Evin Hapishanesinden Bir Grup Tutuklunun Acil Bildirisi

23 Haziran pazartesi günü, İsrail savaş uçaklarının Evin hapishanesini hedefleyen hava saldırısı sonrası yönetim binalarının bazı kısımları, hapishane reviri ve hapishane savcısının güvenlik ofisi ciddi hasar almıştır. 4. koğuşun bir kısmı çökmüş ve camlar patlamıştır, bazı tutuklular ise hayatlarını kurtarmak için alt kata koşarken yaralanmıştır.

Hapishane reviri bilfiil yok edilmiştir ve koğuşların içerisinde yaralıları tedavi edecek temel tesisler bulunmamaktadır. Hapishane yetkilileri yaralıları dışarı transfer etmeyi reddetmekte ve esasen onları bakıma ulaşamayacakları bir yerde terk etmektedir.

Bu sırada güvenlik güçleri ve hapishane güvenliği koğuşlara yoğun bir biçime konuşlanmışlardır. Yardım önermek yerine baskı ve kontrol atmosferini yoğunlaştırmışlardır. Tutuklulara karşı tehdit, gözdağı ve baskı saldırıdan bu yana ciddi derecede yükselmiştir.

Hapishanenin dışında Evin’e gelen yollar kapatılarak ailelerin buraya ulaşması engellenmektedir. Buna rağmen bir grup aile üyesi bütün riskleri göze alarak Evin hapishanesinin önünde toplanmıştır.

Kuşatılmış ve savunmasız tutuklular olarak bildiriyoruz:

Bombalamadan da, yıllardır hayatımızı ve onurumuzu kıran organize şiddetten de kaçacak hiçbir yerimiz olmamıştır.

Kamuya, ailelere, bütün uyanmış vicdanlara sesleniyoruz:

Sessiz kalmayın.
Acilen Evin Hapishanesinin önünde toplanarak hayatlarımızın kurtarılmasına yardım edin.

Yaralıyız, tehdit ediliyoruz ve her an hayatımız elimizden alınabilir.

— Evin Hapishanesinden Bir Grup Tutuklu 23 Haziran 2025




ABD Emperyalizmi İran’a Saldırıyor ve Nükleer Suç İşliyor! Cevap Olarak Tüm Dünyada İnsanlığın Kurtuluşunun Bayrağını Kaldırın

Amerika’nın faşist başkanı Donald Trump, bugün (22 Haziran) akşam saatlerinde İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerine sığınak delici (bunker-buster) bombalarla saldırdığını duyurdu. Bu canice saldırı, uluslararası hukukun açık ihlali olup, nükleer tesislere saldırıyı insanlığa karşı suç olarak tanımlayan normları çiğnemektedir. Bu savaş suçu, İran’ın geniş bir bölgesini bu saldırılar sonucu ortaya çıkacak radyoaktif yayılıma maruz bırakacak; bu da milyonlarca insanın yavaş yavaş topluca katledilmesi ve bu topraklard aki halkların nesiller boyu nükleer bulaşmata maruz kalması anlamına gelmektedir. Bu nükleer suç, dünyada daha yıkıcı savaşların önünü açmıştır. Amerika, 20. yüzyılda Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerini yok eden atom bombalarını atan ilk emperyalist güç olmuştu; şimdi ise 21. yüzyılda nükleer suç işleyen ilk emperyalist güç olmuştur.

Bu suç karşısında, dünyanın halkları güçlü bir tepki göstermeli ve Bob Avakian’ın şu çağrısını bilinçli mücadelelerin temel şiarı haline getirmelidir:

“Dünyanın halkları olarak bizler, bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmesine ve insanlığın kaderini belirlemesine artık izin veremeyiz. En hızlı biçimde alaşağı edilmeleri gerekmektedir. Böyle yaşamak zorunda olmadığımız da bilimsel bir gerçektir.”

Vicdan sahibi tüm insanlara çağrımız şudur: Bu mücadelelerde, İran halkıyla dayanışmanın bir ifadesi olarak bile olsa Ortaçağ zihniyetli, gerici İslam Cumhuriyeti’nin çürümüş bayrağını kaldırmayın. 46 yıldır bu rejim saldırgan polisi ve askeri güçleriyle her türlü muhalefeti ve halkımızın daha iyi bir toplum özlemini bastırıyor. ABD ve İsrail’in saldırganlığı karşısında kasaba ve köylerde estirdiği terörü arttırıyor ve siyasi tutsakları saldırıya açık yerlerde tutmaktadır. İsrail ve ABD’nin suçları kesinlikle İslam Cumhuriyeti’nin desteklenmesi için bir meşrulaştırmamalıdır. Böylesi bir pozisyon sadece İran halklarına ihanet etmek ve onların emperyalizmle gerici İslam Cumhuriyeti rejiminden özgürleşmiş bir gelecek umutlarına darbe vurmaktır. Son tahlilde böylesi bir “destek” ABD ve İsrail’in çıkarına olacaktır. Bunun yerine direniş ve dayanışmanın yıldızının işlediği kurtuluşun kızıl bayrağını kaldırın. Bu bayrak, kapitalist emperyalist düzenden doğan emperyalizme ve gerici rejimlere karşı mücadelede birleşmiş bir dünyayı temsil etsin.

Dünya halkları, her adımında yüz milyonlarca insanın yaşamını mahveden, savaş ve yıkımı yaşam biçimi haline getirmiş bu kapitalist sistemden keskin bir şekilde kopmalıdır. Bambaşka bir yaşam biçimi için; ekonomik temelleri tamamen farklı, siyasi sistemleri baştan sona değişmiş, insanlar arasında özgürleştirici ilişkileri güvence altına alan ve dünya halklarının büyük çoğunluğunun temel ihtiyaçlarını karşılamayı ve en yüce özlemlerini gerçekleştirmeyi hedefleyen özgürleştirici toplumlar kurmak için savaşmalıyız.

Emperyalizm ve İran İslam Cumhuriyeti olmayan bir İran için, ABD ve İsrail’in saldırgan savaşına karşı İran’da ve dünyada geniş bir birlik oluşturmak için ilerleyelim!

Dünya halkları: İran’daki bu devrimci hedefin gerçekleşmesi için bizimle birlikte olun, bu temelde İran halkıyla enternasyonalist dayanışma için omuz omuza mücadele edin!

İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist)

22 Haziran 2025

 




İsrail’in Saldırılarına İlişkin Oryantasyon Notları

 

13 Haziran Cuma sabahı İsrail savaş uçakları İran’a karşı geniş çaplı bir bombalamaya girişti. Saldırılar nükleer tesisleri ve Tahran’da dahil olmak üzere birçok farklı noktaya gerçekleştirildi. Saldırılar sonucu İran genelkurmay başkanı ve Devrim Muhafızları komutanı öldürüldü. İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım devam ederken gerçekleşen bu saldırılar tam da ABD ve İran, İran’ın nükleer programını müzakere edecekken gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde Trump olumlu bir sonuç almak ile ilgili “güveninin gittikçe azaldığını” belirtmiş, hemen akabindeyse ABD, Irak’da dahil olmak üzere bölgedeki ülkelerden diplomatik personelinin ailelerinin bölgeyi terk etmesi uyarısı yapmıştı.

İsrail’in saldırılarına İran’ın cevap vermesi ve takip eden süreçte yapılan açıklamalar var ancak henüz olayların nereye varacağını kesin olarak bilmesek de bazı temel oryantasyon noktalarını koymamız gerekir:

  1. İsrail devleti niteliği itibariyle soykırımcı ve işgalci bir apartheid devletidir. Bütün saldırıları gibi bu saldırısı da gayrimeşrudur. İsrail, Ortadoğu’da nükleer silahlara sahip TEK ülkeyken günün birinde silah geliştirme potansiyeli kazanabileceği gerekçesiyle İran’a saldırması haksız ve gayrimeşrudur.
  2. 7 Ekim saldırılarının akabinde Filistin halkına karşı bir soykırım savaşı başlatan İsrail, ABD’nin tam desteği ile bölgede İran destekli güçlerin etkisini büyük ölçüde kırmıştır. Şimdi ise kendisini Ortadoğunun en baskın gücü olarak konumlandırma hamleleri yapmaktadır. Şimdilik bu saldırıların devamında ABD’nin tutumunun nereye evrileceğini bilmesek de şunu biliyoruz: ABD, on yıllardır bütün hükümetlerinde bu hedefi desteklemiştir. Ve bugün Trump, İsrail’i hiç olmadığı kadar fanatik bir biçimde desteklemektedir. Bugün daha büyük bir savaşın sorumluları ABD ve İsrail olacaktır.
  3. Saldırılar sonrası Türkiye’de ilerici, sosyalist güçlerde ortaya çıkan tepkilerin bir kısmı bu gayrimeşru saldırıyı kınarken İran’dan yana tavır takınmak oldu. Bu, İran’da başta Kürt halkı, kadınlar ve devrimciler olmak üzere toplumun ileri katmanlarının üzerine bir karabasan gibi çöken teokratik faşist rejimin zımnen desteklenmesi anlamına gelir ve bu gericiliği güçlendirir. Soykırımcı işgal devleti İsrail’e karşı tavır almak ve her türlü saldırısının karşısında durmak her ilkeli insanın takınması gereken bir tavırdır ancak bu, gerici rejimleri açık veya zımnen destekleyerek sağlandığı takdirde bu tavır başka bir gericiliğin hegemonik olarak güçlenmesine ve çelişkili bir biçimde karşısında durulan gericiliğin de güçlenmesine vesile olur. İnsanlık için hiçbir temel pozitif yönü bulunmayan miadı dolmuş iki güç arasında seçim yapmak son tahlilde iki gericiliğin de güçlenmesiyle sonuçlanır.
  4. Türk hakim sınıfları uzun bir süredir Ortadoğu’daki gelişmeler ve Ortadoğu’nun 7 Ekim sonrası yeniden konfigürasyonunda bir yandan “iç cepheyi tahkim” stratejisi izlemekte, Öcalan ile müzakereler yapmakta, Suriye’ye dolaylı ve dolaysız türlü müdahaleyle süreçte aktör olmaya çalışmaktadır. Diğer yandan ise soykırıma karşı hamaset politikası izlemekte hem İsrail ile ticaretini sürdürmekte hem de radar üstlerini soykırımcı işgal devletine kalkan yapmaktadır. Bugün rejimin İran’a yapılan ve İran’ın cevap vererek devam ettirdiği saldırılarda takındığı tavır aynı hamasi diplomasinin sürdürülmesidir. Bu tavır objektif olarak ABD emperyalizmine ve bölgedeki askeri üssü olan İsrail’e hizmet eden bir tavırdır.
  5. Bu saldırı dünyayı daha da tehlikeli bir hale getirmiştir. İsrail ve İran arasında gerçekleşebilecek bir bölgesel savaş hızlı bir şekilde Ortadoğu’da daha geniş kapsamlı bir savaşı ve hatta nükleer cephanelikleriyle emperyalist güçlerin dahil olabilecekleri ve bildiğimiz haliyle insanlığın sonunu getirebilecek bir dünya savaşının potansiyelini de içerisinde barındırır. Bu her vicdanlı insanın karşı olması gereken bir durumdur.

Bütün bunlar Bob Avakian’ın daha önce dile getirdiği şu ifadelerin önemini bizlere bir kez daha hatırlatır:

"Dünyanın halkları olarak bizler, bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmesine ve insanlığın kaderini belirlemesine artık izin veremeyiz. En hızlı biçimde alaşağı edilmeleri gerekmektedir. Böyle yaşamak zorunda olmadığımız da bilimsel bir gerçektir.”



Ukraynalı Lider Volodymyr Zelensky ile Trump Arasındaki Ayrışma Üzerine Üç Büyük Yalan ve Önemli Gerçekler

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz makale Trump’ın iktidara gelir gelmez, Ukrayna’da nasıl bir siyasal yönelim izlediğine ve Zelensky ile canlı yayında gerçekleşen tartışmanın alta yatan nedenleri üzerine değinmektedir. Yazıyı kaynağından okumak için tıklayınız.


Geçtiğimiz cuma günü, Donald Trump ve Başkan Yardımcısı JD Vance Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşı bitirme müzakereleri üzerine tartışmak için Ukrayna Başkanı Volodymyr Zelensky’yi konuk ettiler. Rusya üç seneden biraz uzun bir süre önce Ukrayna’ya saldırmıştır ve askerler ve sivillerle toplam yüzbinlerce insan bunun sonucunda yaşamını yitirmiştir. ABD/NATO ittifakı Ukrayna’nın askeri hareketlerini desteklemiş, ancak asker göndermemiştir. Ukrayna’yı, emperyalist rakipleri olan Rusya’ya karşı bir vekalet savaşı olarak kullanmışlardır. Trump başkanlığa geldiğinden bu yana savaşı sonlandırmaya kararlıdır ve Rusya’yla ilişkileri değiştirmek için çalışmaktadır.

Beyaz Saray müzakerelerinde Zelensky, ABD’nin Ukrayna’daki değerli maden kaynaklarından (bunlara mikroçipler ve diğer modern teknoloji için esas olan nadir toprak elementleri de dahildir) büyük bir pay almasına izin vermiştir. Bu, Biden yönetimi döneminde ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı yardım için bir geri ödeme olarak gösterilmiştir. Fakat Zelensky bu imtiyazlar karşısında bir ateşkes anlaşmasının ilerlemesinin ABD’nin, Rusya’nın gelecekteki bir saldırısına karşı “güvenlik garantisi” vermesini gerektireceğini söylemiştir, güvenlik garantisi en azından ABD’nin askeri desteği anlamına gelmektedir. Trump bunun sözünü vermeyi reddetmiştir. Savaşın arka planı hakkında bilgi almak için bu linke tıklayabilirsiniz.

Müzakerelerin sonunda Trump Beyaz Saray basın mensupları karşısında bir oturum için Zelensky’yi dışarı çıkartmıştır. Bu oturumda Zelensky güvenlik garantileri üzerinde inatçı olmuştur ve Putin’in güvenilmezliği üzerine tekrar tekrar uyarılar yapmıştır (Tabii ki Zelensky ABD’nin Rusya’ya Ukrayna’ya karışmayacağı ve Rusya’ya yakın Doğu Avrupa ülkelerini ABD önderliğindeki NATO askeri ittifakına kabul etmeyeceği üzerine verdiği ve tekrar tekrar ihlal ettiği garantilerden bahsetmemiştir). Basın toplantısının sonuna doğru Vance, Zelensky’yi saygısızlık yaptığı, Ukrayna’nın savaştaki vahim durumunu gerçekten anlayamadığı ve ABD’ye yeterince teşekkür etmediği iddiasıyla azarlamıştır. Trump da sonrasında Zelensky’ye çıkışmış ve onu küçümsemiştir. Zelensky’ye sözleşme maddeleri dikte edecek durumda olmadığını, ABD olmadan Ukrayna’nın elinde “hiçbir oynayacak kart kalmadığını” ve Putin’in Trump ile yapacağı herhangi bir anlaşmaya saygı göstereceğini -ancak Zelensky davranışlarını teşekkür etme yönünde değiştirmedikçe hiçbir şeyin ilerlemeyeceğini- söylemiştir. Kısacası: ya anlaşmayı kabul et ya da tek başına savaş.

ABD’nin NATO müttefiki olan Avrupa ülkeleri ve ABD içerisindeki liberal politikacılar ve yorumcular Zelensky’ye karşı açıkça gerçekleştirilen sindirici hareketleri şaşkınlık ve öfke ile karşılamışlardır. Bunun hemen sonrasında farklı emperyalist (ve reformist) siyasetçiler ve yorumcular gerçeği gizlemek -yani örtbas etmek ve anlatıyı çarpıtmak- için pek çok farklı hamle yapmıştır. Bu son derece büyük risk içeren ve karmaşık bir durumdur ve her şey radikal bir biçimde neredeyse günbegün değişmektedir. Bu duruma gerçeğin yüzeyinin altına inebilmeyi mümkün kılacak bilimsel bir metodoloji ile yaklaşmak çok önemlidir. Bu da yalanları ortadan temizlemeyi ve rekabet içindeki güçlerin duruşları ve söylemlerinin arkasındaki gerçek maddi çıkarları ve çerçeveyi belirleyen altta yatan canlı dinamiklere inebilmeyi gerektirir.

1.) Yalan: Donald Trump barış için ve nükleer savaşın önüne geçmek uğruna mücadele etmekteydi ve nankör Zelensky ona pervasızca saygısızlık ederek bu şansı ortadan kaldırmaya çalıştı.

 

Gerçek: Yapmacık davranışlarına rağmen Trump barış için de, 3. Dünya Savaşı’nı engellemek için de çalışmamaktadır.

Rusya’nın işgalinin hemen ardından ABD/NATO ittifakı devasa boyutta askeri destek, istihbarat yardımı ve askeri tavsiyelerin yanı sıra Rusya’ya karşı ileri derece ekonomik savaş açarak da Ukrayna’nın yanında bu çatışmaya katılmıştır. Böylelikle ABD-NATO ittifakı bu kanlı çatışmayı kendileri ve Rusya arasındaki bir emperyalistler arası vekalet savaşına dönüştürmüşlerdir. Bu durum uygarlığa son verebilecek bir nükleer savaşın çıkma tehlikesini ciddi derecede arttırmıştır.

Trump uzun bir süredir daha temel emperyalist çıkarlardan -özellikle de artan bir ciddiyetle ABD egemenliğine meydan okuyan yükselen emperyalist güç Çin ile olan rekabetten- bir sapma olarak gördüğü bu savaşa karşı çıkmaktaydı. Ancak cuma günü dramatik bir şekilde gördüğümüz üzere bu savaş henüz tamamlanmamıştır. Dahası herhangi bir “anlaşma” savaşın temel sebepleri ile başa çıkmayacak ve çıkamayacaktır. Bu temel sebepler kapitalist-emperyalist sistemde ve bu sistemin “büyü ya da öl” mantığının emperyalistleri kendi egemenlikleri altındaki bölgeleri genişletmek ve en nihayetinde diğer emperyalistlerle çatışmak zorunda bırakmasıdır.

Aynı zamanda Zelensky ile Trump-Vance arasında cuma günü yaşanan çatışma ABD ile son 80 yıldır onun en yakın müttefikleri olan Batı Avrupa ulusları (Almanya, Fransa, İngiltere ve diğerleri) arasındaki keskinleşmekte olan çatışmayı daha da yoğunlaştırmıştır. Bu onlarca yıl boyunca bu ülkeler temel olarak NATO şemsiyesi altında kendi emperyalist çıkarlarını daha iyi ilerletebilmek için kendilerini ABD’ye tabi kılmış ve ABD politikalarını desteklemiştir. Şimdi Zelensky’nin de parçası olduğu eşi görülmemiş kamuya açık tartışma ile bütün bunlar sorgulanmaktadır.

Bir önceki hafta JD Vance ve Elon Musk’ın nasıl Almanya’daki “neo”-Nazi partiye arka çıktıklarını ve Trump’ın da Avrupalı faşist partilerle dolu olan “Muhafazakâr”1 Siyasi Hamle Konferansında konuşma yaptığını, Steve Bannon’ın Nazi selamı verdiğini vurgulamak da önemlidir.

Önceki haftanın başlarında Almanya’nın -Avrupa’nın en güçlü ülkesi- yeni seçilen başkanı Friedrich Merz şimdiki önceliğinin “adım adım ABD’den bağımsızlığa erişebilmek için olabildiğince hızlı bir biçimde Avrupa’yı güçlendirmek” olduğunu söylemiştir. Merz bunu takiben “Washington tarafından [Alman seçimlerine] yapılan müdahalelerin Moskova tarafından yapıldığını gördüklerimizde daha az sert, daha az çarpıcı ve en nihayetinde daha az küstah olmadığını” söylemiştir. Fareed Zakaria bu genel eğilimi “sismik” (deprem gibi) bir kayma olarak nitelendirdiğinde diğer liberal yorumcular adına da konuşmaktaydı. Zelensky ile olan mesele bütün bunları daha da ilerletmiştir.

Bütün bunların hiçbir yerinde “iyiler”, tarafında durulacak “daha iyi güçler” yoktur. Bunlar kapitalist-emperyalist güçlerdir: hepsi “büyü ya da öl” mantığı ile ilerlemekte ve her biri bunu milyarlarca insanın parçalanan vücutlarıyla ruhları ve bütün dünyanın doğasının yok edilmesi üzerinde gerçekleştirmektedir.

Burada bir ironi görebilirsiniz: Pek çok çarpıtması ve yalanının arasında Trump eşsiz bir doğrudan bahsetmiştir – Ukrayna’daki çatışma 3. Dünya Savaşı riskini taşımıştır ve taşımaya devam etmektedir. Ancak Trump’ın bu müzakerelerde ısrarcı olması barış istemi sebebiyle değil, ABD’nin asıl rakibi olan Çin ile rekabette daha güçlü bir konumda olacağı bir durum istemindendir. Bütün bunların nereye gideceğini söylemek bu noktada imkansızdır.

2.) Yalan: Trump ABD tarafından oluşturulmuş olan ve ABD’nin önderlik etmekte olduğu “tarihin büyük kazanımlarından” biri olan (sözde) “kural temelli uluslararası düzeni” riske atmaktadır.

 

Gerçek: Son 80 yıl boyunca ABD’nin dünyaya kapitalist-emperyalist hükmetmesi devasa -ve tamamen gereksiz- bir boyutta açlık, korkunçluk ve acımasızca şiddetli baskı damgasını taşımaktadır.

Neredeyse tüm liberal yorumcu ve siyasetçilerin bitmek bilmeyen ve açıkça söylemek gerekirse ahlaki açıdan kör yorumlarının aksine bunlar ABD’nin “önderliğindeki” “özgürlük ve demokrasiye hizmet eden” küresel düzenin sonu değildir. Son 80 yıl ABD’nin sömürü imparatorluğunun genişletilmesine ve ABD hükmünün sürdürülmesine karşı meydan okumaları savuşturmaya hizmet eden küresel bir ABD egemenliği çağı olmuştur. ABD 2. Dünya Savaşı’nın sonunda üste çıkan güç olmuştur ve o zamandan bu yana dünya 500 milyondan fazla çocuğun açlıktan veya tedavi edilebilir hastalıklardan ölümüyle yüzleşmiştir. Milyarlar hala kapitalist-emperyalistlerin devasa zenginliklerini yaratmak için acımasız sömürü ile ezilmiştir ve ezilmeye devam etmektedir. Buna dünyanın madenlerinde, tarlalarında ve ter atölyelerinde çalışan 150 milyon çocuk da dahildir. Neredeyse 10 milyon insan 2. Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana düzinelerce ülkede direkt olarak ABD’nin savaşları ve ABD direktifindeki askeri müdahaleler sonucunda ölmüştür. Bu sistemin sürdürdüğü “kurallar” bunları dayatmaya hizmet etmektedir.2

Bütün bunlar Bob Avakian’ın 2025 Yeni Yıl Bildirisi olan 2025: Yeni Bir Yıl, Yeni Zorluklar, Son Derece Gerçek Korkunçluğun Karşısında Eşi Benzeri Görülmemiş Pozitif Bir Yolda İlerlemek makalesinde etkili bir biçimde yer almaktadır.

 

3.) Yalan: Volodymyr Zelensky Trump’a karşı direnişi ile gerçek bir kahramandır.

Gerçek: Volodymyr Zelensky daha zayıf bir kapitalist gücün hâkim sınıfının bir temsilcisidir ve kendi ülkesi için ABD kapitalist-emperyalist bloğu içerisinde ve onun parçası olarak en iyi anlaşma için mücadele etmektedir.

Trump ve onun aşağılık dalkavuğunun Zelensky’ye yaptığı şey iğrenç bir kabadayılık gösterisidir. Bu davranışın faşistlerin karakteri ve ahlaki konusunda ortaya çıkardıkları üzerine ciltlerce yazı yazılabilir.

Ayrıca gerçek şudur ki Putin Ukrayna halkına karşı korkunç savaş suçları işlemiş bir kasaptır ve tekrardan, bunlar emperyalist çıkarlara hizmet etmek uğruna yapılmıştır. Ancak bu suçlar kesinlikle Gazze halkına karşı İsrail tarafından gerçekleştirilen ve ABD tarafından finanse edilen korkunçluklardan daha büyük değildir ki bunlar da kapitalist-emperyalist egemenliğin hizmetinde gerçekleştirilmiştir. Canavarca hamleleri gerektiren ve bu hamleleri emreden ve gerçekleştirenleri canavarlaştıran şey tam da bu kapitalist-emperyalist sistemin kendisidir.

Ukrayna halkı bütün bunlar arasında acımasızca ve kinikçe kullanılmış ve büyük acılar çekmiştir. Ancak Zelensky için gözyaşı dökmeyin – kendisi birkaç sene önce tarihin en acımasız imparatorluğu olan ABD’nin tarafını tutarak o grubun bir parçası haline gelmiştir. Tahminen bunu kendi ülkesinin çıkarları olarak gördüğü ABD isimli katil imparatorluğun ganimetlerinden parça koparmakta ilerlemek için yaptı. Onun mücadelesi emperyalist yemek masasını sallamak değil, o masada daha güvenilir bir sandalye kazanmaktı. Şimdi kendisinden önce gelen pek çoğu gibi mesele son noktaya geldiğinde bizzat hizmet ettiği sistemin mantığına göre kendisinin ve yönettiği halkın son derece “gözden çıkarılabilir” olduğunu görmektedir.

***

Son iki haftadır görmekte olduğumuz şeyler Trump’ın emperyalist savaş tehlikesini azaltmak için cesur bir hamlesi de, sözde büyük bir başarının (ABD/NATO ittifakı) şimdi trajik bir biçimde bir kenara atılması durumu da değildir. Aksine bu son iki hafta emperyalist sistemin gittikçe artan bir dengesizliğe ve insanlık için tehlikeli bir duruma doğru genel olarak hızlanan bir biçimde ilerlediğini göstermiştir ve bu durumla kapitalist-emperyalist sistemin sınırları içerisinde başa çıkılamaz.


Dipnotlar:

  1. Bu konferansın “muhafazakâr” olarak isimlendirilmesi 20 yıl öncesinde Bob Avakian’ın yaptığı bu gözlemi hatırlatıyor: “Birkaç kez daha söylemiş olduğum gibi: Bu gericilerin kendilerini tanıtırken ‘muhafazakâr’ sözcüğünü kullanmasına izin bile verilmemelidir. ‘Nah Muhafazakâr, bu insanlar Nazi’ demeliyiz.
  2. The Republican Party Is Fascist. 
    The Democratic Party Is Alsoa Machine of Massive War Crimes and Crimes Against Humanity. 
    This System CANNOT Be Reformed—It MUST Be Overthrown
    Republicans, Democrats and U.S. Crimes Against Humanity: A Chart

 




İsrail’in Lübnan’daki ABD Destekli Kana Susamış Katliamı: Suikastler, Kitle Cinayetleri ve Daha Geniş Çaplı Bir Savaş Tehlikesi

Editörün notu: Bu yazı 30 Eylül 2024 tarihinde Devrimci Komünist Parti ABD’nin sesi olan revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Çevirisini dikkate sunduğumuz yazının orijinaline https://revcom.us/en/israels-bloodthirsty-us-backed-slaughter-lebanonassassinations-mass-murder-and-danger-wider-war linkinden ulaşabilirsiniz.


Beyrut, Lübnan, 28 Eylül 2024. İsrail, hastaneler, medikal kuruluşlar, ambulanslar, apartmanlar, itfaiye araçları ve kaçmakta olan insanlar üzerine 1400’den fazla bomba atmakla övünmüştür. Fotoğraf: AFP

Geçen hafta İsrail Lübnan’a ve özellikle de İran tarafından desteklenen İslami köktenci bir organizasyon olan Hizbullah’a karşı suç teşkil eden, kana susamış saldırısını arttırdı.1 İsrail 2000’den fazla hava saldırısı düzenleyerek2 en az 1000 insanı öldürdü, çok daha fazlasını yaraladı, ve yarım milyon kişiyi yerinden sürdü. Bunların büyük çoğunluğu sivillerdi.

Sadece 23 Eylül Pazartesi günü, İsrail 558 insanı katletti3 ve 1600’den fazla insanı yaraladı.

Bu hafta süresince fabrikalar, dükkanlar, evler ve apartmanlar parçalanmış beton, yamulmuş metal ve kırık cam haline getirildi. Hastaneleri sel bastı. Bir adam bomba evlerine isabet ettiğinde 4 yeğenini kaybederken aynı adamın 16 yaşındaki kız çocuğu ise bu saldırıda iki gözünü birden kaybetti.

Cuma günü (27 Eylül) İsrail, ABD tarafından sağlanan “yer altı sığınaklarını imha etmeye yönelik bombaları” da yüksek ihtimalle içeren 80’den fazla bombayı Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürmek (ve sayısızca başka insanı da bu süreçte katletmek) için havadan yağdırdı. Lübnan Sağlık Bakanı İsrail’in hava saldırılarının insanlarla dolu 4 ila 6 katlı yerleşim binalarını tamamen yok ettiğini söyledi: “Bu binalarda olan herkes şu an yıkıntının altındadır”. Patlamalar 5 km kadar mesafede bir yıkım çizgisi oluşturdu ve Beyrut’un 29 km kuzeyindeki evleri ve pencereleri dahi salladı.

Kendini Korumak? İsrail’in Kendini Koruma Hakkı Yoktur

İsrail tekrar tekrar Gazze’deki katliamlarını “kendini koruma” olarak meşrulaştırmaya çalışmıştır ve şimdi de Lübnan’a saldırılarında Hizbullah’ın bir önceki yılın 8 Ekim’inde başlamış olan kısmen düşük seviyeli füze saldırılarını bahane göstererek aynı şekilde katliamlarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu, İsrail’in “işine gelecek şekilde” son 75 yılın tarihini silip atmaktadır. İsrail, gayrimeşru bir devlettir. Filistin köylerinin tamamen katliamdan geçirildiği, kitlesel tecavüzün uygulandığı ve 700.000’den fazla Filistinlinin ülkelerinden sürüldüğü 1948 savaşının desteğiyle kurulmuştur. Bu Filistinlilerin 100.000 tanesi Lübnan içerisindeki mülteci kamplarında kendilerini bulmuştur. Bunu takip eden on yıllarda İsrail, Lübnan’a karşı farklı zamanlarda 5 defa nüfuzlarını arttırmak ve potansiyel bir tehdit olarak gördükleri tüm güçleri ortadan kaldırmak için son derece saldırgan savaşlar açmıştır. Böyle bir bağlamda, “meşru kendini savunma” gibi bir şeyin varlığından söz edilemez.

Savaşın sebebi konusunda söylenen bu büyük tarihsel yalana ek olarak, İsrail açıkça savaşı yönettiği biçim konusunda da yalan söylemektedir. 23 Eylül Pazartesi günü İsrail 1400’den fazla bomba attığını ve bunların Hizbullah’a bağlı 1300 adet askeri hedefi vurduğunu iddia etmiştir. Ancak Lübnan’ın Sağlık Bakanlığı bombaların hastaneleri, medikal kurumları, ambulansları, apartman binalarını, itfaiye araçlarını ve kaçmakta olan insanları vurduğunu açıklamıştır. Öldürülenlerin ve yaralananların şayet hepsi değilse de “çok büyük kısmı” sivillerken bunların en az 24’ü de çocuklardır.

Lübnan: Beyrut’un kuzey banliyölerinde yıkılan bir binadan duman yükseliyor, 28 Eylül, 2024, Fotoğraf: AP

ABD’nin Bu Saldırıyla Bir İlgisi Var Mıdır? Sorulması Gereken Olup Olmadığı Değil, Nasıl Olduğudur

Nasrallah’ın öldürülmesi haberleri ortaya çıktığında ABD “saldırıyla bir alakası olmadığını” ve “önceden bilgilendirilmediğini” iddia etmiştir. Ancak ABD’nin olayı önceden bilip bilmemesi mesele değildir – ABD’nin sadece konuyla ilgisi olması değil, aynı zamanda en nihayetinde bu olaydan sorumlu olmasına sebep olan daha temel bir ilişki söz konusudur.

İsrail, ABD için Ortadoğu ve ötesinde bir askeri, politik ve istihbarat üssü ve saldırı uşağıdır. Geçen yıllarda halkların milliyetçi ya da ABD karşıtı ayaklanmalarını bastırmak ve aynı zamanda ABD’nin hedeflerinin önünde duran ya da diğer küresel güçlerle müttefik olan rejimleri ezmek için hamleler yapmıştır. ABD, Ortadoğu (ve aynın zamanda Latin Amerika ve Afrika da dahil olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde) egemenliğini korumak için İsrail’i güçlendirmektedir. Geniş petrol rezervleri, önemli ticaret yolları ve stratejik konumu sebebiyle bu bölgeyi egemenlik altına almak ABD’nin yöneticileri için opsiyonel bir şey değildir. ABD kapitalizm-emperyalizmi kilit bölgeleri ve esas pazarları ve kaynakları kontrol etmeden ve aynı zamanda diğer emperyalistleri ve bölgesel rakipleri bunlardan uzak tutmadan egemen pozisyonunu koruyamaz. Bu emperyalistler için, özellikle de ABD’nin pek çok küresel sorunla yüzleştiği şu anda İsrail esas ve değiştirilemez bir rol oynamaktadır.

Bu, 1948 yılından bu yana ABD’nin neden İsrail’e (enflasyon için düzeltildikten sonra) 310 milyar dolar civarı ekonomik ve askeri destek sağladığını ortaya koymaktadır. Bu, herhangi bir ülke için sağlanan açık ara en büyük yardımdır. Bu, neden ABD’nin sadece 2009’dan bu yana İsrail’e en az 29.100 hedefli bomba, topçu roketleri ve farklı çeşit füzeler sağladığını da göstermektedir. Bu, Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısını takiben İsrail’in Gazze soykırımına başlamasında neden “ABD’nin İsrail’e yaklaşık 3000 bomba ve on binlerce topçu mermisi de dahil uçaklarca silah gönderdiğini” ve o zamandan bu yana en az 3,5 milyar dolar silah ve askeri destek sağladığını da açığa çıkarmaktadır. Buad aynı zamanda sadece bu hafta içerisinde Biden-Harris yönetiminin İsrail’e 8,7 milyar dolarlık yeni bir askeri destek sağlamasının da nedenidir.

Bütün bunlar aynı zamanda soykırımcı Joe Biden ve başkan yardımcısı ve başkan adayı Kamala Harris’in İsrail’in Lübnan’daki devasa bombalama hareketini ve Nasrallah’ı öldürmesini destekleyen bildiriler yayınlamasının da nedenidir. Biden, Nasrallah’ın öldürülmesini “onun mağdurları için bir adalet tenezzülü” olarak nitelendirdi ve ABD’nin “İsrail’in kendini Hizbullah ve diğer İran destekli gruplar karşısında savunma hakkını sonuna kadar desteklediğini” tekrarladı. Ayrıca Harris de “İsrail’in güvenliği için yıldırılamaz kararlılığını” tekrarladı. İkisi de İsrail’in masum kişileri katletmesini eleştirmedi.

Daha Geniş, Çok Daha Ölümcül Bir Savaş Potansiyeli

Bu yazının yazıldığı sırada İsrail’in Lübnan’a karşı bombalı saldırıları devam etmektedir. İsrail ayrıca Başbakan Netan-Nazi’nin herhangi bir ateşkes anlaşması konusunu elinin tersiyle itmesi ve sadece Hizbullah ve Lübnan’ı değil, İran’ı da tehdit etmesiyle görüleceği üzere bir askeri işgale hazırlanmakta da olabilir. Bu sırada Biden, Pentagon’a “Ortadoğu bölgesindeki ABD askeri güçlerinin savunma duruşunu daha da güçlendirmeleri” talimatını vermiştir.

Hizbullah gerici bir İslami köktenci organizasyondur ve halka karşı suçlar işlemiş, insanlığın kurtuluşunun karşısında durmaktadır. Ancak İsrail’in Nasrallah’ı öldürmesi Lübnan’ın bağımsızlığının bir ihlalidir, İsrail’in bir başka savaş suçudur ve açıkça provokatif bir olayı tırmandırma girişimidir. Nasrallah, Ortadoğu’da önemli bir politik ve askeri güç ve İran’ın ABD ve İsrail karşısında “direniş ekseninde” önemli bir müttefiki olan Hizbullah’ın lideriydi.

Lübnan: İsrail’in saldırıları Beyrut’un güneyindeki yoğun yerleşimler olan bölgede 4 ila 6 arasında yerleşim yerini tamamen yok etti, 28 Eylül 2024, Fotoğraf: AP

Şimdi onun öldürülmesi eski politik-askeri denklemi ve anlayışı bozmakta ve Ortadoğu’daki duruma büyük bir belirsizlik ve patlayıcılık katmaktadır. Bu kontrolden çıkarak çok daha geniş ve çok daha ölümcül bir savaşa yol açarak bu bölge ve dışında milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atabilir.

İsrail’in Lübnan’daki tırmanan saldırıları öncesinde yayınlanan sosyal medya bildirisi REVOLUTION #87 “ABD ordusu – seks köleliği, ve insanlığa karşı diğer suçlar – suçlu bir sistemi dayatmak” içerisinde devrimci lider Bob Avakian, şu kritik gözlemde bulunmuştur:

İsrail’in hareketlerini politik ve askeri olarak destekleyerek ABD hükumeti sadece Filistinlilerin soykırımcı katline imkân sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda İran ile potansiyel bir savaşın ve hatta daha geniş ve daha yıkıcı bir savaş olasılığını da arttırıyor. Aynı zamanda Ukrayna’ya büyük çapta silah, istihbarat ve stratejik bilgi sağlayarak Biden/Harris yönetimindeki ABD hükümeti indirekt olarak Rusya ile savaştadır ve Çin ile askeri bir yüzleşme içinde de hazırlık yapmaktadır. Bütün bunlar nükleer silahlara sahip emperyalist güçler arasında bildiğimiz şekliyle insan toplumunu yok etme olasılığını da içeren bir dünya savaşının çıkmasına sebep olabilir.

Bu çağrının tekrardan aciliyetine vurgu yaparak:

Dünyanın halkları olarak bizler, bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmesine ve insanlığın kaderini belirlemesine artık izin veremeyiz. En hızlı biçimde alaşağı edilmeleri gerekmektedir. Böyle yaşamak zorunda olmadığımız da bilimsel bir gerçektir.


DİPNOTLAR:

1-) Bu savaş iki hafta önce başlamıştır. Bknz. Israel Booby-Traps Pagers – Murdering Dozens and Wounding Thousands in Lebanon, Escalating Danger of Regional War, revcom.us, 23 Eylül 2024. Lübnan 5,5 milyon nüfuslu, baskı altına alınmış, Connecticut eyaletinden küçük, İsrail’in hemen kuzeyinde Akdeniz kıyısında yer alan bir ülkedir.

2-) Sadece bir önceki hafta içerisinde İsrail Lübnan’da Hizbullah karşıtı 2000’den fazla hava saldırısı düzenlemiş ve Gazze’de Hamas karşıtı neredeyse her gün yaptığı bombalamalara devam etmiştir. Israel Likely to Have Enough Weapons for Multiple Conflicts, New York Times, 27 Eylül.

3-) What Lebanon Looks Like After Israel’s Historic Airstrikes, New York Times, 24 Eylül 2024.




ABD Emperyalizminin Ahlaksız Ve Çılgın Nükleer Savaş Hazırlığı: Devrime İhtiyaç DUYMAMIZIN BİR ACİL NEDENİ DAHA! 

ABD/NATO’nun yanı sıra Rusya’nın da motivasyonu, gangsterlerin motivasyonudur. Hükümetin başında ülkelerinin hükümdarları oldukları için “meşruiyet” iddiasında bulunan gangsterler. Fakat bu gangsterler yalnızca belirli bir yerdeki arazi için savaşmıyorlar, uğruna savaştıkları “arazi” bütün dünyadır. Bunlar nükleer silahlar da dahil olmak üzere, tüm insanlığı öldürme kapasitesine sahip güçlü kitle imha cephanelerini kontrol eden gangsterlerdir. 

-Bob Avakian, “YASAL GANGSTERLER”- NÜKLEER SİLAHLI GANGSTERLER”

ABD hükümeti, neredeyse tamamen kamuoyunda gizli bir şekilde nükleer cephaneliğini “yükseltme” çabasında. Yeni ölümcül savaş başlıkları yapmakta, yeni ve daha fazla ölümcül silahlar inşa etmekte. Bunlara sadece birkaç örnek olarak: 

 1) ABD, 1970’lerden beri okyanuslarda devriye gezen mevcut filosunun yerine yepyeni bir nükleer denizaltı filosu inşaat ediyor. Okyanusun derinliklerinde saklanabilen, tespit edilmesi ya da yerinin belirlenmesi çok zor olan, dünya nükleer değiş tokuşlarla yakılmış olsa bile düşmana nükleer füzeler fırlatabilen bu yeni tür denizaltılar, ABD filosunu güçlendiriyor. Tek bir denizaltı, 2.Dünya Savaşı’nda atılan tüm bombaların ateş gücüne sahiptir. (Dipnot 1) 

2) Yeni ve daha da tehlikeli nükleer silahlar tasarlayan üç ABD nükleer silah laboratuvarı, işlerini büyütüyor. Son senelerde, binlerce eleman işe alıp üniversite kampüslerinde iş alımı yapıyorlar. (Dipnot 2 ve 3) 

3) Nükleer silah “tetikleyicileri” plütonyum ve uranyum elementleri tekrardan yapılmaya başlandı. (“Tetikleyici” hidrojen kullanarak –“hidrojen bombası”- çok daha güçlü bir patlamaya sebep olan bir tür nükleer silahtır.) En son bu tetikçiler, 1980ler zamanında, ABD ve Sovyetler Birliği arasında nükleer savaş tehdidinin en yüksek olduğu zamanda fazla sayıda yapılmıştı. 

Bu sadece ABD’nin nükleer gücünde devam etmekte olan muazzam “yükseltme” ve genişlemeye değinmektedir. ABD’nin önümüzdeki yıllarda yeni nükleer silahlara yapacağı yatırımlara ilişkin tahminler 1 ila 2 trilyon dolar arasında değişmektedir. (Dipnot 4) 

“GECE YARISINA 90 SANİYE” 

Bu kocaman, istinadı tetik silahları nükleer Holokost’un kazara başlayacağı riskini de arttırıyor (Dipnot 5). Çılgınca ve tehlikeli mantık: Silolarda duran son derece hızlı füzelerin üzerinde güçlü nükleer silahlar var ve ABD’dekiler Rusya’dakileri, Rusya’dakiler de ABD’dekileri vurmak için yönelmiş durumda. ABD yıllar boyunca birçok kez Rus füzelerinin ya da uçaklarının saldırdığını iddia eden yanlış elektronik sinyaller almıştır -bazen bu sadece sistemde bir hatadan ötürü olmuştur- ve bu sinyal Rusya’ya büyük bir nükleer saldırı düzenleyip düzenlememeye ya da ABD füzelerinin tamamını muhtemelen “kaybetmeye” karar vermek için sadece birkaç dakika bırakmaktadır. Bu tür bir “kazara” fırlatma, gerilimin yükseldiği ve çok tehlikeli olduğu bu dünyada daha da olasıdır. Nükleer savaşa ne kadar yakın olduğumuz konusunda uyarıda bulunan Atomik Bilim İnsanlarının Bülteni’nin “Kıyamet Günü Saati” şu anda gece yarısına 90 saniye kala durumunda, yani şimdiye kadarki en yakın durumda.  

Nükleer savaşın ölümcül tehlikesi tekrardan ve tekrardan yakın zamandaki krizlerle karşımıza çıkmakta: 

1) İsrail’in Gazze’ye karşı soykırım derecesinde vahşi saldırısı (ABD tarafından tepeden tırnağa silahlandırılmış ve kendi nükleer silah zulasına sahip) bölgesel ve hatta nükleer, uluslararası bir savaşa dönüşme riski taşıyor.  

2)  ABD ile Çin arasında yoğunlaşan ve ABD’nin Çin ile Tayvan adası arasındaki çatışmalara askeri olarak müdahale etme tehditleriyle iyice keskinleşen çatışma, nükleer savaşa dönüşme tehdidini de beraberinde getiriyor.   

3) Ve daha geçen hafta yenikomunizm.com sitesinde yayınlanan makale Ukrayna’da bu ciddi potansiyelin tekrardan keskinleştiğine işaret etti.  

Nükleer silahlarını arttıran tek ülke ABD değil. Rus nükleer silahları çok büyük bir ölçüde yenilenmekte ve daha da ölümcül bir güç haline getirilmektedir. Çin ise bu korkunç oyuna geç kalmış olarak yetişmek için yarışıyor ve kendi nükleer silahlarını geliştiriyor (Dipnot 6). Bu silahların varlığı ve kitlesel yok oluş tehlikesinin bütün dünya da asılı durması başlı başına insanlığa bir suçtur. Emperyalist güçlerin bu silahları şimdi kullanacakları tehdidi ise bir başka suçtur. 

ABD POLİTİKASI NÜKLEER SİLAHLARIN “İLK KULLANIMI” KENDİ BAŞINA BÜYÜK BİR SUÇTUR 

ABD’nin açık politikası, çıkarlarının tehdit altında olduğu bir kriz ya da çatışma durumunda, karşısındaki güç nükleer silahlara sahip olsa da olmasa da ya da nükleer silah kullanma tehdidinde bulunsa da bulunmasa da ilk olarak nükleer silahları kullanacağı yönündedir (Dipnot 7). ABD, nükleer silahlarının ilk kullanımını reddetme sözü vermesi yönündeki çağırıları defalarca reddetmiştir. Aklınızda tutun: ABD’nin şu anda sahip olduğu nükleer cephaneliği, 2.Dünya Savaşı sırasında Japonya’ya attıklarından 80 kat daha güçlüdür. On yıllardır ilan edilen ABD stratejisi -bu devasa cephanelik sadece diğer kötü güçleri “caydırmak” için olduğu- büyük bir yalandır. ABD’nin bir çatışmada ilk olarak nükleer silah kullanmaya istekli olduğuna dair halka açıklanan gerçek politika, ABD emperyalizminin mutlak ahlaksızlığının bir işaretidir (Rusya’da aynı politikaya sahiptir). Bu, insanlığın ne kadar büyük bir tehlike içinde olduğunun göstergesidir. Ve bu sadece bir politika değildir -Bu politika, ABD’nin nükleer silah kullanma tehdidinde bulunduğu uzun geçmişli bir tarihi destekler. 

Ve nükleer silahı bulunan bütün güçler arasında, bu gücü dünyaya getiren ve bu gücü kullanan TEK güç ABD’nin kendisidir. ABD DEFALARCA kriz zamanlarında bu nükleer silahları kullanmakla tehdit etti -kitlesel çatışmalarda büyük bir potansiyel kulüp.  

New York Times’da yakın tarihte yayınlanan büyük bir makale nükleer silahlar ve onların getirdiği korkunç tehlikeler hakkında bir alarm verdi. Fakat NY Times sanki dünyada iyilik için belirleyici güç ABD gibiymiş gibi bunu sundu. Ve ABD’nin nükleer silah tehlikesini düşürmesinde oynayacağı eşsiz bir rol varmış gibi: “Bugün nükleer güvenlik ağı pamuk ipliğine bağlı. İyi haber ise yeniden dikilebilir. Amerikan liderliği, Washington’un bu görev için uluslararası desteği bir araya getirmesini gerektiriyor -fakat aynı zamanda örnek bir liderlik görevi üstlenmesi gerekiyor” (Dipnot 8). Times’ın neyi savunduğu hakkında açık olmamız gerekiyor: Tehlikeli ve istikrarsız bir “güvenlik ağını” “yeniden dikme” hedefi, başlı başına korkunç ve iflas etmiş bir hedeftir. Bu “güvenlik ağı” hiçbir zaman nükleer güçler arasında bir terör “dengesinden” fazlası değildir. Ve

Amerikan “liderliği” nükleer felaket tehlikesine yol açmıştır, açmaktadır ve sadece de yol açabilir.  

Acil olarak ihtiyaç duyulan şey, bu silahları dünyaya getiren ve küresel egemenliği sağlamak için kullanan sistemin mümkün olan en kısa sürede sona erdirilmesi ve her şeyden önce, ABD emperyalizmin sona erdirilmesidir. İhtiyacımız olan şey bu sistemi yıkan ve yeni bir sisteme yol açacak olan -nükleer silahların her türlü kullanımını reddeden ve dünyada kullanımına son vermek için fiilen mücadele eden yeni bir devrimci sosyalist hükümet- gerçek bir devrimdir.  

TAMAMEN ÇILGINLIK OLAN BU SİSTEMİN KENDİSİDİR! 

ABD’nin mevcut nükleer silah gelişimi, Demokrat ve Cumhuriyetçi başkanlıklar döneminde, egemen sınıf çevrelerinde çok az tartışmayla ilerlerdi (Dipnot 9) (Her ne kadar Trump, Obama’nın yeterince nükleer silahları yeteri kadar hızlı geliştirmediği konusunda tartışma yaratmış ve yeni nükleer silah gelişimini hızlandırmış olsa da Biden, Trump’ın hızından devam etti.) Şok edici ve korkunç gerçek şudur: Bu silahlar, ABD’nin mevcut küresel krizinden bir numaralı ezici ve gezegenin sömürücüsü olarak çıkma planının temel bir parçasıdır.  

İnsanlığı yok edebilecek nükleer silahları kullanmak ile tehdit ederek ve potansiyel olarak kullanarak dünya hakimiyeti mi?! Bu kulağa tamamen çılgınca geliyor. Nükleer silahları bu şekilde kullanmak insanlığın çıkarları açısından tamamen çılgınlıktır. Fakat sadece tek bir pozisyondan “akıllıcadır” -kapitalist-emperyalist imparatorlukların gangster mantığı. Onlar, dünyaya hakim olabilmek için gezegeni riske ATACAKLARDIR. Kapitalist-emperyalist güçler, kendi çıkarlarını HER ŞEYDEN öne koyarlar bu durum insanlık ırkının olası sonu olsa bile. Ve bu durum ŞU AN DA doruğa ulaşıyor. Nükleer silahlar bu durumun sadece bir parçasıdır: ABD’nin nükleer silahlar için ayırdığı bütçe, ABD’nin toplam askeri bütçesinin sadece %10’u kadardır. Bu bütçe, küresel bir yağma ve sömürü imparatorluğu kurmak için diğer 10 ülkenin askeri bütçelerinin toplamından daha büyüktür.  

Emperyalistlerin bu silahlara sahip olması başlı başına bir suçtur, hem de gerilimin hızla arttığı bir dönemde bu daha da kötüdür. Dünyanın karşı karşıya olduğu tehlikenin bir başka işareti de, nükleer silahlara bazı sınırlamalar getiren ve sayılarını geçici olsa bile düşüren nükleer silahların kontrolü anlaşmalarının başarısızlığa uğraması ve terk edilmesidir. Atomik Bilim İnsanları Bülteni kısa bir süre önce “dünyanın silah kontrol mimarisinin çökmesi ardından üç yönlü bir nükleer silahlanma yarışının ortaya çıkacağı” uyarısında bulunmuştur.  

Bob Avakian’ın bu sözü, problemin tam özüne iner: 

Bu emperyalistlerin dünyaya egemen olmalarına ve insanlığın kaderini belirlemelerine izin veremeyiz. Mümkün olduğu kadar çabuk devrilmeleri gerekiyor. Ve insanlığın böyle yaşamasına gerek olmadığı bilimsel bir gerçektir. 


Yazının İngilizce orijinali için: https://revcom.us/en/us-imperialisms-depraved-and-insane-buildup-nuclear-warone-more-urgent-reason-we-need-revolution 

Dipnotlar: 

1. İkinci Dünya Savaşı sırasında sadece ABD, 2 milyon ton TNT’ye eş değer bomba fırlattı. Bkz Daniel Ellsberg’den The Doomsday Machine, sayfa 52. 

2. Üç ABD nükleer silah laboratuvarları New Mexico’daki Los Alamos, California’daki Lawrence Livermore ve New Mexico’daki Sandia. 

3. LA Times, 23 Aralık 2020,  bkz: https://www.latimes.com/world-nation/story/2020-12-23/under-trump-americas-nuclear-weapons-industry-has-boomed 

4. Atomik Bilim İnsanlarının Bülteni’nin bu makalesi, ABD’nin nükleer silah cephaneliğinin “geliştirilmesine” ilişkin daha kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır: https://thebulletin.org/2024/02/why-the-biden-administrations-new-nuclear-gravity-bomb-is-tragic/?utm_source=Newsletter&utm_medium=Email&utm_campaign=ThursdayNewsletter02152024&utm_content=NuclearRisk_GravityBomb_02132024  

5. Bilim insanlarının nükleer savaş hakkında anlamaya başladıkları şeylerden biri de, nükleer bir takas insanlığı hemen bitirmese bile, eğer yeterince büyük ise, gezegenin neredeyse tamamını kaplayacak kadar toz ve enkaz fırlatıp, güneş ışığını yıllarca engelleyecek, tarımı imkansız hale getriecek ve insanların çoğunu ve birçok hayvan ve bitkiyi öldürebilecek olma potansiyelidir. Buna “nükleer kış” denir. Mevcut anlayışa göre, büyük bir nükleer saldırı “başarılı” olup bir nükleer güç bir başka gücün karşılık verme kabiliyetini yok etse bile, o “başarılı” nükleer saldırı “nükleer kışı” getirip insanlığın sonunu getirecektir.  

6. Nükleer silahlara sahip olan ülkelerin tam listesi: ABD, Rusya, Çin, İsrail, Hindistan, Pakistan, Fransa, Birleşik Krallık ve Kuzey Kore. Fakat çoğu silah ABD, Rusya ve Çin’in elinde. Hem ABD hem de Rusya, nükleer silah anlaşmalarının bir parçası olmuştur ve her birinin sahip olduğu nükleer silah sayısı önemli ölçüde azaltılmıştır, fakat aynı zamanda insanlığı yok etmek için gereğinden çok daha fazlasını ellerinde tutmuşlardır. Rusya, en son çıkarılan büyük New START anlaşmasının artık bir taraftarı olmadığını, ancak nükleer silahlar için belirlenen sınırlar dahilinde kalacağını açıkladı.  

7. Arms Control Association dergisinin, Nisan 2022 tarihinde çıkardığı https://www.armscontrol.org/act/2022-04/news/biden-policy-allows-first-use-nuclear-weapons makalesinden: “Üst düzey ABD’li yetkililer, Biden’ın 2020’de nükleer silahların tek amacının ABD’ye ya da müttefiklerine yönelik bir potansiyel nükleer saldırıyı caydırmak olduğunu ilan etme sözünü yerine getirmemeye karar verdiğini söyledi. Bunun yerine, Obama yönetiminin nükleer silahları sadece nükleer bir saldırıya misilleme olarak değil, aynı zamanda nükleer olmayan tehditlere yanıt vermek için de kullanma seçeneğini açık bırakan bir politikasının bir versiyonunu onayladı.”  

8. https://www.nytimes.com/interactive/2024/03/07/opinion/nuclear-weapons-nytimes.html makalesinden, 7 Mart 2024: Bu yazı, New York times’ın nükleer savaş tehlikesi üzerine hazırladığı büyük bir diziyi duyuran başyazıdır. Times bu konuda hem alarm veriyor, hem de son derece bu tehlikeli durumu, ABD’yi bu konudaki sorumluluğundan kurtaracak ve bunun yerine tehlikenin aslında ABD’nin emperyalist düşmanlarından, özellikle Rusya’dan kaynaklandığını gösterecek şekilde sunuyor.  

9. Egemen sınıfları çerçevelerinde çok az tartışma yaşanmış ve bir bütün olarak bu silahlanmaya kitlenin ilgisi çok az olmuş olsa da, önerilen ve kesilen bazı silah sistemleri tartışma konusu olmuştur.  




İsrail’in Soykırımcı Savaşını Arttıran Üç Yön

Editörün notu: Aşağıdaki yazı 29 Ocak 2024 tarihinde revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.


7 Ekimde İsrail savaşı başlattığından bugüne ABD’nin desteğiyle Gazzeyi cehenneme çevirdi. Bunun amacı ise direkt olarak bir soykırımdır: 2.3 milyon Filistinliyi; öldürmek, ‘’kırmak’’ veya göçe zorlamak.

Daha şimdiden:

  • 14 Gazzeliden biri ya öldürüldü ya da yaralandı. Ölü sayısı 30.000’e yaklaştı ve bunun 10.000’ini çocuklar oluşturuyor. Binlerce kişi kayıp ve bunların öldüğü düşünülüyor. 64.000 yaralı var.
  • Gazze’nin sağlık sistemi büyük oranda çöktü. Savaştan önce varolan 36 hastanenin sadece 16’sı fonksiyonel olmakla beraber; suya, elektriğe ve malzemeye muhtaç bir durumdalar. Çocuklar üzerinde ampütasyonlar anestezi olmaksızın yapılıyor.
  • Dört kişiden biri açlık sınırına yaklaşmış durumda.
  • Epidemik hastalık tehlikesi giderek büyüyor.
  • En az 2 milyon sıradan insan evsiz kaldı veya kaçıyor; ebeveynler, çocuklarına bir şişe su, bir parça ekmek, kalacak güvenli bir yer bulmak için bir arayışta. Ancak gerçekte Gazze’de hiçbir yer güvenli değil.

Ve bu gittikçe daha da kötüye gidiyor. İsrail bombardıman uçakları, tankları ve askerleri kaçan Filistinlileri hedef alıyor, onları daha da güneye veya kuzeye, Mısır sınırına, anavatanlardan dışarıya sürmeye çalışıyor.

İsrail’in UNRWA’ya (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mülteciler için Yardım ve Bayındırlık Ajansı) Saldırması Filistin Halkını Boğmak İçin Yeni Bir Adımdır

Savaş başladığında İsrail Savunma Bakanı ‘’şeridin tamamen kuşatmaya alınmasını’’ emretti ve ‘’elektrik, su, yakıt olmayacak’’ dedi. Gazze’ye yine de kısmi bazı yardımlar ulaştı. Ancak şimdi İsrail, ABD ve yakın müttefikleri bu kuşatmayı daha da sıkılaştırmak istiyor.

UNRWA, 1948 yılında İsrail tarafından vatanlarından edilen Filistinli mültecilere yardım etmek için kuruldu. Savaş başladığından bu yana 152 UNRWA çalışanı öldürüldü.

Şimdi ise İsrail Hamas’ın 7 Ekim saldırılarında-herhangi bir kanıta dayandırmadan- 12 UNRWA çalışanının saldırılara katıldığını iddia ediyor. 13.000 çalışandan 12’si! (UNRWA 7 Ekim saldırısını kınadı ve saldırıları ‘’menfur’’ olarak nitelendirdi.)

Bu suçlamalar yapıldığı anda; ABD, Birleşik Krallık, Almanya, İtalya, İsviçre, Finlandiya ve Hollanda UNRWA’ya yaptığı bütün yardımları kaldırdı, çalışmalarını sekteye uğrattı ve Gazzedeki yaşamı daha da yaşanılmaz hale getirdi.

İsrail Sistematik Bir Şekilde Filistinlilerin Mezarlıklarını Hedef Alıyor

20 Ocak 2024 günü CNN şok edici bir rapor yayınlayarak ‘’en az’’ 16 Filistin mezarlığının yok edildiğini açıkladı (Filistinli olmayanların mezarlarına dokunulmamıştı). Pek çok mezarlık buldozerlerle yıkılmış ve İsrail askeri kuvvetlerinin üssü haline getirilmişti. Başkalarındaysa mezarlar kazılmış, ölüleri çıkartılıp sözde İsrailli rehineler aranmıştır.

Bu saldırılar Siyonist güçlerin anma ve yas mekanlarının korku sahnelerine dönüştürerek Gazzelilerin Filistin ile olan bağlarını tamamen koparmaya, ruhlarını kırmaya ve böylece anavatanlarından “sürüler” halinde çıkarmayı amaçlayan saldırılardır.

Han Yunus’un Tasfiyesi (Güney Gazze)

Ekim ayında İsrail, Gazze şehrinin kuzeyini yok etmeye konsantre olmuştu; yerlilere kaçmalarını emretmiş ve güneye ‘’güvenli’’ geçiş sözü vermiş, ‘’Hamas’ın kökünü kazıdıklarında’’ geri dönebileceklerini söylemişti. Ancak Güney’de herhangi bir güvenli durum olmadığı gibi dönmelerine izin verilmiyor ve ortada dönülebilecek bir Gazze şehri kalmadı, Gazze’nin çoğunluğu yıkıldı. Bunun yerine insanlar daha da güneye sürüldüler. Böylece güney şehri Han Yunus’un nüfusu 400.000’den bir milyona çıktı.

Bütün bunların üstüne 23 Ocakta IDF (İsrail Savunma Güçleri) halkın Han Yunus’u da terk etmesini istedi. 24 Ocakta tank mermileri UNRWA’ya ait bir teknik okul/mülteci kampını vurdu. Çıkan yangınla beraber en az 12 kişi öldü 75’i yaralandı.

Filistinliler İsrail’in saldırılarında vurulan UNRWA’ya ait bir mesleki eğitim binasındaki yangını söndürmeye çalışıyor. Fotoğraf: AP

Han Yunus’ta yerden ateşten kaçan Filistinliler Refah’ta İsrail tanklarıyla karşı karşıya kalıyor.Fotoğraf: AP

Şehir İsrail askerleri tarafından kuşatıldı; şehirdeki üç hastane de ya işgal edildi ya da kuşatma altında diğer bölgeden izole edildi. Yaralılara tedaviye ulaşamıyor ve daha ileri tedavi gerektiren hastalar nakil edilemiyor.

On binlerce mülteci hastane bölgesinde hapis kalmış bir durumda. Bölgedeki bir kadın durumu şöyle anlatıyor: ‘’Şiddetli çatışmalar ve 200’ün üstünde savaş uçağı tepemizde uçuyor…her tarafa düzinelerce bomba atıyorlar; uçak bombaları dışında tank topları ve mermiler her yerde. ‘’Seçimimiz’’ mi? Eğer kalırsak öleceğiz ama gidersek de öleceğiz.’’

Peki nereye gidebilirler? Yeni ‘’güvenli bölge’’ Refah, Mısır sınırında. Gazze’nin nüfusunun yarısı-1.3 milyon insan- şimdi 280.000 yerlisiyle beraber Refahta toplanıyor.

Han Yunus’taki İsrail’in hava saldırılarından kaçan Filistinliler Refah’a ulaşırken. Fotoğraf: AP

Bütün bu olanlarla İsrail’in Filistinlileri Gazze’den şiddetle sürmesinin amacı daha da ortaya çıkıyor. Eğer şimdiye kadar ABD destekli İsrail’in soykırımının durdurulmaması için ayağa kalkmadıysanız şimdi kalkmanız gerekiyor. Ve şayet harekete geçtiyseniz o halde durmayın -bu direnişi her yere yayın ve bütün bu çılgınlığın kaynağına, kapitalizm-emperyalizm sistemine ciddi bir biçimde inin ve bunun çözümü olan gerçek bir devrimle bu sistemi alaşağı etmeyi öğrenin.

https://yenikomunizm.com/israilin-filistine-karsi-abd-destekli-baslattigi-savasa-dair-bazi-temel-hakikatler/




Yemen’den Kore Yarımadasına: Dünya Bir Altüst Oluşun Eşiğinde, Acil Olarak Gerçek Bir Devrime İhtiyacımız Var

Editörün notu: Aşağıda çevirisini bir okurumuzun yaptığı bu yazı 22 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır. Yazının ingilizce orijinali için bkz: https://revcom.us/en/yemen-korean-peninsula-world-upheaval-and-urgent-need-real-revolution#footno te2


İnsanlık inanılmaz derecede tehlikeli bir durumla karşı karşıya. Geçtiğimiz yıllar içerisinde nükleer silahlı emperyalist güçler-ABD, Rusya ve Çin- arasındaki rekabet ciddi seviyede şiddetlendi. ABD ve Rusya, Ukrayna’da tehlikeli ve korkunç şiddetli bir ‘’vekalet savaşı’’ veriyor. ABD ve Çin, Doğu Asya’nın kontrolü için çekişiyorlar ve bunların yanında Rusya ve Çin, ABD’ye karşı bir blok olarak gerici İslamcı İran rejimiyle gittikçe daha da yan yana geliyor. Bütün bunların ortasında ise ABD, İsrail’in Filistin’e karşı bir soykırım savaşı yürütmesi için zincirlerini serbest bırakıp silahlandırıyor.

Bunlar yetmezmiş gibi bölgesel gerici güçler ve yerel güçler kendi hamlelerini yapıyor. ABD boğazına kadar bu vaziyetin içerisinde. Sürekli olarak ‘’barış’’ ve ‘’düzenden’’ söz ediyorlar ancak aslında bütün dünyayı kendi imparatorluklarının stratejik çıkarlarını savunmak için tehlikeye atıyorlar.

ABD Sekiz Günde Yemen’e Sekizinci Saldırısını Düzenledi

Geçtiğimiz Cuma günü ABD Yemen’e füzelerle yoğun yaylım ateşine başladı-sekiz günde altıncı. Bu füzeler; İran tarafından desteklenen, gerici İslamcı bir örgüt olan ve Yemen’in çoğunluğunu kontrol eden Husilerin Kızıl Denizdeki nakliye gemilerine saldırılarına bir yanıttı. Husiler bu saldırılarla ABD ve İsrail üzerinde baskı oluşturarak Filistin halkına karşı yürütülen soykırımcı savaşı durdurmayı amaçlıyor. Ancak ABD, İsrail’in taaruzunu korumakta kararlı ve sonuç olarak Husilere karşı saldırıya geçtiler.

Şimdiye kadar Husiler ABD’nin her bombardımanına gemilere daha fazla saldırıyla yanıt verdi.

Husilerin sürdürdüğü bu meydan okuma ABD’yi zayıf gösterdi ki bu emperyalist bir gangster için tehlikeli bir durumdur. Dolayısıyla ABD bir şekilde ‘’zafer’’ arıyor. Bunun ne anlama geldiği muğlak olmakla beraber bu İran’a bir saldırı şeklini alabilir-böylece İran’a müttefikini ‘’hizaya sok’’ mesajı verilebilir ve bu durum şu an değerlendirme altındadır. Bu durum istenen sonucu verebilir ancak aynı zamanda Rusya ve Çinle yakın bağlarını koruyan İranla açık savaşa da yol açabilir.

İran Güçleri ve Müttefiklerine Karşı Gerçekleşen İsrail Saldırıları Bölgesel Savaş Riskini Arttırıyor

İran İslam Cumhuriyeti (İİC) köküne kadar gerici, kadın düşmanı ve baskıcı teokratik bir rejimdir. 2022 yılında milyonlarca İranlı bu rejime bir son vermek için sokaklara döküldü.

İİC aynı zamanda ABD’nin domine ettiği Ortadoğuda daha da fazla güç isteyen majör bir bölgesel güçtür. İranlılar bu arzularını gerçekleştirmek için zaman içerisinde Hamas ve Lübnan Hizbullahı ve Husiler ile müttefiklik geliştirdi. Aynı zamanda ABD’nin emperyalist rakipleri Rusya ve Çin ile de daha sıkı bağlar geliştiriyorlar.

Bütün bunlar İran’ı ABD’nin tahakkümü için majör bir problem ve bir engele dönüştürüyor. Şimdiye kadar İran savaşa direkt girmekten çekindi ancak müttefiklerini İsrail’e karşı saldırıda farklı şekillerde destekledi. Aynı zamanda geçtiğimiz son birkaç haftada İran’a ve İran’ın Suriye ve Iraktaki askeri liderlerine karşı saldırılar da yaşandı. Bu saldırıların hepsi ABD/İsrail tarafından gerçekleştirilmese de çoğunluğu bu güçler tarafından gerçekleştirildi. Bu saldırılar-belki de kasıtlı olarak- İran’ın savaşa direkt dahil olma şansını arttırıyor.

Geçtiğimiz hafta gerçekleşen İranın füze saldırılarının temel konteksti budur. İran, Irak Kürdistanında vurduğu hedeflerin İsrail ajanları olduğunu iddia ediyor. İran aynı zamanda Pakistan’ın Beluç bölgesindeki Daeş bağlantılı bir milis grubunu hedef aldı (Pakistan’da Güney Asya’da nükleer silahlı bir güç olarak İran’ın Beluç bölgesine missileme saldırısı gerçekleştirdi).

Bir anlamıyla İran kendisine saldıranlara cevap vermiş oldu. Ancak pek çok analist İran’ın İsrail ve ABD’ye ‘’mesaj gönderdiğini’’ düşünüyor. ‘’Eğer bize saldırırsanız pişman olacaksınız.’’ Meseleyi anayurda da taşıyan İİC başkenti Tahran’da Farsça ve İbranice posterler astı: ‘’Tabutlarınızı hazırlayın.’’ Bunun yanı sıra İran Savunma Bakanı dünyanın sayılı füze güçlerinden biri olduklarını hatırlattı.

Bunların üstüne 20 Ocak günü İsrail Suriye’nin başkenti Şama bir füze saldırısı düzenledi ve Suriye’ye danışmanlık yapan beş İranlı askeri danışmanı öldürdü ki bunların üç tanesi generaldi. İsrail’in bir diğer füze saldırısı ise Hizbullah liderlerinden birini öldürdü. Bu saldırılara karşılık olarak İran yanlısı güçler Irak’taki ABD Komuta Merkezine saldırarak pek çok ABD askerini yaraladı.

20 Ocak günü bu gelişmeleri değerlendiren Reuters şöyle yazdı: ‘’Suriye, Lübnan, Irak ve Yemene düzenlenen füze saldırıları Gazzedeki savaşın İran ve müttefiklerini İsrail ve ABD ile karşı karşıya getirecek daha geniş bir bölgesel çatışmaya evrilmesi riskini arttırıyor.’’

Bu emperyalistlerin daha fazla dünyayı hükmetmelerine ve insanlığın kaderini belirlemelerine izin veremeyiz. En hızlı bir şekilde alaşağı edilmeleri gerekir! Ve bu şekilde yaşamamız gerektiği bilimsel bir olgudur!

Kore Yarımadası: ABD’nin Provakatif Hareketleri Nükleer Savaş Tehlikesi Yaratıyor

Kore tarihsel olarak tek bir ülkedir ve tek bir halktır. Kuzeyin Sovyetler tarafından işgal edilmesi (SSCB o zaman hala sosyalistti) ve Güney’in ABD emperyalizmi tarafından işgal edilmesi sonucu İkinci Dünya Savaşı sonrası ikiye bölündü. 1950-1952 arasında ABD ve Güney’deki kukla faşist diktatörlüğü Kuzeye karşı milyonlarca insanın öldüğü ve kuzeyin neredeyse tamamen yok edildiği bir savaş yürüttü. O günden bu yana Kore ikiye bölündüğü gibi imzalanan herhangi bir barış antlaşması olmadığı için teknik olarak hala savaştalar.

75 yıldır Kuzey (bir dereceye kadar Rusya ve Çin tarafından desteklenen) ve Güney (ABD tarafından desteklenen) arasındaki ilişkiye damgasını vuran şey tehditler ve yaygaralardı. ABD, Kuzey Kore’ye 1950’den beri çok sert yaptırımlar uyguluyor. Bu yaptırımlar zaman zaman petrol ve Kuzeyin temel ekonomik kaynağı olan kömürün ihracını engellemek ve hatta şırınga ve tekerlekli sandalye gibi insani yardımları engellemek şeklini alıyor! Uzman raporlarına göre 2018’den beri bu engellemeler 4000’nin üzerinde ölüme neden oldu. Kısmen buna yanıt olarak Kuzey Kore nükleer silahlar ve bu silahları Güney Kore, Japonya ve bir olasılık ABD’nin belirli bölümlerine atabilme kapasitesini geliştirdi.

Yine de Kuzeyin resmi politikası on yıllardır ‘’kardeşleriyle’’ barışçıl birleşme ve ABD ile ilişkileri ‘’normalleştirme’’ şeklindedir ki zaman zaman Güneyle daha yakın ilişkiler geliştirilmiştir.

‘’Özgür Basının’’ Bahsetmediği ABD ve Güney Kore’nin Kuzey Koreye Karşı Gerçekleştirdikleri Savaş Provakasyonları

23 Mart 2023 tarihinde ABD ve Güney Kore ortak bir tatbikat düzenledi (12.000 denizci, 30 savaş gemisi, 70 uçak ve 50 amfibi tipi saldırı aracı). ABD bunun Güneyin ‘’kendini savunabilmesi’’ için rutin bir tatbikat olduğunu iddia etse de amfibi indirmeler tipik olarak başka bir ülkenin işgalinde kullanılırlar. Bu tatbikatı protesto etmek için Kuzey Kore dört adet güdümlü füze fırlattı. 24 Martta ise yeraltında nükleer bir drone test ettiklerini ve ‘’radioaktif tsunami’’ yaratabileceğini iddia ettiler.

2023 Nisanında ABD ve Güney Kore nükleer silahların kullanılmasında koordinasyon antlaşması yaptılar ve ABD, Güney Koreyi Kuzeye karşı bütün askeri gücüyle destekleyeceğini beyan etti.

2023 Mayısında ABD ve Güney Kore, Kuzeyden gelen kapılarında ‘’işgal provasını’’ tolere etmeyecekleri uyarılarına rağmen silahlı güçleriyle Kuzey sınırında atış tatbikatları düzenledi.

2023 Ağustosunda ABD, Japonya ve Güney Kore ile bir anti-Çin/Kuzey Kore ittifakı oluşturdu (Japonya ve Güney Kore tarihsel olarak düşmanlardır nitekim Kore, emperyalist Japonya tarafından 35 yıl işgal edilmiş ve işgal orduları korkunç suçlar işlemişlerdir).

2023 Kasımında Güney Kore’nin yeni sağcı hükümeti Kuzeyin ilk gözlem uydusunu fırlatmasına missileme olarak 2018 yılında yaptıkları askeri antlaşmanın bir kısmını iptal etti (Bahsetmeye gerek yok ki Güney ABD’nin geniş istihbarat teknolojilerine erişime sahip). Kuzey ise missileme olarak bütün antlaşmayı iptal etti ve 2018 antlaşmasında yasaklanan ağır silahlarını iki ülkeyi ayıran askersiz bölgeye getirdi.

29 Aralık 2023 ve 3 Ocak 2024 arasında ABD ve Güney Kore Kuzey sınırında ağır silahlarla beş kez canlı tatbikat gerçekleştirdi. Bundan beri de ABD Kore yarımadasına daha fazla yığınak yapıyor. Bu yığınağın içerisinde nükleer denizaltı, uçak gemisi ve daha büyük bombalar da yer alıyor. Kuzey Kore bu hareketlerin bölgeyi ‘’nükleer bir cehenneme’’ taşıyacağı yönünde uyarıda bulundu.

14 Ocak 2024’te ise Kuzey Japonya’ya doğru bin kilometreye yakın bir füze atış denemesi yaptı.

16 Ocakta ABD, Japonya ve Güney Kore gövde gösterisi olarak belki de görülmüş en büyük bahriye tatbikatınlarını gerçekleştirdiler.

Şimdi bu gergin statüko hızlı bir şekilde dezentegre oluyor. Aylardır ABD ve Güney Kore, Kuzeyi acımasız savaş hazırlıklarıyla provoke ediyor-yeni ortak savunma antlaşmaları, işgali andıran birleşik savaş tatbikatları vb. Buna yanıt olarak Kuzey aleni bir şekilde ‘’barışçıl birleşme’’ ve ABD’yle ‘’normalleşme’’ hedeflerini bıraktı. Artık Güney Koreyi ‘’yabancı’’ ve ‘’saldırgan’’ bir ülke olarak gördüğünü ve büyük bir savaşın olası olduğunu söylüyor (Kuzey Kore’nin resmi açıklamaları genellikle böylesi bir savaşın Güney tarafından başlatılacağını söylüyor ancak ABD basını genelde açıklamaların bu kısmını kasti olarak es geçiyor ve sanki Kuzey sürekli bir savaş başlatmayı planlıyormuş gibi konuşuyor). Basın burada ABD ve Güney Kore’nin provakasyonlarını aklıyor ve sanki olup bitenler Kuzeyin ani ve delice manevraları gibi gösteriliyor.

Güney, ABD’nin devasa nükleer cephaneliği tarafından destekleniyor. Kuzeyin ise hemen hemen 50 nükleer başlığı ve Japonya, ABD’nin Guamdaki askeri üssü ve belki ABD’yi vurabilecek kıtalararası füzeleri var. İki ülkenin de çok güçlü orduları var ve nükleer kullanılmasa bile potansiyel bir savaş iki taraf için de çok yıkıcı olacağı gibi ABD, Rusya ve/veya Çin’i de içerisine alma potansiyeline sahip olacaktır.

Emperyalistler Acımasızca Dünyanın Geleceğiyle Kumar Oynuyorlar: Alternatif İçin Savaşacak Mısın?

Bütün bu çatışmalar çok büyük korkunçluklara açılabilir hatta insanlığın yıkımına yol açabilirler! Bütün bu dinamikler tolere edilemez olduğu gibi gereksizdir de. Devrimci komünistler (Dev-Kom) olarak bizler milyonlara önderlik ederek gerçek bir devrim yapıp kazanmak için her gün çalışıyoruz. Bu kapitalist-emperyalist sistemi alaşağı etmek ve Bob Avakian’ın yazmış olduğu Anayasa temelinde temelden farklı yeni bir sistem, yeni bir yaşama biçimini inşa etmek istiyoruz. Kurulacak olan bu yeni sosyalist devlet ‘’nükleer silah geliştirmeyecek ve nükleer silahların dünyanın her yerinden silinmesi için ve nihai olarak insanlar arasındaki savaşların temeli olan baskı ve sömürü ilişkilerini, kapitalizm-emperyalizmi lağvederek tüm savaşların bitirilmesi için kararlı adımlar atacak, kararlı bir mücadele yürütecektir.’’

Devrimci önder Bob Avakian’ın sözlerine kulak verin:

Özellikle böylesi zamanlarda-dünyada insanlığın geleceğini etkileyecek büyük şeylerin gündemde olduğu zamanlarda, bu ülkede bizi yöneten büyük sömürücülerin ‘’birleşik’’ bir hakim sınıf olarak şeyleri eskisi gibi tutmada zorlandığı ve keskin bir şekilde bölündükleri bu zamanlarda, onları toptan devirmek için sadece acil bir gerekliliğin değil aynı zamanda gerçek bir mümkünlüğün de olduğu bu zamanlarda-eğer bu devrimi hayata geçirmek için her gün çalışan devrimci komünistlerle iletişimde değilseniz, eğer bu devrimi yapmak için çalışmıyorsanız o halde ne halt ediyorsunuz?!




Gazze’deki Savaştaki “Geçici Ateşkes” Neyi Duraklatmadı: İsrail’in ABD Destekli Soykırımı Üzerine

Editörün notu: Aşağıdaki yazı ‘’geçici ateşkesin’’ başlamasının akabinde revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Bir okurumuzun yaptığı çeviriyi takipçilerimizin dikkatine sunarız. Yazının orijinali için bkz: https://revcom.us/en/what-pause-fighting-gaza-has-not-paused-ongoing-us-backed-palestinian-genocide-israel#children


Cuma günü, 24 Kasım’da, İsrail, Gazze’deki Filistin halkına karşı soykırıma varan saldırısını “duraklattı” (Batı Şeria’da ise vahşi “etnik temizlik” hız kazandı). Basıma gittiğimizde, bu “ateşkes” devam ediyor; İsrail, Hamas’ın günde on rehine serbest bırakması şartıyla ateşkese uymayı kabul etti.

 

 

“Geçici ateşkes” neyi değiştirir? Değişmeyenlerle başlayalım:

Bu “ateşkes”, İsrail hükümetinin Gazze’deki yönetim olan Hamas’ı tamamen yok etmeye olan yeminini değiştirmez. Aynı şekilde İsrail Başbakanı Benjamin “Netan-Nazi” Netanyahu’nun, İsrail’in Amalek halkına karşı Kutsal Kitap figürü Saul’un neredeyse tam soykırısını taklit etmesi gerektiğini söylediği gerçeğini değiştirmez. Savunma bakanının her Filistinliyi “hayvan” olarak adlandırıp hayvanlar gibi muamele görmeleri gerektiğini söylediği gerçeği değişmez. (Bu muhtemelen katledilmeleri anlamına gelir.)

Gerçekten de, NetanNazi (Netanyahu) ateşkesin akşamında kabinesine şunları söyledi: “Rehinelerimizi geri vermek için ateşkesin ardından savaşı durduracağımıza dair bir sürü saçmalık var. O zaman şunu açıkça belirtiyorum: Savaş halindeyiz ve savaşa devam edeceğiz. Hamas’ı ortadan kaldırmak, rehinelerimizi ve kayıp olanlarımızı geri getirmek ve Gazze’de İsrail’i tehdit eden hiçbir unsuru bırakmamak için savaşımıza devam edeceğiz.” (İsrail şu anda en hafif muhalefet için bile insanları, hatta İsraillileri hapsettiğinden, bu son ifadenin ne anlama geldiğini düşünün.)

Ateşkeste geçen yedinci hafta boyunca Gazze’deki Filistin halkının su, yakıt, ilaç, gıda ve diğer modern yaşam gereksinimlerinden mahrum bırakıldığı gerçeğini ateşkes değiştirmez. Ateşkes sihirli bir şekilde 1.7 milyon Filistin mültecinin (neredeyse her dört Gazze sakini içinden üçü!) evlerine geri dönmesini sağlamadı. Ateşkes, bu mültecilerin sokaklarda, evlerinden uzakta, insan varlığı için temel gereksinimlere sahip olmadan uyumalarına izin vermedi.

“Ateşkes”, Gazze’deki yıkılan hastaneleri sihirli bir şekilde yeniden inşa etmedi—Savaş, Gazze genelindeki 35 hastanenin 27’sini işlev dışı bıraktı, kalanlar Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sadece kısmen işlevsel. “Ateşkes” aynı zamanda İsrail ordusunun öldürdüğü 5,000’den fazla çocuğu hayata döndürmedi. Ayrıca, Biden’ın İsrail’e bu yıl zaten aldığı 3 milyar doların üzerine ek olarak 14 milyar dolarlık askeri yardım talebini durdurmadı.

 

“Ateşkes”, Gazze’deki koşulların dehşetini değiştirmedi.

Ateşkes yürürlüğe girdiğinde, bir Associated Press muhabiri Gazze’yi “yerleşilemez bir ay manzarası” olarak tanımladı. Tüm mahalleler enkaz ve toz haline getirildi, sayısız ceset altında, ölüm kokusu havayı dolduruyor. Evler, okullar ve hastaneler hava saldırıları tarafından patlatıldı ve tank ateşi tarafından yakıldı. Gazze’nin kuzey yarısındaki bazı binalar hala ayakta duruyor, ancak yarısı harap kabuklardır. Toplu çatışmaların artmasıyla neredeyse bir milyon Filistinli kuzeye kaçtı, buna Gazze’nin en kalabalık şehri olan Gazze Şehri de dahil.

İsrail, mevcut ateşkese kadar 15,000’den fazla hedefi bombaladığını söyledi ve sıkça ABD yapımı 900 kilo ağırlığındaki bombaları kullanarak genellikle apartman bloklarını düzleştirebilecekleri yoğun nüfuslu alanlara saldırdı. İsrail’in Gazze’yi kitlesel olarak bombalamasının sivil halkın hedefi olduğunu gösteren bir ölçü olarak, Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, Rus saldırılarına neredeyse iki yıl boyunca maruz kalan Ukrayna’dan daha fazla kadın ve çocuğun Gazze’de öldüğü bildirildi.

Bu yazıyı yayınladığımız sırada, Gazze’nin 2.3 milyon sağ kalan insanının çoğu, İsrail’in kaçmalarını emrettiği güney bölgesine sıkışmış durumda ve hayatta kalmak için kaynakları yok. Birçoğu brandalar altında sokaklarda uyuyor. Temel insan varlığı için en temel gereksinimlere sahip değiller. BM’ye göre, Gazze’deki su üretimi İsrail’in bombardımanı nedeniyle 7 Ekim’deki durumunun yüzde 12’sinden daha azına düşmüştür.

Bir milyondan fazla insan BM-okullarından dönüştürülen barınaklarda uyuyor. Kuzey Gazze’den sürülen birçok insan, İsrail’in bombardımanında kısa bir ara verme fırsatını değerlendirmek ve kayıp ailelerini kontrol etmek, ölülerini gömmek veya evlerinden birkaç eşya almak için evlerine dönmeyi umuyordu. Ancak Kuzey Gazze’den Güneye tahliye olan yüz binlerce kişiye İsrail tarafından bırakılan bildirilerde geri dönmemeleri konusunda uyarı yapıldı. İsrailli askerler, Gazze Şehri dahil olmak üzere kuzeyin büyük bir kısmını işgal ediyor. Kuzeye evlerine dönmeye çalışan iki kişi İsrailli askerler tarafından vurularak öldürüldü ve en az 11 kişi daha yaralandı.

Sofian Abu Amer, Gazze Şehri’ndeki evine ulaşma girişiminde neden risk aldığını bir muhabire anlattı. “Yeterince giyecek, yiyecek ve içecek yok,” dedi. “Durum felaket. Bir kişinin ölmesi daha iyi.”

 

“Ateşkes” tarafından sağlanan “yardım”, acımasızca bir şakadan başka bir şey değil.

Gazze’nin tarım, balıkçılık, su arıtma, inşaat ve diğer endüstrilerini felce uğratan İsrail ablukasının etkisiyle, Gazze’deki insanlar ithal ve bağışlanan gıda ve diğer temel ihtiyaçlarla hayatta kalmışlardır. BM’ye göre, 7 Ekim’den önce aylık olarak yaklaşık 10,000 kamyon yükü ticari ve insani mallar, yakıt hariç, Gazze’ye giriş yapmaktaydı. Bu, günde yaklaşık 330 kamyon yüküne denk gelir.

Eğer ateşkez dört gün daha uzatılırsa, günde tahmini 50 kamyonun “izin verilmesi”, bu sayıya göre ne kadar küçük bir miktar olduğunu açıkça gösterir. Al Jazeera’ya verdiği demeçte Filistin Kızılayı’nın bir temsilcisi bu durumun sadece “okyanusta bir damla” olduğunu belirtti.

“Ateşkes” veya “ara verme” denilen şey, anlamlı bir şekilde bir ara verme değildir. Şu an için sadece bir bombalama askıya alınmasıdır. Ve bu, sadece İsrail-Gazze sınır kapılarından değil, yalnızca Güney Gazze’yi Mısır ile bağlayan Rafah sınır kapısından geçen yardıma sınırlı bir şekilde müsaade edilmesidir.

Ancak bu, acı, çile ve ölümde bir ara verme değildir.

 

Ateşkesin yaptığı şey, taraflara “zaman kazandırmak” oldu.

Bu çatışmanın ana “oyuncularının” motivasyonlarını ve iç karar alma süreçlerini tam olarak bilmiyoruz. Ancak bu farklı aktörlerin ateşkesi nasıl kullandıklarına dair yaptıkları ve söyledikleri bağlamında bir bakış atabilir ve gerçek dinamiklerin altında daha iyi bir anlam elde edebiliriz.

*Netanyahu, bu ateşkesi, 7 Ekim’deki Hamas’ın İsrail’e düzenlediği baskında alınan 200 rehineden bazılarını geri getirmek ve en azından rehinelerin dönüşünü, savaşın yürütülmesinin üzerine öncelik verme taleplerini karşılamak adına kullanmıştır. Bu sırada Hamas’ın ortadan kaldırılmasına devam etme niyetini açıkça belirtmiştir.

*İsrail, dünya genelindeki öfkenin en azından geçici olarak sakinleşmesini, özellikle ana destekçisi ABD içinde, umabilir. Aynı zamanda, New York Times’ın ifadesiyle, “ateşkes sırasında yeni istihbarat elde etmeye ve savaşın bir sonraki aşaması için plan yapmaya” çalışabilirler. Bu ateşkesi, taktiklerini değiştirip değiştirmemeleri konusunda bir değerlendirme yapmak için kullanabilirler.

*Hamas, en azından bazı İsrail askeri yeteneklerini “ölçmüş” durumda ve şimdi ateşkes sona erdiğinde muhtemelen bir İsrail saldırısına karşı tekrar toparlanma ve güçlenme şansına sahiptir. Ateşkes aynı zamanda Hamas’a, İsrail tarafından tutulan binlerce siyasi mahkumu kendi elindeki rehinelerle takas yoluyla serbest bırakma fırsatı tanır.

* ABD ve Biden yönetimi için, bu ateşkes, Biden’ın İsrail’e tam destek verme konusundaki bölünmüşlüğünün yaşandığı bir dönemde “barış arayışında” gibi görünme imajını verir. Bu mücadele, Demokratlar için ciddi sorunlar yaratmıştır ve bu bölünme, önemli devlet kurumlarına ve seçilmiş Demokrat kongre üyelerinin kadrolarına kadar uzanmıştır. Ateşkes aynı zamanda ABD’ye, özellikle Rusya’nın Ukrayna’daki ve daha genel anlamda Çin’in uluslararası alandaki diğer birçok zorluğuyla başa çıkarken, en azından geçici olarak durumu sakinleştirmek için bir fırsat sunar.

Şu anda umutlar, bu “Geçici ateşkesin” bir kalıcı ateşkes ve ardından bir çözüm getireceği yönünde besleniyor. Ancak şu gerçekler hala geçerlidir:

  • Netan-Nazi hükümeti, Hamas’ın tamamen yok edilmesine ve Gazze’de henüz belirlenmemiş bir yeni rejimin kurulmasıhusularınaaçık bir şekilde bağlı kalmaktadır.
  • Hamas, 7 Ekim saldırısıyla büyük bir kumar oynadı ve şu anda varlığı için mücadele ediyor.
  • ABD, diğer emperyalistlerden (tekrar, Rusya ve daha stratejik olarak Çin) gelen büyük zorluklarla yüzleştiği bir dönemdeİsrail için büyük bir mağlubiyete izin veremez ve bu stratejik bölgede “istikrarsızlık” istemez.

Nereye gideceğini tahmin edemeyebiliriz, ancak bir şey AÇIKTIR: ABD-İsrail soykırım savaşına karşı mücadele “duraklatılmamalı”, tam aksine genişletilmeli, derinleştirilmeli ve sadece İsrail’i değil, onu destekleyen ve bundan yararlanan ABD emperyalizmi sistemine karşı daha net bir şekilde hedeflenmelidir.

“Çocuklarımız savaştan ölmezse, kışın soğuğu ve açlıktan ölecekler.”

İsrail, Gazze’nin zaten kırılgan olan sağlık altyapısını sistematik olarak bombaladı, boğdu ve felce uğrattı. Hamas’ın bir “komuta ve kontrol merkezi”ne ev sahipliği yaptığı iddiası (Bu iddiaya Biden ve ABD destek verdi), İsrail’in Gazze Şehri’ndeki Al-Şifa Hastanesi’ni bombalamasına, füzelerle vurmasına ve işgal etmesine yol açtı. İsrail hastane yöneticilerini tutukladı veya gözaltına aldı ve hastane personelini, hastaları (inkübatördeki bebekleri de içeren), ve hastaneye sığınmak isteyenleri sürdü; bunlar korkunç savaş suçlarıdır. Associated Press muhabiri Josef Federman, Al-Şifa’daki sözde Hamas komuta ve kontrol merkezi “kanıtları” üzerine dar bir “geziye” katılanlardan biriydi. İsrailli askerlerin sunduğu kanıtların en iyi ihtimalle “Şifa’nın altında olduğu iddia edilen karmaşık bir komuta merkezinden çok uzak” olduğunu bildirdi. BBC uluslararası editörü Jeremy Bowen, “İsrail’in şu ana kadar ürettiği kanıtların, İsraillilerin hastanedeki kurulum hakkında kullandığı retorik türünde inandırıcı olmadığını düşünüyorum; bu, Hamas operasyonu için bir sinir merkezi olduğunu öne sürüyordu.” dedi.

İnsan Hakları İzleme’de sağlık hakkında danışman olan A.Kayum Ahmed;”İsrail’in tekrarlayan saldırıları, zaten yasadışı bir abluka tarafından zor durumda bırakılan hastaneleri ve sağlık çalışanlarını zarara uğratmış, Gazze’nin sağlık altyapısını tahrip etmiştir,” dedi. “Hastanelere yapılan saldırılar yüzlerce insanın ölümüne neden oldu ve birçok hastayı uygun tıbbi bakım alamadıkları için ciddi bir risk altına soktu.”

 

Bir sağlık krizi olan durum bir felakete dönüşmüştür. Kasım ortasında, Gazze’ye yağışlı mevsim geldi. Güney Gazze’nin her yerinde, plastik brandaların altında uyuyan çocuklar ıslak kıyafetler içinde titriyor, aşırı yağmur nedeniyle sular altında kalan ve sürüklenen yollar ve açık alanlar çamur haline geliyor. Taşan kanalizasyon ve su altında kalmış sokaklar hızla hastalıkların yayılmasına neden oluyor.

Solunum yolu hastalıkları, İsrail’in soykırımsal bombardımanının geçen ay başlamadan önce Gazze Şeridi’nde ölümün altıncı en yaygın nedeniydi. Şu anda 70,000’den fazla insan ciddi solunum sorunları yaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, on binlerce ishal vakası bildiriliyor ve kurbanların yarısı beş yaşın altındaki çocuklar. Temel neden büyük ölçüde kontamine içme suyudur. Kontrolden çıkan diğer salgınlar arasında binlerce cilt döküntüsü, uyuz ve bit, ve suçiçeği bulunmaktadır.

İsrailli gazete Haaretz, adı belirtilmeyen bir “batılı büyükelçi”nin İsrail’e, Gazze’nin bir “medikal felaket” ile karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulunduğunu bildirdi. Al Jazeera’ya konuşan bir Filistinli adam, Gazze’deki BM barınağında, bunun soykırımsal bir boyutu olduğunu belirtti: “Eğer çocuklarımız savaştan ölmezse, kışın soğuğu ve açlıktan ölecekler.”




Şimdi Ölüm Oldum: Oppenheimer Filmi Üzerine

‘’Şimdi ölüm oldum. Dünyaların yok edicisi.’’

 

Amerikalı Prometheus isimli kitabın sinema uyarlaması olan ve Christopher Nolan’ın yönetmeni olduğu Oppenheimer filmi vizyona girmesiyle beraber pek çok tartışmaya vesile oldu. Bilgisayarla yaratılmış görüntü (cgi) kullanmayan, artık norm olmuş kısa film sürelerine meydan okuyan ve IMAX kameraları (65 mm ve insanlığın şu an bildiği en yüksek görüntü çözünürlüğüne sahip) kullanan Nolan birazdan içeriğini tartışacağımız filmi ile bir yandan da ciddi bir biçem ve estetik tartışmasına kapı araladı. Aslında bu tartışmalar sinemanın ne olup ne olmadığına yönelik daha büyük tartışmaların bir parçası.

Ancak niyetimiz bunları incelemek değil, biz daha ziyade ABD emperyalizminin ikiyüzlülüğüne ve caniyane suçlarından birisi olan Hiroşima ve Nagazaki isimli Japon şehirlerinin bombalanması ve film içerisinde bu meseleye dair yürütülen ahlak tartışmalarına değineceğiz. Lakin filmin yönetmeni Nolan yer yer ABD emperyalizmini teşhir ederken kimi yerlerde bir ahlaki görecelilik yaratmakta Oppenheimer ve dönemin bilim insanlarının kendilerini rasyonalize etme çabalarını kimi yerlerde olumlamakta ve üstü kapalı bir anti-komünizmi kadrajına dahil etmektedir.

Faşizmi Yenebiliriz… Savaşı Bitirebiliriz… Amerikalıları Kurtarabiliriz… Savaşlara Son Verebiliriz

Nolan bahsi geçen bu bahanelerin kimilerini olumlar kimilerini ise kendince kadrajından ‘’tarafsız’’ olarak göstermeye çalışır. Yer yer de mazeretler sıralamaya başlar. Atom bombasının yapılabileceğinin ortaya çıkmasıyla beraber Nazilerin böylesi bir silaha erişiminin olması ihtimali gündeme gelir başka bir fizik dehası olan Heisenberg ve ekibi Nazi Almanyasının bu yıkım silahına sahip olması için çalışmaktadır. Bu noktada Nolan kayda değer bir kısmını Yahudilerin oluşturduğu bir bilim ekibinin hissiyatlar üzerinden harekete geçip örgütlendiğini gösterir açıktır ki bu meselenin maddi temelini kaçırmaktadır. Nitekim ABD, dünyanın kayda değer bir kısmı kasıp kavrulurken 2. Dünya Savaşına 1941 yılında dahil olmuş, limanlarına gelen mültecileri reddetmiş ve insanlık tarihinin belki de en korkunç kıyımı olan Holokost’u sessiz sedasız izlemiştir. Kızıl Ordunun Berlin’e girmesiyle beraber bilim ekibinin rasyonalizasyonu düşer. Şimdi yeni bir mantıksallaştırmaya gitmeleri gerekmektedir: Belki de atom bombasıyla savaşı bitirebiliriz… Nolan ‘’savaşı bitirebiliriz’’ tartışmasını enine boyuna tartışır ancak Japon imparatorunun Truman’a gönderdiği barış isteyen telegrafı her ne hikmetse görmezden gelir, Kızıl Ordu’nun Japonya’yı Mançurya’da sıkıştırmasını ve Çin’de Halk Kurtuluş Ordusunun varlığını da görmemeye karar verir. Ve şu an bile ABD emperyalizminin savunucularının iğrenç nidalarından biri olan ‘’savaşı bitirdik’’ yalanına sığınılır. Bu açık bir çarpıtmadır. Bir diğer mesele ise ‘’Amerikalıların kurtarılmasıdır.’’ Vicdana sahip olan hiçbir insan Amerikan hayatlarının başka herhangi bir milliyetin hayatından daha önemli olduğunu savunamaz ve savunmamalıdır, bu açık bir Amerikan şovenizmidir.

Oppenheimer dahil olduğu sürecin neden içerisine girmiştir: İdeoloji? Bilim tutkusu? Şöhret? Düşünüş biçimi? Hisler? Belki de hepsinden biraz biraz. Zaten asıl mesele de bu değildir ancak tartışmaya değer bir diğer nokta ise Oppenheimer’ın belki de gerçekten nükleer silahların ‘’caydırıcı’’ olduğunu düşünmesidir. ‘’Belki de’’ diye düşünür Oppenheimer; nükleer silahlar var olduğuna göre kimse artık savaşmaya cesaret edemez ve diplomasi hakim olur. Oppenheimer kapitalizm-emperyalizmin dinamiklerini pek bilmiyor gibi gözükmektedir tıpkı şu an da ‘’caydırıcılık’’ hipotezini savunan liberal lafazanlar ve boşboğaz şovenistler gibi… Hem bu sistemin dinamikleri hem de savaşın kendi özgül dinamikleri güçlerin kullanılabilirlik dengesini ciddi biçimde etkiler. Tam da bugün dünya nükleer bir yok oluşun eşiklerinde dururken caydırıcılık gibi bir hipoteze sarılmak en basit haliyle ahmaklıktır.

Ancak Oppenheimer bu dinamiklerle ilgili önemli bir şeyi fark eder: Truman ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede artık bu silahlara ihtiyaç olmadığını deneylerin yapıldığı alanın Yerli Halka iade edilmesi gerektiğini söyler ve Truman’ın ‘’tam tersi şimdi daha fazla silaha ihtiyacımız var. Daha büyük ve daha güçlülerine’’ tepkisiyle afallar ve şayet buna devam edersek Sovyetlerin de yapmak zorunda kalacağını bunun sonu gelmeyen ve tehlikeli bir yarışa dönüşeceğini söyler. Gerçekten de şu an geldiğimiz noktada Rusya’nın ve ABD’nin yaklaşık 5000 nükleer başlığı bulunmaktadır. Bahsi geçen nükleer silahlar atılmasıyla beraber yüzbinlerce kişinin korkunç şekillerde ölümüyle sonuçlanan atom bomasından kat be kat daha fazla yok edici güce sahiptir.

‘’Biz Kiminle Savaşıyorduk?’’

Mccarthy dönemi komünist avının failerinden biri durumuna Oppenheimer da düşer. Büyük ölçüde devletin örgütlediği bu süreç bireysel bir intikam savaşı gibi gösterilse de ilginç bir sahnede Oppenheimer’ın eşi ve sorgulama komitesi arasındaki diyalogda savcıya yönelen ironik soru aslında ABD emperyalizminin temel motifini gözler önüne serer: Biz kiminle savaşıyorduk? Nitekim ABD’nin temel amacı başından itibaren Pasifik’te ve bütün dünyada tahakküm sağlamak, emperyalizmin jandarması olmaktır. Şayet söz konusu olan daha fazla insanın ölmemesini sağlamak veya faşizmi yenmek ise ABD neden sırasıyla 1958, 1973 ve 1980 yıllarında Irak, İran ve İsrail krizlerinde nükleer güçlerini nükleer teyakuza geçirmiştir? Neden 1969 yılında Vietnam’ı nükleere boğmakla ve 1958 yılında Çin’e nükleer müdahale yapmakla tehdit etmiştir? Neden Pentagon 2003 yılında Irak’ta nükleer silah kullanmayı planlamıştır? ABD gibi soykırım ve kölecilik üzerine kurulmuş olan bir ülke için belirleyici olmuş olan her zaman Sovyetlerin (komünistlerin) bastırılması ve emperyalist tahakkümdür.

 

Hiroşima ve Nagazaki: Görüntü veya Metafor

Film açısından tartışma uyandıran bir diğer mesele de ABD emperyalizminin bu korkunç suçunu görüntü olarak göstermemesidir. Lakin bahsettiğimiz olay 250.000 insanın ölümüyle sonuçlanmış, insanların küllere dönüştükleri, sağ kurtulanların radyason zehirlenmesinden acı verici biçimlerde öldükleri o zamana kadar eşi benzeri görülmemiş bir yıkımdır. Nolan Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması ve kıyım görüntülerinin yer almamasını ‘’filmin Oppenheimer’ın perspektifini göstermesinden’’ ve ‘’bunun bir belgesel değil bir film olmasından ötürü’’ olduğunu açıklar. Bu bakış açısından bakıldığında filmin en güçlü sahnelerinden olan konferans sahnesi ve süreç içerisinde, zaman ilerledikçe radyasyon Japon sivillere yayıldıkça Oppenheimer daha sık ve ağır panik ataklar geçirir, suçluluk bütün vücudunu sarmalaması mantıklı gözükmektedir. Ancak burada bir terslik vardır lakin film sık sık siyah-beyaz çekimlerle seyirciyi Strauss karakterine ve onun senatodaki konuşma süreçlerine dahil eder. Nolan gibi bir yönetmen için bu ‘’gözden kaçabilecek’’ ufak bir detay değildir. Aslında Nolan mazeretlerin arkasına saklanır nitekim Hiroşima’da küle dönüşen ufak bir çocuğun görüntüsü ve bu sayının yüzbinler olduğunun insan gözüne gözükmesi Oppenheimer’ın bütün ahlaki rasyonalini çöpe çevirecektir. Son tahlilde Amerikan şovenizmi kamerayı ele geçirir, Oppenheimer’ın perspektifi olarak izlediğimiz artık emperyalizmin mührünü vurduğu bir düşün dünyasının yansımalarıdır.

 

Kendi Emperyalizmini Savunmak

Filmde genelde gösterilen ‘’komünistler’’ ABD Komünist Partisi üyeleri ve sempatizanlarıdır. Açıktan revizyonist ve ekonomist bir parti olarak ABD KP günümüz TKP’sini andırmaktadır. Nitekim şovenizm noktasında da retrospektif bir biçimde aynı çizgide birbirlerini kucaklamaktadırlar. Nolan, ABD’li ilericilerin, komünistlerin ve bilumum solcuların nasıl kendi emperyalizmlerini desteklediklerini gözler önüne serer. Bu dönemin uluslararası komünist hareketine sirayet etmiş zehirli şovenist bir çizginin Kuzey Amerika’daki bir dışavurumudur. İronik bir şekilde kendi emperyalizmleriyle saf tutanlar Mccarthy dönemi cadı (komünist) avının birer hedefine dönüşeceklerdir: Hemen hepsi fişlenecek, kamusal alandan uzaklaştırılacak, tutuklanacak, yargılanacak ve itibar suikastına uğrayacaklardır.

 

Sonuç

Bütün bu tartışmaların yanı sıra filmin içerisinde işlenen klasik fizik çağının kapanması ve kuantum çağına geçiş, rölativite ve kesinlik, farklı ekollerin tartışmaları; insanı, maddeyi, şeyleri ve evreni anlamak isteyen komünistler için değerli gözükmesinin yanı sıra Nolan’ın film dünyasının sunduklarının bir parçasıdır. Biz ‘’filmi böyle çekmelisiniz’’, ‘’film şöyle çekilir’’ gibi dogmatik tartışmalara girmektense filmin esas meselesini kovalamaya, tartışılan meseleleri görebilmeye, burada yapılan soyutlamaları daha ileri bir seviyede gözlemleyip analiz ederek bunun komünist devrime ilerlemede nerede konuşlandığını ve geniş insanlık hazinesinin neresinde konuşlanabileceğini anlama çalışmalıyız. Bu bir anlamıyla ‘’tarafsız’’ bir sinema eleştirisi yapmak anlamına gelmez aksine bizler sinemanın da tıpkı diğer sanatlar gibi son tahlilde objektif realitenin soyutlanmasının bir ürünü olduğunu biliriz ve filmin tartıştığı noktaların tarihsel ve güncel bağlamlarını kovalarız ve bunu her daim komünist yöntem ve yaklaşımla yapmaya çalışırız.

Son tahlilde Nolan’ın kadrajı Amerikan şovenizminden kopamaz ve hakikati cereyan ettiği biçimiyle gösteremez ancak yine de bütün bu tartışmalar, bizim bu tartışmaların bir parçası olarak bütün bu meseleleri kitlelere götürebilmemiz farklı tartışmaları ateşleyebilmemiz, emperyalizmin bu korkunç suçunu açıkça teşhir etmemiz ve bugün karşı karşıya olduğumuz nükleer savaş tehdidini insanlara anlatabilmemiz açısından pozitif nüveler barındırmaktadır. Bu vesileyle devrimci komünistler olarak bir kez daha haykırıyoruz:

İnsanlık için emperyalistlerin çizdiği geleceği ve onların kanlı tahakküm savaşlarını reddediyoruz!

Yok olması gereken insanlık değil bu sistemdir!




UKRAYNADA’Kİ SAVAŞ HAKKINDA BİRKAÇ ÖNEMLİ NOKTA

  1. Ukrayna, “otokrasi” ve “demokrasi” arasında bir mücadelenin olduğu bir saha değil; ABD ve Batı emperyalizmi ve Rus emperyalizmi arasındaki bir savaş sahasıdır. Ukrayna halkı ve ordusu, ABD emperyalistlerinin çıkarlarını ilerletmek için Rus düşmanlarına karşı bu savaşta soğukkanlılıkla ateşe attıkları yemlerdir.
  2. ABD ve NATO müttefikleri şu an Ukrayna’ya daha fazla ve daha ölümcül silahlar göndererek bu savaşı devasa seviyede tırmandırma olasılığını geliştiriyorlar. Aynı zamanda Rusya’da aynı şekilde hazırlıklarını daha nihai ve daha büyük bir savaş için hızlandırmakta.
  3. Bob Avakian’ın da bahsettiği gibi, ABD/NATO tarafı ve aynı derecede emperyalist olan Rusya bu savaşı “kazanmak” için son derecede kararlılar; bu mantığa göre artan saldırganlıklarında nükleer silah kullanma tehdidi de dahil olmuştur. Bu nükleer silahlar, her iki tarafta gerginlikleri tırmandırarak daha derinlemesine hazırlandıkça ateşe hazır durumda olacaklar.
  4. Bu savaşın bütün dinamiği, birbirleriyle savaşan ve rekabet halinde olan emperyalistler doğrultusunda değil, insanlığın çıkarları doğrultusunda kökten değiştirilmelidir.

 

Bu noktalar Bob Avakian’ın The RNL-Revolution, Nothing Less!-Show’ (Devrim Daha Azı Değil Programı) daki bir röportajında dile getirdiği temel bir gerçeğin altını çizmektedir: “Artık bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmesine ve insanlığın kaderini belirlemesine izin veremeyiz. Mümkün olan en kısa sürede devrilmeleri gerekiyor.”


Bu videoyu Türkçe altyazılı izlemek için tıklayınız: https://youtu.be/F1GJegEMbJE

 




İnsanlık İçin Emperyalist Tahakküm Savaşlarını Reddet! Tüm Gericiliğe Karşı Gerçek Bir Devrim İçin Harekete Geç

Dünya 24 şubata Rus askeri birliklerinin Ukrayna’nın askeri alt yapı birimlerine saldırısı ve Donbass’a askeri operasyonuyla uyandı. Rusya’nın başlattığı bu askeri operasyonun tüm detayları henüz bilinmemekle birlikte uzun zamandır Batı (ve buna agresif bir şekilde önderlik eden ABD) ve Rusya arasında yaşanan keskin ve derin çelişkiler, insanlık açısından daha ağır bir savaşın (nükleer) potansiyel ve dinamiğini de barındıran bir boyuta varmış durumdadır.    

İçinde yaşadığımız dünya sistemi kapitalist emperyalizmdir. Bu sistem insanlığın sömürüsü ve baskısı üzerine inşa edilmiştir. Sistemin dünya çapında işleyişi, yine dünya çapında kendi kapitalist çıkarları temelinde (emperyalist) işleri götürme dinamiği, emperyalist güçleri sürekli olarak karşı karşıya getirir. Ukrayna-Rusya çatışmasında yaşananlara neden olan bu temel hakikattir. ABD ve Rusya arasındaki yarış/savaş emperyalist bir tahakküm savaşıdır!  

Biden, büyük bir sahtekarlıkla sanki ABD emperyalizminin çıkarlarını değil de “dünyanın” çıkarlarını savunuyormuş gibi “Dünya, Rusya’dan hesap soracak” şeklinde Rusya’yı tehdit etmektedir. Tekrar açıklığa kavuşturalım; ABD emperyalizminin tarihi işgaller, haksız savaşlar, komplolar ve darbeler tarihidir. Başka ülkeleri “işgal” ile suçlayan Biden’ın temsil ettiği ABD emperyalizmi “işgal” üzerine konuşabilecek son ülkedir! Bugün patlak veren çelişkinin baş müsebbibi ABD emperyalizmi ve Batılı emperyalistlerdir. Yıllardır Doğu Avrupa ülkelerini NATO’ya üye yaparak, Rusya’ya askeri ve siyasi olarak kontrol-markaj uygulayarak, NATO ülkelerini silahlandırarak Rusya’yla arasında bir savaşın temelini hazırlamıştır.   

Putin bu çatışmanın ne “mağduru” ne de “meşru” yüzüdür. SSCB sosyal emperyalizminin (sosyal görünümlü olan esasta da emperyalist bir güç olan) çöküşünden sonra Rusya’nın bölgede ve dünyada gücünü inşa edebilmesi için Putin’in agresif emperyalist politikaları, tahakküm dayatmaları bölgesel güvenlik hatlarının sürekli yüksek gerilime tutmasına neden olmuştur. Yine aynı Putin “Askeri sahaya gelince, çağdaş Rusya, SSCB’nin dağılmasından ve onun potansiyelinin önemli bir bölümünün harcanmasından sonra bile, bugün, dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biridir ve dahası, bir dizi yeni tip silahta da belirgin bir üstünlüğe sahiptir” tehdidini tekrarlayarak Rus emperyalizminin çıkarlarını korumak ve ilerletmek için “kazananı olmayan bir savaşı” tetikleyecek potansiyelde bir insanlık düşmanıdır.  

Bu savaş haksız bir savaştır! Bu savaşa “şu ya da bu nedenle” taraf olmak, desteklemek insanlığın çıkarına değildir. Şimdi yüzbinlerce insan Ukrayna’da barınaklarda kendilerini korumaya başlamışken, ABD ve Batılı emperyalistlerin Rusya’ya yönelik ambargoları ve yaptırımları, yüzbinlerce insanı açlıkla, hastalıklarla ve ölümle yüz yüze getirecektir. Böylesi bir savaşta taraf olmak ya da herhangi birine nispi hak vermek, emperyalist tahakküm savaşında terörize olmuş milyonlarca insanı yaşadığı ve yaşayacağı acılara ve olası katliamlara gönüllü/gönülsüz katkıda bulunmak anlamına gelir.   

Erdoğan Rusya-Ukrayna çatışmasında “Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü” gibi safsataları sıralayıp dururken, TSK’nin işgalci güçleri Bakur ve Rojava’da, Suriye’de bölgesel tahakküm ve Kürt halkının gadre uğratılması için gerici emellerine devam etmekten taviz vermemektedir. Eli kanlı Erdoğan’ın “kan dökülmesin” çağrısında bulunması, arsız bir ikiyüzlülüktür! Yine akılda tutulması gereken diğer bir husus ise, emperyalist güçler birbirine girdiğinde bölgesel gericilikler böylesi çatışmalardan mümkün olabilecek en fazla şekilde faydalanmak isterler. Şayet bölgede savaş derinleşirse, Erdoğan kendi emelleri doğrultusunda bölgesel tahakküm arzularını gerçekleştirmek için Kürdistan ve Suriye’de savaşı derinleştirebilir, Türkiye’yi daha büyük bir savaşın içerisine sokarak ihtiyaç duyduğu İslamcı-Türkçü şovenist duyguları daha derinden karabilir ve seçimleri erteleme/iptal etme dahil olmak üzere toplumu İslamcı/Türkçü faşizm ile angarya altında tutabilir. Tüm bu olasılıklar Erdoğan’ın ajandasında birinci plan olarak durmasa bile, önemli bir potansiyeli barındıran tehlikeler olarak göz önünde tutulmalıdır.   

Tekrar etmek gerekirse, devasa nükleer ve kitle imha silahları bulunan ABD-Rusya arasındaki bir savaş, insanlık açısından geri dönülemeyecek bir felaketi doğurabilecek bir potansiyeli barındırmaktadır. Bu savaşa kesinlikle dur denilmelidir. Tüm bu çelişkilerin üzerinden bakıldığında, anlaşılması gereken diğer bir husus ise dünyada gerçek bir sosyalist iktidarın olması, gerçek bir dünya barışını tesis etmek açısından kilit bir noktadır. Şayet dünya devrimini ilerleten, dünya devriminin bir üssü olarak sosyalist bir ülkemiz olsaydı, insanlığın emperyalist tahakküm savaşına ve bunlar arasında bir taraf olmaya mahkum edilmesi çok mümkün olmazdı ve insanlığın içerisine düştüğü çıkmaza bir son verilebilirdi. Bu ACİL tablodan yola çıkarak, insanlığın dünya çapında yaşadığı büyük felaket mümkünlüğünü barındıran devasa çelişkilerden kurtulabilmek için, nihai hedefi sömürüsüz ve baskısız bir dünya olan komünist bir devrimin gerçek kılınması için, bir devrim hareketinin inşası elzemdir. Yalnızca komünist bir devrim insanlığı içerisine çekildiği bu gereksiz acılardan kurtarabilir!




Ukrayna’da Savaş Tehlikesi Üzerine: Tetikleyiciler, Nedenler ve Çıkarlarımız

Editörün Notu: Aşağıdaki yazı 7 Şubat 2022 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.

Bilgi için bkz: On the Danger of War in Ukraine: Triggers, Motives, and OUR Interests | revcom.us


5 Şubat’ta Washington Post, “Rusya, 50.000 sivilin ölümüne veya yaralanmasına yol açabilecek geniş çaplı bir Ukrayna işgali gibi görünen hazırlıkları tamamlamaya yakın durumda. Son birkaç gün içinde milletvekillerine ve Avrupalı ortaklarına verilen güncel ABD askeri ve istihbarat değerlendirmeleri doğrultusunda, iki gün içinde Kiev’deki hükümetin başını ezmek ve ortaya çıkan kaostan kaçacak 5 milyona yakın mülteciyle bir insani kriz başlamak üzere.” Ve “kriz için diplomatik bir çözüm penceresi kapanıyor gibi görünüyor” şeklinde yazdı. Bunun ABD hükümeti tarafından hangi temelde öne sürüldüğünü belirlemek mümkün değil. Doğru bir değerlendirme olabilir, şiddetli bir diplomatik itiş kakışın parçası olarak üretilmiş olabilir, Rusya’nın hamlelerini kontrol etmeye yönelik olabilir veya onları kışkırtmak için olabilir. Ancak açık olan şudur:

Buradaki mesele kelimenin tam anlamıyla “önce kimin ateş ettiği” ya da savaşı tetikleyecek bir olay meselesi değildir. ABD destekli güçler ile Rusya arasında Ukrayna için çıkacak bir savaş, insani bir kabus ve masum sivillerin katledilmesi anlamına gelecektir. Tetikleyici bir olay (gerçek ya da sahte) tarafından değil, emperyalist güçlerin doymak bilmez bir şekilde küresel kan emiciler masasından daha fazlasını kapmak ya da masadan itilmek dayatması tarafından yönlendirilecektir. Canavarın göbeğindeki halklar açısından çıkarlarımız herhangi bir biçimde zalimlerimizin arkasına geçmek değildir, bu sistemi devirmek için bir hareket inşa etmenin parçası olarak onların yenilgilerini memnuniyetle karşılamaktır.

Lenny Wolf, TikTok’ta. ABD yöneticileri Ukrayna’da Rusya’ya Yanıtı Tartışırken: BU “BİZİM” İMPARATORLUĞUMUZ DEĞİL.




Emperyalistler Güney Çin Denizi’nde Savaş İçin Prova Yapıyor

Editörün Notu: Aşağıdaki yazı revcom.us web sitesine iletilmiş ve 5 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmış bir okur mektubudur. Çevirisini sunarız.

Kaynak için: Imperialists Are Conducting Dress Rehearsal for War in South China Sea (revcom.us)


Kuzey Atlantik Antlaşması İttifakı (NATO) savaş gemilerinden oluşan devasa bir kitlesel ölüm ve yıkım makinesi filo, şu günlerde Güney Çin Denizi’ndeki sardalyalar gibi öbeklenmiş vaziyette. Rusya ve Çin’in savaş makineleriyle karşı karşıyalar. Güney Pasifik bölgesi; ABD, NATO, Rusya ve Çin’in solungaçlarına kadar nükleer silahları ile o kadar dolu durumda ki, bir kaza veya kasıtlı bir olayın tam ölçekli bir savaşa yol açma tehlikesi yüksektir ve insanlık için potansiyel olarak feci sonuçlar doğurabilir.

Mart 2021 NATO Zirvesi’nde ABD emperyalistleri, 30 ülkeden oluşan NATO müttefik üyelerini küresel statükoya yönelik ana tehdit olarak Rusya’yı hedeflemeye ve aynı zamanda Çin’e odaklamaya yönlendirdi. Yine Mart ayında Pentagon bir Çin Görev Gücü kurdu.

Rus donanması, denizaltı karşıtı gemileri ve yüksek irtifa savaş uçakları ile Hawai Adaları kıyılarının çok yakınında on yıllardır en büyük savaş tatbikatı manevralarını gerçekleştirdi. Rus deniz kuvvetleri bu adaların batı yakasında dolaşırken, ABD’nin uçak gemileri doğu tarafını dolaşan güdümlü bir füze destroyerine sahipti. Fransız ve İngiliz emperyalistleri Haziran sonunda kendi nükleer savaş uçakları ve torpidolarıyla katıldılar.

Haziran 2021 (Dünya) Savaşı Hazırlıklarının Yoğun Bir Ayıydı

Haziran ortasında NATO, “nükleer, konvansiyonel ve füze savunma yeteneklerinin uygun bir karışımını…” sürdürme sözü verdiklerine dair bir bildiri yayınladı. Hint-Pasifik Komutanlığı askeri güçleri, 35’ten fazla ülke ile savaş provalarına katıldı. Bölgedeki en büyük savaş provaları Haziran ayında Avustralya’da başladı. ABD, Kanada, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve İngiltere’den 17.000’den fazla askeri gücü içeriyor. Bu provalar, “birleşik Özel Kuvvetler operasyonlarını, paraşütle atlamaları, amfibi [deniz] inişlerini, kara kuvvetleri manevralarını, kentsel ve hava operasyonlarını ve Haziran ayının sonundan Ağustos ortasına kadar mühimmatın koordineli olarak ateşlenmesini içeriyor. Fransa, Hindistan ve Endonezya gözlemci ülkeler olarak katılacak.” (1)

Obama döneminde başlayan “Asya’ya dönüş”, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD ve müttefiklerinin egemenliğine meydan okuyarak büyüyen küresel ekonomik, politik ve askeri hırslarına dair Çin’i uyarmayı ve kuşatmayı amaçlayan ABD ve NATO’nun Pasifik’teki varlığını artırdı.

Aldatıcı bir şekilde Çin Komünist Partisi olarak adlandırılan ÇKP’nin veya Çin Kapitalist Partisi’nin (2) lideri Xi Jinping, “Çin’in yükselişinin durdurulamayacağı” yönünde kendi emperyalist tehdidini yayınladı. Artan savaş gerilimlerinde çekişmenin özel bir odak noktası, Çin’in tarihsel olarak kendi topraklarının bir parçası olduğunu iddia ettiği, ancak ABD’nin Mao’nun önderliği altında (1949-1976) sosyalist Çin’e karşı bir kale olarak koruduğu, Mao’nun ölümünden ve ülkede sosyalizmin yenilgisinden bu yana da kapitalist Çin’e karşı bir üs alanı olarak kullanılan Tayvan adasıdır.

Şu anda Güney Pasifik’te gerçekleşen savaş provaları, sardalyalardan ziyade, her biri kapitalist-emperyalist olan piranha ve sırtlanların bir araya gelmesine daha çok benzemektedir. Hiçbiri insanlık yararına hareket etmiyor. Dünya halkları kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeli, ayaklanmalı, ufukta beliren emperyalistler arası savaşa karşı çıkmalı ve yeni komünist gerçek devrimler yapmalıdır.


(1) Increasing Pressure on China, by Ann Wright, PopularResistance.org, June 28, 2021.

(2) Mao’nun ve Devrimin Partisi Değil, Karşı Devrimin ve Kapitalizm-Emperyalizmin Partisi | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)