31 Mart Seçimleri, bazı yerlerde ‘’sürpriz’’ olmayan ama genelde de beklenilmeyen bir sonuçla tamamlandı. Erdoğan ve partisi 22 yıllık iktidarı sonrasında ilk defa bir seçimden yenilgiyle çıktı. Başka bir ilk ise CHP’nin yarım asır sonra birinci parti olarak seçimi bitirmesiydi. Kuzey Kürdistan’ın önemli bir bölümünde ise, devletin fiili bütün engellemeleri ve hilelerine rağmen DEM parti -legalist Kürt hareketi- seçimleri önde bitirdi. Erdoğan ‘’hiç beklenilmeyen’’ bir üslupla seçim sonuçlarını kabul etti -Van Belediyesine çökme operasyonu hariç. Erdoğan’ın seçim yenilgisini kabul etmesinin nedeni Erdoğan’ın çokça yenilmesidir. Erdoğan şayet 2019’daki gibi az farkla seçimleri kaybetseydi, bu seçimleri ‘’çalınmış’’ ilan edebilir ve yenileyerek her türlü hileye başvurabilirdi.
İnsanlar şimdi, 14/28 Mayıs seçimlerinden sonra nasıl bir değişiklik oldu da, Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerinde mağlup olduğunu sormaktadır. Bu üzerinden durulması gereken bir husustur. 14/28 Mayıs seçimleri esas itibariyle Erdoğan’ın polarize ettiği İslamcı/Türkçü temelde, bir ‘’beka’’ sorunu çerçevesinde ilerledi. Kılıçdaroğlu, ‘’beka’’ meselesinin tutmayacağını ve bundan dolayı ‘’demokrasi’’ ve ‘’refah’’ üzerine toplumu ikna edebileceğini düşündü ama olmadı. Bir diğer önemli etken ise Millet İttifakı’nın parçalı hali ve her bir bileşeninin işleri kendi istediği noktaya doğru çekme isteği, seslenmeye çalıştığı ‘’muhafazakar ve milliyetçi’’ kitlede çok karşılık da bulmadı ve bu kitleler 21 yıldır iktidarda olan ‘’siyasi istikrarı’’ seçtiler. Bir diğer majör faktör ise bu ülkenin kuruluşunda -çimentosunda- bulunan Türkçülük ve sünni İslam anlayışı ile şekillenmiş kitleler, Kürt ve Alevi kökenli bir adayı -kendilerine ne kadar hitap ederse etsin- seçmektense, geleneksel kodları sürdürebilecek adayı tercih ettiler. Tam da bu noktada, İmamoğlu’nun bu geleneksel kodları temsil etmesi,milliyetçi ve muhafazakar kitlenin en azından bir kısmının nispeten tercih edebileceği bir aday olarak çıkmasına ve Türkiye genelinde bu adayın temsil ettiği çizgiyi desteklemesine neden olmaktadır. Bir diğer faktör ise ekonomik krizin sürekli olarak derinleşmesi, yoksulluğun katlanarak büyümesi ve asgari ücretten dahi az alan emeklilerin ‘’sosyal demokrat’’ belediyelerin verebileceği bazı sosyal yardımları hiç önemsiz görmemesidir. Bu ‘’sosyal yardımlar’’, CHP büyükşehir belediyelerinin ‘’seçim ekonomisi’’ olarak da görülebilir.
Erdoğan’ın 28 Mayıs Seçimlerinden sonra vaat ettiklerini yerine getiremiyor olması, rejimin Rabia’dan Sisi’ye geçiş yapması ve Filistin’de süren soykırımcı savaşta sözde Filistin halkından yanayken, soykırımcı Siyonizmle iş tutması, kendi tabanının da erimesine ve seçimleri kaybetmesine neden diğer bazı faktörlerdir. Evet, Erdoğan’ın partisi son 10 senedir oylarını düşürerek ilerlemekteydi ama bugün durum farklı. Toplumun İslamcı Türkçülük temelinde sürekli polarize edilmesi Erdoğan’ın dahi sürdüremeyeceği bir siyasal atmosfer yaratmıştır. Mevcut dünya sahnesi içerisinde, yeni İslamcı güçlerin Erdoğan’ı direk hedef göstermeden AKP’nin yozlaştığını ve İslam davasına -Erbakan’ın tabiriyle İslam ve Kuran düşmanı İsveç’in Nato’ya dahil edilerek- ihanet içerisinde olduğu en azından tam olarak temsil edemediği görüşü gittikçe yaygınlaşmakta, İslamcı kitlelerin Yeniden Refah gibi bilim karşıtı, kadın düşmanı, LGBTQ düşmanı, hayvan düşmanı köktenci bir partiye doğru kaymasına vesile olmaktadır. Beri yandan ise bu seçimlerde katılımın bir öncekilere göre daha düşük olması, sandığa gitmeyen AKP kitlesinin de hatırı sayılır olduğunu göstermektedir.
Evet, Erdoğan kaybetmiştir. Şimdi bu yeni durumun bu dünyada kökten ve radikal bir değişiklik isteyen -devrim- ve bunun için mücadele eden herkes için derinden ele alınması gerekir.
Erdoğan’ın yenilgisi ve kitlelerin sevinci
Seçim sonuçları açıklanmasının ve belirli bir netlik kazanmasının akabinde, Türkiye/Kuzey Kürdistan genelinde bir bayram havası olarak karşılandı -ve bu durum önümüzdeki süreçte devam edeceğe benziyor. İnsanların büyük bir çoğunluğu seçim sonuçlarından memnun ve herkesin memnuniyet nedeni ise bazı temel farklılıklar arz ediyor -örneğin Kürt illerinde kayyumların en azından şimdilik alt edilmesi gibi.
Kitlelerin mutluluğunun önemli bir kısmını özellikle de Gezi sürecinden sonra sürekli olarak agresifleşerek, toplumdaki ‘’ötekileri’’; Kürtleri, kadınları, LGBTQ bireyleri, toplumun tüm kesimlerinden ilericileri, devrimcileri ve hatta burjuva muhalefetin siyasi ve ‘’entelektüel’’ temsilcilerini bastırması, şeytanileştirmesi ve açık hedef olarak göstermesi sonucunda bu sistemin hali hazırdaki rejimine ve onun temsil ettiklerine duyduğu öfkeden ve bu rejimden kurtulmak istemelerinden kaynaklamaktadır. Bundan ötürü insanların sevinçlerini anlamak – ama yaslandıkları temelin yani bu rejimin seçimle değişeceği, reformlar yoluyla ‘’kötülüğe’’ karşı kazanılacağı düşüncesinin parçası olmamak gerekir.
CHP’nin ‘’başarısı’’ ve yeni siyasal tablo
CHP yarım asır sonra birinci parti olarak seçimleri sonuçlandırdı. 14/28 Mayıs seçimleri sonrasında genel olarak burjuva muhalefetle yenilgi alan ve bir destabilize durumu yaşayan CHP Kasım ayında yaptığı kurultayından sonra nispeten gücünü konsolide edebilmiş, ‘’demoralize’’ olmalarına rağmen, İstanbul ve Ankara gibi büyük ve kilit şehirlerde mevcut başkanlarıyla hızlı bir şekilde yerel yönetim çalışmalarına atılabilmiştir. CHP bir önceki seçimlerden de ders çıkartarak sözde ‘’ittifak’’ ama aslında çok başlı bileşenle hareket etmek yerine bir ‘’taban ittifakı’’ stratejisi seçmiş ve özellikle de büyük şehirlerdeki avantajlarını kullanarak, aynı zamanda rejimin agresif bir şekilde ‘’yerel yönetimlere saldırmasını’’ burjuva ‘’muhalefetin’’ omurgasını kırabilmek için hamleye girişmesini, toplumun ilerici güçleri de dahil olmak üzere ‘’şayet biz gelmezsek gelecek olan budur’’ diyerek ikna etme girişimleri bu sonuçları almasında başarılı olmuştur. Mİllet İttifakı bileşen partileri neredeyse adeta erimiş ve CHP altında birleşmiştir. CHP ‘’sosyal demokrat’’ bayrağı altında Türkçü faşistlerden, ‘’ılımlı’’ İslamcılara, muhafazakar ‘’liberallerden’’ Kürtlere ve Alevilere kadar bir ‘’taban ittifakı’’ oluşturabilmiştir.
Bu yerel yönetim seçimleri Erdoğan’ın çağrısı üzerine İstanbul ve Ankara’da yoğunlaşmıştı. Erdoğan, özel olarak İstanbul’u pilot bölge seçti ve 17 bakanıyla birlikte yoğunlaşmış bir kampanya sürdürdü. Tüm bunları yapmadaki esas nedeni İstanbul’un sermaye hacmi açısından büyük bir ‘’arpalık’’ olmasından ötürü değildi -ki bu da önemli bir faktördür. Esas neden, İmamoğlu’nun bir önceki İstanbul seçimlerinde Erdoğan’ı iki defa yenmesi -ikincisinde farkla yendi- ve hakim sınıflar arasında yükselen bir önder olarak gözükmesi durumuydu. Ve öyle görülüyor ki İmamoğlu -şayet her şey yolunda giderse- CHP’nin 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı olarak görülüyor. İmamoğlu’nun ‘’hibrit Kemalizm’’ modeline uygun olması, muhafazakar gelenekten gelmesi ve siyasal İslamın ‘’ılımlı’’ kitleleri tarafından dahi hoş görülmesi, Kemalizmin kurucu değerlerine sadık kalıyor oluşu, her ne kadar Türk şovenizmin kurucu partisinin temsilcisi olsa dahi bariz bir Kürt düşmanlığı yapmıyor oluşu, şimdiden toplumun çeşitli kesimlerinden gerekli ‘’takdiri’’ toplamasını sağlamıştır.
Kürdistan ve kayyumlar
Dem Parti Türkiye/Kuzey Kürdistan genelinde seçimlere kendi partisiyle girdi. Bazı yerellerde ‘’kent uzlaşısı’’ yaptı bazı yerellerde ise ittifaklar oluşturdu. Fakat hedefinde esas olarak bir önceki seçimlerde ellerinden zorla alınan belediyeler vardı.
Kayyum belediyeciliği sadece bir siyasi partiye yönelik girişim değildi -objektif olarak böyle olsa bile. Kayyumlar temelde Kürt halkının bastırılması ve asimile edilmesinin bir parçası olarak hayata geçti. Sömürge valiliği gibi, Kürtleri temsil eden herkese ve her şeye yönelik büyük sindirme va baskı uygulandı. Binlerce Kürt siyasetçi tüm temel hakları gasp edilerek tutuklandı, çoğuna hiç kanıt gösterilmeden onlarca yıl cezalar yağdırıldı. Yine bölgede gençliğe yönelik özel ve hedeflenmiş takip, yıldırma ve sonucunda göçe zorlama siyaseti izlendi. Böylece Kürt siyasi hareketini yalnızlaştırmak ve siyasi etkisini kırmak hedeflendi. AKP kendine yakın ‘’fikir’’ kuruluşlarında kayyumlarla ‘’terörün beli kırılmıştır’’ diyerek, bölge halkının ‘’artık özgür’’ olduğunu ve dolayısıyla da DEM partiyle arasına mesafe koyduğu propagandasını yaptı. Böylece kendi kayyum politikasının ‘’yerinde’’ olduğu düşüncesini aşılıyordu.
Seçimlerin halkın kurtuluşu için temel olarak hiçbir değişikliğe yol açmadığı gibi, rejimin Kürtler üzerindeki, baskı, sindirme, yalnızlaştırma siyasetini ‘’normalleştirmek’’ için kayyumlar hakkında dezenformasyon yayma çabalarını boşa çıkarması açısından, Kürt oylarının meşru olduğunu söylemek gerekir. Tekrar vurgulayalım, bu devletin ceberutluğuna ve bunu ‘’normalleştirmek’’ için kayyumları kullanmasına yönelik Kürt oyları meşruluk barındırmaktadır. Bununla birlikte, bu ‘’zaferin’’ başta Kürt halkı olmak üzere, geniş halk kitleleri için temel hiçbir değişiklik yapamayacaktır. Büyük olasılık olarak rejimin masasında duran şeylerden biri, Kürtleri yeniden hedef göstererek, yeniden bir kayyum kasırgası izlemek olacaktır. Güney Kürdistan’a kanlı bir operasyon başlatarak, diğer hakim sınıf kliklerini arkasına toparlayabilir. Ve böylece ‘’seçim zaferini’’ gölgede bırakmayı deneyebilir. Erdoğan her ne kadar seçim sonuçlarını kabul etmiş görünse bile, toplumdan yükselecek olan meşru ‘’Erdoğan istifa’’ talebini bastırmak için, Kürtleri daha güçlü bastırarak, bu sürecin üstesinden gelmek isteyebilir. Tabii Erdoğan’ın tüm bunları yapabilmesi, dünya arenasının ve dolayısıyla Ortadoğu bölgesinin de nispeten ‘’elverişli’’ olmasına bağlıdır. Zira kendi başına girişebileceği bir hamle, onun sonunu da hızlandırabilir.
Erdoğan, seçim sonuçlarını gönülsüzce kabul etse bile, rejim Wan’da bir kumpas kurarak, AKP’li rakibine yüzde 55 farkla kazanan DEM adayı Abdullah Zeydan’ın ‘’seçilme yeterliliği’’ olmadığını ileri sürerek mafyavari üzerine çökmeyi denedi. Wan’da üstün bir yenilgi alan AKP’nin adeta intikam alırcasına devlet olanaklarını harekete geçirmesindeki temel neden, Zeydan’ın mennu haklarının olup olmaması değildi. Rejim Wan üzerinden Kürtleri terörize ederek, bu vesileyle geniş kesimlerin de ‘’sinir uçlarını’’ da denemiş oldu. Bu çökme operasyonu sadece Kürt kitlelerinde değil, toplumun geniş kesimlerinde önemli reaksiyona neden oldu. CHP dahi, açık bir şekilde bu operasyonun karşısında durdu -her ne kadar kitle seferberliği yapmasa bile-. Beri yandan tüm bu olanlar tekrar gösterdi ki, meşru ve kitlesel ayaklanmalar herhangi bir haksızlığın karşısında en katı rejimlere dahi geri adım attırabilir. Şayet Wan’daki gerici saldırıya Türkiye/Kuzey Kürdistan’da geniş ve kitlesel karşı koyuşlar olmasaydı, sadece lokal ve dayanışma temennileriyle kalsaydı, Abdullah Zeydan mazbatasını alamayabilirdi. Haksızlık karşısında sokağa dökülen aktif kitlesellik, rejimin bir sonraki hamlelerini de ‘’rahatça’’ yapmasının önünde güçlü bir faktör olarak durmaktadır.
Aldanmanın ve kendini aldatmanın şampiyonları
DEM’in meşru ‘’zaferi’’ gelişi güzel kullanılan ‘’halkın iradesine’’ değil, rejiminin önümüzdeki günlerde Kürt illerindeki belediyelerle ne yapıp ne yapmayacağına bağlıdır. Aslında halk iradesi, bu sistem altında, sistemin yönetici gücünün tesisi ve devamı için hakim sınıfların uydurduğu bir illüzyondan başka bir şey değildir. Seçimler bu sistemin devamlılığı açısından önemlidir, bu hakim sınıf kliklerini bir arada tutan ve gücün aktarımı için ‘’demokratik’’ süreçtir. Bununla birlikte halk kitlelerinin seçimler yoluyla ‘’siyasal katılımı’’ bu sistem için önemlidir ama esas değildir. Zira bu ülkenin tarihinde de görüleceği üzere defalarca kez darbe ve darbe girişimi yapılmış, bazen göstermelik hükümetler düzenlenmiş, teknokratlar eliyle çeşitli ‘’devlet işleri’’ idare edilmiş ve hatta Erdoğan son 10 yılda yaptığı her şeyi ‘’milli iradeye’’ dayandırarak bu ülkenin anayasasına dahi uymamış, milletvekilleri hapse yollanmış onlarca belediyeye kayyum atanmıştır. Tüm bunlar halk iradesi ile değil, halk iradesine rağmen olmuştur. Çünkü bu sistem, insanlığın kurtuluşunu, halkın temel çıkarlarını temel almaz, bu ülkenin hakim sınıflarının çıkarlarını temsil eder.
Halk katmanlarında rejime dair öfkenin büyümesiyle, popülist siyaseti mesken eylemiş yeni Tip’te partiler, 200 yıllık ‘’belediye sosyalizmi’’ argümanlarını pazarlayarak, sisteme dair köklü eleştiri yapmaksızın, rejimin temsil ettiği İslamcı Türkçü gerici zihniyete vurmak yerine sorunu çoğunlukla Erdoğan’ın şahsında odaklandırmış -Sülale devri- ve egemenlerin diğer bir kliği olan Kemalistler arkasında hizalanmıştır. Bu anlayışa uzak olmayan sözde devrimci/sosyalistler, -aslında dizginlerinden boşanmış legalist reformizm- başka türde popülizmle, sisteme onun temsilcilerine, halk saflarındaki etkilerine dokunmadan, şovenizm şampiyonu TKP ile ‘’hayırlı’’ ve ‘’kıskandırıcı’’ bir ittifak gerçekleştirerek, halk kitlelerinin öfkesini seçimler aracılığıyla bir kere daha, hakim sınıf çarkları içerisinde boğazlamışlardır.
Reformistlerin en büyük handikapı, rejim karşıtlığını sistemin işleyişi ve dinamiği dışında ele alması ve böylece hakim sınıfların diğer bir kanadına ‘’oy verin’’ çağrısında bulunması iken, halk kitlelerinin çekildiği bu burjuva zeminde, kendi arkalarından geleceğini unmalarıdır. Netice bunun tam tersini göstermiştir. Bu sisteme ve onun işleyişine şu ya da bu oranda öfke duyan halkın azımsanmayacak bir çoğunluğu yine bu sistemin yapısı ve dinamiğinden çıkamadıkları için hakim sınıflar içerisinde ‘’en makul’’ olanı takip etmeyi yeğlemişlerdir. Bahsini ettiğimiz bu uslanmaz reformistlerin aldığı yenilginin temelinde, Lenin’in tabiriyle ‘’aldanmak ve kendini aldatmak’’ yatmaktadır.
İnsanlığın umuda ihtiyacı var, ama sahte umutlara değil!
28 Mayıs seçimlerinden Erdoğan’ın ufak farkla da olsa zaferle çıkması, rejimden ve onun temsil ettiği her şeyden öfke duyan kitleler üzerinde hatırı sayılır bir demoralizasyon oluşturmuştu. Hem burjuva ‘’muhalefeti’’ hem de reformist güçler içerisinde geriye düşme ve kısmi parçalanmalar gerçekleştirdi. En büyük fatura Kılıçdaroğlu’na çıktı ve kendi partisi tarafından görevine son verildi.
28 Mayıs seçimleri öncesinde sahaya sürülen Kemalizm, halihazırdaki rejime yeni bir alternatif olarak sunuldu. Kemalizme hibrit bir form verilerek, bir yandan bu ülkenin kurucu ilkelerine sadık kalmayı diğer yandan ise ‘’Yeni Türkiye’’nin yarattığı, toplumun önemli bir kısmına sirayet eden siyasal İslam anlayışının ve değerlerinin bazı unsurları içerildi. Kurucu inşa olarak Türkçülük ‘’zamanın ruhuna’’ uygun olarak güncellendi. İnsanlara ölümü (İslamcı Türkçü faşist rejim) göstererek sıtmaya razı etmeye çalıştılar. Kılıçdaroğlu seçimleri kazanamamış olsa bile, geniş kesimlere yaydığı ve tartıştırdığı bu yeni tipte Kemalizm, en ‘’soldan’’ liberallere, oradan da Kürt hareketine kadar -aynı seviyede olmamakla birlikte- çeşitli kabuller topladı. CHP yerel yönetim seçimlerinden almış olduğu avantajla, hibrit Kemalizmi hali hazırdaki rejime ve onun ceberut uygulamalarına yegane alternatif olarak sunulacaktır.
Şimdi 31 Mart seçimleriyle durum farklıdır, zira millet ittifakının parçalanmasına, CHP’nin tartışmalı bir kurultay geçirmesine rağmen, birçok yerel yönetimde kazanarak çıkması ve birinci parti olması, rejimde ve AKP içerisinde çatlakların derinleşmesine, AKP kitlesinin daha fazla AKP’den uzaklaşmasına ve bir kısmının siyasal İslamın diğer temsilcilerine bir kısmının ise ‘’kararsızlara’’ dönüşmesine neden olabilir. Böylesi bir siyasi dağınıklık içerisinde, devrimin kitle potansiyeli olan rejime öfke duyan geniş halk kitleleri, CHP’nin sözde ‘’alternatifinin’’ peşinden gitmeye yoğun bir eğilim içerisindedir. İnsanlar 28 Mayıs seçimlerinden sonra bir kez daha sahte umutlara kapılmakta ve bu sisteme onun hali hazırdaki temsilcilerine karşı yine bu sistemin kurucu unsuru olan Kemalistlerin kanatları altına girmeye oldukça istekli bir konumdadırlar.
Açıkça söyleyelim, CHP çözümün değil, bugün yaşadığımız sorunların parçasıdır. Hakim sınıflar arasında sorunun tespiti ve ele alınmasına yönelik niceliksel farklar olsa bile, onlar bu sistemin sürekli dehşet üzereine dehşet üreten yapısına dair kalıcı bir değişiklik getiremezler. ‘’Kürtleri belediyeye almayacağım’’ diyen, göçmenlere ‘’işgalci pislikler’’ diye hitap eden belediye başkanları -ve daha da derinde parti yapılanması- ile, bu sistemin işlemesine yönelik ‘’yol’’ tartışmasının dışına çıkmamaktadırlar. İmamoğlu her konuşmasında ‘’1924 Ruhu’’na gönderme yaparken, bu ‘’ruhun’’ gücünü konsolide ettikten sonra 1927’de kadar bir cümle tüm muhalefeti, Kürtleri ve azınlıkları katliamlardan geçirerek, askeri faşist bir diktatörlük inşa ettiğinden bahsetmez. Evet, CHP ve etrafında odaklanmış klikler bu rejimden rahatsızlık duymaktadır ve evet, onlar bu kan emici sistemin başına geçmeye adaydırlar. O yüzden ‘’alternatif’’ olarak sunulan ve bir umut olarak sunulan şey, insanlık için gerçek bir umudu barındırmamaktadır.
Fakat insanlar çaresiz ve umutsuz değiller. Devrim, sadece bu coğrafya da değil, dünya çapında bulunan ve bu sistem altında çözülemeyecek olan çelişkileri çözebilecek yegane yol ve gerçek bir şanstır! Erdoğan’ın yenilgisine sevinen ve tüm bunlardan kurtulmak isteyen herkesin, insanlığı, gezegeni ve üzerinde yaşayan canlıları dönülmez bir yıkıma doğru götüren bu sistemden kurtulmak üzere, gerçek ve bilimsel bir umuda ihtiyacı var; ve bu gerçek bir devrimdir!
Daha önceden de söylediğimiz üzere;
‘’Bu rejimden rahatsızlık duyanlar, ilericiler, Kürtler, Kadınlar, LGBTQ bireyler, azınlıklaştırılmışlar, azınlık inançlar ve inanmayanlar şimdi derin bir şok ve üzüntü içerisindeler. Umutsuzluğa sürükleniyorlar çünkü aldatmanın ve kendini aldatmanın parçası oldular….Hakim sınıfların parçalanmışlığı arasında kapana sıkışmış, gerçek çıkarları bu sistemin köklü değişmesinden yana olan halk kitleleri, tüm bu olup bitenlerin temel sorumlusu olmadığı gibi, bilimsel bir umut temelinde bu koşulları altüst edecek olan gerçek bir devrimin parçası olabilmek için dönüşebilirler. Karamsarlığa kapılmanın, yegane yolun başka bir seçimden geçtiğini düşünmenin ve ‘bir sonraki sefere kazanacağız’ diyerek, dehşet üzerine dehşet üreten bu sistemin işlemesine gözlerimizi kapamanın zamanı değil! Şimdi dünyada ve toplumda neler olup bittiğini, gerçek değişim dinamiklerini ve fay hatlarını bilimsel bir temelde anlamak ve tüm bunlara insanlığın gerçek kurtuluşu olan, komünist devrim ile müdahale etmek ve her türden baskının ve sömürünün sonlandığı bir gelecek için, komünizm bilimini, yeni komünizmi öğrenmenin, başkalarına öğretmenin ve böylece gerçek bir devrim hareketinin parçası olmanın zamanıdır! Buna mecbur ve muktediriz!’’
Add comment