İşgalci İsrail, İran’da bulunan Hamas lideri İsmail Haniye’yi hava saldırısıyla öldürdü. Haniye’nin öldürülmesiyle ilgili birkaç noktaya değinmek gerekiyor:
1.) Soykırımına tam hızıyla devam eden İsrail devleti yerleşimci-sömürgeci ve gayrimeşru bir devlettir. Gayrimeşru bir devlet olarak her saldırısı gibi bu saldırısı da gayrimeşrudur ve karşısında durulmalıdır.
2.) ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki nükleer silahlı karakolu olarak İsrail devleti ve bu devletin yönetici sınıfları kendilerini “dokunulamaz” görmektedirler. Dünyanın gözü önünde soykırım suçu işlerken pişkince olimpiyatlara katılmakta, hakkında uluslararası adalet divanı tarafından Netanyahu (Netan-Nazi) da dahil, soruşturma yürütülen devlet görevlileri umarsızca uluslararası seyahatler yapmaktadırlar. İsrail’in Ortadoğu’da istediği ülkede hava saldırısı düzenleyebilme “serbestisi” tam da arkasını yasladığı ABD emperyalizminden gelmektedir. Dolasısıyla İsrail’in sınır ötesi saldırılarının karşısında durmak anti-siyonist tavır kadar aynı zamanda tutarlı bir anti-emperyalist duruş gerektirir.
3.) İşgalci İsrail’in Lübnan’dan sonra İran’da düzenlemiş olduğu bu askeri saldırı, bölgesel bir savaşın sınırlarını da aşan bir potansiyeli tetiklemektedir. Bu saldırılar sadece Filistin halkının bastırılmasını hedeflememekte, aynı zamanda bütün bölgede diğer güçleri de savaşa çekme potansiyelini büyütmekte, emperyalistler arasındaki çelişkileri keskinleştirmekte ve bir dünya savaşı potansiyelini de büyütmektedir. Unutulmamalıdır ki savaşın kendi dinamikleri de vardır. Bir kez başladığında tam olarak sınırlarının nerede çekileceği öncenden öngörülememektedir.
4.) İsrail’in saldırılarının karşısında durulması ve bunlara karşı mücadele yürütülmesi gerekir ancak pek çoğunun düşündüğünün aksine Hamasın siyasi lideri Haniye bir “özgürlük savaşçısı” veya bir özgürlük şehidi değildir. Haniye ve siyasi olarak temsil ettiği Hamas emperyalist sistemin özgül bir çelişkisi olan iki miadı dolmuşların (Batı emperyalizmi-İslami köktendincilik) bir ürünüdür. Hamasın mevcut çelişkilerden ötürü “ulusal mücadele” yürütüyor olması belirleyici çelişkiyi değiştirmez: Hamas İhvan kökenli İslami köktendinci gerici bir örgüttür. Filistin halkının kurtuluşunu temsil edemez, onu yeni karanlık dehlizlere hapseder!
5.) Bugün ihtiyacımız olan ne “iki devletli çözümdür” (ki bu çözümsüzlük demektir) ne de bütün Yahudilerin bulundukları toprakları terk etmesidir. Bob Avakian’ın da defalarca kez vurguladığı üzere; “Çözüm, İsrail devletinin ortadan kaldırılması ve onun yerine, hükümetin ve yasaların herhangi bir dini desteklemediği ve bir halkı diğerine tercih etmediği, bunun yerine Yahudiler ve Filistinliler arasında eşitliğin sağlandığı devrimci bir devletin kurulmasıdır.”
Siyonizm Yahudileri Nasıl Nazilere Dönüştürüyor: İsrail’in Genişleyen İşkence Zindanları Ağı Cesur Doktor Tarafından Teşhir Edildi
Editörün Notu: Aşağıdaki yazı revcom.us web sitesine 15 Temmuz 2024 tarihinde girilmiştir. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
22 Kasım 2023’te, Gazze’nin en büyük hastanesi olan İsrail’in saldırısı altındaki Al-Shifa Hastanesi’nin müdürü Dr. Mohammad Abu Salmiya, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) “ağır hasta” hastaları ağır koşullar altındaki Al-Şifa’dan tahliye eden konvoyuna yardım ediyordu. İsrail ordusu konvoyu altı saat durdurdu. Dr. Salmiya, Shin Bet (İsrail istihbaratı) tarafından “gözaltına alındı ve sorgulanmak üzere götürüldü.”
Ve sonra Dr. Salmiya ortadan kayboldu! Yedi ay boyunca kimse onun nerede olduğunu, hayatta mı ölü mü olduğunu ve varsa ne gibi suçlamalarla karşı karşıya olduğunu bilmiyordu. İsrail, “doğrudan yönetimi altındaki Şifa Hastanesi’nin Hamas’ın komuta ve kontrol merkezi olarak hizmet verdiğini gösteren kanıtlara” sahip olduğunu iddia etti. O zaman da böyle bir delil yoktu, şimdi de yok, (1) ve sonunda Salmiya hiçbir suçlama olmaksızın serbest bırakıldı.
Önde gelen bir hastane yöneticisinin (İsrail’in soykırım saldırısında yaralanan Filistinlilerin hayatlarını kurtarmak için hayati öneme sahip biri) bu çirkince tutuklanması şok ediciydi. İsrail’in gözünde “masum Filistinli” diye bir şeyin olmadığı ve sağlık çalışanlarının bile “meşru” hedefler olduğu mesajını açık bir şekilde verdi.
Ardından 1 Temmuz’da başka bir şok yaşandı: Gözaltındaki 50 Filistinliden biri olan Dr. Salmiya yeniden ortaya çıktı ve beklenmedik bir şekilde (aşırı kalabalık nedeniyle) serbest bırakıldı ve medyaya kendisinin ve diğerlerinin çektiği çile hakkında konuştu.
Günlük İşkence, Ampütasyon, Dayak, Açlık
Salmiya tutukluların rutin olarak “şiddetli işkenceye” maruz kaldığını dünyaya açıkladı. Açlık rejiminden bahsetti: İki ay boyunca hiçbir mahkûm günde bir somun ekmekten fazlasını yemedi.” Tutuklulara tıbbi tedavinin reddedildiğini ve İsrailli askeri doktorların “tıbbi tedavi eksikliği nedeniyle şeker hastalığı semptomlarından mustarip birçok mahkûmun ayaklarını kestiğini” bildirdi.
Salmiya, bizzat kendisinin “defalarca kafasına darbeye maruz kaldığını ve birçok kez kanamaya neden olduğunu söyledi. İsrail hapishanelerinde neredeyse her gün işkence yapılıyordu. Oradaki doktor da hemşire de tutukluyu dövüyor.” (2)
Salmiya’nın yorumları zaten sızmaya başlayan raporları doğruladı ve diğerlerini de konuşmaya teşvik etti. İşte Gazze ve Batı Şeria’da İsrail güçleri tarafından sürüklenen on binlerce (3) Filistinlinin karşı karşıya olduğu koşullar hakkında ortaya çıkan gerçekten korkunç tablodan sadece birkaçı.
Ahlaksız İnsanlık Dışı Koşullar
Tanıklar; günlük, dakika-dakika işkencenin varlığını anlatıyorlar. Tutukluların neredeyse tamamı, yemek yerken veya tuvaleti kullanırken bile, aylarca çoğu zaman kelepçeli ve gözleri bağlı tutuluyor. Kelepçelerden kaynaklanan hasar nedeniyle uzuvların kesildiğine dair haberler var. (4) Mahkumların izinsiz konuşmasına, dua etmesine, Kur’an okumasına, ayağa kalkmasına ve hatta uyumasına bile izin verilmiyor. Kural ihlalleri dayağı getiriyor. Bir adam kan kusana kadar karnından dövüldü. “Suçu” mu? Göz bağının altından dışarı bakmak.
Mahkumlara temelde açlık diyeti uyguluyorlar; ekmek, belki biraz yoğurt, peynir, belki biraz salatalık. New York Times’ın görüştüğü sekiz erkekten üçü, gözaltı sırasında 40 kilodan fazla kaybettiklerini bildirdi.
Tutuklulara haftada bir kez duş almaları için (onların bulunduğu tesise bağlı olarak) bir ila dört dakika süre veriliyor. Ve tuvaleti kullanmak için günde bir ila dört dakika. Süre sınırının aşılması, daha fazla dayak veya elektrik şoku anlamına geliyor. Bu korku o kadar büyük ki bazı mahkumlar duş almayı bile reddediyor.
Gazzeli hukuk öğrencisi Fadi Bekr, eski mahallesinde (bombalandığı) un ararken açılan ateş sonucu yaralandığını ve ardından “şüphe” üzerine İsrail askerleri tarafından alıkonduğunu anlatıyor. Onu çırılçıplak soydular, telefonunu ve birikimlerini çaldılar, dövdüler, yüzüne silah dayadılar ve “Şimdi itiraf et yoksa seni vururum.” diye bağırdılar. Fadi onlara sivil olduğunu söyleyip duruyordu ama sonuç alamamıştı. Gözaltındayken, sadece bebek bezi giyilerek yapılan sorgulama yaklaşık dört gün sürdü ve her inkâr dayakla karşılandı. Bekir, “Onları hayatımın en kötü dört günü olarak görüyorum” diyor.
Ancak bu rutin bir durumdu; aşırılıklar çok daha kötüydü. Al-Shifa hastanesinde kıdemli hemşire olan 39 yaşındaki Younis al-Hamlawi, “bir kadın memurun iki askere kendisini kaldırmaları ve rektumunu yere sabitlenmiş metal bir çubuğa bastırmaları emrini verdiğini bildirdi. El-Hamlawi, sopanın yaklaşık beş saniye boyunca rektumuna nüfuz ettiğini, kanamaya neden olduğunu ve kendisine ‘dayanılmaz bir acı’ bıraktığını söyledi.”
Faraj Attiyeh Al-Saman sadist psikolojik işkenceyi anlattı. “Bize akrabalarımızın cenazelerinin fotoğraflarını, ailelerimizin ve çocuklarımızın resimlerini gösterip, ‘Çocuklarınıza bakın, onları öldürdük’ diyorlardı. Bize eşlerimizin, kız kardeşlerimizin resimlerini gösterip, onları çektiklerini, onlara şunu, bunu yaptıklarını anlatıyorlardı.”
Aralık 2023’te Gazze’de İsrail işgal güçleri tarafından soyulmuş, bağlanmış ve gözleri bağlı Filistinli siviller esir alınıyor ve sıraya diziliyor. Fotoğraf: İsrail askerinin sosyal medya paylaşımı.
Aralık 2023’te Gazze’de İsrail işgal güçleri tarafından soyulmuş, bağlanmış ve gözleri bağlı Filistinli siviller esir alınıyor ve sıraya diziliyor. Fotoğraf: İsrail askerinin sosyal medya paylaşımı.
Ne yazık ki bu dehşeti göstermeyi daha da devam ettirebiliriz. Ancak asıl önemli olan şu: İsrail, binlerce Filistinliyi sistematik olarak temizliyor -kimse kaç tane olduğundan emin değil- ve onları rutin olarak aç bırakılacakları, terörize edilecekleri ve işkenceye maruz kalacakları koşullarda tutuyor. Üstelik tamamen izole edilmiş durumdalar. İsrail, çoğu sevdiklerinin öldüğünü düşünen meslektaşları veya aileleriyle hiçbir temasa izin vermiyor. Uluslararası Kızıl Haç’ın herhangi bir hapishanede denetim yapmasına izin vermiyor. (5) Bir gazetecinin Sde Teiman’a yaptığı ilk ve tek ziyaret, Sde Teiman’ın büyük ölçekli bir gözaltı merkezi haline gelmesinden altı ay sonra, mayıs ayında yapılan kısa “rehberli bir turdu”. (6)
Sde Teimen’deki bir müvekkilini 45 dakikalığına ziyaret eden ilk avukat, 19 Haziran 2024’te Khaled Mahajneh’di. Müvekkili (Al Araby’de TV muhabiri) onu görmek için “gözleri bağlı… kolları ve bacakları bağlı” bir halde sürüklendi. Hangi hapishanede olduğunu bile bilmiyordu. (7) Ve 7 Ekim’den bu yana Gazze’de tutuklanan Filistinlilerin herhangi birinin bilinen bir davası yok.
İsrail’in İnkarlarının Bir Değeri Var Mı?
Elbette İsrail her şeyi inkâr ediyor ve tutuklulara insanca ve hukuka uygun davranıldığını söylüyor. Ama şunu açıkça, bilimsel olarak, abartmadan söylemek gerekiyor: İsrail’in “inkârlarının” bir tezek kadar değeri yok. İsrail’in inkârlarında herhangi bir gerçek olsaydı ve tüm bu iddialar büyük ölçüde yanlış olsaydı, İsrail, Uluslararası Kızıl Haç’ın, gazetecilerin ve avukatların ziyaretlerini engellemek veya yasaklamak yerine memnuniyetle karşılardı.
Hatta 2 Temmuz’da bu haber yayılmaya başladıktan sonra İsrail Güvenlik Bakanı Ben Gvir X’te bir paylaşım yaparak sessiz kısmı yüksek sesle “Milli Güvenlik Bakanı görevini üstlendiğimden beri kendime koyduğum en büyük hedeflerden biri, teröristlerin cezaevlerindeki koşullarını daha da kötüleştirmek…” şeklinde dile getirdi. (8)
Ayrıca şununla övündü: “…Ekim ayından bu yana 2.500 yeni hapishane eklendi. Bir projemiz de geçtiğimiz Nisan ayında başladı ve bu projede 936 ilave cezaevi inşaatı da yer alıyor…”
Ve tüm bunların en tüyler ürpertici kısmı, Ben Gvir’e göre, “Ben zaten [daha fazla hapishane inşa etmekten] çok daha basit bir çözüm önererek, aşırı kalabalık sorununu çözecek olan, teröristlere ölüm cezasını yürürlüğe koymayı teklif ettim…” [vurgu eklenmiştir.] (NOT): Ben Gvir gibi soykırımcı Siyonistler için “Filistinli” ve “terörist” aynı anlama gelmektedir.)
Son Bir Nokta…
Son olarak, Dr. Salmiya’nın serbest bırakılmasının İsrail hapishanelerinde ve gözaltı merkezlerinde sistematik işkencenin geniş çapta açığa çıkmasının, Ben Gvir gibi Nazilerden, Başbakan Netan-Nazi’ye ve sözde “ılımlı” lider Benny Gantz’a kadar bu durum “İsrail’de tepkiye yol açtığını ve siyasi yelpazenin her yerinde eleştirildiğini” belirtmek önemlidir. Bu “çığlık” masum insanlara yapılan korkunç işkencelerin açığa çıkmasıyla ilgili miydi?
HAYIR, hepsi bu masum insanların serbest bırakılmasına, İsrail’in toplama kampları hakkındaki gerçeği söylemelerine ve bu gerçeği dünyaya duyurmalarına öfkeliydi.
Bu bize Siyonist rejimin ve onu sonuna kadar destekleyen ABD emperyalistlerinin doğası hakkında ne söylüyor?
Dipnot:
Washington Post, hastanenin altında bir Hamas tüneli (Gazze’deki binlerce tünelden biri) bulunduğunu bildiriyor: “Açık kaynak görseller, uydu görüntüleri ve kamuoyuna açıklanan ISK materyalleri üzerinde yapılan analiz, bir ISK sözcüsü tarafından tespit edilen beş hastane binasından hiçbirinin tünel ağına bağlı olmadığı ve tünellere hastane koğuşlarının içinden erişilebileceğine dair hiçbir kanıt bulunmadığı görüldü.” DSÖ ayrıca konvoyunun ve tüm katılımcılarının tamamen insani niteliğini ayrıntılarıyla anlatan bir bildiri yayınladı.
Sde Teman Gözaltı Kampında görev yapan İsrailli askeri Doktor Yoel Donchin, buradaki doktor ve hemşirelere isimlerini belgelere yazmamaları veya tutukluların önünde isimlerini kullanmamaları söylendiğini söyledi; yetkililer, kimliklerinin tespit edilmesi halinde “savaş suçlarıyla suçlanabileceklerinden” korkuyorlardı. Bkz. “İsrail’in Binlerce Kişiyi Gözaltına Aldığı Üssün İçinde,” New York Times, 6 Haziran 2024.
Shin Bet’in başkanı Ronen Bar’ın Başbakan Netanyahu’ya İsrail’in 14.000 kişiyi barındıracak hapishanelerde 21.000 mahkûmu tuttuğunu bildirildi. Ancak bu şaşırtıcı sayının bile, çoğu resmi “hapishane” olmayan yerlerde aylarca “sorgulanmak üzere” tutulan tüm “tutukluları” içerip içermediği açık değil.
Bkz. “Dünyanın En Ahlaklı Ordusunun İşkence Odaları” revcom.us, 13 Mayıs 2024.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bir raporunda İsrail’in 7 Ekim’den bu yana “ICRC’nin (Uluslararası Kızıl Haç Komitesi) hapishane ziyaretlerine izin vermediği” belirtiliyor.
“İsrail’in Binlerce Kişiyi Gözaltına Aldığı Üssün İçinde”
Bkz. “’Ebu Garib’den daha korkunç’: Avukat İsrail gözaltı merkezine yaptığı ziyareti anlatıyor”, +972 Dergisi, 27 Haziran 2024.
Ben Gvir İbranice bir paylaşım yaptı; Buradaki tüm alıntılar bir Google çevirisindendir.
Öngörülen Ölüm Sayısı 186,000 İnsan!Lancet’e Gönderilen Mektup ABD Destekli İsrail Soykırımının Kapsamını ve Derinliğini Ortaya Koyuyor
Editör Notu: Okumakta olduğunuz yazı, Filistin’deki soykırımın devasa boyutlarını gösterebilmek açısından revcom.us tarafında kaleme alınmıştır. Yazını orjinali için linki tıklayabilirsiniz.
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik bombardımanında ölenlerin cesetleri Deyr el-Belah’taki bir hastane morgunda, 13 Temmuz 2024 Fotoğraf: AP
İsrail’in Gazze’deki ABD destekli soykırım katliamının kapsamı ve ölçeği nedir? Hastane kayıtlarından ve medyada yer alan haberlerden elde edilen resmi rakamlar bu konuda gerçek bir tablo ortaya koyamıyor. Ancak insanların Gazze’deki ölü sayısının büyüklüğünü bilmesi ve bununla yüzleşmesi gerekiyor.
Üç uzmanın 5 Temmuz’da prestijli tıp dergisi Lancet’te yayınlanan mektubu “Gazze’deki ölüleri saymak: zor ama gerekli” başlığını taşıyor. Mektup, felakete bir rakam koymak gibi temel bir zorluğu ele alıyor. Sonuç çarpıcıdır. Mektupta “Gazze’deki mevcut çatışmanın 186.000 ya da daha fazla ölüme yol açabileceğini tahmin etmenin mantıksız [zorlama] olmadığı” belirtiliyor. Bu da Gazze Şeridi’ndeki toplam nüfusun %7,9’una tekabül etmektedir.”
Eğer Amerika Birleşik Devletleri’nde bombalar, füzeler ve hastalıklar nedeniyle %7.9’luk bir ölüm oranı yaşansaydı, bu 26 milyon insan demek olurdu! Florida’nın tüm nüfusundan daha fazla.
Bu 186,000 rakamı, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı sonucunda şu ana kadar gerçekleşen ölümlerin yanı sıra “önümüzdeki aylar ve yıllarda” gerçekleşmesi beklenen ölümleri de kapsamaktadır. Ve bu rakam “çatışma hemen sona erse bile” öngörülen ölü sayısıdır.
Cehennemi ölüm mozaiği, İsrail’in uzun ve kanlı kuşatmalarının ardından Nasser ve Al Şifa hastanelerinde toplu mezarlara atılmış halde bulunan yüzlerce cesedi de içeriyor. Ölenler arasında beslenmeden hayatta kalamayacak bebekler ve doğum yapamayacak kadar aç, bitkin ve hastalıklı kadınlar da var. İsrail bombaları ve füzeleriyle yaralanan on binlerce insan, İsrail’in gıda ablukası nedeniyle o kadar zayıf düşmüştür ki, dikiş atılsa ya da ameliyat edilse bile vücutları iyileşemeyecektir. Enkaz altında kalan binlerce insan ve İsrail kuşatması altındaki Gazze’de tedavi edilebilir hastalıklardan -diyabet ve kalp rahatsızlıkları gibi- muzdarip olan insanlar da buna dahildir.
İsrail’in Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’a düzenlediği bombardımanın ardından Filistinliler bölgeyi tahliye ediyor, 13 Temmuz 2024. Fotoğraf:
Öngörülen 186.000 Ölümün Arkasında
Lancet’e gönderilen mektubun başlığındaki “zor” ifadesi kısmen İsrail tarafından Gazze’de öldürülen insanları gerçekten saymanın zorluğuna atıfta bulunuyor. Ancak bunun ötesinde ve daha da kötüsü, çok daha büyük ölümlerin yaşanacağına işaret ediyor.
Mektubu yazanlar halk sağlığı, tıp ve epidemiyoloji (hastalıkların yayılması ve etkilerinin incelenmesi) alanlarındaki uzmanlıklarından yararlanmaktadır. Bu alanlarda geliştirilen yöntemlere dayanarak, Gazze’deki Filistin halkına yapılanların beklenen etkilerine bakıyorlar. “Yok edilen sağlık altyapısının” etkisini hesaplıyorlar. İsrail’in yardım girişini ve dağıtımını büyük ölçüde engellemesinin yarattığı “ciddi gıda, su ve barınak sıkıntısının” kısa ve uzun vadeli etkilerini hesaba katıyorlar.
Ve öngördükleri ölü sayısı “halkın güvenli yerlere kaçamamasını” da hesaba katıyor. Mektubun yayınlanmasından sadece birkaç gün sonra İsrail, Gazze’nin batı kıyısındaki Al Mawasi çölünde bulunan sözde “güvenli alanı” bombalayarak en az 90 kişinin ölümüne neden oldu.
Üreme Hastalıklarının Acımasız Etkisi
Mektupta mevcut ve öngörülen ölümlerin bir kaynağı olarak üreme hastalıklarını gösteriliyor. Yardım kuruluşları Christian Aid ve İngiliz Filistin İnsan Hakları Merkezi, bombardımandan kaçarken ya da İsrail’in beyaz fosfor bombalarına (insanlara karşı kullanımı savaş suçu olan) maruz kaldıktan sonra yoğun korku ve yorgunluk nedeniyle kadınların düşük yaptığını bildiriyor. Ve kadınların düşük yapması ya da doğum sırasında veya hemen sonrasında çocuklarını kaybetmeleri “Gazze’deki kadınların her gün yaşadığı bir dehşettir.”
Temmuz ayında ReliefWeb, 7 Ekim’den önce Gazze’de zaten korkunç olan düşük ve doğumda ölüm oranlarına kıyasla, Gazze’deki kadınların düşük yapma ve doğumda ölme ihtimalinin üç kat daha fazla olduğunu bildirdi.
The RNL-Revolution, Nothing Less!-Show’a verdiği bir röportajda Dr. Majed Jaber, görev yaptığı Avrupa Gazze Hastanesi’ne getirilen ve İsrail’in Gazze’ye sokmasına izin vermediği özel mamalar dışında hayata döndürülemeyecek kadar aç ve bir deri bir kemik kalmış bebekleri tedavi etmeye çalıştığını anlattı.
Bu dehşetin Gazze’deki kadınların çocuk doğurma kabiliyetleri üzerinde kalıcı etkileri olacaktır. Soykırıma varan bir katliam ve İsrail’in Gazze’ye girişine izin vermediği binlerce kamyonda biriken ilaçların kesilmesi nedeniyle bebeklerinin kollarında ölmesini izleyen kadınların fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerinde de.
Önlenebilir ve Tedavi Edilebilir Hastalıklar Nedeniyle Ölüm
Lancet mektubu bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan ölümler konusunda uyarıda bulunmaktadır. Bulaşıcı hastalıklar, Gazze’de insanların tıbbi bakım, temizlik, atık bertarafı, gıda veya suya erişimleri olmadan tıkıştırıldıkları mülteci kamplarında bir kişiden diğerine hızla yayılmaktadır. Sağlık çalışanları, tedavi edilmediği takdirde açlık, yaralanma ve travma nedeniyle bağışıklık direnci kırılan insanlar için kısa ve uzun vadede tehlikeli olabilecek menenjit, su çiçeği ve diğer hastalıkların yayıldığını bildirmektedir. İshal, aşırı dehidrasyondan muzdarip insanlar arasında yayılır ve bazı durumlarda böbrek yetmezliğine neden olur.
Kısa bir süre önce Avrupa Gazze Hastanesi’nde görev yapan Amerikalı doktor Dr. Mohamad Abdelfattah, RNL Show’a verdiği demeçte, ekipmanın sterilize edilemediği hastanede, “Birinin solunum cihazına ihtiyacı olduğunda, birkaç gün sonra fark edeceğiniz şey, gerçekten agresif bir pnömoni ile uğraştığınızdır çünkü solunum cihazları bu bakterilerle kontamine olmuştur. Yani korkunç bir manzara” dedi.
Kanser, diyabet ve kalp hastalığı gibi bulaşıcı olmayan hastalıklar Gazze’de neredeyse hiç tedavi edilmiyor. Başka bir yerde ilaçla ya da ameliyatla tedavi edilebilecek vakalar bile tamamen tedavi edilmiyor. Önümüzdeki aylar ve yıllarda insan hayatında yaratacağı tahribat, 186.000 ölüm öngörüsünün ortaya koyduğu tablonun bir parçası.
Biden 200 Kiloluk Bombalarla Yanıt Veriyor
Lancet mektubu 186,000 ölümün “mantıksız olmadığını” (ihtimal dışı olmadığını) öngörürken “bu çatışmanın yoğunluğuna” işaret etmektedir. Çatışmanın yoğunluğu büyük ölçüde ABD tarafından tedarik edilen, devasa ve büyük ölçüde suç teşkil eden 200 ve 500 kiloluk bombalar da dahil olmak üzere inanılmaz düzeydeki bombalardan kaynaklanmaktadır. Bu bombalar Gazze’deki her şehri yaşanmaz, hastalık saçan bir harabeye çevirdi. Ve bombalar yıkıntılar arasında barınanların üzerine bile yağmaya devam ediyor.
Bu bombaların etkisi Biden için bir sır değil. Lancet’e gönderilen mektuptaki tahminler de öyle, ki Biden’ın Dışişleri Bakanlığı’nın da bundan haberdar olması gerekiyor. Peki Biden nasıl yanıt verdi? Mektubun The Lancet’te yayınlanmasından beş gün sonra, ki bu ABD’de ve dünyada ana akım haberlerde yer aldı, Biden İsrail’e 500 kiloluk bomba sevkiyatına koyduğu geçici durdurmayı kaldırdı!
Günler sonra İsrail, Gazze Şehrinin yıkıntı ve enkazına sığınan hayatta kalanların üzerine acımasızca bomba yağdırdı ve onlarca kişiyi öldürdü. Ve bombardıman o zamandan beri tırmanıyor.
Filistinliler Gazze Şehri’nin Şijaiyah mahallesindeki yıkımı inceliyor, 11 Temmuz 2024 Fotoğraf: AP
Lancet’e gönderilen mektupta uzun vadede öldürücü olarak tanımlanan “ciddi gıda, su ve barınak sıkıntısı” İsrail’in gıda, su ve diğer yardımları engellemesinden kaynaklanmaktadır. Bu bir suçlama değil, bir gerçektir. İnsanlığa karşı işlenen bu suç, İsrail hükümetinin üst düzey yetkilileri tarafından açıkça emredilmiştir; bu yetkililerden biri Hamas rehineleri elinde tuttuğu sürece “hiçbir elektrik düğmesinin açılmayacağını, hiçbir su musluğunun açılmayacağını ve hiçbir yakıt kamyonunun [Gazze’ye] girmeyeceğini” söylemiştir.
İsrail, 7 Mayıs’ta İsrail tanklarının Mısır’dan gelen Refah Sınır Kapısı’nı kapatmasıyla Gazze’ye sızan yardımı daha da engelledi. Bu geçiş, Gazze’ye yardım akışının en güvenilir yoluydu.
Biden 11 Temmuz’daki basın toplantısında tüm bunları İsrail’in yardımların ulaştırılmasında “zaman zaman işbirliğine yanaşmaması” olarak değerlendirdi! Bu suçu yüz binlerce kez çarpmak dışında., bir seri katilin cinayete karşı yasalar konusunda “zaman zaman işbirliğinden daha az işbirlikçi” olduğunu söylemek gibi bir şey.
Biden Gazze’deki BM Yardım Kuruluşunu Fondan Çıkarıyor
Lancet’e gönderilen mektupta, “Gazze Şeridi’nde halen aktif olan çok az sayıdaki insani yardım kuruluşundan biri olan UNRWA’nın [Gazze’ye yardım sağlayan ana BM kuruluşu] finansman kaybı”, ölü sayısı tahminlerinde kritik bir faktör olarak gösteriliyor.
Ocak ayında İsrail, 13,000 UNRWA çalışanından bir düzineden azını, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği ve sivilleri öldürmek ve sivilleri rehin almak gibi savaş suçları içeren saldırıyla bağlantılı olmakla suçladı. Herhangi bir kanıt sunulmadan önce (ve İsrail şüphelileri itirafa zorlamak için işkence yaparken), Biden’ın Dışişleri Bakanı Blinken gazetecilere İsrail’in belgelenmemiş iddialarının “son derece ama son derece inandırıcı” olduğunu söyledi.
Soykırımcı Joe bir konuda kararlı bir şekilde ve hemen harekete geçmeyi başardı: UNRWA’ya verilen ABD fonunu kesti. Ve ABD müttefiklerine de aynısını yapmaları için baskı yaptı. Bu sadece Gazze’deki en etkili yardım dağıtım ağını felce uğratmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’e Gazze’deki BM çalışanlarını hedef alması için yeşil ışık yaktı. 190’dan fazlası İsrail’in soykırım katliamında öldürüldü ve birçoğu da açıkça işaretlenmiş BM üniformaları ve araçlarıyla BM görevlerini yerine getirirken saldırıya uğradı.
Biden, Nisan ayında UNRWA’ya finansmanı geçici olarak yeniden başlattı, ancak bundan kısa bir süre sonra, Biden’ın yasağı ve Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’in asılsız suçlamalarını desteklemesinin teşvik ettiği bir ortamda, Kongre UNRWA’ya ABD yardımını bir yıl süreyle yasakladı. Yasağı içeren tasarıya sadece birkaç düzine Demokrat karşı çıktı ve Biden tasarıyı imzalayarak yasalaştırdı.
Soykırımcı Joe’nun Ellerindeki Kan: Daha Fazla Direnişe İhtiyaç Var
Gazze’de halihazırda yaşanan inanılmaz sayıdaki ölümler ve Lancet’e gönderilen mektupta hesaplanan yaklaşmakta olan daha da kötü ölümler, doğrudan ABD’nin İsrail’e yaptığı askeri, ekonomik ve diplomatik (bahaneler, özürler, örtbaslar) “yardımların” bir ürünüdür.
Devrimci lider Bob Avakian (BA), REVOLUTION 44: Israel’s continuing genocide against Palestinians-and Joe Biden’s continuing support for this genocide (DEVRİM 44:İsrail’in, Filistin Halkına Karşı Devam Eden Soykırımı ve Joe Biden’ın Bu Soykırıma Devam Eden Desteği) başlıklı yazısında, “Biden’ın on yıllar önce Senatör olduğu dönemden bugüne kadar her zaman İsrail’in kana susamış bir destekçisi olduğunu” ortaya koyuyor. Ve BA, Lancet’te yayınlanan mektuptaki belgelenmiş tahminler ışığında daha da acil, gerçekten varoluşsal olarak kritik bir meydan okuma ortaya koyuyor:
Filistinlilere yönelik bu ABD-İsrail soykırım katliamına karşı direnişin daha da geniş, daha güçlü ve daha kararlı hale gelmesi gerekiyor.
Gazze’de Dr. Majed Jaber ile Röportaj:”Hiçbir Şey Yapamadığımız İçin Ölen Çok Sayıda Çocuğumuz Var”
Dr. Majed Jaber (mavi yelekli) Avrupa Gazze Hastanesi’nde bir hastayı tedavi ederken, Haziran, 2024. Fotoğraf: Dr. Majed Jaber’in izniyle
Editörün notu: Aşağıda revcom.us ve The RNL-Revolution, Nothing Less!-Show muhabiri Alan Goodman’ın 22 Haziran’da Gazze’nin güneyindeki Avrupa Gazze Hastanesi’nde çalışan Filistinli bir doktor olan Dr. Majed Jaber ile yaptığı röportajdan bir kesit yer almaktadır. Röportaj, Dr. Jaber’in hastanede 24 saatlik bir vardiyada hayal edilemeyecek kadar zor koşullar altında çalıştığı sırada gerçekleşti; röportaj sırasında yakınlara düşen İsrail roketleri hastaneyi sarstı. Bu röportajdan daha fazlası için revcom.us ve The RNL Show’u takip etmeye devam edin.
Alan Goodman: Malzeme ve personel eksikliğinizle ilgili duruma geri dönmek istiyorum, ancak bunu yapmadan önce hastaneye kimlerin geldiğinden bahsedebilir misiniz? Yaygın bir kıtlık olduğunu biliyoruz, yaygın bir salgın durumu olduğunu biliyoruz. Yaygın yaralanmalar olduğunu biliyoruz. Ancak bu kadar çaresiz bir şekilde size gelen bu insanların kim olduğuna dair bize bir fikir verebilir misiniz?
Dr. Majed Jaber: Kesinlikle öyle. Çok sayıda yetersiz beslenme vakamız var, özellikle de çok yürek parçalayıcı hikayeleri olan çok yaşlı insanlar. Tüm çocuklarını kaybetmiş bir anne, eşini kaybetmiş bir baba ve onlara bakan kişiler görüyorsunuz ve bu insanlar depresyona giriyor. İlaçlarına çok uyumlu değiller; iyi beslenmiyorlar. Ve bize başvuruyorlar çünkü birileri bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmiş ve çok yetersiz beslenmişler.
Tabii ki organize bir kıtlıktan, insanlarımızın açlıktan ölmesinden bahsediyorum. Gazze’ye girmesine izin verilen gıda miktarı özel olarak hesaplandı ve bu soykırım sırasında özel bir durum değil. Eğer 7 Ekim’den öncesine bakarsanız İsraillilerin yönergelerini görebilirsiniz. Gazze’de kişi başına kaç kalori düşeceğini hesaplıyorlar. Ve eğer düşünürseniz bu çok korkutucu. Ve şimdi çok daha şiddetli hale geldi. Bu yüzden çok sayıda bebeğin düşük kilolu olduğunu görüyorsunuz. Bu gerçekten zor bir durum çünkü bu bebekleri beslemeye çalışmak da bir sorun, tıbbi olarak konuşursak, bebeği birdenbire besleyemezsiniz, yeniden beslenme sendromu 1 yaşayabilirler; pek çok sorunla karşılaşabilirler.
Ayrıca, çocukların çoğu mama sütünü ya da anne sütünü tolere edemiyor. Bu özel formüle ihtiyaçları var ve bu formül genellikle çok pahalı. Bugünlerde Gazze’de buna sahip olamıyorsunuz ve çocuğun gözünüzün önünde öldüğünü görüyorsunuz. Bu konuda neredeyse hiçbir şey yapamıyorsunuz. Birçok vaka görüyoruz, daha berrak bir resim çizmek gerekirse, bu çocukların birçoğu kronik hastalıklarını tedavi ettirmek için Ürdün’e, Mısır’a gidiyordu çünkü sağlık sektörümüz çok yetersizdi ve şimdi, savaş başladıktan sonra, soykırım başladıktan sonra seyahat etmelerine izin verilmiyor. Ve bu konuda hiçbir şey yapamadığımız için bu çocukların büyük bir kısmı ölüyor.
Ve tabii ki, özellikle bu yaz boyunca, başta hepatit A olmak üzere pek çok bulaşıcı organizma salgını yaşandı. Burada çok sayıda kolera vakası olduğundan şüpheleniyoruz ki bu çok korkutucu. Gazze’nin orta bölgesinde bir ya da iki hasta öldü. Ve hatta bugün olduğu gibi, bilmiyorum, muhtemelen akut gastroenteritten muzdaribim, muhtemelen hepatit A olabilir. Benim gibi hijyen konusunda, yemek alışkanlıkları konusunda çok titiz olan doktorlar bile eninde sonunda enfekte olacak çünkü uygun hijyenik araçlardan yoksunuz.
DİPNOTLAR:
1 Bu, uzun süre yeterli beslenemeyen bir bebeğe aniden yiyecek verildiğinde tetiklenebilen tehlikeli bir durumdur.
Filistin’de Görev Almış Dr. Mohamad Abdelfattah ile Röportaj:
Editörün notu: Aşağıda Alan Goodman’ın Güney Kaliforniyalı bir yoğun bakım ünitesi (YBÜ) doktoru ve Orange County for Justice in Palestine organizatörlerinden Dr. Mohamad Abdelfattah ile yaptığı röportajın metni yer almaktadır. Dr. Abdelfattah, Mayıs ayında üç hafta boyunca Gazze’deki Avrupa Gazze Hastanesi’nde (EGH) görev yapma deneyimini anlatıyor. Röportaj, YouTube’daki The RNL-Revolution, Nothing Less!-Show’un geçen haftaki 199. bölümünde yayınlandı.
VİDEO
Alan Goodman: Dr. Abdelfattah, son derece yoğun geçen gününüze ve önemli çalışmalarınızdan zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. İzleyicilerimiz için açıklamak gerekirse, Mayıs ortasına kadar Gazze’de Avrupa Gazze Hastanesi’ndeydiniz. Dinleyicilerimiz için orada yaşadıklarınızın bir resmini çizebilir misiniz?
Dr. Mohamad Abdelfattah: Kesinlikle, beni kabul ettiğiniz için teşekkürler. Gazze’ye 1 Mayıs’ta girdik ve sınırdan hastaneye çok kısa bir yolculuk yaptık. Gazze’ye girdikten sonra hareket edebilmek için İsrail makamlarından yeşil ışık beklemek zorunda kaldık…
Uluslararası sağlık çalışanları Gazze’ye girerken, Mayıs 2024, Dr. Mohamad Abdelfattah sağda Fotoğraf: Dr. Mohamad Abdelfattah
AG: Mısır’dan İsrail’e Refah sınır kapısından geçerek gittiniz, değil mi?
Dr. Mohamad Abdelfattah: Evet, Mısır tarafındaki Refah’tan Gazze’ye, yani Filistin tarafına geçtik. Geçtikten sonra İsrailli yetkililer size çatışma olmayan bir rota vermek zorundaydı, yani onayladıkları, hedef almayacaklarını kabul ettikleri bir rota vardı. Bu da sınırdan hastaneye gitmemizi sağladı. Otobüste yaklaşık 45 dakika ile bir saat arasında onay verilmesini bekledik. Onay verildikten sonra Gazze’ye girdik ve…
AG: Sözünüzü tekrar kesmek istiyorum, bunun için özür dilerim. Ama sadece kayıtlara geçsin diye söylüyorum, çatışmasız bir güzergâhta seyahat ettiğinin belgelenmesi, yani orada herhangi bir askeri faaliyetin olmaması, sağlık çalışanları için yüzde 100 güvenlik garantisi değildir. Haksız mıyım?
Dr. Mohamad Abdelfattah: Kesinlikle doğru. Yani bu çatışmasızlık rotaları geçmişte yabancı doktorların, yabancı konvoyların seyahatleri için kullanıldı. Ve bu aslında World Central Kitchen felaketi sırasında kullanıldı. Çatışmasız bir rotaları vardı ama yine de hedef alındılar. Biz EGH [Avrupa Gazze Hastanesi]’deyken bile – bu konuya daha sonra değineceğiz – hastanemize çatışmasız bir rota üzerinden gönderilen bir BM konvoyu vardı ve hedef alındılar. Yani bu her zaman aklımızın bir köşesindeydi; evet, bu İsrailli yetkililerle koordinasyon içindeydi ama bu yine de yüzde 100 güvenli olduğu anlamına gelmiyordu ve her zaman bir risk vardı.
Gazze’ye girerken bir İsrail tankıyla karşılaşmak Fotoğraf: Dr. Mohamad Abdelfattah
Yani bu hep aklımızdaydı. Ama yeşil ışığı aldıktan sonra otobüs Gazze’ye doğru hareket etmeye başladı. Ve Gazze’ye girer girmez, her şey çok açıktı – zifiri karanlıktı. Akşam vaktiydi ve kesinlikle elektrik yoktu – nereye baksam karanlıktı. Ve hatırladığım kadarıyla yıkılmış evlerinin dışında telefonlarıyla konuşan çocuklar görüyordum. Telefonlarında yüzlerinin aydınlandığını görebiliyordum ve karanlıkta telefonlarıyla oturuyorlardı. Birçok çocuk ve aile üyesinin evlerinin dışında karanlıkta oturduğunu gördüm. Karanlığın ne kadar çok olduğunu görmek çok ama çok gerçeküstüydü. Daha önce hiç bu kadar karanlık bir yer görmemiştim.
EGH, yani Avrupa Gazze Hastanesi’ne varmadan önce Gazze’ye arabayla yaklaşık 10-15 dakikalık bir yolumuz vardı. Yanımızda meslektaşlarımızla dolu yaklaşık üç otobüs vardı. Yaklaşık 19 meslektaşımız ve 250 parça valizimiz vardı. Yani çok fazla bagajımız vardı. Tıbbi malzemeler, sandaletler, kitaplar, çocuklar için şekerlemeler, boyama kitapları, kadın hijyen ürünleri – Gazze’de çok sınırlı olduğunu bildiğimiz çeşitli malzemeler – getirdik.
Avrupa Gazze Hastanesi Acil Servis Girişi Fotoğraf: Mohamad Adbelfattah
Hastaneye varır varmaz yüzlerce çocuğu, aslında binlerce çocuğu hemen fark ediyorsunuz. Hastaneye vardığımızda bize 30,000 kişinin barındığını söylediler. Yani, bu savaş boyunca evlerinden defalarca kaçan 30,000 erkek, kadın ve çocuk, dört ya da beş kez güvenli olduğunu düşündükleri farklı bölgelere gidiyorlardı. Avrupa Gazze Hastanesi’ne sığınmak istiyorlardı. Yani her yerde çocuklar var.
Otobüsten dışarı adımımızı atar atmaz hemen üzerinize atlıyorlar. Atladılar, sarıldılar, beşlik çaktılar, Gazze’ye hoş geldiniz dediler, gülümsediler… isimlerimizi öğrenmek ve hakkımızda bilgi edinmek için sabırsızlanıyorlardı. Etrafımızı sardılar, kelimenin tam anlamıyla üzerimize üşüştüler. Gerçekten güzel bir karşılamaydı, çocukların sıcak bir karşılamasıydı. Sonra yatakhanelere girdik ve çocuklar her bir valizin boşaltılmasına yardım etti. Yani her bir bavulu, getirdiğimiz 250 parça valizi tek tek indiren bir çocuk treni vardı. Ve bavullarımızı boşaltmaya yardım ediyorlardı. Dürüst olmak gerekirse inanılmaz bir manzaraydı.
Hastanenin dışında hemen fark ettiğiniz şey de bu çocuklar oluyor. Hepsi çok zayıf. Hepsi yetersiz beslenmiş, sadece onlara bakarak bile anlayabilirsiniz. Kıyafetlerinde delikler var. Birkaç gündür, hatta belki de birkaç haftadır yıkanmadıklarını anlayabilirsiniz. Birçoğu yalınayak, üzerlerinde hiç ayakkabı yok. Ve onlar, bilirsiniz, mutlular, gülümsüyorlar, oynuyorlar. Bilirsiniz, çocuklar dirençlidir, bu yüzden arka planda bombaları ve insansız hava araçlarını duymanıza rağmen gerçekten bir savaş olduğunu bile anlayamazsınız.
Yani tüm bunlar hastaneye girmeden önce oluyor. Hastaneye girdiğimizde, kaotik bir sahne görüyorsunuz. Tekrar ediyorum, burası bir sığınak ve bir hastane. Yani hastanenin her santimetresinde bir insan var; sığınacak yer arayan aileler, erkekler, kadınlar ve çocuklar… Hastanenin her santimetresi, tavan arasına asılan ince beyaz çarşaflarla birbirinden ayrılmış durumda. Her koridorda bir çarşaf var ve koridorun ortasında doktorların ve hastaların hastane içinde yollarını bulmaya çalıştıkları küçük bir alan var. Yani çarşafların arasında koşuşturan çocuklar görüyorsunuz. Çok fazla gürültü var; insanlar konuşuyor, kadınlar yemek yapıyor. Bilirsiniz, orada hasta insanlar var, burası bir hastane; insanlar öksürüyor, bebekler ağlıyor. Yani hastanede daha önce hiç görmediğim bir sahne, bir hastaneden bekleyebileceğiniz bir şey değil. İlk günümde acil servise girdiğimi hatırlıyorum ve…
AG: Acil servise geçmeden önce şunu sorabilir miyim: İnanılmaz bir direnç, yani anlattığınız gibi bir kaos olduğundan eminim ama o koşullar altında insanlığınızı korumak bile başlı başına çok zor.
Dr. Mohamad Abdelfattah: Kesinlikle tanışabileceğiniz en dirençli insanlar. Yine belirtmem gerekirse, çocuklar hiçbir şey olmamış gibi oynuyorlar. Hastane yerleşkesinde saçlarını kestiren insanlar var, şakalaşıyorlar, bilirsiniz. Hayatlarının her yönü zor: yiyecek bulmak, su bulmak, temiz bir banyo bulmak – yani temiz banyo yok – genel olarak bir banyo bulmak, sadece cep telefonunuzu şarj edebilmek, sadece sessiz bir yer bulabilmek… bunların hiçbirine sahip değiller. Hayatlarının her yönü saldırı altında. Bu da benim için hemen bir ders oldu; bu ülkede ne kadar kutsanmış olduğumuzu, bizim kanıksadığımız tüm bu şeylerin onlarda olmadığını öğrendim. Onları orada üzüntü içinde otururken, ağlarken, şikayet ederken, öfke içindeyken ve çok normal görünürken görmek benim için inanılmazdı. Bu insanlar sekiz aydır böylesine korkunç koşullar altındaydı, nasıl normal göründüklerini ya da normal bir şekilde fonksiyon gösterdiklerini anlayamıyordum; bu da ne kadar dirençli olduklarını gösteriyor.
AG: Şimdi sizin nasıl bir deneyim yaşadığınıza geçelim. Bir doktor olarak uzmanlık alanınız nedir ve hastanede bir doktor olarak ne tür bir iş yapıyordunuz?
Dr. Mohamad Abdelfattah: Elbette, Amerika’da yoğun bakım doktoruyum ve bu görevdeki rolüm EGH’deki yoğun bakım ünitesine yardımcı olmaktı. Ayrıca acil serviste de zaman geçirdim. Oradaki ilk günümde acil servisi kontrol etmek ve ne gibi imkânlara sahip olduklarını görmek istedim. Ve hemen… Acil serviste bu kadar çok insan olması beni şaşkına çevirdi; her yer hasta doluydu, her yatakta bir hasta vardı. Kritik hastaların gittiği bir resüsitasyon odası vardı ve o odaya girdiğimde hemen çocukları fark ettim. Yaklaşık bir buçuk yaşında bir çocuktu, kolunu havaya kaldırmış çığlık atıyor, kontrolsüz bir şekilde acı içinde ağlıyordu. Koluna baktım ve ön kolunun tamamının derisinin soyulduğunu gördüm; ciddi bir yanık vardı ve çığlık atarak babasını istiyordu. Onun yaşlarında bir çocuğa bakmak benim için çok zordu. Onun hemen yanında iki aylık bir bebek daha vardı ve annesinin kucağında oturmuş kontrolsüzce ağlıyordu. Ayağında büyük bir yırtık, büyük bir kesik vardı ve ayağının kas katmanlarını görebiliyordunuz, çok derin bir yaraydı. Şarapnel parçasından kaynaklanmıştı ve muhtemelen dört aylık bir kız çocuğuydu, ağlıyordu. Saçlarında bukleler vardı. Ve bu gerçekten yıkıcı bir sahneydi… ilk gördüğüm şey çocuklardı, bilirsiniz, bu savaşın kurbanlarıydılar.
Ve dürüst olmak gerekirse, bu devam eden bir trenddi. İlk gün benim için çok zordu. Aslında ayrılmak zorunda kaldım. “Üzgünüm, burada yardımcı olamayacağım.” dedim. Grubumuzda başka bir acil servis doktoru daha vardı. O zaten oradaydı ve hastalarla ilgileniyordu ve ben de ona üzgün olduğumu, ayrılmak zorunda olduğumu söyledim.
Ben de yoğun bakıma gittim. Yoğun bakım ünitesinde görmeye alışık olmadığım bir sahne daha vardı: Yoğun bakım monitörü sürekli olarak alarm veriyordu. Genelde geleneksel bir yoğun bakım ünitesinde monitörde alarm çalmaya başladığında bu acil bir durumdur, bir felakettir, insanlar müdahale eder. Ama yoğun bakım ünitesinde alarmlar sürekli çalıyor. Bunun nedeni de monitörlerin, yani sensörlerin arızalı olması, dolayısıyla doğru sinyalleri doğru şekilde alamamaları, dolayısıyla sürekli alarm vermeleri. Personel de bu alarmları ciddiye almıyor çünkü arızalı olduklarını biliyorlar. Yani yoğun bakım ünitesine girer girmez duyacağınız tek şey alarm veren monitörlerdir.
Sadece yoğun bakım ünitesine baktığımda, yoğun bakım ünitesindeki çocuk sayısının çok fazla olduğunu gördüm. Ben bir yetişkin yoğun bakım doktoruyum, çocukları tedavi etmiyorum. Ancak EGH yoğun bakım ünitesinde bir yetişkin yatağı var ve hemen yanında bir çocuk yatıyor. Dolayısıyla yoğun bakım ünitesindeki kurbanların çoğu, dört aylıktan 10, 11, 12 yaşına kadar, solunum cihazına bağlı, ağır yanıkları olan, vücutlarının her yerinde şarapnel parçaları bulunan korkunç patlayıcı yaralanmaları olan, yaralanmalarının ciddiyeti nedeniyle uzuvları kesilmiş her yaştan çocuktu. Yanık hastaları, bilirsiniz, yanık yaralarınız olduğunda, bu yaraları bandajlarla sarmanız ve çok sık değiştirmeniz gerekir. Ancak personel ve kaynak yetersizliği nedeniyle bu sargılar günlük olarak değiştirilemediği için enfeksiyon kapıyorlar. Bu yüzden yaraların pansumanlarının birçoğundan sıvılar, kan ve sarı sıvılar sızıyor. Yoğun bakım ünitesinde sineklerin uçuştuğunu fark ediyorsunuz, sinekler bu yaraların üzerine konuyor ve sonra yan taraftaki hastalara gidiyor. Yani yoğun bakım ünitesinde enfeksiyon kontrolü yok. Bakteriler, çok agresif dirençli bakteriler yoğun bakım ünitesine yayılıyor. El sabunları yok – personelin, doktorların, hemşirelerin ellerini yıkamak için el sabunları yok – ve dolayısıyla bu tür bakterilerin yayılmasını önlemenin bir yolu yok. Oradayken fark ettiğimiz üzere tüm vantilatörler çok dirençli bakterilerle kirlenmiş durumda. Yani birinin solunum cihazına ihtiyacı olduğunda, birkaç gün sonra fark edeceğiniz şey, solunum cihazlarının bu bakterilerle kontamine olması nedeniyle gerçekten agresif bir pnömoni ile karşı karşıya olduğunuzdur. Dürüst olmak gerekirse korkunç bir manzara.
Kaliforniyalı bir cerrah olan Dr. Mohamad Abdelfattah, Gazze’deki Avrupa Gazze Hastanesi’nde (EGH) İsrail bombardımanının bir kurbanını ameliyat ediyor, Mayıs 2024 Fotoğraf: Mohamad Abdelfattah
AG: İzleyicilerimiz için bir şeyi tespit etmem gerekiyor, o da tüm bu inanılmaz kesintiler… ve merak eden varsa diye söylüyorum, o 150 bavul sizin kişisel bagajınız değildi, orada bahsettiğiniz temel tıbbi malzemelerdi – ama bu insan yapımı bir kıtlık. Dünya tıp camiasında oraya getirilebilecek yedek malzeme yok değil. Hatta bu malzemelerin çoğu kamyonlarda beklemiyor da değil. Mesele, gelmelerinin engelleniyor olması, haksız mıyım?
Dr. Mohamad Abdelfattah: Yüzde yüz doğru. Bu kasıtlı bir felaket, insani felaket. Bahsetmeyi unuttuğum bir ayrıntı, Mısır’dan Refah’a girdiğinizde Refah’tan geçiyorsunuz. Ve orada yüzlerce, hatta belki de binlerce yardım kamyonunun durduğunu fark ediyorsunuz – haftalardır Gazze’ye girmek için bekleyen insani yardım ve tıbbi malzeme dolu büyük kamyonlar. O kadar çok kamyon var ki, kilometrelerce kamyon sıraya girmiş girmeyi bekliyor.
Açıkçası bu benim için çıldırtıcıydı çünkü her birimizin yaklaşık 10 bavul getirmesine izin verildiğini biliyordum ve bu 10 bavula sığdırabildiğim her şeyi sığdırmaya çalışıyordum – her türlü tıbbi malzeme, hatta tıbbi olmayan malzemeler, protein barları, bebek maması getirmeye çalışıyorduk. Getirebildiğimiz her şeyi getirmeye çalışıyorduk. Ve biliyorsunuz, her bir bavulun ağırlığı ile sınırlıydık – havayolları ile seyahat ederken her bir bavul için geçemeyeceğimiz kilo limiti vardı. Bu yüzden bavulları ağzına kadar doldurduk. Ve hemen dışarıda, Gazze’nin birkaç mil dışında, Gazze halkına ulaşabilecek çok daha fazla yardım taşıyan çok sayıda kamyonun içeri alınmadığını, kasıtlı olarak engellendiğini bilmek. Bu çok sinir bozucuydu.
Gazze’ye girip elimizdeki malzemeleri dağıtmaya başladığımda bile elimizde yeterince malzeme yoktu, tükeniyordu. Yani çocuklar için getirdiğimiz sandaletleri bile dağıttığınızda, arkalarında sandalet isteyen beş çocuk daha olduğunu görüyorsunuz. Elinizde yeterince yok ve bu gerçekten yıkıcı çünkü çocuklar arasında bazı sorunlara yol açtı. Çocuklar bir çift sandalet için birbirleriyle kavga ediyorlardı.
Dolayısıyla bu savaşın her yönünü kabullenmek zor oldu. Bunun çocuklar üzerinde bir savaş olduğunu fark ettim. Size söyleyeyim, bu savaşın en ağır bedelini çocuklar ödüyor, dışarıda olan ve hiçbir rutini olmayan çocuklar. Biliyorsunuz, okul yok, sekiz aydır okula gitmiyorlar. Hastanenin koridorlarında dolaşıyorlar, oynuyorlar, hayatlarında hiçbir rutin yok. Onları gece 1-2’de oynarken gördüm. Biliyorsunuz hepsi yetersiz besleniyor, yeterince beslenemiyorlar. Yani tüm bunların sonuçları olacak.
AG: Yetersiz beslenme sorununa değinmek istiyorum çünkü diğer doktorlardan aldığım raporlara göre insanlar, özellikle de çocuklar, normalde acil servise gidip dikiş atıldıktan sonra cildimin iyileşeceği yaralardan kurtulamıyorlar, ama iyileşmiyorlar. Ayrıca bebeklerini emzirmeye çalışan kadınlar da vücutlarını gerçekten koruyabilecek kalori alımına sahip değiller. Eminim bunu daha tıbbi terimlerle ifade edebilirsiniz…
Dr. Mohamad Abdelfattah: Elbette ve biz bunu yoğun bakım ünitesinde fark ettik. Ciddi yanıkları olan bu hastalar, yoğun bakım ünitesinde çok fazla beslenmeye, çok fazla agresif beslenme desteğine ihtiyaç duyuyorlar. Yani Amerika’da yoğun bakımda olsalardı, beslenme tüpleri aracılığıyla çok agresif bir beslenme sağlıyor ve her gün bu sayılara, bu kalorilere ulaştığımızdan emin oluyor olurduk. Gazze’de ise hastanenin bu hastalara yemek sağlamadığını biliyorsunuz. Hastanenin her hastaya verecek yemeği yok. Yani temelde yapmamız gereken şey aileleri teşvik etmekti – lütfen sevdiklerinizi beslemeye başlayın. Yemek bulamıyorlar, yemek bulmak onlar için çok zor. Ağır yanık hastalarının beslenme gereksinimlerini karşılamanın bir yolu yok. Yani evet, yaraları iyileşmiyor ve kronik enfeksiyonlara, kronik güçsüzlüklere yol açıyor, hayatları uzun sürüyor ve birçoğu yaralarına yenik düşüyor. Ben de bunu fark ettim.
Bir yoğun bakım doktoru olarak, stabil olmayan birini stabilize etmek istersiniz. Gazze’de bunu yapıyoruz ama 24 ila 48 saat sonra enfeksiyondan ölüyorlar. Bu yüzden benim için çok sinir bozucuydu çünkü büyük bir fark yarattığımızı görmedim. Dürüst olmak gerekirse, Gazze’deki yoğun bakım ünitemizde ölüm oranı muhtemelen yüzde 70 ila 80 arasındaydı. Yani çok fazla kişi hayatta kalamıyordu. Amerikan yoğun bakım ünitelerinde ortalama ölüm oranı yüzde 9-10 civarındadır. Gazze’de yardım ettiğimiz ya da ettiğimizi düşündüğümüz bu hastaların çoğu eninde sonunda enfeksiyondan ölecekti. Bu da bizim için gerçekten zordu, özellikle de biz yoğun bakım doktorları için, bizimle birlikte olan diğer gruplardaki yoğun bakım doktorları için. Bizim için biliyorsunuz, bu hastalar için elinizden gelen her şeyi yapmak istiyorsunuz, iyi bir sonuç almak istiyorsunuz. Ve iyi sonuçlar görememek çok zordu.
AG: Son olarak şunu söylemek istiyorum, belki de bunu takdir ediyorum ve söylediklerinize bir nevi yanıt veriyorum – insanları tedavi ederken gerçekten yapabildiklerinize ek olarak ve belki de daha da önemlisi, bilmiyorum, şu anda yaptığınız şeyi yapmak. Yani Gazze’deki Filistin halkının maruz kaldığı durumu dünyaya duyurmak. Ve bunu gerçekten hastanede görüyorsunuz çünkü burası, yine insan yapımı bir kıtlık da dahil olmak üzere insanlara yapılan her şeyi gördüğünüz yer.
Dr. Mohamad Abdelfattah: Evet.
AG: Yani bunların hepsi resmin bir parçası. Hem gitme cesaretinizi hem de şu anda yaptığınız gibi insanlara bunun ne olduğunu anlatma cesaretinizi gerçekten takdir etmek istiyorum. Ve bu ülkedeki insanları -bu benim sözüm, kelimeleri ağzınıza tıkmıyorum- ama tüm bunları diplomatik, ekonomik ve askeri olarak mümkün kılanın sizin devletiniz, ABD olduğunu kavramaya etmeye davet ediyorum. Dolayısıyla, bu röportajı dinleyen herkesin bunu durdurmak için orantılı bir şekilde hareket etmenin yollarını bulma sorumluluğu vardır. Bu yüzden size gerçekten teşekkür etmek istiyorum ve eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Dr. Mohamad Abdelfattah meslektaşlarıyla birlikte, Gazze’deki Avrupa Gazze Hastanesi’nde (EGH), Mayıs, 2024 Fotoğraf: Dr. Mohamad Abdelfattah
Dr. Mohamad Abdelfattah: Bunu takdir ediyorum. Dürüst olmak gerekirse Gazze’deyken bu düşünce beni yiyip bitiriyordu; Amerikalı bir vergi mükellefi olarak, vergilerimin bu silahlara, bu çocukların üzerine yağan bu mühimmatlara para ödediğini bilmek. Ve bu savaşın Netanyahu’nun olduğu kadar Biden’ın da savaşı olduğunu biliyorum. Biliyorsunuz, bu savaşı sürdüren silahları o tedarik ediyor, İsrail’in bu savaşı yürütmesine yönelik her türlü eleştiriye uluslararası bir kılıf sağlıyor. Dolayısıyla bu savaşın ilerlemesine ve devam etmesine izin veriyor ve bir telefon görüşmesiyle bu savaşı sona erdirebilir. İşte bu nedenle Amerikalılar olarak bu savaştan ne kazanıyoruz gibi sorular sormamız gerekiyor.
Los Angeles’ta, Los Angeles’ın çok yetersiz hizmet alan bir bölgesinde, inhalerlerini karşılayamayan hastalarım var – kronik akciğer hastalıklarını kontrol etmek için onlara reçete etmeye çalıştığım inhalerleri karşılayamıyorlar. Bu yüzden akciğer hastalıkları ilerliyor. Acil servise gitmeye korkuyorlar çünkü tıbbi faturalar konusunda endişeleniyorlar. Dolayısıyla burada sağlık sistemimizle ilgili büyük bir sorunumuz var. Öğrenci kredisi sorunlarımız var. Barınma sorunlarımız var, ülkemizde evsizlik var. Bu çocukları bombalamak için İsrail’e gönderdiğimiz bu para, kendi ülkemizde kendi Amerikan vatandaşlarımızın hayatlarını iyileştirmek için kullanılabilir. İşte bu yüzden bu savaşı sona erdirmek her Amerikalı için bir sorumluluktur. Bu haksız bir savaş. Bu ailelerin çocuklarını korumak için hiçbir yolları yok.
Bilmenizi ya da açıklamanızı istediğim son bir hikâye de, ben yoğun bakım ünitesindeyken Refah’ta belirli bir bölgeyi boşaltmaları ve Al Mawasi’ye gitmeleri söylenen bir aileyle tanıştık. Al Mawasi, Refah’tan gelen mültecilerin çoğunun sahilde çadırlarda yaşamak için gittikleri sahil boyunca uzanan bir bölge. Burası güvenli bölge olarak kabul ediliyordu.
Bu aile de evlerini terk edip Al Mawasi’ye gitti. O gün hava çok sıcak olduğu için 11-12 yaşlarındaki çocukları arkadaşlarıyla yüzmeye gitmiş çünkü burası Al Mawasi’nin hemen yanındaki sahilde bulunuyor. Ve yüzerlerken İsrail’in ateşi altında kalmışlar. O sırada yüzen yaklaşık beş çocuk varmış, paniklemeye ve farklı yönlere doğru yüzmeye başlamışlar. Ve bu çocuk okyanusun dibine düştü ve boğuldu. Onu EGH’ye getirdiler ve biz onu acil serviste gördük, mosmordu. Ve bayıldı. Parmaklarında kum vardı, görebilirsiniz.
Bu da size Gazze’de güvenli bir bölge olmadığını, hiçbir bölgenin güvenli olmadığını gösteriyor. Ve bana bunu defalarca söylediler, İsrailli yetkililer onlara farklı bölgelere gitmelerini söylediklerinde onlara güvenmiyorlar. Ama denemek istiyorlar, bilirsiniz, buranın güvenli bir bölge olduğunu umuyorlar ve sonunda burası onlar için güvenli bir gerçeklik olmaktan çıkıyor. Yani Gazze’de güvenli bir bölge yok, bu ebeveynler çocuklarını bile koruyamıyor. Bir ebeveynin en temel hakkı çocuğunu korumak istemesidir ve onlar bunu yapamıyor.
Dolayısıyla bu haksız bir savaş ve dinleyen herkesten bu savaşı sona erdirmek için üzerlerine düşeni yapmalarını rica ediyorum.
AG: Peki, bunun için teşekkür ederim. Ve evet, bunu bir meydan okuma olarak kabul etmeliyiz. Zaman ayırdığınız için tekrar teşekkürler, gitme cesaretinizi gerçekten takdir ediyorum ve ayrıca orada öğrendiklerinizi ve yaşadıklarınızı paylaşmak için çok çalıştığınızı biliyorum ve hepimiz bundan ilham almalıyız. Zaman ayırdığınız için tekrar teşekkürler.
Dr. Mohamad Abdelfattah: Ben de bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
İsrail’in, Filistin Halkına Karşı Devam Eden Soykırımı ve Joe Biden’ın Bu Soykırıma Devam Eden Desteği
Son günlerde, İsrail’in Refah’a bir saldırı başlatması halinde Joe Biden’ın İsrail’den savaş malzemelerini geri alacağı yönündeki açıklaması hakkında çok şey söylendi. (Refah, ABD’nin desteklediği ve yardım ettiği İsrail’in Gazze genelinde evler, okullar ve hastaneler de olmak üzere insanları ve yapıları büyük ölçüde yıkarak yaşanmaz hale getirdiği Gazze’nin diğer bölgelerinden kaçan ve çoğunun çadırlarda yaşayan, nüfusunun yaklaşık bir milyon kişiye ulaştığı Gazze’de bir şehirdir.) Cumhuriyet Partisindeki faşistlerle beraber (İsrail’e olan desteklerini Otuz Üç numaralı mesajımda konuşmuştum) Demokrat Partideki bazı siyasetçiler, İsrail’e ek yardımın engellenmesine ilişkin bu açıklama nedeniyle Biden’ı eleştirdi, hatta sert bir şekilde kınadı (hatta bazı Cumhuriyetçiler bu nedenle Biden’ı görevden almaktan bile bahsetti).
Tüm bu olanların ışığında, bazı temel gerçekleri açıklığa kavuşturmak önemlidir.
Biden, on yıllar öncesindeki senatörlük döneminden bu zamana kadar, her daim İsrail’in kana susamış bir destekçisi olmuştur.
Başkanlık döneminde, Biden şimdiden, aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda Filistinli sivili katleden 900 kiloluk bombalar da dahil olmak üzere İsrail’e çok fazla sayıda “askeri yardım” göndermiştir. Biden ve özellikle Demokratların Kongre’den geçmesi için çok emek harcadıkları yeni askeri harcama tasarısı, sadece Rusya ve Çin’e karşı değil, aynı zamanda Filistin halkını katleden İsrail’e ek maddi yardım da içeriyordu.
Biden, eğer cidden İsrail’e ek askeri yardımı durdursa bile, İsrail’in soykırımcı liderleri, Refah’a ve zaten çaresiz olan Filistinlilerden oluşan tamamen savunmasız kitlelere yönelik büyük bir işgali gerçekleştirmek için yeterli silahlara -büyük ölçüde ABD tarafından sağlanan- sahip olduklarını açıkça belirttiler. Aslında İsrail, Refah’a çoktan saldırmaya başladı bile.
Revcom.us sitesinde, Alan Goodman trafından yazılan önemli bir makale açıkça gösteriyor ki, her ne kadar Biden, “eğer” İsrail Refah’a saldırırsa askeri yardımı keseceğinden bahsetse bile:
Tüm askeri uzmanlar, şu an İsrail’in Refah halkını defalarca katletmeye yetecek kadar ABD tarafından tedarik edilmiş bombalara, füzelere, tanklara, tank mermilerine ve silahlara sahip olduğunu söylüyor. Ve İsrail’in bombardımanı sonucu oluşan terör şimdiden 300.000’den fazla insanı şehirden sürmüş durumda.
Fakat Biden, İsrail’in ABD tarafından sağlanan büyük askeri yardım ve “diplomatik örtü” ile Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırımın, sadece İsrail’in değil ABD’nin de gerçek kana susamış doğasını ortaya çıkardığı gerçeğiyle yüzleşti. Bu durum, ABD emperyalistlerinin, Rusya ve Çin gibi ülkelerde kendi halklarını ezen ve diğer ülkelere karşı yıkıcı şiddet uygulayan korkunç “otokratik” yöneticilere karşı kendilerini ahlak, demokrasi, özgürlük vb için bir güç olarak sunma yönündeki ikiyüzlü çabalarına parlak bir ışık tutmaktadır! Tarihten bugüne kadar, ABD’nin Filistin halkına karşı savaşında İsrail’e verdiği destekte keskin bir şekilde ortaya çıktığı gibi, Gazze’de 15 bini çocuk olmak üzere 35 bini aşan ve her geçen gün sayısı artmaya devam eden ölüm oranıyla, bu emperyalist ülkenin (“güzelim ABD”) egemen sınıfı için kendi korkunç suçlarını örtbas etmeye çalışması çok önemlidir.
Dikkatleri, ABD’nin bu soykırımdaki rolünden uzaklaştırmak -bir yandan da bu durumu bütün meşruluğuyla protesto edenlere saldırmak- Biden’ın şu anda yaptığı şey budur. Hiç kimse buna kanmamalıdır.
ABD-İsrail’in Filistin halkına karşı bu soykırım katliamına karşı direnişin daha da geniş, daha güçlü ve daha kararlı hale gelmesi gerekmektedir.
Biden Saçma Sözler Verirken, ABD Filistinli Çocukların Gözlerimizin Önünde Açlıktan Ölmesini Sağlıyor….NE KADAR SÜRELİĞİNE?!?!!
Editör ’ün Notu: Aşağıdaki yazı revcom.us web sitesine 11 Mart 2024 tarihinde girilmiştir. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
“Soykırım Joe” Biden, Ulusa Sesleniş Konuşmasında, ABD ordusuna, yiyecek, su, ilaç ve geçici barınaklar taşıyan gemileri almak üzere Gazze kıyısında “geçici bir iskele” kurma yönünde bir acil durum misyonu yönetmesi talimatını vererek büyük bir insani hamle yaptığını iddia etti. Bir İngiliz gazetesi bunu, ABD’nin İsrail’in Gazze’de 30.000’den fazla Filistinliyi katletmesine verdiği destekten öfkelenen Demokrat seçmenlere Biden’dan gelen bir “zeytin dalı” (bir taviz ve barış teklifi) olarak tanımladı.
Bu bir “zeytin dalı” değildir. Bu, İsrail’in soykırımını ve soykırım tırmanırken ABD’nin bunu desteklemesini protesto etmek ve haklı öfkeyi yanıltmak, kafa karıştırmak ve etkisiz hale getirmek için bir girişimdir. Biden’ın yardım için kullandığı geçici iskele Gazze’de kurulup bir şekilde faaliyete geçse bile ABD’li yetkililer bunun iki ay süreceğini söylüyor. Ancak Gazze’deki çocuklar şu anda zaten açlıktan ölüyor.
Açıkça belirtelim: Biden’ın yaptığı, Hitler’in Nazi ölüm kampı Auschwitz’e birkaç sandviç göndermesiyle eşdeğerdir.
Tamamen ve Bütünüyle Saçmalık
Biden’ın tüm “anlaşması” tamamen saçmalıklara dayanıyor: Yardımın şu anda Gazze’ye ulaşması için fiziksel bir yol olmadığı ve çözümün deniz yoluyla Gazze’ye bir kanal olduğu varsayımı. Sorun, İsrail ile Gazze arasında yeterli sayıda kamyonun bulunmaması ya da yüksek hacimli kara geçiş noktalarının bulunmaması değildir.
7 Ekim’den önce İsrail, yiyecek ve diğer yardımları içeren günde 500’den fazla kamyonun Gazze’ye girmesine “izin verdi”. İsrail bugün Gazze’deki Filistin halkını aç bırakmak için bu rakamı günde yaklaşık 100 kamyona indirdi. Ve ABD, İsrail’e milyarlarca dolarlık bomba, insansız hava aracı, tank, füze ve silah sağlayarak bunu destekliyor.
Yıkılan, Bombalanan Gazze’de ŞU AN Çocuklar ve Bebekler Açlıktan Ölüyor
7 Mart’ta Gazze Sağlık Bakanlığı, önceki hafta en az 16 çocuğun yetersiz beslenme ve dehidrasyon nedeniyle öldüğünü bildirdi.
10 yaşındaki Yazan Al-Kafarneh gibi bazılarının altta yatan sağlık sorunları vardı. Yazan, meyve ve süt karışımından oluşan özel bir beslenme rejimine bağlıydı. Bir akraba Al Jazeera’ye, ailenin birçok kez sığınmak için taşınmak zorunda kaldığını söyledi. Yazan’ın babası, Yazan’a Gazze’nin hiçbir yerinde ne pahasına olursa olsun yiyecek bulamadığını anlattı.
⌈Yazan al-Kafarna, doktorunun söylediğine göre esas olarak yiyecek eksikliğinden kaynaklanan aşırı kas kaybı nedeniyle öldü. Fotoğraf: AP ⌉
Yazan’ın ailesi onu tıbbi bakım bulmak için kuzey Gazze’den güneydeki Refah’a getirdi. Ama hiçbir şey bulamadılar. Dünyaya konuşan bir akraba, “İsrail işgalinin Gazzeli çocuklara yönelik barbarca savaşı ve baskıcı eylemlerinin sorumlu olduğunu ve durdurulması gerektiğini” haykırdı. Ve “Dünyanın özgür insanlarına, ne bekliyorsunuz? …kıtlığa ve tam bir felakete ulaştık” diye seslendi.
Şu anda Gazze’nin Beyt Lahia kasabasındaki Kamal Adwan hastanesinde altı bebek yetersiz beslenme nedeniyle tedavi ediliyor. Şimdi burada bir durun. Durun ve çocuklarının meyve ve süt eksikliğinden dolayı eriyip ölmesini izlemek zorunda kalan bir ebeveynin, kardeşinin veya sevilen birinin kalp kırıklığını, asla geçmeyecek acısını, öfkesini hissedin. Bu arada, muazzam gıda kaynaklarının olduğu bu dünyada, insanın hayatta kalmasının temel unsuru olan gıdaya erişim, bir sömürü ve baskı sistemi tarafından boğuluyor. Ve aynı sistem, savaş silahı olarak çocukları aç bırakarak egemenliğini sürdürüyor.
Birleşmiş Milletler yetkililerine göre yaklaşık 576.000 kişi (Gazze nüfusunun dörtte birinden fazlası) kıtlığın eşiğinde. Gazze’nin kuzeyinde iki yaşından küçük her altı bebekten biri yetersiz beslenmeden muzdarip. BM, acil önlem alınmazsa Gazze Şeridi’nin yaygın bir kıtlığa maruz kalabileceği uyarısında bulundu. Bu kıtlık önümüzdeki haftadan itibaren başlayabilir. BM, bir kez kıtlık ilan edildiğinde, etkilenenlerin çoğuna yardım etmek için genellikle çok geç kalındığı konusunda uyardı.
İsrail, Gazze’nin başka yerlerindeki evlerinden sürülen bir milyondan fazla insanın kum üzerinde dayanıksız çadırlarda kamp kurduğu Refah şehrini işgal etme planını uygulamaya devam ederse, Gazze’deki insani felaket hayal edilemeyecek boyutlara ulaşacak.
Filistinliler çaresizce yiyecek için sıraya giriyor, Refah, Gazze Şeridi, 9 Ocak 2024. Fotoğraf: AP
Biden’ın “Yüzen İskelesi” Sadist Bir Koşuşturma
Biden’ın Gazze’deki geçici iskelesine dönelim. Biden, ABD ordusunun, deniz yoluyla 200 milden fazla uzaktaki Gazze’ye gıda ve diğer yardımları göndermek için Kıbrıs ada ülkesi Larnaka kentindeki ticari limanı kullanacağını ve Gazze’de yardımların boşaltılabileceği geçici, yüzen bir iskele inşa edileceğini iddia etti.
Bundan iki ay sonra bu deniz kanalı vaat edildiğinde kıtlık kontrolden çıkacak. Bunun da ötesinde “plandaki” büyük boşluklar ciddiye alınmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor. Pentagon, yardımın boşaltılması ve dağıtım için kamyonlara paketlenmesi gibi kritik adımın sorumluluğunu, ismini vermediği ABD dışı personelin üstleneceğini iddia ediyor. Gazze’de mi? Yiyecek almak için toplanan kalabalıktaki insanların 29 Şubat’ta İsrail askerleri tarafından vurulduğu, binlercesinin yaralandığı, 100’den fazla kişinin öldürüldüğü yer? İsrail, ABD’nin sağladığı bombalarla “güvenli bölge” olarak belirlediği yerleri nerede bombalıyor? İsrail tarafından belirlenen rotalarda seyahat eden olay yerindeki yardım görevlilerine İsrail tankları tarafından ateş açıldığı yer neresi?
Médecins Sans Frontières’in (Sınır Tanımayan Doktorlar) genel müdürü Avril Benoît, “Bu bir lojistik sorun değil; siyasi bir sorun” diye ısrar etti. Ve şunları söyledi: “ABD, bir çözüm bulmak için ABD ordusuna bakmak yerine, halihazırda mevcut olan yolları ve giriş noktalarını kullanarak acil insani yardım erişimi konusunda ısrar etmelidir.”
İsrail Gazze’deki İnsanları Açlıktan Öldürüyor ve ABD Buna İzin Veriyor
Sorun, Biden’ın Ulusa Sesleniş Konuşmasında ima ettiği gibi, İsrail için insani yardımın “ikincil bir husus veya pazarlık kozu” olması değil. Sorun şu ki, İsrail Gazze halkını bilerek aç bırakıyor ve ABD bunu sonuna kadar mümkün kıldı.
İsrail sistematik olarak Gazze’nin gıda üretimini hedef alıyor, fırınları bombalıyor, balıkçıları öldürüyor ve çiftlikleri yok ediyor. Gıda dağıtım kanallarını sistematik olarak hedef aldı ve yardım konvoylarını defalarca bombaladı. İsrail, az sayıda soykırımcı sözde “protestocuların” Kerem Şalom geçiş noktası üzerinden Gazze’ye giden yardımları sekteye uğratmasına olanak sağladı.
Şu anda İsrail “denetimleri” Gazze’ye girme konusunda gerekli yardımların çoğunu reddediyor ve regl dönemindeki kadınlara yönelik hijyenik pedleri (sadece bir örnek vermek gerekirse) yasaklıyor. Nakliye kanalına ilişkin “plan”, Kıbrıs’taki ihracat sahasındaki İsrailli müfettişlerin istedikleri her şeyi engellemelerine izin vermeyi içeriyor ki bu zaten yardım için ölümcül bir tıkanıklık noktasıdır.
Biden, başkan yardımcısı Harris ve ABD hükümetinin ve ordusunun geri kalanı tüm bunların tamamen farkında. İsrail’in yoluna devam etmesine izin vermekle kalmadılar, ABD de tüm bunları milyarlarca dolar değerindeki bombalar, insansız hava araçları, tüfekler ve tanklarla destekledi. Ve BM’de yardım kuruluşlarının Gazze’de faaliyet göstermesine en azından bir şans verebilecek üç ateşkes kararını veto ederek yaptı.
Nedenini araştırmak için, yeni komünizmin yazarı, devrimci önder Bob Avakian’ın (BA) sosyal medyadaki DEVRİM Yedi Numara gönderisiyle başlayın. BA, “Neden Biden ve temelde ABD’nin tüm hükümeti ve egemen sınıfı, İsrail’in Filistin halkına karşı soykırım gerçekleştirmesini tüm dünyanın önünde destekliyor?”
İnsanlığı önemseyen hiç kimse, Biden’ın “zeytin dalını”- onun sahte teklifini- hiçbir şekilde veya biçimde almamalıdır. Bunun yerine, doğru olanı yapın: Gazze’deki soykırımı ŞİMDİ DURDURMA mücadelesini yoğunlaştırın ve bu soykırımın ve bu gezegendeki diğer pek çok dehşetin ardındaki sistemi devirmek için acilen çalışın.
Aaron Bushnell’ın Cesur Eylemi: Ne İçin Savaşmalı, Yaşamalı ve Ölmeliyiz?
25 Şubat Pazar günü ABD Hava Kuvvetlerinin aktif bir personeli olan 25 yaşındaki Aaron Bushnell askeri üniformasıyla Washington’daki İsrail Konsolosluğunun önünde kendini ateşe verdi, alevler bütün vücudunu sararken Bushnell “Filistine özgürlük” diye bağırıyordu. Bushnell kapının önüne doğru giderken açıklamasında bu soykırıma daha fazla ortak olmayacağını, şimdi ekstrem bir eylemde bulunacağını ancak bu ekstremitenin Filistinlilerin, sömürgecilerinin elinde günlük olarak yaşadıkları yanında hiçbir şey olduğunu, yönetici sınıfların bunun normal olduğuna kanaat getirdiğini söyledi ve kendisini ateşe verdi.
Aaron Bushnell, Gazze’de parçalanan çocukların bedenlerine, yıkıntıların arasından gelen çığlıklardan, açlıktan bir deri bir kemik kalmış bedenlerden, soğuktan ve hastalıklardan sarsılan bir halktan, her saniye bir bombanın tepelerine düşmesinin korkusuyla yaşayan bu halktan gözünü kaçırmayı reddetti. Ve en önemlisi yıkım ve ölümün makinesi olan ABD savaş makinesinin bir parçası olmayı reddetti. Washington Post’a verdiği demecinde Bushnell’in bir arkadaşı, George Floyd’un öldürülmesinden sonra Bushnell’in bu ülkenin gerçek tarihi ile ilgili araştırmaya başladığını ve devletin uyguladığı şiddetin her türlüsüne karşı çıkmaya başladığını söyledi. Bushnell araştırmalarının sonucunda anarşizme yöneldi ve karşılıklı yardımlaşma faaliyetlerinin bir parçası oldu (1). Fedakar eylemini gerçekleştirmeden önce Facebook’ta şunları yazmıştı:
“Pek çoğumuz kendimize şu soruyu sorarız: Eğer kölelik zamanı veya Güney’de Jim Crow zamanı veya apartheid dönemi hayatta olsaydım veya ülkem bir soykırım yapıyor olsaydı ne yapardım? Cevap aslında bunu şu an yaptığımız.” (2)
Canavarın İçerisinde Direnmek
ABD emperyalizmi, dünya kapitalist-emperyalist sisteminin “besin zincirinin” en tepesinde yer alır. Bütün bir ülke tarihi; kölelik, soykırım ve savaş üzerine kurulmuştur ve ABD’nin askeri ve siyasi desteği olmaksızın ne İsrail devleti var olabilirdi ne de bugün yaptıkları soykırımı yapabilirlerdi. Nitekim Bushnell’in fedakar eyleminden sonra Biden hükümeti Pentagon’da düzenlediği basın konferansında “bu konudaki politikalarının değişmeyeceğini ve İsrail’in kendini koruma hakkına desteklerinin sarsılmaz olduğunu” beyan etti. Aaron Bushnell’in bu eylemini kahramanca yapan bir diğer mesele tam da budur. Bushnell sadece bu sistemin en tepesinde yer alan ve emperyalizmin asalaklık damgasını en sert biçimiyle vurduğu Amerikan toplumunun bir üyesi değildi, o aynı zamanda bütün bu asalaklığın daimi kalıcılığının sürdürülebilmesi için dünya çapında terör estiren ABD ordusunun aktif bir personeliydi.
Bushnell gibi ABD askerlerinin ayağa kalkması işte tam da bu yüzden önemlidir. Onlar makinenin en agresif kurumunun parçasıdırlar ve buradan gelen muhalefeti değerli kılan da budur. Nitekim ABD’nin Irak İşgali ama özellikle de Vietnam’da giriştiği korkunç savaş ciddi bir muhalefetle karşılanmıştı. Vietnam örneğini daha özgün kılan ise pek çok askerin aktif katılımı reddetmesi, üniformalarını yakmalarıydı, nitekim savaş sonrası ABD hakim sınıfları askere alma politikalarını değiştirmek zorunda kalmışlardı. 1960’lar ve 70’ler boyunca halk kitleleri ve özellikle de dönemin gençliği umut ve mücadeleyle doluydu bugün siyasi saha bunun tam tersiyken böylesi bir feda eylemi ise çok daha kıymetlidir.
Anaakım medyanın ya yer vermediği ya da “mental rahatsızlık”, “iç sıkıntılar” gibi burjuvazinin psikiyatriyi bir silah olarak kullandığı üretim mekanizmalarıyla değersizleştirdiği günümüz toplumunda Bushnell ve onun gibi fedakarca hayatlarını ortaya koyanların meşru mücadelelerini gündeme taşımak ve temel sorunları olanca açıklığıyla kitlelerin önüne sermek devrimcilerin önemli görevlerindendir.
Ne İçin Savaşmalıyız? Yaşamaya ve Ölmeye Değer Olan Nedir?
Yaşam ve ölüm kendinden metafizik kavramlar değillerdir. Şüphesiz bu iki kavramında fizyolojik/biyolojik tanımlamaları vardır ancak yaşamak kadar ölmekte belirli bir toplumsal ilişkiler ağı ve ideolojiler temelinde gerçekleşir. Örneğin Mao Zedong yoldaşın şairane ifadesinde belirttiği gibi “Emperyalistlerin ve gericilerin hizmetinde ölmek tüyden daha hafiftir fakat halk için ölmek dağ kadar ağırdır.” Yaşamı ve ölümü incelemede ve anlam atfetmede temel yönelimimiz bu olmalıdır. Yoldaş Avakian insan yaşamının ağırlığı ve bunun niteliği üzerine şu önemli tespiti yapar:
“Geç de ölseler erken de ölseler, insanların yaşamının bir ağırlığının bulunması -yani yaşamların niteliği, neye adandığı, neye bağlı olduğu ve son tahlilde ne için yaşandığı- en önemli şeydir ve hareket halindeki maddenin sonsuz varlığına bağlı olarak insanların yaşamına bir şekilde bir anlam katar.” (3)
Nitekim yaşamı ve ölümü değerli kılan da bu anlamdır. Aaron Bushnell’in kendisini Filistin davası için feda etmesi bu bağlamıyla da değerlidir. Ancak Bushnell’in eylemi de dahil dünya çapındaki eylemlere katılan veya bu eylemleri selamlayan pek çok insan da mevcut duruma bakarak inanılmaz bir çaresizlik hissediyor. Filistin’de soykırım sonucu ölenlerin sayısı 30.000’i geçmiş durumda. Sadece Filistinde de değil; emperyalistlerin savaş sahaları her geçen gün daha fazla insana mezar oluyor. Bugün Ukrayna’da ölü sayısının 500.000’i geçtiğini biliyoruz, Sudan’ın kan gölüne döndüğünü görebiliyoruz. Ve evet bir yanıyla pek çok insanın kendisini dünyanın bu büyük problemleri karşısında çaresiz hissetmesi de pek tabi normal. Ama bütün bunlar değişmez bir zorunluluk olmadığı gibi bu çılgınlıktan bir çıkış yolu da var. Şayet insanlar devrimin bilimiyle tanışır ve onu öğrenebilirlerse o halde dünyanın neden böyle olduğu ve nasıl değiştirilebileceği ile ilgili bilimsel bir kavrayışa da sahip olurlar; nitekim Marx’ın da söylediği gibi “Bir kez iç bağlantı kavrandığında, mevcut koşulların daimi ve kalıcı gerekliliğine olan tüm teorik inanç, onun pratikte çökmesinden önce yıkılır.” (4)
Bugün insanlık varoluşsal bir krizin eşiğindeyken dünyanın radikal bir şekilde değiştirilmesine olan ihtiyaç hiç olmadığı kadar daha da yakıcıdır ve siz bundan uzak kalmaya çalışsanızda kendisini akut bir biçimde dayatır. Elimizde bunu değiştirebileceğimiz bilim ve Bob Avakian’ın kritik önderliği bulunmaktayken uğruna savaşmamız ve hayatlarımızı adamamız gereken mesele komünist devrimin özgürleştirici hedefleridir.
Dipnotlar:
1.) Yazının ana meselesi bu olmamakla beraber anarşizm ve karşılıklı yardımlaşma faaliyetleri insanlığın geleceği için özgürleştirici bir perspektif sunamazlar. Nitekim Bushnell’in eylemi meşru ve değerli de olsa kendi siyasi çizgisiyle bir birliktelik halindedir. Dünyanın ve insanlığın kurtarıcısı olma hedefiyle gerçek bir devrim yapma perspektifine sahip olan devrimci komünistler bu işte ciddilerdir; öz savunmayı ve baskıya karşı direnişi meşru görürler ancak tam da ciddi oldukları için bu aşamada şiddete yönelmezler.
3.) İnsanlık İçin Bilimsel Temelde Umut, Bob Avakian, 2019
4.) Alıntılayan, DKP Manifestosu
İsrail Yahudileri NAZİ’ye Dönüştürüyor Bölüm 2
İsrailli Sivil “Protestocular” Gazze’de Filistinli Çocukları Açlıktan Öldürmek İçin Kerem Şalom Sınır Kapısını Kapattı
“İsrail gerçekten inanılmaz bir şey yaptı-İsrail Yahudileri Nazilere dönüştürmeyi başardı!” -Bob Avakian’dan, şu ifadesine eşlik olarak: Holokost’tan sonra Yahudi halkının başına gelen en kötü şey İsrail devletidir.
7 Kasım 1938’de, ailesinin ve diğer binlercesinin terörist etnik temizlikle NAZİ Almanyası’ndan sürülmesine öfke duyan genç bir Yahudi, çaresiz bir intikam eylemiyle Paris’te bir Alman diplomata suikast düzenledi.
Propagandadan sorumlu üst düzey bir NAZİ yetkilisi olan Joseph Goebbels, bu olaydan yola çıkarak cinayetin suçunu tüm Yahudilere yükledi ve milyonlarca Yahudi’nin sistematik bir şekilde öldürüldüğü NAZİ soykırımının en önemli olaylarından birini başlattı. Goebbels, NAZİ lideri Hitler’in “gösterilerin [NAZİ] Partisi tarafından hazırlanmaması veya organize edilmemesi, ancak kendiliğinden patlak vermeleri halinde engellenmemeleri” talimatını verdiğini duyurdu.
Bu mesaj Kristallnacht’ı (Kristal Gece/Kırık Camlar Gecesi) başlattı. Almanya, (Almanya tarafından ilhak edilmiş olan) Avusturya ve (Almanya tarafından işgal edilmek üzere olan) Çekoslovakya’da çeteler itfaiye, polis ve halkın gözü önünde Yahudi sinagoglarını ve işyerlerini tahrip etti, yıktı ve yaktı. Kudurmuş linç çeteleri düzinelerce Yahudi’yi öldürürken, emredildiği üzere polis terörü ve ölümü “engellemedi”. Çetelerin şiddet ve cinayetlerine olanak sağlamanın yanı sıra, polis 30.000 Yahudi’yi tutukladı ve sınır dışı etti.
Bu şekilde NAZİ’ler dünyaya bu soykırım saldırısının “resmi olarak bizim tarafımızdan yapılmadığını, sıradan Almanlar tarafından yapıldığını ve Yahudilere karşı duydukları öfkeyi ifade etmelerine izin vermemiz gerektiğini” söyleyebilecekti. Halkın büyük ölçüde NAZİ’leri desteklediği ve Kristallnacht’ın özellikle şiddetli geçtiği Alman işgali altındaki Avusturya’da, Yahudi olmayan komşularının kendilerini öldürmek için kışkırtıldığına tanık olan 115.000’den fazla Yahudi ülkeden kaçtı (Avusturya’daki Yahudi nüfusunun neredeyse tamamı).
Yetkililer “engellemezken” soykırımcı “protestoları” teşvik etme taktiği şu anda İsrail yöneticileri tarafından yönetiliyor. İsrailli yetkililer bir kenara çekilirken, “protestocular” İsrail ve ABD medyası tarafından Gazze’ye umutsuzca ihtiyaç duyulan yardımın girmesini engelledikleri için sempatik gösteriliyor.
Ocak ayında, Gazze’deki koşullar korkunç derecede umutsuz hale geldiğinde, İsrailli “protestocular” gıda, su, tıbbi malzeme ve diğer temel ihtiyaçları taşıyan kamyonların İsrail’den Kerem Şalom geçişi yoluyla Gazze’ye girmesini engellemeye başladı. Kerem Şalom Gazze’ye giden tek modern ve yüksek hacimli kamyon güzergahıdır.1
Ana akım İsrail ve ABD medyası bu “protestocuları”, Hamas’ın 7 Ekim’de el koyduğu İsrailli rehineleri serbest bırakmasını talep eden İsrailli rehinelerin yakınları ve aktivistler olarak nitelendiriyor. Ancak bu “protestolardaki” baskın örgütlerin kayıtlara geçen soykırım gündemi, Gazze Şeridi’nin tamamen etnik temizliğe tabi tutulması, tüm Filistinlilerin sürülmesi ve Gazze’nin Siyonistler tarafından işgal edilip yerleşime açılmasıdır. 2
Gazze’de çocukların açlıktan ölümünü dayatan “protestoculara” paralel olarak, faşist İsrailli “yerleşimciler” Filistin’in Batı Şeria bölgesinde kanlı bir saldırıya geçtiler. 3
Hitler’in Kristallnacht’ta NAZİ polisine faşist isyancıları “engellememesi” emrini hatırlatırcasına, İsrail polisi ve sözde İsrail “Savunma” Güçleri (İsrail ordusu) soykırım talep eden bu “protestocular” Kerem Şalom sınır kapısını kapatırken defalarca seyirci kalmıştır. 28 Ocak’ta New York Times’ın haberine göre, “İsrail medyası tarafından çekilen ve gösterilerin arkasındaki grup tarafından sosyal medyada yeniden paylaşılan video görüntülerinde, Pazar günü geçitteki protestocular İsrail bayrakları sallayıp megafonlardan tüm rehineler iade edilene kadar hiçbir yardımın geçmeyeceği yönünde sloganlar atarken İsrail güvenlik güçlerinin buna seyirci kaldığı görülüyordu.”
Washington Post’un 10 Şubat tarihli haberine göre “İsrail “Savunma” Kuvvetleri -en azından görünüşte- Ocak sonundan bu yana Kerem Şalom’u kapalı bir askeri bölge haline getirdi. Ancak geceleri kontrol noktalarının olmaması otobüsler dolusu protestocunun girişini kolaylaştırıyor.” Çok sayıda haberde “protestocular” ile İsrail polisi ve askerinin birlikte poz verdiği görülüyor. NPR’nin 12 Şubat tarihli haberine göre “[Siyonist protestocular] bir hafta içinde arka arkaya üç gün boyunca tüm kamyonların Gazze’ye geçişini durdurmayı başardılar” (vurgu eklenmiştir).
Bu “protestocular”, Kristallnacht sırasında NAZİ kışkırtmalı güruhların Yahudilere yaptığı gibi, Filistinlilerin evlerini, işyerlerini ve camilerini yakıp onları yurtlarından sürmüyorlar (en azından bu eylemde). İsrail ordusu bunu ABD’nin tam desteğiyle yapıyor.
Ancak bu “protestocular”, Hamas tarafından işlenen ölümlerin, rehinelerin kaçırılmasının ve diğer suçların intikamı olarak, Gazze’deki binlerce ve binlerce Filistinli çocuğun yiyecek, su, ilaç ve yakıttan mahrum bırakılarak açlık ve hastalık nedeniyle öldürülmesini talep ediyor. Ve “protestocuların” baskın bir bölümü Filistin’in tamamen etnik olarak temizlenmesini talep ediyor. Dolayısıyla bu “protestocular” Kristallnacht’ı gerçekleştiren NAZİ destekçisi sivillerin ruhunun mirasçılarıdır. İsrailli yetkililer de Kristallnacht sırasında polise soykırımcı çeteleri “engellememe” talimatı veren Hitler’i örnek alıyor.
Kaynaklar:
●Kristallnacht, Holokost Ansiklopedisi
●Uluslararası Adalet Mahkemesi İsrail’in Filistin’e Yönelik Soykırımının ” Olası ” Olduğunu Söylüyor… Ancak Kendisini Boş Bir Uyarıyla Sınırlıyor, revcom.us 1/29/2024
●İsrail, Protestocuların Gazze’ye Yardım Akışını Engellemesini Engellemek İçin Harekete Geçti, New York Times, 28.1.2024
●Gazze’ye yardım ulaştırılmasını engelleyen protestocular Kudüs’e yürümeyi planlıyor, The Times of Israel 2/3/2024
Büyük Bir Suç Yaklaşıyor ve Kan Biden’ın Elinde: Refah’ta Soykırım Saldırısı Tehlikesi; Gazze’deki Zorla Açlıkta Amerika’nın Suç Ortaklığı
Editörün Notu: Aşağıdaki makale revcom.us sitesinde 12 Şubat tarihinde yayınlanmıştır. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz. Çevirisini okurlarımıza sunarız.
Dünya tarihindeki büyük zulümleri düşünün: ABD’nin Amerika’nın yerli halklarına uyguladığı soykırım, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombalar, 140.000 Japon insanının küle dönüşmesi, Vietnam’daki My Lai katliamı…
Şu anda Filistin halkının üzerinden çok büyük bir suç geçiyor. ABD hükümetinin doğrudan desteği ve suç ortaklığı olmasaydı bu gerçekleşemezdi ve olmayacaktı. Bu durdurulmalı ve bir daha hiçbir yerde olmasına asla izin verilmemelidir!
İsrail Başbakanı Netan-Nazi (Benjamin Netanyahu), İsrail ordusuna Refah’a saldırmaya hazırlanma ve “sivil nüfusu tahliye etme” planları hazırlama talimatı verdi. Biz baskıya hazırlanırken İsrail ordusu, Refah’a, bilinmeyen sayıda sivilin öldürüldüğü bombalamalar da dahil olmak üzere bir “saldırı dalgası” düzenlediğini duyurdu. (1) Refah, Gazze’de gidebileceğiniz en güneyde, Mısır sınırının tam karşısında. Bir zamanlar 270.000 nüfuslu olan bu şehir, şimdi İsrail’in kuzey ve orta Gazze’deki kitlesel, sistematik yıkımından kaçan 1,4 milyondan fazla Filistinlinin son sığınağı. Gazze’de 28.000’den fazla Filistinli öldürüldü; Gazze’deki binaların yarısından fazlası bombalandı veya buldozerlerle moloz veya kum haline getirildi. (2)
İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Refah’taki bir konut binasına düzenlediği hava saldırısının ardından Filistinliler hayatta kalanları arıyor, 10 Şubat 2024. Fotoğraf: AP
Şu anda Refah’ta yaşayan küçük çocuklu ebeveynler olduğunuzu hayal edin. Eviniz yıkıldı ve aylardır sokaklarda yaşıyorsunuz. Çöpte bulduğunuz plastik bir örtünün altında soğuğa ve yağmura karşı sığınıyorsunuz. Bazı günler ailenizle paylaşmak için bir parça ekmek ve bir şişe su almayı başarırsınız, diğer günler ise hiçbir şey elde edemezsiniz. Çocuklarınız sürekli aç ve korkuyor. Şimdi enfeksiyon var ama hastaneler dolup taşıyor ya da saldırı altında. Yakınlarda bir İsrail bombasının patlayacağı, sizi veya gençlerinizi öldüreceği veya sakatlayacağı korkusuyla sürekli bir korku içinde yaşıyorsunuz.
Senin gibi bir milyonun üzerinde insan var ve şimdi sana İsrail birliklerinin saldıracağı söyleniyor. Gazze Şehri ve Han Yunus’ta ne yaptıklarını biliyorsunuz; binlerce kişiyi öldürüp yaraladılar ve bütün mahalleleri yerle bir ettiler. Tahliye etmeniz söyleniyor ama nereye gideceksiniz?
Netan-Nazi sivillerin “güvenli bölgeye” tahliye edileceği sözünü veriyor. Ancak Gazze’nin hiçbir yeri güvenli değil. Bu iddia edilen “güvenli bölgenin” Gazze’nin güney kıyısındaki El Mawasi olduğu bildiriliyor. Ama bu kilometrelerce uzakta küçük bir alan. Siz ve çocuklarınız oraya nasıl gideceksiniz? Bombalar düşerken ve mermiler patlarken bir savaş bölgesinden yürüyerek mi geçeceksiniz?
Ve sonra ne? Al Mawasi, havaalanı büyüklüğünde sözde “güvenli bölge”. 1,4 milyon kişi nasıl sığabilir? Bu, Esenlerdeki herkesi İstanbul Havalimaına veya Esenboğa Havalimanına (çevirmen anlaşılması için yer isimlerini Türkçeleştirmiştir, çn) tıkmak gibi bir şey. Bu nasıl işe yarayacak? Al Mawasi’de bir tesis yok; orada hiçbir şey yok, yiyecek yok, su yok, barınak yok, hastane yok, hizmet yok. İsrailli yazar ve gazeteci Gideon Levy, İsrail gazetesi Haaretz’de “kanı, lağımı ve salgın hastalıkları emecek yalnızca kum ve daha fazla kum” olduğunu yazdı. (3)
Açlıktan ölmek üzere olan Filistinliler yemek için sıraya giriyor, 7 Şubat 2024. Fotoğraf: AP
İsrail’in, insanları yiyecek ve su olmadan bu kadar sıkı bir şekilde bir araya tıkmaktaki asıl amacının onları sınırı geçerek Mısır’a zorlamak olması çok muhtemel. Aylardır İsrail hükümetinin nüfuzlu güçleri, Filistinlileri Gazze’den tamamen çıkarıp burayı İsraillilerle doldurmayı hedeflediklerini açıkça ilan ediyor. Mısır böyle bir olasılığı ciddiye alıyor. Gazze sınırına düzinelerce tank konuşlandırılarak İsrail ve Filistinlilere geçemeyecekleri sinyali verildi.
İsrail’in bir sonraki hamlesinin kesin şekli ne olursa olsun, Refah’a yönelik bir saldırı, dehşetin üzerine korkuyu ekleyen büyük bir adım olacaktır.
Daha önce revcom.us’de yazdığımız gibi: İsrail’in Filistin’e saldırısında olan şey -genel olarak olan şey- Netan-Nazi’nin 7 Ekim’de “Filistin sorununa” “nihai çözüm” girişiminde bulunmasıdır. İsrail, en azından Filistinlileri, kelimenin tam anlamıyla tüm Filistinlileri öldürmek ve/veya kovmak olmasa bile, artık İsrail için sorun teşkil etmeyecek bir duruma indirmeyi amaçlıyor.
İsrail, üç ayı aşkın bir süredir Filistinlileri kitlesel ölçekte katlediyor, Gazze’yi yaşanmaz hale getiriyor, Filistinlileri evlerinden sürüyor ve şimdi de muhtemelen onları Mısır’a zorluyor. Bu, Filistinlilerin bir halk olarak yok edilmesine doğru atılmış bir adım ve tarihin insanlığa karşı işlediği en büyük suçlardan biri olacaktır.
Tekrar edelim, bu çığlık atan vahşeti önlemek için şimdi elimizden geleni yapmalıyız.
Yerinden edilmiş Filistinliler Refah’ta Mısır sınır çitinin yanında oturuyor, 24 Ocak 2024. Fotoğraf: AP
Soykırımcı Joe Biden İsrail’i En Hassas Şekilde Eleştiriyor… Hiçbir Şey İfade Etmiyor!
Geçtiğimiz hafta Biden, İsrail’e yönelik kamuoyu eleştirisini çok hafif bir şekilde artırdı ve İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ın saldırısına verdiği tepkiyi “aşırı” olarak nitelendirdi ve Gazze’deki masum Filistinlilerin ölümlerinin “durması gerektiğini” söyledi ve “savaşta sürekli bir duraklama” için baskı yapıyor. Diğer ABD’li yetkililer, ABD’nin İsrail’in Refah’a yönelik saldırısını desteklemeyeceği konusunda uyardı. (4)
Ama bu saçmalıktan da beter. Biden İsrail’e tam desteğini vermeye devam etti: BM’deki her türlü ateşkes kararını engelledi, bölgedeki İsrail karşıtı güçlere saldırmak için ABD deniz filolarını konuşlandırdı ve İsrail’e beş bin 2.000 poundluk sivil öldürücü bombalar da dahil olmak üzere milyarlarca dolarlık silah gönderdi. Aslında Biden şu anda Kongre’den İsrail’e 14,1 milyar dolar daha fazla askeri yardım almaya çalışıyor. (5)
Bu, Biden’ın şöyle demesi gibi olurdu: “Biliyorsun Hitler: tüm bu Yahudileri öldürmek gerçekten abartılı… ama sana o gaz odaları için daha fazla gaz gönderebilir miyim?”
Biden’ın Gazze’deki Zorla Açlığa Katılımı
İsrailli faşistler İsrail’in Ashdod kontrol noktasında kamyonları engelliyor. Kamyonlar Gazze Şeridi’ne insani yardım yüklüyor, 1 Şubat 2024. Fotoğraf: AP
Biden, “Gazze’ye insani yardım ulaştırılması için gerçekten çok, çok çaba harcadığını” iddia ediyor. Tekrar edelim bu saçmalıktan daha kötü.
26 Ocak’ta Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in soykırım yaptığının olası olduğunu söyledi ve İsrail’e Gazze’de ölüm, yıkım ve her türlü soykırım eylemini önlemesini ve insani yardıma erişime izin vermesini emretti. (6) Dağlarca kanıt karşısında ABD, bu bulguları “değersiz, verimsiz ve hiçbir dayanağı ve gerçeği olmayan” olarak kamuoyu önünde reddetti. (7)
UAD’nin kararıyla aynı gün İsrail, Gazze’nin ana yardım kuruluşu UNRWA’nın Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıda görev alan 12 çalışanının (toplam 13.000 çalışandan) olduğunu iddia eden büyük bir kamuoyu açıklaması yaptı. UNWRA, Birleşmiş Milletler Çalışma ve Yardım Ajansıdır ve milyonlarca Filistinlinin yiyecek, barınma, eğitim ve hayatta kalma konusunda güvendiği ana kurumdur.
Bu durum, UNRWA’ya yaptığı yardımı keseceğini açıklayan ABD’nin büyük tepkisine yol açtı. On altı ülke daha aynı şeyi yaptı. Bu, UNRWA’yı 65 milyon dolardan mahrum bıraktı ve bu ayın sonuna kadar Gazze’deki yardım operasyonlarını sona erdirmeye zorlayabilir; tam da Gazze’deki insanların kıtlıkla karşı karşıya olduğu ve çeyrek milyon insanın zaten açlıktan öldüğü bir dönemde! (8)
Ancak İsrail’in iddiasına dair hiçbir delilin olmadığı ortaya çıktı. Birleşik Krallık’taki Kanal 4, İsrail’in UNRWA’ya karşı dağıttığı dosyanın bir kopyasını inceledi ve dosyanın “bomba gibi iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt” içermediğini tespit etti. (9)
Bir kez daha, dağlarca kanıt karşısında: ABD, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığı gerçeğini reddediyor. Ve hiçbir delil olmadığı halde: ABD, Gazze halkının yiyecek almasının yegâne yollarından birine olan fonları keserek bu soykırıma katkıda bulunuyor.
Bunlar canavarca bir sistemden gelen korkunç suçlardır.
İsrail hava saldırısının Gazze’nin Refah kentinde yarattığı yıkım, 9 Şubat 2024, Fotoğraf: AP
Biden ve temelde ABD’nin tüm hükümeti ve egemen sınıfı neden İsrail’i destekliyor?
ABD ve İsrail’deki Netan-Nazi hükümeti, bu değişken ve son derece patlayıcı durumda nasıl ilerleneceği konusunda görüş ayrılıklarına sahip. Ancak bu farklılıklar İsrail’in gücünü ve istikrarını en iyi şekilde nasıl koruyacaklarıyla ilgilidir; buna Filistin halkına yönelik şiddetli baskı ve tabiiyet de dahildir. Ve İsrail’in ABD emperyalizmi için oynadığı temel rol nedeniyle ABD, İsrail’e yapışmış ve ona bağlı kalmıştır.
Devrimci lider ve yeni komünizmin yazarı Bob Avakian, DEVRİM Numara Yedi sosyal medya gönderisinde Biden’ın neden İsrail’i desteklediğini ve neden İsrail’i desteklemesi gerektiğini anlatıyor:
Neden Biden ve bütün hükümeti, ABD’nin bütün hâkim sınıfları İsrail’in bütün dünyanın gözü önünde Filistin halkına yönelik bir soykırım gerçekleştirmesini destekliyor?
Bu durum ‘’Yahudi lobisinin çok güçlü olması’’ veya cahilce, saçma sapan ve rezil ‘’Yahudiler her şeyi kontrol ediyor’’ nosyonu yüzünden de değildir. Bu durumun sebebi İsrail’in ABD emperyalizmi için stratejik olarak önemli bir noktada (‘’Orta Doğu’’) ağır şekilde silahlandırılmış bir karakol olarak oynadığı ‘’özel rolünden’’ ötürüdür. Ve İsrail, katliamlar komisyonunda ABD emperyalizminin dünyanın pek çok diğer noktasında baskıcı iktidarını korumasında kilit rolde olmuştur.
Bu, sistemden ötürü! Biden’ın hizmet ettiği kapitalizm-emperyalizm sistemi. Onun hizmet etmesi gereken sistem; bu sistem içinde görevde kalmak isteyen herkesin ve özellikle de başkanlık gibi “yüksek makamlarda” olmak isteyen herkesin hizmet etmesi gereken sistem. Biden’ın, tüm bu politikacıların yaptığı şeyi, kendi dar kişisel çıkarlarının üstünde ve ötesinde yapmasının nedeni budur.
Bu, sistem! Beyaz üstünlüğünü, ataerkil erkek üstünlüğünü ve diğer vahşi baskıları bünyesinde barındıran ve uygulayan bu kapitalizm-emperyalizm sistemi; bu ülkedeki insan kitlelerinin ve kelimenin tam anlamıyla dünya çapında milyarlarca insanın, 150 milyondan fazla çocuğun da dahil olduğu, acımasızca hayat çalan sömürüsüne dayanan bu sistem — hepsi kitlesel şiddet ve yıkımla insanlara ve çevreye uygulanıyor ve insanlığın geleceği ve varlığı için çok gerçek bir tehdit oluşturuyor.
Bu sistemin mümkün olan en yakın zamanda gerçek bir devrimle yıkılması gerekiyor.
İsrail’in eski ABD büyükelçisi New York Times’a şunları söyledi: “İsrailli yetkililer büyük olasılıkla [Biden’ın] yorumlarına karşı çıkmış olsa da ABD, İsrail’i silah ve onun BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisiyle desteklemeye devam ettiği sürece ilişkiyi daha da gerginleştirmek konusunda isteksiz olacaklardı. ‘Başkan bizim için çok acı ve sorunlu bir açıklama yaptı ama bu iki temel hizmeti vermeye devam ederse bunu tehlikeye atacak hiçbir şey yapılmamalıdır.’” Netanyahu, Bir Milyon Gazzelinin Barındığı Kent için Tahliye Planı Emri Verdi, New York Times, 9 Şubat.
İsrail aynı zamanda yardım kamyonlarının Gazze’ye girmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor ve defalarca erişimlerini engelliyor. New York Times’ın haberine göre “Ocak ayında planlanan 61 yardım konvoyundan yalnızca 10’unun kuzeye ulaşmasına izin verildi.” Ve BM’ye göre İsrail “gıda miktarı gibi yardım hacminde kesintiler uyguladı”. İsrail ordusu ayrıca en az üç kez gıda ve diğer yardımları taşıyan kamyonları doğrudan hedef aldı. BM, İsrail’in kuzey Gazze’ye yardım dağıtımını ciddi şekilde kısıtladığını söylüyor, New York Times, 8 Şubat.
Gazze’deki İsrail-ABD Savaşı: İkinci ve Son Nakba Korkusu
“Bu yeni bir Nakba”
-Yeni Şeria’daki evinden atılan bir Filistinli, 1948’de İsrail’in kuruluşu sırasında 700.000 Filistinlinin sınır dışı edilmesine atıfta bulunurken.
“İsrail’in planı, Gazze’yi yok edip yaşanamaz hale getirmek. İsrail’in planı her zaman insanlarımızın kendi topraklarına dönmelerini imkansız kılmaktı.” – Husam Zomlot, Britanya’ya Filistin Elçisi.
Filistin’in her köşesinde- Gazze ve işgal altında olan Betı Şeria’da- Filistinliler, İsrail’in kendilerini evlerinden ve yuvalarından sürmeyi ve kitlesel olarak onları imha etmeyi planlayan yeni bir “Nakba”, yeni bir soykırımı yürüttüğü konusunda uyarıyor.
İkinci ve son bir “Nakba” korkusu paranoya değil -İsrail’in daha önce, ABD desteği ile, ne yaptığı ve şu an ne yaptığına dayanan sağlam temelli bir gerçekliktir.
İsrail 1948 yılında ırkçı, Yahudi üstünlükçü Siyonist hareketin liderleri tarafından kuruldu. ABD ve diğer güçler tarafından desteklendiler. Bu dönemde Siyonistler, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Filistinlilere karşı kitlesel bir şiddet ve terör dalgası başlattılar.Yaklaşık 750.000 Filistinli -ki bu İsrail devletine dönüşecek topraklardaki nüfusun yüzde 80’inden fazlasına tekabül ediyor- sürüldü ya da zorla mülteci durumuna düştü. Yaklaşık 400 kasaba ve köy ya tamamen yok edildi ya da Yahudi yerleşimciler tarafından dolduruldu ve yerleşimlerin yerleri İbranice isimlerle değiştirildi. Filistinliler bu dönemi “Nakba”, yani felaket olarak adlandırıyor.
Şu anda, ikinci ve belki de son bir “Nakba” -bir soykırım- birçok cephede aktif olarak yürütülüyor ve biz bunları yazarken dehşet artıyor:
Daha da önemlisi, İsrail Gazze’de yaşam olasılığını sistematik olarak yok ediyor. Gazze’nin binalarının, altyapısının ve arazisinin çoğunu yok etti.İki milyondan daha fazla Gazzeli, evlerinden kaçmak zorunda kaldı, bu nüfusun yüzde 90’ından daha fazlasına tekabül ediyor. İsrail’in saldırılarının başladığı 7 Ekim’den bu yana birçoğu üç, dört, hatta beş kez yerlerinden edildi.
Ve İsrail’in yöneticileri açık bir şekilde etnik temizlik ve soykırımı savunuyor! Washington Post’un haberine göre (bkz: https://www.washingtonpost.com/world/2024/01/05/wv-israel-hamas/), Ocak ayının ilk haftasında “Netenyahu’nun Likud partisinden bir parlamenter televizyona çıktı ve çoğu İsrailli için ‘tüm Gazzelilerin yok edilmesi gerektiğinin’ açık olduğunu söyledi. Ardından İsrail’in İngiltere’deki büyükelçisi yerel bir radyoda verdiği demeçte ülkesi için, Hamas’ın askeri altyapısını çökertmek için, Gazze’deki ‘her okulu, her camiyi, her ikinci evi’ yerle bir etmekten başka bir çözüm olmadığını söyledi.
Bunların hiçbiri ABD’nin silahları, askeri koordinasyonu, finansmanı ve kararlı siyasi desteği olmadan mümkün olamazdı. Ve şu anda bu soykırım yeni yollarla daha da vahşileşiyor.
İnsanları Refaha Akıtmak-Kitlesel Bir Sınır Dışı Hazırlığı Mı?
İsrail’in ABD destekli soykırımı vahşileşiyor. İsrail, acımasız ve ayrım gözetmeden yaptığı bombardımanı, Filistin halkına karşı uyguladığı vahşi terör, gıda ve temiz suyu kısıtlı olarak kesmesi ve Gazze’nin evlerini ve altyapısını tahrip etmesiyle Gazze’yi yaşanmaz hale getirdi. Gazzelilere güneye göç etmeleri halinde güvende olacaklarını söyledi ve Gazze nüfusunun neredeyse yarısı olan bir milyon Filistinli bunu yaptı, ancak daha da güneye sürüldüler. Yaklaşık 1.25 milyon Filistinli, Gazze’nin Mısır sınırında bulunan ve savaş öncesi nüfusu 200.000’in üzerinde olan Refaha akın etti.
Şimdi de 2 Şubat’ta İsrail Savunma Bakanı’nın askerlerine “Han Yunus’taki görevi tamamlıyoruz ve Refah’a da ulaşacağız” dediği bildirildi. Başbakan Netanyahu kısa süre önce “Kalan taburların çoğu güney Şeridi’nde ve Refah’ta ve onlarla başa çıkacağız” uyarısında bulundu. Bu saldırı çoktan başlamış olabilir: 4 Şubat’ta İsrail’in hava saldırılarında Refah’ta iki konut kulesi, derme çatma bir barınağa dönüştürülmüş bir anaokulu ve bir arabanın vurulması da dâhil olmak üzere Gazze genelinde 127 kişi hayatını kaybetti.
Bu son derece kaygı verici bir durum; ülke içinde yerinden edilmiş Filistinlilerin çoğunun gidebileceği hiçbir yer kalmadı. İsrail Refah’a büyük bir kara ve hava saldırısı başlatırsa yüzlerce, belki de binlerce kişi katledilebilir. Ve İsrail böyle bir durumda Filistinlileri zorla sınırdan Mısır’a sürebileceğini hesaplıyor olabilir. Bu da büyük bir savaş suçu ve Filistin halkına yönelik soykırım niteliğinde bir etnik temizlik anlamına gelecektir.
Soykırımı Planlamak ve Kutlamak: Kudüs’te ‘’Yerleşimciler Güvenliği Zaferle Getirecek’’ Konferansı
27-28 Ocak hafta sonunda, Kudüs’te binlerce kişi tarafından katılınan büyük bir konferans düzenlendi ve açıkça Gazze’deki tüm Filistinlilerin etnik olarak temizlenmesi ve İsrailliler tarafından yeniden yerleştirilmesi çağrısında bulundu ve bu durum sevinçle kutlandı.
Bu “uç” bir toplantı değildi. Benjamin Netanyahu’nun iktidar koalisyonundaki partilerden biri hariç hepsini temsil eden 11 bakan ve 15 milletvekili katıldı. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir de dahil olmak üzere Netanyahu kabinesinin yaklaşık üçte biri oradaydı.
Toplantıya katılan bir gazeteci, Democracy Now!’a şunu söyledi: “Girişte, Gazze Şeridi’nde kurmayı planladıkları farklı yerleşimleri gösteren büyük bir harita vardı, bazıları kelimenin tam anlamıyla Filistin köylerinin ve kasabalarının üzerindeydi ve tabii ki de maalesef İsrail’in son aylardaki saldırılarıyla yıkıldı… Şahsen benim için en şok edici şey planlanan yerleşimler değil, oradaki insanların dans edip şarkı söylemesi, mutlu ve neşeli olmasıydı.”
Yerleşimcilerin liderlerinden biri olan Daniella Weiss konferansı yönetiyordu. Filistinliler için ne öngörüldüğü sorulduğu zaman, “Gidecekler, gitmek zorunda kalacaklar. Onlara yemek vermiyoruz. Onlara Su vermiyoruz…gidecekler. Dünyaya yayılmak zorunda kalacaklar.” Dedi.
Malike Bakanı Smotrich konuştu ve şunları deklare etti: “Topraklarımızı enine boyuna düzenliyor, kontrol ediyor, terörle her zaman mücadele ediyor ve Tanrı’nın yardımıyla tüm İsrail’e güvenlik getiriyoruz. Cevabın ne olduğunu biliyorsunuz. Yerleşim olmadan güvenlik olmaz.”
“Enine boyuna.” Kısacası “nehirden denize” ABD’de insanlar “Nehirden denize, Filistin özgür olacak” sloganını yükselttiklerinde, anti-semitizm ile ve soykırım tehdidiyle suçlandılar. İşlerinden oldular.
Ancak İsrailliler kalan Filistinlileri “etnik olarak temizlemek” için sadece plan yapmak ve örgütlenmekle kalmayıp askeri eylemler gerçekleştirdiğinde ABD’de neredeyse hiç ses çıkmıyor, medyada da çok az yer buluyor!
Yüzlerce Binayı İmha Etmek, Gazze’yi Yaşanılamaz Hale Getirmek
New York Times tarafından yapılan ve 33 farklı kontrollü yıkımın yüzlerce binayı enkaza çevirdiğini belgeleyen bir araştırmaya göre, camiler, okullar, apartman kompleksleri, yerleşim bölgeleri, hükümet binaları – bunların hepsi ve daha fazlası İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği yüzlerce kontrollü yıkımla “saniyeler içinde yok edildi”. Times’ın haberine göre “İsrail kara kuvvetleri de son aylarda manzarayı büyük ölçüde değiştiren bir kontrollü patlama dalgası gerçekleştirdi.”
Yıkımların bazıları İsrail’in yanında bir “tampon bölge” oluşturmayı amaçlıyor ki bu Gazze’nin topraklarını küçülterek uluslararası hukuku ihlal edecek ve Filistinlilerin buradaki evlerine dönmelerini engelleyecek bir eylem. “Times’ın haberine göre, “Gazze’nin güneyinde, Han Yunus’un doğusundaki tampon bölge boyunca uzanan Khuza’a kasabasında, Ocak ayı başlarında çekilen videolarda askerler birkaç patlamayı tetikleyerek yaklaşık 200 evi yerle bir ederken görülüyor. Diğer videolarda ise askerler işaret fişekleri atarken ve yıkım yaparken alkış tutarken görülüyor.
İsrail, sahil kenarları, tarım arazileri, ormanlar ve evler de dahil olmak üzere Gazze’nin geniş alanlarını buldozerlerle yıkmıştır. İsrail’in bombardımanları, buldozerleri ve yıkımları 360.000 yerleşim birimini -Gazze’deki evlerin yarısından fazlasını-, 368 eğitim tesisini, 221 ibadethaneyi yıktı ya da hasar verdi ve Gazze’deki 35 hastaneden 13’üne zarar verdi. Yeni bir araştırmaya göre Gazze’de en az 144.000 bina hasar görmüş ya da yıkılmıştır; bu sayı Gazze Şeridi’ndeki tüm binaların yarısından fazladır.
Tünelleri Deniz Suyu İle Basmak- Gazze’nin Su Kaynağını VE Tarım Arazilerini Tehdit Etmek
İsrail, şimdi de Gazze’deki bazı tünelleri deniz suyuyla doldurmaya başladı, her ne kadar bu strateji Gazze’yi içilebilir sudan mahrum bırakacak ve bölgede mümkün olan az miktardaki tarımı da mahvedecek ekolojik bir felakete yol açma riski olsa bile. Bu, soykırımcı yeni “Nakba”nın başka bir unsurudur.
Batı Şeria’da Terör Ve Etnik Temizliğin Azgınlığı
7 Ekim’den bu yana İsrailli yerleşimciler, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) yardım ve desteğiyle Batı Şeria’daki Filistinlilere karşı ırkçı, soykırımcı ve zorla mülküsüzleştirmeye yönelik kanunsuz bir saldırıya girişti. Yerleşimcilerin, Filistinli evlere ve işyerlerine saldırmasıyla, Bedevi çobanların çadırlarını yakmasıyla, insanları vurmasıyla ve tüm toplulukları topraklarından sürmesiyle yerleşimci şiddeti olayları yedi kat arttı. 7 Ekim’den beri, en az 382 Filistinli, çoğu İsrail ordusu tarafından ve 100’den fazlası çocuk olmakla beraber öldürüldü ve 4.250 kişi de yaralandı.
Ramallah merkezli bir insan hakları grubu olan Al-Haq’a göre İsrail ayrıca Batı Şeria’da “büyük bir tutuklama ve gözaltı dalgası” yürütüyor ve, 7 Ekim’den bu yana 5.835 Filistinli kaçırıldı. “Bir dizi zorla transfer önlemine de tanık oluyoruz: yerleşimci şiddeti, cezalandırıcı ev yıkımları ve mülklere karşı çeşitli saldırılar yoluyla Filistinlilerin evlerinden nakledilmesi ve kaçırılması.”
ÖNEMLİ NOT: Batı Şeria, Gazze’den ayrı, Hamas tarafından kontrol edilmeyen ve Hamas’ın İsrailli muharip olmayanlara karşı yaptığı saldırıda yer almayan bir bölgedir. O zaman İsrail’in Batı Şeria’daki insanları öldürmesinin, terörize etmesinin ve mülksüzleştirmesinin sebebi nedir?
Bu ikinci soykırımcı bir “Nakba”dır.
ABD Ve İsrail– Soykırım Yapan Seri Katiller
İsrail’in bugün Gazze ve Batı Şeria’da yaptığı her şey- ki bunların hepsi ABD emperyalist egemen sınıfı tarafından destek görmektedir- soykırım damgası taşımaktadır ve yazdığımız gibi “Gazze’deki 2.3 milyon Filistinliyi öldürmek, kırmak ya da kovmak” için yapılan tutarlı genel bir stratejinin parçasıdır.
Bu ve bunun gibi binlerce dehşete yol açan tüm sistemin -ABD kapitalizm-empeyalizmi ve onun Orta Doğu’daki bekçi ve saldırı köpeği olan yerleşimci sömürgeci İsrail devleti- gayri meşruluğunun lanetleyici bir ifşasıdır.
Bu suçlara, bu ülkeyi yöneten soykırımcı canavarları devirmek için gerçek bir devrim yapma fırsatını yakalamak üzere güçleri biriktirmenin ve örgütlenmenin bir parçası olarak amansızca ve kitlesel olarak direnilmelidir.
İsrail’in Soykırımcı Savaşını Arttıran Üç Yön
Editörün notu: Aşağıdaki yazı 29 Ocak 2024 tarihinde revcom.us sitesinde yayınlanmıştır. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.
7 Ekimde İsrail savaşı başlattığından bugüne ABD’nin desteğiyle Gazzeyi cehenneme çevirdi. Bunun amacı ise direkt olarak bir soykırımdır: 2.3 milyon Filistinliyi; öldürmek, ‘’kırmak’’ veya göçe zorlamak.
Daha şimdiden:
14 Gazzeliden biri ya öldürüldü ya da yaralandı. Ölü sayısı 30.000’e yaklaştı ve bunun 10.000’ini çocuklar oluşturuyor. Binlerce kişi kayıp ve bunların öldüğü düşünülüyor. 64.000 yaralı var.
Gazze’nin sağlık sistemi büyük oranda çöktü. Savaştan önce varolan 36 hastanenin sadece 16’sı fonksiyonel olmakla beraber; suya, elektriğe ve malzemeye muhtaç bir durumdalar. Çocuklar üzerinde ampütasyonlar anestezi olmaksızın yapılıyor.
Dört kişiden biri açlık sınırına yaklaşmış durumda.
Epidemik hastalık tehlikesi giderek büyüyor.
En az 2 milyon sıradan insan evsiz kaldı veya kaçıyor; ebeveynler, çocuklarına bir şişe su, bir parça ekmek, kalacak güvenli bir yer bulmak için bir arayışta. Ancak gerçekte Gazze’de hiçbir yer güvenli değil.
Ve bu gittikçe daha da kötüye gidiyor. İsrail bombardıman uçakları, tankları ve askerleri kaçan Filistinlileri hedef alıyor, onları daha da güneye veya kuzeye, Mısır sınırına, anavatanlardan dışarıya sürmeye çalışıyor.
İsrail’in UNRWA’ya (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mülteciler için Yardım ve Bayındırlık Ajansı) Saldırması Filistin Halkını Boğmak İçin Yeni Bir Adımdır
Savaş başladığında İsrail Savunma Bakanı ‘’şeridin tamamen kuşatmaya alınmasını’’ emretti ve ‘’elektrik, su, yakıt olmayacak’’ dedi. Gazze’ye yine de kısmi bazı yardımlar ulaştı. Ancak şimdi İsrail, ABD ve yakın müttefikleri bu kuşatmayı daha da sıkılaştırmak istiyor.
UNRWA, 1948 yılında İsrail tarafından vatanlarından edilen Filistinli mültecilere yardım etmek için kuruldu. Savaş başladığından bu yana 152 UNRWA çalışanı öldürüldü.
Şimdi ise İsrail Hamas’ın 7 Ekim saldırılarında-herhangi bir kanıta dayandırmadan- 12 UNRWA çalışanının saldırılara katıldığını iddia ediyor. 13.000 çalışandan 12’si! (UNRWA 7 Ekim saldırısını kınadı ve saldırıları ‘’menfur’’ olarak nitelendirdi.)
Bu suçlamalar yapıldığı anda; ABD, Birleşik Krallık, Almanya, İtalya, İsviçre, Finlandiya ve Hollanda UNRWA’ya yaptığı bütün yardımları kaldırdı, çalışmalarını sekteye uğrattı ve Gazzedeki yaşamı daha da yaşanılmaz hale getirdi.
İsrail Sistematik Bir Şekilde Filistinlilerin Mezarlıklarını Hedef Alıyor
⚡️ Press coverage:
“The devastation caused by the occupation forces in the Al-Faluga cemetery, north of the #Gaza Strip.”
20 Ocak 2024 günü CNN şok edici bir rapor yayınlayarak ‘’en az’’ 16 Filistin mezarlığının yok edildiğini açıkladı (Filistinli olmayanların mezarlarına dokunulmamıştı). Pek çok mezarlık buldozerlerle yıkılmış ve İsrail askeri kuvvetlerinin üssü haline getirilmişti. Başkalarındaysa mezarlar kazılmış, ölüleri çıkartılıp sözde İsrailli rehineler aranmıştır.
Bu saldırılar Siyonist güçlerin anma ve yas mekanlarının korku sahnelerine dönüştürerek Gazzelilerin Filistin ile olan bağlarını tamamen koparmaya, ruhlarını kırmaya ve böylece anavatanlarından “sürüler” halinde çıkarmayı amaçlayan saldırılardır.
Han Yunus’un Tasfiyesi (Güney Gazze)
Ekim ayında İsrail, Gazze şehrinin kuzeyini yok etmeye konsantre olmuştu; yerlilere kaçmalarını emretmiş ve güneye ‘’güvenli’’ geçiş sözü vermiş, ‘’Hamas’ın kökünü kazıdıklarında’’ geri dönebileceklerini söylemişti. Ancak Güney’de herhangi bir güvenli durum olmadığı gibi dönmelerine izin verilmiyor ve ortada dönülebilecek bir Gazze şehri kalmadı, Gazze’nin çoğunluğu yıkıldı. Bunun yerine insanlar daha da güneye sürüldüler. Böylece güney şehri Han Yunus’un nüfusu 400.000’den bir milyona çıktı.
Bütün bunların üstüne 23 Ocakta IDF (İsrail Savunma Güçleri) halkın Han Yunus’u da terk etmesini istedi. 24 Ocakta tank mermileri UNRWA’ya ait bir teknik okul/mülteci kampını vurdu. Çıkan yangınla beraber en az 12 kişi öldü 75’i yaralandı.
Filistinliler İsrail’in saldırılarında vurulan UNRWA’ya ait bir mesleki eğitim binasındaki yangını söndürmeye çalışıyor. Fotoğraf: AP
Han Yunus’ta yerden ateşten kaçan Filistinliler Refah’ta İsrail tanklarıyla karşı karşıya kalıyor.Fotoğraf: AP
Şehir İsrail askerleri tarafından kuşatıldı; şehirdeki üç hastane de ya işgal edildi ya da kuşatma altında diğer bölgeden izole edildi. Yaralılara tedaviye ulaşamıyor ve daha ileri tedavi gerektiren hastalar nakil edilemiyor.
On binlerce mülteci hastane bölgesinde hapis kalmış bir durumda. Bölgedeki bir kadın durumu şöyle anlatıyor: ‘’Şiddetli çatışmalar ve 200’ün üstünde savaş uçağı tepemizde uçuyor…her tarafa düzinelerce bomba atıyorlar; uçak bombaları dışında tank topları ve mermiler her yerde. ‘’Seçimimiz’’ mi? Eğer kalırsak öleceğiz ama gidersek de öleceğiz.’’
Peki nereye gidebilirler? Yeni ‘’güvenli bölge’’ Refah, Mısır sınırında. Gazze’nin nüfusunun yarısı-1.3 milyon insan- şimdi 280.000 yerlisiyle beraber Refahta toplanıyor.
Han Yunus’taki İsrail’in hava saldırılarından kaçan Filistinliler Refah’a ulaşırken. Fotoğraf: AP
Bütün bu olanlarla İsrail’in Filistinlileri Gazze’den şiddetle sürmesinin amacı daha da ortaya çıkıyor. Eğer şimdiye kadar ABD destekli İsrail’in soykırımının durdurulmaması için ayağa kalkmadıysanız şimdi kalkmanız gerekiyor. Ve şayet harekete geçtiyseniz o halde durmayın -bu direnişi her yere yayın ve bütün bu çılgınlığın kaynağına, kapitalizm-emperyalizm sistemine ciddi bir biçimde inin ve bunun çözümü olan gerçek bir devrimle bu sistemi alaşağı etmeyi öğrenin.
İsrail Tarafından Sizin Adınıza İşlenen Savaş Suçları Gazetecilerin ve Gazeteci Ailelerinin Kasıtlı Hedeflenmesi
Evi bombalanarak 23 aile üyesi öldürülen gazeteci Ahmed Alnaouq
15 Aralık’ta İsrail insansız hava aracı tarafından öldürülen El Cezire kameramanı Samer Abu Daqqa
13 Ekim’de uluslararası gazetecilerin bir araya geldiği bir toplantıya İsrail top mermisi düştüğünde öldürülen Gazze fotoğrafçısı Issam Abdallah
İsrail’in Gazze Şeridi’nin Refah kentindeki hava saldırısında öldürülen El Cezire gazetecisi Hamza Dahdouh, 7 Ocak 2024’te babası Wael Dahdouh ve ailesinin yası
İsrail’in Gazze’deki savaşı, bir halkın yok edilmesini ve/veya zorla yerinden edilmesini amaçlayan soykırımsal bir savaştır. Bunlar arasında Gazze halkının kasıtlı olarak aç bırakılması, insanlara güvenli olduğu söylenen bölgelerin bombalanması ve sağlık sistemine yönelik büyük bir saldırı da yer alıyor. Ancak bu savaşın en önemli suçlarından biri, bu suçları dünyaya duyuran gazetecilerin ve gazeteci ailelerinin kasten öldürülmüş olmasıdır.
Bunların hiçbiri ABD’nin mali, askeri, istihbarati ve diplomatik desteği olmadan gerçekleştirilemez.
Bunu okurken ABD’nin ve özellikle de Biden’ın büyük “demokrasisinden” bahsetmekten asla yorulmadığını ve onu ABD’nin karşı çıktığı “demokratik olmayan” güçlerle karşılaştırdığını unutmayın. Benzer şekilde Biden ve diğer ABD başkanları da gün boyu İsrail’in “demokratik değerlerimizi paylaştığından” bahsediyor. Peki tüm bunların ışığında İsrail’in Gazze’deki gazetecilere ne yaptığına bakalım.
Gazetecilerin öldürülmesi savaş suçudur. Filistinli gazeteciler İsrail’in savaş suçlarının ve insanlığa karşı suçlarının dünyaya ulaştığı ana kaynaktır. Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), 7 Ekimden bu yana geçen üç ay içinde İsrail’in Gazze’deki soykırımsal katliamını sahada haber yapan, çoğunluğu Filistinli olan 75 gazetecinin, İsrail tarafından öldürüldüğünü belgeledi.1 Özel araştırma ve analizlerin ortaya koyduğu inanılmaz ölü sayıları, gazetecilerin toplu olarak öldürülmesinin bilinçli bir İsrail politikası olduğuna işaret etmektedir.
İsrail’in Gazzedeki savaşının ilk 10 haftasında, CPJ’nin bu tür ölümleri kaydetmeye başladığı 1992’den bu yana benzer çatışma dönemlerinde olduğundan daha fazla gazeteci öldürüldü. Karşılaştırma yapmak gerekirse, CPJ 5 Ocak 2024’te yayımladığı raporda Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden kaynaklanan iki yıl süren savaşta 15 gazetecinin öldürüldüğünü bildirdi. 2
İsrail Gazetecilere ve Ailelerine Karşı Saldırı Çağrısında Bulundu
Gazze’de Filistinli gazetecileri ve ailelerini öldüren İsrail askeri saldırıları güçlü bir tutarlılık sunuyor. Aileleriyle birlikte evlerinde öldürülen Filistinli gazeteciler arasında şu kişiler yer alıyor: Jabr Abu Hadrous, yedi aile üyesiyle birlikte evinde öldürüldü (29.12.2023); Ahmed Khaireddine, ailesinden 12 kişiyle birlikte evinde öldürüldü (28.12.2023); Mohamed Mouin Ayyash, İsrail’in Gazze’nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampındaki evine düzenlediği hava saldırısında ailesinden 20 kişiyle birlikte öldürüldü (23.11.23).
Palestinian journalists take part in the funeral of their fellow Jaber Abu Hadrous, who was murdered with members of his family in an Israeli airstrike in Gaza City. pic.twitter.com/T4B4dp7n1y
Filistinli gazeteciler, İsrail’in Gazze Şehri’ne düzenlediği hava saldırısında aile üyeleriyle birlikte öldürülen arkadaşları Cabir Ebu Hadrus’un cenazesine katıldı.
Yaygın olarak takip edilen İsrailli bir Facebook sitesi olan “Duvarın Ötesinde”, Filistinli ve İsrailli yazarların ortak çalışmasıdır. İsrail gazetesi Haaretz, sitenin İsrailli kurucu ortağı Yuval Abraham’ın, İsraillilerin “Gazze’deki Filistinlileri ve onların deneyimlerini dinlemesini, onların yerinde olsaydık nasıl hissedeceğimizi düşünmesini” amaçladığını bildirdi. Sitenin kurucu ortağı Ahmed Alnaouq’un Gazze’den İbranice yazdığı gönderiler bir milyon kadar kişi tarafından okundu. 28 Ekim’de Across the Wall, Alnaouq’un evinin İsrail tarafından bombalandığını bildirdi. Alnaouq öldürülmedi ancak 23 kişi öldürüldü. Aile üyeleri; “Bütün sevdikleri: Babası, küçük kız kardeşleri, erkek kardeşi, yeğenleri ve yeğenleri, hatta evdeki bebekler bile; hepsi öldürüldü.”
Al Jazeera Gazze bürosu şefi Wael Al-Dahdouh’un oğlu Hamzah Al-Dahdouh 7 Ocak’ta İsrail hava saldırısında öldürüldü. Gazze’de araç kullanıyordu ve görüntü çekmek için bir drone kullanıyordu, aracı İsrail hava saldırısı ile vuruldu. ABC News, Gazetecileri Koruma Komitesi’nin, Hamzah Al-Dahdouh’un drone’u işi doğrultusunda kullandığını ve bu tür bir ekipman kullanmasının onu meşru bir hedef haline getirmediğini söylediğini bildirdi. İsrail saldırıyı doğrulayarak bir “teröristi” hedef aldıklarını iddia etti. Wael Al-Dahdouh oğlunun kasıtlı olarak hedef alındığına inandığını söyledi. Oğlunun mezarı başında yas tutanlarla birlikte dua eden Al-Dahdouh, “Tüm dünyanın burada neler olduğunu görmesi gerekiyor” dedi.
ABD’nin İkiyüzlülüğü Katliamı Mümkün Kılıyor
İsrail’in Gazze’de devam eden katliamı, araştırmacıların fiziksel kanıtları incelemesine veya gazetecilerin İsrail tarafından öldürülmesine ilişkin tanıkların ifadelerini toplamasına olanak vermiyor. Ancak İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF, ismin Fransızca versiyonuna dayanan bir kısaltma), 13 Ekim 2023’te Reuters muhabiri Issam Abdallah’ın Lübnan’da İsrail sınırı yakınında İsrail tarafından öldürülmesini soruşturmayı başardı. Sonuçlar İsrail’in gazetecilerin öldürülmesine yönelik politikalarını ortaya koyuyor. RSF, 13 Ekim’de, muhabirlerin “açıkça hedef alındığını” ve “saldırının ikinci kurbanları olmadıklarını” gösteren, cinayetin yeniden canlandırılan bir videosunu yayınladı. ‘Basın’ yazan araçlardan biri hedef alındı, yanında konuşlanan grubun da gazeteciler olduğu açıktı” (vurgu eklenmiştir). ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin dünya çapında özgürlük ve demokrasi şampiyonu olarak markalanmasına hizmet ettiğinde HRW ve RSF raporlarını izliyor ve düzenli olarak alıntı yapıyor. Ancak Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in kasıtlı olarak gazetecileri hedef aldığını gösteren herhangi bir rapor görmediklerini iddia ediyor.
Reuters muhabiri Issam Abdallah’ın ölümü: Lübnan-İsrail sınırında ne oldu?
İsrail, Gazze’deki soykırımcı katliamını örtbas etmek için sistematik olarak gazetecileri öldürüyor. Biden, Demokrat Parti ve liberal ana akım medya bunu mümkün kılıyor ve örtbas ediyor.
Başladığımız yere, yani bunun ABD ve İsrail’deki “demokrasinin” karakteri hakkında ne ortaya koyduğuna dönelim. Gerçek şu ki -ki bunun ötesinde aktarabileceğimiz pek çok tarihsel örnek var- kapitalist-emperyalist egemen blokların kendi çıkarları olarak gördükleri şeylere çok keskin bir şekilde karşı çıkmaya başlayana kadar muhalefet etmeye ve hatta yanlışların basitçe ifşa edilmesine izin verilir. Ve sonra diktatörlüğün çekici, yöneticilerin kendi çıkarlarına tehdit olarak gördüğü şeyleri sergileyenlerin üzerine iner. Demokrasinin (kapitalist-emperyalist)diktatörlüğün bu temel gerçeği, İsrail’i basit hakikati söylemek için gezegendeki en tehlikeli yer haline getirmiştir.
DİPNOTLAR:
Diğer kaynaklar bu sayının daha da yüksek olduğunu belirtmektedir. Örneğin, Uluslararası Gazeteciler Federasyonu 11 Ocak itibariyle Gazze’de en az 88 gazeteci ve medya çalışanının öldürüldüğünü belgelemiştir. Wikipedia tarafından derlenen ve belgelenen bir listede ise 14 Ocak itibariyle Gazze’de İsrail saldırıları sonucu öldürülen 87 Filistinli gazetecinin yanı sıra diğer medya çalışanları da listelenmiştir.
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) tarafından hazırlanan raporlar dikkatle belgelenmektedir. Güvenilirlikleri yaygın olarak kabul edilmektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD’yi dünya çapında özgürlük ve demokrasi için bir güç olarak göstermeye hizmet ettiğinde CPJ’nin raporlarından belirgin bir şekilde alıntı yapmaktadır. Aksi durumda görmezden gelmekte, görmediklerini iddia etmekte ya da örtbas etmektedir.
Gazze’deki Savaştaki “Geçici Ateşkes” Neyi Duraklatmadı: İsrail’in ABD Destekli Soykırımı Üzerine
Cuma günü, 24 Kasım’da, İsrail, Gazze’deki Filistin halkına karşı soykırıma varan saldırısını “duraklattı” (Batı Şeria’da ise vahşi “etnik temizlik” hız kazandı). Basıma gittiğimizde, bu “ateşkes” devam ediyor; İsrail, Hamas’ın günde on rehine serbest bırakması şartıyla ateşkese uymayı kabul etti.
“Geçici ateşkes” neyi değiştirir? Başlayalım değişmeyenlerle: Bu “ateşkes”, İsrail hükümetinin Gazze’deki yönetim olan Hamas’ı tamamen yok etmeye olan yeminini değiştirmez. Aynı şekilde İsrail Başbakanı Benjamin “Netan-Nazi” Netanyahu’nun, İsrail’in Amalek halkına karşı Kutsal Kitap figürü Saul’un neredeyse tam soykırısını taklit etmesi gerektiğini söylediği gerçeğini değiştirmez. Savunma bakanının her Filistinliyi “hayvan” olarak adlandırıp hayvanlar gibi muamele görmeleri gerektiğini söylediği gerçeği değişmez. (Bu muhtemelen katledilmeleri anlamına gelir.)
Gerçekten de, Nazi Netanyahu ateşkesin akşamında kabinesine şunları söyledi: “Rehinelerimizi geri vermek için ateşkesin ardından savaşı durduracağımıza dair bir sürü saçmalık var. O zaman şunu açıkça belirtiyorum: Savaş halindeyiz ve savaşa devam edeceğiz. Hamas’ı ortadan kaldırmak, rehinelerimizi ve kayıp olanlarımızı geri getirmek ve Gazze’de İsrail’i tehdit eden hiçbir unsuru bırakmamak için savaşımıza devam edeceğiz.” (İsrail şu anda en hafif muhalefet için bile insanları, hatta İsraillileri hapsettiğinden, bu son ifadenin ne anlama geldiğini düşünün.) Ateşkeste geçen yedinci hafta boyunca Gazze’deki Filistin halkının su, yakıt, ilaç, gıda ve diğer modern yaşam gereksinimlerinden mahrum bırakıldığı gerçeğini ateşkes değiştirmez. Ateşkes sihirli bir şekilde 1.7 milyon Filistin mültecinin (neredeyse her dört Gazze sakini içinden üçü!) evlerine geri dönmesini sağlamadı. Ateşkes, bu mültecilerin sokaklarda, evlerinden uzakta, insan varlığı için temel gereksinimlere sahip olmadan uyumalarına izin vermedi. “Ateşkes”, Gazze’deki yıkılan hastaneleri sihirli bir şekilde yeniden inşa etmedi—Savaş, Gazze genelindeki 35 hastanenin 27’sini işlev dışı bıraktı, kalanlar Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sadece kısmen işlevsel.
“Ateşkes” aynı zamanda İsrail ordusunun öldürdüğü 5,000’den fazla çocuğu hayata döndürmedi. Ayrıca, Biden’ın İsrail’e bu yıl zaten aldığı 3 milyar doların üzerine ek olarak 14 milyar dolarlık askeri yardım talebini durdurmadı. “Ateşkes”, Gazze’deki koşulların dehşetini değiştirmedi. Ateşkes yürürlüğe girdiğinde, bir Associated Press muhabiri Gazze’yi “yerleşilemez bir ay manzarası” olarak tanımladı. Tüm mahalleler enkaz ve toz haline getirildi, sayısız ceset altında, ölüm kokusu havayı dolduruyor. Evler, okullar ve hastaneler hava saldırıları tarafından patlatıldı ve tank ateşi tarafından yakıldı. Gazze’nin kuzey yarısındaki bazı binalar hala ayakta duruyor, ancak yarısı harap kabuklardır. Toplu çatışmaların artmasıyla neredeyse bir milyon Filistinli kuzeye kaçtı, buna Gazze’nin en kalabalık şehri olan Gazze Şehri de dahil.
İsrail, mevcut ateşkese kadar 15,000’den fazla hedefi bombaladığını söyledi ve sıkça ABD yapımı 900 kilo ağırlığındaki bombaları kullanarak genellikle apartman bloklarını düzleştirebilecekleri yoğun nüfuslu alanlara saldırdı. İsrail’in Gazze’yi kitlesel olarak bombalamasının sivil halkın hedefi olduğunu gösteren bir ölçü olarak, Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, Rus saldırılarına neredeyse iki yıl boyunca maruz kalan Ukrayna’dan daha fazla kadın ve çocuğun Gazze’de öldüğü bildirildi.
Bu yazıyı yayınladığımız sırada, Gazze’nin 2.3 milyon sağ kalan insanının çoğu, İsrail’in kaçmalarını emrettiği güney bölgesine sıkışmış durumda ve hayatta kalmak için kaynakları yok. Birçoğu brandalar altında sokaklarda uyuyor. Temel insan varlığı için en temel gereksinimlere sahip değiller. BM’ye göre, Gazze’deki su üretimi İsrail’in bombardımanı nedeniyle 7 Ekim’deki durumunun yüzde 12’sinden daha azına düşmüştür.Top of Form
Bir milyondan fazla insan BM-okullarından dönüştürülen barınaklarda uyuyor. Kuzey Gazze’den sürülen birçok insan, İsrail’in bombardımanında kısa bir ara verme fırsatını değerlendirmek ve kayıp ailelerini kontrol etmek, ölülerini gömmek veya evlerinden birkaç eşya almak için evlerine dönmeyi umuyordu. Ancak Kuzey Gazze’den Güneye tahliye olan yüz binlerce kişiye İsrail tarafından bırakılan bildirilerde geri dönmemeleri konusunda uyarı yapıldı. İsrailli askerler, Gazze Şehri dahil olmak üzere kuzeyin büyük bir kısmını işgal ediyor. Kuzeye evlerine dönmeye çalışan iki kişi İsrailli askerler tarafından vurularak öldürüldü ve en az 11 kişi daha yaralandı.
Sofian Abu Amer, Gazze Şehri’ndeki evine ulaşma girişiminde neden risk aldığını bir muhabire anlattı. “Yeterince giyecek, yiyecek ve içecek yok,” dedi. “Durum felaket. Bir kişinin ölmesi daha iyi.”
“Ateşkes” tarafından sağlanan “yardım”, acımasızca bir şakadan başka bir şey değil.
Gazze’nin tarım, balıkçılık, su arıtma, inşaat ve diğer endüstrilerini felce uğratan İsrail ablukasının etkisiyle, Gazze’deki insanlar ithal ve bağışlanan gıda ve diğer temel ihtiyaçlarla hayatta kalmışlardır. BM’ye göre, 7 Ekim’den önce aylık olarak yaklaşık 10,000 kamyon yükü ticari ve insani mallar, yakıt hariç, Gazze’ye giriş yapmaktaydı. Bu, günde yaklaşık 330 kamyon yüküne denk gelir.
Eğer ateşkez dört gün daha uzatılırsa, günde tahmini 50 kamyonun “izin verilmesi”, bu sayıya göre ne kadar küçük bir miktar olduğunu açıkça gösterir. Al Jazeera’ya verdiği demeçte Filistin Kızılayı’nın bir temsilcisi bu durumun sadece “okyanusta bir damla” olduğunu belirtti.
“Ateşkes” veya “ara verme” denilen şey, anlamlı bir şekilde bir ara verme değildir. Şu an için sadece bir bombalama askıya alınmasıdır. Ve bu, sadece İsrail-Gazze sınır kapılarından değil, yalnızca Güney Gazze’yi Mısır ile bağlayan Rafah sınır kapısından geçen yardıma sınırlı bir şekilde müsaade edilmesidir.
Ancak bu, acı, çile ve ölümde bir ara verme değildir. Ateşkesin yaptığı şey, taraflara “zaman kazandırmak” oldu.
Bu çatışmanın ana “oyuncularının” motivasyonlarını ve iç karar alma süreçlerini tam olarak bilmiyoruz. Ancak bu farklı aktörlerin ateşkesi nasıl kullandıklarına dair yaptıkları ve söyledikleri bağlamında bir bakış atabilir ve gerçek dinamiklerin altında daha iyi bir anlam elde edebiliriz.
*Netanyahu, bu ateşkesi, 7 Ekim’deki Hamas’ın İsrail’e düzenlediği baskında alınan 200 rehineden bazılarını geri getirmek ve en azından rehinelerin dönüşünü, savaşın yürütülmesinin üzerine öncelik verme taleplerini karşılamak adına kullanmıştır. Bu sırada Hamas’ın ortadan kaldırılmasına devam etme niyetini açıkça belirtmiştir.
*İsrail, dünya genelindeki öfkenin en azından geçici olarak sakinleşmesini, özellikle ana destekçisi ABD içinde, umabilir. Aynı zamanda, New York Times’ın ifadesiyle, “ateşkes sırasında yeni istihbarat elde etmeye ve savaşın bir sonraki aşaması için plan yapmaya” çalışabilirler. Bu ateşkesi, taktiklerini değiştirip değiştirmemeleri konusunda bir değerlendirme yapmak için kullanabilirler.
*Hamas, en azından bazı İsrail askeri yeteneklerini “ölçmüş” durumda ve şimdi ateşkes sona erdiğinde muhtemelen bir İsrail saldırısına karşı tekrar toparlanma ve güçlenme şansına sahiptir. Ateşkes aynı zamanda Hamas’a, İsrail tarafından tutulan binlerce siyasi mahkumu kendi elindeki rehinelerle takas yoluyla serbest bırakma fırsatı tanır.
* ABD ve Biden yönetimi için, bu ateşkes, Biden’ın İsrail’e tam destek verme konusundaki bölünmüşlüğünün yaşandığı bir dönemde “barış arayışında” gibi görünme imajını verir. Bu mücadele, Demokratlar için ciddi sorunlar yaratmıştır ve bu bölünme, önemli devlet kurumlarına ve seçilmiş Demokrat kongre üyelerinin kadrolarına kadar uzanmıştır. Ateşkes aynı zamanda ABD’ye, özellikle Rusya’nın Ukrayna’daki ve daha genel anlamda Çin’in uluslararası alandaki diğer birçok zorluğuyla başa çıkarken, en azından geçici olarak durumu sakinleştirmek için bir fırsat sunar.
Şu anda umutlar, bu “Geçici ateşkesin” bir kalıcı ateşkes ve ardından bir çözüm getireceği yönünde besleniyor. Ancak şu gerçekler hala geçerlidir:
Netan-Nazi hükümeti, Hamas’ın tamamen yok edilmesine ve Gazze’de henüz belirlenmemiş bir yeni rejimin kurulmasıhusularınaaçık bir şekilde bağlı kalmaktadır.
Hamas, 7 Ekim saldırısıyla büyük bir kumar oynadı ve şu anda varlığı için mücadele ediyor.
ABD, diğer emperyalistlerden (tekrar, Rusya ve daha stratejik olarak Çin) gelen büyük zorluklarla yüzleştiği bir dönemdeİsrail için büyük bir mağlubiyete izin veremez ve bu stratejik bölgede “istikrarsızlık” istemez.
Nereye gideceğini tahmin edemeyebiliriz, ancak bir şey AÇIKTIR: ABD-İsrail soykırım savaşına karşı mücadele “duraklatılmamalı”, tam aksine genişletilmeli, derinleştirilmeli ve sadece İsrail’i değil, onu destekleyen ve bundan yararlanan ABD emperyalizmi sistemine karşı daha net bir şekilde hedeflenmelidir.
“Çocuklarımız savaştan ölmezse, kışın soğuğu ve açlıktan ölecekler.”
İsrail, Gazze’nin zaten kırılgan olan sağlık altyapısını sistematik olarak bombaladı, boğdu ve felce uğrattı. Hamas’ın bir “komuta ve kontrol merkezi”ne ev sahipliği yaptığı iddiası (Bu iddiaya Biden ve ABD destek verdi), İsrail’in Gazze Şehri’ndeki Al-Şifa Hastanesi’ni bombalamasına, füzelerle vurmasına ve işgal etmesine yol açtı. İsrail hastane yöneticilerini tutukladı veya gözaltına aldı ve hastane personelini, hastaları (inkübatördeki bebekleri de içeren), ve hastaneye sığınmak isteyenleri sürdü; bunlar korkunç savaş suçlarıdır. Associated Press muhabiri Josef Federman, Al-Şifa’daki sözde Hamas komuta ve kontrol merkezi “kanıtları” üzerine dar bir “geziye” katılanlardan biriydi. İsrailli askerlerin sunduğu kanıtların en iyi ihtimalle “Şifa’nın altında olduğu iddia edilen karmaşık bir komuta merkezinden çok uzak” olduğunu bildirdi. BBC uluslararası editörü Jeremy Bowen, “İsrail’in şu ana kadar ürettiği kanıtların, İsraillilerin hastanedeki kurulum hakkında kullandığı retorik türünde inandırıcı olmadığını düşünüyorum; bu, Hamas operasyonu için bir sinir merkezi olduğunu öne sürüyordu.” dedi.
İnsan Hakları İzleme’de sağlık hakkında danışman olan A.Kayum Ahmed;”İsrail’in tekrarlayan saldırıları, zaten yasadışı bir abluka tarafından zor durumda bırakılan hastaneleri ve sağlık çalışanlarını zarara uğratmış, Gazze’nin sağlık altyapısını tahrip etmiştir,” dedi. “Hastanelere yapılan saldırılar yüzlerce insanın ölümüne neden oldu ve birçok hastayı uygun tıbbi bakım alamadıkları için ciddi bir risk altına soktu.”
Bir sağlık krizi olan durum bir felakete dönüşmüştür. Kasım ortasında, Gazze’ye yağışlı mevsim geldi. Güney Gazze’nin her yerinde, plastik brandaların altında uyuyan çocuklar ıslak kıyafetler içinde titriyor, aşırı yağmur nedeniyle sular altında kalan ve sürüklenen yollar ve açık alanlar çamur haline geliyor. Taşan kanalizasyon ve su altında kalmış sokaklar hızla hastalıkların yayılmasına neden oluyor.
Solunum yolu hastalıkları, İsrail’in soykırımsal bombardımanının geçen ay başlamadan önce Gazze Şeridi’nde ölümün altıncı en yaygın nedeniydi. Şu anda 70,000’den fazla insan ciddi solunum sorunları yaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, on binlerce ishal vakası bildiriliyor ve kurbanların yarısı beş yaşın altındaki çocuklar. Temel neden büyük ölçüde kontamine içme suyudur. Kontrolden çıkan diğer salgınlar arasında binlerce cilt döküntüsü, uyuz ve bit, ve suçiçeği bulunmaktadır.
İsrailli gazete Haaretz, adı belirtilmeyen bir “batılı büyükelçi”nin İsrail’e, Gazze’nin bir “medikal felaket” ile karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulunduğunu bildirdi. Al Jazeera’ya konuşan bir Filistinli adam, Gazze’deki BM barınağında, bunun soykırımsal bir boyutu olduğunu belirtti: “Eğer çocuklarımız savaştan ölmezse, kışın soğuğu ve açlıktan ölecekler.”
Bir kez daha: Joe Biden Neden “İsrail Var Olmasaydı, Amerika Onu İcat Etmek Zorunda Kalırdı” Dedi?
Bir kez daha: Joe Biden Neden “İsrail Var Olmasaydı, Amerika Onu İcat Etmek Zorunda Kalırdı” Dedi? Çünkü bu doğru.
Ve alıntının tamamı daha da açıklayıcı. İsrail’in “yaptığımız en iyi 3 milyar dolarlık yatırım” olduğunu söyledi. Devam etti:
Eğer bir İsrail olmasaydı, Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki çıkarlarını korumak için bir İsrail icat etmek zorunda kalacaktı. Amerika Birleşik Devletleri gidip bir İsrail icat etmek zorunda kalacaktı.
Biden bunu ilk kez 1986’da söylemişti. O zamanlar sadece bir senatördü ve diğer senatörleri o yıl İsrail’e 3 milyar dolar askeri yardım yapmaya ikna etmişti.
Peki Biden’ın bahsettiği bu ABD’nin “bölgedeki çıkarları” nelerdir?
Emperyalizm: Bir Sistem, Bir Politikalar Dizisi Değil
Bunu anlamak için Amerika hakkında çok temel bazı şeyleri anlamamız gerekiyor. Bu ülkenin ekonomik temeli kapitalizm-emperyalizmdir. Bob Avakian şunu söylemişti:
Emperyalizm, devasa tekellerin ve finans kuruluşlarının yalnızca tek bir ülkede değil, bütün dünyadaki ekonomileri ve siyasi sistemleri -ve insanların yaşamını- kontrolü demektir. Emperyalizm, yüz milyonlarca insanı baskı altında tutan, onları sefalete mahkum eden asalak sömürücüler demektir; asalak finansörler bilgisayarda tek bir tuşa basarak muazzam miktarda zenginliği bir yerden diğerine aktarıp milyonların açlık çekmesine neden olmaktadır. Emperyalizm, savaş -direnişleri ve ezilenlerin isyanını bastırmak için savaş ve rakip emperyalist devletler arasındaki savaş- demektir; emperyalizm, bu devletlerin liderlerinin insanlığı inanılmaz bir yıkıma mahkum etmesi, hatta tek bir tuşa basarak insanlığı toptan imha etmesi demektir (BAsics 1:6)
Bunun Biden’ın bahsettiği “çıkarlar” ile ne ilgisi var?
Petrolle başlayalım. İsrail, 2022 yılında dünya petrolünün üçte birini üreten Orta Doğu bölgesinde yer almaktadır. Petrol, modern dünya emperyalist ekonomisinin kârlı işleyişinin temelidir ve petrol üzerindeki kontrol, emperyalist bir güce rakiplerine şartları dikte etme gücü verir. Petrol aynı zamanda modern emperyalist askeri makineler için de stratejik açıdan kritik öneme sahiptir. Ancak mesele sadece ekonomik ya da askeri nedenlerle petrolü kontrol etmek değil, dünya ekonomisi için hayati önem taşıyan stratejik bir kaynak üzerindeki kontrolü sürdürmek ve bu kontrolü diğer rakip güçlerden esirgemektir.
Bir de emperyalist jeopolitik ve jeoekonomik düşünceler var. Orta Doğu, Afrika, Asya ve Avrupa’nın buluştuğu, dünyanın kavşak noktasında yer almaktadır. Dünya petrolünün büyük bir kısmı bu kavşaktan geçmektedir. Bugün Çin gibi rakip emperyalistler tarafından kendisine meydan okunsa da, ABD halen, dünyanın en önemli stratejik kaynağı ve bu kaynağın ticaretinin yapıldığı güzergahlar üzerindeki üstünlüğünü korumaktadır.
ABD’den 7,500 mil uzakta olan bu bölgede hakimiyetini sürdürmek ABD imparatorluğu için o kadar hayati bir önem taşıyor ki eski Başkan Jimmy Carter, ABD’nin “bölgenin kontrolünü ele geçirme” tehdidi olarak algıladığı diğer güçleri askeri güçle püskürtmekle tehdit etti. (Tabii ki Carter bu sessiz kısmı yüksek sesle söylemedi – ABD’nin bölge üzerinde zaten hegemonyası ya da genel kontrolü vardı!) O dönemde ABD’nin başlıca rakibi olan eski Sovyetler Birliği’nin, yani bugünkü Rusya’nın büyük bölümünün mesajı almaması ihtimaline karşı Carter kelimenin tam anlamıyla “ne pahasına olursa olsun” diye ekledi. Evet, Jimmy Carter – şu anda evsizler için bir hayır kurumuna adını verdiği için neredeyse bir aziz muamelesi gören Demokrat eski başkan – bölgenin kontrolü için ABD’nin rakibine karşı nükleer savaş tehdidinde bulundu.
Özgürleşme Arzusu… ve Emperyalistlerin Bunu Bastırma İhtiyacı
Orta Doğu’da 450 milyon insan yaşıyor – toprakları emperyalizm tarafından yağmalanırken esas olarak yoksulluk içinde tutulan ve ABD tarafından desteklenen son derece baskıcı güçler tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilen insanlar… ABD’nin 450 milyon insan üzerinde kontrol kurması zor, özellikle de Amerika dünyanın öbür yarısındayken. İnsanlar yaşadıkları baskıya direniyor, onu anlamaya çalışıyor, onunla mücadele etmek ve onu değiştirmek için hareketler oluşturuyor -bazıları ilerici, bazıları milliyetçi, bazıları da İslami köktendinci cihatçılar gibi düpedüz gerici. Ancak bunların neredeyse tamamı ABD için sorun teşkil ediyor ve ABD bu sorunlarla doğrudan bastırma ya da manipülasyon yoluyla başa çıkıyor.
Bununla başa çıkmak için Amerika’nın bu bölgede 30 askeri üssü ve 54,000 askeri var. Hepsi bu kadar da değil. ABD Mısır’a, Irak’a, Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e ve diğer baskıcı rejimlere neredeyse her türlü muhalefeti ve direnişi bastırabilmeleri için büyük miktarlarda askeri yardım akıtıyor.
İsrail: ABD Kontrolü İçin Gerekli
Ancak bunların hiçbiri Amerika’nın bu kilit stratejik bölge üzerindeki amansız ekonomik sömürüsünü ve acımasız siyasi hakimiyetini sürdürmek için İsrail devleti kadar önemli değildir. İsrail, önemli bir nükleer silah cephaneliği de dahil olmak üzere devasa bir askeri makineye sahiptir. ABD her yıl İsrail’e açık ara en fazla askeri yardımı yapan ülkedir. İsrail, ABD’ye hem imparatorluk heveslisi diğer güçlere karşı güvenilir ve askeri açıdan güçlü bir müttefik olarak hem de Ortadoğu ülkeleri içinde her ne sebeple olursa olsun ABD egemenliğine karşı çıkan hareketleri bastırmak için bir güç olarak hizmet etmiştir.
İsrail’in ABD’ye hizmeti, bölgedeki milliyetçi rejimlere ya da ABD’nin rakiplerinin etkisi altına giren rejimlere karşı dört savaşın yanı sıra, savaş dışında sayısız silahlı saldırı örneğini; devrimci mücadelelerin bastırılmasını ve hatta Arjantin, Guatemala, apartheid Güney Afrika, Şah yönetimindeki İran ve diğer aşırı baskıcı rejimlere yardımda bir ABD “varlığı” olarak hareket etmeyi içermektedir. Arjantin, Guatemala, apartheid Güney Afrika, Şah yönetimindeki İran ve diğer son derece baskıcı rejimlerde ABD yanlısı baskıcı rejimlere yardımda ABD “varlığı” olarak hareket etmiş ve onlara korkunç işkenceler de dahil olmak üzere gözetleme ve sorgulama teknikleri konusunda kapsamlı eğitim vermiştir. İsrail ve ABD geçtiğimiz on yıl ve daha uzun bir süre boyunca suikast, sabotaj, acımasız ekonomik savaş (“yaptırımlar”) ve diğer önlemlerle (zaman zaman aralarında taktiksel farklılıklar olsa da) İran’ın nükleer kapasite kazanmasını engellemek için işbirliği yaptı. Mesele İran’ın bu tür cihazlara sahip olması gerektiği değil -hiçbir hükümet nükleer silahlara sahip olmamalı!- mesele ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da İsrail’in bu tür barbarca silahlar üzerindeki tekelini sürdürmeye niyetli olmasıdır.
Joe Biden’ın açıklamasının ardındaki gerçeği oluşturan, İsrail’in Amerika’nın acımasız egemenliğini ve yağmasını sürdürmedeki özel rolüdür. Bu nedenle kim başkan olursa olsun – Cumhuriyetçi, Demokrat, Bernie Sanders gibi sözde “sosyalist” ya da başka biri – onlar da İsrail’i savunmak ve desteklemek zorunda kalacaklardır çünkü bu sistem ezilenler üzerindeki tahakkümünün ve rakipleriyle çekişmesinin temel bir parçası olarak İsrail’e dayanmaktadır. Ve eğer bir şekilde bunu anlamayan biri kendini başkan pozisyonunda bulursa, ya bunu anlaması için “zorlanır” ya da çok uzun süre dayanamaz.
Bunun arkasındaki sistemi alaşağı etmekten başka hiçbir şey temel nedenlerle başa çıkamaz. Ve bu temel nedenlerle başa çıkılmadığı sürece Gazze’deki gibi vahşet ve dehşet patlak vermeye devam edecektir. Filistin halkının yanında durmak ve bu özel soykırım savaşını sona erdirmek için mücadele etmek kritik önem taşısa da, bu dayanılmaz zulümleri gerçekten sona erdirmek istiyorsak, bunun devrim hedefini yaymak ve somut olarak devrim için örgütlenmekle bağlantılı olması gerekir. Ve bu devrim çok yakında gerçekleşebilir.
Devrim-Daha Azı Değil!
Bu da yukarıda Bob Avakian’dan yapılan alıntının ikinci yarısına yol açmaktadır:
Emperyalizm, kapitalizmin temel çelişkilerinin muazzam şekilde patlamaya doğru ilerlediği bir evresidir. Fakat aynı zamanda, emperyalizm, devrim olacak da demektir -ezilenler sömürücüleri ve işkencecileri devirmek için ayağa kalkacaktır- ve bu devrim küresel canavarı yani emperyalizmi söküp atmak için dünya çapında bir mücadele olacaktır (BAsics 1:6)
Bu makalede İsrail’in işgal altındaki Gazze Şeridi’nde Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşının patlak vermesini, nedenlerini ve olası sonuçlarını analiz edemesek de (Bob Avakian’ın “Filistin’e Karşı ABD Destekli İsrail Savaşı Hakkında Bazı Temel Gerçekler” başlıklı makalesine bakınız), sadece Filistinliler ya da genel olarak bölge halkları için değil, bu savaşın risklerinin yüksek olduğunu vurgulamak istiyoruz. ABD emperyalizminin kilit müttefiki İsrail savaşa sürüklenirken, diğer güçler (emperyalist güçler Rusya ve Çin ile birlikte İran gibi bölgesel güçler) hararetle manevra yapmaktadır. Bu güçler ABD’ye askeri olarak ve özellikle Çin örneğinde olduğu gibi ekonomik ve diplomatik olarak meydan okumaktadır. Ve bu durum, ABD egemenleri içindeki iki grubun – düpedüz faşist Cumhuriyetçiler ve Biden gibi ABD’nin emperyal çıkarları için “demokratik bir görünüm” sürdürmenin hayati önem taşıdığını düşünenler – “evde” nasıl yönetecekleri ve dünya çapındaki egemenliklerini nasıl ileriye taşıyacakları konusunda giderek daha düşmanca bir çatışmaya kilitlendikleri bir zamanda gerçekleşiyor. ABD’deki egemenlerin her iki fraksiyonunun da İsrail’i desteklemeye güçlü bir şekilde bağlı olduğu gerçeği, aralarındaki bölünmeyi iyileştirmeyecektir – bu bölünme bu dönemde devrimi daha mümkün kılmaktadır. (Yönetici sınıf ve bir bütün olarak toplum içindeki bu bölünme ve bunun devrimi neden daha mümkün kıldığı hakkında daha fazla bilgi için bkz. Felaket Bir Şey Ya da Gerçekten Özgürleştirici Bir Şey’de Bahsedilen Aciliyet Işığında: Yenilenmiş Bir Mücadele ve Devrim: Kazanmak İçin Gerçek Bir Şans
İnsanlığın acilen ihtiyaç duyduğu devrim, dünyanın emperyalist yağmasına son verecek, böyle bir yağmayı gerektirmeyecek, aksine onun mirasının üstesinden gelmek için aktif olarak çalışacaktır. Bu devrim dünyanın her yerinde devrimi ve gerçek kurtuluşu destekleyecek, onu bastırmayacak ve kana boğmayacaktır. YAŞAMAK İÇİN YEPYENİ BİR YOLA, TEMELDEN FARKLI BİR SİSTEME İHTİYACIMIZ VAR VE BUNU TALEP EDİYORUZ‘da söylendiği gibi:
Yeni sosyalist hükümet nükleer silah geliştirmeyecek ya da kullanmayacak ve kapitalist-emperyalist sistemin ve savaşların temeli olan tüm sömürü ve baskı sistem ve ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, insanlar arasındaki savaşların nihai olarak ortadan kaldırılması nihai hedefiyle, her yerde nükleer silahların ortadan kaldırılması için somut adımlar atacak ve kararlı bir mücadele yürütecektir.
Bu devrimi yapmak için stratejik bir plan mevcut; Bob Avakian ve liderlik ettiği devrimci komünistlerde bu devrim için stratejik liderlik mevcut; ve Bob Avakian tarafından yazılan Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa’da yeni devrimci iktidar ve toplum için kapsamlı bir vizyon ve somut bir plan mevcut. Son olarak, böyle bir devrimin nasıl yapılabileceğine dair gerçek bir stratejik rehber var – evet, bu dönemde: DEVRİM: GERÇEK BIR KAZANMA ŞANSI İLE HER ŞEYİ YAPMAK İÇİN TEMEL OLUŞTURMAK: STRATEJİK YÖNELİM VE PRATİK YAKLAŞIM.