, bunun dünyadaki en yüksek ölüm sayısı olduğunu ve benzer sayılabilecek gelişmişlikteki ülkelerle kıyaslandığında bu artışın en hızlısı olduğunu biliyoruz.
En iyi durumda bile eğer hastalık olumsuz bir etki yapacak olsaydı “ne olacağı” hiçbir zaman bilinmeyecek olsa da, bilimsel uzmanlar, rejimin çarpıtmaları, inkarları ve COVID’e ilişkin bilimi ciddiye almaması sebebiyle olan fazladan ölümlerin 100.000 civarında olabileceğini tahmin etmektedir.
Ancak tekrar etmek gerekirse, kesin olan bir şey var: Trump’ın olası mağlubiyeti ile sonuçlanacak herhangi bir seçim sonucunu anlamsız hale getirecek bir faşist darbe girişimine dair aktif bir biçimde hareket ediyorlar; bu durumda oy vermek zorunludur ancak yeterli değildir: SOKAĞA ÇIKMAK ZORUNDAYIZ.
*Münazaradan iki tam gün sonra, beyaz üstünlenmeciliğini kınamayı açıkça reddedişinin getirdiği devasa eleştirilere cevaben Trump, FOX News kanalında -münazarayı izleyenden çok çok daha küçük bir izleyici kitlesine- beyaz üstünlenmeciliğini ve Proud Boys’u [Gururlu Çocuklar] kınadığını söyledi. Ancak bu “geri adım” bir anlam ifade etmemektedir, çanın çalması geriye alınamaz.
Ölümcül ve Umutsuz Şartları Tersine Çevirmek
Editörün Notu: Aşağıdaki makale, web sitemize bu hafta iletilmiş bir okur mektubudur. Dünyanın ve bulunduğumuz coğrafyanın gerçek çelişkilerinin analizi ve çözüm önerilerine ilişkin okurlarımızın görüş ve katkılarını önemsiyoruz. Çalışmalarınızı info@yenikomunizm.com adresimize iletebilirsiniz. Takipçilerimizin dikkatine sunarız.
COVID-19 salgınına dair onlarca tez ortaya atıldı. Bu tezler içinde GERÇEĞİ doğru temelde arayan ve bilimsel bilgi birikimi ile deneysel testler ışığında kanıt arayan bilim insanlarının açıklamaları dışında geri kalan her şey saçmalıktır. Bilimden beslenmeyen tezler ve hurafeler aldı başını gidiyor. Bunun üstüne egemen sınıfların aldığı kararlar ve tavırlar bilimin uyarılarını gölgeliyor. İnsanların neye inanacaklarına karar vermeleri iyice zorlaşıyor ve işin içinden çıkamayanların sayısı gün geçtikçe artıyor. UMUTSUZLUK toplumun büyük bir bölümünü esir almış durumda.
AKP Sürece Nasıl Bakıyor?
Türkiye’de de toplumun alt ve orta katmanları şu günlerde neler olacağından emin olmadan yaşıyor. Tüm insanlığın içinden geçtiği bu zorlu günlerde, devletin tüm yapılarını ele geçirmiş olan faşist AKP rejiminin kendi iktidarını koruma ve daha da güçlendirme isteği dışında bir ilgisi olmadığından dolayı toplumun büyük bir bölümünü “çaresizliğe” sürüklüyor .
Uluslararası finans krizinden en az zararla çıkma ve bölgede hayata geçirdiği işgalci planlarından da taviz vermemek üzere şekillendirdiği politikalarından dolayı AKP, kendi hakim sınıf çıkarlarını güder ve bu durum halkın temel ihtiyaçlarına karşıtlık barındırır.
AKP, Diyanet İşleri başta olmak üzere tüm kurum ve yapılarıyla dini ve milliyetçi vaazlar vererek topluma umut aşılamaya ve aynı zamanda kutuplaştırmaya devam ediyor. Rejim hurafelerle halkı sakinleştirmenin peşinde. Muhalifleri ve istemediklerini ise aşağılıyor ve tehdit ediyor. Son günlerde kazanılmış kadın haklarında kısıtlamalara gitmede, LGBTQ+ bireylerin bastırılıp ortadan kaldırılmalarında ısrarı ve kararlılığında daha da fütursuzlaştı. İnfaz düzenlemesiyle, meseleye HALK SAĞLIĞI temelinde yaklaşmak yerine konuyu hukuksal boyuta çekerek cezaevindeki yandaşları için bir affı hayata geçirdi. Onca hukuksuzluğa karşı fikir beyan edenlere tüm gücüyle saldırıyorlar.
Halk Bu Durumdan Nasıl Çıkacak ?
Türkiye de bugün EVDE KAL tavsiyesi ile yetinmek zorunda olup salgınla ve ekonomik sıkıntılarıyla baş başa bırakılmış milyonlarca insan yaşıyor. Korku ve çaresizlik içinde umutsuzca bekliyorlar. Kimi akla mantığa uymayan hurafelere, kimi rejimin inandırıcılıktan uzak vaat ve planlarına bel bağlamış durumda. Geleneksel kültürden ve kapitalist sistemin zorlamalarından kaynaklı yanlış şeylere bel bağlamaya mahkum bırakılmış insanlar gerçek bir çıkış yolu bulmada zorlanıyorlar. Bu duruma bağlı olarak insanlar yalnızlaşmakta ve toplumda intihar sayıları hızla artmaktadır.
İnsanlığın durumunun niçin bu şekilde olduğunu Bob Avakian “İnsanlık İçin Bilimsel Temelde Umut” adlı makalesinde şöyle özetliyor;
“Korkuyorlardı çünkü belki de dünya böyle olmayabilirdi, belki de bundan kurtulmanın bir yolu vardı. Umut etmekten korkuyorlardı çünkü umutları daha önce çok kez hayal kırıklığına uğramıştı.”
“Bu durum niçin pek çok kişinin dine döndüğüne ilişkin önemli bir etmendir çünkü bu dünyada, bu sistemin işleyişi tarafından onlara dayatılan ve sürekli olarak maruz kaldıkları feci acılar ve aşağılamaların son bulmasına dair bir umutları yok gözüküyor; fakat bununla birlikte, bu sistemin işleyişinden ve kurumlarının, görevlilerinin ve destekçilerinin rolünden dolayı bunun üzeri kapatılıp belirsiz hale getiriliyor, ve bütün bunlar, dünyanın niçin bu şekilde olduğuna, bunun gerçekten nasıl değiştirilebileceğine, bütün bu gereksiz acılara gerçekten nasıl son verileceğine dair insanları sistematik bir şekilde yanlış yönlendiriyor.”
Dünya böyle olmamalı ve başka bir dünyada mümkündür. Evet, bütün mesele esasında budur. Ve bu durumdan kurtulmak için gerekli olan şey insanların, içinde oldukları bu olağanüstü zor ve tehlikeli durumda rejimin çoğalan suçlarına karşı verimli ve tutarlı bir direniş sergileyebilmeleridir. İnsanlığın durumu niçin bu şekilde? Bu sorunun cevabı anlaşılmalı ve doğru şekilde kavranılmalıdır. Bunun için gerçekten sahnede nelerin olduğunu gösteren anlayışla buluşmalılar ve bu temelde hareket etmelidirler.
Bob Avakian’ın bu çalışmasında sahnede nelerin olduğu şöyle ifade ediliyor;
“Tek bir temel sebebi var: İçinde yaşadığımız kapitalizm-emperyalizm sisteminin temel doğası ve işleyiş şekli bunun nedenidir, sistem bu temel doğasından ötürü devamlı olarak dehşet üzerine dehşet üretmektedir.”
Bu duruma tahammül edemeyen herkesin acil olarak Yeni Komünizm hakkında kendilerini bilgilendirmesi ve yeni sentezi kavrama cebelleşmesine girişmeleri ihmal edilmeyecek bir ihtiyaçtır. Türkiye’de ve başka yerlerde, Yeni Komünizm’de ustalaşmak ve onu kullanmak için mücadeleye girişecek çekirdek grupların, devrim için bir hareket ve devrimci insanlar üretme görevini üstlenecek öncü bir güç yaratmaya kendini adayacak insanların ortaya çıkması gerekmektedir. Böylesi bir yolu takip etmenin belirli zorlukları olsa da, bu sürdürülemez, umutsuz ve ölümcül aktüel dinamiği tersine çevirerek bu cinnetten kurtulmanın bilimsel ve kalıcı başka bir yolu da bulunmamaktadır.
Bir kez iç bağlantı kavrandığında, mevcut koşulların daimi ve kalıcı gerekliliğine olan tüm teorik inanç, onun pratikte çökmesinden önce yıkılır.
Karl Marx
Covid-19 İnsanlığı Uçurumun Kenarında Yakaladı!
Editörün Notu: Bu yazı bir yeni komünizm sempatizanı tarafından yazılmıştır. Öneminden dolayı yayınlamayı uygun görüyoruz.
Kapitalist-Emperyalist sistem hem kendi içinde hem de köktendincilikle girdiği kısır döngü sayesinde aleni bir siyasal açmazı yaşamaktadır. İnsanlık ardı arkası kesilmeyen zincirleme felaketler karşısında çaresizlik içinde oradan oraya savrulmaktadır. Sömürü ve yağmadan hiç bir bireyin ve hiçbir toprak parçasının azade olmadığı günlerin içindeyiz. Irkçılık ve milliyetçilik tüm zamanların en üst safhasına ulaştı ve yükselmeye devam ediyor. Özel mülkiyetten günümüze aile içindeki baskı ve sömürü altında ezilen KADINLAR tüm sistemin ağırlığı altında kalarak sorunun en büyük mağdurları durumundalar. ÇOCUKLAR’ın ise önemli bir kesimi yaşamlarının daha başında, sistemin emek isçileri yapılarak sömürü çarklarında hayatlarının en kötü günlerini yaşıyorlar. Dışlanan ve ihtiyaç görülmeyen nesiller ise kriminalize edilerek devlet tarafından ötekileştirilip, devletin baskı aracı polis ve hukuk sistemi tarafından ya hayatlarından ya da özgürlüklerinden oluyorlar. Savaşlar ve ekonomik krizler on milyonlarca insanın ülkelerinden ayrılmalarına sebep oluyor. On binlercesi bu zorlu göç yollarında hayatlarını ve umutlarını kaybediyor. Gezegen ise ARTIK ZAMANIM KALMADI alarmlarını çalıyor. İçme suları ve denizlerin ciddi büyük bölümü kirlilikten kullanılamaz durumda. Gezegenin akciğerleri olan yağmur ormanları ise talan altında. Milyonlarca hayvan ise çok kötü şartlar altında yaşayarak acımasızca katledilmeyi bekliyor.
İnsanlar; zorluklarının altından kalkmaya çalıştığı kapitalist emperyalist sistemin ürettiği sorunlardan en yenisi olan GLOBAL SALGIN tehdidi karşısında da, EGEMEN GÜÇLERİN kendisine sunduğu ve sunacağı yardımlara muhtaç, çaresizce bekliyorlar.
Eşitsizliğin kol gezdiği gezegende, birçok insanın hayatı büyük tehlike altında ve kendilerine ulaşabilecek bir yardım umudu dahi yok. Bireysellik ve bencillik kendini bu krizle beraber tekrar açık ve aktif bir şekilde göstermeye başladı. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri dahi krizi yönetmede zorluklar yaşıyor ve insanlığa verebilecekleri “umutlar”, sadece ekonomik ihtiyaçların karşılanmasının ötesine geçmiyor. Ekonomik sıkıntıya uğramayacağını öğrenenler ise hayâsızca bu sorundan kurtulmuş olmanın rahatlığını yaşıyorlar.
GERÇEKTEN DE İNSANLIĞIN SORUNU ÖDEYEMEYECEĞİMİZ KİRALAR MI?
HAYIR! Yaşanılan esas sorun, önceliğin insanlığa verilmemesidir. Buna neden olan ise bu sistemin ta kendisidir. Hâlbuki yaşam birinin diğerinden üstün olduğu ve her şeyi hak ettiği biçimde değil de, beraber yaşayabileceğimiz bir sistem altında şekillendirilmiş, ihtiyaçlarımız için koşuştururken gezegenin tümünü aklımızdan çıkaramayacağımız bir üretim ilişkisi ile yaşıyor olsaydık, bir felaketten kendi başımıza değilde hep beraber kurtulmanın vereceği hazdan mutlu olan nesiller olarak yetiştirilseydik, herkesin sorunları tartışabileceği ve fikir yürütebileceği imkanlara sahip olmuş olsaydık, bu sorun karşısında daha dikkatli ve daha umut dolu olabilirdik ve şüphesiz böylesi bir felaketin sonuçları da bu kadar ağır olmazdı.
BİLİM İNSANLARININ UYARILARI MI YOKSA EGEMENLERİN ÇIKAR KAVGASI MI?
Çevresel tehdit boyutuyla, onlarca yıldır bilim insanlarının uyarıları günümüze kadar olması gerektiğince dikkate alınmadığı için gelinen durum ortada. Hastalıklarla olan mücadelede laboratuarlar için ayrılan bütçe, teknolojik silah gelişimine ayrılan bütçenin yanında çok az ve bu da kar amaçlı büyük emperyal şirketlerin kontrolünde gerçekleşiyor. İnsanlık, kapitalistlerin çıkar kavgalarında sadece üretimde ve tüketimde rol almanın dışında hiç bir alanda önem taşımıyor. Ve kapitalistlerce nasıl ve nerede yaşayıp yaşamayacaklarına karar veriliyor. Kimileri ne yapacağını bilmiyor ve kimileri de umursuzca ve asalak bir biçimde bu sömürünün parçası olarak nispeten daha iyi yaşıyor.
Güncel global salgına hazırlıksızlığımızın sebebi VIRÜS tehlikesinin yeniliğinden değil, virüslere karşı alınacak tedbirlerde günümüze kadar bilime, bilim insanlarının çalışmalarına yeteri kadar önem verilememesi, onların çalışmalarından gerektiğince destek çıkılmamasıdır. Evrim biliminin toplumdan gizlenip, sadece egemenlerin kendi çıkarları için kullanılması da bu tür krizlerle uğraşmamızda bizleri zayıf bırakmaktadır. Eğer insanlık bir asırdır evrim bilimin gelişiminden haberdar olsaydı; tüm bu bilgi hazinesi insanlığın hizmetinde olsaydı; hem kendi arasındaki, hem de doğa ile olan ilişkileri daha farklı ve daha doğru biçimde organize edebilirdi. Sağlık ve temizlik konularında daha bilinçli hareket edebilir, fikir yürütmede de bilimsel veriler ışığında düşüncelerini dillendirmiş olurdu. Karanlığın ve gerçek dışılığın gölgesinden kurtulur, gerçek cevapları bulmak için kafa yorarardı. Zaten bu kafa yormalardan korktuğu içindir ki, sistem, bilinçli olarak ya evrim bilimini manipule ederek insanlara aktarmış ya da evrim bilimini bir “kanıta muhtaç tez” özenesi olarak nitelendirmiştir.
EVET, bilim ve bilimin önemi bu günde kendini göstermiştir. Egemenler bilimsel uyarıları her zamanki gibi çıkarlarına ters düştüğü için dikkate almada “gecikmişler” ve insanlığı bir felakete sürüklemişlerdir. HAYASIZCA hala bu krizi çıkarlarına veya en azından dünyanın diğer geri kalanından daha az zararla geçiştirmenin derdine düşmüşlerdir –“ulusum için hareket etmeliyim!”. Unutmayalım ki egemenler, sömürü ve talan ileyaptıkları hertürlü rezervi sadece ve sadece kendi “ulusal çıkarları” için kullanabilmek için önlem almışlardır. Her türlü sağlık malzemesinin ihracatını yasaklamaları, aldıkları ilk tedbiri kararlardandır. Sömürüleriyle zayıflattıkları coğrafyaları bugünde öncelikli olarak en son sıraya koymaktan kesinlikle UTANMIYORLAR.
İNSANLIK SADECE BİLİMSEL METOTLA HAZIRLANMIŞ BİR DEVRİM STRATEJİSİ İLE BU KRİZİ ÜRETEN SİSTEMİ AŞABİLİR
Global salgın kapitalist-emperyalist sistemi büyük zararlara uğratacaktır. Aralarındaki rekabeti ve çelişkiyi arttıracak ve daha büyük sorunlara gebe bir gelecek hazırlayacaktır. Egemenler şimdiden küresel çapta bir resesyondan bahsetmektedirler. Tüm insanlığın çıkarı ise bu resesyondan nasıl çıkılması gerekliğinde değildir! SADECE ama SADECE bu sistemin radikal bir şekilde dönüşümünü sağlayan gerçek bir devrim stratejisiyle gelecek için umut olunabilinir. Ya bu umut ile bir gelecek hazırlayacağız ve yahutta zaten olmayacak bir geleceği yeni nesillere bırakacağız. Çünkü müdahale etmediğimiz takdirde sistemi kontrol edenler, her ne kadar zarar görse ve zayıflasalar da, bu düzenin işleyişinden ötürü, tekrardan yönetimlerini güçlendirecekler ve bu hastalıklar üreten sistemi tekrar küllerinden inşa edeceklerdir.
Emperyalist kapitalist dünya sistemi, insanlığın büyük ihtiyaçlarını karşılayamaz ve aksine bunun önünde en büyük engeldir. Pandemi karşısında ki bu kapitalist rekabet, dünya ölçeğinde gerçekleşen bu krizin yaygınlaşmasında temel bir faktördür. Covid19 bize bir kere daha açıkça göstermiştir ki bu düzen sürdürülemez! Bu hakikatten ötürü, gerçek bir devrimin inşası insanlığın ihtiyaç duyduğu yegâne sorumluluktur. İnsanlığın kurtuluşu için savaşçılar olmaya aday devrimcilerin yegâne görevi, salgına karşı “önce kendini kurtar” yerine “insanlığı düşün, dayanışmayı yükselt” anlayışını ve kültürünü yaymaktır. Bunu yapacak olan her insanın, sorunun asıl kaynağını ve sorunlarla mücadele etmede ki esas şartları, yaşadığımız bu durumun asıl sorumlusunu ifşa etmesi gerekmektedir. Devrim ile kurtuluşun mümkün olduğunu bir an dahi unutmadan, insanlığın bu felaket ile geçireceği, mücadelenin hemen devamında, sistemi köklerinden sorgulamayı kendine esas görev edinen, devrim için örgütlenmiş güçlerin hazırlığı elzemdir.
Koronavirus COVID-19 Üzerine
Editörün Notu (9/3/2020): Koronavirüs pandemiği -coğrafi yaygınlıkta bir salgın- yayılmaya devam ettikçe, geçtiğimiz hafta revcom.us’ta yayınlanan aşağıdaki yönlendirme noktaları geçerliliğini korumayı sürdürüyor. Bu makale revcom.us web sitesinde süreçle ilgili yayınlanmış ve geliştirilmiş bir okur mektubuna dayanmaktadır.
Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/637/thoughts-from-a-reader-on-the-coronavirus-en.html
Belirgin bir durum var ki, insanların en iyi niyetli görüşlerine rağmen kapitalizm-emperyalizm sistemi, yani bu sistemin altında yatan işleyiş, küresel ölçekte gerekli tepkiyi kısıtlayıp engellemektedir. Bu durum Trump/Pence rejimi gibi Hıristiyan faşistlerin politikalarıyla birlikte gerçekleşmekte ve daha da kötüleşmektedir. En ileri tıp bilimi ve kaynakları, doktorlar, halk sağlığı görevlileri ve araştırmacıların birlikte koordine bir şekilde bir araya getirilmeleri yerine, pandemiye verilen tepki ABD ve Çin gibi büyük güçlerin rekabeti ile veya kapitalizm-emperyalizmin biriktir ya da öl mantığında özel ilaç şirketleri tarafından kâr peşinde koşma ile çarpıtılmış ve biçimlendirilmiştir. Örneğin ABD ile Çin arasında koronavirüs salgını etrafında neredeyse hiçbir işbirliği olmadığı bildiriliyor. Belirgin bir muazzam çelişki gündemdedir ve bu çelişki bir yanda ABD’nin gezegenin kaynakları ve zenginliği ile beslenen, dünyanın büyük bölgelerine hükmeden ve süper sömürü ile asalak ekonomik konumundan büyük ölçüde yararlanması durumu ile; diğer yanda elinde kaynakların, tıp uzmanlarının ve altyapının problemin insanlık lehine çözülmesine hiçbir şekilde hizmet etmemesi durumuyla karakterize olmaktadır.
Bu çelişki, durumun Trump ve Fox News gibi faşist propaganda makineleri tarafından dar politik amaçlar doğrultusunda kullanılmasından ötürü ve “piyasaları” ve ekonomiyi “ürkütmek” istemediklerinden dolayı keskinleşiyor; ABD’de süreçle ilgili koordinasyonun başına evrim bilimine doğrudan karşı çıkan, “Kıyamet Günü” teolojisine* inanan, politik olarak uygun olmadığında ve Trump’ın dar ve çarpık hedefleriyle uyuşmadığı zaman bilimi kabul etmeyen ve bilim insanlarıyla çalışmayı reddeden Hıristiyan faşist Pence atandı.
İnsanların “en savunmasız olanlara” yardım edilmesi türünden iyi niyetli düşünceleri olsa da, toplumun örgütlenme biçiminden ve bu sistemin propaganda organları tarafından ne yönde düşüneceklerinin belirlenmesinden dolayı, insanlar nihayetinde meseleye kolektif bir şekilde yanıt vermek yerine “önce kendilerini düşünmek” şeklinde bireysel yanıt veriyorlar. Bu ülkede kapsayıcı olmak demek, bu durumun insanlığı nasıl etkilediğine bakmak anlamına gelmiyor, işin aslı, kapsayıcılık demek durumun Amerikalıları nasıl etkileyeceğine odaklanmak demektir ve bu yaklaşım doğrudan Amerikan şovenizmdir. Örneğin bu durum, bazı liberal burjuva adayların ve yorumcuların Trump’a yönelik çeşitli eleştirilerinde kendini gösterir, ki her ne kadar Trump/Pence rejiminin ağırdan alan tepkisizliklerine yönelik temel eleştirileri kesinlikle haklı olsa da, son kertede Trump’ı “Amerikan halkını” başarısızlığa uğratmakla suçlarlar.
Radikal olarak farklı bir ekonomik, politik ve sosyal temele dayanan geçmiş sosyalist toplumlar, sermayenin işleyişinin aksine, insanları ve toplumsal kaynakları kolektif ve bilinçli bir şekilde yöneterek, bu tür halk sağlığı sorunlarıyla çok farklı şekilde mücadele ettiler. (Bkz: “Bildiğinizi Düşündüğünüz Şeyi Bilmiyorsunuz: Komünist Devrim ve Kurtuluşa Giden Gerçek Yol: Tarihi ve Geleceğimiz, Raymond Lotta ile Röportaj”**) Örneğin, Çin sosyalist bir ülkeyken (1949-76 yılları arasında), halk sağlığı başarıları kapsamı ve hızı bakımından benzersizdi. Halkın ihtiyaçlarını ilk sıraya koymak, kaynakları seferber etmek ve tıbbi bakım sunumunu halk kitlelerinin çabaları ve katılımı ve eğitimi ile birleştirmek yoluyla devrimci Çin, 1950’lerde kolera, veba, çiçek hastalığı ve beslenme ile ilgili önemli hastalıkların üstesinden gelmeyi başardı. Bu geçmiş deneyimlerden öğrenmek, bununla birlikte insanlığın kurtuluşu için yepyeni bir çerçevenin bir parçası olarak daha da ileri gitmek için, Bob Avakian tarafından yazılan Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet İçin Anayasa [Madde I. Merkezi Hükümet – 2. Bölüm Yürütme – Sağlık ve Tıp], şu anda şahit olduğumuzdan radikal olarak farklı olan ve koronavirüs gibi salgınlarla başa çıkmak için belirli bir çerçeve sağlayan halk sağlığı yaklaşımı mevcuttur.
“Ne insan türünün ortaya çıkması, ne de insan toplumunun günümüze kadarki gelişmesi önceden belirlenmiştir ya da önceden belirlenmiş yolları izlememiştir. Tüm bu gelişmeyi tasarlayan ve şekillendiren aşkın bir irade ya da temsilci yoktur ve doğa ve tarih, Doğa ve Tarih şeklinde ele alınmamalıdır. Aksine, böyle bir gelişme, insanlık tarihinde zorunluluk ve rastlantısallık arasındaki ve altta yatan maddi güçler ile insanın bilinçli faaliyeti ve mücadelesi arasındaki diyalektik etkileşimle gerçekleşir.”
(Bob Avakian, Breakthroughs (Atılımlar) – Marx’ın Tarihsel Atılımı ve Yeni Komünizm ile Daha İleri Bir Atılım)
Bu yüzyılda ortaya çıkan üç yeni koronavirüsten biri olan Ortadoğu Solunum Sendromu (MERS) koronavirüsünün elektron mikroskobik görüntüsü. Tüm koronavirüsler, dış yüzeylerinde bir kronun noktalarına veya Latince’deki “korona” ya benzeyen dikenli çıkıntılara sahiptir. İnce uçlu proteinleri çekirdek içerisinden viral yüzeye uzanır ve virüsün vücuttaki spesifik hücreleri “tanıyıp virüsün bu hücrelerin üzerine bağlanmasını” sağlar. Bu birleşme, virüsün genetik materyalini serbest bırakmasına ve hücrenin iç mekanizmasını ele geçirmesine izin verir. Koronavirüsler, insanlar arasında, enfekte kişilerin nefes aldıklarında, öksürdüklerinde veya hapşırdıklarında dışarı attığı solunum damlacıkları yoluyla bulaşabilir.
COVID-19’a erken dönemde uyarı yapmaya çalışan ancak Çin’de hükümet tarafından susturulan sekiz doktordan biri olan Dr. Li Wenliang. Dr. Li, 7 Şubat’ta hastaları tedavi ederken koronavirüsten dolayı öldü. Ölümü, Çin hükümetinin virüse yaklaşımına yönelik ciddi bir hayal kırıklığı yarattı ve Çin sosyal medyasında büyük tepkilere neden oldu.
COVID-19 Üzerine Bir Okur Mektubu
Gelişmekte olan koronavirüs krizinin haberlerini ve analizlerini takip ediyorum ve bu konudaki bazı gözlemlerimi sunmak istedim. Bu üç soru ışığında gelişmeleri değerlendirmeye çalışıyorum:
Ne oluyor?
Neden oluyor?
İnsanlığın çıkarları nelerdir?
İşte ortaya çıkan bu kriz hakkındaki bazı düşüncelerim, iki ana temaya ayrılmıştır: COVID-19 Coronavirus Krizine İlişkin Bazı Temel Bilgiler ve Perspektif; ve Trump/Pence Faşist Rejimi Bu Krizi Daha da Kötüleştirdi – Ve Tehlike Henüz Yeni Başlıyor.
Coronavirus Krizine İlişkin Bazı Temel Bilgiler ve Perspektif
Yeni koronavirüs (COVID-19) doğal bir fenomendir, ancak nasıl ele alındığı toplumsal bir bağlamda gerçekleşir. Çin’de çıkan virüs COVID-19’dur ve koronavirüs adı verilen biyolojik olarak bağlantılı bir virüs ailesinin bir parçasıdır. Çin’deki bu virüsün patlak vermesi ve Çin’deki yayılması öngörülmeyen ve beklenmedik bir durumdu. “Gündemin dışındaydı” ve bu anlamda doğal bir felaket ya da kaza gibi de görülebilir. Bu durumu bir kasırga ile karşılaştırabilirsiniz. Yaşanan tam bir küresel salgın (pandemik) (Bu bilgi Dünya Sağlık Örgütü tarafından açıklanmıştır), büyük ölçekte doğal bir felakettir.
Doğal afetler gibi, bu durumun insanları nasıl etkilediği ve nasıl ele alındığı toplumsal bir bağlamda gerçekleşir. Sınıflara ve diğer çok önemli toplumsal bölünmelere ayrışmış bir toplumda yaşıyoruz. Küresel olarak bütün dünya, bir yanda ABD, Japonya ve Batı Avrupa’daki ülkeler gibi bir avuç emperyalist ülke ile diğer yanda bu ülkelerin ezdiği ve genellikle Üçüncü Dünya olarak adlandırılan pek çok ülke arasında bölünmüş durumdadır. Özellikle bu süreç, günümüzde dünya uluslarının ve halklarının birbirine bağlı olduğu ve birçok ülkede iktidarda veya muhalefetteki faşist hareketlerin bulunduğu bir bağlamda gerçekleşmektedir. Tüm bu faktörler bu durumun nasıl teşhis edildiğine, kelimenin nasıl yayıldığına, insanların nasıl tedavi edildiğine ve nihayetinde kimin hayatta kalıp ve kimin öldüğüne zemin hazırlamaktadır.
Koronavirüs ailesi bilim insanları ve sağlık uzmanları tarafından bilinen bir ailedir; ancak bu durum bilim insanlarının fenomenin nasıl ve ne zaman gelişeceğini, belirli tezahürlerinin veya nerede ve ne zaman patlayacağını tahmin edebileceği anlamına da gelmez. 2002-2003’teki SARS (şiddetli akut solunum sendromu) salgını farklı bir koronavirüsten kaynaklanmıştır. SARS, yüksek mortalite oranına sahip olmasına rağmen, bu kadar kolay yayılmamıştır, bu yüzden dünya çapında binden az insan hayatını kaybetmiştir. COVID-19’dan ise en az 3.000 kişi hayatunı yitirmiş bulunuyor.
Bu virüslerin altında yatan özellikler bilim insanları tarafından incelenmekte ve konuyla ilgili araştırılmalar devam etmektedir. Virüsün nasıl ortaya çıktığı ve evrimleştiği, nasıl mutasyona uğradığı (değiştiği), farklı insanları nasıl etkilediği -bazı durumlarda bir türden diğerine nasıl yayıldığı- çalıştıkları başlıklardan bazılarıdır. Bilim insanları ayrıca toplumsal faktörlerin virüslerin gelişimi ve yayılması ile nasıl etkileşime girdiğini de inceliyorlar. Bu duruma, COVID-19 gibi virüslerin iklim değişikliği ile olan ilişkisi, yaban hayatını ve buradaki yaşam alanlarını çevreleyen insanlar, göç hareketleri ve kapitalist sistemle bağlantılı küreselleşme de dahildir. Bununla birlikte, bu yeni hastalıkların daha derininde ve genel olarak altında yatan nedenlerinin ve dinamiklerinin yanı sıra, toplumla etkileşime girme biçimlerinin de bilimsel olarak bilinebilir olması bu spesifik salgının ne zaman ve nerede olacağını tahmin etmeyi mümkün kılmıyor.
COVID-19 kolaylıkla yayılır. Tıp uzmanları bu virüsün insandan insana nispeten kolay yayıldığı konusunda (soğuk algınlığı ve nezle yayılması gibi) uyarı yapıyorlar. Bu noktada ifade edildiği üzere, virüsten etkilenen kişilerin yüzde 80’i hiçbir belirti göstermeyecek veya sadece hafif şekilde hastalanacak… Ve bu durum virüsün yayılmasını daha da hızlandırabilecek.
Bununla birlikte, şimdiye kadar görülenlere dayanarak yaşlılar ve kronik hastalıkları veya diğer sağlık sorunları bulunan kişiler arasında virüs gripten daha ölümcül olacak. Salgının merkezi olan Çin’in Wuhan şehrinde sağlık profesyonelleri ve işçiler de ağır darbe aldı. Nispeten genç doktorlar ve hemşireler hayatını kaybetti. Çin’de hastaları tedavi edenler için ciddi bir koruyucu donanım sıkıntısı var ve diğer ülkelerden hemşirelerin yardımlarına başvurmaları yönünde çağrılar yapıldı. Bu durum, birçok önde gelen sağlık hizmeti sağlayıcısının hastalığa yakalandığını ve çalışmaya devam edemediğinin de bir göstergesi olabilir.
COVID-19, ABD emperyalist hegemonyası tarafından daha da kötü bir duruma getiriliyor. ABD’de halk sağlığı görevlilerinin muhtemel hastalara yönelik çok fazla kaygısı olsa da, dünyanın halihazırda COVID-19 ile mücadele etmeye çalışan geri kalanına yardıma yönelik harekete geçmede neredeyse hiçbir kaygıları bulunmuyor, ayrıca hükümet fonu, uzman desteği veya gerekli çaba gösterilmiyor.
Örneğin İran’da ne olacağını bir hayal edin. İran şu an büyük bir COVID-19 salgını yaşıyor. İran ABD’nin “yaptırımlarının” olduğu bir ülke ve ABD’nin siyasi diktelerine uygun hale getirmek için İran’a ve İran’dan ticari ve finansal işlemlere yasaklar getiriliyor, ki bu durum ekonomiyi zaten felce uğratmış durumda. Yaptırımlar, COVID-19’dan çok önce dahi ilaç sıkıntısı ve daha geniş bir sağlık krizine neden oldu. Bu yaptırımlar zaten birçok ölümün sebebi; bu durum şu an ne anlam ifade ediyor?
ABD emperyalizmi de dahil, dünyanın genel olarak emperyalizm tarafından tahakküm altına alınması, dünyanın başka yerlerini -Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerini- aşırı yoksulluk, aşırı kalabalık yaşam koşulları ve kötü sağlık sistemleriyle karşı karşıya bıraktı. Bu durum, milyarlarca insanı bu modern vebalara olması gerekenden çok daha savunmasız hale getiriyor ve gereksiz ölümlere neden oluyor. Bu süreç, koleranın Haiti’de ve AIDS ve Ebola virüsünün Afrika’daki korkunç etkilerinde ve bu hastalıkların yayılmasında, ayrıca bu salgınlara karşı ağırdan alınan ve oldukça zayıf uluslararası yanıtlarda görülebilir. Virüsler sınırları veya milliyetleri tanımasa da, emperyalist ülkeler kendi memleketlerinde -servetleri, nispeten daha yüksek gelirleri, eğitim standartları ve genel olarak gelişmiş sağlık sistemleri ve altyapıları ile- en az sağlık kaynaklarına sahip olan ve genellikle virüsten en kötü etkilenen ülkelere nazaran daha etkili bir yaklaşım geliştirebilmişlerdir.
Bilim insanlarının, tıp uzmanlarının, sağlık çalışanlarının ve sıradan pek çok kişinin virüsle başa çıkmada ve olası hastaları önlemeye çalışma konusunda kahramanca çabaları olsa da, bu salgını durdurmaya çalışan insanların samimi çabaları dünya emperyalist sisteminin mevcut görünümü, onun ekonomik ilişkileri ve siyasi öncelikleri ile gölgelenmektedir. Zaten bazı ülkeler küresel salgının nasıl yenileceğine odaklanmak yerine, kendi popülasyonları için sınırlarını kapatıp ve kaynak istifliyorlar (şu an Çin’in ve dünyanın diğer bölgelerinde umutsuzca ihtiyaç duyulan tıbbi koruyucu giysiler gibi).
Virüsten sorumlu ABD yetkilileri, bu ülkede veya herhangi bir yerde ihtiyaç duyan kimseye herhangi bir aşı veya tedavi vaadinde dahi bulunmuyor. Sağlık ve İnsan Hizmetleri Sekreteri Alex Azar, aşı ve diğer önlemlerin geliştirilmesi için devlet fonlarının yanı sıra bazı özel yatırımların da olacağını ve bu yatırımcıların kâr elde etmeleri gerektiğini savundu. ABD’nin, koca bir kıta hastalıktan dolayı perişan olurken ve on milyonlarca insan gereksiz yere hayatını kaybederken, hayat kurtaran AIDS ilaçlarını Afrika’da kullanmayı yıllarca reddettiğini unutmamak gerekiyor.
COVID-19 koronavirüsünün yayılması ve bunu durdurmak için alınan bazı önlemler birçok toplumun normal işleyişini halihazırda bozmuş durumda. Çin hükümeti (liderlerinin ve çeşitli kesimlerin iddialarının aksine, Çin’i yönetenler gerçekte komünist değildir) virüsün en ciddi şekilde etkilendiği bölgelerde 45 milyon kişiye benzeri görülmemiş bir karantina uyguladı. Vaka kümeleri görülen ülkelerde seyahat kısıtlamaları daha yaygın hale getirildi. Virüs salgınları Avrupa’yı vurdu. Güney Kore, İran’da pek çok bölgeye uzandı. Hükümetler yayılımı sınırlandırmaya veya yavaşlatmaya çalıştıkça, toplumun normal işleyişi bozuluyor ve bu durum milyonlarca insanı etkiliyor. Lombardiya’nın büyük bölümü (Milano çevresi – İtalya’nın ikinci büyük şehri) ve kuzey İtalya’daki diğer eyaletler “kapatıldı”… Japonya’da tüm okullar iki aylığına kapatıldı… Suudi Arabistan’daki İslami kutsal mekanlar yabancı ziyaretçilere kapatıldı.
Bu alt üst oluş dünya ekonomisini de etkiledi. Kapitalizm-emperyalizm tüm dünya ekonomisinin esas ekonomik çerçevesidir; dünyanın her yerine nüfuz eder. Dünya birbirine bağlı hale getirilmiş, yaşamın temel ihtiyaçlarının ve lükslerinin üretimi ve dağıtımı için küresel tedarik zincirlerine bağımlı hale getirilmiştir, iPhone gibi bir şeyin montajı Çin’deki ter atölyelerinde yapılmaktadır, ancak elektronik bileşenleri ve parçaları dünyanın birçok yerindedir ve nihai olarak, ürün tüketim için küresel olarak sevk edilmektedir. Tıptan elektroniğe, makine parçalarına kadar her şey, şirketlerin en fazla kar elde edebileceği ülkelerde yapılır. Daha sonra bu ürünler dünyayı çevreler ve şu anda geniş çaplı olarak bozulan tedarik zincirlerine takılır. ABD de dahil olmak üzere dünyadaki borsalar düşüşte, bu durum virüsün küresel ekonomi üzerindeki etkisinin bir göstergesidir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bu noktada az sayıda resmi vaka bulunuyor. Ancak uzmanlar, neredeyse hiç test yapılmadığına dikkat çekiyorlar. 1 Mart itibarıyla, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) 500’den az test yaptığını doğruladı, ancak ilk COVID-19 vakasının ABD’de teyit edilmesinden bu yana yedi hafta geçti. Buna karşılık Güney Kore’de 100.000 kişi test edildi. Esasen CDC birkaç gün öncesine kadar, pandemi uzmanlarının önerdiği gibi solunum yolu hastalıkları ile hastaneye yatırılan herkesi test etmek yerine, yalnızca Çin’deki Wuhan bölgesine seyahat eden veya orada yakını bulunan insanları test ediyordu. CDC, Kaliforniya’da bir haftadan fazla bir süre boyunca sağlık görevlilerinin COVID-19 virüsü olduğunu düşünen bir hastayı test etmedi. Tahmin edileceği üzere bu hastanın testi pozitifti – yani aslında virüse yakalanmıştı. Bunun da ötesinde, CDC’nin ABD’de çevre şehirlere gönderdiği test kitleri bozuk çıktı ve kullanılamadı! Bu noktada testlerin neredeyse tamamının başarısız olmasından ötürü, hiçkimse ABD’de kaç COVID-19 vakası olabileceğini veya bunun ne kadar hızlı yayılacağını bilmiyor.
Trump/Pence Faşist Rejimi Bu Krizi Daha da Kötüleştirdi – Ve Tehlike Henüz Yeni Başlıyor
Trump/Pence faşist rejimi, COVID-19 koronavirüsünün etkisini ciddi şekilde kötüleştirebilecek önlemler aldı. İktidara geldikten sonra, Trump/Pence rejimi ABD bulaşıcı hastalık altyapısını zayıflattı, kritik konumdaki yetkililere baskı yaptı ve CDC’nin bütçesini (başarısız bir şekilde) kesmeye çalıştı. COVID-19 kriziyle karşı karşıya kaldığında, Trump yönetimi başlangıçta ABD’deki olası salgınla başa çıkmak için 2,5 milyar dolar tahsis edeceğini açıkladı. Bu, ihtiyaç duyulan asgariden çok daha az. Daha da kötüsü, Trump bu noktada virüsün yayılmasından daha fazla etkilenen insanlara yardım için hiçbir vaatte bulunmadı.
Trump/Pence rejimi hatta daha da suçlu ve temel bir şekilde, bilime, bilimsel yönteme ve bilim insanlarına karşı bir savaş başlattı. Zaten CDC uzmanlarına ve yetkililerine kamuya brifing vermemelerini söylendiğine dair haberler bulunuyor. Sağlık ve İnsan Hizmetleri çalışanları, muhtemel koronavirüs enfeksiyonu nedeniyle ABD askeri üslerinde karantinaya alınan kişilerle ilgilenmeleri için herhangi bir eğitim veya koruyucu ekipman olmadan gönderildiler. Bu durumu bildirdiklerinde ise “takım oyuncusu” olmamakla suçlandılar!
Trump, ABD’nin çalışmalarına başkanlık etmesi için Hıristiyan köktendinci-faşist başkan yardımcısı Mike Pence’i atadı. Pence, İncil’e harfi harfine bağlı biridir. Pence, evrim teorisinin doğru olduğuna inanmaz. Bilime karşı bir haçlı seferi başlatmıştır. Uluslararası bir pandemi uzmanı, kendisine verilen bu görev üzerine tweetinde şöyle dedi: “OMG!” (“Aman Tanrım!”). Bu insanlık için suçtur. Randevusunun açıklandığı basın toplantısında kimse bunu bile sormadı.
Ardea Skybreak, Evrim Bilimi kitabında SARS koronavirüsü hakkında bugünkü COVID-19 ile oldukça bağlantılı bir noktaya değinir: “Biyolojik evrim hakkında bazı temel gerçekleri hesaba katmadan SARS virüsü ve salgını (ve onunla en iyi nasıl başa çıkılacağı) hakkında hiçkimse önemli bir şeyler anlayamaz. Her şeyden önce, biyolojik evrimin temel ilkeleri bu özel virüsün genetik yapısını tanımlamaya ve SARS virüsünün ilişkili olduğu diğer virüsleri ortaya çıkarmaya yardımcı olur… Bu evrimsel bilgi, sırasıyla, hangi ilaçların ve/veya aşıların SARS virüsü üzerinde etkisi olabileceği veya olmayabileceğini göstermeye çalışır… ”
Trump/Pence rejiminin ve daha genel olarak da emperyalizmle güçlendirilen ulusal şovenizmin göçmenleri şeytan gibi göstermesi durumu, özellikle de Çin, Güney Kore ve virüsün başladığı diğer Asya ülkelerinden gelen kişilere karşı irrasyonal bir yabancı düşmanlığını pekiştirdi. Chicago gibi şehirlerdeki Chinatown restoranları hiçbir mantığı olmamasına rağmen şu an sinek avlıyor! Ve bu durum çok daha çirkinleşebilir. İhtiyacımız olan şey, bir halk sağlığı kriziyle başa çıkmak için birlikte mücadele edecek ve birlikte çalışacak insanlardır.
Bu arada, bir yanda Çin hükümeti ciddi bir sağlık krizinin zorluklarını karşılamak için mücadele ederken, öte yanda Steve Bannon ve Ticaret Bakanı Wilbur Ross gibi Trump’ın faşist stratejistleri mevcut durumu emperyalist rakipleri Çin’i içeriden zayıflatma fırsatı olarak görüyor.
Faşist Trump rejiminin mensupları, Demokrat Parti’deki rakiplerini ve medyayı ekranlarda ekonomiye ve yönetime zarar vermek için kasıtlı olarak panik yaratmaya çalışmakla suçluyorlar. Bu durum, bilim insanlarının ciddi bir tehdide dikkat çeken görüşlerini küçümsemeleri ile de örtüşüyor. Bununla birlikte, eğer virüs bu ülkede ciddi bir şekilde yayılmaya başlarsa, Trump ve faşistlerin bu durumu ABD’de faşizmi sağlamlaştırmak ve baskıcı önlemler almak için kullanacaklarını ve göçmenlere ve diğer ülkelerden halklara karşı korku ve nefreti daha da yoğunlaşlatırmak için çalışacaklarını kestirmek hiç de zor değil.
Dipnotlar:
*Kıyamet Günü teolojisi, İncil’deki “Mesih’in ikinci gelişi” üzerine yani kendisinin yakında geleceği ve bu gerçekleştiğinde geride kalan herkes cehenneme gidecek olsa bile “tüm gerçek Hıristiyanların” cennete geçeceği kehanetine dayanır. Bu düşünceye göre İsa Mesih “Deccal” ile destansı bir savaşa liderlik edecektir ve Dünya’da 1.000 yıllık bir Tanrı Krallığı kuracaktır.