Neden Charlie Kirk’ün “sol” versiyonu olmadığı – ve neden Demokrat Parti’nin Trump faşist rejimini ortadan kaldırmak için gereken şeyi yapmayacağı ve yapamayacağı- konusunda daha derin inceleme
Editörün notu: Aşağıda yer almakta ve Bob Avakian tarafından 21 Eylül gibi yazılmış olan bu yazı faşist ajitatör Charlie Kirk’ün öldürülmesi sonrasında yaşanan kimi zaman başka örnekler ile yaşadığımız coğrafya gündemine de gelen bazı önemli bazı tartışmaları barındırmaktadır. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.
Önceki mesajımda (136) Charlie Kirk’ün öldürülmesinin çok yanlış olduğunu ve bırakın kutlamayı, hiçbir şekilde meşrulaştırılmaması gerektiğini ve bu suikastın çok zararlı sonuçları olduğunu (Trump ve diğer faşistlerin bunu “düşmanlarına” karşı saldırıları daha da arttırmak için kullanmaları da dahil) açıkça belirtmiştim.
Kendi sözleri ve hareketlerinin gösterdiği üzere Kirk bir faşistti ve Amerikan Hitler’i Donald Trump’ın kilit roldeki örgütçülerinden biriydi.
Yani bir raddede neden Charlie Kirk’ün “solda” bir versiyonu olmadığı ve olamayacağı çünkü “solun” Kirk’ün agresif bir destekçisi ve örgütleyicisi olduğu canavarca, cidden ölümcül baskıya karşı sert bir duruş anlamına geldiği bariz olmalıdır. Ancak Kirk’ün “sol” versiyonu derken kastedilen, sol için Kirk’in (faşist) sağ için olduğu kadar etkili bir destekçi ve örgütleyici olabilecek biri ise, bu konuya yanıt verebilmek için biraz daha derine inmemiz gerekiyor.
İlk olarak gerçek şudur ki söylendiği üzere bir cümle yalana yanıt vermek için on sayfa hakikate ihtiyaç vardır. Kirk gibi birisi, neden iç şehirlerde şiddetli suçların ciddi bir problem olduğu gibi büyük sorulara ciddi bir analizle yaklaşmaktansa “ucuz numaralar” ve acımasız atışlar yapabilir, yaygın önyargılar ve cehaleti kullanabilir. Ancak faşistlerin üzerinde ısrarcı olduğu iç şehirlerdeki insanlara karşı daha da acımasız ve açıkça katliama varan seviyede çullanmanın aksine “kulağa zekice gelen lafların” ötesine gitmek ve bu şiddetli suçlar fenomenin gerçek bir açıklamasını sunmak için bu suçların oluşmasına sebep olan ve bunların gerçek çözümünü oluşturabilecek ekonomik, politik, sosyal ve kültürel koşulları daha kapsamlı ve derinden incelemek gereklidir.
Bütün bunlarda kısa vadede faşistlerin birkaç avantajı bulunmaktadır. İlk olarak günümüzde pek çok kişinin “popüler kültürü” ve “kendiliğinden eğilimleri” ciddi meselelere ciddi bir efor sarf etmenin aksine yüzeyseli ve kiniği tercih etmektedir. Ancak bu meselelere ciddi efor harcamak suç gibi toplumsal fenomenlerin köklerine inebilmek için bir zorunluluktur. Bu kökler, bu ülkeyi yöneten ve genel olarak dünyayı hakimiyeti altına almış kapitalizm-emperyalizm sisteminin bizzat doğasında, ilişkilerinde ve dinamiklerinde yer almaktadır.
Bununla birlikte, “sol” olarak sıkça bahsedilen şey çoğunluk olarak kapitalizm-emperyalizm sisteminin bir aracı olan Demokrat Parti’nin parçası olan, bu partiye bağımlı olan veya herhangi şekilde bu parti tarafından temsil edilen sınırları kıramamış olan güçleri içermektedir.
Baskıcı ilişkiler, iklimsel yıkım ve savaş gibi aslında bu sistemin içine inşa edilmiş son derece negatif şeylere bir çözüm olmadığı gibi bu sistem altında suça da iyi bir çözüm yoktur. Bu sistemin esası “demokrasi” değildir, kapitalizm-emperyalizmdir. Bu sistemin koşullarına göre, faşizm bu ülkenin ve dünyanın yüzleşmekte olduğu krizin bir olası “çözümlemesidir” ve bu sistemin koşullarına göre “ilerici insanların” karşı çıktığı ve nefret ettiği korkunç şeyleri ortadan kaldıracak bir çözümleme olası değildir. Sebebi şudur: Bu sistemin hakim sınıfının Cumhuriyetçi Parti tarafından temsil edilen ve diğer güçlü kuvvetleri de içeren bir kesimi faşizm taraftarı olmakta ve aktif bir biçimde toplum içerisindeki faşist güçlere destek çıkmaktadır, ancak hakim sınıfın bu sisteme karşı gerçekten devrimci ve özgürleştirici bir alternatifin taraftarı olan ve bunu destekleyecek bir kesimi yoktur.
Demokrat Parti’ye bağlı kalan, ona dayanan veya herhangi bir şekilde onun temsil ettiklerinden tamamen kopamayan bir “sol”, Demokrat Parti’nin temel olarak “demokrasinin” değil, imparatorluğun bir partisi olduğu çelişkisi içerisinde kapana kısılmış demektir. Bunun akut bir göstergesi, bu dönemlerde Demokrat Parti’nin destek almak için eline geçirmeye çalışması gereken büyük bir “ilerici” halk kitlesinin sertçe İsrail’in Filistin halkına karşı yaptığı soykırıma karşı olmasına rağmen Parti’nin bu soykırımı desteklemeye devam etmesidir. Neden? Önceden de belirttiğim gibi: “Çünkü İsrail, dünyanın stratejik önem taşıyan bir bölgesi olan ‘Ortadoğu’da’ ABD emperyalizminin aşırı silahlı bir üssü olarak ‘özel bil rol’ oynamaktadır. Bunun yanında İsrail dünyanın pek çok diğer yerinde de ABD emperyalizminin baskıcı hakimiyetini sürdürmeye destek olacak suçların işlenmesinde kilit bir güç olmuştur.”
Bütün bunlar önceden de açıklamış olduğum gibi bazı Demokrat Partiili siyasetçilerin Trump/MAGA faşizmine karşı savaşa destek sağlayabileceği ancak bir kurum olarak Demokrat Parti’nin asla Trump faşist rejimini gerçekten yenme şansı olan türden devasa, şiddet içermeyen ancak kararlı politik altüst oluşu açığa çıkaracak ve buna önderlik edecek vasfa sahip olmadığını göstermektedir. Böyle bir ayaklanma, zorunlu olarak “bu sistemin normal işleyişleri ve süreçlerinin” ötesine geçecektir ve bu sistemin “istikrarını” ciddi derecede hasara uğratabilecektir, ancak Demokrat Parti bir kurum olarak bu sisteme sıkı sıkıya bağlıdır. Gerçek şudur ki Trump faşist rejiminin suçlarının tırmanmaya devam etmesi ve gittikçe iyi bir gelecek olasılığının üstünü örtmeye başlaması bu rejimi ortadan kaldırmak için gereken altüst oluşa kıyasla çok daha büyük bir korkunçluktur.
Bütün bunların temel çözümü, biz dev-komların (devrimci komünistler) aktif bir biçimde uğruna çalışmakta olduğu özgürleştirici devrimdir (revcom.us üzerinde bulunabilecek Tamamen Yeni Bir Yaşam Biçimine ve Temelden Farklı Bir Sisteme İhtiyacımız Var ve Bunu Talep Ediyoruz açıklamasında bahsedildiği gibi)
Şu an acil ihtiyaç, halk kitlelerinin iyi bir hayat için gereken temele sahip olabilecekleri bir dünyaya doğru ilerlenecek bir yolun olması için kritik önem taşıyacak şekilde milyonlarca insanın RefuseFascism.org Çağrısını aktif olarak benimsemesi, 5 Kasım’dan başlayarak mobilize olup Washington DC’de şiddet içermeyen ancak güçlü bir kuvvet olarak birleşmesi, “alttan gelen bir politik deprem” yaratarak egemen ve hakim kurumlar içerisinde tırmanmakta olan ayrışmalarla bir araya gelerek Trump’ın faşist rejiminin ortadan kaldırılmasına sebep olabilecek bir durum yaratmasıdır.
Bu kritik oryantasyon noktasını tekrar ederek bu mesajı sonlandırıyorum:
Pek çok birey, kurum ve grup bu faşizme neyin sebep olduğu ve yerine neyin geçmesi gerektiği konusunda farklı görüşlere sahip olacaktır ve biz dev-komlar (devrimci komünistler) kendi görüşlerimizi ileri sürmeye ve bu konuda tartışmaya devam edeceğiz ve diğer herkesi de bu şekilde kendi görüşlerini ileri sürmeye teşvik ediyoruz. Ancak bütün bunlar bizim her engelin üstesinden gelecek şekilde birbirimizi desteklediğimiz -herhangi bir kaynak veya kostümün altında saklanabilecek “böl ve yok et” hamlelerine karşı da- birlik olunabilecek herkesle birlik olduğumuz, bu faşist rejimi ortadan kaldırmak şeklindeki gerçekten tarihsel önem taşıyan hedefe ulaşmak uğruna milyonları bir araya getirdiğimiz şekilde olmalıdır.
İsrail’in Yeni Saldırısı : Gazze’nin Tamamını İşgal Edip Yerle Bir Etmeyi Amaçlayan Bir Sıçrayış; Faşist Trump Netan-Nazi’nin Soykırımına Tam Destek Veriyor
Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı revcom.us sitesinden alınmıştır. Yazının kaynağına gitmek için tıklayınız.
“Çok yoğun insan olan alanları abluka altına almaktan bahsediyorlar… Eğer bunu yaparlarsa hesap edilemeyecek bir ölü sayısı olacaktır. Durum kimsenin hayal edemeyeceği kadar tehlikeli hale gelecektir.”
–Mukhlis al-Masri, Kuzey Gazze’deki evinden zorla ayrılan ve şimdi Khan Younis bölgesinde olan bir kişi
“Nereye gitmeliyiz? Yeterince evimizden sürüldük ve aşağılandık. Bu ne demek biliyor musunuz? Dünya biliyor mu? Bu onurunuzun yok edilmesi demek, yiyecek, su ve ilaç arayan evsiz bir dilenci oldunuz demek.
–Aya Mohammad, ailesiyle birlikte Gazze şehrine dönmüştü
Şunu bir daha okuyun: “Hesap edilemeyecek sayıda ölü”. “Kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük bir tehlike”.
Bu her şeyi açıklamıyor bile.
İsrail hükümeti kısa bir süre önce Gazze’nin tam ve kapsamlı olarak yok edilmesi ve Filistin halkının uğradığı soykırımın daha da derinleştirilmesi yönünde büyük bir sıçrayış gerçekleştirmek lehine oy kullandı.
İsrail zaten Gazze’nin dörtte üçünü kontrol altında tutmaktaydı. 8 Ağustos’ta güvenlik kabinesi Başbakan “Netan-Nazi” Netanyahu’nun kalan bölgeleri -kuzeyde Gazze Şehri, Deir al-Balah ve orta Gazze ve sonrasında da geriye ne kaldıysa – de ele geçirmek için yeni büyük askeri saldırı planını kabul etme yönünde oy kullandı.
İsrail’in Gazze’nin tümünü işgal etmesi konusunda kendisine sorular yöneltildiğinde Trump kitlesel katliam ve ölümler, açlık ve uluslararası kanunlar hakkında hiçbir endişeden söz etmedi. “İsrail’in kararıdır” diyerek başka bir deyişle açık kapı bıraktı.
İsrail’in Kana Bulanmış “Tahliyeleri”
Gazze Şehri, Gazze’deki en büyük şehirdir ve şu anda Gazze’nin 2,2 milyonluk nüfusunun 1 milyon kadarına ev sahipliği yapmaktadır. 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze nüfusunun %90’dan fazlası evlerini terk etmek zorunda kalmıştır ve bunların pek çoğu da birden fazla kez bulundukları bölgelerden sürülmüştür.
İsrail şimdiden Gazze Şehrinin bazı bölgeleri için tahliye emri yayınlamıştır ve NBC tarafından paylaşılan uydu görüntüleri de şehrin kenar bölgelerinde İsrail askerlerinin konuşlanmakta olduğunu göstermektedir. ABD yetkilileri bunun bir kara saldırısının yakın olduğu anlamına gelebileceğini söylemektedir. Hedefleri ise, nüfusu güneye kaçmaya, Gazze’nin şu an İsrail askeri kontrolü ya da tahliye emirleri altında olmayan %14-20 kadarlık kısmına sıkışmaya zorlamaktır.1 Bunun sonrasında ise İsrail ordusu raporlara göre Gazze’nin geri kalanını da birkaç ay içerisinde işgal etmeyi planlamaktadır.
İsrail 7 Ekim’e kadar Gazze Şehri’ndeki sivilleri “tahliye” etmek ve ancak bundan sonra kalan Hamas savaşçılarının peşine düşmekten bahsetmektedir. Bunların hepsi sözde çok düzenli ve uygar bir süreç gibi görünmektedir.
Son 20 ayda resmi tahminlere göre İsrail şimdiden en az 61.369 Filistinliyi -18.000’den fazla çocuk da dahil- öldürmüş ve 152.850 Filistinliyi de yaralamıştır. Gerçek sayılar işe şüphesiz çok daha fazladır. İsrail ayrıca zor kullanarak Gazze halkını açlığa sürüklemektedir ve bu da artan sayıda insanın açlıktan ölmesine sebep olmaktadır.
Şimdi ise İsrail Gazze Şehrini daha da korkunç katliamlar, açlık ve yıkım içerecek bir ölüm sahasına dönüştürmek üzeredir.
İsrail Mayıs 2024’te Rafah şehrini “tahliye” ettiğinde tanklar, uçaklar, bombalar, füzeler ve askerler kullanmıştır. revcom.us sitesine göre “İsrail Rafah şehrinin ilk işgalini takiben bombalamış, rastgele seçilen aileleri öldürmüş, gökleri dumanla kaplamıştır”. “800.000’den fazla bir, iki, üç ya da altı farklı yerden zaten zorunlu göç etmek zorunda kalmış yorgun, kaynaksız ve gidecek hiçbir yeri kalmamış insanlar bu şehirden de sürülmüştür.”2
Şimdi ise 972mag.com sitesi İsrail’in sivil nüfusu evlerinden göçmeye zorlamak için katil dronlar kullandığını ve bilinçli bir şekilde sivilleri öldürdüğünü açığa çıkarmıştır.
Rafah ve diğer şehirler yerle bir edilmiş, neredeyse Gazze’nin tümü yıkık dökük parçalar, toz bulutları ve mezarlardan ibaret bir çöplüğe döndürülmüştür: “Havadan bakıldığında Gazze yüzyıllardır süren karanlığın altında keşfedilmiş antik bir uygarlığın yıkıntılarına benzemektedir. Beton parçalar ve parçalanmış duvarlardan oluşan bir labirent, kraterler, molozlar ve hiçbir yere gitmeyen yollarla döşenmiş mahalleler. Ortadan kaldırılmış şehirlerin kalıntıları.”
“Dümdüz edilmiş binalar görmenizin sebebi Hamas’ın her bir binaya bubi tuzakları kurmasıdır” diye iddia etmişti yakın zamanda Netan-Nazi. “Bu bölgelere geldikten sonra… pek çok bomba ile dolu APC [zırhlı personel aracı] götürüyoruz. Patlatıyoruz. Bu da bütün bubi tuzaklarını harekete geçiriyor ve binalar çökmeye başlıyor.”
Bu bir başka bariz yalandır: İsrail Gazze’deki binaların neredeyse %70’ini yok etmiştir [. 972mag.org tarafından yapılan bir incelemeye göre -‘Kullanılamaz hale getir’: İsrail’in topyekûn şehir yıkım görevi – “Kitlesel kayıplara sebep veren şey hava saldırıları olsa da buldozerler ve patlayıcılar Gazze’yi karadan dümdüz etmektedirler – askerler bunun Gazze’yi yaşanamaz bir hale getirmek için sistematik bir süreç olduğunu söylemektedirler.” (Askerler ayrıca rutin olarak boş binalara girdiklerini ve bubi tuzakları ile karşılaşmadıklarını anlatmaktadırlar.)
Gazze Şehrinin de şu an kaderi budur.
ABD – İsrail Yardım İstasyonları – “Planlanmış Katliam ve İnsandışılaştırma Merkezleri”
İsrail, savaş sahası dışındaki Gazzelilere yiyecek yardımı ve insani yardım yapmaya devam edeceğini iddia etmektedir. Bunun ne kadar iğrenç bir şaka olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez.
İsrail’in kendi verileri bile yiyecek, yakıt, ilaç, su ve diğer ihtiyaç duyulan yardımları bloke etmesi sebebiyle Gazze’ye giriş yapan yiyecek miktarının son 20 aydaki en düşük seviyeye geldiğini göstermektedir ve gittikçe artan sayıda Filistinli gıda eksikliği ile ilgili sebeplerden yaşamını yitirmektedir.
Bu yeterince suç teşkil etmiyormuş gibi, Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından kaleme alınan yeni bir rapor ABD-İsrail tarafından yürütülen Gazze İnsani Yardım Kuruluşunun yardım merkezlerinden “planlanmış katliam ve insandışılaştırma merkezleri” olarak bahsetmiştir. “Yiyeceğe uzanırken göğsünden vurulan çocuklar. İzdihamlarda ezilen veya boğulan insanlar. Dağıtım noktalarında mermi yağmuruna tutulan topluluklar. Neredeyse 54 yıllık operasyon dönemimizde silahsız sivillere karşı bu seviyede sistematik şiddet ile çok nadir karşılaşmışızdır.”3
Şimdi Gazze Şehrini bir serbest ateş alanına dönüştürmek sadece her çeşit yardım dağıtımını sekteye uğratacak ve oradaki insanların çektiği acıları ve açlığı daha da yoğun hale getirecektir.4
Hamas: İsrail’in Gazze’yi Yakıp Yıkmak İçin Kullandığı Bahane
Netan-Nazi, 10 Ağustostaki bir basın toplantısında “Hamas’ın silah bırakmayı reddetmesi göz önünde bulundurulduğunda İsrail’in işi bitirmek ve Hamas’ın yenilgisini tamamlamak dışında bir seçeneği yoktur” şeklinde beyan vermiştir. “Gazze Şehri ve merkez kamplardaki kalan iki Hamas üssünü ortadan kaldırmak bu savaşa son vermek için en iyi yoldur.”
Bir başka büyük, utanmaz yalan. Gerçek şudur ki en başından beri Hamas Gazze’deki bütün Filistin halkını hedef almak için bir bahane olmuştur. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü İsrail BÜTÜN SİVİL ALTYAPIYI yok etmiş, 2,2 milyon nüfusun tamamını AÇLIKTAN ÖLMEYE mahkum etmiştir. Artık şu noktaya gelinmiştir:
“Gazzeliler Açlığın Üstesinden Gelseler Bile Yaşanabilecek Bir Gelecek Erişilemez Görünüyor: Haaretzraporuna göre, “Savaş bütün bölgeyi yakıp yıkmıştır. Büyük çoğunluğun dönecek evleri kalmamıştır. İşleri de kalmamıştır… Onlara iş veren fabrikalar, ofisler ve marketler artık resmen yoktur. Aynı durum çocukları için okullar, hastalar için hastaneler ve klinikler ve su, enerji ve iletişim için altyapılar için de geçerli. Ya tamamen ortadan kalkmış ya da ciddi derecede hasarlı halde kalmaktadır.”
Eşi ve çocukları ile birlikte öldürülen kızının arkasından babası “Gazze tamamen yok edildi– daha fazla ne yapabilirler?” demiştir. “En iyi gençlerimizi kaybettik, topraklarımız su, hava ve karadan kuşatılmış büyük bir hapishane, yıkım dayanılmaz bir hale geldi, salgın hastalıklar yayılıyor, gözle görülebildiğince uzaklara yayılan çadırlar, suyumuz kirlendi, fiyatlar inanılmaz arttı, hastaneler yıkılmış halde, hayatlarımız tamamen trajik! Daha ne istiyorlar?”
Buradaki Amaç Gerçekte Nedir? İpucu: Hamas DEĞİL
Buradaki amaç “Gazze halkını Hamas’ın korkunç teröründen kurtarmak” değildir. İsrail’in Gazze’yi “Arap kuvvetlerine teslim etmesi” ile ilgili de değildir.5
Bu bir soykırımdır, İsrail Gazze’yi çalıp ele geçirebilsin diye yapılmaktadır. 20 Kasım 2023 tarihinde revcom.us sitesinde şöyle yazdık :
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu (nam-ı diğer Netan-nazi) ve İsrail’in yöneticileri Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yaptığı saldırıyı -ki bu saldırı rehin alma ve sivil öldürme gibi savaş suçlarını içermekteydi- “Filistinli problemine” bir tür “nihai çözüm” bulmak için kullanmaktadırlar. Bu en düşük seviyede Filistinlileri artık İsrail’in hedeflerine herhangi bir engel oluşturamayacakları bir duruma indirmektir. Bunun ötesinde şu an yapmakta olduklarının da ötesinde toplu göçe zorlama ve/veya devasa boyutta katliam anlamına gelebilir.
Bu ABD-İsrail soykırımında birinci günden beri gördüğümüz şey tam da budur, yalanları, örtbas etmeleri ve saçma sapan bahaneleri ne olursa olsun planları bütün zaman boyunca buydu.
Filistinli yasamacı Mustafa Barghouti’nin Al Jazeera’ya söylediği şekliyle, Netanyahu’nun hedefi “bütün Filistin halkının yok edilmesidir.”
Şimdi İsrail’in barbar ordusu Gazze Şehrine kara birlikleri göndermek ve yüzbinlerce -eğer milyona ulaşmazsa- Filistinliyi evlerinden zor kullanarak kovmak ve soykırımlarını bambaşka bir seviyeye taşıyarak belki de bütün Filistin halkını Gazze’den dışarı atmak için hazırlıklar yapmaktadır!
Faşist Trump’tan İsrail’in Soykırımına Tam Destek
Geçtiğimiz Şubat ayında Netan-Nazi ile yaptığı bir görüşmede Trump, ABD’nin Gazze’yi ele geçireceğini, bütün Filistinlileri atacağını ve bölgeyi “Ortadoğu’nun Riviera’sına” dönüştüreceğini belirtmişti.
Bu dünyayı şoka sokmuştu ancak Netan-Nazi ise çok mutluydu. Biliyordu ki kendisine ve İsrail’e soykırımı arttırmak için yemyeşil bir ışık yakılmıştı. Bu zamandan beri İsrail’i yöneten kitle katliamcısı deliler tekrar tekrar büyüyen suçlarını “Trump’ın planı” adı altında mazur göstermeye çalışmışlardır.
Netanyahu’nun 9 Ağustos’ta tekrardan Trump ile “Gazze’deki çatışmayı genişletmek ve ‘Hamas üslerini ele geçirmek’ için planlarını” konuşmak istemesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek.6
“Bu Bizim Savaşımız” – Durdurmak İçin Ayağa Kalkmamız Gerekiyor!
Gazze’deki soykırım ABD’nin ve özellikle de Trump faşist rejiminin aktif, büyük desteği olmasaydı gerçekleşemezdi.
Biz Amerikalılar bunu protesto etmeliyiz. Kızıl Haç merkezine attıkları ve bir görevliyi öldüren bombalar Amerikan bombalarıdır. Gazze’deki her bir hastaneyi en az bir kere bombaladılar ve bazıları tamamen yıkılmış haldedir. Gazze’deki her bir üniversiteyi yerle bir ettiler. Su arıtma tesislerini yıktılar. Atık tesislerini yıktılar. Bu bir soykırımdır. Bu, Amerika destekli, Amerika tarafından finanse edilmiş bir soykırımdır. İsrailliler bu savaşı durdurmalıdır. İsrail halkı ayaklanmalıdır. Ancak asıl Amerikalılar ayaklanmak zorundadır. Bu bizim savaşımızdır. Bu bizim paramızdır. Bunlar bizim bombalarımızdır. Bunlar bizim mermilerimizdir. İsrail’in cephaneliklerindeki her bir uçak Amerikan uçağıdır – F-35, F-15, F-16. Her bir savaş helikopteri Amerikalıdır. ABD onlara arka çıkmadığı takdirde bu yapmakta olduklarını yapamamaktadırlar. Bizim buna son vermemiz gereklidir.
Gazze’nin Kuşatmasına Derhal Son Verin!
Filistin Halkına Karşı ABD-İsrail Soykırımını Durdurun!
İnsanlık Adına Faşist bir Amerika’yı Kabul Etmiyoruz!
Trump Faşist Rejimi Hemen Şimdi Gitmelidir!
DİPNOTLAR:
İsrail ordusu Gazze’nin yaklaşık %75’ini kontrol etmekte olduğunu söylemektedir. Birleşmiş Milletler ise Gazze’nin %86’dan fazlasının İsrail askeri bölgeleri kontrolünde ve tahliye emri verilmiş alanlar olduğunu söylemektedir.
Ayrıca bknz. ‘Ölümcül bir numara: Filistinliler gıda merkezlerinde gelişigüzel ateş altına alınıyor’[İngilizce kaynak], Guardian: “Yaklaşık 50 gün süren bir gıda dağıtım döneminde görsel kanıtlara, mermilere, iki hastaneden medikal verilere ve yaralanma örüntülerine ve medikal kurumlar ve cerrahlarla röportajlara bakan bir Guardian incelemesi, İsrail’in düzenli olarak gıda arayışındaki Filistinlilere ateş açmış göründüğünü göstermektedir.
New York Timesraporuna göre: “Yardım görevlilerine göre az sayıda tırın girişine izin vermek ve havadan kaynak indirmek bir halkla ilişkiler gösterisinden pek fazlası değildir. Geçtiğimiz hafta Gazze’de Oxfam desteğinde çalışan bir yardım görevlisi olan Bushra Khalidi ‘bu bir şaka gibidir, sadece tiyatrodur’ demiştir. İsrail liderlerinin Gazze Şehrini [İngilizce kaynak] kontrol altına alma kararı yardım sisteminin daha da şüpheli hale getirmektedir.”
The Economist bulgularına göre İsrail’in bombaları ve ablukaları sebebiyle “geniş çapta demografik sonuçları algılamak zordur. Çalışmalara göre yaşam beklentisi 35 yıldan daha fazla düşüş yaşamıştır, yani yaklaşık olarak savaş öncesi figürün yarısına inmiştir.”
Cuma günü görüşme sonrasında ofisi güvenlik kabinesinin “savaşı sonuçlandırmak için 5 prensibi” kabul ettiğini söylemiştir. Bu prensiplere Hamas’ı silahsızlandırmak, rehineleri geri getirmek, Gazze’yi silahsızlandırmak, bölgede İsrail’in güvenlik kontrolünü sağlamak ve “Hamas da Filistinli bir Otorite de olmayan alternatif bir sivil yönetim” kurmak dahildir.
ABD’nin İsrail’in soykırımını desteklemesinin bir başka göstergesi olarak ABD elçisi ve Hristiyan faşist Mike Huckabee İngiliz Başbakanı Starmer’ın İsrail’in yeni saldırısına karşı eleştirisini ve ateşkes çağrısını hedef almıştır[İngilizce kaynak]. Huckabee İsrail’in Gazze katliamını savunmuştur ve bu katliamı pozitif bir ışıkla İkinci Dünya Savaşında 1945 yılında Almanya’da Dresden’ın ABD ve İngiltere tarafından bombalanmasına benzetmiştir. Bu ateş bombaları on binlerce Alman sivili canlı canlı yakmıştır ve Kort Vonnegut’un klasik savaş karşıtı romanı Slaughterhouse-Five [Türkçe çevirisi: Mezbaha No 5] için ilham kaynağı olmuştur.
Çevrenin Yok Edilmesi Kapitalizm-Emperyalizm Sisteminden Akmaktadır Ancak Bir Çözüm Vardır
Editörün notu: Aşağıda yer almakta olan yazı 4 Ağustos 2025 tarihinde revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Orijinaline bu linkinden erişebileceğiniz yazının çevirisini okurlarımıza sunarız.
Trump’ın çevreyi kontrolsüz ve açıkça yağmalamasının aksine Obama ve Biden-Harris yönetimindeki Demokratlar iklim değişikliğini ele aldıklarını iddia ettikleri bazı adımlar attılar. Bu adımlar, sera gazı emisyonlarına belirli bir limit koymak üzerine tehlike bulgularına dayanan Çevre Koruma Ajansı (EPA) regülasyonlarını da içeriyordu. Bunlar şimdi Trump tarafından iptal ediliyor. Ancak bu adımlar dahi küresel ısınma krizini gerçek anlamda ele almaya başlamak için gerekenlerin yanına bile yaklaşamadı: Yani en önemlisi; petrol ve diğer fosil yakıtların çıkarılması ve yakılmalarında hızlı ve büyük bir azalma. Hatta aslına bakılırsa, Biden ve Harris ofiste kaldıkları süre boyunca ABD’nin dünyanın bir numaralı petrol ve gaz üreticisi olmasını övünçle karşıladı.
Raymond Lotta, iklim değişikliği krizinin kapitalist-emperyalist sistemin doğası ve işleyişine nasıl dayandığına işaret eder:
Bu kapitalist-emperyalist sistemi çevre ile savaşa sokan şey nedir? Aslına bakarsanız bu kendi doğası ve mantığı olan bir sistemdir. Bu sistem, özel mülkiyete sahip sermaye blokları tarafından kar ve daha fazla kar arayışıyla yönlendirilmektedir. Dünya çapında insan emeğinin daha verimli sömürülmesine dayalı olarak daha fazla pazar payı için birbirleriyle rekabet ederler ve etmelidirler. Ve şayet genişlemez ve rakiplerini yatırımlarda geçemezlerse o halde kaybetme ve batma riskiyle karşı karşıya kalırlar. Bu sistem doğayı kar amacıyla üretime akıtılacak “maliyetsiz” bir girdi olarak görür. Aynı zamanda doğayı; petrol sızıntılarından, atmosferik kirliliğe ve toprağın bozulmasına kadar kar amacıyla yapılan pervasız üretimin sonuçları için bir atık dolgusuna dönüştüren bir sistemdir.
Ve rekabetçi jeopolitik bu sistemin içerisine inşa olmuştur. Fosil yakıtların üretimi ve yakılmaları, dünya emperyalist sisteminin karlı bir şekilde işleyişinin temelini oluşturduğu gibi oluşturmaya da devam etmektedir. Petrolün ve fosil yakıt pazarının kontrolü, finans ve nakliyenin kontrolü majör güçlerin ekonomileri ve dünya ekonomisini domine etmesinin araçlarıdırlar. Şunu bir düşünün: Amerika’nın küresel imparatorluğunu ayakta tutan askeri ölüm ve yıkım makinesi ABD ordusu, dünyadaki en büyük kurumsal petrol tüketicisi ve en büyük kurumsal karbon salınımcısıdır.
Dev-Kom Çevre Yazı Grubunun bu yılki Dünya Günü’nde belirttiği gibi: Trump rejiminin acilen ihtiyaç duyulan şeyin tam tersi yönde ilerlemek için üç uçlu bir programı var:
Trump/MAGA faşizmi, fosil yakıtların çıkarılması ve çevrenin yağmalanması önündeki tüm engelleri -tüm kısıtlama ve sınırlamaları- yıkmayı hedeflemektedir. ABD’nin küresel enerji ve genel hakimiyetini daha da güçlendirmenin önündeki tüm engelleri bir kenara itmeye kararlılar. Bunu gerçekleştirmek için iklim bilimine saldırmak, onu sakatlamak ve iklim bilimcileri itibarsızlaştırmak için fazla mesai yapıyorlar… ve iklime yönelik bu saldırıya karşı duran herkese karşı acımasızsa vahşi baskılar uyguluyorlar.
Felaketsel Bir Zincirdeki Bir Halka
EPA’nın ortaya koyduğu “tehlike bulgusunun” iptali, Trump rejiminin EPA’nın içini boşaltmak ve iklim değişikliğiyle çevre kirliliği ile ilgili kurallardan kurtulmak için yaptığı diğer hamlelerin başında geliyor. Sadece birkaçını saymak gerekirse:
EPA bünyesindeki Araştırma ve Geliştirme Ofisi’nin oradan kaldırılması. New York Times’a göre bu bilimsel ofis “ajansın neredeyse tüm politika ve düzenlemelerinin temelini oluşturan bağımsız araştırmaları” sağlamaktaydı.
Siyah ve diğer ezilen halkların, kırsaldaki yoksulların ve çevre kirliliğinden orantısız şekildeetkilenen grupların nasıl zarar gördüklerini ele alan Çevresel Adalet Ofisinin dağıtılması.
Enerji santrallerinin, sera gazı ve cıva gibi zehirli kirletici emisyonlarına sınırlama getiren düzenlemelerin yürürlükten kaldırılması ya da zayıflatılması.
Tüm bunlar, Bob Avakian’ın sosyal medya mesajı Devrim #125’in sözleriyle, “bu faşist rejimi gerçekten yenmeye kararlı, acil talep etrafında birleşen kitlesel bir halk ayaklanmasını” öne çıkarma ihtiyacına işaret etmektedir: Trump Faşist Rejimi ŞİMDİ GİTMELİ!” Bilim insanlarına ulaşmak ve ekoloji hareketine el uzatmak, bunun daha büyük kaynağına işaret ederken mücadelede birleşmek, bunun kritik bir parçası olmalıdır.
Aynı zamanda, Bob Avakian tarafından kaleme alınan Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa’da öngörülen türden bir devrim yoluyla gelişmekte olan felaketten bir çıkış yolu VARDIR. Bu Anayasa, ABD’de gerçek bir devrimin neleri temsil edeceğini açıklamaktadır:
İnsanlığın özgürleşmesi ve insanlığı ve bu dünyadaki diğer türleri ve ekosistemleri (birbiriyle etkileşim ve ilişki içinde olan karmaşık yaşam ağları) tehdit eden kritik çevresel acil durumla daha önden ve kapsamlı bir şekilde yüzleşme ve ele alma becerisi açısından gerçekten devasa bir adım. Kuzey Amerika’daki Yeni Sosyalist Cumhuriyet, bunun tam bilinciyle, sosyalist bir ekonominin geliştirilmesinde, hükümetin ve toplumsal faaliyetin tüm alanlarında ve uluslararası ilişkilerinde, kendisini -ve bu Cumhuriyeti oluşturan ve onun belkemiği olan halk kitlelerinin inisiyatifini, bilgisini, enerjisini ve yaratıcılığını- bu çevresel acil durumu çeşitli boyutlarıyla ele almak için kullanacaktır, ve bunu, kapitalist-emperyalist sistemin işleyişi ve emperyalist ve diğer gerici devletlerin işleyişi tarafından bu tür çabaların önüne konulan engelleri aşmak için mücadele eden ve diğerleriyle birlikte mücadele eden, dünyanın her yerinde bilim insanları ve toplumun her kesiminden insanlarla artan işbirliği ve ortak çaba yoluyla yapmanın yollarını arayacaktır.
Barbarca Sömürücü ve Yerleşik, Emperyalist ve Asalak Bir Hasat
Barbarca Sömürücü ve Yerleşik, Emperyalist ve Asalak Bir Hasat
Revcom editörlerinin notu: Juan Rojo tarafından “Emperyalist, Parazitik Bir Hasat: Barbarca Sömürücü ve Yerleşmiş… ABD’nin Meksika’ya Egemenlik Kurmasının Tarihsel Kökleri Konusunda Bir Katkı” eserinin yayınlandığını bildirmekten gurur duyuyoruz. Rojo’nun ABD-Meksika ilişkileri üzerine yeni komünist analizi her dönemde önemli ve hoş karşılanacaktır. Ancak günümüzde, ABD’nin faşist rejimi gerçekliği tersine döndürmek ve Meksika’ya ve özellikle de Meksikalılara parazitler ve suçlular olarak iftira atmaktayken Rojo’nun bu çalışması kritik önem taşımakta ve gerçek parazitlerin ve suçluların kim olduğu konusunda değerli bir hakikat değerlendirmesi sunmaktadır. Sizleri bunu okumaya, üzerine çalışmaya ve bunu yaymaya davet ediyoruz.
Yazarın kişisel giriş notları:
Doğu Los Angeles’ta doğdum, Merkez Güney Los Angeles’ta büyüdüm. Ebeveynlerimin ikisi de Meksika’dan gelmişti ve ilk öğrendiğim dil de İspanyolca oldu. Erken bir yaştan beri sorgulayan bir çocuktum ve büyüdükçe nedenleri sorgulamaya başladım. Neden yaşadığımız bölgedeki insanlara polis bu kadar kötü davranıyordu? Neden babam çok çalışmasına rağmen hiç saygı görmüyordu? Bizim bölgemizdeki insanlara aşağılıklarmış gibi bakıldığını hissediyordum ve benim gibilere, Chicanolara ise değersiz gibi bakılıyordu. Bundan nefret ediyordum.
17 yaşında liseyi bıraktım ve Orduya katıldım. Cezayir halkının Fransa’dan bağımsızlık için savaşmakta olduğu bir dönemde Fransa’ya gönderildim ve orada Fransa’nın Cezayir kolonisindeki korkunç vahşiliği yakından gördükten sonra gözlerim adeta açıldı. Ayrıca Siyahi askerlerden de sadece kendi yaşadığım bölgede değil, bütün ülkede Siyahi halkın toplum ve polis tarafından kötü muamele gördüğünü öğrendim. Bunlar benim LA’de yaşadığım bölgede olanları açıklayan daha sistematik bir şey olduğunu görmemi sağladı, ancak hala altta yatan gerçek hikayeyi bilmiyordum. Ordudaki sürem dolduktan sonra LA içerisindeki yaşama geri döndüm, ancak sıradan bir iş bulamıyordum. İnsan hakları hareketi bütün ülkeyi etkilemekteydi ve kısa bir zaman içerisinde Vietnam Savaşı’na karşı protestolar binlerce insanı sokağa dökmeye başlamıştı. 1965’teki Watts ayaklanması -ki bizim yaşadığımız bölge ulusal muhafızların devriye ettiği alanlardan biriydi- halkın bu acımasız baskıya karşı nasıl direndiklerinde büyük değişimlere işaret ediyordu. Orduda olduğumdan üniversiteye gitmek için GI Tasarısından para alabilmiştim. Dünya tarihini öğrenme, felsefeyi keşfetme, sanat tarihi ve kültürel antropoloji hakkında bilgi sahibi olma fırsatım olmuştu. Ayrıca Meksika asıllı insanların bu ülkede maruz kaldıkları acımasız baskı hakkında açıkça konuşabildiğimiz ve buna karşı direndiğimiz Chicano öğrenci hareketi hakkında bilgi sahibi olma ve ona katılma konusunda da heyecanlıydım. Bütün bunlar dünyanın her yerinde halkın hakları ve özgürlükleri için direnmekte oldukları bir dönemdi. Çok heyecan verici zamanlardı. Ancak ben hala sorgulayan o kişiydim. Hala bu sorunların -bütün eşitsizliğin- kökünde neyin olduğunu durmak bilmeden araştıran, yüzeyin altında neyin saklandığını açığa çıkarmak ve onu durdurmak için neyin yapılabileceğini öğrenmek isteyen kişiydim. Hakikati istiyordum, yüzeysel açıklamaları değil. Chicano hareketinin parçası olmaya bayılıyordum. Ancak bu hareketin hedeflerinin ihtiyacımız olduğunu hissettiğim radikal çözümden çok uzak kaldığını görmeye başlamıştım. Sadece Chicanolar için değil, bu ülkede ve dünyanın tüm başka yerlerinde “daha aşağı” görülen herkes için bütün baskıya son verecek bir hareketin parçası olmak istiyordum.
Devrimci aktivizmimin ve hakikat konusundaki bitmek bilmeyen arayışımın beni Devrimci Birlik [Revolutinary Union] (1975 yılında Devrimci Komünist Parti’nin kurulmasına öncülük edecek organizasyon) ile bağlantıya geçirmiş olmasını sonsuza kadar hayatımın en şanslı anı olarak göreceğim. Bununla, özellikle de Devrimci Birliğin kurulmasında lider rol üstlenen ve sonrasında komünizmin yeni sentezini geliştiren Bob Avakian’ın yaklaşımından öğrenerek dünyayı anlamak ve değiştirmek için mücadele etmekte gerekli tamamen bilimsel yaklaşımla tanışma fırsatı buldum. Bu hayatımın izlediği yolu tamamen dönüştürdü ve zenginleştirdi. O zamandan bu yana Bob Avakian’ın önderliğini ve onun inşa ettiği metodu daha da bilinçli bir şekilde ele alarak mümkün olduğunu öğrendiğim özgürleştirici bir devrime fayda sağlayabileceğim her şeyi sonuna kadar yapmak konusunda daha da kararlı hale geldim. Sadece burada değil, bütün dünyada her formda baskı ve sömürüye son verecek bir devrim. Bu makalede geçen önemli konulara ve tarihe diyalektik ve tarihsel materyalizmin bilimsel yönteminin uygulanması ile günümüz gençlerini aynı bilimi, aynı önderliği, aynı metodu ele almak için ilham verebilmeyi ve bu özgürleştirici göreve her şeylerini adamakta ateşi onlara teslim edebilmeyi umuyorum.
Emperyalist, Parazitik Bir Hasat: Barbarca Sömürücü ve Kökleşmiş
Meksika’da bir söz vardır: “Pobre Mexico, tan lejos de Dios, y tan cerca de los Estados Unidos.” Çevrisi şöyledir: “Zavallı Meksika, Tanrıdan çok uzak, ABD’ye çok yakın.”
Bu sözün ilk kısmına bakarsak, kimse Tanrıya diğerinden daha yakın veya uzak değildir, çünkü basitçe, tanrı yoktur.1 İkinci kısmı ise ABD’nin güney komşusunu yağmalamasının, sömürmesinin ve domine etmesinin uzun ve acı tarihini güçlü bir biçimde vurgulamaktadır – ne kadar ABD ile sınır paylaşmamak sizi küresel ABD saldırganlığından korumasa da (Vietnam’dan Irak’a kadar).
Tıpkı dalları ve yaprakları görünür, kökleri ise görünmez olan ağaçlar gibi, ABD’nin Meksika üzerindeki dominasyonunun açık ve bilindik tarafları vardır, ancak tarihsel kökleri saklanmış, gömülmüş ve daha az bilinen tarafları da vardır. Bu makaledeki amacım, bunların esas bir özelliğini açığa çıkarmak ve gözler önüne sermektir ki günümüzdeki hakikati daha iyi anlayabilmek ve buna karşı ne yapabileceğimizi görmek için bir kıvılcım ve ilham kaynağı olsun.
ABD-Meksika savaşı (1846-1848) sonucu Meksika’nın kaybettiği topraklar
1846-1848 ABD-Meksika savaşını pek çok kişi bilir.2 Bu savaşta ABD günümüzde California, Nevada, Utah, New Mexico, Arizona, Colorado ve Wyoming’in bir kısmı ve zaten “bağımsızlığını” ilan etmiş olan Texas dahil geniş çapta toprağı ele geçirmiştir ve sonradan ABD İç Savaşı’nda ün kazanmış pek çok general bu savaşın da bir parçası olmuştur. Saklı kalmış olan şey ise Meksika’nın İç Savaş sonrası dönemde nasıl acımasızca sömürüldüğü ve bunun ABD emperyalizminin şimdiki hakikatini şekillendirmekte ne kadar önemli ve tarihsel bir rol oynamış olduğu, Meksika’nın boyunduruğa alınması ve yoksullaştırılması ve bu iki ülke arasındaki ilişkilerdir. Meksika’nın tahakküm altına alınması 20. yüzyılda ABD’nin emperyalist bir güç olarak ortaya çıkması için gereken ekonomik ve askeri gücün inşasında bir değnek taşı olmuştur. Aynı zamanda bu tecrübe, ABD’nin şimdilerde bütün dünyaya yayılmış baskıcı ve sömürücü egemenliği için bir erken laboratuvar ve çok yönlü ve adaptif bir şablon olmuştur.
Bu ilişki aynı zamanda Batı’nın ve Güneybatı’nın kapitalist gelişimini besleyen kritik bir rol oynamıştır: Nasıl geliştiği, “Batı ve Güneybatıyı” hızlı tarım, ticaret ve öncesinde Meksika ve Amerikan Yerlilerinin toprakları olan bölgelerin işgaline -acımasız baskı ve kanlı muamele, bütün süreçte Meksikalı işçilerin linç edilmesi de dahil- açmakta yerel tren ağlarının etkisi.
Zenofobik (yabancı düşmanı), beyaz üstünlenmeci faşist Trump/MAGA rejiminin göçmenleri şeytanlaştırması ve onlara saldırıları alevlendirmesi sırasında Meksika’nın ABD’yi “istismar” ettiği konusundaki saçma söylemlerine bakıldığında gerçek ve anlatılmamış tarihi öğrenmek ve yaymak daha da acil önem taşır hale gelmiştir.
ABD’nin Güneybatısında yüzlerce Meksikalı işçi linç edildi. Bu fotoğrafta Francisco Arias ve Jose Chamales 3 Mayıs 1877 günü linç edildiler. Fotoğraf: John Elijah Davis Baldwin
Bu makaleyi yazmaktaki amacım sorulara cevap arayarak ve öğrenmeyle geçen bir hayatın üzerine inşa etmek, yeni önemli araştırmalardan yararlanmak, bütün bunları diyalektik ve tarihsel materyalizmin bilimsel yöntemi ile incelemek ve sentezlemektir. Bu, neden ABD sınırları içerisinde günümüzde yaşayan Meksika halkının ve onların soylarından gelenlerin ABD’deki hakim güçlerin yanında boyunduruk altındaki bir durumda bulunduklarının gerçek dünyaya dayanan sebeplerini açığa çıkarmaya yardımcı olacaktır. Ayrıca ABD’nin zenginliğinin, ırksal kimliğinin ve toplumsal bağlantılarının bir kısmını nasıl Güney’deki komşusunu boyunduruğu altına alarak oluşturduğunu ve bunun nasıl ABD kapitalizm-emperyalizm sisteminin geniş çaplı dinamiklerinde yer edindiğini gösterecektir. Bunların hiçbiri kader değildi. Bunların hiçbiri bir ülkenin halkının diğerinin halkından üstün veya alçak “insan doğası” ile ilgisi yoktur. Bunların kesinlikle var olmayan tanrı veya tanrıların istekleri ile bağlantısı yok. Ancak bilimsel olarak bulunabilen sebepleri var.
Basitçe söylemek gerekirse, diyalektik materyalist yaklaşım ve bilgi, devrimci lider ve yeni komünizmin mimarı3 Bob Avakian’ın söylediği üzere: “dünyada gerçekten var olan, var olmuş ve var olacak olan her şey hareket halindeki maddeden başka bir şey değildir; hakikatte tüm var oluş, hareket halindeki maddeyi içerir. Bunu temel alarak ve bundan yola çıkarak tarihsel materyalizmin temel prensibi, en temel insan aktivitesinin hayatın maddi gereksinimlerinin -yiyecek, kıyafet vb. (ve bizzat insanların) üretilmesi ve yeniden üretilmesi olduğudur.”4
Diyalektik ve tarihsel materyalizmin bu kanıta dayalı yaklaşımını, şeylerin neden bu şekilde geliştiklerinin gerçek dünyadaki sebeplerini ve altta yatan tarihsel sebepleri keşfetmek için kullanarak sadece nasıl günümüzdeki duruma geldiğimizi ve bunun nasıl değiştirilebileceğini göstermeyi değil, aynı zamanda diğerlerine de ABD’nin Meksika üzerindeki hakimiyetini keşfetmeye destek olmak ve baskı altındaki halkların ve insanlığın tümünün karşılaştığı daha geniş çaptaki problemlere meydan okumak adına bu aynı bilimsel metodu ele alarak nasıl günümüzdeki duruma varmış olduğumuzu anlamak ve nasıl gerçek dünyayı bütün baskı ve sömürü ilişkilerinden arındırma yolunda ilerleyebileceğimizi bulmak için ilham vermeyi ve onları öne çıkarmayı umuyorum.
Teksas Sınır Muhafızları göçmenleri silah hizasında tutuyor, 1948. Fotoğraf: PD
Bunların yanı sıra, bu tarihi -Meksika ve Amerika arasındaki bu tarihi- önceden yapılmamış bir şekilde incelemek için gerçek ve zamanımızla ilişkili bir neden de bulunmaktadır. Empire and Revolution: The Americans in Mexico since the Civil War [İmparatorluk ve Devrim: İç Savaş’tan Bu Yana Meksika’daki Amerikalılar] kitabının girişinde John Mason Hart, kitabının dünya olayları öncülü olarak Meksika’daki Amerikalıların karmaşık öyküsünü anlattığını söyler. Amerikalılar, dünyanın daha uzak yerlerinde güçlü bir nüfuza sahip olacak kapasiteyi geliştirmelerinden çok önce Meksika’ya girmişlerdir. Bu anlamda Meksika, ABD’nin ekonomik ve dış politikası için bir laboratuvar olmuştur.
Aşağıda bahsedeceklerimin önemli bir kısmı Hart’ın kitabından alınmıştır. Hart’ın araştırmasından ve biliminden çok şey öğrendim. Aşağıdakilerin bazıları direkt alıntılar, bazıları dolaylı alıntılardır ve herhangi bir alıntılanmayan yer tamamen benimdir ve onun önemli çalışmaları hakkındaki genel minnettarlığımı ve takdirimi yansıtmamaktadır.
ABD İç Savaşı’nın sonunda büyümekte olan Amerikan nüfusunun toprak ve fırsat arayışında batıya doğru hareket etmeye başladığı sırada Meksika devleti Fransız 3. Napolyon’un işgal güçlerini püskürtmek uğruna mücadele vermekteydi. Bu yüzyılın daha erken zamanlarında Fransa’nın Napolyon Bonaparte’ı İngiltere ile olası bir savaş için gereken parayı bulmak adına 1803 yılında Louisiana’yı ABD’ye satmıştı. Fransızlar sonrasında 1804 yılında Haiti devriminin zaferi ile Haiti’den püskürtülmüşlerdi.5ABD İç Savaş ile meşgulken Fransa’nın Meksika’da varlık göstermek için ideal ve avantajlı bir zamanı oluşmuştu. Fransız askerleri 1861 yılında Meksika’nın belirli bölgelerini işgal etmeye başlamıştı ve sadece yeni pazarlar ve ham madde değil, aynı zamanda ABD’nin genişlemesini de yavaşlatmak için bir denizler arası imparatorluk kurmak umuduyla 1. Maximilian’ı imparator ilan etmişlerdi. 1. Maximilian yalan bir referandum sonrasında 1864 yılında Meksika’nın imparatoru ilan edilen Avusturyalı bir arşidüktür ve 1867 yılında Meksika Cumhuriyeti tarafından idam edilmiştir.
Benito Juarez hükümeti (1858-1872 yılları arasında Meksika başkanı, Meksika Cumhuriyeti’ne dönüşümde devlete ve silahlı kuvvetlere önderlik etmiştir) yaygın gerilla savaşı ile Fransız saldırganlığına direnmekteydi ve yardım için kuzeye başvurdu. ABD İç Savaşı’nda Birliğin zaferinin ABD’den silah ve cephane almayı mümkün kılacağını fark etmişlerdi. Aynı zamanda ise ABD güneye bakmaktaydı, Amerikan elitleri Meksika üzerinde büyüyen isteklere sahipti. Bu, İç Savaş sonrası dönemde iki ülke arasındaki ilişkileri benzersiz bir boyutta şekillendiren tarihsel bağlamdır.
Juarez devleti çalışmalarına Amerikalı yatırımcılara Meksika bonoları satarak başladı. Meksikalı vekiller ABD’nin her yerinden şehirlerde çalıştılar ve ABD hükümeti onları destekledi. Bonolar büyük indirimlerle satılmaktaydı ve Meksika’da toprak destekleri vardı. Meksikalılar böylece bu son derece ucuz bonolarla ABD’nin en güçlü ve nüfuzlu bankacıları ve iş adamlarının desteğini aldılar. Bu bonoların satın alınması Meksika’nın Fransa’ya karşı savaşta gereken silah ve cephaneleri satın almasını sağladı ve Meksika içerisinde Amerika’nın etkisinin ilk adımlarını oluşturdu (Meksika-Amerika savaşı sonrasında). En nihayetinde Meksikalılar Fransızları yenmeyi başarmışlardı.
Avrupa’dan Meksika’ya uzanan bir Fransız imparatorluğu hayalleri ezilmişti. Ancak ABD’ye Meksika’da bazen hitap edildiği şekliyle kuzeydeki dev için aynısı söz konusu değildi. ABD için Fransa’nın yenilgisi bir fırsattı. Bu savaşı takip eden Meksika’ya yoğunlaşma ABD için kilit önem taşıyordu, çünkü ABD’nin Meksika ekonomisini kontrol altına almasını sağlamıştı.
Devrimci olmaya başladığım, dünyadaki korkunçlukların köklerini aramakta olduğum zamanda büyük Rus devrimci lider ve teorisyen Lenin’in bir sözü beni derinden etkiledi – emperyalist savaşlar bir “politik” tercih veya özel bir kötülüğün dışavurumu değildi, büyüme ve hükmetme ihtiyacından doğmakta ve bu ihtiyaçlarla sürdürülmekteydi. Bu emperyalist güçler arasında kaynak arayışı, pazarlar ve petrol zengini bölgeler veya ticaret yolları gibi stratejik önem taşıyan alanların kontrolü için mücadeleyi de içermekteydi ki çatışmalara ve savaşlara yol açan da buydu. Çığır açıcı Imperialism: The Highest Stage of Capitalism [Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması] kitabının yazarı ve bir teorisyen olan Lenin bu çalışmasında “kapitalizmin gelişmesi devasa tekellerin oluşumuna önderlik etti. Ulusal sınırlar bu endüstrilerin büyümesi için çok dardır ve onlar sürekli olarak “evleri olan” ulusun dışında yeni pazarlar, yeni hammadde kaynakları ve yeni yatırım imkanlarını ele geçirmeye teşvik edilirler. Dünya, dünyaya hükmeden güçler arasında tamamen paylaşıldıktan sonra pazar rekabeti tarafından sonsuza kadar kimin neye sahip olduğunu yeniden düzenlemeye itilirler ve şiddet dışında kimin neyi alacağını belirlemeleri için hiçbir yol yoktur. Bu sebeple emperyalizm çağı tekrar tekrar açık askeri rekabete dönüşecek sürekli bir ekonomik rekabetten ibarettir.” şeklinde yazmıştır. Bununla ilgili daha çok araştırmak, öğrenmek ve bilimsel olarak anlamak isteyenlere Bob Avakian’ın Imperialism—and Imperialist War: What is, and is not, its fundamental motivation, nature and role, and how it can be finally ended [Emperyalizm ve Emperyalist Savaş: Nedir, Ne değildir, Temel motivasyonu, doğası ve rolü ve nasıl son verilebileceği] başlıklı 42 numaralı REVOLUTION sosyal medya mesajını şiddetle tavsiye ederim.
Emperyalizmin gelişme sürecini bu şekilde anlayarak ABD’nin Meksika’da bulunmasının gerçek tarihi hakkındaki hakikati keşfedebildim. Ayrıca bunun nasıl ABD’nin kapitalist sınıfının genişlemesine ve rekabetçi bir emperyalist güç olarak yükselişine katkıda bulunduğunu da öğrenmiş oldum.
1860’lar ve 1870’ler
ABD İç Savaşı’nın sonunda ABD’deki kapitalistler dikkatlerini Batı ve Güneybatı topraklarına genişlemeye ayırabildiler, bu toprakların büyük çoğunluğu ABD’nin Meksika’dan çalmış olduğu topraklardı. Ancak Meksika topraklarına enerjik bir biçimde sızmaya da karar vermişlerdi. Meksika’nın ekonomisini olabilecek en büyük boyutta kontrol etme imkanlarını oluşturmak için bunun için gerekli olan altyapıyı inşa etmeye başladılar. Hart, “Önde gelen Amerikan kapitalistleri Meksika’da modern, çok boyutlu altyapı için ilk adımın bir raylı sistemin kurulması olduğunu fark ettiler”6 şeklinde yazar. Bu belirli bir boyutta Meksika devletinin birlikte hareket etmeye rıza göstermesini gerektirdi ancak bu “birlikte hareket etme” ABD kapitalistlerinin Meksika devletini domine ettiği eşitsiz bir ilişkinin de kurulmasına sebep oldu. Farklı ABD kapitalist gruplarının arasındaki rekabet süreci Meksika’nın dönüşümünün itici bir gücüydü ve en nihayetinde ABD kapitalistlerinin farklı kesimlerini bir hükmetme ve yağmalama ağının içine entegre etti.
ABD’nin Meksika’ya nüfuz edişinin önemli bir aşaması Meksika’da demiryollarının geliştirilmesiyle olmuştur (1900’ler civarı).
Hart, raylı sistemlerin yanı sıra “1860’ların sonu ve 1870’lerde Meksika’da Amerikan varlığını geliştirmenin karmaşıklığı en nihayetinde bütün ülkeyi saracak olan raylı sistem makinesinden bağımsız ve hatta coğrafi olarak alakasız olan önemli girişimcileri ve endüstrileri de içermekteydi”7 diye belirtir. Raylı sistem ağının gelişimini takip eden dönem zenginlik ve kontrolün devasa boyutta el değiştirmesi ile birlikte milyonlarca Meksikalının topraklarından edilmesi ve Meksika’nın yerel pazarlarının bu raylı sistemler ile ABD’ye entegre edilmesine tanıklık etti.
İkinci Aşama – El Porfiriato
Porfirio Diaz 1876 yılında başkan oldu ve birkaç kesinti haricinde 30 yıl boyunca Meksika’ya önderlik etti, bu süreçte El Porfiriato adı verilen dönemi oluşturdu. Meksika içerisinde ABD’nin rolüne yaklaşımı ABD’nin büyük kapitalistlerinin hükmedici pozisyonunu daha da genişletti.
1883 yılında ABD’nin en önde gelen kapitalistleri ve politikacıları New York şehrinde Waldorf Astoria otelinin kutlama odasında Meksikalı eşdeğerleri ile bir araya gelerek ABD kapitalizminin Meksika ekonomisinin içine işlemesinde büyük bir sıçrayışın sinyallerini verdi.
Zamanının önde gelen Amerika raylı sistem endüstrisi sahibi ve finansçılarından Collis P. Huntington toplantıya başkanlık etti. Meksikalı yetkililer ekonomilerinin gelişiminde Amerika’nın baskın katkısının gerektiğini sundular, Amerikan yatırımcılar ise Meksika’nın yaygın doğal kaynaklarına erişim için pazarlık ettiler. Meksika’nın dış bölgelerinin serbest ticarete, yabancı yatırıma açılması ve özelleştirilmesi üzerine o gece üzerinde mutabık kaldıkları program ABD ve Meksika halkının ve devletlerinin arasındaki ilişkiyi günümüze kadar etkilemeye devam etmiştir. ABD ile Üçüncü Dünya arasında 21. yüzyıldaki ilişkileri etkileyecek kadar büyüyecek olan süreç içinde Amerika’nın attığı ilk adımdı bu.
Amerikan finansçıları dünyanın daha uzak bölgelerinde güçlü bir etki yaratma kapasitesini geliştirmeden çok önce Meksika’ya giriş yapmışlardı. Ancak aralarındaki en güçlülerin şimdiden dünyaya önderlik etme planları vardı. Frederick Engels ile birlikte komünizmin kurucusu Karl Marx’ın ünlü sözlerinde olduğu gibi: “Sermaye dünyaya baştan aşağıya, bütün gözeneklerinden kan ve pislik akarak gelir.”
Meksika’ya ABD tarafından yatırılan sermaye, ellerinden alınan toprakları ABD haline gelen Amerikan Yerlilerinin soykırıma uğratılmasından gelen kana bulanmıştı; Amerika’nın orijinal zenginliğinin temel kaynaklarından olan yüzlerce yılı aşkın kölelik yapan Siyahi kölelerin kanına, ABD işçi sınıfının kanına bulanmıştı.
Bu sermaye Meksika’yı Meksika halkının kanına bulayarak gitti, elde edilen kar ve çıkarılan dersler ise ABD’ye gelecekteki dünya gücü olma yükselişinde hizmet etti.
Raylı Sistemin Etkisi
ABD kıtalar arası raylı sistemini8 bazılarınız biliyor olabilir, ancak saklanan ve daha az bilinen ise ABD’nin Meksika’yı domine etmesinde yatay raylı sistemlerin önemidir.
Porfirio Diaz’ın başkanlığında Meksika’da yeni raylı sistemlerin kurulması ile ABD’nin Meksika’ya sızmasında önemli bir yeni aşamaya geçildi. 1880 yılında Meksika’nın 644 km’den az raylı sistemi vardı. Ticaretin büyük kısmı hala kasisli yollarda katır arabaları ile gidiyordu. Diaz, ürünlerinin taşınmasında önde gelen format öküz arabası olduğu sürece Meksika’nın dünya ekonomisinde yer almasının mümkün olmayacağını biliyordu.
1900’lerin başlarında Meksika’da ulaşımın temel aracı katır arabalarıydı. Bu fotoğraf 1912’de çekilmiş. Fotoğraf: LOC
Bu sebeple ABD’nin Meksika’da raylı sistemi geliştirmesi Diaz’ın hoş karşıladığı büyük bir yatırımdı. Ancak bu sistemler kuzeyden güneye, Meksika’nın hammadde zengini bölgelerini sınırın kuzeyinde, ABD’nin içindeki büyük ekonomik bölgelere götürmek için tasarlanmıştı. Amerika’nın Meksika’nın iç pazarlarını geliştirmek, toplumsal gelişimine yeniden yatırım yapmak veya Meksika ile teknik bilgi paylaşmak gibi hiçbir planı yoktu.
Meksika Merkez Raylı Sistemi Rockefeller-Stillman klanı tarafından yapılmıştı. Meksika Güney Hattı E.H. Harriman ve Güney Pasifik holdingi tarafından işletiliyordu. Meksika’nın raylı sistemlerine ilişkin hisse ve bonoların %80’i de diğer ABD’li yatırımcılar tarafından kontrol ediliyordu: Russel Sage, J.P. Morgan, Guggenheim ailesi, Grenville Dogdge, Collis P Huntington, Henry Clay Pierce gibi niceleri. Bunun sonucu olarak 1910 yılına gelindiğinde Meksika’nın mineral ihracatının %77’si direkt olarak ABD pazarına gönderiliyordu. Aynı zamanda bu raylı sistemler Meksika içerisinde gönderilen ürünler için sınır ötesi, ABD’ye gönderilen ürünlere kıyasla %50 daha fazla fiyat biçerek Meksika’nın kendi içindeki ekonomik gelişimini yavaşlatıyordu.
Yatırım hareketleri devasa boyutta zenginlik transferine yol açtı. Boyut ve içerik anlayışı sağlamak adına: 1900 ile 1910 arasında Meksika’da ABD sahipli madenler yatırımcılara 95 milyon dolar temettü ödedi – aynı dönemde ABD içerisindeki bütün bankaların net gelirlerinin toplamından %24 daha fazla olan bir meblağ. Standard Oil’in Meksika iştirakleri her sene yaptığı yatırımın %600’üne tekabül eden senelik temettüler ödedi. Porfiriato döneminde petrol imtiyazları için pazarlık eden şirketler gelirlerinden sadece %10 vergi ödediler – petrol üretimi gerçekleştirilen diğer ülkelerde böyle bir şey asla görülmemiştir.
Çıkarılıp ABD’ye gönderilmesi yoluyla zenginliğin Meksika’nın yerel gelişimi, sürdürülebilir maaşlar ve vergi dağıtımı ile daha adaletli bir dağıtım yapılması ve içeriye yeniden yatırılması yerine ABD’ye geçmesi, Meksika’nın yabancı yatırımın ağır olduğu bölgelerinde yerel ekonomilerin sekteye uğratılıp yok olması anlamına geliyordu ve var olan nüfusa oranla toprağa ve sürdürülebilir işlere erişim de azalmıştı.
Meksika’nın ihraçlarının değeri sadece Meksika içerisindeki birkaç yatırımcıyı ve spekülatörü zenginleştirmekle kalmadı, aynı zamanda ABD tüketicilerinin işine de yaradı ve ABD’nin ekonomik gelişimini stimüle etti. 1918 yılına gelindiğinde Meksika’nın toplam ihracatı 183,6 milyon dolara dayandı, bunun 175 milyon doları ABD pazarına gitmekteydi. ABD’nin elde ettiği gelirler ve çıkardığı dersler onun bir dünya gücü olarak yükselmesinin başlangıç aşamalarıydı.
Yatırımı teşvik etmek amacıyla Meksika parlamentosu 1883 Toprak Reformu Kanununu onayladı. Bu kanun ölçme ve tespit şirketlerinin bulduğu ve incelediği toprakların üçte birini onlara teslim ediyordu. Kalan üçte ikisi ise açık arttırma ile satılabilirdi. 1893 yılında da Porfirio Diaz herhangi bir tespit şirketinin toplam ele geçirebileceği toprak sınırını kaldırdı.
Yatırımcılar hücum etti ve Meksika’yı yeniden inşa eden bir toprak kapmaca başladı. Milyonlarca Meksikalı, Meksika’nın köylü aileleri ve topluluklarının %98’i de dahil olmak üzere topraksız kaldı.Bad Mexicans [Kötü Meksikalılar] kitabında Kelly Lytle Hernandez bu kanunu kullanarak William Randolph Hearst’ün babasının 7.5 milyon dönüm araziyi ve çok sayıda madeni ele geçirdiğini belirtmiştir. Meksika’dan sonra maden sahipliğini Latin Amerika ve dünyanın her yerine genişletmişti ancak hiçbir toprak yoğunluğu ve madencilik geliri ailenin Meksika’daki tapuları ile baş edemez haldeydi. William Randolph Hearst babasının elindekileri miras alarak bunları bir ABD medya imparatorluğu kurmak için kullandı. Hearst’ün bir seferinde “Neden sadece Meksika’yı kendi keyfimizce yönetmediğimizi bilmiyorum” dediği rapor edilmiştir.
Bu üstünlenme ve hak görme sadece bu Amerikan kapitalistine özgü bir şey değildi. Meksika’nın topraklarını ve halkını ele geçirip sömürmeyi meşru kılan ve teşvik eden bir ideolojik parça bulunmaktaydı. Hart Empire and Revolution eserinde bunu anlatır: “Meksika projesini desteklemek için gerekli olan ancak en nihayetinde çok daha uzaklara erişen ve devam eden bir Amerikan ideolojisi ortaya çıkmıştı. ABD’nin İç Savaş sonrası son derece askeri politik önderliğinin Meksika’ya karşı ifade ettiği yayılımcı yaklaşım Amerikan halkının artan ısrarcılığını yansıtmaktaydı. Bu davranışları o büyük mücadeledeki zaferleri, ön cephelerde “vahşilere” karşı elde ettikleri kazanımlar, hızlı ekonomik ve teknolojik gelişmeler ile teşvik edilmekteydi. Meksikalıların “barbarlar”, “yarı vahşiler” oldukları, “kendilerini yönetemeyecekleri” ve devletlerinin “ele alınması” gerektiği yönünde iddialar sadece kabul edilmekle kalmadı, aynı zamanda Amerikalıların hırslarını meşrulaştırdı.”9
Hearst ve diğerlerinin ele geçirdiklerine benzer şekilde Guggenheim ailesi ASARCO -American Smelting And Refining Company [Amerikan Döküm ve Rafineri Şirketi]- üzerinde kontrol edici bir isteklilik gösterdi ve Meksika madenleri ve rafinerilerinden elde ettikleri gelirleri bunun için kullandı. Kısa zamanda Kuzey Amerika’daki en büyük maden ve rafineri sistemini kontrol etmeye başladılar. John D. Rockefeller’ın Standard Oil şirketi ve Edward Doheny’nin Pan American Oil and Transport Company şirketi Meksika’nın petrol endüstrisine hükmetmeye başladı.
Los Angeles yerlisi Doheny, Meksika Tampico’da bir petrol kuyusunun fışkırması onu dünyanın en zengin adamlarından biri yaptıktan sonra petrol üretiminin %85’ini kontrolü altına aldı. Doheny’nin zenginliğinin neredeyse her kuruşu Meksika’dan çıkarılmıştı. Büyükbaş hayvancılık, pamuk üretimi ve odun endüstrileri ABD yatırımı ve yatırımcılarını çeken başka endüstrilerdi. ABD’nin önde gelen bankacılarından J.P. Morgan Baja California’da 3.5 milyon dönüm araziye sahipti ve Meksika’nın her yerinde yaklaşık 17.5 milyon dönüm daha arazinin bir kısmını kontrol etmekteydi. Kuzeybatı Chihuahua’da yer alan 893.650 dönümlük (ABD’nin Rhode Island eyaletinin 3 katı) büyükbaş hayvan arazisi Los Corralitos’un en büyük yatırımcısı bir Amerikalıydı. Los Angeles’ta yer alan Richardson Construction Company Meksika’nın Sonora bölgesinde 993.650 dönüm odunluk araziyi ele geçirmişti. North Dakota eyaletinden Cumhuriyetçi Senatör William Langer ise Durango ve Sinaloa’da 750.000 dönümlük araziye sahiptir.
ABD’nin Batı ve Güneybatısında Yerel Raylı Sistemlerin Kapitalist Gelişime Etkisi
Batı ve Güneybatının ekonomik gelişimi Meksika nüfusunun kuzeye doğru kaymasıyla eşzamanlı olmuştur. Güney Pasifik, ATSF (Atchison, Topeka ve Santa Fe Treni) gibi bölgesel raylı sistemler Meksikalı ve diğer göçmenlerin işçiliğini kullanarak ABD’nin güneybatısını ABD ekonomisinin genel gelişimine ortak etti. Madencilik New Mexico, Arizona, Colorado, Oklahoma eyaletlerinde değerli madenlerden bakır ve kömür gibi endüstriyel madenlere kaydı. Batı bölgelerdeki bakır madeni sayısı 1869 yılında 3 iken 1909 yılında 180’e çıktı ve bu eyaletlerde kömür madeni de büyük ölçüde Meksika işçiliğini kullanarak patladı. 1902 tarihli federal Newlands Yasası’nın teşvik ettiği çöl sulama projeleri ve ray tesislerinin ucuz işçiliği sayesinde turunçgil ve pamuk tarımı da gelişmiş oldu.
Meksika’nın içerisinden ABD sınırına kadar olan demiryolu hatları ABD işletmelerine aitti ve onlar tarafından kontrol ediliyordu. Görsel: ABD Hazine Bakanlığı
Texas nüfusu 1880 ile 1900 yılları arasında neredeyse iki katına çıkarak 3 milyona ulaştı. A Different Mirror: A History of Multicultural America [Farklı Bir Ayna: Çok Kültürlü Bir Amerika’nın Tarihi] kitabının yazarı Ronald Takaki raylı sistemin ve onun temsil ettiği güçler olan beyaz yerleşiminin ve “uygarlığın” büyümesi ve genişleyen pazarın “geçmişin” Yerlisine teknolojik Amerika’da yer olmadığını açıkça gösterdiğini söylemiştir.
İç Savaş’ta Birlik güçlerinin bir generali olan General Sherman, raylı sistemlerin tehlike altındaki bölgelere günde 800 km hızında asker göndermelerini sağladığını ve böylelikle bir ay süren acı dolu bir yürüyüş gerektiren bir yolculuğu bir günde kat edebildiklerini belirtmiştir. Aynı zamanda “tüm Birleşik Devletler’in üçte ikisine eşit devasa bir alan böylelikle yerleşimciler için ulaşılabilir hale gelmiştir.” de demiştir. Burada ABD ordusunun raylı sistemleri kullanımı beyaz yerleşimcilerin kendi kabile topraklarını ele geçirmesine karşı direnen Amerikan Yerlilerine karşı askeri seferlerde kilit rol oynamıştır. Böylelikle raylı sistem yerleşimcilerin istediği topraklarda yaşayan Amerikan Yerlilerinin soykırımcı katliamında da kararlaştırıcı bir rol oynamıştır.
Raylı sistemler büyük ovaların ve Güneybatının yerleşiminde kritik ve dinamik bir rol oynamış, madenciliği, tarımı, hayvancılığı ve ticareti desteklemiştir ancak bunun yanında raylı sistemler bizzat kendileri Avrupa’dan ve Pensilvanya ve New York gibi diğer eyaletlerden yerleşimci getirmek için direkt çalışmalar yapmıştır. Örneğin Kansas’ın yerleşiminde tarihsel olarak belgelendiği üzere Wichita Eagle, “raylı sistemler, ABD devleti tarafından kendilerine verilen milyonlarca dönüm araziyi satmaya çalışırken Kansas’ın bütün Avrupa, Rusya ve diğer Amerika eyaletlerinde reklamını yapmaktalardı. Kansas State University tarih profesörü Robert Linder, ‘raylı sistemler son derece tavize sahipti ve Yüksek Mahkeme onlara tam destek veriyordu”11 şeklinde raporlamıştır. Arazi yasası ile birlikte raylı sistemlerin genişlemesi yerleşimi hızlandırdı ve arkasındaki itici güç haline geldi. “Kansas’ta toprak ofisleri binlerce dönüm araziyi kayıt altına aldı. Santa Fe raylı sisteminin 1872 yılından başlayarak Larned, Kansas’a ilerlemesiyle daha geniş raylı sistemlerle bağlanması patlayıcı bir büyümeyi beraberinde getirdi. Sadece 1877 yılında Larned toprak ofisi 59.035 hektar araziyi parselledi.”12
Arazi orada bekliyordu, yıllar boyunca herhangi biri gidip buralara yerleşebilirdi. Ancak hiçbir yerleşimci bu toprakları istememişti çünkü ucuz, kesin ve kabul edilebilir derecede hızlı ulaşım olmadan buralarda bir yaşam kurmak imkansızdı. Pazar, çoğu zaman taşınan ürünlerin fiyatını dahi aşan eski taşıma bedellerini sindirememekteydi. Raylı sistem bütün bunları neredeyse bir gecede değiştirdi.
Posta araçları ve yük vagonları batıya doğru giden rayların arkasında kaybolup gidiyordu. Basitçe görünüyordu ki rekabet etmeleri mümkün değildi. Bir tren saatte 30 kilometre gidebiliyordu ve tonlarca ağırlıkta yükü taşıyabiliyordu, bunlar posta araçları veya yük vagonları ile mümkün değildi. İnsanlar posta aracı yolunun üzerinde çiftçilik yaparak var olamazlardı, ancak hızlı ulaşım ve yüksek boyutta dağıtım sebebiyle raylı sistemlerin birkaç kilometre uzağındaysa zengin dahi olabilirlerdi.13
Traqueros’tan alınan sonraki cümlelerde raylı sistemlerin etkileri görülebilir.14 1879 yılına gelindiğinde, Doğu ve Batı bölgelerini birbirine bağlayan kıta arası raylı sistemin kuruluşundan 10 yıl sonra, ülkenin raylı sistem bağlantıları operasyonel 150.000 km raya ulaşmıştı ve 5,4 milyar dolar değere sahipti. Tabii ki bu raylı sistem batı ve güneybatının Amerikanlaşmasına da son derece fayda sağlamıştı. Bu yeni raylı sistemler kurulduğunda taşıma maliyetleri daha düşük kalite madenlerin de kârlı bir biçimde çıkarılabilmesini mümkün kıldı ve bu o zaman son derece hızlı bir biçimde endüstriyelleşmekte olan ABD için çok önemliydi. İlk olarak Salt Lake şehrinin az güneyinde yer alan Bingham Canyon madeninde tamamlanan açık kesim madencilik yöntemi dünyanın en büyük açık kesim bakır madenlerinden biri olmuştu. Madenciler buna “dünyanın en zengin deliği” diyorlardı. Ekonomik etkisinin bir göstergesi olarak, ilk başta Bingham Canyon madeninin geliştiren Guggenheim ailesi sonrasında 1910 yılında bu madeni Kennecott Copper Company’ye teslim etti. 4 yıl sonrasında Kennecott, madenin 1 milyar dolardan yüksek değerde bakır ürettiğini duyurdu.
Meksikalı İşçilerin Etkisi
Batı bakır endüstrisinin Meksika’ya yakınlığı Amerikan kapitalistlerin hem Kuzey Meksika’nın geniş maden kaynaklarına erişim hem de eğitimli Meksika işçiliğine erişim sağlayabilmek adına Meksika madenciliğini modernleşmek için teşvik etmesini zorunlu kıldı. Meksikalı işçiler ve Meksika arazileri sınırın iki tarafında da madenciliğin bel kemiğini oluşturdu. Ancak nitelikli işler büyük ölçüde Doğu’dan gelen beyaz işçilerin alanı olurken vasıfsız Meksikalı işçiler ise Meksika’dan getirildi.
Traqueros (Meksikalı demiryolu işçileri) 1880 ve 1915 arası ABD’de traquero işe alım programları pik noktasına ulaştı. Fotoğraf: Amerikan Ulusal Tarih Müzesi
Amerikan Güneybatısının ekonomik gelişimi Meksika nüfusunun kuzeye doğru kayması ile eş zamanlı oldu ve bu kaymayı besledi. Bu göçler 1920 yılına gelindiğinde tahmini değerlere göre 1 milyon insanın ABD’ye taşınmasına öncülük etti. Radicals in the Barrio: Magonistas, Socialists, Wobblies and Communists in the Mexican-American Working Class [Barrio’daki Radikaller: Meksikalı Amerikalı İşçi Sınıfında Magonistalar, Sosyalistler, Kapitalizm Karşıtları ve Komünistler] kitabının yazarı Justin Chacon’a göre 1910 yılında Meksika’da 12 milyon insan tarım ve madenciliğin yaygın aktiviteler olduğu kırsal kesimlerde yaşamaktaydı ve bu nüfusun tahminen %98’i topraksızdı.15 Halk Meksika içerisinde kendilerini ve ailelerini besleyebilmek uğruna göç etmekteydiler. 1876 ile 1900 yılları arasında tarım ihracatı %200 artarken temel gıda üretimi her sene azalmaktaydı ve milyonlarca insan soylarının tükenmesi korkusuyla sınırın diğer tarafına geçmek durumunda kalmıştı.
Barrio’daki Radikaller kitabında Chacon yüzbinlerce insanın başka yerlerde iş bulabilmek için evlerini terk ettiğini yazar. Meksika Devrimi (1910-1920)16 ile birleşen ekonomik yer değiştirme, enflasyon ve artan fiyatlar, açlık, azalan iş pazarlarının aşırı doluluğu, kötüleşmekte olan çalışma koşulları ve şiddet 1920 yılına gelindiğinde 1 milyon insanın ABD’ye göç etmesine sebep oldu.
1930 yılına gelindiğinde 1,5 milyondan fazla Meksikalı ABD’de yaşamaktaydı ve bunların büyük çoğunluğu California, Texas, Arizona ve New Mexico eyaletlerine yerleşmişlerdi. Bu Meksika’nın kalbinden kuzeye doğru devasa bir nüfus akışını ortaya çıkardı ve bu durum ABD kapitalizmi kapital birikimi, beslenme ve büyüme için Meksika işçiliğine yapısal olarak bağımlı hale geldikçe günümüze kadar devam etmiştir.17
Örneğin 1900 ve 1940 yılları arasında ABD eyaletlerinin Meksika sınırındaki toplam nüfusları 6 milyondan 14,5 milyona yükselmiştir ve bu artışın büyük kısmı Merkez ve Güney Meksika’dan gelmiştir. Meksika’nın kırsal nüfusunun azalması ABD içerisinde Meksikalı nüfusun artışı ve ABD’nin güneybatısında Meksikalıların işçiliğine dayanan kapitalist üretimin genişlemesi ile eşzamanlı olmuştur.
Amerikan Batısının popüler anlatısında Çinliler ve İrlandalılar rayları yerleştirmiş, tünel kazmış, iskeletleri ve köprüleri inşa etmiş ve böylelikle raylı sistemleri kurmuşlardır. Bu 1869 yılında tamamlanan kıta arası raylı sistem için büyük ölçüde doğru bir resimdir, ancak takip eden onlarca yıllar için pek doğru değildir. 1890’lara gelindiğinde raylı sistemler Batı Kıyısı raylarında yavaş yavaş Çinlilerin yerine Meksikalı ray ekiplerini getirdi. Bir sonraki yüzyıla girilirken Meksikalı göçmen işçiler Güneybatıdaki tüm diğer göçmen ve yerel işçilerden sayıca çok daha üstün hale geldi. Çinli ve Meksikalılara karşı ırkçı saldırılar, linçler de dahil olmak üzere çok yaygındı ki bu az bilinen bir gerçektir.18 Bütün bunlar şu anda yüzleşmekte olduğumuz özellikle Amerikan tarihi bağlamının parçalarıdır, faşist Trump rejiminin günümüz dönemlerinde yeniden tırmandırdığı beyaz üstünlenmeciliği ve göçmenlerin korkunç şeytanlaştırılması ve hedef gösterilmesi de buna dahildir.
Burada yazdıklarım bu bütün dönem boyunca ABD’nin Meksika ve onun halkına sızarak sömürmesinin gerçek hikayesinde sadece buzulun görünen kısmıdır. Eğer bunu okuyarak bir şeyler öğrendiyseniz, eğer ABD’nin Meksika üzerinde emperyalist hakimiyet kurmasının tarihsel kökleri hakkında daha derin bir farkındalığa ulaştıysanız başarmışım demektir. Eğer bu tarihi daha da keşfetmek ve öğrenmek, daha da bilinir hale getirmek ve dünyayı radikal biçimde değiştirerek insanlığı kurtarmanın bir parçası olacak ve bu hedefe hizmet edecek şekilde bilimsel tarihsel analizi uygulamak ve derinleştirmek için ilham aldıysanız da bu yazının başarılı olduğu anlamına gelir.
Biz, dünya halkları, artık bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmeye devam etmesine ve insanlığın kaderini tayin etmesine izin veremeyiz. İnsanlığın böyle yaşamak zorunda olmadığı bilimsel bir gerçektir. – Bob Avakian
Bibliyografya
Anderson, Gary Clayton, The Conquest of Texas: Ethnic Cleansing in the Promised Land 1820-1875 (Norman, University of Oklahoma Press, 2005).
Baumgartner, Alice L., South to Freedom: Runaway Slaves to Mexico and the Road to the Civil War (New York, Basic Books, 2020).
Chacon, Justin Akers, Radicals in the Barrio: Magonistas, Socialists, Wobblies, and Communists in the Mexican American Working Class (Chicago, Haymarket Books, 2018).
Garcilazo, Jeffrey Marcos, Traqueros: Mexican Railroad Workers in the United States 1870 to 1930 (Denton, TX, University of North Texas Press, 2012).
Hart, John Mason, Empire and Revolution: The Americans in Mexico since the Civil War (Berkeley and Los Angeles, CA, University of California Press, 2002)
Hernandez, Kelly Lytle, Bad Mexicans: Race, Empire and Revolution in the Borderlands (New York, W. W. Norton & Company, 2022).
Marshall, James Leslie, Santa Fe: The Railroad that Built An Empire, (New York, Random House, 1945).
Jones, Reece, Nobody Is Protected: How the Border Patrol Became the Most Dangerous Police Force in the United States (Berkeley, CA, Counterpoint, 2022).
* * *
Konu İle İlişkili Başka Kitaplar:
Behnken, Brian D., Borders of Violence & Justice: Mexicans, Mexican Americans, and Law Enforcement in the Southwest, 1835-1935, (Chapel Hill, The University of North Carolina Press, 2022).
Madley, Benjamin, An American Genocide: The United States and the California Indian Catastrophe, (New Haven, Yale University Press, 2017).
Martinez, Monica Munoz, The Injustice Never Leaves You: Anti-Mexican Violence in Texas (Cambridge, Harvard University Press, 2018).
Dipnotlar:
Bu konuda provokatif, bilimsel ve özgürleştirici bir inceleme için tavsiye ederim: Away With All Gods! Unchaining the Mind and Radically Changing the World[Tüm Tanrılardan Kurtulun! Zihni Özgür Bırakmak ve Dünyayı Radikal Biçimde Değiştirmek]by Bob Avakian (Chicago, Insight Press, 2008).
Meksika-Amerika Savaşı (1846-1848) ABD ile Meksika arasında dönüm noktası teşkil eden bir savaştır ve kökleri ABD’nin Teksas’ı işgali ve geniş çapta Manifest Destiny (Aşikar Yazgı yani ABD’nin Kuzey Amerika’nın tamamına yayılmasının hem bir hak hem de görev olduğunu öne süren bir 19. Yüzyıl öğretisi) ideolojisinden beslenmesidir. ABD, daha iyi teçhizatlı ve daha organize kuvvetleri ile kararlaştırıcı bir zafer elde etmiştir ve Mexico City’nin 1847’de ele geçirilmesi bu zaferi taçlandırmıştır. Savaş resmi olarak Meksika’nın kuzey topraklarının 1.295.000 km2gibi büyük bir kısmını teslim ettiği -günümüzde California, Arizona, New Mexico, Nevada, Utah eyaletlerinin tamamı ve Colorado ve Wyoming eyaletlerinin bir kısmı-1848 tarihli Guadalupe Hidalgo Anlaşması ile sonlanmıştır. Bu savaş ayrıca sonrasında Amerikan İç Savaşı’nda önemli hale gelecek çok sayıda askeri personel için bir kendini kanıtlama anı olmuştur. Bunların arasında Birlik için savaşan Ulysses S. Grant ve William T. Sherman ve Konfederasyon için savaşan Robert E. Lee, Thomas “Taşduvar” Jackson ve Jefferson Davis de yer almaktaydı. Zafer elde edilmiş olsa da bu savaş yeni topraklara köleliğin genişlemesi üzerine iç gerilimi yoğunlaştırmış ve on yıldan biraz uzun bir süre sonra patlak veren iç savaşa sebep olan kesitler arası çatışmalara ciddi derecede katkıda bulunmuştur.
Toussaint L’Ouverture ve Jean-Jacques Dessalines gibi figürlerin önderlik ettiği Haiti Devrimi (1791-1804) Haiti’nin dünyanın ilk Siyahi cumhuriyeti olarak kurulmasına öncülük etmiştir.
I. Lenin, Imperialism, The Highest Stage Of Capitalism [Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması], 10. Bölüm. The Place of Imperialism in History [Emperyalizmin Tarihteki Yeri] (Peking: Foreign Languages Press, 1970). Bu makaleyle ilişkili olarak 1916 yılında Imperialism kitabının Fransızca ve Almanca versiyonlarının önsözünde Lenin, emperyalizmin gelişiminde kritik önem taşıyan veriler olarak “dünyanın raylı sistemlerinin 1890 ve 1913 yıllarındaki dağılımından” bahseder (7. Bölüm). Şöyle devam eder: “Raylı sistemler kömür, demir ve çelik gibi temel kapitalist endüstrilerin bir toplamıdır, dünya ticaretinin ve burjuva demokratik uygarlığın gelişiminin en can alıcı ölçütü ve bir toplamıdır. Raylı sistemlerin nasıl büyük çaplı endüstri, tekeller, şirketler, karteller, yatırım ortaklıkları, bankalar ve finansal oligarşi ile bağlantılı oldukları kitabın önceki bölümlerinde anlatılmaktadır. Raylı sistemlerin eşitsiz dağılımı ve eşitsiz gelişimleri dünya çapındaki modern tekelci kapitalizmi olduğu haliyle özetlemektedir. Bu özet ayrıca üretim araçlarında özel mülk var olduğu sürece emperyalist savaşların kesinlikle kaçınılmaz olduğunu da kanıtlamaktadır.
Hart, John Mason, Empire and Revolution: The Americans in Mexico since the Civil War (Berkeley and Los Angeles, CA, University of California Press, 2002), p. 106.
Hart, sayfa. 37
1869 yılında tamamlanan Transcontinental Railroad [Kıtaarası Raylı Sistem] doğu ABD ile Pasifik kıyısını birbirine bağlayarak kıta üzeri ulaşım süresini ciddi derecede azaltan ve batıya doğru genişlemeyi hızlandıran dönüşüm niteliğinde bir altyapı projesidir. En önemlileri 1862 ve 1864 Pasifik Ray Yasaları olan bir seri federal kanun ile inşasına izin verilmiş ve inşası teşvik edilmiştir. Bu yasalar özel şirketlere inşaatı teşvik adına geniş topraklar ve devlet destekli krediler sağlamıştır. Merkez Pasifik Ray Hattı Sacramento, California’dan doğuya doğru inşa edilirken Birlik Pasifik Ray Hattı ise Omaha, Nebraska’dan batıya doğru inşa edilmiştir ve bu iki hat en nihayetinde Promontory Summit, Utah üzerinde birleşmişlerdir. İşçiliğin büyük çoğunluğu zorlu ve çoğu zaman tehlikeli koşullar altında bırakılan göçmenler tarafından yapılmıştır, Merkez Pasifikte özellikle Çinli işçiler ve Birlik Pasifikte ise İrlandalılar. Federal toprak hibeleri 175 milyon dönümü aşmıştır ve sadece ray hattı için değil, spekülatif inşa için de yapılmıştır. Ray hattı Amerikan ekonomisini ve coğrafyasını ciddi derecede yeniden şekillendirerek ticareti, yerleşimi ve Amerikan Yerlisi nüfuslarının yerlerinden edilmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca büyük çaplı ulusal gelişim projelerinde devlet – özel sektör partnerliklerinin rolünü sağlamlaştırmış ve Amerika politikasında gelecek zamanlardaki kurumsal nüfuzun temelini oluşturmuştur.
Hart, sayfa. 41 -43, POLITICS OF SUBJUGATION.
Mann, Fred, “The Story of Kansas, The settlement of Kansas: Railroad hype drew settlers,” The Wichita Eagle, 28 Ocak, 2011.
Tanner, Beccy, “The Story of Kansas series, Homestead Act brought diversity to Kansas years ago,” The Wichita Eagle, 6 Şubat 2012.
Bütün bunlar Marx ve Engels’in vurguladığı üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimi ile değiştiklerini, birbirleri ile dinamik bir ilişki içinde oldukları noktasının bir göstergesidir. Üretici güçler, ürün ve hizmetlerin üretilmesi için gereken şeyler, ilk ve en önce insanı -iş gücü, toplumun kolektif bilgi birikimi, bilimsel, teknolojik ve organizasyon seviyeleri vs.- ve üretim araçlarını içerir: aletler, makine, teknoloji, iletişim ve ulaşım altyapısı gibi iş araçları ve insanların üzerinde çalışması ile dönüştürülen toprak, hammadde ve doğal kaynaklar. Bunlar insanlık anlayışını ve teknolojisini ilerlettikçe ve yeni araçlar ürettikçe değişen dinamik şeylerdir. Üretim ilişkileri, üretim sürecini yöneten ve kararlaştıran toplumsal ilişkiler, öncelikle üretim aracının sahibi olan kişi tarafından ve iş sürecini ve iş sürecinin nasıl uygulandığını, buna bağlı olarak kârın, üretilen ve sunulan ürün ve hizmetlerin dağıtımını, maaşların, kârın, kiranın vb. dağılımını neyin yönettiğini yöneten kişi veya şey tarafından ve iş bölümü, yani işin çalışma yerlerinde ve genel toplumda toplumsal organizasyonu tarafından belirlenir. Bütün bunlar üretim biçiminin çekirdeğini oluşturur. Üretim biçimi, politika, kanunlar, kültür, toplumun farklı kesimleri arasındaki toplumsal ilişkiler (örneğin farklı etnik gruplar, cinsiyetler vb. arasındakiler), ideoloji ve fikirler (sadece baskın fikirler değil, aynı zamanda var olan düzene meydan okuyan ve muhalif fikirler de) vb. gibi üstyapıyı en nihayetinde belirler ve bununla diyalektik (karşıt özellikler -bu örnekte toplum içerisinde- arasındaki dinamik ilişki) bir ilişki içerisindedir.
Bütün bunlar biraz karmaşık ve anlaşılması zor gibi geliyorsa lüften endişelenmeyin – benim de bunları anlamam biraz zaman ve çalışma gerektirdi ancak eforuma değdi! Bu konu hakkında daha fazlası ve kapitalist ve sosyalist üretim biçimleri ve toplumların arasındaki radikal farklar için Bob Avakian’ınBreakthroughs, The Historic Breakthrough by Marx, and the Further Breakthrough with the New Communism [Atılımlar adı altında Türkçe çevirisi mevcuttur] kitabını şiddetle tavsiye ederim.
Jeffrey Marcos Garcilazo, Traqueros: Mexican Railroad Workers in the United States, 1870-1930(Denton, Texas: University of North Texas Press, 2016), sayfa. 18-21.
Chacon, Justin Akers, Radicals in the Barrio: Magonistas, Socialists, Wobblies, and Communists in the Mexican American Working Class(Chicago, Haymarket Books, 2018), sayfa. 9.
Meksika Devrimi 20. yüzyılın başlarında gerçekleşen süpürücü politik ve toplumsal değişiklikleri kapsayan geniş bir terimdir. ABD, emperyalist çıkarlarının diktesiyle Meksika’ya asker göndererek ve 1916 yılında Devrimin önemli figürlerinden Pancho Villa’yı yakalamayı amaçlayan başarısız girişimiyle önemli bir rol oynamıştır.
Bu, ABD içerisindeki Meksikalı göçmenlerin işçiliği ile olsun, Meksika içerisinde maquiladora fabrikalarında süper sömürü yoluyla olsun doğrudur. Maquiladoralarda hammaddeler, makineler vb. Meksika’da çok daha ucuz işçilikle üretip birleştirerek üretim için ABD’den “ithal” edilir ve sonrasında üretilen ürünler ABD’ye geri “ihraç” edilir. Her sene milyarlarca dolarlık üretim böyle yapılır.
ABD Güneyinde Siyahi halkın beyaz üstünlenmeci bir yaklaşımla linç edilmesi kısmen daha çok bilinir ancak bu ülkenin iğrenç tarihi göz önüne alındığında bu konuda da olması gerekenden çok daha az bilgi mevcuttur. Daha az bilinen ise Teksas eyaletinde Meksikalı ve Meksikalı Amerikalıların ırkçı motivasyon ile linç edilmeleridir. Örneğin kayıtlara geçmiş Meksikalı linçlerinde başı çeken Teksas eyaletinde 1880 ile 1930 yılları arasındaki ırkçı motivasyonlu linç etmeler üzerine yakın zamanda gerçekleştirilen araştırmalar bu linçlerin son derece yüksek seviyelerde göstermiştir ve sadece nüfusun korkutulması değil, aynı zamanda ekonomik alandaki negatif etkilerini de belgelemiştir (ABD sayım verilerini linçler hakkındaki tarihsel verilerle birleştirerek).
Georges Abdallah, 40 yıllık mücadele sonrasında 25 Temmuz’da özgür kalacak.
Georges Abdallah, Avrupa’nın en uzun süre cezaevinde tutulan siyasi tutsağıdır. Fransa’da 1800’li yıllara damgasını vurmuş, “Tutsak” lakaplı ütopik sosyalist, Louis Blanqui’den daha fazla süre cezaevinde tutulmuştur.
Georges’un tutsak edilmesinin nedeni İsrailli ve ABD’li diplomatlara yönelik suikastlarla ilişkilendirilmişti. Ama bu iddialar hiçbir kanıta dayanmıyordu. Fransız devleti, skandallarla dolu bir yargılama gerçekleştirdi. Georges’a atadıkları avukat, 4 yıl boyunca Fransız gizli servisine çalışan bir ajan çıkmıştı. Amaçları Georges’u manipüle etmek, devrimci iradesini kırmak ve teslim almaktı.
Georges, 1970’li yıllarda Lübnan’da politikleşti ve bir devrimci komünist olarak mücadelede yer aldı. Mücadelesinin ilk günlerinden itibaren, soykırımcı, işgalci İsrail’e karşı aktif oldu. Lübnan’ın işgali esnasında, soykırımcı İsrail’e karşı direnişte en ön saflarda oldu.
Lübnan’dan çıkmak zorunda kalan devrimcilerle Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı. Ama Georges’un tek bir hedefi vardı: Ortadoğu’da halklara savaşı getirenlere karşı, onların “kalelerinde” savaşı ateşlemek. Hemen Avrupa’daki diğer devrimci örgütlerle iletişime geçti ve yeni bir direniş cephesinin kurulmasında fiili rol oynadı.
Georges’un bu yılmak bilmez devrimci azmini gören Avrupalı gericiler, onu tutsak ettiler. Adının dahi geçmediği eylemlerle ilişkilendirdiler. Ellerinde hiç bir delil olmamasına rağmen, 40 yıl boyunca tutsak tuttular. Georges’un 2005’ten beri şartlı tahliye hakkı olmasına rağmen, bir fiil ABD’nin emriyle bu anayasal hakkı engellendi. Georges’dan “teslim” olmasını ve cezaevinden çıktından sonra “aktif olmayacağına” dair söz istediler. Bunu yaparsa “özgür” kalacaktı. Georges ise şöyle yanıt verdi: Ben bir devrimci komünistim. Benim burada olmamın tek nedeni siyasi. Ve benim özgürlüğüm ezilen halkların kaderiyle birliktedir. Şayet onlar mücadeleyi yükseltirlerse, ben özgür kalabilirim. Aksi bir şey asla düşünülemez.”
Georges Abdallah mücadeleden yılmadı. 40 yıl boyunca hücresinde aktif olarak emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı mücadele etti. Ve bugün elde ettiği özgürlük, onun ve dünyanın bir çok yanındaki yoldaşlarının mücadelesinin sonucudur.
Georges’un onurlu mücadelesi, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum açısından son derecede öğretici ve elzemdir.
Şan olsun gericiliğe karşı mücadele yürüten devrimcilere!
Şan olsun, her koşul altında devrimci ilkelerden taviz vermeyenlere!
Yaşasın devrim!
Bir Savaş Suçu Raporu: Neden Derhal İran’ın Siyasi Tutsakları Serbest Bırakılmalı
Uluslararası İranlı Siyasi Tutsakların Serbest Bırakılması İçin Acil Kampanya’dan:Bir Savaş Suçu Raporu: Neden Derhal İran’ın Siyasi Tutsakları Serbest Bırakılmalı, Evin Tutukluları Bombalandı, Şiddete Maruz Kaldı ve Cehenneme Yerleştirildi
Editör Notu: IEC gönüllüleri tarafından Farsça’dan İngilizce’ye çevrilmiş olarak revcom.us sitesinde yer alan ve sitemizdeki çevirinin kaynağı olan metin için bakınız.
İstif gibi sıkışmış halde hapsihane zemininde, basit bir temizliğe, yiyeceğe ve suya muhtaç, tahtakuruları, sinekler ve diğer haşerelerle dolu bir hal: Farda Radyosunun Burn the Cage [Kafesi Yakın] eserinden alınan bir video, 23 Haziran’da İsrail tarafından bombalanmış Evin Hapishanesinden alınıp cehennemi andıran Tehran Hapishanesine (GTP) götürülen erkek tutukluları gösteriyor. Bunların pek çoğu, tek “suçları” İran’ın son derece kadın düşmanı karanlık çağ rejimine karşı direniş göstermek olan siyasi tutsaklardır. Bazıları ise 2022-2023 yıllarında gerçekleşen tarihi Kadın, Yaşam, Özgürlük protestolarının parçasıydı.
Bir kadın kazazedenin söylediği gibi, “ABD ve İsrail’in bombalamaları bizi öldürmedi. Sonrasında ise İslam Cumhuriyeti bizleri bizi öldürecek bir yere götürdü.” Başka bir kazazede ise nasıl tutkluların gece yoğun hava saldırısı sırasında savaş suçluları gibi kelepçe ve zincirlerle götürüldüğünü ve bunun “hayatının en korkutucu ve onursuzlaştırıcı tecrübelerinden biri olduğunu” anlattı.
Gerçek Suçluların Kınanması: İsrail-ABD ve İran Rejimi
Çok sayıda siyasi muhalifin içinde tutulduğu Evin hapishanesinin İsrail tarafından ahlaksızca bombalanmasına karşı -ki bu bir savaş suçudur- pek çok bildiri yayınlanmıştır. Ancak İran İslam Cumhuriyeti’nin (İİC) tutukluları koruyamaması da ayrıca bir sorundur. İsrail’in suçlarından sağ kurtulmuş ve bunlara tanıklık etmiş kişiler de dahil olmak üzere pek çok kişinin anlatısı saldırıdan önceki günlerde siyasi tutukluların “Evin’deki otoritelere ve güvenlik yetkililerine bir saldırının ciddi tehdidi ve olası sonuçları hakkında uyarı yaptığı ve savaş koşulları altında tutukluların kısa süreli serbest bırakılması yönünde hukuki karar çıkarılmasını talep ettiği” (ünlü film yapımcısı Mohammad Rasoulof’un 30 Haziran günü İnstagram’ında yayınlandı, 16 politik tutuklunun imzasını taşıyordu) yönündedir. İran Yüksek Mahkeme Konseyi 1986 yılında tutukluları savaş halinde koruma sözü veren bir bildiri yayınlamıştı -görünüyor ki değerli insan hayatlarının korunmasında bu bildiri üzerine yazıldığı kağıttan dahi değersizdi.
İran Yazarlar Derneğinin Burn The Cage tarafından yeniden paylaşılan bir bildirisinin bir kısmı şöyledir:
(İngilizce metinde Farsça’dan İngilizce’ye bilgisayar çevirisi yapılmış, bu da Türkçe’ye çevrilmiştir)
Gazze halkını aylardır katletmekte ve sağ kurtulanları da açlık ve kıtlıktan ölmeye zorlamakta olan İsrail, şimdi “yeni Ortadoğu” planı ile saldırganlığını ve kana susamışlığını İran halkını da içerecek şekilde genişletmiştir. İslam Cumhuriyeti’nin baskı ve suçlarına karşı yıllardır direnmiş , en güzel çocuklarını sokak katliamlarında, idamlarda, hapishane ve tutuk evlerinde kaybetmiş, yoksulluk, yolsuzluk ve organize ayrımcılığa karşı direnmiş halk, şimdi yabancı bir düşmanın ayakkabısını boğazında hissetmektedir… Dünya’nın bu şiddet karşısında İran hükümetinin zulmünü bahane ederek sessiz kalması sadece bu felaketin boyutlarını arttıracaktır. İranlı Yazarlar Derneği İsrail’in İran topraklarına karşı apaçık saldırganlığını kınamakta ve özgürlük sevdalısı yazarları, entelektüelleri ve İran’daki ve dünyadaki benzer düşünen diğer kurumları da asıl ve aydınlatıcı rollerine bürünerek medyayı domine eden kutuplaşmayı kırıp halkın bağımsız sesine kulak vermeye ve onların özgürlüğü seven hareketlerini güçlendirmeye çağırıyoruz.
Afganistanlı kadın aktivistlerden gelen ilham verici bir açık mektup da şöyle belirtti:
İslam Cumhuriyetinin kokuşmuş cesedi sizin sağlam adımlarınız altında gömülmeliydi, elleri Filistin, Afganistan, Suriye, Yemen, Sudan, Lübnan ve şimdi de İran’da binlerce çocuğun ve kadının kanına bulanmışların attığı füzelerle değil. Bu rejimin çöküşü sizin mücadelenizin altın yaprağı olmalıydı, emperyalist rejimlerin suçlar kitabının bir başka sayfası değil! İslam Cumhuriyeti yıkılmalıydı, ancak 20 yıl önce Afganistan’a “demokrasi” kurma, “kadın özgürlüğü”, “insan hakları” ve “terörizme karşı savaş” gibi yalan sloganlarla gelen kana susamış rejimler tarafından değil. Bu 20 yıl boyunca kadınlar sadece özgürlük kazanamamakla kalmamış, aynı zamanda en nihayetinde Taliban’ın baskısına ve bu rejimler tarafından tüm insan haklarının hiçe sayılmasına teslim edilmiştir…
Dirençli kız kardeşlerimiz: Zor günlerden ve gecelerden geçtiğinizi biliyoruz. Kalplerinizin, öfke, acı, hüzün ve çığırışlarla dolup taştığını biliyoruz. Yaşamınızı, malınızı, barışınızı 40 yıldan uzun süredir verdiğiniz bir baskıcının yerine diğerinin geçtiğini görmenin ne kadar acı verici olduğunu biliyoruz. Afgan kadınları olarak bizler bunları çok iyi anlıyoruz. Ancak bu zorluklar doruk noktasına ulaştığında yaralı ancak dimdik durmaya devam eden Afgan kardeşlerinizin yanınızda olduğunu unutmayın. Acınızı biliyoruz, sürgün ve evsizlikle mücadele etmeyi biliyoruz ve her ayaklanmanızda kalbimiz daha güçlü atıyor… üç ataerkil (Hümeyni, Netanyahu, Trump) arasındaki güç arayışı göstergelerinin arasında yalnız olmadığınızı bilin. Kalbimiz ve ellerimiz sizlerle; tekrardan topraklarımız kaybettiğimizi, bombalandığımızı, yeniden yerimizden edildiğimizi, yeniden yok edilmekte olduğumuzu, yine sıfıra gittiğimizi hisseden ancak asla pes etmemiş ve pes etmeyecek biz kadınların kalpleri ve elleri sizlerle. Beraber, daha da birlik olarak, daha tutarlı olarak ve daha kardeşçe devam edeceğiz! Çünkü bizi bir araya getiren sadece çektiğimiz acılar değil, aynı zamanda da hayalimizdeki özgürlük!
Bu bildiriler dünya halklarının ortak payda etrafında daha iyi bir gelecek için kendi inisiyatifimize dayanan ateşli bir mücadele ile tarihi kendi ellerine alma potansiyelini göstermektedir.
Korkunç Suç Mahali
Siyasi tutsak Reza Khandan tarafından yazılan detaylı, içsel bir mektup (1) GTP’ye taşınırken nasıl korkmuş haldeki tutukluların kelepçelendiği ve silahlı kuvvetlerin “üzerlerine silah doğrulttuğunu, koğuşlarında hiçbir yaralı tutuklunun hastaneye götürülmediğini, aksine, sabah 3’te ikili gruplar halinde her birinin kendi eşyalarını taşımak için sadece bir eli serbest kalacak şekilde kelepçelendiklerini, normalde 90 dakika süren Evin’in dayanılmaz iğrenç kokulu çöplüğünden 6 saatte geçtiklerini” anlatır. İlk olarak 1972 yılında ABD kuklası Şah tarafından açılan Evin’in “işkence, infaz, idam ve suçlarla dolu, baskı ve şiddetin özel bir sembolü olduğu” uzun bir tarihçeye sahip olduğunu ve “Evin Hapishanesinin sonu gelmiş olsa da İran hapishanelerinde tutuklamaların, işkencelerin, infazların vb. sonunun gelmediğini, sadece konumlarının değiştiğini” anlatır.
Reza Khandan mektubunda şöyle devam eder: “Otobüs konvoyumuz gece otoyollar ve diğer yollar üzerinde ilerlerken herhangi bir anda askeri transfer şüphesi sebebiyle tutuklulular konvoyumuzun saldırıya uğrayacağından korkuyorduk. Otobüsler askeri ve polis araçları ile ilerliyordu… Silahlı askerler bize öfke, sözlü şiddet ve tehditler kusuyordu… Şimdi yakalanmış olan uzun tutuklular zinciri bize toplama kamplarını ve Nazi Almanyası filmlerini hatırlatıyordu… insan onurumuz ayaklar altında çiğnenirken en kötü şiddete, tacize ve aşağılamaya uğratılacağımızı düşünüyorduk.”
Yakın zamanda gerçekleştirilen bir röportajda politik tutuklu Mehran Raouf’un Londra’da yaşayan temsilcisi Satar Rahmani, bu duruma vurgu yapılmasının aciliyetine parmak basmış, İngiltere’yi hareketsizliği nedeniyle kınamış ve kendisi gibi birinin ve pek çok başka kişinin gerçek tutuklanma sebebinin politik hareketler olduğunu söylemiştir:
Diyabet, sırt ağrıları ve yaşlanmaya dayalı diğer sorunlardan muzdariptir. Bu sorunlara rağmen hapishane dışında hiçbir tedavi görmesine izin verilmemiştir. Bir gün bile izin alamamıştır. Evin hapishanesine İsrail’in saldırısı sonrası bundan daha kötü koşullara sahip bir hapishaneye aktarılmıştır. Bu hapishanede hiçbir medikal kaynak yoktur, ziyaret yasaktır ve Mehran’ın sağlığı her geçen dakika kötüleşmektedir. Bütün bunlar, ben kendim bu durumu Parlamentonun ve dışişleri bakanlarının önüne getirmiş olsam da İngiltere bu çifte vatandaşa hiçbir ilgi göstermemek olmaktadır. Mehran hakkında bir toplantı bile yapılmamış, Amnesty International durumu İngiliz politikacılara bildirmiş olsa da İngiltere’nin İran’daki vekili Mehran’a hiçbir destek vermemiştir. Yüzeysel bakıldığında Mehran öncelikli olarak çifte vatandaş olduğu için yakalanmış gibi görünebilirse de biraz daha derinden incelendiğinde Mehran’ın politik aktiviteleri sebebiyle yakalandığı görülecektir. Ancak hakim parti ve hapishane otoriteleri kesinlikle çifte vatandaşlığının farkındaydılar. Bu aktivistler için İngilizce öğretmeni olduğunu biliyorlardı (ki onlar da aynı kafede tutuklanmışlardır) ve İran toplumundaki durumu inceleyen bir kitap da dahil pek çok kitabın tercümesini yaptığı da bilgileri dahilindeydi. Bunun da İngiliz hükümetinin neden Mehran Raouf için hiçbir şey yapmadığını açıkladığını düşünüyorum.
İnfazları Durdurun! İran’ın Politik Tutuklularını Serbest Bırakın!
New York Times (7/4/25) gazetesindeki bir yazıda, İran’daki İnsan Hakları Merkezi şöyle raporlar: 24 Haziran’da İslam Cumhuriyeti içeride acımasız bir baskıya başlamıştır. İran’daki insan hakları avukatları ve aktivistlere göre 1500’e yakın İranlı tutuklanmıştır. Tutuklananlar arasında profesörler, müzisyenler, öğrenciler, muhalifler, şairler, eski politik tutuklular, İran’ın dini ve etnik azınlıklarına mensuplar ve katledilmiş protestocuların acı çeken ebeveynleri bulunmaktadır. İdamlar devam etmektedir. Yargı süreci tamamen bertaraf edilmiştir ve yüzlerce vatandaşın sosyal medyada yorumları sebebiyle devlet karşıtı propaganda suçundan tutuklandığını biliyoruz.
Durumu daha da kötüleştirecek şekilde İran Parlamentosu bu baskıyı yasallaştıracak ve arttıracak önergeleri hızla ilerletmeye başlamıştır. Önergenin yoruma açık yazım dili internet üzerinden aktivizmi ve bilgi paylaşımını terörizm ve vatana ihanet ile eşit hale getirebilecektir. Ulusal güvenliği zedelemek veya yabancı medya ile kaynak paylaşmak ile suçlanan herkes müebbet hapis veya ölüm cezasıyla karşı karşıya kalabilecektir.
Kürtler ve Beluci halkı gibi aşırı baskıya maruz kalan etnik grupların yanı sıra on binlerce Afgan mültecinin de büyük çapta toplanıp ülkeden atılması söz konusudur ki bunların büyük çoğunluğu belgesiz işçilerdir2. Bu sınırdışı etmeler, “yabancıları” ve göçmenleri İsrail ve ABD istihbaratı ile hatalı bir biçimde eşdeğer göstererek İİC’nin toplumsal tabanında gerici bir milliyetçiliği yaygınlaştırmayı amaçlayan hareketlerin bir parçasıdır.
Bu devasa çapta, her gün tutukluların idamını içeren yeni bir baskı dalgasını içermektedir. Politik suçluların hayatları için acil tehdit oluşturmakta ve İsrail, ABD ve “her yatağın altında bir casus” veya her sokak köşesinde bir casus gören İİC’nin savaş suçlarına karşı herhangi iddia edilen veya gerçek (ve haklı) politik muhalefeti tehdit etmektedir.
Bu da tekrardan günümüzün ABD ve İİC hükümetlerinin yanı sıra İngiltere’yi de etkileyen 2021 Acil Çağrımızda belirttiğimiz gibi IEC’nin İran’ın siyasi tutuklularının serbest bırakılması için çalışmalarının ve politik görüşünün desteklenmesi ve aktif biçimde yaygınlaştırılmasının önemini vurgulamaktadır:
İran’ın bütün siyasi tutukluları koşulsuz ve acilen serbest bırakılmalıdır. ABD ve İran hükümetleri kendi ulusal çıkarları çerçevesinde hareket etmektedir. Bu durumda da ABD ve İran halkı olarak diğer dünya halkları ile birlikte daha iyi bir dünyaya giden yolda ortak bir çıkara sahibiz: Birlik olarak İran’ın siyasi tutuklularını korumak. ABD’de İİC’nin bu iğrenç baskısına karşı geniş çapta birlik olmak ve ABD hükümetinin İran halkının daha da fazla acı çekmesine sebep olacak her tür savaşçı hamlesine aktif bir biçimde karşı çıkmak için özel bir sorumluluğumuz vardır.
İran İslam Cumhuriyeti’nden talep ediyoruz:
DERHAL BÜTÜN POLİTİK SUÇLULARI SERBEST BIRAKIN!
ABD’ye sesleniyoruz: İRAN’A KARŞI TEHDİTLERE VE SAVAŞ HAMLELERİNE SON, ABD AMBARGOLARINI KALDIRIN!
İsrail-ABD Yiyecek Dağıtım Merkezlerini Katliam Sahalarına Dönüştürüyor: 500’den Fazla Aç Filistinli Aileleri İçin Yiyecek Ararken Vuruldu
11 Haziran’ın erken saatlerinde, daha güneş doğmadan 19 yaşındaki Hatem Shaldan ve 23 yaşındaki abisi Hamza Gazze Şeridinin ortasındaki Netzarim Koridorunun yakınlarında yardım tırlarını beklemeye gittiler. 5 kişilik aileleri içun bir paket beyaz un almayı umuyorlardı. Beklediklerinin aksine Hamza eve küçük kardeşinin beyaz kefene sarılmış cesediyle döndü.
Shaldan ailesi İsrail’in kuşatması sebebiyle neredeyse 2 aydır büyük ölçüde gıda erişimi olmadan Gazze şehrinin doğusunda sığınağa dönüştürülmüş bir sınıfta yaşamaktaydı. Bir zamanlar yakınlarda olan evleri Ocak 2024’te bir İsrail hava saldırısı tarafından tamamen yok edilmişti.
Sabah 01.30 sularında iki kardeş kıyıya yakın Al-Rashid sokağında Şeride un taşıyan tırların geleceğini duyan diğer düzinelerce aç Filistinliye katılmışlardı. 2 saat sonra, “Tırlar geliyor!” bağırışlarını duyduktan hemen sonra İsrail topçularının bombardımanına tutuldular.
O sabah, Al-Rashid Sokağında yardım tırlarını bekleyen 25 Filistinli katledilmişti.(1)
“Yardım katliamı” diye isimlendirilen bu şey, ABD ve İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı soykırımcı korkunçluğa kısa bir bakış işte tam da budur.
2 Mart – 19 Mayıs tarihleri arasında 78 gün boyunca Gazze’ye bütün gıda girişini engelleyip kitlesel bir açlığa sebep olduktan sonra ABD ve İsrail gıda girişine izin veriyormuş gibi görünmeye zorlandı. (2) Bu amaçla ABD destekli Gazze İnsani Yardım Fonunu [Gaza Humanitarian Fund] (GHF) kurarak 4 dağıtım noktası oluşturdular. (3)
On binlerce Filistinli açlık ve çaresizlikten aileleri için birkaç parça yiyecek alabilmek uğruna Amerika yönetimindeki bu noktalara doğru İsrail ordusunun kontrolündeki bölgelerden geçen kilometrelerce gittiler. Şimdi ise ABD ve İsrail bunları her gün bir katliamın gerçekleştiği ölüm tuzaklarına dönüştürmüştür. Bu yeterince korkunç değilmiş gibi, şimdi bu katliamların planlanmış olduğu açığa çıkarılmıştır!
IDF Askerleri İnsani Yardım Bekleyen Silahsız Gazzelilere Ateş Etme Emri Aldı
GHF sahalarındaki görüntüler acımasız ve kaotiktir. Binlerce Filistinli gece boyunca yürüyüp sadece biraz gıda alabilme şansı için sabah erkenden toplanmaktadır. Bazen bu dağıtım noktaları o gün açılmamaktadır bile, veya sadece 1 saat açık kalmaktadır. GHF gıda dağıtımında hiçbir tecrübeye sahip değildir, bu sebeple çoğu zaman diğerleri almadan ve zaten az olan kaynak tükenmeden bir kutu kapmak için bir çırpınışa dönüşmektedir. (4)
Peki bu dağıtım sahalarını çevreleyen İsrail ordusu bu kaosla nasıl baş etmektedir? Ateş açarak, topçu bombardımanına tutarak ve tanklarla vurarak.
Haaretz isimi İsrail gazetesinin bunları açığa çıkardığı “’Bir Katliam Sahası: IDF askerlerine İnsani Yardım Bekleyen Silahsız Gazzelilere Bilinçli Olarak Ateş Açma Emri Verildi” isimli yazıya göre İsrail askerleri “Gazze’deki yiyecek dağıtım noktalarında silahsız topluluklara onları kovmak veya dağıtmak amacıyla ateş açma emri aldılar-bu Gazzelilerin hiçbir tehdit oluşturmadığı açıkça belli olsa da. (5)
Bir asker “bu bir katliam sahası” diyerek devam etti, “Gönderildiğim yerde her gün bir ilâ beş insan öldürülüyordu. Onlara düşman kuvvetler gibi davranılıyordu. Kitle kontrol yaklaşımı, biber gazı yok, sadece aklınıza gelecek her şeyle canlı ateş etmek var: Ağır makineli tüfekler, bomba fırlatıcılar, havan topları. Sonrasında dağıtım merkezi açıldığında yaklaşabileceklerini anlıyorlar. İletişim biçimimiz ateş açmak.”
Askerler Haaretz gazetesine merkezler açılmadan yaklaşmalarını engellemek için ve kapandıklarında da onları dağıtmak için insanlara ateş açmaktan bahsettiler. Bu aç topluluğun “askeri kuvvetler için bir tehdit oluşturmadıklarını” açıkça belirtmekteler. Bir askere göre “Ateşe karşılık verilen bir olay dahi duymadım. Bir düşman yok, silahlar yok.” Ayrıca bu saldırgan hareketlere “Tuzlanmış Balık Operasyonu” dediklerini paylaştı, bu çocukların oynadığı “Kırmızı ışık, yeşil ışık” oyununun İsrail versiyonunun adıdır.
İsrail’in Gazze’deki hareketlerinin soykırımcı doğası askerlerin davranışlarına da yansımaktadır: “Bu masum insanları öldürmek denen şey normalleştirilmiştir. Sürekli olarak bize Gazze’de düşman olmayan kimsenin olmadığı söylenmişti ve görünüyor ki bu mesaj askerlerin aklında yer edinmiş.” Haaretz gazetesinin raporuna göre “IDF emirleri ve savaş kanunları açık bir biçimde çiğnense de askerleri sivillere zarar veren komutanlara karşı” hiçbir disiplin cezası veya sorgusu söz konusu değildir.
500’den Fazla Ölü, 4000 Yaralı Sarsıcı Ölü Sayısına Eklendi
Gazze Sağlık Bakanlığına göre 27 Mayıs’tan bu yana yardım merkezlerinin yakınlarında ve bazı durumlarda BM gıda tırlarını beklerken 549 civarı insan öldürülmüş ve 4000 kişi de yaralanmıştır. Sadece 17 Haziran tarihinde İsrail kuvvetleri toplanmış insanlara tank mermileri, makineli tüfekler ve dronlarla saldırdığında 79 kişi öldürülmüş ve yüzlerce kişi yaralanmıştı.
Mayıs ortalarında GHF merkezlerinin açılmasından bu yana Rafah’taki Kızıl Haç hastanesi 20 defa “kitlesel ölüm prosedürlerini” harekete geçirmiştir. Sınır Tanımayan Doktorlar yeni ABD-İsrail gıda dağıtım sistemini “insani yardım giysisi giymiş katliam” olarak nitelendirmiştir.
Bu sırada yeni bir araştırmaya göre İsrail 2023 yılının Ekim ayında soykırıma başladığından bu yana İsrail tarafından açılan ateş, açlık ve hastalık gibi sebeplerle ölen Gazzelilerin sayısının 100.000 civarı olması son derece mümkün görünüyor. Bu sayının yarısından fazlasını 18 yaşından küçük çocuklar ve kadınlar oluşturuyor. (6)
Tekrar Eden Yalanlar ve GHF’nin Soykırımcı Gayesi
İsrail ve ABD bu katliamlarla ilişkili hiçbir sorumluluğu kabul etmemiştir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu (diğer adıyla Netan-Nazi) Haaretz gazetesinin IDF askerlerinin bilinçli bir şekilde silahsız topluluklara ateş açması ile ilişkili raporunu “dünyanın en ahlaklı ordusu IDF’yi karalamak için kötü amaçlı yalanlar” diyerek kınamıştır. İsrail ordusu hiçbir kuvvete “bilinçli olarak sivillere ateş etme” emri verilmediğini iddia etmiş ve “IDF direktiflerinin sivillere karşı kasıtlı saldırıları yasakladığını” söylemiştir.
İsrail ve ABD tarafından kurulmuş ve Trump faşist rejimi tarafından yönetilmekte olan GHF medyanın BM konvoylarına yakın bölgelerdeki şiddeti hatalı bir biçimde GHF merkezlerine atfettiğini iddia etmiş ve Hamas’ı hatalı bilgi yaymakla suçlamıştır. ABD Devleti yakın zamanda GHF’ye 30 milyon dolar bütçe vermiştir ve bir sözcü bu kurumun “son derece harika ve kesinlikle desteklenmesi ve değer görmesi gereken bir kurum olduğunu, Gazze İnsani Yardım Kurumunun Başkan Trump’ın Hamas’ın yağmalayamayacağı bir şekilde yardım götürme çağrısı ile aynı çizgide ilerlediğini ve bunun gibi yaratıcı çözümler görmekte olduğumuzu” söylemiştir.
Bunlar yalandır. İlk olarak Birleşmiş Milletler Hamas’ın sistematik olarak insani yardım çaldığı iddiasını reddetmektedir. Ancak daha da büyük olan yalan, ABD ve GHF’nin Filistin halkına yardım etme amacı güttüğüdür. Gerçekte bunlar İsrail’in Gazze soykırımının araçlarıdır.
GHF, ABD ve İsrail tarafından İsrail’in Gazze’deki soykırımcı savaşını Gazze’deki kitlesel açlığa karşı büyümekte olan uluslararası öfkeye rağmen devam ettirebilmesi için kurulmuştur. Amacı hiçbir zaman İsrail’in soykırımının temel parçalarından biri olan açlığa son vermek olmamıştır. Bu sebepledir ki İsrail BM’nin gıda dağıtımı yapmasını engellemektedir ve GHF sadece 4 merkeze sahiptir. BM, 400 adet gıda dağıtım alanı yönetmekteydi!
GHF merkezlerinin dörtte üçü Gazze’nin güneyindedir ve bunların amacı Gazzelileri güneye yerleşmeye zorlayarak İsrail’in onları Mısır sınırına yakın küçük bir toprak parçasına sıkıştırmasını mümkün kılmaktır. Bu merkezlerin kuruluşu ayrıca BM’yi yaftalamak ve Gazze’nin tümünde tamamen İsrail kontrolüne doğry ilerlemektir. Bu gıda katliamları Gazze’de 20 aydır süren ABD destekli İsrail katliam ve yıkımı bağlamında gerçekleşmektedir. Dahası, bu merkezler Filistin halkını daha da terörize etmek, katletmek, insandışılaştırmak ve dirençlerini kırmak için bir başka girişimdir.
Vicdanı olan herkes ABD-İsrail tarafından insanlığa karşı işlenmekte olan bu devasa suça karşı çıkmalı ve aktif bir biçimde protestoya katılmalıdır!
Filistin Halkına Karşı ABD-İsrail Soykırımını Durdurun!
2.) İsrail, Hamas’ın 7 Ekimdeki saldırısını Hamas’a yanıt vermekten ziyade Gazze’deki Filistin halkına yönelik tam bir soykırıma başlamıştır. Bunun ilk adımı olarak gıda, su, ilaç, yakıt ve diğer ihtiyaçlara yönelik toptan bir ambargodur.
3.) Gazze İnsani Yardım Vakfı’na ait yardım merkezleri mayıs sonu faaliyete geçmiştir. Bu vakfın kuruluşu, fonlanması ve koşulları tamamen şaibelidir. Vakfın İsrail’in koordinasyonunda ABD’li Evanjelikler ve özel güvenlik firmalarıyla kurulduğu bilinmektedir. Vakfın mevcut CEO’su Donald Trump ve İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’ya yakın bir Evanjelik liderdir.
4.) srail hala Birleşmiş Milletlere bağlı yardım kuruluşlarının kaos ve ölümler olmaksızın tecrübeli bir şekilde gıda dağıtımı yapmasını sınırlandırmakta ve engellemektedir. Bu kuruluşların hali hazırda Gazze halkına kitlesel olarak gıda ulaştırabilecek olmalarına rağmen.
İran Komünist Partisi (MLM): Faşist İsrail ve ABD Emperyalizminin Saldırılarına Karşı Çıkmalıyız
Editörün notu: Aşağıda yer almakta olan açıklama İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist) tarafından yapılmıştır. Farsçadan çevirisi Yeni Komünizm okurları tarafından yapılmıştır, ingilizcesiyle teyit edilmiştir. Çevirideki hataların mesuliyeti Yeni Komünizm Kolektifindedir.
İsrail’in, Humeyni rejiminin askeri ve güvenlik görevlilerinin suikastı ve İslam Cumhuriyeti’nin askeri merkezlerinin hedef alınmasıyla başlayan ve şimdi faşist liderlerinin Tahran’ı cehenneme çevirmeyi vaat ettiği İran topraklarına yönelik askeri saldırganlığı, İsrail tipi yaşam biçimini yansıtmaktadır. İsrail, Filistin halkına karşı sömürgeci bir yerleşim devleti olarak kurulduğundan ve II. Dünya Savaşı sonrasından bu yana ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki askeri ve güvenlik kolu olarak nefes almıştır ve başka türlü nefes alması da mümkün değildir. Sosyal kohezyonu Yahudi teokrasisi temelli bir faşizm tarafından sağlanmaktadır. Netanyahu’nun başlattığı askeri operasyona verdiği “Yükselen Aslanlar” ismi (Tevrat’tan bir ayet) bu faşist Yahudi köktendinciliğinin doğasını iyi bir şekilde ifade etmektedir. Saldırı başlamadan önce Netanyahu, Kudüs’teki Ağlama Duvarına bu ayetin içeriğini içeren bir not asmıştır: “Bu aslanlar avlarını yiyip, öldürülenlerin kanını içene kadar yatmayacaklar.”
İsrail rejimi şiddetli ve korkutucu “fanteziler” ile yaşıyor ve bu dehşeti ABD’nin gelişmiş askeri ve güvenlik silahlarıyla Ortadoğu’ya dayatıyor. Bu teokratik faşizmin liderleri insanlara karşı işledikleri suçlarda İslam Cumhuriyeti’nin suçluları olan Humeyni ve suikaste uğrayan komutanlarından farklı değiller. Tek farkları İsrail’in öldürme ve yok etme gücünün çok daha büyük ölçekte olmasıyla beraber ABD emperyalizminin cephaneliğine sahip olmasıdır. İsrail devletinin “Ortadoğudaki en demokratik hükümet” olduğunu veya Ortadoğu halklarına (bombalar, füzeler ve soykırımla) iyi bir gelecek getireceğini düşünenler; Netanyahu’nun amacının İsrail’i bölgedeki baskın güç haline getirmek ve hatta topraklarını genişletmek olduğunu, bu şekilde “aslanların avlarını yiyip öldürülenlerin kanını içmeden uyumayacaklarını” unutuyorlar!
İsrail’in Gazze’deki soykırımcı savaşının ve İran topraklarındaki mevcut saldırganlığının gerçek gücü ve motivasyonu ABD emperyalizmi tarafından sağlanmaktadır. Trump faşist rejimi, çıkarlarını dünyanın her köşesine dayatmak için sınırsız şiddet ve yıkım kullanmak üzere ABD emperyalizminin ellerini serbest bırakmaya geldi. ABD emperyalizmi onlarca yıl boyunca Ortadoğu’nun baskın gücü, “tek sahibiydi”. Ancak bu tekel emperyalist Çin ve emperyalist Rusya gibi güçlü rakiplerin yükselişiyle kırıldı. Şimdi faşist Trump rejimi bu tekeli geri istiyor. Trump rejimi için buradaki belirleyici faktörlerden biri İslam Cumhuriyeti ile hesaplaşmaktır. ABD emperyalizmi bu noktada İslam Cumhuriyeti ile olan sorunun belirleyici yanının rejimin nükleer bomba elde etme girişimi olduğunu söylüyor. Ancak meselenin özü bu değildir. ABD emperyalizmi için sorun; İran İslam Cumhuriyeti’nin Rus ve Çin emperyalistleri için bir etki alanına dönüşmesi ve bu iki emperyalist gücün İslam Cumhuriyeti’ni ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki gücüne ve etkisine meydan okumak için kullanmasıdır. Bu emperyalist güçler arasındaki rekabet sadece İran’da yıkıcı bir savaşı ateşleme riskine sahip değildir daha da kötüsü tüm dünyayı ateşe verebilecek bir noktaya ulaşmıştır.
Bu emperyalistlerin zorunluluklarının, ihtiyaçlarının, tıpkı İsrail’in bölgesel güç olarak kendisini tahkim etme noktasındaki çıkarı ve nefret edilen İslam Cumhuriyeti rejiminin hayatta kalma noktasındaki çıkarlarının ne İran halkları ne Ortadoğu halkları ne de dünya halklarının temel çıkarlarıyla bir alakası yoktur. Yıkıcı savaş hamlelerine kesinlikle karşı çıkılmalı ve özellikle de ABD ve İran’da oluşabilecek her koşul devrim için kullanılmalıdır.
Böylesi koşullar altında gerçek bir devrimi örgütlemenin sorumluluğu olarak İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadelenin politik içeriği, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının suçlu ve faşist doğasını (kurbanlarının İslam Cumhuriyeti’nin nefret edilen liderleri veya halk kitleleri olduğuna bakılmaksızın) ve Amerikan emperyalizminin doğasıyla beraber hem İslam Cumhuriyeti’nin gerici doğasını hem de sahte “anti-emperyalizm” statüsünün teşhirini belirgin bir şekilde içermelidir. Bu mücadelelerde, Filistin halkını ve ABD halklarının anti-faşist mücadelelerini desteklemeliyiz. Dünya halklarının İsrail’e karşı yürüttükleri mücadeleler de dahil yürütülen anti-emperyalist mücadeleler, Rusya ve Çin emperyalistlerinin desteğini de içeren İslam Cumhuriyeti’ne ve onun “Direniş Eksenine” bir desteğe yol açmamalıdır. Küresel kapitalist-emperyalist sisteme entegre ve bağımlı bir kapitalist sınıf devleti olan İslam Cumhuriyeti, 90 milyon İranlı’nın kanını emmektedir. Halkımız, bu rejimin sahte “bağımsızlığı” için ağır bedeller ödemiştir. Halkımızın İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadelesi, Trump rejimi ve İsrail faşizminin ve onların sadık veya sadık olmayan paralı askerleri karşısında sessizliğin veya teslimiyetin ölümcül zehriyle lekelenmemelidir. İslam Cumhuriyeti’nin devrilme çağrısı, İsrail’deki “yükselen aslanların” ve onların emperyalist destekçilerini devirme çağrısıyla birlikte olmalıdır. Bu aynı siyasi içerikle farklı arenalarda verilmesi gereken küresel bir mücadeledir.
İran Komünist Partisi (Marksist-Leninist-Maoist), 14 Haziran 2025
Faşizm Döneminde Bilimsel Temelde Hayallere Olan İhtiyaç:Bob Avakian ve Yeni Komünizmi Toplumun Her Yerinde Bilinir Hale Getirmek
2020’nin yaz aylarında devrimci lider Bob Avakian “Radikal Değişim Geliyor: Özgürleştirici mi, Köleleştirici mi – Devrimci mi, Gerici Mi?” yazısını kaleme aldı.
Bu soruya gerici bir cevap verme taraftarı güçler harekete geçmiştir. Faşist Trump yönetimi, milyonlarca iyi insanın insan olmanın ne anlama geldiği hakkında en derin ve en sevgiyle dayandıkları şeyleri parçalamaktadır. İnsan olmak canavar canavarı yer, öldür ya da öl müdür, yoksa birbirimizi önemsemek midir? Dibine kadar sondaj yapıp doğal dünyayı kâr uğruna dize mi getirmeliyiz, yoksa doğa ve onun çeşitli ekosistemlerine takdir ve merakla mı bakmalıyız? İnsan ilişkilerine karanlık çağların katı cinsiyet rolleriyle işkence mi etmeliyiz yoksa insanların sevdiklerini sevmelerine izin mi vermeliyiz? Faşizme hizmet etmek için tutucu, bağnaz inanca dayalı deliliği ve yalanları mı dayatmalıyız, yoksa hakikatin peşinde eleştirel düşünme ve bilimsel araştırma ruhunu mu güçlendirmeliyiz?
Bütün bunlar milyonların en derinden acı çekmesine sebep olmaktadır.
Hayal Edin…
Faşist Trump rejimiyle yüzleşmek ve onu acilen yenmek için birlik olduğumuz sırada Bob Avakian’ın (BA) 2020 yılında sorduğu soruya pozitif ve özgürleştirici cevabı çok az kişi hayal edebilmektedir. Bunun değişmesi gerekiyor. Gerçekten de dünyanın radikal derecede farklı ve çok daha iyi olabileceği bir yol vardır.
Birliğimiz ve mücadele ruhumuz, mücadele verirken bu konudaki -faşizme neyin sebep olduğu ve nasıl bir toplum için mücadele vermemiz ve nasıl bir toplumda yaşıyor olmamız gerektiği üzerine- en büyük soruları açığa çıkarırsak eşi benzeri görülmemiş derecede güçlenecektir. Canlı, farklı görüşleri kıyaslayan ve tartan bir tartışma ve konuşma ruhu bizim nasıl öğrendiğimizin bir parçasıdır ve insanların vizyonunu arttırmaya katkıda bulunacaktır.
Bob Avakian (BA) tarafından geliştirilen yeni komünizm sayesinde toplumu tamamen farklı, özgürleştirici bir temelde organize etmeyi mümkün kılacak teorik çerçeve ve somut stratejik yaklaşıma sahibiz. Dünya halklarının acımasız sömürüsüne ve baskısına dayanmayan, aksine insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve kapitalizmin sebep olduğu çevresel felaketle başa çıkmakta zamana karşı yarışı kazanabilmek ve baskı ve sömürüyü kökünden sökmek için gereken kaynakları sağlamak için halkın koordineli ve işbirliği halinde bir araya gelmelerine dayanan bir toplumu var edebiliriz. Bunu da entelektüel ve kültürel tartışmaların ve karşıtlığın “ışıklarını patlatmadan” yapabiliriz. Bunları gerçekten ve sürekli olarak hukukun üstünlüğünü, masumiyet karinesini savunan ve insanlığın önce geldiği ahlakını yaygınlaştıran bir toplum içerisinde yapabiliriz.
Zor Ama Özgürleştirici Hakikatler
Karanlık ve tehlikeli zamanlarda hedeflerimizi yükseltmek daha acil hale gelir. Tam da bu büyük ayaklanma dönemleri büyük değişikliklerin düşünülebileceği ve gerçekten var edilebileceği zamanlardır.
Pek çok insanın görebildiği gibi, Trump faşimzi yoktan var olmamıştır. Toplumun içerisinde Trump’ın lehine kullandığı, uzunca bir süredir var olan ve yayılmakta olan bir çürüme bulunmaktadır. Bir revcom.us posterinin söylediği gibi Trump “tam bir Amerikan faşist pisliğidir”. Hangi şefkatli insanlar bu toplum hakkında derin bir rahatsızlık hissetmez ki?! Neden İç Savaş ve onlarca yılı kapsayan kahramanca mücadelelerden sonra Amerika hala Siyahi halkı, Amerikan Yerlilerini ve diğer beyaz olmayan halkları baskı altında tutmanın ötesine geçemiyor? Neden bu kadar mücadeleden sonra kadınlar hala toplumun her köşesinde öfke, aşağılama ve tiksinmeye tabi tutuluyor ve kendi bedenlerini kontrol etmelerine izin verilmiyor? Neden dalga dalga gelen bilim insanları yıllardır alarm vermelerine rağmen bu ülke hala sondaj yapmakta ve fosil yakıt kullanmakta?
Yani ilerlerken, nasıl bir pozitif vizyon için savaşmamız gerektiği üzerine müzakere ederken geri dönmenin “normal” olan şey olmadığının ve dahası normale dönmeyi istemememiz gerektiğinin, çünkü zaten en baştan normalin bir kabus olduğunun farkında olalım.
Milyonlarca insan bunu bilimsel olarak anlamıyorlarsa bile hissediyorlar. Milyonlar bu ülkenin kurumlarına olan “inançlarını” yitirdiler: Son bir buçuk yılda bu ülkenin tamamen desteklediği ve finanse ettiği bir soykırıma şahitlik ettiler. Kapitalistlerin sebep olduğu iklim değişikliğinin tehlikeye attığı bir dünyada çocuk sahibi olmaktan endişe duymaya başladılar. Milyonlarca insanın evsizlikten bir kriz ötede olduğu bu ülkede geçinememekten korkmaktalar. Milyonlarca insan ruhu boğan, anlamsız işlerde çalışmakta. Pek çok kişi de halk için ne anlama geldiği ve neden olduğu ile yüzleşmekten kaçınsalar dahi bu ülkedeki zenginlik ve tüketim ürünlerinin madenlerde ve ter atölyelerinde en acımasız sömürüye dayandığını biliyor ve kendilerine bu konuda bir şey yapamayacakları yalanını söyleyerek teselli buluyorlar. Pek çok kişi, bu sistemin bir alternatifi olmadığını düşündüklerinden kendin için yap kinizmini besleyen bu kültür içerisinde ümitsizlikle teslim oluyorlar.
Ancak Bob Avakian’ın 2025: Yeni Bir Yıl -Yeni Eşi Görülmemiş Zorluklar- ve Son Derece Gerçek Korkunçluğun Karşısında İleriye Doğru Eşsiz Bir Pozitif Yol isimli yeni yıl mesajında belirttiği gibi “Temelden farklı bir sistem ile tamamen farjklı bir yaşam mümkündür. Şöyle söylüyor:
Bu sistem tamamen absürttür -suçlu, canavarca absürt- ve bu sistemin miadı tamamen dolmuştur: son kullanma tarihini çoktan geride bırakmıştır, insanlık için herhangi bir pozitif şeyi ifade edebileceği dönemler geçmiştir, aksine insanlığın bütün bu delilikten, suçlardan ve gereksiz acılardan kurtarılmasının önünde direkt bir bariyer olarak dikilmektedir. ABD’de ve başka ülkelerde faşizmin yükselişi bu sistemin doğasının tümünün miadının dolduğunun ve insanlığın tümü için yarattığı tehlikenin bariz bir göstergesidir.
Bu korkunç sistemin tümünün -insanların sadece bireysel olarak yaşamlarını sürdürmek için mücadele etmeye zorlandığı, herkesin diğerleri ile rekabet ve çatışmaya teşvik edildiği, halk kitlelerinin her yerde miadı dolmuş baskıcı ilişkilerle zincirlendiği bu durumun- ötesine geçmenin gitgide daha acil bir zorunluluk haline gelmekte olduğu ve insanlığın geleceğinin ve bizzat varoluşunun tehlikede olduğu bir noktadayız.
Bütün bunların ötesine geçmek mümkündür.
Bu son paragrafı tekrar okuyun ve bunun üzerine düşünün: “insanların sadece birey olarak yaşamlarını sürdürmek için mücadele etmeye zorlandıkları bir durumun” ötesine geçmek…
Eğer Birbirimize Düşmüyor Olsaydık?
Yaşamlarımızı sürdürmek için birbirimize düşürülmüş olmasaydık insanlığın -bütün çeşitliliğimizle- birbirleri ve gezegen ile nasıl ilişkiler kurabileceğini bir düşünün. Herkesin başkalarının pahasına kendisi için mücadele ettiği bir toplumun aksine kolektifi ve topluluğu teşvik eden bir toplum düşünün. Ya küçük bir avuç dolusu insan için kâr, kâr ve daha fazla kâr üretmeyi amaçlayan bir ekonominin aksine halkın ihtiyaçlarını karşılamaya ve insanları dünyanın bakıcıları olmaya hazırlayan bir ekonomimiz olsaydı?
Çoğunluğun iyiliğine katkıda bulunmak, iklim değişikliği ve hastalıkların en büyük sorunları ile başa çıkmak için yenilikler yapmak adına (ürünleriniz ve hatta kendinizi pazarlamak için harcanan bütün boşa giden kaynaklar adına değil!) insanların potansiyeline ifade veren bir toplumumuz olsaydı? Tartışmaları kapatan veya toplumun en anlamsız kenarlarına itmenin aksine destekleyen, finanse eden ve alan sağlayan kurumlara sahip bir toplumda insanlar gerçekten ileriye giden yol üzerine keskin tartışmalardan öğrenmeyi amaçlasalardı?
Bütün bunlar mücadele ve karmaşıklık ve dönüm noktaları ile dolu olacaktır, ancak bu kadar gereksiz acıya ve yoksullaştırmaya son vermek, insanların gerçekten nefes alabilecekleri, içinde yaşadığımız kapitalist acının cehenneminin yerine insanların gerçekten yaşamak isteyecekleri bir toplum mümkündür. Bu toplumun nasıl görünebileceği üzerine somut çerçeve, Bob Avakian (BA) tarafından yazılan Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet Için Anayasa eserinde açıklanmıştır. BA ayrıca yakın zamanda gerçekleştirdiği iki parça röportaj İnsanlık Böyle Yaşamak Zorunda Değil! içerisinde de bunu canlı bir biçimde anlatmıştır.
Tekrardan Hayal Etme İhtiyacı Üzerine
Bob Avakian sık sık “Imagine” isimli güzel şarkısında farklı bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyen şarkıcı John Lennon’dan alıntı yapar. Şarkıcı “Bana bir hayalperest olduğumu söyleyebilirsiniz, ama ben tek hayalperest değilim” der. BA şunları eklemiştir. Bu sadece bir hayal değildir. Toplumun bu noktaya kadar nasıl evrimleştiğinde bu hayalleri gerçekleştirmek için gereken maddi temel bulunmaktadır!
Şimdi bütün bunlara dalma, gelecek için gerçek bir tartışma açma zamanıdır. Bob Avakian’ın çalışmalarını, sosyal medya mesajları ile devam etmekte olan önderliğini yaygınlaştırma ve ciddi bir etkileşim konusunda ısrarcı olma zamanıdır. İnsanları bir araya getirme, röportajları izleme ve onlar hakkında konuşma zamanıdır. Farklılıklarımızı, sorularımızı, dünyanın geleceği için hayallerimizi ve arzularımızı paylaşarak devrimci bir topluluk inşa etme zamanıdır.
Yeni komünizmin parçası olarak Bob Avakian aynı zamanda ABD ve dünyada onlarca yıldır faşizmin yükselişini, köklerinin nasıl temelinde soykırım ve kölelik yatan kapitalizm sisteminde olduğunu da analiz etmektedir. TRUMP/MAGA FAŞİZMİ: Gerçekte Neyle, Neden Yüzleşiyoruz ve Çok Geç Olmadan Mağlup Etmek İçin Neler Yapmak Zorundayız isimli broşürde bu konuda daha da ilerlenmiştir. Farklı politik bakış açıları ile birlik olmak ve bunu geniş bir akıl ve cömert bir ruhla yapmak için gereken prensipleri ve standartları da incelemektedir ki gelecek için tarihe geçecek bu savaşta faşizmi mağlup etme vazifemizi gerçekleştirebilelim. Buna saldıran ve faşizme ve bütün sisteme karşı mücadelede çok açık, vizyoner ve radikal olduğundan özellikle BA’ya saldıranlar olacaktır. İyi niyetli bir biçimde şimdi bunların sırası olmadığını iddia edenler olacaktır. Ancak şimdi bu faşist yönetimi mağlup etmek için geniş çapta birlik olmaya başladığımız, böl ve yok et hamlelerinin üstesinden gelmekte olduğumuz bir dönemde en keskin soruları sormanın ve birbirimizi dinlemenin tam zamanıdır. Bizim görevimiz olan kısımda biz Dev-Kom’lar bu faşizmin pek çok başka suçun da sorumlusu olan kapitalizm-emperyalizm sisteminden doğduğunu anlıyoruz. Burada da bahsettiğim gibi, tamamen farklı ve özgürleştirici bir sisteme olan acil ihtiyacı ve bu sistem için gereken temeli görüyoruz. Bunun üzerine ilkeli bir biçimde tartışma ve münazaraya girişmeye açık ve istekliyiz. Bağnazca bir birliğe ve tartışmaları kapatmaya inananlar faşistlerdir. Biz farklılıklarımızdan öğrenmeli, ilkeli bir biçimde tartışmayı teşvik etmeliyiz. Böyle bir sürece olan ihtiyacın takdiri BA’nın geliştirdiği yeni komünizmin bir parçasıdır ve bu süreç hepimizin omuz omuza durup daha iyi bir dünya hayallerini gerçekleştirmek için çalışırken öğrenebileceğimiz bir süreçtir.
Dev-Kom’dan 1 Mayıs 2025 Mesajı
Sokaklara çıkın! Ciddi, örgütlü, devrimci bir gücün, İnsanlığın Kurtuluşu için DEV-KOM GÜÇLERİ’nin parçası olun,
Trump/MAGA faşizmini yenmek konusunda ciddiyiz,
Yepyeni bir sistem için mücadele etmek konusunda ciddiyiz.
Bu 1 Mayıs’ta, on milyonlarca insan faşist Trump rejiminin yasadışı, gayrimeşru ve ahlaksız hamleleriyle sarsılıp uyanırken ve binlerce insan bu suç rejimine karşı çıkmak için sokaklara dökülürken, bu güçlü mesajları iletmek üzere İnsanlığın Kurtuluşu İçin DEV-KOM GÜÇLERİ‘ne katılın:
TRUMP ŞİMDİ GİTMELİ! İNSANLIK ADINA, FAŞİST BİR AMERİKA’YI KABUL ETMEYİ REDDEDİYORUZ!
TÜM BU SİSTEM ÇÜRÜMÜŞ VE GAYRİMEŞRUDUR – İHTİYACIMIZ VAR VE TALEP EDİYORUZ: YAŞAMAK İÇİN YEPYENİ BİR YOL, TEMELDEN FARKLI BİR SİSTEM!
Bu 1 Mayıs’ta ve takip eden günlerde, RefuseFascism.org’un (FaşizmiReddet) ve Trump/MAGA faşizmine karşı çıkan diğerlerinin çağrısını yaptığı protestolara katılacağız ve onları inşa edeceğiz… ya da yerelde bir tane yoksa, olması için çağrıda bulunacağız!
Faşizmi yenme ve onu doğuran tüm sistemden kurtulma konusunda ciddi olan cesur, disiplinli, örgütlü bir güç olarak ortaya çıkacağız. Sayımızdan daha büyük bir etkiye sahip olmak için birleşik bir şekilde birlikte hareket edeceğiz, böylece ülke çapında insanlar bunun bir parçası olmak için ilham alacak ve meydan okuyacak. Sizleri de bu muazzam siyasi mücadeleyi yürütürken bize katılmaya ve insanlığın yaşayabileceği yepyeni bir yaşam biçimini insanların gözleri önüne sermeye çağırıyoruz.
1 Mayıs tüm dünyada devrimci bir bayramdır. Devrimci lider ve Yeni Komünizm kitabının yazarı Bob Avakian’ın (BA) Yeni Yıl Mesajında söylediği gibi:
Dünyanın bütün bu gerçek korkunçlukları ile olduğu şekliyle devam etmesi için hiçbir iyi sebep yoktur.
Dünya Savaşının büyük ölüm ve yıkımlarının ötesinde, 1945’te bu savaşın bitmesinden bu yana temel olarak dünyanın ve özellikle de yoksul ülkelerin kapitalizm-emperyalizmin boyunduruğuna alınması (ve ABD’nin “bir numaralı” emperyalist yırtıcı olması) sebebiyle 500 milyondan fazla çocuğunaçlık ve önlenebilir hastalıklardan gereksiz yere ölmüş olmaları için hiçbir iyi sebep yoktur.
Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişinin aç kalması, düzgün barınmaya, sağlık hizmetlerine ve diğer temel ihtiyaçlara sahip olmaması veya sürekli olarak bu ihtiyaçlarını karşılayamayacak olma korkusu altında yaşaması için hiçbir iyi sebep yoktur.
Bu sistemin temel olarak sorumlusu olduğu bitmek bilmeyen savaşlar ve hızlanmakta olan çevresel yıkım için hiçbir iyi sebep yoktur.
Baskın kültür ve düşünüş biçimlerinin katliamcı, baskıcı ilişkileri güçlendirmeye hizmet ederken bunun hiçbir pozitif alternatifinin bulunmadığı şeklindeki saçma fikri insanların kafasına sokması için hiçbir iyi sebep yoktur.
İnsan toplumunun efendiler ve köleler olarak ikiye ayrılmış olduğu, halk kitlelerinin zincirlendiği, dövüldüğü, tecavüze uğradığı, katledildiği ve bilgisizlik ve acı içine gömüldüğü bu uzun gecenin devam etmesi için hiçbir iyi sebep yoktur.
Bunların tamamı için hiçbir iyi sebep yoktur, ancak bir temel sebep vardır: dünyanın ve halk kitlelerinin hala bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin egemenliği altında yaşamaya zorlandıkları hakikati vardır.
Bu sistem tamamen absürt -suçlu ve canavarca absürt- ve tamamen miadı dolmuştur: tarihi çoktan geçmiş halde, insanlık için herhangi pozitif bir ilerlemeye sebep olabileceği zamanın çok ötesindedir ve aksine insanlığın bütün bu delilikten, suçtan ve gereksiz acılardan kurtarılmasının önünde direkt bir engeldir. ABD’de ve diğer ülkelerde faşizmin yükselişi bu sistemin tamamen miadı dolmuş doğasının ve insanlığın tümü için yükselmekte olan bir tehlike arz ettiğinin göze batan bir işaretidir.
Bu canavarca sistemin ötesine geçmenin gittikçe daha da acil hale geldiği bir noktada bulunmaktayız: İnsanların sadece bireysel olarak yaşamlarını sürdürebilmek için mücadele etmek zorunda olduğu, herkesin diğerleri ile rekabet ve çatışma içinde olmaya itildiği ve her yerde halk kitlelerinin miadı dolmuş baskı ilişkileri tarafından zincirlendiği ve aynı zamanda insanlığın geleceğinin ve bizzat varlığının gittikçe artan bir tehdit altında kaldığı bir durumdan öteye gitmek acil önem taşımaktadır.
Şimdi bütün bunların ötesine geçmek mümkündür.
1 Mayıs 2025’de:
RefuseFascism.org ile birlikte çalışarak milyonları Faşist Trump Rejimi ŞİMDİ GİTMELİ talebiyle harekete geçirin!
Bob Avakian Enstitüsü’nün “Trump/MAGA Faşizmi: Gerçekte Neyle Karşı Karşıyayız, Neden ve Çok Geç Olmadan Onu Yenmek İçin Ne Yapılmalı?”broşürlerini kitlesel olarak dağıtarak insanlara ihtiyaç duydukları önemli analiz ve liderliği götürün: Trump/MAGA Faşizmi: Gerçekte Neyle Karşı Karşıyayız, Neden ve Çok Geç Olmadan Onu Yenmek İçin Ne Yapılmalı.
“İnsanlığın Kurtuluşu için DEV-KOM GÜÇLERİ’ne katılmak, bu devrim için aktif ve acil bir şekilde çalışmak – hayatlarımızı sadece kendimiz ya da dar bir çevre veya klik için değil, insanlığın kurtuluşu için tehlikeye atmak: işte bu gerçekten uğruna yaşamaya ve hayatınızı adamaya değer bir şeydir.”
-Bob Avakian
Trump’ın Ukrayna Savaşındaki Yön Değişiminin Arkasındaki Kanlı Emperyalist Hesaplar
Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı 24 Şubat 2025’te revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Yazının öneminden dolayı çevirisini, siz okurlarımızla paylaşıyoruz. Kaynağından okumak için tıklayınız.
Üç yıl önce bu ay, Rusya Ukrayna’yı işgal etti ve kanlı, ezici bir savaş başlattı. Bu savaşta yüz binlerce insan öldü ve çok daha fazlası da ağır yaralandı ya da sakat kaldı. Ancak Rus işgalinin başlangıcındaki kısa bir dönem dışında, bu savaş esas olarak Ukrayna halkının ulusal kurtuluş mücadelesi OLMADI. Bunun yerine, ABD ve Avrupa Ukrayna’ya 300 milyar dolardan fazla silah akıttı ve bunu bir vekalet savaşına dönüştürdü yani ABD ve Rusya’nın dünyanın bölünmesi ve yağmalanması için düello yaptığı bir arenaya. (Bunun nasıl ve neden böyle olduğuna dair belgeler için buraya ve buraya bakabilirsiniz).
Ukrayna’nın Kherson kentindeki çok katlı bir apartman 20 Şubat 2025’te Rus saldırısı sonucu ağır hasar gördü. Fotoğraf: AP
Geçtiğimiz iki hafta içinde Donald Trump bu politikayı tersine çevirdi. Trump, Rusya ile doğrudan müzakerelere başladı. Ukrayna’yı bunların dışında bıraktı ve lideri Voloydymr Zelensky’ye saldırmaya başladı. Bu tür bir değişim, nedenine ilişkin her türlü spekülasyona yol açtı. Ancak şimdilik bu konuda bilinmesi gereken üç önemli şey var:
Bu savaş, ABD ve Rusya gibi rakip emperyalist güçlerin emperyalist amaçlar peşinde koştuğu haksız bir vekalet savaşı olmuştur. Rusya’nın işgali emperyalist ve haksızdı. Ancak bunun öncesinde ABD’nin yıllar boyunca gerçekleştirdiği saldırgan hamlelerin üstü örtülmüştür. 1990’ların başında ABD, Rusya ile Doğu Avrupa’da Rusya’ya sınırı olan ülkeleri ABD liderliğindeki askeri ittifak NATO’ya dahil etmeme konusunda bir anlaşma yaptı. 2014 yılında ABD, Rusya’ya dost olan seçilmiş bir Ukrayna hükümetini devirmek için perde arkasında komplo kurdu. Bu noktada ve o zamandan beri artan bir şekilde Ukrayna’nın NATO’ya katılması için hamleler yapıldı. Rusya, ABD’nin “arka bahçesi” olarak gördüğü Meksika’nın rakip bir emperyalist askeri ittifaka katılması için saldırgan hamleler yapsaydı ABD’nin ne yapacağını bir düşünün! Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde, ABD Ukrayna’yı Rusya’nın kanını kurutmaya yetecek kadar silahla donatarak bunu değerlendirdi.
Trump’ın “barış saldırısı”, ABD’nin emperyalist amaçları olan gezegen üzerindeki hakimiyetini sürdürme hedefinden kopmuyor… Aynı amacı farklı bir şekilde hedefliyor. Bunun daha büyük bir stratejiye nasıl uyduğunun daha fazla araştırılması ve analiz edilmesi gerekiyor. Şu an da Rusya, kendisi de küresel bir emperyalist güç olan Çin ile yakın müttefik. Ukrayna’daki savaş ve ABD/NATO ittifakının Rusya’yı ekonomik olarak izole etme ve kırma girişimleri Rusya’yı Çin’e daha da yakınlaştırdı. Hem Biden hem de Trump, Çin’i ABD’nin dünya egemenliğine yönelik başlıca tehdit olarak görüyor. Ve yönetici sınıfın her iki tarafı da -Demokrat ve Cumhuriyetçi- bu kanlı egemenliği sürdürmeyi amaçlıyor.
Ancak Trump’ın Ukrayna’yı bir kenara bırakıp Putin’e yaklaşması ve geçtiğimiz hafta JD Vance gibi yalakalarına NATO’nun Münih’teki yıllık konferansında Fransa, Almanya, İngiltere gibi NATO askeri müttefiklerine hakaret etme talimatı vermesinde görüldüğü gibi, bu rekabetin nasıl sürdürüleceği konusunda keskin farklılıklar var. Tüm bunlar yakından izlenmelidir. Bunun olası sonucu -nükleer güçler arasında küresel bir savaş- devasa ve korkunçtur.
Ukrayna hükümeti bu anlaşmada acımasızca bir kenara itildi ve Trump bir gangster gibi lideri Zelenski’ye saldırırken ödeme olarak Ukrayna’nın maden zenginliğinin yarısını talep etti. Son üç yıl boyunca Biden Zelenskiy’i “kahraman bir demokratik lider” olarak yüceltti ve Zelenski Kongre önünde “iki partili birliğin” büyük bir gösterisi olarak müjdelenen bir konuşma yaptı. Ancak tüm bu saçmalıklara rağmen, ABD bu savaşta her zaman söz sahibi oldu ve savaşı kendi emperyalist çıkarları için kullandı. Biden ve NATO, Zelenskiy ile bir langırt makinesi gibi oynayarak, yardımı Rusya’nın kanını akıtmaya yetecek ama bir dünya savaşını kışkırtacak kadar fazla olmayacak şekilde ayarladı ve yüz binlerce Ukraynalıyı ABD’nin emperyalist amaçları uğruna kurban etti.
Ancak, Biden’ın da itiraf ettiği gibi, bu ayarlamaların kusursuz olmadığı anlaşılmalıdır; 1 ve ABD’nin tüm insanlığın yok olmasına yol açabilecek bir üçüncü dünya savaşını göze almış olması, inanılmaz bir caniliğin kanıtıdır.
Bob Avakian, kısmen bu savaşa ve savaşın kökenindeki çılgınlık ve insanlık dışılığa tepki olarak şunları söylemiştir:
Artık bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmeye ve insanlığın kaderini belirlemeye devam etmelerine izin veremeyiz. Mümkün olan en kısa sürede devrilmeleri gerekiyor. Ve insanlığın bu şekilde yaşamak zorunda olmadığı bilimsel bir gerçektir.
DİPNOTLAR:
Ekim 2022’de Demokratların düzenlediği bir bağış toplantısında Biden şu uyarıda bulunmuştur: “Küba Füze Krizi’nden bu yana ilk kez, eğer işler bu şekilde devam ederse, nükleer silahların kullanılmasına yönelik doğrudan bir tehditle karşı karşıyayız.” “Kennedy ve Küba Füze Krizinden bu yana Armageddon (kıyamet) ihtimaliyle karşı karşıya kalmamıştık.” Aynı hafta içinde Rusya’nın Ukrayna’da taktik nükleer silah kullanma tehdidine atıfta bulunan Biden, “Taktik nükleer silahı kolayca kullanıp Armageddon’a yol açmamak diye bir şey olduğunu sanmıyorum” yorumunda bulundu.
2025: Yeni Bir Yıl, Yeni Zorluklar, Son Derece Gerçek Korkunçluğun Karşısında Eşi Benzeri Görülmemiş Pozitif Bir Yolda İlerlemek
Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı Bob Avakian’ın 2025 yeni yılı vesilesiyle yapmış olduğu açıklamanın çevirisidir. Konuşmanın videosu yazının sonunda mevcuttur.
Birinci Nokta:Trump 2025 sadece başkanlık yapacak bir sonraki hükümetten ibaret değildir.Bu faşizmdir: kapitalizm-emperyalizm sisteminin dünyanın en güçlü kapitalist-emperyalist ülkesinde bilim karşıtı Hristiyan köktenci delilikten güç alan; ırkçı, göçmenleri hedef alan, kadınlara ve LGBT’ye nefret kusan MAGA deliliğini güç kullanarak dayatmak için hamlelerde bulunan; sınırsız bir kapitalist yağma ve çıplak bir emperyalist yayılmacılık ortaya koymaya kararlı; herhangi muhalefeti veya direnişi şiddetle bastırmaya hazır, gizlenmeyen -açıkça ve agresifçe baskıcı ve ezici- diktatörlüğüdür.
Bize sürekli söylenenin aksine, bu faşizmi seçenler “Amerikan halkı” değildir. Bölünmemiş, bütün bir “Amerikan halkının” varlığı söz konusu değildir, bu ülkenin içerisinde “iki ülke” vardır.
Bu ülkenin içerisindeki “iki ülke” gerçek bir anlamda kölelik ve soykırım temelinde Amerika sözde “Birleşik” Devletleri’nin başlangıcından bu yana var olmuş temel ayrımın bir uzantısıdır. Bu ayrım bu ülkenin tarihi boyunca hiçbir zaman çözülmemiştir: ne 1860’lardaki İç Savaş’la, ne de 1960’lar ve onu takip eden yıllardaki değişimlerle.
Önceden de söylediğim gibi, İç Savaş dönemindeki kölelik savunucusu Konfederasyon ile Amerika’yı tekrardan açıkça, agresifçe beyaz üstünlenmeci, erkek üstünlenmeci ve anti-LGBT yapmakta kararlı olan günümüzün faşizmi arasında direkt bir bağlantı vardır.
Bütün bunlar 111 numaralı sosyal medya mesajımda vurguladığım üzere şimdi “Trump/MAGA faşizmini ‘meşru’ olarak görmenin ve Demokrat Parti liderleri ve diğer ‘ana akım’ hâkim sınıf temsilcilerinin halkı sevk ettikleri şekilde bu sistem altında ‘şeylerin işleyiş biçiminin’ sınırları içerisinde kalmanın zamanı olmamasının” sebebidir. Şimdi Trump/MAGA faşizm canavarı momentum kazanıp halk kitlelerini ezip geçerken içine kapanmanın ve “kendine dönmeye” çalışmanın zamanı değildir. Şimdi, Trump/MAGA faşizmine karşı aynı öfkeyi paylaşan diğer herkese ulaşma, kolektif eyleme geçme ve herkesin iyiliği için (bu faşizmi yenmek için) fedakâr bir mücadeleye girişme zamanıdır.”
Şimdi, tamamen konsolide olmadan, ileride de konsolide olmasını engelleyecek şekilde bu faşizme karşı birlik olunabilecek herkesle birlik olup kararlı bir mücadele verme zamanıdır. Bu hareket Trump’ın ülkeyi yönetmeyi ve faşist programını uygulamayı başaramayacağı seviyede eşsiz bir siyasi kriz yaratmak için son derece kitlesel ve güçlü olmayı amaçlamalıdır.
İkinci Nokta: Bu faşizm, bizzat doğası gereği sürekli olarak en “bilgili insanların” dahi inanmaya sürüklendiği seviyenin çok daha ötesinde korkunçluklar yaratan kapitalizm-emperyalizm sisteminden doğmuştur.
Revcom.us sitesinde “American Suçları” serisi başlangıçtan günümüze kadar bu ülkenin hâkim güçlerinin büyük, kanı donduran suçlarından yüz tanesini incelemektedir [“Amerikan Suçları” olarak bunların çevrisi yenikomunizm.com içerisinde mevcuttur -Ç.N.]. Sosyal medya mesajlarım, revcom.us ve YouTube RNL – Revolution, Nothing Less! Show [Devrim, Daha Azı Değil!] üzerinde sürekli olarak bu ülkeyi yöneten ve dünyanın tamamını egemenliği altına almış kapitalizm-emperyalizm sisteminin temel doğası ve dinamikleri üzerine bilimsel analizler yapılmaktadır: Neden bu sistemin reforme edilemeyeceği, gerçek bir devrim ile tamamen ortadan kaldırılması gerektiği; neden şimdi devrimin acil ihtiyaç olmanın yanı sıra çok daha da mümkün hale geldiği “nadir zamanlardan” olduğu; nasıl bu devrimin temelden farklı ve çok daha iyi bir sisteme ilerleteceği; tüm bu gerçek ve gittikçe artan korkunçluklara karşı bu devrim için aktif bir biçimde çalışmak için zamanı nasıl ele alabileceğimiz ve daha niceleri.
Şimdi iktidarı eline almak için hareket eden Trump/MAGA faşizmi, tüm bu sistemin ve bu ülkenin tüm tarihinin topraklarından yeşermiş ve bu korkunçluğu çok daha fazla ve çok daha direkt yollarla öne sürecektir. Aynı zamanda bu sistemin bir bütün olarak temel doğası ve dinamikleri de halk kitlelerini korkunç acılara tabi tutmakta, çevreyi gittikçe artan bir hızla yok etmekte ve nükleer silah sahibi emperyalist ülkeler ABD ile rakipleri Rusya ve Çin arasında topyekûn savaş tehlikesini tırmandırmaktadır.
Önceden keskin bir biçimde söylediğim şey şimdi daha da acil olarak belli olmaktadır:
Bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmelerine ve insanlığın kaderini belirlemelerine daha fazla izin veremeyiz. En hızlı şekilde alaşağı edilmeleri gerekmektedir.
Üçüncü Nokta: Temelden farklı bir sistem ile tamamen yeni bir yaşam biçimi mümkündür.
Dünyanın bütün bu gerçek korkunçlukları ile olduğu şekliyle devam etmesi için hiçbir iyi sebep yoktur.
Dünya Savaşının büyük ölüm ve yıkımlarının ötesinde, 1945’te bu savaşın bitmesinden bu yana temel olarak dünyanın ve özellikle de yoksul ülkelerin kapitalizm-emperyalizmin boyunduruğuna alınması (ve ABD’nin “bir numaralı” emperyalist yırtıcı olması) sebebiyle 500 milyondan fazla çocuğunaçlık ve önlenebilir hastalıklardan gereksiz yere ölmüş olmaları için hiçbir iyi sebep yoktur.
Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişinin aç kalması, düzgün barınmaya, sağlık hizmetlerine ve diğer temel ihtiyaçlara sahip olmaması veya sürekli olarak bu ihtiyaçlarını karşılayamayacak olma korkusu altında yaşaması için hiçbir iyi sebep yoktur.
Bu sistemin temel olarak sorumlusu olduğu bitmek bilmeyen savaşlar ve hızlanmakta olan çevresel yıkım için hiçbir iyi sebep yoktur.
Baskın kültür ve düşünüş biçimlerinin katliamcı, baskıcı ilişkileri güçlendirmeye hizmet ederken bunun hiçbir pozitif alternatifinin bulunmadığı şeklindeki saçma fikri insanların kafasına sokması için hiçbir iyi sebep yoktur.
İnsan toplumunun efendiler ve köleler olarak ikiye ayrılmış olduğu, halk kitlelerinin zincirlendiği, dövüldüğü, tecavüze uğradığı, katledildiği ve bilgisizlik ve acı içine gömüldüğü bu uzun gecenin devam etmesi için hiçbir iyi sebep yoktur.
Bunların tamamı için hiçbir iyi sebepyoktur, ancak bir temel sebepvardır: dünyanın ve halk kitlelerinin hala bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin egemenliği altında yaşamaya zorlandıkları hakikati vardır.
Bu sistem tamamen absürt -suçlu ve canavarca absürt- ve tamamen miadı dolmuştur: tarihi çoktan geçmiş halde, insanlık için herhangi pozitif bir ilerlemeye sebep olabileceği zamanın çok ötesindedir ve aksine insanlığın bütün bu delilikten, suçtan ve gereksiz acılardan kurtarılmasının önünde direkt bir engeldir. ABD’de ve diğer ülkelerde faşizmin yükselişi bu sistemin tamamen miadı dolmuş doğasının ve insanlığın tümü için yükselmekte olan bir tehlike arz ettiğinin göze batan bir işaretidir.
Bu canavarca sistemin ötesine geçmenin gittikçe daha da acil hale geldiği bir noktada bulunmaktayız: İnsanların sadece bireysel olarak yaşamlarını sürdürebilmek için mücadele etmek zorunda olduğu, herkesin diğerleri ile rekabet ve çatışma içinde olmaya itildiği ve her yerde halk kitlelerinin miadı dolmuş baskı ilişkileri tarafından zincirlendiği ve aynı zamanda insanlığın geleceğinin ve bizzat varlığının gittikçe artan bir tehdit altında kaldığı bir durumdan öteye gitmek acil önem taşımaktadır.
Şimdi bütün bunların ötesine geçmek mümkündür.
Tamamen farklı bir yaşam biçimi mümkündür: Toplumu örgütlemenin tamamen farklı bir yolu, radikalce farklı bir ekonomik temel ve siyasi sistem, insanlar arasında özgürleştirici ilişkiler ve seviyeyi yukarı çeken bir kültür ve bütün bunların halk kitlelerinin temel ihtiyaçlarını karşılama ve onların en yüce çıkarlarını gerçekleştirme adına şekillendirilmesi mümkündür. Bu hem geniş kapsamlı hem de somut bir biçimde yazmış olduğum Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet İçin Anayasa (Tasarı Önerisi) (yenikomunizm.com içerisinde bu çeviriye erişilebilir) içerisinde öne sürülmüştür. Bu Anayasa (Tasarı Önerisi) içerisindeki içinde yaşayabileceğimiz tamamen özgürleştirici şekle ışık tutan temel noktaların özetleri Tamamen Yeni Bir Yaşam Biçimi, Temelden Farklı Bir Sisteme İhtiyacımız Var ve Bunu Talep Ediyoruz beyanında bulunmaktadır.
Bunu gerçekleştirmeye girişen devrimcilerin örgütlü saflarına katılmak,İnsanlığın Kurtuluşu İçin Devkom Birlikleri’nin (Devrimci Komünist) bir parçası olmak, bu devrim için aktif ve acil bir biçimde çalışmak, sadece kendimiz için veya küçük bir grup veya oluşum için değil, tüm insanlığın kurtuluşu için hayatımızı öne sürmek: bu gerçekten uğruna yaşanmaya ve hayatınızı adamaya değer bir şeydir.
Dördüncü Nokta –Kritik Önemdeki Son Nokta: Bu sistemin sınırlarının dışına çıkmak, onun katliamcı güçlerinin baskısını kırmak; devrim sadece acil bir ihtiyaç değildir aynı zamanda mümkündür de.
Bu ülkede bu sistemin faşist bir rejimi iktidara getirme şeklindeki ekstrem ifadeye büründüğü gerçeği bu sistemin bir bütün olarak tamamen çürümüş ve gayrimeşru doğasının ve bu ülkedeki hâkim sınıfların artık nesillerdir devam eden şekilde birlik içinde bir hâkim sınıf olarak yönetmeye devam edemeyeceğinin bir ifadesidir. Tabi ki Demokrat Parti, Trump/MAGA faşizmi ile birlikte çalışmaya ve herkesin onu kabul etmesini sağlamaya çalışacaktır ki diğer suçlarının yanı sıra faşizme de neden olan bu korkunç sistemin hakimiyetinin istikrarı devam ettirilsin. Ancak gerçek şudur ki bu ülkede ve genel olarak dünyada çelişkiler ve çatışmalar büyük aksamalara ve patlamalara sebep olarak bu sistemin istikrarına zarar vermeye devam edecektir ve bu gittikçe daha yoğun hale gelen durumda büyüyen, bilinçli, kararlı ve kendini adamış binlerden oluşan devrimci güçler bilimsel bir temelde çelikleşerek milyonlarca insandan oluşan kitlelere bu deliliğe son vermek ve çok daha iyi bir şeyi gerçekleştirmek için gereken özgürleştirici devrim için önderlik etmenin, gerekli temeli hazırlamakta bütün zorlukların üstesinden gelmenin gerekliliklerine sahip olabilecektir.
Şimdi devrimin daha mümkün hale geldiği nadir zamanlardandır.
Bu nadir zaman boşa harcanmamalı, çöpe atılmamalıdır. Acilen ve aktif bir biçimde gerçekten özgürleştirici bir devrim yapmak için bundan faydalanılmalıdır…
Bu nadir zamanın sonucu bir veya diğer taraftaki bu sistemin acımasız dayatıcılarına ya da bir veya başka şekilde insanları bu baskıcı sistemin sınırlarının dışına götüremeyecek, götürmeyecek veya bu sınırların dışına bakmayacak herhangi bir güce bırakılamaz. Bunu gitmesi gereken yere -gerçek, özgürleştirici bir devrime- götürmek için milyonlara önderlik edecek binlerden oluşan örgütlü bir güç olmalıdır ve bu mümkündür.
Böyle bir örgütlü devrimci güç ile toplumun tümü üzerinde artan bir etkiye sahip olmak, halk kitlelerin düşünüş biçimini değiştirmek ve her kurumun nasıl yanıt vereceğini etkilemek mümkün olacaktır.
Devrimin saflarında organize olmuş binler ile milyonlar devrime kazanılabilir ve milyonlar devrime kazanıldıktan sonra devrimin zaferi için gerçek bir olasılık söz konusu olabilir.
Bu devrim için çalışmaya temel yaklaşım revcom.us içerisindeki önemli dosyalarda öne sürülmüştür, örneğin Revolution—Building Up The Basis To Go For The Whole Thing, With A Real Chance To Win: Strategic Orientation And Practical Approach [Devrim – Gerçek Bir Kazanma Şansı ile Tamamen Devrim Yapmak İçin Gerekli Temeli İnşa Etmek: Stratejik Yönelim ve Pratik Yaklaşım]. [yenikomunizm.com içerisinde de çoğu önemli dosyanın çevirisi ve Türkiye içerisinde devrim olasılığı üzerine çalışmalara erişilebilir -Ç.N.]. Ülkenin her yerinde insanlar, sürekli ve hızlıca artan sayılarda bu devrimi gerçekleştirmek için bu temel stratejik yaklaşımı istikrarlı bir biçimde uygulamak için çalışan örgütlü devrimci güçlere katılmalıdır.
Bitirmeden önce bu devrime acil ihtiyaç ve devrimin gerçekten mümkünlüğü ışığında bu devrimin ihtimali öne sürüldüğünde bahsedilen bir şey üzerine konuşmak istiyorum: İnsanları bu devrimin bir parçası olmaya çağırdığımızda ve bunun için çalıştığımızda “insanların ölmesine sebep olacağımız” şeklindeki söylemden söz ediyorum.
İlk olarak bizzat bu ülke içerisinde şeylerin korkunç boyutlarından bir tanesini ele alırsak, kitlesel hapsetmeler sebebiyle boşa harcanan ve yaralanan milyonlarca yaşam ile birlikte sadece son yıllarda binlerce Siyahi insan ve diğerleri polis tarafından öldürülmüştür ve bu polis katliamları hala devam etmektedir. Aynı zamanda çete çatışmaları sebebiyle iç şehirlerde on binlerce insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Tekrardan söylemek gerekirse bu sistem halk kitlelerini içinde mahsur bıraktığı koşullar ve teşvik ettiği çürümüş değerler ve iğrenç kültür sebebiyle insanların akıllarını zehirleyip ahlaklarını bozması ile en nihayetinde bütün bunlardan sorumludur.
Dünyanın her yerinde çok sayıda insan ölmektedir ve bunun sebebi kapitalizm-emperyalizm sisteminin sebep olduğu savaşlar, yıkımlar ve yarattığı yoksunluklardır.
Dahası, bizzat insan toplumunun tümü nükleer savaş ve çevresel yıkım sebebiyle artmakta olan tamamen neslinin tükenmesi tehdidi ile karşılaşmaktadır.
Bu korkunç gerçeklik ve bunların hepsinin tamamen gereksiz olduğu gerçeği sebebiyle bizim acilen devrime ihtiyacımız vardır. Ancak bu sistemin insanların hayatlarını değersizleştirmesi, küçük düşürmesi, pervasızca mahvetmesi ve büyük çapta yok etmesinin aksine biz devkomlar (geliştirmiş olduğum yeni komünizm temelinde devrimci komünistler) dünyadaki her şey içinden insanların en değerlileri olduğu şeklindeki temel çizgi ile uyumlu olarak ilerlemekteyiz ve eşi benzeri görülmemiş ve acil ihtiyaç duyulan devrime de en ciddi ve bilimsel temelli biçimde yaklaşmaktayız.
Aynı zamanda mücadele etmekte olduğumuz sistemin doğası sebebiyle devrimin gerçek fedakarlıklar gerektirdiği gerçeğini görmezden gelmek mümkün değildir. Ancak yine söylüyorum ki insanların hayatı şu anda altında yaşamaya zorlandığımız bu sistemin yönetimi ve dikteleri sebebiyle büyük sayıda, son derece gereksiz ve gerçekten kötü şekillerde heba edilmektedir ve insan hayatının çok daha geniş bir çapta, büyük bir yıkıma uğratılmasının son derece ciddi tehlikesi ile yüzleşmekteyiz. Biz devrimci komünistler burada ve bütün dünyada çok sayıda insanın canavarca ve tamamen gereksiz bir biçimde mahvedilip yok edilmesine son verme hedefi için yorulmak bilmeden çalışmaktayız. İnsanlığın tümünün çıkarları adına, bütün bu deliliğe ve çekilen gereksiz acılara son vermek ve insanların en sonunda bireysel olarak yaşam mücadelesinin ötesine geçmelerini, binlerce yıldır süren baskıcı ilişkilerin büyük ağırlığını omuzlarından atmalarını ve gerçekten bir dünya topluluğu olarak gelişebilecekleri, birlikte hareket etmenin temel prensipleri ile ilerleyen ve dünyanın uygun bakıcıları olmaya muktedir hale gelmelerini mümkün kılacak bir dünya yolunda ileriye doğru özgürleştirici bir adım olacak devrim için gereken fedakarlığı yapmaya hazır ve hazırlıklıyız ve başkalarını da bu fedakarlıkları yapmak için çağırmaktayız.
İNSANLIK ADINA, FAŞİST BİR AMERİKA’YI KABUL ETMİYORUZ!
BÜTÜN BU SİSTEM ÇÜRÜMÜŞ VE GAYRİMEŞRUDUR – TAMAMEN YENİ BİR YAŞAM BİÇİMİNE VE TEMELDEN FARKLI BİR SİSTEME İHTİYACIMIZ VAR VE BUNU TALEP EDİYORUZ!
Donald Trump’ın Mide Bulandırıcı FAŞİST Yemin Konuşması
Editörün notu: Aşağıda yer almakta olan yazı Trump’ın resmi olarak başkan olması ve yemin etmesi sonrası Devrimci Komünist Parti-ABD’nin sesi olan revcom.us içerisinde yayınlanmıştır.
Trump’ın Konuşmasına İlişkin 3 Önemli Nokta: Donald Trump’ın yemin töreni konuşması bütün çıplaklığıyla emperyalistti.
Amerikan topraklarını genişletmekten bahsetmesinin yanı sıra Panama da dahil diğer ülkelerin topraklarını ele geçirmekle tehdit etti. Cümlesinde açıkça “aşikar yazgı” ibaresini kullandı yani ABD’nin diğer halkları ve topraklarını tahakküm altına almasının tanrı tarafından tahsis edilen özel bir hakkı olduğunu söylerken “dünya tarihinin gördüğü en güçlü orduyu” inşa edeceğini söyledi. Tarihin en saldırgan emperyalist gücünün istifade edilmeye çok açık hale geldiğini iddia eden bir portre çizerken Denali Dağının isminin McKinley Dağı olarak değiştirilmesini talep etti. Bu talep; Porto Riko, Filipinler, Guam ve Küba’ya hiçbir provokasyon dahi yokken savaş açarak bu toprakları ve daha sonra bağımsız bir ülke olan Hawaii’yi de ele geçiren başkanı onore ederek açık bir mesaj vermek anlamına geliyor.
Donald Trump’ın konuşması ırkçı, mizojen ve LGBT düşmanıydı.
Trump, göçmenleri kötü giden her şey için günah objesi gibi gösteren, her birinin kaçık ve suçlu olduğu iftiralarını sürdürdü. Konuşmasının devamında Siyahilere ve diğer ezilen uluslara, kadınlara ve LGBT bireylere yönelik yüzyıllardır süregelen baskının ve ayrımcılığın üstesinden gelmeye çalışan her türlü programı ortadan kaldırmaya yemin içti. Cinsiyet rollerini acımasız ve katı bir biçimde uygulayacağı noktasında ne kadar kararlı olduğunu gösterirken işi transların varlığını reddetme noktasına kadar getirdi! Şifreli bir dil kullanarak, bu ülkenin gerçek tarihinin-üzerine inşa edildiği kölelik ve soykırım- ve mevcut gerçekliğiyle beraber kadınların ezilmesiyle ilgili materyallerin ve hatta LBGT insanların varlığından bahseden materyallerin dahi peşinde olduğunu söyledi. (Trump bu imalı beyanı “çocuklarımızdan çoğu durumda kendilerinden utanmayı…ülkemizden nefret etmeyi öğreten bir eğitim sistemimiz var” diyerek verdı -bu ifadeler faşistler tarafından örneğin Siyah Tarihi Derslerini tanımlamak için kullanılan ifadelerdir ki Florida gibi eyaletlerde bu dersleri yasakladıkları gibi LGBT bireyleri olumlu bir şekilde ele alan tüm kitapları okul kütüphanelerinden “arındırmışlardır.”)
Donald Trump’ın konuşması tehlikeli bir Hristiyan faşist kaçkınlığıdır.
Bu konuşmasında Trump kendisini Amerika’ya “yeni altın çağı” getirecek seçilmiş son dönem mesih gibi tanıttı. Kendisine yapılan suikast girişimini anlatırken “Hayatım bir nedenden ötürü kurtarıldı. Tanrı tarafından ABD’yi yeniden yüce yapmak için kurtarıldım” dedi. Bu fantezi daha sonra Trump için dua eden iki vaiz tarafından daha da güçlendirildi: Evanjelist Billy Graham’ın oğlu Franklin Graham ve Tanrının müdahalesinin “milimetrik mucize” ile kanıtlandığını iddia ederek hezeyan derecesinde bir konuşma yapan Detroitli Siyahi papaz Lucius Sewell. Bu durum Trump’ın fanatik takipçilerine akıl almaz saldırganlık kazandıran kutsal bir savaşta ve ahir zamanlarda oldukları zihniyetini teşvik etmektedir.
Trump’ta çok bariz hissedilen hızlı hareket etmek isteyen bir aciliyet hissi vardı. Günün ilerleyen saatlerinde kendilerini MAGA çılgınlığına adamış insanların doldurduğu bir arenada bir dizi ekstrem başkanlık kararnamesini imzaladı. İçerdiği diğer şeylerin yanı sıra bu kararnameler sınırları daha da askerileştirecek, petrol veya gaz için sondaj yapılmasına yönelik her türlü kısıtlamayı kaldıracak.
Eve Götürülmesi Gereken İki Mesaj:
İlk olarak bir konuda açık olalım: Beyaz üstünlenmeciliği, ataerki ve diğer baskı biçimleri bu ülkenin kurulduğu ilk günden itibaren kumaşına işlenmiş olmakla beraber Trump/MAGA faşizmi bu ülkenin yönetilmesi anlamında niteliksel bir değişiklik anlamına gelecek ve şayet durdurulmazsa bu suçlar çok daha korkunç seviyelerde gerçekleşecektir.
Trump’ın bu şiddetli faşist saldırıyı hızlı ve sert bir şekilde harekete geçirmekteki kararlığını görmeli, bizler de hızlı ve keskin davranmalıyız: Bu Trump/MAGA faşizmini yenmek için birleşebileceğimiz herkesle birleşmeliyiz.
İkincisi, Trump bu sistemden bir şekilde farklı değildir. Trump/MAGA faşizmi bu sistemin ekstrem bir ifadesidir. Bu sistem, temelinde yatan ve hiçbir zaman kökünden sökülüp atılamayan kölelik ve soykırımdan dünyanın dört bir yanındaki imparatorluk savaşları tarihine kadar ölümcül bir sömürü sistemidir. Biden ve Harris’in, Obama ve Clintonların en önde yer alarak Demokrat Parti’nin onay mührünü vermeleri çok şey ifade ediyordu. Demokratlar (ve Liz Cheney gibi figürler) ve Trump/MAGA faşizmi arasındaki çelişkiler çok keskin olabilir ancak bütün bunların içerisinde olduğu kontekst bu sisteme nasıl daha iyi hizmet edileceği noktasındadır.
Bu faşizmden ve onun sistemle olan ilişkisinden bahsederken devrimci önder ve yeni komünizmin mimarı Bob Avakian şöyle söylüyordu:
Şimdi iktidarı eline almak için hareket eden Trump/MAGA faşizmi, tüm bu sistemin ve bu ülkenin tüm tarihinin topraklarından yeşermiş ve bu korkunçluğu çok daha fazla ve çok daha direkt yollarla öne sürecektir. Aynı zamanda bu sistemin bir bütün olarak temel doğası ve dinamikleri de halk kitlelerini korkunç acılara tabi tutmakta, çevreyi gittikçe artan bir hızla yok etmekte ve nükleer silah sahibi emperyalist ülkeler ABD ile rakipleri Rusya ve Çin arasında topyekûn savaş tehlikesini tırmandırmaktadır.
Önceden keskin bir biçimde söylediğim şey şimdi daha da acil olarak belli olmaktadır:
Bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmelerine ve insanlığın kaderini belirlemelerine daha fazla izin veremeyiz. En hızlı şekilde alaşağı edilmeleri gerekmektedir.
İsrail ve ABD Yemen’e Saldırıları Arttırıyor — İsrail’in Kana Susamış “Kefaret Savaşında” Bir Cephe
Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı 6 ocakta revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Yazının İngilizce orijinali için tıklayınız.
Son 14 ay boyunca İsrail ve ABD küçük ve acı biçimde fakirleştirilmiş Yemen’e ve onun İran tarafından desteklenen İslami köktenci Husi hareketine karşı birden çok kez saldırı düzenlemiştir. Husiler, İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı misilleme olarak İsrail’e ve Kızıl Deniz’de İsrail ile alakalı nakliye gemilerine saldırı düzenlemekteydi.
Şimdi İsrail ABD desteği ile Yemen ve ülkenin kuzeyini kontrol eden Husileri Gazze ve Lübnan’a yağdırdıkları kana susamış, her şeyi hedef alan ve suç teşkil eden katliamlarla tehdit etmektedir. İsrail’in BM elçisi geçen hafta Husilerin yakın zamanda Gazze’de Hamas ve Lübnan’da Hizbullah ile “aynı acı kaderi paylaşabileceği” uyarısını yapmıştı.
Bunun üzerine bir düşünün. İsrail’in tam ABD desteği ile Gazze’deki Filistin halkına yaptığı şey tarihin en korkunç suçlarından biri, bir soykırım suçu olarak tarihe geçecektir! Lübnan’da İsrail, yine tam ABD desteği ile kitlesel suikast, kontrolsüz katliam ve yaygın bir yıkım kampanyası yürütmüştür ve bunu sadece İran’ın müttefiği Hizbullah’a karşı değil, milyonlarca Lübnanlı sivile karşı gerçekleştirmiştir.
Şimdi suçları ile hava atmakta ve bu suçları tekrar işlemekle tehdit etmektedirler! İsrail veya ABD, Gazze ve Lübnan’da olduğu kadar ölüm ve yıkıma sebep olabilsin veya olamasın, şu anda Yemen’de zaten acı çekmekte olan milyonların yaşamını tehdit etmektedirler ve Ortadoğu’nun bütününe taşabilecek daha geniş çaplı bölgesel savaşın tehlikesini arttırmaktadırlar!
Bunun Son Bulması Gerekiyor!
Yemen’e Karşı Yıllardır Süren ABD – Suudi Saldırganlığı
Yemen’e karşı bu yeni ABD ve İsrail tehditleri, ABD’nin silah ve destek sağladığı Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından yıllar boyu Yemen’deki Husi güçlere karşı yapılan saldırıların hemen arkasından gelmektedir.
2015’ten 2022’ye kadar Suudi Arabistan ve BAE Yemen’e karşı 25.000 hava saldırısını içeren durmak bilmez bir askeri sefer düzenlediler. Ancak durum sadece bununla da sınırlı kalmadı. Suudiler ABD Donanmasının desteği ile Yemen’i abluka altına alarak yiyecek, yakıt ve diğer ihtiyaç ürünlerinin akışını ciddi derecede sınırladı. Ayrıca Yemen’in yiyeceğinin, ilaçlarının ve diğer yardımların %70 ila %80’inin geçtiği ana liman Hüdeydah’ı da bombaladılar. Bunların sonucu savaş sebebiyle %60’ı yiyecek ve sağlık hizmetlerine erişimin yokluğu gibi indirekt sebeplerden gerçekleşen 377.000 ölüm ve bir milyondan fazla insanı etkileyen bir kolera salgınıydı. 21 milyondan fazla Yemenli -ülkenin üçte ikisi- bir önceki senenin ABD ve İsrail saldırıları ve daha fazlası olmadan önce dahi acilen insani yardıma ihtiyaç duymaktaydı.
Son 14 Ay Boyunca Durmak Bilmeyen Saldırılar
İsrail, Ekim 2023’te Gazze’deki ABD destekli soykırımını başlattıktan sonra Husiler Kızıl Deniz ve Aden Körfezinde İsrail’e giden gemilere saldırmaya başladı ve “Gazze’deki saldırıların bitmesini ve kuşatmanın kaldırılmasını” talep ettiler.
Husilerin düzenlediği 130 saldırı Süveyş Kanalı’nı da içeren dünyanın en işlek ve önemli ticaret koridorlarından birindeki nakliyatı ciddi biçimde aksatmıştır. Husiler ayrıca direkt İsrail’e karşı dron ve füze saldırıları da başlatmıştır.
İsrail ve ABD hem Yemen’e hem de Husilere bu saldırılara son vermek ve aynı zamanda Husileri yok etmek veya en azından güçsüzleştirmek için tekrar tekrar saldırmışlardır. Bu saldırılar Yemen’in temel sivil altyapısını -Hüdeydah da dahil- vurmayı da içermiştir, tıpkı Suudilerin de ABD desteğiyle önceden yaptıkları gibi. Bu Yemen’deki milyonları ve özellikle “akut yardım ihtiyacı olan” yaklaşık 14 milyon insanı daha da tehlikeye sokmaktadır. (İngilizce olarak bknz. https://revcom.us/en/we-challenge-you-learn-about-yemen [Size Yemen’le İlgili Daha Çok Şey Öğrenmeniz İçin Meydan Okuyoruz])
Saldırılar Tırmanıyor
Yakın haftalarda iki taraf da saldırılarını genişletmiştir. 29 Aralık haftasında İsrail tekrardan Hüdeydah’ı ve ayrıca enerji istasyonlarını ve Sanaa’daki ana havalimanın bombalayarak en az 6 kişiyi öldürmüştür. Dünya Sağlık Örgütü’nün başkanı da bu sırada havalimanında bir uçağa binmekteydi. Kendisi saldırıyı yaralanmadan atlatsa da sivil bir tesise yapılan bu kontrolsüz saldırıyı kınamıştır. ABD sonrasında Yemen’in başkenti Sanaa ve diğer bölgelerde Houthi önderliğini ve silah üretim tesislerini hedefleyen bir hava saldırısı dalgası başlatmıştır.
İsrail Daha Çok Kan Dökme ve Daha Geniş Çaplı Bir Savaş Tehdidinde Bulunmaktadır
Yemen, İsrail’in bir senedir süren, İsrail’in düşmanlarını yok etmeyi ve Ortadoğu’nun tümünde ABD-İsrail kontrolünü derinleştirmeyi amaçlayan ABD destekli ve katliamcı “Kefaret Savaşlarında” sadece bir cephedir.
Alan Goodman’ın yazdığı gibi, “Netan-Nazi’nin yedi cepheli ‘Kefaret Savaşı’ dediği şey Gazze’de soykırımı, Batı Şeria’da soykırımı, Suriye’nin büyük yıkımını ve Irak’taki güçlere saldırıları içermektedir. Bunun yanında Lübnan’da sivillerin kitlesel katliamını, Yemen’de gıda yardımına acil ihtiyaç imkanını yok etmeyi ve İran’ı nükleer şantaja tabi tutmayı da içermektedir. (bknz. Israel’s “War of Redemption”—A Terrorist Rampage “Changing the Face of the Middle East,” Threatening Even Worse [İsrail’in “Kefaret Savaşı” – “Ortadoğu’nun Yüzünü Değiştirmekte” Olan ve Daha da Kötüsünü Yapmakla Tehdit Eden Terörist Bir Saldırı] (revcom.us, Aralık 16, 2024))
Şimdi İsrail ve ABD Yemen halkına karşı saldırılarını -ve suçlarını- ciddi derecede tırmandırma tehdidinde bulunmaktadır. İsrail Başbakanı Netanyahu geçen hafta “Diğer cephelerde yaptığımız gibi burada da bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya kararlıyız” şeklinde bir beyanda bulunmuştur. İran’dan bahsederken de “Ahtapotun kolları teker teker kopartılmaktadır” diye eklemiştir.
İsrail’in savunma bakanı “bütün Husi liderleri avlamak, tıpkı başka yerlerde yaptığımız gibi onları vurmak” tehdidinde bulunmuştur, yani başka bir deyişle İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’ın önderliğini öldürdüğü gibi Husi liderleri de öldürmekle tehdit etmektedir.
Yaklaşmakta Olan Katliam ve Yıkımın Sorumluluğu Kimdedir?
Bob Avakian sosyal medya mesajı “99’da: Bu ülkenin liderleri ‘teröristleri’ kınarken aynı zamanda terörizmi açıkça desteklemektedirler]” demekte ve bölgenin üzerinde asılı duran bu şiddet ve yıkım kabusunun asıl suçlusunun kim olduğunu ve bu gerçeklikten çıkarmamız gereken temel sonucu özetlemektedir:
Bu konuda hiçbir şüphe veya kafa karışıklığına izin vermeyin: Ortadoğu’da askeri çatışmaların ciddi biçimde tırmanmasının ve bunun sonucunda olacakların sorumluluğu İsrail ve İsrail’i sonuna kadar desteklemeye devam eden ABD’dir.
Bütün bu lanet sistemin ortadan kaldırılması gerektiğini söylemek için daha başka neyi bilmeye ihtiyacınız var?!
HTŞ’nin Doğası, Gelişimi ve Niteliği Üzerine
Esad’ın devrilmesi sonrası insanlar Sednaya hapishanesinde(1) ve toplu mezarlarda(2) sevdiklerini aramanın ve belki sadece kemiklerine ulaşabilmenin yasını tuttu. Kimi kesimdeki sevinç ve yas gibi karışık duygular, yerini kimlerin iktidara geldiğini sorgulamaya, kaygıya ve protestolara bıraktı. HTŞ’nin siyasi yönetimde kadınlara yer vermeye niyetinin olmadığını söylemesinden sonra, kadınlar Noel ağacının yakılmasından sonra da Hristiyanlar sokaklara döküldü. Cihatçıların ev baskını, yağma, kadınlara taciz, kaçırma ve infazları hızla başladı. Arap Alevi toplumu için önemli kişilerden Hüseyin bin Hamdan el Hasibi’nin Halep’teki türbesinin yakılması bardağı taşıran damla oldu. Lazkiye, Tartus, Cebele, Hama, Humus’ta Alevilerin kitlesel gösterilerine HTŞ ateşle karşılık verdi ve Eski Esad güçlerinden hesap sorduğunu söyleyip, Alevilere karşı cadı avı ve katliam başlattı. Batılı emperyalistlerin “ılımlı İslam” ambalajında pazarlayıp meşruiyet yaratmaya çalıştığı HTŞ’nin imaj balonu bir ay bile dayanamadan patladı. Selefi cihatçı özünün imaj değişim çabalarıyla neden değişemeyeceğini ve önümüzdeki günlerde nasıl bir düzen kuracağını HTŞ’nin evveliyatı gösteriyor.
HTŞ, El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’nin devamıdır. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Irak’ta El Kaide’ye katılan HTŞ lideri Ahmed Hüseyin el Şara (savaşçı adı Ebu Muhammed el Colani), Irak’ta güç kaybettikten sonra 2011’de Suriye’deki ayaklanmaları fırsat olarak görüp 2012’de El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi’ni kurdu. ABD aynı yıl içinde terör örgütü olarak ilan etti ve 2013’te de Colani’yi “özel olarak belirlenmiş küresel terörist” listesine aldı.
Hem El Nusra Cephesi hem IŞİD başlangıçta Irak El Kaidesi’nden doğup, sonrasında iktidar mücadeleleriyle ayrılarak amansız düşmanlara dönüştü. 2013’te IŞİD lideri Bağdadi, El Nusra Cephesi’nin IŞİD’in bir parçası olduğunu açıklamasından sonra Colani bu kararı reddetti ve ona savaşçı, silah ve para sağlayan El Kaide lideri Eymen el-Zevahiri’ye bağlılığını sürdürdüğünü ilan etti. Gruplar çatıştı ve Suriye’deki savaşçılar için rekabette binlerce kişi öldü. Suriye’deki Sünni cihatçı gruplar arasında üstünlük mücadelesindeki iç çatışmadan sonra Şubat 2014’te El Kaide, resmen IŞİD ile bağlarını kopardı(3). Ancak bu gruplara bağlı bireysel cihatçılar zaman zaman yurt dışında terör saldırıları düzenlemek için iş birliği yapmaya devam etti.
El Nusra lideri Colani kısa sürede Basra Körfezi’nde kendi bağışçılarını güvence altına alan, kontrolü altındaki bölgelerde vergilendirme ve varlıklara el koyma yoluyla gelir toplayan, isyancı saldırılar düzenlemede ustalaşan ve giderek artan sayıda savaşçıyı kendine çeken bir örgüt kurdu. 2014’te 8.000 savaşçıya ulaştı.
HTŞ Şemsiyesi Altında Birleşme
2016’da Colani, Zawahiri’nin onayı olmadan El Kaide ile de bağlarını kopardı(4) ve örgütün adını Jabhat Fatah al Sham (Levant’ın Fethi Cephesi)(5) olarak değiştirdi. Suriye güçlerinin Halep şehrini geri almasından sonra savaşçılarını İdlib vilayetine tahliye etti ve 2017’de diğer aşırılıkçı dört grupla HTŞ şemsiyesi(6) altında birleşti. Colani diğer isyancı grup Ahrar al-Sham ile çatışarak İdlib’te silah üretiminden sorumlu Ahrar grubunu(7), üst düzey askeri yönetiminden kişilerle birlikte 3.000 savaşçısını hakimiyetine aldı. Daha sonra Harakat Nour al Din al Zinki, HTŞ ile Ahrar al Sham arasındaki iç çatışmadan dolayı HTS’den ayrıldı. HTŞ altında birleşme, örgütün savaşçı sayısını ve askeri gücünü artırıp etkinliğini İdlib, Hama, Halep ve Dera gibi geniş bir coğrafyaya yaydı. ABD, HTŞ’yi terör örgütü ilan etti, Colani’nin tutuklanması için başına 10 milyon dolar ödül koydu.
HTŞ’nin güç mücadelesiyle diğer örgütleri hakimiyeti altına alması cihatçılar arasındaki ideolojik bölünmeleri derinleştirdi. Ahrar al Sham, Müslüman Kardeşler’in ana akım ideolojisini temsil ederken; HTŞ, El-Kaide gibi Selefi cihatçı anlayıştan geliyordu. Her ikisi de Şeriatı yasama için birincil kaynak olarak savunsa da Müslüman Kardeşler gibi ana akım İslamcılar, Şeriat temelli bir medeni devletin elde edilmesinde aşamalı bir yaklaşımı tercih ederken; El-Kaide gibi selefi cihatçılar yeniden bir Halifelik kurmak isterler ve bunu yapmanın tek yolunun İslam düşmanlarına karşı silahlı mücadele olduğunu savunurlar. Ancak burada temel olan ister “ana akım” isterse selefi olsun hepsinin de özü İslami köktenciliğe dayanır.
HTŞ şemsiyesi altında bu birleşme, ideolojik bir değişimden ziyade bir kabuk değiştirme ya da imaj değişim hamlesiydi. Bu yeni imaj ile HTŞ, grubun Suriye içindeki çekiciliğini sınırlayan El Kaide’nin küresel cihatçı gündeminden uzaklaşıp yerel yönetim, ekonomik konular ve insani yardımların idaresi gibi konulara odaklandı. Ancak temel ideolojisi olan Suriye’de İslami bir yönetim kurmaya dayalı cihatçı anlayışı değişmedi. HTŞ, uluslararası muhalefeti en aza indirip Suriye’deki İslamcı hareketleri kendine daha etkin bir şekilde bağlayarak radikal İslamcı kökenlerini yerel yönetime angaje etmeye çalışan pragmatik bir örgüt oldu.
HTŞ altında birleşme, aynı zamanda Astana görüşmelerine(8) denk gelir. Rusya ve İran destekli güçlerin desteğiyle rejim güçlerinin Halep’i geri almasından sonra, Türkiye’nin kol kanat germesiyle beş vilayette dört “gerilim azaltma bölgesi” oluşturulup cihatçı örgütler(9) İdlib’e yerleştirildi. HTŞ, İdlib’de Ahrar el Şam ve Nour el Din Zenki Hareketi gibi rakipleriyle çatışarak 2019’a kadar şehrin büyük kısmını kontrol altına aldı (10). HTŞ, aynı zamanda en büyük rakibi IŞİD ile de çatışıp kontrolü altındaki bölgelerde faaliyet gösteren IŞİD hücrelerine baskınlar düzenliyor ve IŞİD savaşçılarını tutuklayıp Türkiye’ye teslim ediyordu. 2019’da IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi bir Amerikan askeri operasyonunda öldürüldüğünde, Colani, Bağdadi’nin ölümünü memnuniyetle karşıladı(11).
Mart 2020’de Şam’ın müttefiki Rusya ve isyancıların destekleyicisi Türkiye’nin arabuluculuğuyla yapılan ateşkes, bölgeyi çevreleyen çatışmaları büyük ölçüde durdurdu (12). 2,9 milyon kişinin yaşadığı ve çatışmalardan bölgeye sürülenlerin çoğunun kamplarda kaldığı Türkiye sınırındaki İdlib, cihatçı grupların son kalesi haline geldi. 2.000 ila 2.500 savaşçısı olan El Kaide’nin Suriye kolu Hurras el Din; Çin’in Uygur azınlığından gelen 3.000 ila 4.500 savaşçıyla Türkistan İslam Partisi (TIP); Batı Avrupalı ve Çeçen savaşçılar; bazı IŞİD hücreleri ve binlerce Türkiye destekli savaşçı, İdlib’de HTŞ ile birlikte varlık gösteriyordu. Ankara, Mart 2020’deki ateşkes anlaşmasıyla İdlib’e yaklaşık 15.000 asker konuşlandırmıştı. 10.000 savaşçısı olduğu tahmin edilen HTŞ, diğer İslamcı örgütler üzerinde konsolidasyon sağlayarak İdlib’in yarısından fazlasını ve çevredeki eyaletlerin küçük kısımlarını kontrolü altına aldı (13).
HTŞ’nin diğer İslamcı örgütler üzerinde baskı kurması ve savaşçılarını tutuklaması protestoları tetikledi. Protestolarda önemli bir rol oynayan kadınlar, HTŞ’den tutukluları serbest bırakmasını istedi (14). HTŞ, Suriye ayaklanmasının 11. yıl dönümü etkinliğinde diğer cihatçı grupların bayraklarını yasaklayınca, Colani karşıtı sloganlar atan kişiler güvenlik güçleri tarafından alandan uzaklaştırıldı. HTŞ, Nisan 2022’de Fransa, Fas, Suudi Arabistan ve Türkiye’den gelen, aralarında bazı IŞİD üyelerinin de bulunduğu 50 yabancı cihatçıyı Türkiye’ye transfer etti. 2022 ortalarından itibaren HTŞ, İdlib’deki diğer cihatçı gruplara kıyasla askeri üstünlüğe sahipti. HTŞ’nin İdlib’de El Kaide ve IŞİD’e yönelik periyodik baskıları uluslararası toplumca iyi niyet göstergesi olarak sunulsa da bu hamleler esasen grubun yeminli düşmanlarını ortadan kaldırmak ve yerelde kendine muhalif sesleri bastırarak yönetimini pekiştirmek içindi.
HTŞ, Türkiye ile ilişkilerine dayanarak, SMO (Suriye Milli Ordusu)’nun fraksiyonlarıyla çoğu zaman Kuzeybatı Suriye’de koordinasyon içinde olurken (15), SMO içindeki gruplar arasındaki çatışmalara da dönem dönem dahil oldu (16). 2018 yılında Türkiye, HTŞ’yi resmen terör örgütü olarak ilan etse de, Türkiye HTŞ’ye Kuzeybatı Suriye’de kol kanat gerdi. Türkiye, Bahar Kalkanı Harekâtı ile İdlib’de Suriye rejiminin saldırısını engellemiş ve Mart 2020’de Rusya ile M4 karayolu boyunca yaklaşık 6.5 km genişliğinde bir koridor oluşturan ve Türk-Rus güçleri tarafından devriye gezilen bir ateşkes anlaşmasını hayata geçirdi. Bu anlaşma, 2022’ye kadar süren ateşkesle HTŞ’ye bir nevi kalkan oldu. HTŞ, SMO gibi Türkiye güdümünde olmayan ama pragmatik ilişkiler kuran bir örgüt oldu (17).
HTŞ’nin İdlib Yerel Yönetimi ve Ekonomisini Ele Geçirme Süreci
HTŞ’nin gelir kaynağı, ilk başta rejim ve muhalif fraksiyonlardan ele geçirilen ganimetler (18), fidye, bağış ve halktan zorla alınan zekâtla sınırlıydı. Ancak Kuzeybatı Suriye’de askeri ve siyasi de facto güç haline gelmesi için başka finansman kaynaklarına ihtiyacı vardı. Bunun için bölgedeki tüm yatırım ve ticaret faaliyetlerini kapsayan bir ekonomik sistem inşa etti. Siyasi meşruiyet kazanmak için altında birçok bakanlık (19) bulunan Suriye Kurtuluş Hükümeti’ni (SSG) kursa da, bu siyasi yapı daha çok HTŞ’ye yasal ve idari bir örtü olmaktan öteye gitmedi (20).
HTŞ, kurumsallaşarak SSG üzerinden Türkiye’den gıda maddelerinin ithalatı, tarım alanlarının kontrolü, benzin ve dizel ithalatı ile dağıtımı gibi gelir kaynaklarını kontrolü altına aldı. Yakıt ve enerji ticaretinden yaklaşık 1 milyon dolar kazanıyordu. Ayrıca insani yardımların dağıtımını kontrol ediyor ve bu malların bir kısmını HTŞ’nin çıkar ağlarını güçlendirmek için kullanıyordu. Bölgenin ayakta kalmasında uluslararası insani yardımların büyük payı oldu. Temel gelir kaynağı ise Türkiye ile en önemli sivil, insani ve ticari geçiş noktası olan Bab el-Hava sınır kapısından sağladığı yıllık 10-15 milyon doları bulan geçiş ücretleriydi (21).
HTŞ ayrıca çeşitli şirketler ve SSG altında kurumlar kurarak İdlib’de belirli sektörlerde tekel oluşturup siyasi gücünü güçlendirdi. Bunlardan en önemlisi yakıt ve petrol türevlerinin kontrolüydü. Ocak 2018’deki Zeytin Dalı Harekâtı’nın ardından Türkiye ve SMO’nun Afrin’i ele geçirmesi ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolündeki bölgelerden yakıt ithalatının kesilmesinden sonra HTŞ, Kuzeybatı Suriye genelinde petrol türevleri ticaretini tekeline almak için Watad Petrol Şirketi’ni kurdu (22). Şirket, kuruluşundan hemen sonra bir Türk şirketi olan MT aracılığıyla petrol türevleri ithal etmeye başladı.
Ticareti ve para akışını kontrol etmek için çeşitli birimler kuran HTŞ, İdlib’de döviz işlemlerini kontrol altına almak için önce Para Ajansı’nı (23), sonra kendi havale şirketi al-Waseet’i bir bankaya dönüştürerek Şam Bankası’nı kurdu. Banka, öncelikle Watad Petrol Şirketi’nin para transferlerini yapmak için hizmet vermeye başladı. İdlib’deki Türkiye etkisinin boyutunu göstermesi açısından da SSG’nin Suriye lirası (SYP) yerine Türk lirası (TL) (24)’na geçmesi çarpıcıdır. Mal fiyatları, maaşlar ve en önemlisi Watad Petrol Şirketi’nin kontrolündeki petrol türevleri ve gaz fiyatları TL’ye endekslendi. Birkaç gün içinde Afrin’deki Türk Posta ve Telgraf Teşkilatı (PTT) şubesi aracılığıyla büyük miktarda Türk lirası Şam Bankası’na aktarıldı. Şam Bankası (25), İdlib’de Türk lirası banknotlarının ana kaynağı haline geldi.
Ticaret ve finansal trafiğin devamı için elzem olan iletişim teknolojisi için de SSG, Telekomünikasyon Departmanı (29) aracılığıyla fiber optik kablolar döşeyerek ve iletişim kuleleri inşa ederek İdlib ve çevresindeki iletişim altyapısını denetimi altına aldı. HTŞ’nin Kuzeybatı Suriye ekonomisi üzerindeki kontrolü, yalnızca belirli sektörlerle sınırlı olmayıp, İdlib ve batı Halep’teki ticari ve ekonomik faaliyetlerin çoğunu kontrol eden geniş bir ortaklar ve iş insanları ağına dayanıyordu. Bu ağın gelişmesi, Kuzeybatı Suriye’deki siyasi ve askeri gelişmelerle, özellikle de Türkiye ile ilişkileri ve faaliyetleriyle şekillendi.
HTŞ, kurduğu kurumlarla kurumsal siyasi bir hükümet görünümü yaratırken, aynı zamanda bu birimleri demir yumruğunu kullanmak, zorla zekât paraları toplamak ve talanla gelirlerini artırmak için kullandı. Çiftçilerden ve iş yeri sahiplerinden Zekât Departmanı ile her yıl zorunlu zekât alıyordu (26). Zeytinyağı üreticileri ürettikleri yağın bir kısmının zorla zekât olarak alınmasını protesto edince, HTŞ çiftçilerin kasabasını bombalayarak beş kişiyi öldürdü. Mezhepçi Selefi anlayışıyla “mürtetler ve Şebbiha” olarak tanımladığı yerinden edilmiş Hristiyanların ve rejimle bağlantılı saydığı Alevi sivillerin evlerine el koydu (27). Ele geçirilen mülkler, örgüt komutanlarına “prim” olarak veriliyordu. Yeni tapulama işlemlerini de kurduğu Taşınmaz ve Mülk Kayıt Bürosu üzerinden yürütüyordu. Bu kurum, aynı zamanda yerinden edilip İdlib’de kamplarda kalan kişilerden de devlet arazisi üzerine çadır kurduklarını söyleyerek zorunlu kira alıyordu (28).
Şam’ı ele geçirmesinden aylar önce, Kuzeybatı Suriye’de oluşturduğu siyasi ve ekonomik yapı ve askeri hakimiyetine rağmen, bölge ciddi bir siyasi krizle çalkalanıyordu. Halk, Colani’nin görevden alınması, tutukluların serbest bırakılması ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için eylemler yapıyordu. HTŞ’nin iç sorunları, üst düzey figürlerden Ebu Maria el-Kahtani’nin suikastı ve Ebu Ahmed Zekur’un örgütten ayrılarak Türkiye kontrolündeki bölgelere kaçışıyla derinleşti. Halkın bir kısmı HTŞ’nin bir cihatçı gruptan, mali kazanç ve nüfuz için yarışılan bir patronaj sistemine dönüştüğünü düşünüyor bu durum hem halkın öfkesini hem de iç bölünmeleri arttırıyordu. Şubat 2023 depremlerinden sonra kötü yönetim, yolsuzluk, vergiler, işsizlik, yetersiz yardım ve yaşam koşulları krizi halkın tepkisini büyüttü. HTŞ’nin muhalif seslere baskısı ve işkenceleri de bu huzursuzluğu körükledi. HTŞ’nin Şam’ı ele geçirme hamlesi, bir nevi İdlib’teki sıkışmışlığı ve istikrarsızlığına bir çıkış yolu oldu.
İdlib’ten Şam’a Transfer Edilen Yeni Hükümet
13 yıl süren savaştan sonra, sadece 11 günde Suriye’deki rejimi devralan Colani, Şam’ı ele geçirir geçirmez Emevi Camii’ndeki zafer konuşmasında, Ortadoğu için yeni bir dönemin başladığını ve yeni bir Suriye inşa etmenin “İslam ümmeti için bir ışık” olacağını “muştuladı”. İdlib’teki İslami hükümet modeli ve SSG’nin bakanları, Tevhid bayrağı ve üç yıldızlı HTŞ bayrağıyla Şam’a transfer edildi. Yeni hükümet, yeni rejimde burjuvazinin kaygı duymasını müjdelercesine iş dünyası liderlerine, devletin serbest piyasa modelini benimseyeceğini ve küresel finans sistemine entegre olacağını duyurdu. Şam’ı kontrol eden yetkililer, ilk iş olumlu bir imaj çizmek ve uluslararası meşruiyet yoluyla insani yardımlar üzerinden fonların kapısını aralamak için düzeni tesis ederek devlet kurumlarını koruma ve çeşitliliğe saygı gösterme taahhüdü verdi.
El Kaideci cihatçı kamburlarını takım elbise ve kravatlı imajıyla örtmeye çalışan Colani, 2020’den beri yaptığı imaj ve halkla ilişkiler çalışmalarını yaptırımların kaldırılması için daha da artırdı. Colani, BBC’ye verdiği röportajda, savaşın yıprattığı Suriye’nin Batı veya komşuları için bir tehdit oluşturmadığını, grubunun artık bir terör örgütü olmadığını, sivilleri hedef almadığını ve aşırılıkçı geçmişten uzaklaştığını söyleyip Suriye’nin Afganistan’a benzetilmesine karşı çıksada mızrak çuvala sığmıyor.
Terörist HTŞ’nin Colani’sinden Devletleşen HTŞ’nin Al Şaraa’sına
HTŞ halen ABD, AB ve Türkiye tarafından “terörist” bir grup olarak kabul edilse de ülke temsilcileri bir bir Şam’ın yeni yöneticilerini ziyaret ederek Colani’nin bu “ılımlı İslam” imaj çalışmalarına katkıda bulundular. 2018’den beri HTŞ “yabancı terör örgütü” olarak tanımlansa da başta ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri ile BM temsilcileri, İslamcı yönetimden azınlık hakları, kadın temsili ve Kürtlerin geleceğiyle ilgili “ılımlı ve kapsayıcı olacağına dair güvence” aldılar. ABD, Şam’daki görüşmelerden aldığı “olumlu mesajlar” ile Colani’nin başına koyduğu 10 milyon dolarlık tutuklama ödülünü kaldırdı bile. Türkiye’nin öteden beri olan HTŞ desteğinin ganimetlerini toplamak için Şam’a giden Hakan Fidan, Colani ile en sıcak kucaklaşmayı yaptı.
Ziyaretlerle ve açıklamalarla HTŞ’nin cihatçı özünün “ılımlı” ambalajla paketlenmesi söylemleri, Suriye’ye yıllardır uygulanan yaptırımların kaldırılması ve İdlib üzerinden özellikle 2017’den beri sağlanan insani yardım fonlarının artık Şam üzerinden devam ettirilerek, Suriye’nin Batı emperyalistlerinin siyasi vesayeti doğrultusunda yeniden inşa edilebilmesine dayanıyor. Suriye ekonomisi 13 yıllık savaş, yıkım ve yaptırımlar sonrası perişan halde. Avrupa Birliği ve ABD, Sezar Yaptırımlarıyla Suriye ekonomisinin büyük bir kısmını, özellikle enerji sektörü ile teknoloji ve ticaretle ilgili sektörleri hedef almıştı. Şimdi Batılı emperyalist liderler, yeniden kurulacak düzende rol almak için bir bir Şam’da boy gösterip yaptırımların kaldırılması için olumlu izlenimlerini paylaşıyorlar.
Suriyeli hiçbir temsilci olmaksızın ABD ile sekiz Arap ülkesi ve BM temsilcisinin Akabe’deki toplantısında Suriye’nin geleceğini konuşmaları (35), aslında Suriye’nin geleceğine Suriye halkının karar vermeyeceğini de göstermiş oldu. 13 yıllık savaş bitse de Batılı emperyalistlerinin desteğiyle yükselttiği İslamcı HTŞ rejimi üzerinden devam eden siyasi vesayetle Suriye halkının geleceği Suriyelilerin eline bırakılmıyor.
Kolları Kırılan “Direniş Ekseni”
HTŞ’nin 13 yıllık savaştan sonra neredeyse çoğu bölgeyi kurşun atmadan ele geçirmesi, bölgede yoğunlaşıp patlak veren çelişkilerden ve Bob Avakian’ın iki miadı dolmuşlar olarak tanımladığı, emperyalizmin özgül bir çelişkisi olan Batı emperyalizmi ve İslami köktenci cihatçılık arasındaki çatışmadan ayrı düşünülemez. Direniş Ekseni olarak adlandırılan taraflar hem emperyalistler arası çelişkilerin hem de iki miadı dolmuşlar çelişkisinin bir dışavurumu olarak siyasi sahada yer edinirler. Rusya ve İran’ın müdahalesi ile 2017’de savaş Esad’ın lehine dönerken, Rusya’nın Ukrayna savaşına odaklanması ve İsrail’in Filistin, Lübnan, Suriye ve İran’a yönelik saldırıları ile Hizbullah (36) ve İran’ın Suriye’ye destek gücünü zayıflatmasıyla, savaş şu aşamada ABD, Israil ve Türkiye destekli HTŞ’nin iktidarıyla sonuçlandı.
HTŞ iktidarı, İsrail ve ABD güçlerinin Orta Doğu’da kontrolünü arttırarak; İran’ın Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Hashd al-Shaabi ve Yemen’deki Husiler gibi silahlı grupları içeren “Direniş Ekseni” ittifakına büyük bir darbe oldu. İran’ın “direniş ekseni”ndeki kritik düğüm noktası Suriye’nin kaybedilmesi, Hamas ve Hizbullah’ın İsrail tarafından sistematik olarak saldırıları ve Hashd al-Shaabi’nin saldırılarını önlemek için ABD’nin Irak üzerindeki baskısı sonrası, her türlü ciddi saldırı kabiliyetine sahip tek vekil olarak Yemen’deki Husiler kalıyor.
Filistin’deki soykırımdan artık kimse bahsetmiyor. İsrail, diğer yandan Batı emperyalistlerinin Orta Doğu’daki karakolu görevini devam ettirerek Suriye’yi de vuruyor ve işgalini sürdürüyor. HTŞ’nin iktidara gelişinden sonra en az 800 saldırıda kuzey şehirlerini, Tartus ve Lazkiye’nin kıyı şeritlerini, Humus, Hama ve başkent Şam’ın çevresini bombalayıp Suriye’nin askeri tesislerini ve bütün altyapısını yok etti. Hermon Dağı’nı ve Suriye sınırındaki bölgedeki stratejik kasaba ve köyleri ele geçirerek “tampon bölge”sini Şam yakınlarına kadar dayandırdı. İsrail, Suriye’deki saldırılarını artırırken, Colani ülkenin yeni bir savaşa hazır olmadığını söyleyip İsrail’e karşı en ufak bir direnişte bulunmadı. HTŞ yönetiminin ABD ve İsrail yanında daha önce Suriye savaşında da savaştığı Filistin, Hizbullah ve İran güçlerine karşı duruşuyla bu güçlerin örgütleri Suriye’den çekildi.
SDG’nin Geleceği
SDG güçlerinin geleceği hâlâ muğlak. HTŞ, SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) dağıtma ve Türkiye ile olan yakın ilişkilerinden ötürü SDG güçlerine federal bir statü verme niyetinde olmadığını açık etse de, ABD desteğini kaybetmemek için de Kürt güçlerine yönelik sert bir açıklaması ya da icraatı olmadı. Türkiye destekli SMO, SDG’ye saldırırken, ABD SDG’yi desteklemeye devam etti ve geçici ateşkesler yapıldı. SDG, Tel Rıfat ve Menbiç’ten Fırat’ın doğusuna çekildi. Fırat Nehri sınırında Karakozak Köprüsü ve Tişrîn Barajı bölgesinde çatışmalar devam ediyor.
Türk devleti, “PKK/YPG’nin silahsızlanması ve yabancı savaşçıların Suriye’den çıkması” şartı HTS tarafindan yerine getirilmezse Kobane’ye operasyon tehdidi savuruyor. SDG komutanı Mazlum Abdi, Rojava’nin silahsızlandırılması ve yabancı savaşçıların bölgeyi terk etmesi teklifini kabul etti ancak SDG güçlerini dağıtmayacaklarını, Suriye’yi bölmeden, gayri merkezi bir sistem dâhilinde “federasyon” değil ama “özerk” bir bölge olarak kalmayı hedeflediklerini söyledi. ABD güçlerinin de desteklediği gibi, Şam’da Barzani’ye yakın ENKS ile birlikte bir Kürt temsiliyetinin olduğu, SDG güçlerinin Kobani, Haseke ve Kamışlı ile sınırlı kaldığı bir “özerk” yönetime doğru gidilebilir. Türk devleti, SMO üzerinden çatışmalarla “tampon bölgesini” genişletip ilhakına devam ederken, Fırat’ın doğusuna çekilen SDG güçleri üzerine ABD’yi çiğneyip geçemiyor, ancak Bahçeli’nin muştuladığı “barış süreci” üzerinden Kuzey Kürdistan ve Rojava’da siyasi tahakküm sağlamaya çalışıyor.
ABD, SDG ile ittifakını sürdürürken Pentagon, asker çekme planı olmadığını ve IŞİD’in hâlâ tehdit oluşturduğunu söylüyor. ABD güçlerinin Suriye’nin doğusunda, Irak sınırındaki El Tanf garnizonunda konuşlu 900 askeri personelinin 2.000 askere çıkarılması, Suriye’den çekilmeye pek niyetli olmadığını gösteriyor. Suriye’de bunca askeri ve siyasi “yatırım” yaptıktan sonra ve Suriye’de HTŞ üzerinden “direniş ekseninin” yıpratılması stratejisi düşünüldüğünde, ABD’nin Trump iktidarı ele aldığında da çekilmeyeceğini öngörmek güç değil. Keza Trump’ın söylediği gibi, Ocak ayındaki yemin töreninden önce Gazze’de tutulan esirler serbest bırakılmadığı takdirde, Trump Orta Doğu’da “büyük bedeller” ödetmeye geliyor. Ancak, askeri varlığını tam çekmeden, HTŞ ve SMO güçlerinin Türkiye desteğiyle rejimi “dostane olmayan bir ele geçirme”sini “akıllıca” bulduğu müttefiki Erdoğan’a Suriye’de ABD ve İsrail çıkarlarıyla paralel bir şekilde tahakküm kurmasına izin de verebilir.
HTŞ, Batılı emperyalistler siyasi vesayetlerini devam ettirmek için hangi ılımlı ambalaja sokmak isterlerse istesinler, İslamcı köktenci cihatçı bir örgüttür. Daha geçenlerde, ABD emperyalistleri ve müttefikleri için “kötü İslamcılar” olarak görülen, başına ödül konulan Colani’yi ve HTŞ’yi birden “iyi İslamcılar” olarak kabul etmeleri büyük ancak hiç de şaşırtıcı olmayan bir ikiyüzlülüktür. Esad rejimi Ortadoğunun en gerici rejimlerinden biriydi ancak yerine gelen HTŞ bir kurtarıcı veya devrimci bir güç değildir ve başta azınlıklar olmak üzere tüm Suriye halklarına, şimdi yapmaya başladığı gibi, katliamdan ve baskıdan başka bir şey getirmeyecektir. Bundan kurtuluş ne Batı emperyalizmi destekli cihatçı HTŞ’dir ne de BRICS destekli “direniş ekseni”dir. Tıpkı dünya ve bölge halklarının olduğu gibi Suriye halkının kurtuluşu da emperyalistlerden emperyalist beğenerek değil, ancak devrimci halk kitlelerinin örgütlü mücadelesiyle gerçek bir devrimle mümkündür. Görevimiz bölgesel gerici Türkiye’nin HTŞ ve SMO gibi cihatçılar üzerinden kurduğu tahakküme, Kürt güçleri üzerindeki baskıya ve her türlü mülteci düşmanlığına karşı koymaktır.
DİPNOTLAR
İşkence ve kötü muamelelerle bilinen Sednaya Hapishanesi’nde rejim tarafından “terörizm” suçlamasıyla keyfi olarak tutuklanan ve sistematik işkenceye maruz kalan yaklaşık 20.000 mahkûmun bulunduğu tahmin ediliyor.
Şam’ın 40 km kuzeyindeki El-Kutayfah’ta ise, Esad rejimi tarafından öldürülen en az 100.000 kişinin cesedinin bulunduğu bir toplu mezar keşfedildi.
Birkaç ay sonra, IŞİD Musul’a saldırdı ve ardından Bağdadi liderliğinde sözde İslam Halifeliği’nin yeniden kurulduğunu ilan etti.
HTŞ, Şubat 2017’de yayınladığı ilk video mesajında El Kaide’den bağımsızlığını ilan etse de bu iddialar şüpheyle karşılandı.
Çoğunlukla İdlib ilinde faaliyet gösteren Jabhat Fatah al Sham (JFS), Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile birlikte Suriye’deki en güçlü isyancı gruplardan biri olarak kabul ediliyordu. JFS’nin kurucuları arasında, IŞİD’in lideri olan Abu Bakr al-Baghdadi de bulunmaktaydı. Örgüt, ABD ve Birleşmiş Milletler tarafından terör örgütü olarak tanımlanmıştı.
Colani önderliğindeki Jabhat Fatah al Sham; Harakat Nour al Din al Zinki (Nour al Din al Zinki Hareketi), Liwa al Haq (Hak Tugayı), Jabhat Ansar al Din (Dinin Destekçileri Cephesi) ve Jaysh al Sunna (Sünni Ordusu) isimli dört küçük grupla birleşerek Hay’at Tahrir al Şam’ı (HTŞ/Levant Kurtuluş Örgütü) kurdu.
Kopuşları tetikleyen Hashim al Sheikh, HTŞ birleşmesini, “Suriye’deki grupları tek bir birleşik komuta altında birleştirmek” için gerekli bir adım olarak nitelendiriyordu.
2016’nın sonunda Suriye hükümetinin, Rusya ve İran destekli güçlerin yardımıyla Halep’in kontrolünü geri alması sonrası, IŞİD ve Fetih el Şam Cephesi hariç tüm grupları kapsayan bir ateşkes ilan edildi. Halep’in Aralık 2016’da Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi ve muhaliflerin kentten çıkarılmasının ardından, Türkiye ve Rusya’nın girişimiyle, Suriye hükümeti ve bazı silahlı muhalif grupların katılımıyla 23 Ocak 2017’de Astana’da görüşmeler başladı.
Türkiye ile Rusya’nın uçak krizinin ardından ilişkilerinin düzelmesi ve Rusya’nın Suriye’de artan etkisi, Astana sürecine zemin hazırladı. HTŞ’nin katılmadığı görüşmelerde, Suriye hükümeti kapsamlı bir çözüm üzerinde müzakereyi hedeflerken, muhalifler ateşkes ve insani yardım konularına odaklandı. Kürt güçleri, Türkiye’nin YPG’yi terör örgütü olarak görmesi nedeniyle görüşmelere davet edilmedi. 15 Eylül 2017’de Türkiye, Rusya ve İran, İdlib’in de dahil olduğu beş vilayette dört “gerilim azaltma” bölgesi oluşturma konusunda anlaştı. Türk ordusu, Ekim 2017’de HTŞ’nin kontrolündeki bölgeler de dahil olmak üzere İdlib’e girdi ve burada 12 gözlem noktası kurdu. Cihatçıların egemen olduğu alan, İdlib ilinin yarısını ve komşu illerin küçük bölgelerini kapsıyordu. Ancak Rusya destekli hükümetin yıllarca süren bombardımanı, muhalefet kalesine zarar vermeye devam etti. Eylül 2017 sonrasında, cihatçıların ve ittifak gruplarının bulunduğu alanın yüzölçümü 9.000 kilometrekareden (3.470 mil kare) sadece 3.000 kilometrekareye (1.150 mil kare) kadar daraldı.
Suriye iç savaşının başlarında HTŞ, başkente yakın yerler de dahil olmak üzere İdlib’in ötesinde de aktifti. 2017’de Ghouta’dakiyaklaşık 500 savaşçı, rejimin Şam banliyösü etrafındaki kuşatmasını kırmak için bir karşı saldırı başlattı. Mart 2017’de HTŞ intihar bombacıları, savaşçıları kısa süreliğine Şam’ın derinliklerine doğru ilerlerken Şam’ın bir banliyösü olan Ghouta’nın ötesinde hükümet güçlerine saldırdı, ancak ilerleme engellendi. Mart 2018’de Ghouta’da bulunan HTŞ savaşçılarına, hükümetle yapılan bir ateşkes anlaşmasının ardından İdlib vilayetine taşınma izni verildi. Rusya ve Türkiye, İdlib çevresinde bir silahsızlandırılmış bölge oluşturma konusunda anlaşmaya vardı ve HTŞ güçleri İdlib’e tahliye edildi.
Şubat-Nisan 2018’de HTŞ, İdlib ve Batı Halep vilayetlerinde Ahrar el Şam ve Nour el Din Zenki Hareketi ile çatıştı. HTŞ, Ahrar el Şam gibi İslamcı rakiplerini etkisiz hale getirerek onların savaşçılarını bünyesine kattı. Ocak 2017’de, Ahrar el Şam’ın üst düzey liderlerinden Ebu Cabir el Şeyh, örgütten ayrılarak bir düzine komutan ve 1.000 savaşçıyla birlikte HTŞ’ye katıldı. 2021 yılının ortasında Al-Monitor’a konuşan eski bir Ahrar el Şam lideri olan Ebu Amir el Homsî, şu ifadeleri kullandı: “Ahrar el Şam’dan ayrıldık çünkü liderlik seviyesindeki tüm çekişmeler bizi bıktırmıştı. Artık takip edecek bir hukukumuz kalmamıştı ve hareket, pozisyonlar ve çıkarlar üzerinde tartışan gruplara dönüşmüştü, bu da onun gücünü kaybetmesine neden oldu.” HTŞ, Ekim 2018 itibarıyla 000 ila 15.000 militandan oluşan bir savaş gücüne sahipti. Çatışmalar, Ocak 2019’da sona erdi ve HTŞ, İdlib vilayetinin daha büyük bir kısmının kontrolünü elinde bulundurdu.
HTŞ, İslamcı gruplar arasındauzun süredir takipçileri ve toprakları için Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile rekabet ediyordu. IŞİD’in Kuzeydoğu Suriye’den Irak’a uzanan bir halifelik kurmasıyla Doğu Suriye’nin kontrolü için yarışıyorlardı. 2017’den beri HTŞ, kontrolü altındaki bölgelerde faaliyet gösteren IŞİD hücrelerine baskınlar düzenliyor ve IŞİD savaşçılarını tutuklayarak Türkiye’ye teslim ediyordu. Temmuz 2019’da, HTŞ, İdlib vilayetindeki Saraqeb ve Jisr el Şugur kasabalarında IŞİD hücreleriyle çatıştı. Ekim 2019’da IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi, İdlib vilayetindeki Barisha kasabasında bir Amerikan askeri operasyonunda öldürüldü.
HTŞ, Suriye ordusunun ve Rus hava saldırılarının tekrar eden saldırılarına rağmen kontrolü sürdürdü. 2019 ve 2020’de Suriye, İdlib’e yönelik saldırılarında Kafranbel, Saraqeb ve Maarat al Numan ile M5 otoyolu da dahil olmak üzere 1.457 mil karelik alanı geri aldı. Ancak bu operasyonlar maliyetliydi. HTŞ, Suriye güçlerine karşı intihar bombalı araç saldırıları düzenledi ve uçaksavar silahları ile topçu ateşi kullandı.
HTŞ, bölgede diğer İslamcı gruplarakarşı baskı uygulayarak kontrolü ele geçirdi. 2021 itibarıyla HTŞ, 170’ten fazla yabancı savaşçıyı gözaltına aldı. Temmuz 2020’de HTŞ, El Kaide’ye bağlı Hurras el Din grubuna karşı güvenlik operasyonları düzenledi. 2021 yılında HTŞ, Esad rejimine karşı olan bir diğer Sünni cihatçı grup olan Cundallah ile Lazkiye eyaletinde karşı karşıya geldi ve üstünlük sağladı. Yapılan bir anlaşma sonrasında Cundallah savaşçıları, ya HTŞ’ye katılmayı ya da silahlarını bırakıp sivil hayata dönmeyi kabul etti.
Ocak 2022’de İdlib’in kuzeyindeki Deir Hassan köyünde, HTŞ’nin yerel medya üzerinde baskı kurması ve muhalifleri tutuklaması nedeniyle protestolar düzenlendi. Halep’in HTŞ kontrolündeki al-Sahara kasabasında birkaç büyük gösteri yapıldı.
Mayıs 2022’de HTŞ, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun önemli bir fraksiyonu olan Levant Cephesi ile Kuzeybatı Suriye’deki lojistik koordinasyon için müzakerelere başladı. Taraflar, birbirlerine yönelik medya saldırılarını durdurmayı ve savaşçılarının birbirlerinin topraklarına girip çıkmalarına izin vermeyi kabul etti. Levant Cephesisavaşçılarının İdlib’e hareketi kolaylaştırıldı ve aynı şekilde HTŞ savaşçılarının Azez ve Levant Cephesi’nin kontrol ettiği diğer bölgelere girişine izin verildi.
Ekim 2022’de Kuzey Suriye’de Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) grupları arasında büyük çaplı çatışmalaryaşandı. Çatışmalar, Hamza Tümeni’nin bir siyasi aktivist ve eşini öldürmesiyle başladı. Üçüncü Lejyon, bu olaya karşılık olarak Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah Tugayı’na (SSŞT) saldırdı. Çatışmaların büyümesi üzerine HTŞ, Hamza Tümeni ve SSŞT’ye destek için Afrin’e müdahale etti ve Üçüncü Lejyon’u bölgeden çıkardı. Çatışmalar Azez’e kadar yayıldı, ancak Türkiye’nin araya girmesiyle geçici bir ateşkes sağlandı. Türkiye, bölgedeki gerginliği azaltmak için HTŞ’nin ve SMO’nun kontrol ettiği alanları ayıran bariyerler inşa etmeye başladı.
Moskova ile 5 Mart 2020 anlaşmasından bu yana İdlib üzerinde büyük bir askeri ve ekonomik etki kazanan Ankara, sonraki iki yıl boyunca İdlib ve kendi nüfuz alanındaki diğer bölgelerde faaliyet gösteren askeri grupları “askeri konsey” adı altında birleştirmeye çalıştı. Ancak Ekim 2020’de HTŞ, Ahrar el Şam ve Faylak el Şam gibi bu bölgelerdeki en büyük üç fraksiyonu bir araya getirme çabası sırasında Colani’nin Ahrar el Şam içinde bir “iç darbe” düzenleyerek askeri konseydeki temsilcisinin diğer grupların değil kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesini sağladı.
2018’in başlarında, HTŞ’nin ele geçirdiği ganimetlerin değeri yaklaşık 149 milyon ABD doları (USD) olarak hesaplandı. HTŞ ayrıca, rejim, İran, Lübnan hükümeti ve İtalya hükümeti gibi çeşitli taraflarla yapılan bir dizi tutuklu takas anlaşması sonucu en az 94 milyon ABD doları aldı. Ayrıca bilinmeyen meblağlar, rejim cezaevlerindeki tutukluların ailelerinden, bu tutukluların serbest bırakılması taleplerinin yukarıda belirtilen anlaşmalara dahil edilmesi karşılığında alındı. Kaçırma fidyeleriyle birlikte HTŞ, İran ve Hizbullah’tan, öldürülen savaşçılarının cenazelerini verme karşılığında ödeme talep etti. 2013 yılında, o zamanlar El Nusra Cephesi olarak bilinen HTŞ, tarihi alanları talan etmeye başladı ve tarihi eser kaçakçılığı yapmak için büyük ağlar kurdu.
Hükümet, İçişleri, Adalet, Vakıflar, Eğitim, Sağlık, Yerel Yönetim ve Hizmetler, Ekonomi ve Kaynaklar, Kalkınma ve İnsani Yardım, Yükseköğretim ve Tarım Bakanlığı olmak üzere on bakanlıkla faaliyet göstermeye başladı.
İdlib, resmi olarak HTŞ ile doğrudan bağlantılı olmayan teknokratların da dahil olduğu “Kurtuluş Hükümeti” tarafından yönetiliyor gibi görünse de, bu hükümette yer alan kişilerin HTŞ liderliğinden onay alması gerekmekteydi.
HTŞ, en önemli gelir kaynağını sınır geçiş kapılarındaki hâkimiyeti üzerinden elde etmiştir. Haziran 2017’de HTŞ, Ahrar el-Şam ile silahlı çatışmaların ardından, hem insani yardımlar hem de ticaret için kritik olan Türkiye ile en önemli sivil, insani ve ticari geçiş noktası Bab el-Hava sınır kapısını ele geçirdi ve Ahrar el-Şam bölgeden çekildi. Bab el-Hava, Kuzeybatı Suriye’deki en büyük gelir kaynaklarından biri olup, özellikle Türkiye ile olan ilişkiler açısından oldukça stratejik bir kazançtı. Bab el-Hava’dan elde edilen gelir aylık 10-15 milyon dolar arasında değişmekteydi. Bab el-Hava’ya ek olarak, HTŞ, Afrin/SMO bölgeleriyle bağlantılı Gazaviyye geçişini ve Türkiye ile HTŞ’nin insan ve mal kaçakçılığı operasyonlarını yürüttüğü gayri resmi Dorriyeh geçişini kontrol etmekteydi. SSG, Kasım 2019’da, HTŞ’nin Saraqib’de rejim ile yeni bir geçiş noktası açma planını açıkladı. Ancak bu girişim, Türkiye’nin ve kamuoyunun tepkisiyle başarısız oldu. HTŞ’nin sınır geçişlerinden aylık milyonlarca dolar topladığı tahmin edilmekteydi. HTŞ’nin Geçiş Yönetimi, bu geçişlerden geçen her maldan —Türkiye’ye giden meyve ve sebzeler ile Kuzeybatı Suriye’ye gelen un ve buğday dışında— ücret uygulamaktaydı. Ücretler, malın türüne bağlı olarak ton başına 3 ila 7 dolar arasında değişmekteydi. Ancak bu kontrol noktaları, şoförlerden ek ücretler de almaktaydı. Geçiş Yönetimi, rejim saldırıları sonucu yaşanan büyük göç dalgası sırasında İdlib’den çıkarılan her tarım hasat makinesi için 500 dolarlık bir ücret uyguladı.
Watad’ın gizli yapısı, hem bölgesel hem de uluslararası düzenlemelerden kaçınarak HTŞ’nin kontrolündeki bölgelerde yakıt ticaretini merkezileştirmesine ve bir tekel oluşturmasına olanak tanımış; şirketin, Kuzeybatı Suriye’ye petrol türevleri ve gaz ithal etme konusunda Türkiye’den tek yetkili olarak atanmasıyla bu durum pekişmiştir. Watad, sadece Avrupa menşeli rafine petrol ürünlerini ithal etme yetkisi almakla kalmamış, aynı zamanda SSG tarafından bölgedeki gaz ve petrol türevleri satış ve dağıtım fiyatlarını düzenleme ve işleme haklarını da almıştır. Ayrıca, Suriye’nin kuzeydoğusunda üretilen ham petrolü işleme hakkı da şirkete verilmiştir. Haziran 2019’da sızdırılan bir faturaya göre, Watad Petrol Şirketi’nin aylık net kârı 1.67 milyon dolar olarak kaydedilmiştir. Bölgedeki petrol türevleri ticaretindeki egemen rolü ve ekonomik gücünü pekiştiren şirketin bu büyük kâr oranı, petrol ve gaz sektöründeki tekelci gücünü sürdürme kapasitesini de yansıtmaktadır.
Mayıs 2017’de HTŞ, döviz işlemlerini düzenlemek ve İdlib vilayetinde döviz kurlarındaki tekel ve manipülasyonu önlemek amacıyla Nakit Yönetimi ve Tüketici Koruma Genel Para Ajansı’nı kurdu. Ajansın işleyiş kuralları, Suudi para yasasından neredeyse kelimesi kelimesine alınmıştır. 2017’deki kuruluşundan bu yana Ajansın rolü, havale ve döviz şirketlerinden belirsiz miktarlarda vergi toplamak olmuştur.
Türk lirasına geçişin ardından hem Şam Bankası hem de Parasal Ajans daha aktif roller üstlendi. Haziran-Temmuz 2020 döneminde Ajans, bir dizi karar yayınladı. Rejim bölgeleri ile Kuzeybatı Suriye arasındaki nakit transferlerini ve döviz ve havale şirketlerinin, para gönderim ofisinin para biriminden farklı bir para biriminde ödeme yapmasını yasakladı. Kuzeybatı Suriye’deki tüm döviz ve havale şirketlerinden Ajans’tan uygun lisans almalarını zorunlu kıldı ve Kuzeybatı Suriye’de SYP alımını suç saydı. Para Ajansı’na lisans başvurusunda bulunan işletmelerin sermayelerinin %25’ini Şam Bankası’na yatırma zorunluluğu bulunmaktaydı. Bu tutar, altı ayda bir yenilenmesi gereken lisans süresi boyunca bankada tutulmalıydı. Bu tedbirler, Ajans tarafından nakit hareketi piyasasını HTŞ’ye bağlı veya HTŞ ile çalışan küçük bir tüccar ve iş insanı grubuna sınırlamak için tasarlanmıştı.
Para Ajansı’nın, İdlib’in finansal hizmetlerini düzenleme süreci sayesinde, Şam Bankası döviz ve havale işletmeleri için koşulları belirleyen kilit bir oyuncu haline gelmişti. Bu koşullar, bu işletmelere uymaları emredilen ABD doları döviz kurunun belirlenmesini de içermekteydi. Bu süreç, HTŞ’nin ekonomik alan üzerindeki güçlü hâkimiyetini ve bölgedeki para akışını nasıl yönlendirdiğini açıkça göstermektedir. Şam Bankası, HTŞ’nin gelirlerini artırmanın yanı sıra, bölgedeki ekonomik sistemi de merkezileştirerek örgütün güç yapısını pekiştiren bir araç olarak hizmet etmekteydi.
Zekât miktarları, her kesime göre değişiklik göstermekteydi. Bu zekât miktarları, başlangıçta HTŞ’nin Hisbah (dini polis) birimi, yani Sawaed al-Khair tarafından dayatılmış ve toplanmıştı; ancak bu sorumluluk daha sonra SSG’nin Zekât Departmanı’na devredilmişti. Zekât Departmanı, çiftçilere toplam ürün değerlerinin %5’ini zekât olarak ödemeleri için bir kararname yayınladı ve ödeme yapmayan çiftçilere hapis cezası tehdidinde bulundu. Ardından, Zekât Departmanı, zeytin üreticilerine ya zeytin mahsullerinin %10’unu ya da ürettikleri zeytinyağının %10’unu zekât olarak ödemelerini emreden bir kararname yayımladı.
HTŞ, 2018’den 2019 sonlarına kadar İdlib’teki yerinden edilmiş Hristiyan nüfusuna ait yüzlerce mülkü ele geçirdi. Eylül 2020’de, HTŞ bu uygulamasını genişleterek, İdlib ilindeki Arap Suriye Ordusu’na bağlı askerler, Suriye hükümeti çalışanları ve Baas Partisi üyelerine ait yaklaşık 500 mülke el koydu.
SSG, yeni tapulamalar için Taşınmaz ve Mülk Kayıt Bürosu’nu kurdu ve İdlib’te, Yerel Yönetim ve Hizmetler Bakanlığı’ndan lisans almadan yapılacak herhangi bir inşaat faaliyetini yasakladı. Yerinden edilmiş kişilerin (IDP) devlet arazisi üzerinde inşa edilen IDP kamplarından Tarım Bakanlığı’na kira ödemelerini zorunlu kıldı ve kamplarının yıllık kira bedelini 13 TL’den 50 TL’ye yükseltti. Vatandaşların, özellikle yerinden edilmiş kişilerin (IDP), devlet arazisi veya mülkü alıp satmalarını üç yıl hapis cezası tehdidiyle yasakladı. Sınırdaki zeytin bahçelerinin sahiplerinden, yerel meclislerinden arazilerinin sahipliğini kanıtlayan bir yazı almalarını ve ardından Tarım Müdürlüğü’nden hasat izni almalarını zorunlu kıldı.
İdlib’teki internet servis sağlayıcılarının, HTŞ’nin bağlantılı olduğu SYR Connect adlı şirkete ait bir lisans olmadan çalışmamalarını yasaklayan idari bir kararname yayınlayarak, şirketin iletişim sektöründe tekelleşmesini sağladı. SSG’nin Telekomünikasyon Düzenleyici Departmanı (TRD), iletişim sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla Telekomünikasyon Kanunu’nu yayımladı. Watad modelini tekrarlayarak telekomünikasyon sektörünü ele geçirmeyi amaçlayan HTŞ, Kasım 2019’da SYR Connect şirketini kurmuş ve bu şirket, Kuzeybatı Suriye’deki internet paketleri ve hizmetlerinin tek sağlayıcısı ve dağıtıcısı olma konusunda münhasır haklar kazanmıştır. Ancak finansal, teknik ve idari sorunlar nedeniyle SYR Connect başarısız olmuş ve kontrolünü SSG’nin TRD’sine devretmek zorunda kalmıştır.
İsrail ile Lübnan arasındaki ateşkesten bir gün sonra, 27 Kasım’da Esad yönetimine karşı İslamcı muhalifler, Türkiye destekli SMO ile birlikte HTŞ’nin önderliğinde İdlib’teki üslerinden saldırıya başladı. Batı Halep’e ilerleyerek birçok kasaba ve köyü ele geçirdi. 28 Kasım’da İdlib’in doğusundaki köylerden hükümet güçlerini çıkararak, M5 karayoluna yöneldiler. 29 Kasım’da Halep’in batısına girdiler, ertesi gün Halep’i ele geçirip Hama’ya doğru ilerlediler. 1 Aralık’ta hava saldırılarıyla ilerleme yavaşlatılmaya çalışılsa da muhalefet Hama’ya yöneldi. 3 Aralık’ta Hama’daki çatışmalar devam etti, 5 Aralık’ta şehir tamamen muhalefetin eline geçti. 6 Aralık’ta Humus’a doğru ilerleyerek, hükümetin hava saldırılarıyla karşılaştılar. 7 Aralık’ta Dera’da ele geçirildi ve başkent Şam’a doğru ilerlediler. 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçirerek Esad’ın ülkeden kaçtığını duyurdular
Colani’nin imaj değişim çabaları 2020’ye dayanıyor. El Kaide bağlantısını bir yük olarak sırtından atıp, Colani “fatih” unvanını yerine toplum odaklı bir sivil lider imajı geliştirmeye çalışıyordu. İdlib’teki bir restoranda Kurban Bayramı’nda insanlara yemek servisi bile yapmıştı. Bir zamanlar sarık ve askeri üniformayla gezen Colani, 2022’de yeni bir yolun açılış töreninde yerel halkla buluşarak Batı tarzı kıyafetlerle fotoğraflanmıştı. Colani, ABD’ye kendisi ve HTŞ’nin terörist tanımlamalarını kaldırması çağrısında bulunduğu Şubat 2021’deki röportajında, “Bu devrimdeki 10 yıllık yolculuğumuz boyunca Batı veya Avrupa toplumuna hiçbir tehdit oluşturmadık: ne güvenlik tehdidi, ne ekonomik tehdit, hiçbir şey” diyerek Batı emperyalistlerine tehdit oluşturmadığını yinelemişti. İmajını daha da parlatmak için Hayat Tahrir al-Sham, hem yurt içinde hem de yurt dışında halkla ilişkiler çabalarını artırdı. Yönettiği bölgelere yardım teslimatlarını ayarlayıp almak için uluslararası medya ve insani yardım kuruluşlarıyla iş birliği yapıyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, ABD’nin HTŞ ile temas kurduğunu doğruladı. ABD, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) temsilcileriyle ilk resmi görüşmesinde, ABD’li diplomatlar, Ahmed el-Şaraa’dan, İslamcı yönetimin azınlık hakları, kadın temsili ve Kürtlerin geleceğiyle ilgili “ılımlı ve kapsayıcı olacağına dair güvence” aradı.
Almanya Federal İçişleri Bakanlığı Sözcüsü’ne göre, HTŞ sadece Suriye’yi hedef alan, diğer ülkelerdeki saldırıları reddeden ve yerel faaliyetlere “kendini adamış bir örgüt” olarak Almanya’da bir tehdit oluşturmuyor ve özel olarak terör örgütü olarak listelenmiyor. Ancak HTŞ, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü listesinde ve BM’nin bu yaptırım listeleri Avrupa Birliği tarafından uygulandığı için Dışişleri Bakanlığı’na göre HTŞ, Almanya’da hâlâ terör örgütü sayılıyor. Eğer yaptırım listesinden kaldırılmazsa HTŞ’nin Almanya’daki fonları ve ekonomik kaynakları dondurulacak ve üyelere hiçbir ekonomik kaynak sağlanamayacak. İngiltere de HTŞ’yi terörist olarak sınıflandırıyor. Ancak Bakan Pat McFadden, İngiltere’nin Suriyeli isyancı gruba yönelik mevcut yasağı yeniden değerlendirebileceğini ve grubun şu anda nasıl davranacağına bağlı olduğunu duyurdu. Colani ile görüşen BM Özel Temsilcisi Geir Pedersen, değişimin olumlu bir hava yarattığını ve uluslararası toplumun insani yardım ve devlet kurumlarının korunması konularında sorumluluk alması gerektiğini söyledi.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Şam’daki büyükelçiliği yeniden faaliyete geçirdi ve kendi de Şam’ı ziyaret ederek Colani ile pozlar verdi.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen ile sekiz Arap ülkesi Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Lübnan, Mısır, BAE, Bahreyn ve Katar dışişleri bakanları, Ürdün’ün Akabe kentinde yaptıkları toplantıda, Suriyeli hiçbir temsilci olmaksızın Suriye’nin geleceğini konuştular. Siyasi sürecin BM ve Arap Birliği’nin desteğiyle, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda ilerlemesi, devlet kurumlarının korunması, Suriye’nin kaosa sürüklenmemesi ve terörle mücadelede ortak çabalar, Suriye’nin yeniden inşası ve mültecilerin dönüşü, azınlıkların haklarını koruyan ve terörist gruplara zemin hazırlamayan bir hükümet çağrısı yapıldı. Mülteci geri dönüşleri tartışıldı ve İslam Devleti’nin yeniden canlanma riski devam ederken Avrupa’da birçok ülke iltica başvurularını askıya aldı. Blinken, ABD ve müttefiklerinin, Suriye’de insani yardıma erişim sağlanması, ülkenin terör gruplarına üs olmaktan çıkarılması ve geçiş sürecinin “Suriye liderliğinde” gerçekleşmesi çağrısı yaptı.
Esad’ın düşmesi, Hizbullah’ın bölgedeki askeri gücünün zayıflamasıyla yakından alakalıdır. Geçmişte Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suriye ordusuna destek sağlamak için Lübnan merkezli militan grup Hizbullah’ın iyi eğitimli ve çoğunlukla savaşta tecrübeli savaşçılarına güvenmişti. Dolayısıyla Hizbullah’ın müdahalesi, hem 2011’den bu yana rejime meydan okuyan isyancı güçlerin bastırılmasında hem de Esad ailesinin yönetiminin korunmasında önemli bir rol oynamıştır. Ancak son üç ayda İsrail’in Hizbullah’ın liderliğine ve piyadelerine yönelik amansız saldırısı, hareketi büyük oranda yok etti ve geçen hafta Esad’ın yardımına koşamayacak hale geldi. Hizbullah, uzun süredir genel sekreteri olan Hasan Nasrallah da dahil olmak üzere en üst düzey liderlerinden en az on beşini kaybetmişti ve bu durum zaten ezici bir darbe almıştı.