28 Mayıs seçimlerini kazanan Erdoğan ve partisi, ‘’Millet İttifakı’’nın yaratmış olduğu tansiyonu kırabilmiş, rejiminin gücünü tekrardan tesis edebilmiştir. Erdoğan’ın son yıllardaki siyasi kariyerinde vermiş olduğu bu ‘’sınav’’, onun sadece halk nezdinde ‘’yıpranmışlığı’’ ile değil esasta hakim sınıflar arasındaki yarılmanın aleni olarak kendini göstermiş ve ‘’karşı kutupta’’ gerçekleşen -İslamcı faşistinden Türkçü faşistine, oradan da ‘’sosyal demokratına- ittifakın, halk kitlelerinin rejime dair beslediği öfkesini de kendi cephesinde toplayabilmesi sonucunda, hakim sınıf saflarında ki parçalanma daha da derinleşmişti. Erdoğan, tüm bunların en fazla bilincinde olan bir lider olarak, kendi rejimini daha fazla konsolide edebilmek üzere, ‘’Taliban İttifakı’’ adlandırılmasının yapıldığı bir meydan okuma gerçekleştirdi. Parametrelerini kendisinin belirlediği bir seçim süreci örgütledi ve ‘’sosyal demokratı’’ dahi, İslamcı Türkçü faşist rejimin belirlediği bu dinamikten kaçamadı. Erdoğan zaferini kutlamak için balkon konuşması yaparken, -daha seçim pusulalarının mürekkebi kurumamışken- yerel yönetim seçimlerini işaret etmiş, İstanbul ve Ankara’nın geri alınmasını talep etmişti.
Peki tüm iktidar senin elindeyken, Anayasa Mahkemesi’ni dahi tanımıyorken -ki bu rejim açısından aynı zamanda de facto yeni anayasalaştırma sürecidir de- neden yerel yönetim seçimleri bu kadar önem kazanabilir? Bu sorunun anlaşılması, yerel yönetim seçimlerinin hakim sınıflar açısından ne mahiyet taşıdığının anlaşılması açısından önemlidir.
Erdoğan’ın ‘’zaferi’’ ve hakim sınıflar arasındaki parçalanmanın derinleşmesi
Daha önceden söylediğimiz üzere;
‘’Hakim sınıflar arasında süren bu keskin yarılma, her bir hakim sınıf kliğinin bütün kozlarını masaya sürdüğü bir oyuna doğru gidiyor. Evet bu seçimde birbirlerini alt etmek istiyorlar ve bunu yapmaya çok kararlılar. Öte yandan bu kararlı olma hali hakim sınıflar arasındaki yarılmayı daha da fazla büyütüyor ve onların birlik zeminini -bu devletin temellerini ve yapısını- daha da kırılgan hale getiriyor. Bu kırılganlık, tutkalın tutmamasına ve hakim sınıflar arasındaki mücadelenin daha da keskinleşmesine hatta başka bir nitelik -iç savaş durumu- almasına bile olanak sunabilir.’’
Erdoğan’ın seçim ‘’zaferi’’ ironik olarak, hakim sınıflar arasındaki yarılmanın daha da derinleşmesine yol açmış durumdadır. Millet İttifakı’nın, hemen seçimler sonrasında parçalanması ‘’başarısızlıktan’’ öte -ki başarı önemli bir tutkaldır-, hakim sınıf cephesinde yarılmanın her bir kutbu kendi içine doğru bir spiral biçiminde daha derinlemesine çekmesinden ötürüdür. Şimdilerde Millet İttifakı bileşenleri, yeni bir ‘’muhalif’’ cephe yaratabilmenin ancak yeni bir ‘’lokomotif’’ güç ortaya çıkarabilmekten geçtiğini bildikleri için her biri ‘’rüştünü’’ ispat etmeye çalışmaktadır. Fakat akılda tutmak gerekir ki tüm bu siyasi ‘’dağınıklık’’ ve ‘’lokomotif’’ olabilme halinin parametreleri hala İslamcı Türkçü faşist rejim tarafından belirlenmektedir. Bundan dolayı Millet İttifakının, ‘’ablalı-kardeşli’’ önderleri ‘’DEM’lenme’’ eleştirilerini yaparken, CHP, bazı önemli büyük şehirlerde Kürt oyları olmadan ‘’başarılı’’ olmayacağını bilmesine rağmen, Kürtlerle yan yana durmayıp sadece Erdoğan’ı göstererek, ‘’CHP vari Allahın lütfu’’na devam etmek istiyor [Nasıl ki AKP, 15 Temmuz darbesini bir Allahın lütfu olarak görmüşse, CHP’de Erdoğan’ın karşısında ‘’en örgütlü muhalif’ güç olmasını bir Allahın lütfu olarak kullanmaktadır].
Erdoğan’ın zaferi, kendisinin ve partisinin oylarının düşmesi sonrasında, Yeniden Refah gibi tezek deposu köktenci İslamcı bir partiye, programında federasyonu savunan -ki bu Türkçü faşistlere tamamen tezattır- Hizbullahçı Hüda-Par’a muhtaç olduğunu göstermektedir. Buna ek olarak, AKP’nin yüzde birlik partilerin yollarını gide gele aşındırdığı MHP’nin en az yüzde 10 aldığı koşullarda ‘’kıymetimizi bilsinler’’ çıkışı, özellikle de polis ve ordu teşkilatı içerisinde Gülencilerden arındırılan yerleri doldurması -Erdoğan’ın çelişkilere rağmen Soylu’yu 6 yıl içişleri bakanı olarak tutması- Erdoğan’ın ‘’zaferinin’’ hakim sınıflar arasındaki çelişkileri derinleştirdiğine dair göstergelerdir. Evet, Cumhur İttifakı hala birlikte ve hala iktidardadır. Fakat anlatmaya çalıştığımız, 28 Mayıs seçimleri zaferinin hakim sınıflar arasındaki çelişkileri çözmediği, ‘’Millet İttifakı’’nda ki gibi bir parçalanma olmamakla birlikte, ‘’Cumhur İttifakı’’nın da bu verili çelişkilerden kaçamadığıdır. Ve yaklaşan 31 Mart yerel yönetim seçimleri, bu minvalde gerçekleşecektir.
Rejim ve daha güçlü konsolidasyon çabaları ve ‘’karşı-direniş’’
Seçim sonrası ‘’balkon konuşması’’ sonrasında özel olarak İstanbul ve Ankara’nın hedef gösterilmesi, esas itibariyle rejimin önümüzdeki döneme daha güçlü bir konsolidasyonla girme yönelimidir. Erdoğan partisinin zayıfladığını ve ‘’kitle temelinin’’ popülarite kaybettiğini görmektedir. Buna ek olarak ise mevcut rejimin açık bir ‘’Erdoğan sonrası’’ krizi de mevcuttur. Erdoğan, Milli Görüş içerisinde bölünmeden sonra ‘’yol arkadaşım’’ dediği kadroların ezici çoğunluyla yollarını ayırmıştır, ‘’yeni yetme’’ kadrolar ise Erdoğan’ın istediği nitelikte değildir. Bundan dolayı İstanbul adayı olarak Murat Kurum’un açıklandığı toplantıda Murat Kurum bir kelime dahi etmemiş, Erdoğan’ın popülaritesine yaslanarak işi kotarmışlardır. Evet Erdoğan’ın kendinden başka ileri sürecek kozu yokmuş gibi gözüküyor ve burada temel mesele ‘’tek adam’’ olmasından ötürü değil, temelini attığı, inşaa ettiği ve ‘’vizyoneri’’ olduğu rejimi hali hazırda ondan ‘’daha iyi’’ temsil edebilecek kadroların olmamasından ötürüdür.
Tekrar etmek gerekir ki genel seçimlerin hemen ardından İstanbul’un ve Ankara’nın alınması için tüm olanakların seferber edilmesi, hakim sınıfların kendi aralarındaki yarılmanın mahiyeti ile ilişkilidir. Bujuva muhalif kanadın 14 Mayıs seçimlerinde ilk defa Erdoğan’ı yenme şansları ortaya çıktı ve Erdoğan bu birliğin tekrar bir araya gelmemesi ve yeniden böyle bir şansı ele geçirmemeleri için, İstanbul, Ankara başta olmak üzere Adana, Mersin, Antalya gibi büyükşehir belediyelerini CHP’nin elinden geri alarak özelde CHP’ye genelde de tüm burjuva muhalif güçlere yönelik bir coup de grâce [Fransızca da ‘’merhamet vuruşu’’ olarak adlandırılan darbe metoforik olarak celladın kurbanını öldürmek için tek vuruşta kelleyi bedenden ayırması için kullanılır] yapmak istemektedir. Böylece muhalefeti daha un ufak etmek istemekte, hali hazırdaki ‘’ittifak’’ krizlerini derinleştirmek ve gelecek açısından kendi rejimini daha derinden, daha güçlü konsolide etmek istemektedir. Buna ek olarak İstanbul ve Ankara gibi belediyelerde rantın devasa olduğu gözden de kaçırılmamalıdır fakat yine de bu seçimlerin vektörü rejim ve onun geleceğine dair yarılmadır.
Karşı cephede ise her şey bitmiş değil. CHP genel seçimlerden sonra Kasım ayında kurultayını yapmış ve ‘’yenilikçiler’’ Kılıçdaroğlu’nu iktidardan gönderdikten sonra kendi tabanına ve geniş anlamda kitlelere ‘’mesajı aldık’’ diyerek, CHP’nin etkisini bir nebze de olsa koruyabilmişlerdir. Her ne kadar genel başkan Özgür Özel olsa bile, İmamoğlu’nun temsil ettiği klik CHP’de ipleri eline geçirmiş ve parçalı burjuva muhalif kesime de ‘’2019 ittifakı’’ mesajını yollamıştır. Beri yandan ise Meral Akşener’in kendi kitlesini tutamaması, partisinin sürekli olarak erimesi durumu, CHP’yle aynı karede poz vermektense ‘’hür ve müstakil’’ bir seçim siyaseti izlemesi ve böylece CHP’nin bu süreçten daha da zayıflayarak çıkması sonucunda, ‘’muhalif’’ kampta başı çeker pozisyonda konumlanmak arzusu olarak durmaktadır. Akşener yerel yönetim seçimlerinde büyükşehir belediyesi alamayacağını biliyor; lakin kendi kitlesini daha fazla Türkçülük temelinde konsolide etmek ve CHP’nin olası kaybetmesi sonrasında da, ‘’bensiz olmadan bir hiçler’’ mesajını güçlü vermek istiyor. Fakat bu, oldukça riskli bir kumar ve elindeki her şeyi de kaybedebilir. İmamoğlu ise, İYİP’in İstanbullu kitlesinin orta sınıf olmasına, Kürtlerin hatırı sayılır bir kısmının CHP’yi sevmeseler bile hali hazırdaki statükonun yok olmasını istememesine, İstanbul’daki ‘’seküler’’ tabana ama en çokta 4 yıldır İstanbul’da iktidarda olmasına ve bu iktidarı elinde bulundurma avantajına güveniyor.
İmamoğlu’nun iki defa seçim kazanması ve ‘’Erdoğan’ı yenen lider’’ ünvanını elinde bulundurması, siyasi İslam geçmişi ve ‘’yarı-laik’’ pozisyonu, İstanbul’daki Karadenizli nüfusunu düşünecek olursak bir Karadenizli olması, belediye başkanlığı süresince kimi verdiği ‘’sosyal demokratik’’ yardımlar, ‘’en fazla metro yapan başkan başarısı’’ gibi başka ‘’nitelikleri’’ barındırması, İmamoğlu’nun hala kazanma şansı olduğunu gösteriyor. Yine de seçimler ‘’çantada kakaolu kek’’ değil ve İmamoğlu ne İYİP’le ne de DEM ile yan yana durmadan bu iki partinin kitlesinin oyunu almaya çalışıyor. DEM partinin aday çıkarma kararına rağmen, Kürtlerin hatırı sayılır bir kısmı İstanbul’daki ‘’statükonun’’ değişmemesi için İmamoğlu’na oy verebilir fakat aynı şekilde güçlü bir aday olursa -Başak Demirtaş- işler değişebilir ve İmamoğlu’nun daha fazla Türkçü kesimlere oynamasını sağlayabilir. Yine de seçimlerin, aday belirlemeden ibaret olmadığını ve ‘’pazarlıkların’’ son dakikaya kadar devam ettiğini de akılda tutmak gerekir. Fakat tüm bu detaylarla anlatmak istediğimiz, çelişkinin çok katmanlı, girift bir yapıya sahip olduğudur, kesinlikle ‘’hangi adayın kimin menfaatine’’ olduğu tartışması değildir.
Yukarıda Erdoğan için söylediğimiz hakikat yani, bu seçimlerin Erdoğan’ın 2028 başkanlık seçimlerine gidene kadar iktidarını daha güçlü/derin konsolide etme arzusu, karşı taraf için ise 2028’de Erdoğan’dan kurtulmak için mevcut ‘’kazanımların’’ korunması olarak kendini göstermektedir. Hakim sınıfların her iki kanadı da zorunluluklarla örülüdür. Ve bu çelişkileri çözebilmek için ‘’her şeyi kaybetme’’ pahasına hareket edebilirler. Ve tüm bu iç içe geçmiş çelişkiler yumağı, hakim sınıfların olanca parçalanmışlığı bizlere gerçek bir devrim için olanaklar sunmaktadır.
Demokrasi illüzyonu berdavam!
Hatırlanacağı üzere, “Bir oyluk canları kaldı!” sloganları altında “faşizmi devirmek isterken bu rejimi daha geniş ve derin etki alanının “yasal” olanakları bir kez daha oluşmuş ve bir “demokrasi” şölenine dönüşmüştü! Şimdilerde bu demokrasi şölenine ‘’soldan’’ ve ilerici cepheden, ‘’halkçı’’ belediye altında katılımlar gırla devam ediyor. Sanki bir önceki yerel yönetim seçimlerde 65 belediye kazanan HDP’ye kayyumlar atanmamış, Can Atalay’ın AYM’nin kararına rağmen vekilliği düşürülmemiş de, bu faşist rejim altında bir ‘’halk yönetimi’’ olacağı, halkın kendi çıkarları doğrultusunda ‘’yönetimi’’ sağlanacağı, en azından ‘’demokrasi kültürünün’’ -artık bu ne demekse- yerellerden yeşereceği mesajı verilip duruluyor. Şimdilerde bizim solcular ‘’bir nefes’’ almaktan bir ‘’heves’’ almaya evrilmiş görülüyor.
‘’Seçimler ‘halkın iradesini temsil ettiği, yönetici sınıfları kendi etkisi altına aldığı ve bir sonraki dönemde hakim siyasi çizgiyi belirlediği koşullar’ olarak anlatılır. Seçimler halk kitlelerinin kitlesel olarak ve çeşitli seviyelerde siyasi hayata katıldığı bir süreç olması açısından da önemsiz değildir. Bu süreç belirli bir ‘rızalık’ ve toplumsal tabanın yaratılmasında koşul ve seçim sonrasında ‘meşruluk’ tanır. Ama yine de seçimler yoluyla halk kitlelerinin hiçbir temel sorunu çözülemez. Örneğin seçim yoluyla sömürü düzenini ortadan kaldıramazsınız, özel mülkiyete son veremezsiniz. Halk kitlelerinin temel sorunlarının seçimler yoluyla çözülmediği hakikati sadece kapitalist toplumlar için değil, sosyalist toplum için de geçerlidir. Mao, proletarya diktatörlüğünü sürdürmek üzere Kültür Devrimi’ni başlatmak için seçimlere gitmedi hatta önderlik ettiği kendi partisinin dahi desteğini almadı. Kültür Devrimi’ni başlattı ve önder devrimci kadrolarla bu süreci yeniden ve yeniden örgütledi. O yüzden emperyalist haydutlar Mao’yu ‘’darbe’’ yapmakla suçladı ve Kültür Devrimi’ni bir Mao karşıtlarının tasfiyesi olarak anlatıp durdu ve bu kara propagandaya halen devam edilmektedir.’’
Bu aktardığımız paragrafa, hakim sınıfların kendi aralarındaki parçalanmanın derinleşmesi temelinde bakmak gerekir. Bugün seçimler -ister genel olsun, ister yerel- esasta hakim sınıfların kendi aralarındaki çelişkilerin bastırıldığı ve bu temelde halk kitlelerinde bir rızalığın yaratılma ve böylece iktidarın hedeflenmesi yönelimiyle yapılır. Yerel yönetimler, genel seçimlere göre özgünlükleri olmakla birlikte, bu sistemin işleyişi içinde, hakim sınıfların temel yönelimlerinin -ve çelişkilerinin- yükseldiği zeminde vuku bulur. O yüzden ‘’sistem dışı’’ ya da ‘’yerel alternatif’’ değil aksine, bu sistemin ve onun işleyişinin parçasıdır. Şayet bu sistemin dışına çıkarsanız, ‘’bünye’’ sizi dışarı atar, oyun dışı kalırsınız. HDP belediyelerinin başına gelen budur. Kimi ilerici belediye başkanları ise HDP’li belediyelerle benzer akıbeti yaşamamak için, oyuna ayak uydurmuştur. Niyetli ya da niyetsiz, bu metobalizmanın parçası haline gelmiştir; üstelik Kürdistan’da sömürge valiliğini aratmayan kayyumların atandığı koşullarda bu da ayrı bir utanç tablosudur! Bu söylediklerimize bir ek olarak söylemek gerekirse, Kürt siyasal hareketi, aktüel olarak faşizmin cenderesinden en ağır biçimde geçen özne olmakla birlikte, demokrasi illüzyonunun en fazla parlatıldığı cenahtır. Ve burada temel mesele Kürt hareketinin ‘’tecrübe çıkaramaması’’ değil, siyasi çizgilerinin katiyen burjuvazinin dar ufkunu aşamamasıyla ilişkilidir.
Seçimler, bu düzen altında -ister yerellerde isterse genel seçimde- hiçbir kalıcı değişikliğin yapılmasına vesile olmaz. İddia edilenin aksine bir ‘’ikili iktidar’’ ‘’halkın demokrasi kültürünün geliştiği’’, ‘’devrim için tedrici ilerlemenin sağlandığı’’ durumlar, bırakalım faşizm koşullarında, burjuva demokrasinin olduğu ülkelerde bile mümkün değildir; Katalonya bağımsızlık referandumu buna iyi bir örnektir. Şayet attığınız adımlar verili sistemi ‘’nispeten’’ zora sokuyorsa, elimine edilmeniz an meselesidir. Bob Avakian’ın da söylediği üzere;
“Seçimler, kitlelerin bu politikaların ve hükümetin değişmesine yönelik bir icraat görme arzusunun gerçekleşmesi için bir yol sağlamaz; ancak belirli koşullar altında kitlesel siyasi direniş, hükümet politikasındaki değişiklikleri zorlamak için önemli bir katkı sağlayabilir. Özellikle de bu politikaların gerçek bir tıkanıklıkla karşı karşıya kaldığı ve diğer şeylerin yanı sıra, yönetici sınıfın içinde artan bölünmelere yol açtığı daha geniş bir bağlamda gerçekleşiyorsa kitlesel siyasi direnişler katkı sağlayabilir.” [Bob Avakian, Komünizm ve Jeffersoncu Demokrasi]
Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, bir sınıflar üstü demokrasi anlayışının her seçimde parlatılıp, halk kitlelerine ‘’devrim’’ niteliğinde sunulmasıdır. ‘’Toplumda bugün ifade edildiği üzere, ‘’demokrasi’’ -aslında ise burjuva demokrasisi- insanlığın içerisinde bulunduğu devasa problemlerin çözümü olmadığı gibi bu sorunların kaynağı olan kapitalist-emperyalist sistemin -burjuva diktatörlüğünün- sürdürülmesinin sadece bir biçimidir. Baskının ve sömürünün olmadığı tüm gereksiz acılardan kurtulacağımız bir dünya için kesinlikle köklerinden sökülüp atılması gerekir.’’
Yegane ‘’seçimimiz’’ devrimdir, daha azı değil!
Genel seçim sonrası ilerici kampın üzerine bir ölü toprağı serpildi. Bu toplumda iyiden ve güzelden yana olan yüz binlerce insan, sahte umutlara kandığı için büyük bir demoralizasyon yaşadı. Şok dalgasının nispeten atıldığı, insanların geleceğe dair kaygılarını dile getirmeye başladığı şu günlerde kesinlikle ihtiyacımız olmayan tek şey, seçimler aracılığıyla halka sahte umutlar satmaktır.
Evet seçimler belki Erdoğan’ın orta vadeli planlarını boşa çıkarabilir ve evet bazı belediyeleri -ve hatta büyükşehir belediyelerini- ilerici adaylar da alabilir. Ama tüm bunlar yukarıda ifade ettiğimiz, hakim sınıflar arasındaki çatışmada, Erdoğan’ın parametrelerini belirlediği zeminde ve siyasi atmosferde gerçekleşecektir. Her iki durumda da, gerek Erdoğan’ın planının bozulması -ki bu sadece bir olasılık olarak gözükmektedir- ya da ilerici adayların kazanması, içinden geçtiğimiz ağır koşulları değiştirmeyecek, ya burjuvazinin Kemalist klikleri arkasına hizalanacakları ya da ilerici adayların -şayet ilerici programlarını uygulamak isterlerse- kayyum siyasetiyle bastırılacağı bir süreç yaşanacaktır. En iyi ihtimalle bazı ilerici belediye başkanları görevlerine devam etseler bile, izole edilecek, hem ekonomik olarak hem de demoklesin kılıcı ile sürekli baskı uygulanacak ve halk kitlelerinin tüm çabaları heba olacaktır.
Devrimci komünistler olarak böylesi bir süreçte, oy kullanmanın, devrimin objektif koşullarını geliştirebileceğini ve halkın yararına dair en ufak kazanımın bile sağlanabileceğini düşünmüyor ve sandığa gitmiyoruz! Yine bu süreçte okun sivri ucunu rejime ve tüm temsiliyetine yöneltirken her türden hakim sınıf düşüncesini yere çalmaktan ve devrimci komünist hattı kitlelerin önüne koymaktan daha azını yapmayacağımızı beyan ediyoruz.
Sandığa gitmemek, seçim sürecine katılmamak değildir. Hakim sınıflar seçimler vesilesiyle kendi gerici düşünceleri temelinde kitleleri kutuplaştırırken, bizler ise devrim için yeniden kutuplaştırmanın can alıcı zorunluluğu toplumun en ileri kitlelerine götürmek zorundayız ve böylesi süreçlerde kitlesel buluşmalar daha münkündür. Bunu yapmadaki amacımız, bu sistemi ve onun hali hazırdaki rejimini köklerinden söküp atmak ve baskının ve sömürünün olmadığı bir dünya için gerçek bir devrimi muzaffer kılabilmektir. Amacımız tek tek ilerici adayların peşine düşmek, ‘’açıklarını aramak’’ değildir. Bununla birlikte ilerici adaylarla üzerinde çalıştığımız kitle tabanı ortak olduğu ve bizlerin devrim yapma da kararlı/ciddi olduğumuz için, siyasi çizginin keskin ayrımı, seçim programına karşı devrim programının sahaya sürülmesi, ideolojik bir ‘’karşı olmayı’’ da zorunlu kılar. Burada karşı karşıya olan iki çizgi, iki program iki gelecek tahayyülüdür; Devrim ve reform! Söz konusu halkın çıkarları olduğunda -ki gerçek bir devrimi gerçekleştirebilmek ve sürdürebilmek halkın temel çıkarıdır-, hakikati ısrarlı ve keskin bir şekilde söylemekten geri durmayacağız. Ve böylece halk kitlelerinin de bu hakikati -devrimi- edinmelerini, kendilerini değiştirerek dünyayı değiştirmelerini sağlamak için canla başla mücadele edeceğiz!
Toplumdaki ileri güçler şayet sahte umutlarla “geleceği inşa” etmeye çalışırlarsa, bu gerici sistem altında ‘’halkçı’’ hatta ‘’sosyalist’’ bir belediyecilik olabileceği gibi -şakaysa komik olmayan, ciddiyse keskin ve kesif bir sistem içilik kokan- sözde teorileri savunurlarsa, tüm bunların bir oy pusulasıyla yıkılması işten bile değildir! Mesele bu adayların seçimleri alıp almayacağı da değildir, tüm bu süreç içerisinde, sözde devrimci değerler adına devrim için hazırlanması gereken güçleri, verili sisteme dokunmadan, siyasi iktidarı hedeflemeden ‘’siyasal iktidarcıklar’’ kurma perspektifiyle objektif olarak -subjektif olarak bunu istemeseler bile- devrimin önünde engel olacaklarıdır.
Bir diğer husus ise, toplumun azımsanmayacak bir kesimi Erdoğan’ın temsil ettiği çoğu şeyden artan oranda nefret etmeye devam ediyorlar ve bu çok haklı ve meşru bir öfkedir. İnsanlar umutsuzluklarından dolayı ‘’karşı’’ kampta olan adaylara oy veriyorlar ve daha derin bir umutsuzluğa sürükleniyorlar. Bu insanlara gitmeli ve işlerin kesinlikle oy vermeyle çözülmeyeceğini ve mevcut kutuplaşmanın insanlık için zerre çıkar sağlamadığını anlatmalı ve bilimsel bir umudun, gerçek bir devrim olduğunu ve bu devrimin bilimini, yeni komünizmi ve hali hazırda Bob Avakian gibi bir önderliği olduğunu götürmeliyiz!
14 Mayıs seçimleri için söylediklerimizi gerçek bir kurtuluş için güncelleyerek hatırlamakta fayda var:
‘’Bu rejimden rahatsızlık duyanlar, ilericiler, Kürtler, Kadınlar, LGBTQ bireyler, azınlıklaştırılmışlar, azınlık inançlar ve inanmayanlar şimdi derin bir şok ve üzüntü içerisindeler. Umutsuzluğa sürükleniyorlar çünkü aldatmanın ve kendini aldatmanın parçası oldular. Fakat umutsuzluk yok! Sahte umutlarla, bu sistemin ve onun faşist rejiminin seçimle değişeceğine dair ‘’aldanılmış’’ umutlara geçit yok! Oy pusulasından kurulu kaleler, sahte umutlar gibi bir gecede çöktüler. Fakat bunlardan temel olarak siz sorumlu değilsiniz! Hakim sınıfların parçalanmışlığı arasında kapana sıkışmış, gerçek çıkarları bu sistemin köklü değişmesinden yana olan halk kitleleri, tüm bu olup bitenlerin temel sorumlusu olmadığı gibi, bilimsel bir umut temelinde bu koşulları altüst edecek olan gerçek bir devrimin parçası olabilmek için dönüşebilirler. Karamsarlığa kapılmanın, yegane yolun başka bir seçimden geçtiğini düşünmenin ve ‘bir sonraki sefere kazanacağız’ diyerek, dehşet üzerine dehşet üreten bu sistemin işlemesine gözlerimizi kapamanın zamanı değil! Şimdi dünyada ve toplumda neler olup bittiğini, gerçek değişim dinamiklerini ve fay hatlarını bilimsel bir temelde anlamak ve tüm bunlara insanlığın gerçek kurtuluşu olan, komünist devrim ile müdahale etmek ve her türden baskının ve sömürünün sonlandığı bir gelecek için, komünizm bilimini, yeni komünizmi öğrenmenin, başkalarına öğretmenin ve böylece gerçek bir devrim hareketinin parçası olmanın zamanıdır! Buna mecbur ve muktediriz!’’
Yeni Komünizm Kolektifi
Şubat 2024
Referans Yazıları
Bob Avakian, Komünizm ve Jeffersoncu Demokrasi, El Yayınları, 2022
Bob Avakian, Demokrasi, Neden Daha İyisini Yapamayalım ki?, El yayınları, 2016
Seçimler, Toplumsal Hizalanma, Parçalanma ve Gerçek Bir Devrim İçin Stratejik Sorumluluk
14 Mayıs Seçimleri; Gerçek Bir Umut İçin Devrime İhtiyacımız Var! Daha Azına Değil!
Seçimlerin Doğası, Görevi ve Sınırlılıkları Hakkında Bob Avakian’dan Seçkiler
Add comment