ABD Emperyalistleri, Baskıcı Taliban Rejimi İktidara Dönerken Afganistan’da Aşağılayıcı Bir Yenilgi Yaşıyor

Editörün Notu: Aşağıdaki makale Afganistan’da yaşanan son gelişmelere ilişkin 16 Ağustos 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.

Kaynak için bkz: U.S. Imperialists Suffer Humiliating Defeat in Afghanistan as Oppressive Taliban Regime Returns to Power (revcom.us)


Bizler baskıya girerken, Afganistan’daki ABD yanlısı hükümet ve silahlı kuvvetler çöktü. Bunlar ABD’nin silahlandırdığı, eğittiği, övündüğü, 20 yıl ve milyarlarca dolar harcadığı güçlerdir. Böylece önemli sayıda ABD askerinin orada bulunması gerekmeden ABD egemenliği altında bir Afganistan temin edebildiler. ABD’nin ayrıca, Afganistan’da hem savaşta hem de eğitimde yer alan, en üst noktada sayısı 100.000’leri bulan on binlerce askeri vardı.

Ancak ABD (ilk önce Trump yönetiminde ve Biden yönetiminde de devam etti) kendi birliklerini, müteahhitlerini ve paralı askerlerini geri çektiğini açıkladığı anda Afgan güçleri parçalanmaya başladı. ABD’nin tam olarak geri çekilmesi için ilan edilen tarih (11 Eylül) yaklaştıkça, ABD’nin 2001’de iktidardan uzaklaştırdığı çok daha küçük -ancak fanatik olan ve savaşlarda sertleşmiş- İslamcı köktendinci Taliban ordusunun saldırısı karşısında çöküş hızlandı.

14 Ağustos Cumartesi günü, Taliban, başkent Kabil hariç Afganistan’daki hemen hemen her büyük şehri ele geçirdi. Çoğu durumda Afgan ordusu ya savaşmadan eridi ya da taraf değiştirdi. Pazartesi günü, Afganistan Cumhurbaşkanı Ghani istifa etti ve ülkeden kaçtı. Taliban güçleri başkanlık sarayının kontrolünü ele geçirdi; ABD bayrağı devasa büyükelçiliğinden indirildi ve binlerce çalışanı belgeleri yakmayı sonlandırarak acele tahliye için Kabil havaalanına helikopterle gönderildi.

Biden yönetimi, öncelikle ABD askeri, diplomatik ve sivil personelinin, havaalanı da dahil olmak üzere şehrin tüm kontrolü ele geçirilmeden önce ABD askeri, diplomatik ve sivil personelinin dışarı çıkabilmesini sağlamak için 6.000 ABD askeri için çabalıyordu.

İnsani Kriz ve Taliban Yönetiminin Kabusu

Açık olmak gerekirse, Taliban -1990’ların ortasından ABD ve müttefikleri tarafından 2001’de kovulana kadar Afganistan’ı yöneten aşırı köktendinciler- halk kitleleri için bir kabustu ve halen de öyleler. Zaferleri özellikle kadınlar için ciddi olarak kaygı vericidir. Taliban’ın İslami Şeriat hukuku versiyonuna göre, kadınlara ailelerindeki erkeklerin gerçek mülkü muamelesi yapılıyor, dışarı çıktıklarında baskıcı başörtüsü (burka) takmaya zorlanıyorlar ve bu kuralların ihlali nedeniyle ortaçağ cezalarına ve hatta ölüme maruz kalıyorlar.

Dahası, Taliban (ABD gibi) (1) düşmanlarıyla işbirliği yapan herkesten, sadece üst düzey yetkililer değil, düşük düzeyli görevliler, askerler, öğretmenler vb. intikam alma konusunda bir geçmişe sahiptir. Bütün bunlar ve çatışmalar nedeniyle, Taliban kontrolü Afganistan’a yayılırken çok sayıda insan -(BM yaklaşık 400.000 tahmin ediyor)- sınırdan batıya İran’a (2), doğudan Pakistan’a ya da Kabil’in başkentine giderek yaşadıkları topraklardan kaçtılar. Bütün bu koşullarda insanlar çaresiz durumdadır, çoğu zaman yiyecek ve su olmadan hareket ediyorlar ve bu durum COVID pandemisinin ortasında oluyor. Hijyen ve sağlık hizmetlerine erişim olmadan aç ve evsiz yaşadığınızı bir hayal edin. Ölümcül bir salgın, dokunaçlarını birbiri ardına sararken sokaklarda ya da mülteci kamplarında yüzlerce ya da binlerce insan arasında yaşadınızı bir hayal edin!

ABD – “İyi Adamlar” DEĞİLDİR!

Dolayısıyla şu anki durum Afganistan’daki halk kitleleri için gerçekten vahimdir. Aynı zamanda, ABD’nin yenilgisinin büyük bir trajedi olduğu, Amerika’nın bu durumda “iyi adamlar” olduğu ve 20 yıldır desteklediği hükümetin ilham verici bir demokrasi deneyi olduğu efsanesi, gerçeklikle tamamen çelişmektedir.

Örneğin Afgan devleti ve ordusunu ele alalım: ABD medyasında ve siyasi liderler arasında bu silahlı kuvvetlerin hızlı çöküşü hem bir gizem hem de bir trajedi olarak görülüyor. İkisi de değil. Gerçekte bu durum, yabancı işgalciler ve işgalcilerin yerleştirdiği baskıcı ve yozlaşmış hükümet adına gerici bir askeri savaş gerçeğinin tahmin edilebilir bir yansımasıdır.

ABD, 2001’de Afganistan’ı işgal etmeye hazırlanmaya başladığı andan itibaren, bir dizi rüşvet yoluyla ABD’ye “kazanılan” çirkin bir dizi savaş ağaları ve bölgesel despotlarla, Afganistan halkı üzerindeki güçlerini artırmak için bunu fırsat bilen ve/veya tıpkı ya da daha fazla gerici Taliban güçleri ile rekabet ve düşmanlıklar şeklinde ittifaklar kurdu. Bu yüzden sadakatleri her zaman duruma bağlıydı ve ABD’nin ayrıldığı ve dolayısıyla Taliban’ın kazanacağı netleştiğinde, çoğu ya geri çekildi ya da Taliban’a geçti. Bu silahlı kuvvetlerdeki askerler genellikle maaşsız, yarı aç ve bir maaş çekinden başka bir şey için savaşmıyorlardı. Onlar da bir baskıcı rejimi diğerine karşı savunmak için kaybedecekleri bir savaşta hayatlarını tehlikeye atmak istemiyorlardı.

Afganistan’da Savaş Sırasında Yaşam

ABD medyası ayrıca, Afgan toplumunu ABD kontrolündeki bir tür demokrasi ve kadınların kurtuluşu için bir işaret olarak resmetmeye çalıştı. Bu acımasız bir şakadır. ABD, trilyonlarına rağmen (çoğu bombalamaya ve insanları öldürmeye harcanmıştır ya da her düzeydeki yozlaşmış yetkililer tarafından hortumlanmıştır) harcama konusunda inliyor. Afgan halkının koşulları, diğer çoğu üçüncü dünya ülkesiyle karşılaştırıldığında korkunç derecede kötüydü.

İlk olarak, savaşın kendi bedeli vardı, en az 43.000 ve belki de 220.000 kadar sivil savaşla ilgili nedenlerden ötürü öldü. ABD ve Afgan ordusu düğünlere, cenaze törenlerine, okullara ve hastanelere defalarca bombalı saldırılar düzenledi. Sadece iki hafta önce Afgan Hava Kuvvetleri Helmand Eyaletindeki özel bir hastaneyi bombaladı, iki kişiyi öldürdü ve tesisi yok etti. Savaşta 60.000’den fazla Afgan askeri öldü.

“Genç bir Afgan kadın gazeteci, sokakları, özellikle kadınlar ve çocuklar açısından büyük ölçüde ıssız olarak nitelendirdi ve Taliban’ın yapabileceklerinden korktuğu için kendisinin umutsuzca normalde giydiği kot pantolonu yerine başörtüsü (hijab) takmak zorunda kaldığını söyledi.”

Üstüne üstlük, zaten yoksul olan bu ülkede ekinler ve köyler de yok edildi, ekonomi bozuldu ve dağıldı. Beş yaşın altındaki 1,3 milyon çocuk yetersiz beslenmeyle karşı karşıya kaldı. 5 ila 14 yaş arasındaki dört Afgan çocuktan en az biri, ailelerinin hayatta kalmasına yardımcı olmak için çalışmak zorunda. 2014 itibariyle, çocukların (erkek ve kadın) sadece yüzde 54’ü okula gidiyordu. Yine İnsan Hakları İzleme raporuna göre 2017’de “denizaşırı kalkınma yardımlarının yalnızca yüzde 2 ila 6’sının eğitim sektörüne gittiğini” bildirdi. Bütün bunlar savaş makinesine ya da ABD yanlısı elitlerin ceplerine büyük meblağlar girerken yaşandı.

Baskıcı Bir Rejimi Sürdürmede Küçük Reformların Rolü

Evet, kırsal alanlarda, küçük şehirlerde ve kentsel gecekondularda büyük çoğunluğun karşı karşıya olduğu ilişkiler ve koşullar gözetildiğinde, daha büyük orta sınıf ve eğitimli nüfusa sahip büyük şehirlerde, özellikle Kabil’de bazı baskıcı kısıtlamaların belirli bir dereceye kadar azaldığı doğrudur.

Kabil’de daha cesur kadınlar geleneksel İslami kıyafetler yerine kot pantolon giyebiliyor, entelektüeller ve gazeteciler bir dereceye kadar konuşabiliyor (hükümet ya da Taliban tarafından hala önemli bir saldırı riski olmasına rağmen), birçok kadının seçilmesi de dahil olmak üzere kamu görevleri için seçimler yapıldı.

Ancak bunlar, toplum çapında bir dönüşümün, baskının, yoksulluğun ve sömürünün kökünün kazınmasının başlangıcı olmaktan ziyade, yabancı emperyalizme ve barbarca bir toplumsal düzene (3) hizmet eden bir rejime bağlı hale gelmeleri için nüfusun bir kısmına verilen asgari tavizlerdi. Yanlışlıkla daha fazla ve daha iyi bir şeyin olduğuna inananlar ve örneğin kadın hakları için gerçekten savaşmak için adım atanlar, şimdi acı bir şekilde ABD’nin bunu asla umursamadığını öğreniyorlar, ve ABD kendi halkını (ve birkaç Afganı) ülkeden çıkarırken Taliban misillemesiyle yüzleşmek üzere adeta yüz üstü bırakılıyorlar.

İleri Gitmek

Şimdiki durum çok akışkan. Başyazımız  Taliban Afganistan’ı Ele Geçirirken ve Amerika Yenilgiyle Uzaklaşırken… İNSANLIĞIN ÇIKARLARI NEREDE? makalesinde de söylediğimiz üzere ABD’nin Afganistan’a ve tüm bölgeye hakim olma projesinin küçük düşürücü yenilgisi çok iyi bir şeydir, ancak Taliban’ın zaferi kötü bir şeydir. Böylece Afganistan’daki kadın ve erkek kardeşlerimizin karşı karşıya olduğu acil durum daha da vahim hale gelmiştir. Kabil’deki pek çok kişi arasında büyük korku hüküm sürüyor. Genç bir Afgan kadın gazeteci, sokakları, özellikle kadınlar ve çocuklar açısından büyük ölçüde ıssız olarak nitelendirdi ve Taliban’ın yapabileceklerinden korktuğu için kendisinin umutsuzca normalde giydiği kot pantolonu yerine başörtüsü (hijab) takmak zorunda kaldığını söyledi.

Orada yaşayan halklar buna karşı savaşmanın araçlarını bulmak ve başka bir yolu öne sürmek durumunda kalacaklardır. Ve dünyanın dört bir yanındaki halklar onları desteklemenin yollarını bulmak zorundadır. Ancak Afganistan’daki 20 yıllık ABD “projesinin” herkese öğretmesi gereken bir şey varsa, bu da insanlık için bu karmaşadan bir çıkış yolu bulmak için, bir baskıcı düzeni diğerine karşı desteklemenin “kolay” ama lanetli yolunu seçmek yerine, (her ne kadar zor görünse de) tüm baskıcı sistemleri devirmek için mücadeleye ve bilime katılmak anlamına geldiğidir.


Dipnotlar:

1. El Kaide’nin Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırmasının ardından ABD’nin işkence ettiği ve/veya hapse attığı “tehlikeli teröristlerin” birçoğunun Taliban veya El Kaide içinde çok düşük seviyeli işlerde -sürücüler gibi- çalışan insanlar olduğu ortaya çıktı. Ve elbette ABD’deki mahkumların çoğunun bu örgütlerle hiçbir ilgisi yoktu.

2. Bazılarının İran sınır muhafızları tarafından vurularak öldürüldüğüne dair raporlar mevcut.

3. The Intercept haberine göre; kentli orta sınıfın çoğunun büyük ölçüde pragmatik nedenlerle 2001 sonrası düzenin desteklenmesine ağırlık verdiğini belirtiyor. “Onlara bir ev inşa etmek veya bir aile kurmak için güvenilir bir hükümet, polis veya ordu maaşı verdiler.”




Taliban Afganistan’ı Ele Geçirirken ve Amerika Yenilgiyle Uzaklaşırken… İNSANLIĞIN ÇIKARLARI NEREDE?

Editörün Notu: Aşağıdaki makale Afganistan’da yaşanan son gelişmelere dair 16 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmış bir revcom.us makalesidir.

Kaynak için bkz: As the Taliban Take Over Afghanistan and America Is Driven Out in Defeat… WHERE DO THE INTERESTS OF HUMANITY LIE? (revcom.us)


Geçen hafta yazdığımız üzere yaklaşık 20 yıl önce El Kaide’nin fanatik İslamcı köktendincileri birkaç uçak kaçırmış ve bu uçaklardan ikisini New York’taki devasa bir iş kompleksi olan Dünya Ticaret Merkezi’ne uçurmuşlardı. Merkez parçalanmış ve yaklaşık 3.000 kişi ölmüştü. Ayrıca ABD Savunma Bakanlığı’nın karargahı olan Pentagon’a da saldırı düzenlemişlerdi.

Buna karşılık, Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush yönetimindeki ABD, El Kaide’nin ülkelerinde kalmasına izin veren Afganistan hükümetine karşı savaş ilan etmişti. Afganistan hükümetine fanatik ve baskıcı bir İslami köktendinci grup olan Taliban başkanlık ediyordu.

ABD’nin Afganistan’ı işgali, on binlerce Afgan yaşamının yanı sıra birkaç bin ABD’li ve Avrupalı işgalcinin de hayatına mal oldu. Bu misyon, “demokrasiyi yaymak” ve “kadınları özgürleştirmek” gibi her türlü ballı sözlerle örtülüyken, aslında özünde iki şeyle ilgiliydi:

Birincisi, dünyadaki diğer tüm güçlere, eğer ABD’ye saldırmaya cesaret ederlerse ya da kendi topraklarından bir saldırı yapılmasına izin verirlerse, buna yüz kat daha kötü bir misilleme ile yok edilecekleri mesajını iletmek; ve

İkincisi, ABD’nin gücünü Orta Doğu ve Orta Asya’ya ve bunun ötesinde dünyaya çok daha geniş ve derin bir şekilde, radikal ve şiddetli bir şekilde genişletmeye çalışmak. Dünya çapında bir sömürü, korkunç baskı ve çevrenin yıkıcı bir şekilde yağmalanmasının imparatorluğunu var olan güçle savunmak.

ABD imparatorluğunun o “büyük tasarımları” Afganistan’da en nihayetinde yenilgiye uğratıldı. Dünyanın bir numaralı zalimi bir yenilgiye uğradığında bu durum insanlık için olumludur.

Bu yenilgi, ABD egemen sınıfı içinde İç Savaş’tan bu yana eşi benzeri görülmemiş büyük bir çatışma zamanında gerçekleşmiştir. Hiç kimse herhangi bir olayın nasıl sonuçlanacağını söyleyemeyecek olsa da, bunun genel olarak egemen sınıf ve onun temel zor aygıtı kurumları (silahlı kuvvetler, CIA vb.) içindeki çatışmayı artırması çok olasıdır.

Bob Avakian’ın en son makalelerinde bu çatışmalar derinlemesine araştırılıyor ve bunlarla birlikte devrimci bir duruma doğru olgunlaşma olasılığı ele alınıyor: Yeni Bir Yıl, Tüm İnsanlığın Kurtuluşu İçin Kökten Yeni Bir Dünyaya Yönelik Acil İhtiyaç ve Bu Devrimin Mümkün Olduğu Nadir Bir Zamandır – Niçin Böyle ve Bu Nadir Fırsattan Nasıl Yararlanmak Gerek?

Dolayısıyla, tüm bu nedenlerden ötürü bu yenilgi memnuniyetle karşılanmalıdır. Bu durum, devrim için işlerin otomatik olarak kolaylaşacağı anlamına gelmez. Kısa vadede, Biden yönetimi ABD egemenliğini yeniden tesis etmek için başka yerlerde veya başka yollarla daha sert karşılıklar vermeye çalışabilir. Faşistler Biden’a baskı yaparak veya saldırarak, veya her iki durumda da kendi stratejilerini izleyeceklerdir.

Her iki taraf da olması gerekenler doğrultusunda savaşırken bile vatanseverlik zehrini besleyecektir. Buradaki mesele, devrimci değişim ihtiyacını görenlerin ve bunun için çalışanların bu açılımı yakalayıp yakalayamadıklarıdır. İnsanlar büyük şeyler düşünürken, halkı olayları burada neyin yönlendirdiğini ve neyin tehlikede olduğunu görmek için ciddi bir mücadele vererek kazanmak ve kendi yöneticilerinin şu ya da bu kümesiyle DEĞİL, dünya halklarının yanında yer almasını sağlamak gerekmektedir.

Bütün bunlar boyunca, şunu görmeleri için insanlarla mücadele etmek gerekmektedir:

“Emperyalistlerin çıkarları, hedefleri ve büyük tasarımları bizlerin çıkarı değildir – bunlar ABD’de veya bütün olarak dünyada halklarının ezici çoğunluğunun çıkarı değildir. Ve emperyalistlerin bu çıkarların peşinde koşarken kendilerini içinde buldukları zorluklara emperyalistlerin bakış açısından ve çıkarlarından değil, insanlığın büyük çoğunluğunun bakış açısından, daha başka bir yol, daha farklı ve daha iyi bir dünya için insanlığın temel ve acil ihtiyaçları doğrultusunda görülmeli ve yanıtlanmalıdır.” – BAsics 3:8

Bu sayıdaki makaleler bunun canlı bir hissini vermektedir.

ABD’nin yenilgisi olumlu olsa da, Taliban’ın zaferi olumlu değildir. İktidardaki Taliban, kadınlara vahşice ve oldukça barbar ve korkunç biçimlerde yönelttiği en keskin mızrağıyla, acıların üstüne daha fazla acı çekmek anlamına gelecektir. İslami köktencilik özgürleştirici bir alternatif DEĞİLDİR.

Geçen hafta Bob Avakian’dan aşağıdaki temel alıntıyı aktarmıştık:

“Buradaki çekişmede bir yanda Cihad diğer yanda McDünya/McHaçlıSeferi’ni görürüz, bunlar insanlığın sömürgeleştirilen ve ezilen ve tarihsel olarak miadı dolmuş katmanlarına karşı, emperyalist sistemin tarihsel olarak miadı dolmuş egemen sınıfı şeklinde bulunurlar. Bu iki gerici kutup birbirlerine karşı olsalar da aslında birbirlerini güçlendirirler. Eğer bu “miadı dolmuşlardan” birinin yanında yer alırsanız, en sonunda ikisini de güçlendirirsiniz.”

“Her ne kadar bu çok önemli bir formülasyon olsa ve dünyanın şu evresinde süreçleri yöneten dinamikleri anlamak açısından kritik önemde olsa da, aynı zamanda bu “tarihsel olarak miadı dolmuşlardan” hangisinin daha büyük zarar verdiği ve insanlığa karşı daha büyük tehdit oluşturduğu konusunda açık olmamız gerekiyor: Bu da, tarihsel olarak miadı dolmuşlardan emperyalist sistemin egemen katmanıdır, ve özellikle de ABD emperyalistleridir.” – BAsics 1:28

İnsanlar, bu gerici güçlerden birini veya diğerini destekleyerek bu kutuplar arasında gidip gelmeyi göze almamalıdır. Başka bir yol, devrimci bir alternatif öne sürmeliyiz. Bu yol devrimdir, ABD gibi emperyalistler tarafından dünyanın sömürülen ve ezilen uluslarına, veya erkeklerin kadınlara yönelik baskısının bulunmayacağı, savaşların, sınırların ve hatta ülkelerin olmadığı komünizme yönelmiş sosyalist bir toplumdur. Cehaletten ve esaret zincirlerinden kurtulmuş, ortak yarar için birlikte çalışan insan topluluğunun olacağı bir dünyadır.

Bu devrimde vücut bulan vizyon ve bu devrimi gerçekleştirme stratejisi, Bob Avakian tarafından sadece ileriye götürülmekle kalmamış, aynı zamanda önemli şekillerde yeniden tasarlanmış ve daha bilimsel ve daha sağlam bir temele oturtulmuştur. BA’nın kendisinin yeni komünizm hakkında söylediği gibi:

“Bu yeni sentezin bu toplumda ve bir bütün olarak dünyada geniş çapta ele alınmasına acil bir ihtiyaç vardır: İnsanlar her yerde, her şeyin neden böyle olduğunu ve farklı bir dünyanın mümkün olup olmadığını sorguluyor; insanlar her yerde “devrimden” bahsediyor, ancak devrimin ne anlama geldiğine dair gerçek bir anlayışa sahip değiller, neyle karşı karşıya olduklarını ve ne yapılması gerektiğini analiz etmek ve bunlarla ilgilenmek için hiçbir bilimsel yaklaşımları yok; halklar her yerde başkaldırıyor fakat kuşatılıyorlar, yüzüstü bırakılıyorlar ve cani zalimlerin insafına kalıyorlar ya da çoğunlukla barbarca gaddarlıkla desteklenen geleneğin köleleştirici zincirlerine esir ediliyorlar; insanlar her yerde çaresiz koşullarından bir çıkışa ihtiyaç duyuyor, ancak ızdıraplarının kaynağını ve karanlıktan ileriye giden yolu göremiyorlar.”

Dünya bu alternatif için haykırıyor. Ya büyük ve özgürleştirici bir ilerlemenin olacağı, ya da yıkıcı ve belki de varoluşsal çöküş potansiyeli taşıyan bu zamanlarda, bunu insanlara ulaştırmak onun için mücadele etmek ve her yerde bu çağrıya cevap veren herkesi siyasi olarak desteklemek bizim elimizdedir.




ABD’nin Afganistan’dan Çekilmesi: Üç Ders ve İki Temel Oryantasyon Noktası

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz makale, 9 Ağustos 2021’de revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Kaynağı için linke tıklayınız.


2001 yılında fanatik İslami köktendinciler birkaç uçağı kaçırıp New York’taki devasa bir ofis binası olan Dünya Ticaret Merkezi’ne uçurdular. Bunun sonucunda bina yıkıldı ve neredeyse 3000 kişi öldü. Aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı’nın ana üssü olan Pentagon’a da saldırı düzenlediler. Buna karşılık, Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush yönetimindeki ABD, Afgan devletine savaş açarak bu saldırıları yapan grubun -El-Kaide- ülkede kalabilmesine sebep oldu. Afganistan hükümeti Taliban adındaki fanatik ve baskıcı bir İslami köktendinci grup tarafından yönetilmekteydi.

Bu durum, Bob Avakian tarafından teşhis edilmiş bir dinamiği nitel olarak yoğunlaştırdı:

“Buradaki çekişme de bir yanda Cihad diğer yanda McDünya/McHaçlı Seferini görürüz, bunlar insanlığın sömürgeleştirilen ve ezilen ve tarihsel olarak miadı dolmuş katmanlarına karşı, emperyalist sistemin tarihsel olarak miadı dolmuş egemen sınıfı  şeklinde bulunurlar. Bu iki gerici kutup birbirlerine karşı olsalar da aslında birbirlerini güçlendirirler. Eğer bu ‘’miadı dolmuşlardan’’ birinin yanında yer alırsanız, en sonunda ikisini de güçlendirirsiniz. Her ne kadar bu çok önemli bir formülasyon olsa ve dünyanın şu evresinde süreçleri yöneten dinamikleri anlamak açısından kritik önemde olsa da aynı zamanda bu ‘’tarihsel olarak miadı dolmuşlardan’’ hangisinin daha büyük zarar verdiği ve insanlığa karşı daha büyük tehdit oluşturduğu konusunda açık olmamız gerekiyor: Bu da tarihsel olarak miadı dolmuşlardan emperyalist sistemin egemen katmanıdır ve özellikle de ABD emperyalistleridir.”

Biden, 20 yıl boyunca süregelen savaş ve on binlerce Afgan’ın ölümü ve çok daha fazla yıkıntı haline getirilmiş yaşamdan sonra, bu yılın Eylül ayına kadar ABD kara kuvvetlerinin bölgeden geri çekileceğini duyurdu. Gelecek haftalarda bu hamlenin arkasında yatan olayları ve günümüzün patlayıcı politik durumunda nasıl etkiler yaratacağını daha detaylı analiz edeceğiz. Bu geri çekilme, birkaç liberal yorumcu arasında kadınlara gelecek zarar konusunda kaygı ve endişe uyandırdı ve bu kaygının bir temeli mevcut: Taliban’ın tekrardan gücü ele alması ve kadın ve kızlara karşı aşırı gerici, tüm temel hakları çiğneyecek ve insanlıklarını hiçe sayacak ve bunları barbarca bir acımasızlıkla destekleyecek baskı yöntemleri uygulaması çok güçlü bir olasılık.

Bu duruma bakarken görüş açımızı genişletmek için kamerayı bir adım geriye çekmek çok önemlidir.

Destekleyici makalelerin [lınk1][link2] vurguladığı üzere, ABD bu savaşı bir nebze de “Afgan kadınlarını özgürleştirmek için” yapılmış bir savaş olarak gerekçelendirdi. Bu makalelerin gösterdiği üzere, bazı reformlar olsa dahi kadınlar ezilmiş ve boyun eğdirilmiş olarak kalmaya devam etti. Ancak bu taktik ABD toplumunun, pek çok liberal ve ilericiler de dahil “ilerici” kısımlarının savaşa desteğini mobilize etmekte başarılı oldu.

Bir soru: İnsanlığın yarısını oluşturan kadınların durumuyla ilgilenen herhangi bir kişi, neden milyonlarca kadının fuhuş ve seks köleliğine zorlandığıkürtaj hakkının ve yakın zamanda doğum kontrol haplarının sürekli saldırı altında olduğu ve artık bir ipin ucunda sallandığı…kadınlara karşı tecavüz ve diğer taciz türlerinin sürekli devam ettiği ve kadınlara karşı nefretin ve kadınların insandışılaştırılmasının toplumun her tarafında farklı şekillerde etkin olduğu ve sözde Afganistan kadınlarını “özgürleştirmek” için gönderilen ordunun bizzat kendisinde daha da yoğunlaştığı… her alanda ayrımcılığın hala kol gezdiği… ve emperyalist ülkelerdeki “yaşam standartlarını” mümkün kalan süper-kazançların küresel Güney’de acımasızca sömürülen kadınların emeğinden emildiği… sistemin tepesine oturmuş güçlü ülkeye çağrıda bulunsun? Neden, bu gerçeklerin farkına vardığınızda, insanlara bu derecede kadınları sömüren kişi ve kurumların bulunduğu tarafla, herhangi bir yerde kadınların ezilmesini durdurmaları beklentisiyle işbirliği içinde olmaya çağırırsınız?!?

Ve bu savaş gerçekten neyi getirdi? Ölüm, yıkım ve başka korkunçluklar – çok büyük bir kısmı sivillere karşı işlenmiş, 11 Eylül’de yapılanın çok ötesinde korkunçluklar. Ağustos 2016’ya gelindiğinde ABD’nin Afganistan’daki savaşı sebebiyle yaklaşık 111.000 insan öldürülmüştü ve 116.000’den fazlası ise yaralanmıştı. Bu savaş yüzünden neredeyse 5 milyon insan evlerinden ayrılmaya zorlandı. ABD ordusu tarafından kurulan zindanlarda sayısız Afgan yargısız hapsedildi ve işkence gördü, bunlara meşhur Bagram hapishanesinde ölene kadar işkence görmüş iki mahpus da dahil. Bir baskıcı ve yolsuz hükümeti bir başkasının takip ettiği ve hepsinin de ABD devleti tarafından dayatılıp yönlendirildiği, bunların hepsinin Afgan halkının her gün karşılaşmak zorunda olduğu acıyı, fakirliği ve dayatılan gericiliği yaydığı ve daha da kötüleştirdiği bir durum oluştu. Afganistan dünyanın en fakir 10 ülkesi arasında, nüfusun neredeyse %50’si yoksulluk sınırının altında ve %36’sı “akut gıda güvencesizliği” ile karşı karşıya. Ve evet, kadınların genel olarak korkunç şekilde sömürülmesi devam ederken kadınların küçük bir kısmı için birkaç reform -okulların, kız çocuklarının üçte birine açılması.

20 yıl boyunca süren, binlerce insanı öldüren ve milyonların hayatlarını yok eden bu korkunçlukların net sonucu nedir peki? Öncelikle, en azından kısa vadede Afganistan’ın barbarca ataerkil ve İslami köktendinci şekilde kavranışı güçlenecek [i]. İkinci olarak, ABD emperyalistlerinin en azından bir süre ilerici dürtüleri olan insanları, bu devletin başka ülkelere “demokrasi getirmek” için baskı altına alınabileceği şeklindeki tamamen yanlış, bozucu ve derinden zararlı fikrin arkasında mobilize edebilmiş olması ve bundan ötürü bu kasaplar savaşlarına bu kıyafetleri giydirebildikleri sürece halkın onları desteklemesi gerektiği nosyonu. BAsics 5:7’de yakalanan, bu toplumun önemli bir kısmının içinde bulunan yaklaşım -Amerikan hayatlarının diğer insanların hayatlarından daha değerli OLMADIĞI gerçeği- son 20 yılda büyük zarar aldı ve bunun yeniden doğması gerekiyor: enternasyonalizm şu anda her zamankinden daha önemli!

Aynı zamanda, üçüncü bir sonucun da altı çizilmeli: yerlere göklere sığdırılamayan ABD savaş gücü devasa yıkımlara sebep olacak canavarlığa sahip olsa da her zaman isteklerini dayatmakta başarılı olamaz, kendisinden çok daha güçsüz rakiplere karşı bile. Ayrıca bu savaşın, Irak’a karşı açılan daha temelsiz savaşla birlikte, ABD egemen sınıfının kendisini içinde bulduğu bütün bu kriz durumuna katkıda bulunduğu da bir gerçektir. Bu ders -ölüm ve yıkım makineleri reddedilemez derecede güçlü de olsa- yeterince silahlanamamış düşmanlara karşı dahi yenilmez OLMADIĞI dersi- insanların üzerinde düşünmeleri için önemli bir derstir.

Sonuç Olarak İki Ders:

Bir: İnsanlar, kendilerini emperyalistlerin sözde bir baskı türünü yenmek adına, bunu yaparken aynı tür baskının başka bir çeşidini savunan ve güçlendiren sefer çağrılarına çekilir bir hale düşüremez. Bu makalenin ilk kısımlarında BA’dan yapılan kritik alıntının vurguladığı üzere, bu sadece genel olarak baskıcı ilişkileri güçlendiren kanlı bir dinamiktir. Bu dinamiği kırmaya başlamanın tek yolu da birinin “kendi” emperyalistlerine, herhangi bir savaş açtıklarında, nedeni ne olursa olsun sertçe karşı çıkmaktır.

İki: Emperyalist ülkelerde bulunan bizlerin yapması gereken sadece sözde “demokrasi” yerleştirmek için açılan bu savaşlara karşı durmak değil, aynı zamanda insanlar arasında, bu sömürücülerin kendi acımasız planlarını ortaya koymaya çalışırken uğradıkları yenilgileri kutlayacak bir yaklaşımı cesurca işlemektir.

 


Yeni Komünizm’den Kesit: ‘’Enternasyonalizm-Devrimci Yenilgicilik’’:

Devrimci yenilgicilik (revolutionary defeatism) derken neyi kastediyorum ve bu neden bu kadar önemli? Devrimci yenilgicilik, kendi hükümetinizin ve yönetici sınıfın, imparatorluğun savaşları olan savaşlar yürütürken gerçekleştirdiği eylemlere karşı çıkmanız demektir. Bu savaşlarda aldıkları her darbeyi olumlu karşılamanız demektir, çünkü bunlar, burada ve genel olarak dünyada halk kitleleri üzerindeki baskıcı kontrollerini zayıflatır. Şimdi, Vietnam savaşı zamanında olandan farklı bir durumda olduğumuzu anlamamız gerekir. O dönemde Vietnam’daki Ulusal Kurtuluş Cephesi (NLF) Güney Vietnam halkının devrimci bir örgütüydü ve Kuzey Vietnam’da- ki hükümet ve halkla birlikte ABD emperyalistlerine karşı savaş yürütüyordu. Bu devrimin lideri ise, 1960’ların sonlarında ölünceye kadar, kendisini bir komünist olarak adlandıran ama gerçekte daha ziyade bir devrimci milliyetçi olan Ho Şi Minh’ti. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden kısa süre sonra Ho Şi Minh, Vietnamlıların ülkelerini sömürgeleştirmiş olan Fransızları ve ardından da 1950’lerden itibaren Vietnam’ın sömürgeci efendisi olarak Fransızların yerini almaya çalışan Amerikalıları ülkeden çıkarmayı amaçlayan silahlı mücadele- sine öncülük etti. O günlerde eylemlere giderdik ve insanlar sokak- larda “Ho, Ho, Ho Şi Minh, NLF kazanacak” sloganlarıyla yürürdü. Bu çok iyi bir his verirdi ve yapılması doğruydu. Vietnam halkının ve onlara öncülük eden Ho Şi Minh’in tarafında yer almanız doğruydu. Mesele sadece hükümetinizin yürüttüğü haksız savaşı kaybetmesini istemek değildi, hükümetinize karşı savaşan halkın tarafında da olabilirdiniz, çünkü onlar haklı bir davayı temsil ediyordu, emperyalizme karşı gerçek bir mücadeleyi temsil ediyordu. Gidip sivillere saldırmıyorlardı. Ülkelerini işgal etmiş olan ABD emperyalizminin ordusuna karşı savaşıyor ve yoğun bir şekilde bombalıyorlardı. Dolayısıyla o günlerde, ABD hükümetine karşı, ABD emperyalistlerine karşı savaşan halkla birlikte olmanız gerçekten mümkündü.

Bugün ise ne yazık ki durum farklı ve kısa vadede bu kadar elverişli değil. Düzgün bir yerden gelen hiç kimse, aynı zamanda vahşi derecede baskıcı ilişkileri -sadece bu değilse de özellikle korkunç ataerkil ilişkileri- güçlendiren ve bu amaç doğrultusunda sıradan sivillere karşı her türlü iğrenç katliamı yapan bu gerici İslamcı cihadçıları desteklemek istemez. Bu yüzden, eğer doğru yerden geliyorsanız, herhangi bir şekilde kendinizi bu güçlerle birlikte tanımlayamaz ve onları destekleyemezsiniz. Dünya çapında kendisini solcu, hatta komünist veya Maoist olarak adlandıran ve bu İslamcı köktenci cihadçılara hoş bir çehre kazandırmaya çalışıp onların anti-emperyalist olduğunu, anti-emperyalist bir mücadele yürüttüklerini iddia eden, Ajith gibi insanlar var. Gerçekte ise bunlar ABD’ye karşı savaşıyor olabilse de, devrimci bir güç olmak bir yana, pozitif, ilerici herhangi bir şeyi temsil etmezler; ve iktidarı ifa etmeyi başardıkları her yerde yönetimleri vahşi derecede baskıcıdır. Bu, gerçek dünyada defaatle kendisini göstermiştir. Zihninizde bu insanları olduğundan farklı hale getirmeye çalışabilirsiniz, fakat onlar yalnızca büyük bir zarar vermektedirler, çünkü gerçek dünyada pozitif bir güç değillerdir. Onların baktığı yerden baktığımızda bile, yani ABD emperyalizmi- ne karşı çıktıklarında bile böyledir. Çünkü bunu esaslı bir şekilde herhangi bir pozitif amaca yönelik olarak yapmıyorlar.

Bu zorlu bir durum meydana getiriyor, çünkü özellikle ABD toplumunun asalak yapısı -halkın önemli kesitlerinin, özellikle de orta tabakadan kesitlerin dünyadaki emperyalist tahakküm ve yağmadan gelen ganimetlerden pay alması- nedeniyle, ABD hükümeti bu İslamcı köktencilerin işlediği vahşetlere işaret ettiği zaman bu, insanların bu İslamcı köktencilere karşı yürütülen savaşta kendi ülkelerini ve hükümetlerini destekleme ya da en azından ciddi şekilde karşı çıkmama eğilimini güçlendiriyor. İnsanların bunun peşinden gidip şu pozisyonu almasını kolaylaştırıyor: “Ben bu savaşlardan hoşlanmıyorum, fakat öteki insanlara bakın; IŞİD gibi gruplar hakkında bir şeyler yapmamız lazım.” ABD’nin büyük müttefiki Suudi Arabistan’ın IŞİD’in yaptığından daha fazla insanın kafasını uçurmasını ve kadınlara ve başkalarına karşı her türlü korkunç baskıyı uygulamasını boşverin. İnsanlar yine de “Şu IŞİD gibi insanlara bakın” diyebiliyor. Bu ise insanların, yürüttüğü savaşlarda kendi hükümetine karşı çıkma gibi zor bir işi yapmaktan uzak durmasını kolaylaştırıyor.

Evet doğru: Bu emperyalistlere karşı çıkan İslamcı köktenciler iyi değil, pozitif bir alternatif de sunmuyor. Fakat bu, imparatorluğun bu hükümet tarafından yürütülen savaşlarını haklı savaşlar haline getirmiyor. Bu durum epey uzun zamandır devam etti ve buna karşı cepheden ve derin bir meydan okumaya gitmek gerekiyor.

Bunlar imparatorluk için verilen savaşlardır. Haksız savaşlardır. Kitlesel yıkım araçlarıyla, yüz binlerce insanın öldürülmesiyle, insanlara işkence yapılmasıyla yürütülürler. Buna güçlü bir şekilde karşı çıkmak gerekir. Salt “evet ben de bu savaşların bitmesini isterim, ama şu İslamcı köktencilere de bir şey yapmamız lazım” şeklindeki bir duruş kabul edilemez. İnsanların kendi hükümetleri tarafından yürütülen bu savaşların gerçek doğasının ne olduğunu görmesi ve neden bu savaşlara aktif bir şekilde karşı çıkmak gerektiğini anlaması hayati önemdedir. Ve eğer diğer tarafı destekleyemiyorsanız veya desteklememeniz gerekiyorsa bile, yine de kendi hükümetinizin yürüttüğü savaşlarda aldığı yenilgileri olumlu karşılama yönündeki temel yaklaşıma sahip olmanız gerekir. Birincisi, bu emperyalistlerin yenilgisi, ona karşı çıkan insanlar da haksız olsa bile haksız savaşlar yürüttükleri için olumlu karşılanmalıdır. İkincisi, bu türden her yenilgi, bu sistemi ve onun yönetici sınıfını zayıflatıp, insanların onu devirebileceği ve kurtuluşçu bir sistemi onun yerine geçirebileceği zamanı daha fazla yaklaştırır.

2002-2003 döneminde, yönetici sınıfın çekirdeği olarak Bush rejimi Irak’ı işgal ettiği zaman, kısa bir dönem boyunca bu işgale karşı ciddi bir muhalefet olduğunu hatırlayalım. Sayı bakımından, o dönemde Irak işgalini protesto eden insanlar, muhalefetin birkaç tepe noktası hariç Vietnam savaşını protesto eden insanların sayısından fazlaydı. Fakat Vietnam savaşındaki durumun aksine -o dönem insanlar bu sistemin doğası hakkında giderek daha fazla şey öğrenmiş ve bunu nasıl anlıyor olurlarsa olsunlar kendi ülkelerinin ve hükümetlerinin emperyalist olduğunu görmüş, bu hükümetin Vietnam gibi savaşlarda yürüttüğü şiddetin bütünüyle gayrimeşru olduğunu idrak etmişti- 2003 yılında Irak savaşına karşı yükselen muhalefet çok daha yüzeyseldi. O kadar derinlere gitmediği için o kadar uzun sürmedi. Ve bu muhalefet içinde benim “Bill Maherizm” olarak adlandırdığım şeyden çokça vardı. Irak işgali zamanında televizyonda Bill Maher’i izlediyseniz, şu temel pozisyonu ileri sürdüğünü görür- dünüz: Irak’a girmek hatadır. Bizim gerçek teröristlerin peşinden koşmamız gerekir -Afganistan’a daha sert girmemiz, bu İslamcı köktencileri daha fazla kovalamamız gerekir. Irak’ın gerçekte 11 Eylül’de olanlarla ilgisi yoktur. Kuvvetlerimizi Irak’a göndermemiz yanlıştır, bunun yerine onları gitmeleri gereken yere göndermemiz gerekir.

Bu türden bir duruş, gerçekten de insanların özel olarak Irak işgaline karşı çıkmasına katkıda bulundu. Ve Irak’a girerek yarattıkları karmaşayı düşünün. Tabii, gerici bir Cumhuriyetçi olan Rand Paul gibi biriyle genelde aynı fikirde olmam ama, bu noktadaki bir değerlendirmesine katıldığımı söylemeliyim. Şunu demişti: Olanlara bakın. Irak’a girip ne elde ettik? IŞİD’i. Libya’ya girip Kaddafi’den kurtularak neyi elde ettik? Daha fazla İslamcı köktenciyi. Şimdi Suriye’de Esad’ı devirmeye çalışıyoruz. Ne elde ediyoruz? IŞİD’i, daha fazla İslamcı köktenciyi.

Elbette tamamen farklı -ve temelden karşıt- bir yönelimden gelse de, Rand Paul’ün bu işgallerin, vesairenin emperyalistler için yarattığı sorunları analiz etme bakımından bir haklılık payının olduğunu söylemem gerekir. Fakat başka şeylerin yanında, bunun daha derin bir düzeyde yansıttığı şey, bu emperyalistlerin gerçekte kendi sistemlerini anlamadığıdır. Her şeyi kontrolleri altında tutabileceklerini düşünerek Irak’ı işgal ettiler ve şimdi bu büyük bir karmaşa haline geldi -önemli açıdan, onlar için de. Fakat bizim karşı karşıya olduğumuz büyük sorun, bu toplumun hayli asalak bir toplum olmasıdır ve yönetici sınıf gayet bilinçli bir şekilde, bu savaşları yürütürken bu temel gerçekliği aklında tutmuştur. Vietnam günlerinde sizi emperyalist orduya katılıp onların adına savaşmaya zorlayan bir çağrı vardı. Şimdi durum böyle değil, ancak sıklıkla, bunun sebebinin insanlar bu savaşa çağrılıp gitmeye zorlanmaktan korktuğu için Vietnam savaşına karşı bu kadar muhalefetin olması olduğu söylenir. Oysa insanlar bu savaşa siyasi gerekçelerle ve ahlaki gerekçelerle, yani bunu haksız, gayrimeşru ve ahlaksız bir savaş olarak gördükleri için karşı çıkmışlardı ve bu ülkedeki halk kitleleri, milyonlarca insan bu pozisyondaydı. Ancak evet, o durumda ortaya çıkmış bir çağrı vardı. Yüksekokula gidiyorsanız tecil imkânınız vardı: okulda olduğunuz müddetçe askere gitmezdiniz. Ve pek çok insan çooook uzun zaman boyunca okulda kaldı (“Ben galiba lisansüstü eğitim de alacağım!”) Tecili olmayan insanlar bu çağrıdan kurtulmak için her türlü şeyi yaptı. O günlerde eşcinsellerin orduya girmesine izin verilmez- di, bu yüzden insanlar askere alım masasına gittiklerinde eşcinsel olduklarını iddia ederlerdi. Yahut sakat kalıp askere alınmamak için kendi ayaklarını kırarlardı. İnsanlar savaşa bu denli karşıydı; ABD hükümetinin yürüttüğü savaşlar tarihinde böyle bir şey daha önce bu boyutta olmamıştı. Karşıtlık bu denli yaygın ve derindi.

Fakat yönetici sınıf buradan dersler çıkardı. Aldıkları kararda, büyük ölçüde insanların ekonomik olarak çok fazla seçeneğinin olmaması ve bu şekilde orduya alınabilecekeleri düşüncesine dayanarak, askere alım yerine bir “gönüllü” ordu kurmak oldu. Elbette, insanların bu emperyalist orduda olmanın onurlu, hatta şanlı bir şey olduğunu düşünmesini sağlamak üzere birbiri ardına gelen propaganda kampanyaları yürüttüler. İşte bu yüzden şimdi pek çok yoksul insan, özellikle de kırsal beyaz bölgelerinden ve iç şehirlerden gelenler kendilerini orduya katılmak zorunda hissediyor; yahut bazıları bu yurtsever Amerikan şovenizminden gaz alıp orduya katılıyor. Fakat bu ülkedeki insanların çoğu, en azından bu noktada, bundan kaçınabiliyor. Bu da yönetici sınıfın çok bilinçli yaklaştığı bir şey. Onlar, toplumun geniş saflarından insanların bu savaşlara katılmayı isteyip istemediklerini sorgulayacağı bir durum istemiyorlar. Bu yüzden de ROTC’lerin üniversite kampüslerine geri döndüğü, kimsenin de karşı çıkmadığı bir durum meydana geliyor. Vietnam savaşı zama- nında savaş karşıtı hareket ROTC’leri pek çok kampüsten kovmuştu. Öğrenci kitlelerinin duruşu “emperyalist orduyu üniversiteden çıkarın” şeklindeydi. Fakat şimdi ROTC’leri geri getirdiler. Ve içlerinden çoğu Irak’ta ve Afganistan’da iki, üç devre yer almış olan gaziler, geri gelip hükümet fonlarıyla üniversitelere gidiyor. Bütün bunlar kampüsler üzerinde kaydadeğer bir negatif etki yarattı. Ticari uçaklarda da şunu duyuyorsunuz: “Lütfen yaralı savaşçılarımıza ve askerlerimize öncelik veriniz. Desteğinizden ötürü teşekkür ederiz.” Buna, olması gereken şekilde karşı çıkılmıyor, çünkü insanları devamlı bir şekilde bu savaşların gerçek doğasıyla, bu savaşları yürüten emperyalist ordunun doğası ve rolüyle ve bu savaşların adına yürütüldüğü sistemin doğasıyla yüzleştirmek için yeterince mücadele verilmedi.

Bu bağlamda şunu da söylemem gerekir: Ardea Skybreak ile Röportaj’a gelen yanıtlara bakınca onun ulusal şovenizme ve aşırı milliyetçiliğe, özel olarak da Amerikalıların öteki halklardan daha önemli olduğu düşüncesine karşı çıktığı, milli marş ve Bağlılık Yemini gibi şeylerden iğrendiğini söyleyip insanlara, özellikle de bu sistemin korkunç şekilde ezdiği insanlara, neyi selamladıklarını ve kendilerini ezen sistemin sembollerini neden selamladıklarını düşünme çağrısı yaptığı kısma yorum yapan ve güçlü bir şekilde aynı fikirde olduğunu ifade eden hemen hemen hiçkimsenin olmadığı göze çarpıyor. Buna yanıtların, güçlü bir onayın olmaması hayli rahatsız edici, çünkü bu sembollere karşı ve ABD emperyalizminin katil sistemi için yapılan bağlılık yeminine karşı bu türden haklı bir öfke ve nefret olmadan, bu sisteme ve onun büyük suçlarına son verecek gerçek bir devrim bir yana, bu sistemin suçlarına karşı sürdürülebilir bir güçlü direniş bile asla olamaz. Bu yüzden bu, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken ve şimdiden başlayarak değiştirmeye çabalanan bir şey olmalıdır.


[i] 1. Bob Avakian’ın şu anda karşılaşan iki miadı dolmuş hakkında açıkladıkları, tamı tamına Afganistan ve Ortadoğu’nun büyük kesimlerinde işleyen dinamiğe uymaktadır. ABD ve diğer emperyalist ülkeler Afgan nüfusuna karşı korkunç ve baskıcı saldırılarda bulundukça ortaya çıkan durum, buna karşı direnişte Taliban’a artan bir destektir. Şu an, Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele alacak gibi göründüğü bu durum ve bunun korkunç sonuçları, 20 yıldan fazladır sürmekte olan bu dinamiğin sonuçlarıdır.




Biden Avrupa’da: Emperyalist Tehditler ve Rusya ve Çin

Editörün notu: Aşağıdaki kısa yazı revcom.us sitesinde Amerika ve dünyadaki güncel siyasi durumun analiz edildiği bir yazıdan alınmıştır. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan G-7 ve NATO açıklamalarının ne anlama geldiği, bunların hangi zorluklardan kaynaklandığı ve hangi zorlukların masada olduğu gibi konuları irdeleyen bu çeviriyi okurlarımızın dikkatine sunuyoruz. Yazının orijinali için: https://revcom.us/a/705/basic-news-round-up-en.html


Amerikan başkanı Joe Biden ilk denizaşırı seyahatinde, G-7 Zirvesi’ne (Amerika’nın başı çektiği yedi en büyük emperyalist güç) katılıp, Avrupa Birliği ve NATO  yetkilileri ile görüşmenin yanında, Rusya başkanı Vladimir Putin ile de görüşmek üzere Avrupa’ya gitti. Biden ‘’Amerika’nın geri döndüğünü’’ belirtti, bu aslında Avrupalı müttefiklerine; askeri ve ekonomik meselelerde devamlı olarak sataşan Trump’a kıyasla zıt bir yönelmeydi. Bunun bir anlamı da Biden’ın Avrupa seyahatine Rusya ve Çin’e karşı keskin tehditlerin damga vurduğudur.

Amerika bundan önce Putin’in Rusya’sını Amerika’ya yönelen petrol boru hattı şirketi Colonial Pipeline’nın işletim sistemine saldırı gibi siber saldırılardan sorumlu tutuyordu. Avrupa seyahatinin başında Biden şöyle söylüyordu: ‘’Eğer Rusya hükümeti zararlı aktivitelere girişirse Birleşik Devletler buna en anlamlı ve dirençli şekilde cevap verecektir.’’ Daha sonra ise Biden’la olan görüşmenin hemen ardından NATO, Rusya’yı bir ‘’tehdit’’ olarak gören ve Çin’e karşı tehditkar bir dil kullanan bildirisini yayınladı. NATO bildirisi Çin’in Batı ittifakına ‘’sistemsel zorluklar’’ konumlandırdığını ve ‘’Çin’e karşı yaklaşımımız ittifakın güvenlik çıkarları doğrultusunda olacaktır’’ diye ilan ediyordu. Bu, Biden hükümetinin Çin’e karşı Savunma Bakanlığı inisiyatifleri de dahil olmak üzere pek çok yoldan çeşitli adımlar atarak Çin’i bir numaralı zorluk olarak hedef almasının ardından geldi.

Biden yönetimi altında Amerika’nın dışişleri politikası ve dünyadaki jeostratejik hareketleri anlamında tonu ve bazı politikaları değişebilir. Ancak hakikat şudur ki Trump/Cumhuriyetçi faşistler ve Demokrat Parti de kapitalist-emperyalist yöneticilerin temsilcileridirler; bunların bir numaralı önceliği Amerika’nın dünya bir numaralı sömürücüsü ve baskıcısı olarak çıkarlarını ilerletmektir. Ve Amerikan emperyalistleri için Çin [i], Amerikan tahakkümünün karşısında sadece Asya’da değil ama bütün dünyada gittikçe daha fazla tehdit olmaktadır.

Biden, on yıllar boyunca Amerika’nın uluslararası çıkarlarını savunarak emperyalist sicilini oluşturmuş bir ‘’Soğuk Savaş’’ savaşçısıdır [ii]. Bu manevra, bazı liberal emperyalist politikalara ve yaklaşımlara dönüş anlamına gelirken; bu, değişen ve pek çok zorluğun olduğu bir dünyada Amerikan tahakkümünü oturtma arayışının temelidir.


[i] Çin 1976 yılına kadar Mao Zedong’un ölümünü takiben yaşanan kapitalist darbeye yenilene kadar gerçekten sosyalist bir ülkeydi. O zamandan bugüne Çin bir dünya gücüne dönüşerek Amerika ile küresel tahakküm için rekabet etmeye girişti.

[ii] Örneğin bkz. Jeremy Scahill’in ‘’İmparatorluğun Politikacısı’’ projesinden Biden’ın 1973-2009 dönemi arası senatörlüğü ve 2009-2017 arası Başkan Yardımcılığı döneminden birkaç örnek:

  • Bill Clinton hükümeti altında Irak’ın yoğun bombalanmasını destekledi, bu Vietnam Savaşından beri duraksamadan en uzun süreli Amerikan bombalamasıydı, bu sırada uygulanan soykırımcı yaptırımlar pek çoğu çocuk olmak üzere 500.000 kişinin ölümüne neden oldu.
  • 1990’lardaki Kolombiya Planı’nın başaktörlerindendi. Bu dönemde ‘’uyuşturucuyla savaş’’ adı altında Amerika, Kolombiya’nın eli kanlı ordusuna her yıl yüz milyonlarca dolar gönderdi. Bu plan altında binlerce insan Amerika tarafından eğitilmiş güçlerce öldürüldü, 7 milyon insan evinden oldu.
  • 2001 yılında Amerika’nın Afganistan’ı işgalini kuvvetli bir şekilde destekledi, Afganistan’a ‘’Vuran ve öldüren adamlar… buraya silahlarıyla dönüp orada ateş etmeden önce kimseyi kontrol etmek zorunda olmayan başbelalarını’’ göndermek istediğini söyledi.
  • Senatonun Dış İlişkiler Komitesinin başkanı olara George W. Bush’un Irak’a askeri müdahalesini içeren önerisine evet oyu kullanarak Amerikan’ın bariz yalanlara dayanan ve kitlesel ölümlere, yerinden etmelere ve Irak halkları için bir dönüm noktası olan işgaline yeşil ışık yaktı.
  • Amerika’nın bütün diğer yönetici sınıf otoriteleri gibi İsrail’in Filistin halkına karşı soykırımcı eylemlerinin sadık bir destekçisi oldu-örneğin İsrail 2006 yılında Filistin ve Güney Lübnan’ı bombaladığında (1000’in üzerinde Lübnanlı öldü) Biden, İsrail’in ‘’doğru olanı yaptığını’’ söyledi.



Amerika’nın Afganistan’dan Çekilmesi: Emperyalizmin Vahşi Savaşının Formel Sonu

Editörün Notu: 19 Nisan 2021 tarihinde revcom.us’ta yayınlanan makalenin Türkçe çevirisini takipçilerimiz için aktarıyoruz.

Kaynak için: U.S. Withdrawal from Afghanistan: The Formal End of a Savage War of Imperialist Aggression (revcom.us)


Geçtiğimiz hafta Amerika 20 yıllık savaştan sonra sonunda askerlerini Afganistan’dan çekeceğini duyurdu. [i]

Biden, 11 Eylül’de çekilmeyi ilk kez duyururken bunun ‘’haklı’’ bir savaş olduğunu söylemişti. Yıllarca Afganistan’daki savaşı ‘’iyi bir savaş’’ olarak lanse eden ana akım medya, bu sistemin propaganda organları bu haberi iyi niyetli ama bir o kadar da zor ve Amerika’nın çok zorlandığı bir savaşın bitişi olarak lanse etti.

Ancak gerçekten hakikat nedir? Amerika’nın, Afganistan’da 2001-2021 arasında yürüttüğü savaş ve bundan on yıllar önce başladığı müdahaleleri emperyalist imparatorluğun milyonlarca Afgan’ın hayatına mal olan, ülkeyi ve toplumu yıkıma uğratan vahşi ve kesinlikle haksız bir savaştır.

Kısa Bir Arka Plan: Amerika’nın Sovyetler Birliğine Karşı Yürüttüğü 1979-89 Temsili Savaşı

1979 Aralık’ında Sovyetler Birliği, Afganistan’ı işgal etti. [ii] Amaçları kısaca Sovyetler Birliğine karşı dostane olacak bir rejim yerleştirmekti. Amerika, özellikle de Reagan’ın başkanlığında bu işgalden sonraki on yıl boyunca İslami köktendinciler olan Mücahitleri fonladı, silahlarla donattı ve örgütledi. (Bunların arasında ortaçağ ve ataerkil programlarıyla Taliban’ın şu anki lideri ve Osama Bin Ladin’de vardır.) [iii] Böylece Sovyetler Birliği’ni ‘’yaralamak’’ ve Rus güçlerini öldürmek için bir vekalet savaşı [iv] başlamış oldu.

Sonuç olarak bu gerici kan banyosunda 800.00 ve 1.5 milyon arası Afgan hayatını kaybetti (15.000 kadar da Sovyet askeri öldü.) 5 milyon Afgan yerinden edildi. Bütün bu süreç, bölgede ve tüm dünyada gerici İslami köktendinciliği, cihadizmin dizginlerini boşalttı ve kamçıladı ve 11 Eylül saldırılarına giden yolu açtı. [v]

2001 yılında New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a kaçırılan uçaklarla gerçekleştirilen saldırılar 3000 Amerikalının ölümüne sebep olurken bütün ülke şoka ve yasa sürüklendi. Dönemin başkanı George W. Bush bu saldırılardan yararlanarak Amerika’ya dünyanın stratejik olarak önemli noktaları olan Ortadoğu ve Merkezi Asya’da dominasyon sağlayacak olan bir dizi savaşı başlattı.

Afganistan bunlardan ilkiydi.

Amerika 2001 Ekiminde Afganistan’ı İşgal Etti

Geçtiğimiz son iki on yılda Amerikan emperyalizminin farklı temsilcileri işgallerini meşrulaştırmak adına yarım düzine bahane ürettiler: başka bir saldırıyı önlemek, terörizme son vermek, kadınları özgürleştirmek, demokrasi götürmek vb. Gerçekte olan ise Bob Avakian’ın o dönem analiz ettiği üzere bu bütün dünyaya verilen Amerika’ya gelecek herhangi bir saldırının yüzlerce misliyle karşılık bulacağına yönelik talancı bir mesaj olmakla Amerikan emperyalizmi için gerçek bir ihtiyacın ürünüydü. Ortadoğu’da ve Güney Asya’da Amerika’dan nefret eden ve saldıran İslami köktendinciliğin kökünü kurutmak adına yürütülen bu savaşı ise ‘’teröre karşı’’ savaş diyerek yeniden ‘’yarattılar’’.

Bu işgalden hemen sonra Bob Avakian, The New Situation and the Great Challenges makalesinde bu durumu şöyle analiz etmişti:

Onlar (Amerikalılar) aslına bakılırsa bütün desteyi yeniden karmak istiyorlar, bütün durumu tekrardan düzenlemek istiyorlar ve buna şimdi sürece daha çok dahil olan Merkezi ve Güney Asya ve Ortadoğu ile başlamak istiyorlar ama bunun da ötesinde bunu dünya çapında yürütmek istiyorlar.  Irakta on yıl önce başladıkları savaş ile başladıklarını şimdi çok daha derinden ve çok daha kapsamlı bir şekilde ‘’Tekrar Gözden Geçirilmiş Yeni Dünya Düzeni’’ veya ‘’Yeni Dünya Düzeni-2’’ haline getirmektir. Kendilerine etki alanı geniş ve devasa sonuçları olan bir ajanda belirlemiş durumdalar.

Ve de:

Bütün mafya çetecileri gibi -ki bunlar bütün o canavarlıkları dünya çapında yürütürler- birisinin gelip onları dürtmelerine ve paçayı kurtarmasına bile müsaade edemezler. Özellikle de bunlar gibi dünya çapında, dünya seviyesinde gangsterlerseniz, eğer elinde bir yıkım ve kitlesel cinayet aygıtı olan küresel ölçekli sömürücülerseniz birisini size gelip vurmasına ve paçayı kurtarmasının yaratacağı görüntüye dahi müsaade edemezsiniz.

Amerika’nın Afganistan İşgali Neler Getirdi?

Afallatıcı seviyede şiddet, ölüm, yıkım, acı ve baskı! 2004 ve 2018 yılları arasında 38.000 bomba attılar ve 2020 Martından bu yana 12.000 drone saldırısı düzenlediler.

2016 Ağustos’una gelindiğinde 111.000 civarı insan ölmüş ve 116.000 kişi yaralanmıştı. 2013 yılında yapılan bir araştırma savaşın direkt ya da dolaylı olarak 220.000 ölüme neden olduğunu söylüyordu. Bütün bu vahşiliğin üzerine 5 milyona yakın Afgan ülkesini savaş nedeniyle terk etmek zorunda bırakıldı.

Bugün kalan 35 milyonluk Afganistan nüfusunun yarısı yoksullaştı ve neredeyse yarısının yeterince gıdaya erişimi yok. Kronik yetersiz beslenme beş yaşının altındaki Afgan çocuklarının %41’inin büyümesini engelledi. Nüfusun ½’si günde bir dolardan az kazanıyor. [vi] Amerika’nın savaşı ve işgali Taliban ve diğer İslami köktendinci güçlerin yeniden dirilmesine neden oldu, bu hiç şüphe yok ki Afgan halkları için daha da fazla acı ve korkunçluk demek.

Sonuç İçin Bazı Notlar:

‘’Çok güçlü’’ olduğu şeklinde öne çıkartmayı sevdikleri Amerika bütün küstahlığı ve kibri ile beraber Afganistan’da askeri olarak yenilmiştir. Bob Avakian daha 2006 yılında bu çelişkiyi Başka Bir Yolu Ortaya Koymak’ta öngörülü bir şekilde analiz etmiştir:

Bu emperyalistler başka ülkeleri istila edip, rejimleri devirmek konusunda iyidirler ama kendilerini ülkeyi işgal etmiş ve varlıklarından tahrik olan bir nüfusla karşı karşıya kaldıkları zaman işler o kadar da kolay değildir ve farklı bir dinamik oluşmaya başlar. İşte o zaman ‘’düzeni’’ sağlayıp kendi çıkarlarına uyan değişiklikleri empoze etmek o kadar da kolay değildir. İşte o zaman ‘’yukarıdan aşağıya doğru’’ bütün bunları empoze etmek kolay değildir ki bu emperyalistlerin değişiklikleri empoze edebilecekleri tek yöntemdir.

Afganistan’da yürütülen savaş bir kere daha GERÇEK BİR DEVRİM İÇİN ŞİMDİ ÖRGÜTLENMEYE YÖNELİK BİR DEKLARASYON BİR ÇAĞRI’da dile getirildiği üzere Amerikan ordusuyla ilgili söylenenlerin kristalleşmesidir:

 İçinde yaşadığımız sistem, kapitalizm-emperyalizm sistemi hayatları yok ediyor ve ruhları eziyor. Bu sistem, bu ülkedeki ve dünyanın her yerinden halkların çoğunluğu için sonsuz dehşet kaynağıdır ve insanlığı giderek daha fazla tehdit etmektedir. Bu ülkenin ordusu “onurlu bir hizmet” yürütmüyor, bunlar insanların saygı duyması gereken “ağır abi” türünden güçler değildir. Polislerin burada yaptığı şeyin aynısını dünya çapında muazzam ölçekte yapıyorlar: Dünyanın en büyük zalimlerinin ve bu ülkenin yöneticilerinin hizmetinde halkı korkakça katledip terörize ediyorlar. Ve bu durum çevrenin tahrip edilmesinin de önemli bir nedenidir. [vii]

İmparatorluk Savaşlarını, İşgal Ordularını ve İnsanlığa Karşı Suçları DURDURUN!

Devrim daha azı değil!

16 Ekim 2015: Sınır Tanımayan Doktorlar üyesi bir doktor Kunduz, Afganistan’da 42 Afgan’ın öldüğü Amerikan hava saldırısından sonra yıkılan hastanenin yıkıntılarında. Fotoğraf: AP

 

19 yaşındaki Rokhshana isimli kadının barbarca taşlanarak öldürülmesi. Rokshana 2016 yılında Taliban kontrolündeki bir köyde zorla evlendirilmeyi reddetmiş ve başka bir adamla kaçmıştı. Amerikan emperyalizminin bölgedeki savaşı gerici, ataerkil Taliban ve diğer İslami köktendincilerin yeniden dirilmelerini körükledi.


[i] Amerika’nın ülkeden çektiği askerleri dışında Afganistan’da binlerce paralı askeri ve başka şirketlerden kiralanmış askeri bulunuyor ayrıca Amerika ülkeye müdahalelerini dışarıdan sürdürerek varlığını devam ettirmek istiyor bkz. https://www.nytimes.com/2021/04/15/us/politics/united-states-al-qaeda-afghanistan.html ve ayrıca bkz. https://www.democracynow.org/2021/4/14/joe_biden_afghanistan_withdrawal_deadline

[ii] 1917 yılından 1950’li yılların ortalarına kadar Sovyetler Birliği dünyanın ilk sosyalist ülkesiydi ve insanlık için muazzam ilerlemeler kaydetti. Ancak Joseph Stalin’in 1953 yılındaki ölümüyle beraber kapitalizm Sovyetler Birliğinde restore edildi. 1970’li yılların sonuna gelindiğinde Sovyetler Birliği kapitalist-emperyalist bir güç haline gelmiş ve Amerika ile küresel dominasyon üzerinden gerici bir rekabetin içerisine hapsolmuştu. Sovyetler Birliği 1991 yılında da çöktü.

[iii] Osama Bin Laden, Suudi Arabistan’ın önde gelen ailelerinden birine mensuptu ve Afganistan’da Sovyetler Birliği ile mücadele etmek için Mücahitlere katılan fanatik bir İslamcı köktendinciyid. Daha sonra El Kaide isimli cihadist grubun kurulmasına yardımcı oldu ve hedefine Amerika’yı koyarak 9/11 saldırılarını gerçekleştirdi. 2011 yılında Amerika kendisini öldürdü. Taliban çoğu temelini Afganistan’ın Pashtun halkından alan İslami köktendinci bir oluşumdur, Sovyetler Birliği’nin işgali boyunca 1980-89 arası Afganistan’ı Taliban yönetmiş 2001-2001 işgalinde Amerika tarafından devrilmişlerdir.

[iv] Vekalet savaşı tarafların -genelde dünya gücü rakiplerin- direkt olarak değil ama yerel güçler üzerinden özellikle de  Üçüncü Dünya’da bu güçlerin fonlanması, silahlandırılması kimi zamansa direkt desteklenmesi üzerinden yürütülen savaşlardır.

[v] American Crime Case #24: U.S. Proxy War Against the Soviet Union in Afghanistan, 1979-1988

[vi]America Leaves Afghanistan After Killing Over 100,000 People in Its “Good War,”

[vii] http://yenikomunizm.com/gercek-bir-devrim-icin-simdi-orgutlenmeye-yonelik-bir-deklarasyon-bir-cagri/




‘’Made In the USA’’: Muz Cumhuriyetleri

Çarşamba günü, eski başkan George W. Bush, Trump’ın faşist çetelerinin 2020 seçimlerini tersine çevirme girişimini şu sözlerle kınadı: ‘’Seçim sonuçları muz cumhuriyetlerinde böyle tartışmalara neden olur bizim demokratik cumhuriyetimizde değil.’’ Unutmayalım ki bunları söyleyen eski başkanla, Irak’a karşı yalanlara dayanarak savaş başlatan, kendi hükümetini ve toplumun geniş kesimlerini paramparça bir halde bırakan, arkasında koca bir ölüm mirası, yıkım ve dengesizlik bırakan eski başkan aynı kişilerdir.

Bush, “muz cumhuriyeti” göndermesi yapan politikacılardan ve siyaset ‘’uzmanlarından’’ sadece bir tanesidir. Herkes Trump’ın darbe girişimini kınamalıdır. Ancak bu yapılırken “muz cumhuriyeti” terimini kullanmak emperyalizmin iğrenç kibrini ve ikiyüzlülüğünü gösterir.

‘’Muz cumhuriyeti’’ ne anlama geliyor?

Muz cumhuriyeti ağırlıklı olarak siyasi istikrarsızlıktan sallanan, seçimlerin (eğer olurlarsa) geniş bir şiddet kullanımıyla beraber yaşandığı, hükümetlerin yasal süreleri dolmadan genelde darbelerle karşılaştıkları ezilen ve yoksul ülkeleri tanımlamak için kullanılan; hakaret ve aşağılama içeren bir tanımlamadır.

Bir ülkenin ‘’muz cumhuriyeti’’ olmasına neden olan nedir?

Bu ifade ilk kez Amerikalı bir yazar olan O. Henry tarafından, ABD’nin domine ettiği Honduras ve komşu Orta Amerika ülkelerini tanımlamak için kullanılmıştır. Amerika’nın yönetimi buralarda darbeler ve işgallerle dayatılmıştır, bu yolla kendi çıkarlarına hizmet eden rejimler inşa etmişlerdir. Ve ABD’nin ‘’çıkarları’’ halkların ağırlıklı olarak tarıma dayandığı bu ülkeleri, United Fruit Company (şimdi Chiquita markası) gibi şirketlere kahve ve muz gibi birkaç mahsul elde edilebilen devasa plantasyonlara dönüştürmek olmuştur. Bunun yapılabilmesi için nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil eden küçük ölçekli köylüler topraklarından zorla sürülmüş ve yok pahasına bu plantasyonlarda çalıştırılmışlardır. Bunun sonucu ise bu şirketlerin ve ABD ekonomisinin cebine akan devasa karlar olmuştur. Bunun adı ise ‘’süper kardır’’, kendi ülkesindeki çalışanlardan emilebilecek karın çok daha fazlasını ifade etmek için kullanılır.

Bu ülkelerde Amerika tarafından desteklenen rejimler yağmayı acımasız bir şekilde, baskılar ve terör ile sürdürmüştür. Ve bunun karşılığı olarak ABD bu rejimleri, derebeylerinin buyruklarını yerine getirmeyi sürdürerek varlıklarını arttırdığı sürece korumuştur.

Büyük halk kitleleri ezilip terörize edilirken, korkunç yoksulluklarla mücadele ederken, ‘’sadakatleri’’ yabancı işgalcilere olan bir avuç gangster tarafından yönetilen bu ülkelerin ‘istikrarlı’’ bir konumlarının olmaması tabii ki büyük bir sürpriz değildir.

‘’Muz savaşları’’ olarak bilinen periyot da ABD, Honduras’ı 1903 ve 1925 yılları arasında tam yedi kez işgal etmiştir. 1980’li yıllarda Amerika’da eğitilmiş, desteklenmiş ve finanse edilmiş ölüm mangaları yüzlerce işçi liderini, öğrenciyi ve din aktivistini katletmiştir. 2009 yılında ise Obama yönetimi Honduras’ın liberal eğilimli popülist başkanına karşı askeri darbeyi desteklemişlerdir.

Honduras’ın komşusu olan Guatemala’da aynı şekilde acı çekmiştir. 1952 yılında reformist Arbenz hükümetinin başlattığı toprak reformu gibi politikalar United Fruit Company’nin çıkarlarını ve ABD’nin ‘’komünizme’’ karşı yürüttüğü savaşı tehdit etmiştir. Başkan Truman aynı yıl bir darbeye yetki vermiş ama bu darbe başarısız olmuştur. Takipçisi başkan Eisenhower 1954 yılında başka bir darbeye yetki vermiş, ABD’nin işgal tehditleri altında gerçekleşen darbe toprak reformunu tersine çevirerek şiddet dolu bir rejimi ülkenin başına geçirmiştir. Darbeyi takip eden on yıllar boyunca yüzbinlerce Guatemalalı köylü baskıcı rejim tarafından katledilmiştir. 1963 yılında ise seçimler Kennedy hükümetinin desteklediği bir askeri darbe yüzünden iptal olmuştur.

Küresel bir sömürü, baskı ve tahakküm zinciri- ve ne yapmalı?

ABD parazitçe yapılanmış bir besin zincirinin en tepesinde oturmaktadır, bu zincirin adı kapitalizm-emperyalizmdir. ABD’nin ‘’muz cumhuriyetleri’’ diyerek dalga geçtiği ülkelerde ekonomik tahakkümün yanı sıra siyasi tahakküm de sürüp giderken bu ezilen ülkelerden inanılmaz bir varlık akışı gerçekleşir (https://www.revcom.us/a/547/empire-of-exploitation-world-of-misery-and-revolution-en.html). Milyarlarca insanın bu şekilde ırgat gibi çalışmaya, açlığa ve korkuya zincirlenmesi Amerikan’ın ‘’refahı’’ için olmazsa olmaz bir ekonomik temel sağlar. Bu ‘’refah’’ Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğunu karakterize eden korkunç açlıklar ve hastalıklardan çok uzaklardadır. Ve tabii ki bütün bunlar (limitli) demokratik haklara, siyasi stabiliteye, barışçıl hükümet değişimi vb. diğer ayrıcalıkların temeline katkıda bulunur. Aksi yönde ise sözde ‘’muz cumhuriyetlerindeki’’ bu siyasi istikrarsızlık direkt olarak emperyalist tahakküme, nüfusunun büyük çoğunluğunun korkunç derecede yoksul koşullarda yaşatılmasına bağlıdır.

Bu yağma Amerikan toplumunun muazzam asalaklığının da kaynağıdır.i ABD ekonomisi on yıllardır meta üretiminden kayda değer ölçüde uzaklaşarak şu an da ‘’görünmez’’ insanlar tarafından, düşünül(e)meyen mekanlarda üretilen metaların ithalatı, kontrolü, organizasyonu, dağıtımı, dolaşımı, satışı ve tüketilmesinin merkezindedir. Yani eğer bazı ülkeler ‘’muz cumhuriyeti ‘’ ise o halde ABD tam bir ‘’muz imparatorluğudur’’.

Adalet ve insanlığın çıkarlarını umursayan insanlar ‘’Amerika’yı ‘’muz cumhuriyeti’’ olmaktan uzak tutmak’’ mücadelesinin dar ufkundan çıkarak bunun yerine ‘’muz cumhuriyetlerinin’’ ve ‘’muz imparatorluklarının’’ olmadıkları bir dünya hayal etmeli ve bunun için mücadele etmelidirler!

Kaynak: https://www.revcom.us/a/682/banana-republics-made-in-usa-en.html


i Bkz. https://www.revcom.us/a/649/these-imperialists-make-the-godfather-look-like-mary-poppins-en.html#acseries

Bob Avakian’ın Atılımlar – Marx’ın Tarihsel Atılımı ve Yeni Komünizm ile Daha İleri Bir Atılım kitabında belirttiği gibi Amerikan toplumundaki parazitlik inanılmaz düzeyde gelişen küresel kapitalizm ile alakalıdır :

‘’Bu da, modern kapitalist emperyalizmin asalaklığına; özellikle ABD’de globalleşen kapitalizmin dayandığı büyük çaptaki üretimin artışına ve bilhassa Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya’nın Üçüncü Dünyasında yer alan ter atölyelerinden elde edilen büyük kâr oranının sürdürülmesine, öte yandan kapitalist-emperyalizmin “evi” konumundaki ülkelerdeki finans alemi ve finansal spekülasyonlardaki artan kapitalist aktiviteye ve “en üst” (temel fiziksel materyallerin üretimine yönelik olmayan) yüksek teknoloji, hizmet sektörü ve ticaret (online pazarlamanın artan rolü de buna dahildir) çevresine dayanmaktadır. Lenin’in de ifade ettiği gibi, bu durum ABD gibi toplumların tümüne “asalaklık damgasını” vurur; ve yine, burjuva üretim ilişkilerinin toplumsal emeğin doğal, nihai ve ebedi ilişkileri olduğunu varsayan teoriler ve gözlemler, bugün ABD gibi bir ülkede olduğu şekliyle yüksek derecede asalaklık ile belirginleşen burjuva ilişkilerin entelektüel tezahürleridir.’’




Bu Cumhuriyet Saçma, Miadı Dolmuş ve Suçludur

Editörün Notu: Bob Avakian’ın çevirisini aktardığımız bu makalesi 20 Nisan 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/644/bob-avakian-this-republic-ridiculous-outmoded-criminal-en.html


‘’Büyük Amerikan demokrasisinin’’ hayranları tarafından şu hikaye sıklıkla anlatılır: Ülkenin kuruluşu sırasında Benjamin Franklin’e sorulur: “Ne tarz bir yönetime sahibiz?” Ve Franklin yanıtlar: “Eğer sahip çıkabilirseniz – Cumhuriyetimiz var”. Ve şimdiye kadar 200 yıldır buna sahip çıkıldı. Ancak burada sorulması gereken soru, şu an hiç olmadığı kadar keskin bir şekilde şudur: Bu gerçekten de sahip çıkmaya değer bir şey mi? Herhangi bir iyi insan bunu isteyebilir mi?

Bugüne gelindiğinde bu cumhuriyetin saçma ve miadı dolmuş doğası koronavirüs krizi ile birlikte daha da su yüzüne çıktı. Bunun bir boyutu, Amerikan burjuvazisinin cumhuriyetinin 50 farklı eyalete bölünmüş olması ve bu eyaletlerin her birinin birbiriyle ve federal hükümetle her seferinde çatışmasıdır. Özellikle de bu koronavirüs krizinde, krizle başedebilmek için birlik olup olaya müdahil olmak yerine bu çatışmaları devam ettirmişlerdir. Bu krizde irrasyonel, anti-bilimsel Trump/Pence faşist rejiminin gölgesindeki federal hükümetle işler daha da beter hale getirilmiştir. Ancak, eğer bütün bunlar olmasaydı da süreç yine bu şekilde yaşanacaktı.

Bu burjuva cumhuriyetinin saçmalık olduğu ve mevcut biçimiyle artık miadının dolmuş olması, ulusal seçimler yoluyla dahi kolaylıkla anlaşılabilir. Ülke başkanının doğrudan halk oylamasıyla seçilmesi yerine, kurul kararıyla kurul üyeleri tarafından ve bir kez daha ifade etmek gerekirse 50 farklı eyaletin kurul üyeleriyle seçilmesi gibi bir durum mevcut (Bu düzeneğin bu şekilde işlemesi, yakın bir şekilde ‘’Birleşik Devletler’’ konseptinin kuruluşunda yer alan Güneyli eyaletlerin halen tabi oldukları köle tabanlı ekonomidir, seçim kurulu sistemi aracılığıyla bu eyaletlerin çıkarları ve köleci yönetici sınıfının çıkarları korunmuştur. Bu çıkarlar anayasada olan ve köleleri her şeyden önce bir mülk sayan ve bir insanın 3/5’i olarak kabul eden maddeler aracılığıyla korunmuştur)

Bu hükümet sisteminin (kendi burjuva terimleri içerisinde bile) ne kadar saçma ve miadı dolmuş olduğu aslında bu düzenlemenin bir parçası olan ve her ne kadar bazı eyaletlerin nüfusu diğerlerine kıyasla çok daha fazla olsa da, her eyaletin Senato’ya iki kişi seçtiği ve bugün ortada olan mevcut durumla daha da açığa çıkmaktadır. Örneğin bugün nüfusun yüzde otuzuna sahip olan eyaletler, Senato’nun yüzde yetmişini seçmekte ve böylece nüfusun kalan yüzde yetmişi Senato’nun yüzde otuzu tarafından ‘’temsil’’ edilmektedir.

Pek çokları bu durum için farklı çözümler önerdiler. Buna seçim kurulu sisteminin iptal edilip yerine Başkan ve Başkan Yardımcısının halk oylaması sonucu seçilmesi de dahildir. Ancak öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, bu durumdan avantaj sağlayanlar yani halk oylaması sonucu kaybedip seçim kurulu sayesinde kazananlar (ki bugünlerde bu daha ziyade Cumhuriyetçilerdir) bu avantajlarından vazgeçmek istemeyeceklerdir.

Ayrıca Senato’nun nüfusa göre “çarpık” dağılımını (yukarıda bahsedilen 30/70 ve 70/30 değerleri) değiştirmenin kolay bir yolu yoktur, ayrıca değiştirilse dahi yalnızca daha da orantısız olacaktır. Çünkü bu ülkenin şu andaki nüfus dağılımı ekonomide yer alan onlarca yıllık değişimler sonucunda şekillenmiştir. Buna küçük çiftliklerin ve bireysel çiftlik işletmelerinin oynadığı rolün, ziraatin endüstrileşmesiyle gerilemesi de dahildir. Ayrıca bu ülkede gittikçe yükselen asalaklık durumu ile paralel olarak ilerleyen tüketim ürünlerinin uluslararası ölçekli -özellikle de Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu’yu kapsayan Üçüncü Dünya ülkelerindeki- ter atölyelerinde muazzam sömürüler sonucunda üretilmesi durumu bulunur. FIRE olarak bilinen finans, sigortacılık ve gayrimenkul sektörleriyle beraber, yüksek teknoloji endüstrisinin ve de ekonomik aktivitesi bu ülkenin dışında işleyen hizmet sektörü de örnek olarak belirtilmelidir.

Yani burada özellikle kentsel alanlarda yaşayanların, bu nüfusun orantısız dağılımı ve Senatörlerin seçilmesi ile ilgili yaptıkları eleştiriler meşru olmakla beraber, FIRE ve yüksek teknoloji endüstrisinin verili durumu göz önünde bulundurulduğunda bunun gerçekçi bir ikinci yolu yoktur. Bu nüfusun farklı bir şekilde dağıtılması mümkün değildir, ayrıca pratik bir şey de değildir. Bu ülkede mümkün olmayan bir başka şey ise (ki aynı şekilde şehirli nüfusun arzulayacağı bir şeyde değildir) ekonominin eski formuna, yıllar önce kurulu olduğu şekline geri dönüp o şekilde işlemesidir ki, bu şu andaki ekstrem asalaklık seviyesi ve nüfusun bir kısmının yüksek standartlarda yaşamasına olanak vermez. Bu standartlara orta sınıfın bir bölümü de dahildir (ki orta sınıf arasında da pek çok insan koronavirüsü krizi vurmadan önce de ekonomik olarak zorlanıyordu ve kendilerini güvensiz hissediyordu, ancak öte yandan bu ülkede ölümcül bir yoksulluğa ve şiddetli baskılara mahkum edilen on milyonlarca insanın elbette lafı bile edilmez) Ve yine bir kez daha belirtmek gerekirse, nüfusuna oranla temsil gücü daha fazla olan ufak eyaletlerin Senato’nun nüfus dağılımına uygun düşecek şekilde seçilmesi gibi bir sistemi (Örneğin, Temsilciler Meclisindeki gibi belirli bir nüfusun oranına göre seçilmeleri) kabul etmesi de yine çok olası değildir, çünkü bu nüfusu daha az olan eyaletlerin sahip oldukları üstünlüğü, nüfusu daha fazla olan şehirleşmiş bölgelere teslim etmesi anlamına gelir.

Ve tabi birde bütün bunlarla bağlantılı olarak Trump/Pence faşist rejimi var, ve bu rejim (“Ölümcül Normallik İllüzyonu ve İleriye Doğru Devrimci Yol” yazısında analiz ettiğim gibi) bütün tutumu ve öncelikleri ile birlikte koronavirüs kriziyle (ve de genel problemlerle) bilimsel zemini olan bir yaklaşımla mücadele etmenin önünde bir engel teşkil etmektedir. Ve bunun da ötesinde: Fakat temel anlamda, bu “normalliğe dönüş” kavramı, halk kitlelerinin maruz kaldığı kapitalizm-emperyalizm sisteminin doğası ve işleyişi ile dağıtılacak bir tür yanılsamadır. ((Bob Avakian, “The Deadly Illusion of “Normalcy” and the Revolutionary Way Forward”  – Türkçesi için bkz: http://yenikomunizm.com/olumcul-normallik-illuzyonu-ve-ileriye-dogru-devrimci-yol/))

Miadı Dolmuş ve Suçlu

Miadı dolan ve kendi söylemi içerisinde saçma olan sadece Amerikan burjuvazisinin cumhuriyeti değil, ancak daha temelinde bütün bir kapitalist sistemin artık miadının dolduğu, suçlu olduğu ve özellikle de bunun Amerikan versiyonunun suçlu olduğudur. Hakikat, asla göz ardı edilmemesi, kaçınılmaması ve içinde barındırdığı bütün korkunç suçların açıklanması gereken hakikat, bu ülkenin milyonlarca Afrikalı köle ve bu toprakların esas sahiplerinin soykırımı üzerine kurulmuş olduğudur.

Kölelik ve soykırım gibi bu korkunç suçlar ve bunların herhangi bir şekilde rasyonal hale getirilmeye çalışılması, meşrulaştırılması bu ülkenin kuruluş belgelerinde kutsal bir şekilde yedirilmiştir. Belirtildiği ve daha önce ortaya koyduğum üzere, Anayasa köleliği kurumsallaştırmış ve bunu meşrulaştırmıştır:

Eğer kölecilik olmasaydı, bugün bildiğimiz Amerika Birleşik Devletleri de olmazdı. Bu basit ve temel bir hakikattir.” ((Bob Avakian, BAsics 1:1

Yazarın ilave açıklaması:

“Bu büyük Amerikan demokrasisinin” çeşitli savunucuları (bahanecileri), sonuç olarak ABD’nin köleliğe son veren bir İç Savaş yaşadığını iddia ederler — Bu İç Savaş’ın en azından bir şekilde kölelik uygulamalarını bir şekilde ortadan kaldırdığını veya en azından “yumuşattığını” iddia ederler. (Hatta bazıları, Amerika’daki Siyahların, köleliğin bu şekilde sona ermesinden dolayı “minnettar” olması gerektiğini söyleyerek ahlaki bir yozlaşmaya düşmüşlerdir) İç Savaş’ın kölelerin özgürleşmesine yol açtığı doğrudur. Bu nedenle, bu ülke kurulduktan ve bağımsızlığının konsolide edilmesinden sonraki süreçte İç Savaşın, bu ülkenin savaştığı tek haklı savaş olduğuna işaret ettim. Ancak bu kesimler, bu savaşı yüceltmek yerine (sık sık kendi yürüttükleri savaşlarda yaptıkları gibi) bunu trajedi olarak anarlar – “kardeşi kardeşi kırdırmıştır” denir. Bu kişiler, kendilerine izin verildikten sonra, İç Savaş sırasında Birlik Ordusunda yaklaşık 200.000 Siyahinin savaştığını ve beyaz muadillerinden daha yüksek bir oranda öldüğünü görmezden gelirler — Ve bu Siyah özgürlük savaşçıları, köleliği korumak için savaşan Konfederasyon Ordusu’ndaki beyazları kendi “kardeşleri” olarak görmemiştir!

Aynı zamanda, İç Savaş’tan yalnızca on yıl sonra, federal hükümet Güney’de Yeniden Yapılanmaya son verdiğinde Siyahi halk bir kez daha Ku Klux Klan tarafından yürütülen “Jim Crow” ayrımcılığı, linç ve genel terör sistemi aracılığıyla yetkililerin ve “yasal sistemin desteğiyle ve çoğu kez doğrudan katılımıyla” en korkunç zulümlere maruz bırakıldılar. Özellikle de ülkenin Güney kısmında bu durum yoğunlaştı. Ve her ne kadar 2.Dünya Savaşı’ndan sonra Sivil Haklar Hareketi yoluyla bu sistemden kopartılan bazı tavizler olsa da, gerçek şu ki, bu ülkedeki Siyahi halk sistematik baskıya ve devam eden teröre maruz kalmaya devam etti, bu terör şu an ülkenin her yerinde çoğunlukla polis tarafından yürütülmektedir.

Revcom.us’taki “Amerikan Suçları” yazı dizisi, bu sistem ve yönetici sınıfları tarafından dünya çapında işlenen büyük ve korkunç suçların çoğunu -hepsi olmasa da pek çoğunu- gündeme getirmektedir.))

Bağımsızlık Bildirgesinde, İngiltere Kralı köle isyanlarını (“İçimizdeki coşkulu başkaldırıları”) teşvik etmesinden ötürü kınanır ve de “acımasız Kızılderili vahşilerini” sınırlarımıza kadar getirmeye çabalamakla eleştirilir. ((Bob Avakian Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı Thomas Jefferson ile ilgili şunları yazdı:

Bazen Jefferson’un aslında köleliğe karşı olduğu ve buna bir son vermek istediği iddia edilir. Ve Jefferson tarafından yazılan köleliğin aslında bir yıkım olduğu ve önümüzdeki dönemler için olumsuz sonuçları olacağını söylediği bazı ifadeleri de bulabilirsiniz. Jefferson’un kölelik hakkında yazdıklarının yanlış yorumları da olmuştur. Önemli bir örneği belirtmek gerekirse, Bağımsızlık Bildirgesi’nin taslaklarında yazdığı pasajlar bulunmaktadır. Deklarasyonun son versiyonlarında İngiltere Kralı ve İngiliz hükümeti, köle ticaretini ABD’ye dayattığı için şiddetle kınanmıştır. Şimdi, gerçekte Jefferson ve Virginia’daki köle sahibi sınıfı, her ne kadar kendileri de başka devletlere köle satışına dahil olmuş olsalar da, uluslararası köle ticaretinin bazı yönlerine karşı çıkıyorlardı. Bu bağlamda, bu Virginia köle sahiplerinin temel motivasyonu, köle fiyatının düşmemesiydi, çünkü kendileri Amerika’daki büyük köle satıcıları haline gelmişlerdi. Temel olarak, uluslararası köle ticaretinin devam etmesine karşı olmalarının nedeni de budur. Bu durumu, her şeyden önce mülkiyet ve bu özel mülkün (insanın) satışıyla ilgili arz ve talep açısından ele almışlardı. Böylece, burada Jefferson bir kez daha köle sahibi sınıfın çıkarları için hareket etti ve küçük bağımsız yeomenlerden oluşan bir toplum, “tarım toplumundan” köle sahibi plantasyon sistemine dönüştürüldü.

Bu, elbette, Jefferson’un Bağımsızlık Bildirgesi’ndeki tüm erkeklerin ve onların “devredilemez haklarının” eşitliğine yönelik yüce ifadeler ile öte yandan Jefferson’un sadece kölelere sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda köle sahipleri sınıfı ve kölelik kurumu adına sürekli hareket etmesi şeklindeki çarpıcı gerçek arasındaki daha büyük çelişki ile ilgilidir ve genel anlamda bunun bir parçasıdır. Jefferson, kölelik hakkında bazı ahlaki nitelikler ve bunun yeni Amerikan cumhuriyeti için uzun vadeli sonuçlarından bahsederken bile durum bu şekildedir. (Bkz: Komünizm ve Jeffersoncu Demokrasi) ))

Ve bu ülkenin yöneticileri tarafından işlenen bu canavarca suçlar -ki bu suçlar bu ülkenin en temel yapısının, ilişkilerinin, dinamiklerinin de işleyişini oluştururlar- bu ülkenin kuruluşundan bu yana sadece işlemeye devam etmekle kalmadı, aynı zamanda alabildiğine yayıldı. Bunlar, kelimenin tam anlamıyla milyarlarca insanı, dünyadaki tüm ülkeleri acımasızca sömürüye, öldürücü bir baskıya ve 2. Dünya Savaşı’nın sonunda nükleer silahların kullanımı da dahil olmak üzere büyük çaplı yıkıma maruz bırakarak büyük ölçüde genişlemiştir. Birçok “liberal” Ronald Reagan’ın bu ülkeyi “tepede parlayan bir şehir” ilan etmesine halen katılır, dünya için bir özgürlük işareti olduğuna inanır, oysa gerçek şu ki:

“Bu ülke kölelik ve soykırım üzerine kurulmuştur, ve yine bu ülke insanları alçakça sömürüp, baskı altına almaya devam etmekte, doğayı tahrip ederken, kitleler için korkunç sonuçları olacak dünyanın her tarafında ölümcül işgaller ve darbeler düzenlemektedir.” ((Bknz: https://revcom.us/a/635/bob-avakian_on-impeachment-crimes-against-humanity-liberals-and-lies-en.html))

Çok daha iyi bir toplum ve çok daha iyi bir dünya yaratma hedefindeki bir devrimle bu saçma, miadı dolmuş suç sistemine bir son vermek, bütün insanların bilinçli olarak yüzleşmeye istekli olması -ve bazı insanların yüzleşmek dışında bir seçimi zaten yoktur- ve bilinçli olarak üstlenmesi gereken bir zorluğu içerir. Bu sistemin gerçekte ne olduğuyla yüzleşilmesi gerekiyor. Bu sistemin işleyişine, dünyayı baskı altında tutmasına, insanlığın kaderini ve koşulları belirlemesine izin vermenin ne anlama geldiğiyle yüzleşilmesi gerekiyor. ((“Niçin Gerçek Bir Devrime İhtiyacımız Var ve Nasıl Gerçekten Devrim Yapabiliriz?” videosu ayrıca “Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa (Tasarı Önerisi) ” metinleri revcom.us web sitesinde mevcut.))




Donald Trump’ın Kana Susamış Böbürlenmeleri, Ebu Bekir el-Bağdadi Suikastı… Ve En Fazla Terörü Kim Yağdırıyor?

Editörün Notu: Aşağıdaki yazı Ebu Bekir el-Bağdadi’nin ABD emperyalistleri tarafından öldürülmesinin ardından ortaya çıkan duruma yönelik önemli notlar içermektedir. Haberin kaynağı için bkz: https://revcom.us/a/619/the-bloodthirsty-braggadocio-of-donald-trump-the-assassination-of-abu-bakr-al-baghdadi-en.html


Pazar sabahı dünya Donald Trump’ın Ebu Bekir el-Bağdadi’yi nasıl “öldürdüğümüze” yönelik pozlarıyla güne başladı, kendisi el-Bağdadi’nin korkaklığına değiniyor ve ölümüne ilişkin görseller sunuyordu.

ABD’nin IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’yi öldürmesinde, insanlığın çıkarları açısından ortada ne kutlanacak bir durum, ne de yas tutacak bir durum bulunuyor.

IŞİD, kitlesel tecavüzleri, insanları zorla dönüştürmesi ve zorla cahil bırakması, sadistik ritüellerden oluşan infazları, dokunduğu ve yönettiği her yerdeki Karanlık Çağ terörü ile tamamen gerici bir güçtür. Ancak IŞİD, açıktan bastırma ve insanların acı çekmesinde, Amerika’nın Ortadoğu’da onlarca yıldır izlediği terörün yanından dahi geçemez. Bu terör, bölge ekonomilerine ve siyasi yapılarına doğrudan ABD egemenliğini dayatmaktadır.

Irak’tan Lübnan’a, Filistin’den İran’a yürütülen, kışkırtılan, desteklenen ve bugün Yemen ve Afganistan’da arka çıkılan korkunç savaşlara kadar bütün bu savaşlar, darbeler, hükümet değişiklikleri Amerika’yı Baş Terörist yapmaktadır. Milyonlarca insan katledildi, milyonlarcası sürgüne gönderildi ve ABD’nin işgalleri, dolaylı savaşları ve vahşi rejimleri desteklemesinden ötürü kelimenin tam anlamıyla yüz milyonlarca insan sefaleti ve aşağılanmayı yaşadı. Bütün bunlar ABD’nin egemen olduğu kapitalizm-emperyalizm sisteminin sunduklarıdır.

Bir tarafta onlarca yıllık tahakkümü ve cinayetleriyle ABD, ve diğer yanda tamamen gerici IŞİD’in vahşi müdahaleleri arasındaki çelişki, bu durum gerçek bir kabustur. Bob Avakian (BA) bu durumu “sömürgeleştirilen ve ezilen insanlığın tarihsel açıdan miadı dolmuş katmanı ile, emperyalist sistemin tarihsel açıdan miadı dolmuş egemen katmanı” arasındaki çelişkinin bir parçası olarak karakterize eder. “Bu iki gerici kutup, birbirlerine karşıyken dahi, aynı zamanda birbirini güçlendirir.” Ve şu şekilde belirtir: “Eğer bu ‘miadı dolmuşlardan’ birinin yanında yer alırsanız, her ikisini de güçlendirmiş olursunuz.” (BAsics 1:28)

İnsanlığın başka bir yola ihtiyacı var – BA tarafından geliştirilen yeni komünizmin yoluna!

Burada şu durum da belirtilmelidir; Trump’ın gururlu bir şekilde el-Bağdadi’nin öldürülmesini tüyler ürpertici bir şekilde açıklaması ve resmi açıklamanın ardından basına yönelik konferansta böbürlenmeleri yalnızca iğrenç değil aynı zamanda yaymaya çalıştığı faşist mentalitenin de bir parçasıdır. Trump/Pence rejimi ve bunların kıyameti içeren dünya görüşleri, Amerikalıların hayatlarının diğer insanların yaşamından daha önemli olduğu iddiasındadır ve bununla birlikte, parmakları Twitter’da gezinen görev başındaki bu delinin aynı zamanda nükleer düğmeye de parmakları uzanabilmektedir ve bu durum dünya halkları için ciddi bir tehlike içermektedir. En kısa zamanda kitlesel, sürekli ve şiddet içermeyen bir mücadele ile devrilmesi gerekmektedir. Trump’ın suçlamalarla, kendi kişisel kazançları için “ulusal güvenliği” feda ettiği suçlamalarıyla karşı karşı olduğu bir dönemde, hiç şüphe yok ki, mevcut rejim bu ölüm durumunu siyasi inisiyatifi ele geçirmek, bunu korumak, devlet üzerindeki etkisini güçlendirmek ve faşist rejimi tamamen konsolide etme doğrultusunda kullanmaya çalışacaktır.

Ve Demokratlara gelirsek -onların bu sözde zafere yönelik alkışları ve aynı zamanda planlama dışında bırakılmalarına dair öfkeleri- bütün bu görüntü, bir keresinde Obama’nın yüz kızartıcı bir şekilde söylediği gibi, iş temel hedeflere geldiğinde Demokratların Trump ile “aynı takımda” olduğunu göstermektedir. Onlar için burada ve dünyanın her yerinde sistemlerinin halk kitleleri üzerindeki tahakkümü her şeyden önce gelir. ABD’nin Orta Doğu’da izlediği her bir çirkin icraata dahil olurlar. Nitekim, Cumartesi gününden önce Trump’ı “yeterince sert olmamasından” ötürü kınıyorlardı. Bütün bu durumlar, her ne kadar Demokratlarla rejim arasında çelişkiler olsa ve “tabandan” gelecek kitlesel bir mücadeleye potansiyel bir zemin sağlasa da, Demokratlara asla bel bağlanılamayacağını göstermektedir.

Bütün bu resme bakalım: hem ABD emperyalizmi hem de İslamcı köktencilik, bütün bu yollar insanlık için çıkmazdır. Yeniden BA’dan alıntılarsak, insanlığın iki seçeneği var: “ya bütün bunlarla yaşayacak ve gelecek kuşakları, ki eğer bir gelecekleri olacaksa, aynısını hatta daha kötüsünü yaşamaya mahkum edecekler… veya devrim yapacaklar!” Çok az şey bu gerçeği Ortadoğu’daki korkunç durumdan daha keskin bir şekilde ortaya koyabilir.

Cumhuriyetçi Parti Faşisttir!
Demokrat Parti de Kitlesel Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçların Makinesidir!
Bu Sistem Reforme Edilemez – Bu Sistem DEVRİLMELİDİR!
Gerçek Bir Devrime İhtiyacımız Var!


Bu yeni sentezin geniş çapta ele alınması, hem bu toplumda hem de tüm dünyada acil olarak gereklidir; insanlar her yerde olan bitenin niçin böyle olduğunu, başka bir dünyanın mümkün olup olmadığını sorguluyor; insanlar her yerde “devrim” konuşuyor, ancak devrimin ne demek olduğu hakkında gerçek bir anlayışa sahip değiller, neyle karşı karşıya oldukları ve ne yapılması gerektiğini tahlil edip bunlarla baş etme konusunda ellerinde hiçbir bilimsel yaklaşımları yok; insanlar her yerde isyan edip ayağa kalkıyor, ancak elleri kolları bağlı ve tehditlerle çevrililer, aldatılıyorlar, ve kıyımcı ceberutların merhametine muhtaç bırakılıyorlar, ya da çoğu vakit barbar bir vahşet içeren geleneğin köleleştirici zincirlerini pekiştiren yollara sinsice sevk ediliyorlar; insanlar her yerde çaresiz yaşam şartlarından kurtulma yolları arıyor, ancak acılarının kaynağını ve karanlıktan aydınlığa götürecek yolu görmüyorlar.

-Bob Avakian
Alıntı Yapılan Yer: Devrimci Komünist Parti ABD Merkez Komitesi’nin 6 Resmi Kararı