Güney Asya Sıcak Hava Dalgası: Tehlikeli Bir Şekilde İnsanların Hayatta Kalabilecekleri Sınırı Aşmak Üzere

Editör Notu: Aşağıdaki yazı Revcom.us Çevre Yazı Grubu tarafından hazırlanmış ve 30 Mayıs 2022 tarihinde web sitesi üzerinden paylaşılmıştır. Yazının Türkçe çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız. Küresel iklim krizine ve kalıcı çözüm önerilerine ilişkin görüş ve yorumlarınızı bizlerle paylaşabilirsiniz.

Kaynak için bkz: South Asian Heat Wave: Dangerously Close to Limit for Human Survivability | revcom.us


“Yeni Delhi (1) adeta yanıyor. Kabaran dalgalar halinde yoldan ısı yükseliyor, musluğun soğuk tarafından akan suya aşırı sıcaktan ötürü el değmiyor.” (2)

Hindistan ve Pakistan’ı kavurucu bir sıcak dalgası sarmış durumda. Gezegendeki her beş kişiden biri için sıcaklık düzeyi insanın hayatta kalabileceği maksimum seviyeye tehlikeli bir şekilde yaklaşmış durumda.

Nazeer Ahmed son birkaç haftadır dünyanın en sıcak yerlerinden birinde yaşıyor. Acımasız bir sıcak hava dalgası Hindistan ve Pakistan’ı kasıp kavururken, Pakistan’ın Belucistan bölgesindeki evi haftalarca tekrar tekrar neredeyse 50˚C’ye ulaşan sıcaklıklardan muzdarip durumda. Bu dereceler yılın bu zamanı için eşi benzeri görülmemiş seviyeler anlamına geliyor. Yerli halk evlerinden uzaklaşmak durumunda kalıyor. Daha serin olan gece saatleri dışında çalışamayacak durumdalar. Ayrıca çok ciddi su ve elektrik sıkıntısı yaşanıyor. (3)

Hindistan’ın büyük şehirlerini çevreleyen kenar mahallelerdeki insanlar, yoksulluk durumunun kendilerini mecbur bıraktığı ve adeta fırına dönen sokak kaldırımlarında yaşamlarını yitiriyor. Klimalara yönelik artan elektrik talebinin neden olduğu elektrik kesintileri yaşanıyor. Hindistan’ın bazı bölgelerinde sekiz saatlik elektrik kesintileri yaşanıyor. Eğitim olumsuz şekilde etkilenmiş durumda, çünkü okul camları eriyor, havalandırmalar yetersiz, üstelik havalandırmalar kullanımdayken dışarıdan zararlı gazlar içeri geliyor. Hindistan’ın bazı eyaletlerinde rekor sıcaklık nedeniyle okullar tatil edildi. Bu sıcak hava dalgasından kaynaklanan ölümlerin pek çoğu rapor edilmiyor. Hindistan ayrıca kötü şöhretli bir şekilde COVID ölümlerini de eksik gösteriyor. İnsanlara gerekli yardım istenilen seviyelerde verilmiyor.

Hindistan’da bir kömür deposunda çalışan bir kadın. Günlük elektrik kesintileri, Hindistan’ın ülkenin elektriğinin %70’ini üreten kömüre bağımlılığı hakkında soru işaretleri yaratıyor. Foto: AP

World Weather Attribution tarafından yayınlanan “bilimin durumu” brifingi, iklim değişikliğinin dünyadaki sıcak hava dalgalarını hem daha yoğun hem de daha olası hale getirdiği sonucuna varmış bulunuyor. Dünya kapitalist enerji sisteminin temelinde yer alan fosil yakıtların (petrol, kömür ve doğal gaz) neden olduğu küresel ısınmanın bir sonucu olarak, bir zamanlar “nesil felaketleri” ya da “500 yıllık fırtınalar” olarak adlandırılan olaylar artık on yılda bir gerçekleşiyor. Bu fosil yakıtlar dünya çapındaki kapitalist enerji sisteminin temel taşları haline geldi. Başka bir deyişle, bu sıcak hava dalgası “talihsiz” ve bir kere yaşanan şiddetli bir olay değildir. Küresel ısınmanın gezegenin geniş alanlarını yaşanmaz hale getirmesi türünden gelecek olayların adeta bir habercisidir. Bugün dünyada ezici çoğunluğu yoksul Üçüncü Dünya ülkelerinden gelen yaklaşık 23 milyon insan “iklim mültecisi” haline gelmiş bulunuyor. Küresel ısınmadan kaynaklı daha yaygın ve yıkıcı hale gelen ekstrem hava olaylarından dolayı yerlerinden edildiler. (4) İklim değişikliği ve sıcak hava dalgaları hakkında daha fazla bilgi edinmek için ekteki “Sıcak Hava Dalgaları Bilimi” başlıklı açıklamaya bakabilirsiniz.

“Eğer Burada Çalışıp Yaşamayacaksak Bu Durumda Nereye Gideceğiz?”

Hindistan nüfusunun çoğunluğu açık havada çalışıyor. Yani tarım sektöründe, inşaatlarda, hizmet alanlarında ve bunun gibi alanlarda insanlar çalışıyorlar. Şimdilerde birçoğunun 110˚F (43˚C) ve üzeri sıcaklıklarda çalışması gerekiyor. İnsanları pek çoğu klima veya soğutmayı karşılayabilecek durumda değil. Birleşmiş Milletler destekli yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, ülke genelinde yaklaşık 323 milyon insan aşırı sıcaktan (bitkinlik, hastalık, sıcak çarpması) yüksek risk altında bulunuyor, fakat havalandırmalara ve buzdolaplarına erişimleri yok. Hindistan’ın 1,4 milyar vatandaşının sadece yüzde 12’sinin klimaya erişimi var. Bu da yüz milyonlarca insanın vücutlarına sıcak çarptığı zaman kendilerini serinletemedikleri anlamına geliyor. Ayrıca “Hindistan’da sıcaklıklar belirli bir seviyeye ulaştığında açık hava etkinliklerini önleyen yasalar da mevcut değil. Bu ölümlerin çoğu 30-45 yaş arası erkeklerde görülüyor. Bu insanlar kavurucu sıcakta çalışmaktan başka seçeneği olmayan işçi sınıfından gelenler, yani mavi yakalılardır.” (5)

Yoksulların en yoksul kesimleri korkunç acılar çekiyor. Avustralya Yayın Kurumu tarafından bildirildiği üzere Sunita’nın hikayesi şöyle:

Sunita, Delhi’nin kuzeyinde bir haftadan uzun süredir yanmakta olan bir çöplükte yaşıyor ve çalışıyor. Burada bir yandan da yanan plastik ve çürüyen yiyecekler koku yayarken, aynı zamanda etrafa zehirli dumanlar da saçıyor. Rekor kıran sıcaklıkların ortasında için için yanan çöplükten geri dönüştürülebilir şişeleri toplayan bir çöp toplayıcısı olarak işine devam etmesi gerekiyor. “Çocuklarımız çok küçük. Hepsinin başı ağrıyor, hepsi öksürüyor. Zorunda olduğumuz için burada yaşıyoruz. Eğer burada çalışıp yaşamayacaksak bu durumda nereye gideceğiz?”

Kademeli Ekolojik Etkiler

Güney Asya’daki sıcak hava dalgası olağandışı. Çünkü mevsim normallerinden çok daha erken yani tipik yaz iklimi başlamadan önce yaşanıyor. Aynı zamanda birkaç bölgede yoğunlaşmak yerine Pakistan ve Hindistan’daki kara kütlesinin çoğunu kaplayan çok daha geniş bir alana yayılmış durumda. Araştırmacılara göre sıcak hava dalgasındaki en önemli faktörlerden biri de düşük yağış. Pakistan’ın başkenti İslamabad’da bulunan Climate Analytics‘ten bir iklim bilimcisi şöyle diyor: “Mart ve Nisan aylarında yağmur noksanlığına neden olan açık bir hava vardı. Yağmur seviyesi normalden önemli ölçüde düşüktü, normalin yaklaşık yüzde 75 altında kaldı.” (6)

Özellikle kuzeybatı Hindistan ve güneydoğu Pakistan’da günlerce 100˚F (38˚C) üzerinde yükselen amansız sıcaklık sadece ölümlere yol açmadı, aynı zamanda Himalaya dağlarındaki buzulların erimesinden kaynaklanan sellere de neden oldu. Reuters haber ajansının bildirdiğine göre Hindistan’ın batı Gujarat eyaletinde şu anda ortalama sıcaklık 43˚C’nin üzerinde. Güvercinler ve çaylaklar (kite kuşları) da dahil olmak üzere yüksekten uçan kuşlar her gün gökten yere düşüyor.

Aşırı sıcaklık, kıta altında yüz milyonlarca insanın birincil gelir kaynağı olan tarım açısından da büyük bir sorun teşkil ediyor. Hindistan’daki mango mahsulleri düşük verim ve kalite ile nakliye ve depolamadaki aşırı sıcaklardan ötürü zarar görüyor. Mango meyvesi, Hindistan’da “meyvelerin kralı” olarak biliniyor. Hindistan’ın birçok küçük çiftçisinin geçim kaynağı ve büyük bir ihracat ürünü. Yemeklerde kullanılıyor, lezzetli tadı ve tatlı suyu için değeri bulunuyor. Şimdilerde satıcılar aşırı sıcaklar nedeniyle hızla çürüyen mangoları toplayıp çöpe atıyorlar.

Pakistan: Aşırı sıcak hava dalgası nedeniyle işçiler sokakta uyuyor. Foto: AP

Sıcak hava dalgası, Hindistan’daki buğday mahsulüne de zarar verdi. Ortaya çıkan küresel gıda krizini körüklemeye yardımcı oldu. (7) Hindistan hükümeti, dünyanın geri kalanına buğday ihracatını yasaklayacak kadar ileri gitti. (8) Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin hem Rusya hem de Ukrayna’dan yapılan buğday ihracatı üzerindeki etkileriyle birleşen yasak, uluslararası kurumları küresel bir gıda kıtlığı potansiyeli konusunda endişelendiriyor. Küresel Güney’in ezilen ülkelerinde üretilen tarım ürünleri, dünya çapında büyük miktarlarda akaryakıt tüketen devasa konteyner gemilerinde taşınıyor ve bu da kirliliğe ve küresel ısınmaya katkıda bulunuyor.

Sorun Kapitalizm-Emperyalizmdir!

Kapitalizm-emperyalizmin küresel sistemi, anarşik kâr ve rekabet avantajı arayışları içinde çevreyi harap etmektedir. Bu sistem, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıtları ekonomik açıdan “maliyet açısından efektif” olmakla kullanmadan yapamayan bir sistemdir. Bu sistem aynı zamanda fosil yakıtları sistemin genel işleyişi ve askeri gücü açısından da merkezi önemde görmektedir. Kapitalist piyasanın işleyişi, bu fosil yakıtların kullanımına son veremez, çünkü sermaye blokları maksimum getiri için birbirleriyle acımasızca rekabet etmek zorundadır. Ayrıca stratejik avantaj elde etme çabaları, onları en ucuz ve en yaygın olarak bulunan enerji kaynaklarını kullanmaya ve fosil yakıtlara yaptıkları yatırımları “iyileştirmeye” zorlamaktadır. (9) Şimdilerde Ukrayna’daki savaşın ve ABD’nin emperyalist Rusya ile rekabetinin petrol üretiminin artmasına yol açtığını görüyoruz.

1945’te 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesini takip eden yıllarda, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi emperyalistlerin egemen olduğu finans kurumları, emperyalizme ve onun ulusötesi şirketlerine ve tedarik zincirlerine fayda sağlaması açısından Üçüncü Dünya ülkelerindeki hükümetleri ulaşım ve enerji sistemlerine, fosil yakıtlara ve madencilik/mineral çıkarımına yatırım yapmaya teşvik etti ve onlara borç verdi. Üçüncü Dünya ülkelerinin karbon emisyonları küresel iklim değişikliğini şiddetlendirdi. ANCAK bu katkılar bile emperyalist güçlerin katkılarıyla karşılaştırıldığında sönük kalıyor. Atmosferde biriken karbonun neredeyse yarısından tek başına Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa sorumlu. Bu arada acımasız bir ironi: Dünya nüfusunun en yoksul yarısı -kabaca 3.5 milyar insan- “bireysel tüketime atfedilen toplam küresel emisyonların” yalnızca yüzde 10’unu oluşturuyor. Yine de bu yoksul kitleler “ezici bir çoğunlukla iklim değişikliğine karşı en savunmasız ülkelerde yaşıyor”. (10)

Gezegenin geniş bölümlerini yaşanmaz bir eşiğe bizleri getiren şey kapitalist-emperyalist sistemdir… Ayrıca bu krizin acilen ve gereken ölçekte ele alınmasının da önündeki en büyük engel bu sistemdir. Eşi görülmemiş ve varoluşsal boyutları olan bir krizle karşı karşıyayız. Bu kriz gezegenin ekosistemlerini ve yaşamın bizzat kendisini tehdit ediyor.

Bu krize gerçekten yanıt verebilmek için, bu sistemi devirecek bir devrime ihtiyacımız var… Yeni bir devlet gücü yaratmak, üretim araçlarının mülkiyetini toplumsallaştırmak ve ekonomileri fosil yakıtlardan muaf hızla yeniden yapılandırmayı mümkün kılan planlı -radikal olarak farklı bir ekonomik temelde- sosyalist bir ekonomi oluşturmak gerekiyor. Bu sistem toplumun kaynaklarını kolektif olarak kullanmayı mümkün kılacak, ekonomileri fosil yakıtlardan muaf hızlı bir şekilde yeniden yapılandıracak ve insanları dünya insanlığının çıkarları ve gezegeni korumak için çevresel acil durum üzerinde çalışmak için açığa çıkaracak bir sistem olacaktır. Devrimci sosyalist bir toplumun bu çevresel felaketi nasıl ele alacağı hakkında daha fazla bilgi için bkz: Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet İçin Anayasa (Tasarı Önerisi) ve Yeni Sosyalist Toplum Neyi Farklı Yapabilir? Ve Yapardı! – Basit Bir Örnek

Şu an ABD’de bu devrimin daha mümkün hale geldiği nadir bir zamandır ve bu ihtimal israf edilmemelidir.


Ek: Sıcak Hava Dalgaları Bilimi

Yüksek bir atmosferik basınç sistemi belirli bir alana yerleştiğinde bir sıcak hava dalgası başlar. Yüksek basınçlı sistem bulutları sıkıştırırken havayı da sıkıştırır ve ısıtır. Yukarıdaki bulutlar olmadan, güneş ışığı doğrudan aşağıdaki toprağa çarpar ve havayı soğutmaya yardımcı olacak nemi uzaklaştırır. Basınç arttıkça güneş toprağı daha fazla pişirir ve günler boyunca ısı birikir.

Termometre sıcaklığı, çok yüksek bir seviyede olması durumunda insan vücudunun kendini soğutma yeteneğini engelleyebilecek olan ısı ve nem kombinasyonunu ölçer. 95˚F (35˚C) termometre sıcaklığı, insanların dayanabilecekleri maksimum teorik sınır olarak kabul edilir. Bu noktanın ötesinde terin vücudu soğutması imkansız hale gelir. Bu da insanların aşırı ısınmasına ve haşlanmalarına neden olur. Hücreler şişer, proteinler deforme olur, organlar çalışamaz ve ölümle sonuçlanır. 95˚F’nin üzerindeki termometre sıcaklıklarında, hafif giysiler giyen -bir vantilatörün önünde durmalarına, gölgede olmalarına veya sınırsız içme suyuna sahip olmalarına bakmaksızın- genç sağlıklı insanların bile yaklaşık altı saat içinde öleceği bir durum yaşanır.

2015 yazında Hindistan ve Pakistan’da 86˚F (30˚C) termometrelerdeki iki sıcak hava dalgası yaklaşık 4.000 kişiyi öldürdü. 2021’de Amerika’nın Kuzeybatı Pasifik bölgesindeki sıcak hava dalgası, 77˚F (25˚C) termometrede yaklaşık 200 kişiyi öldürdü. Yakın tarihli bir araştırmaya göre, Jacobabad kenti (Pakistan) “termometre sıcaklıklarının insan hayatta kalma sınırına ulaştığı ve bunu dört ayrı olayda gerçekleştiren dünya üzerindeki iki şehirden biri” olarak saptandı. Bu kez Hindistan ve Pakistan’daki sıcaklıklar 48˚C’ye (118˚F) ulaşsa da, neyse ki nem oldukça düşük kaldı. Ancak buna rağmen, Hindistan’ın bazı bölgelerinde nem halen yeterince yüksekti, ki günün en yüksek nemi en yüksek sıcaklığına denk gelseydi yüzlerce kişi daha ölecekti. Bu sıcak hava dalgasının resmi olarak Hindistan ve Pakistan’da en az 90 ölüme neden olduğu tahmin ediliyor. Fakat bu sayılar Hindistan hükümetinin eksik raporlaması (ve yalan söylemesi) nedeniyle gerçekte 10 kat daha fazladır. Sıcak hava dalgasının yaşattığı insani acılar ve çevresel etkiler ise bu tahminlerin de ötesindedir ve çok daha büyüktür.


Kaynakça:

1. Hindistan’ın başkenti

2. Ruth Pollard, David Fickling (2022, Mayıs 4). India’s Heatwaves Are Testing the Limits of Human SurvivalWashington Post.

3. Ellis-Petersen, Baloch, S. M. (2022, Mayıs 3). ‘We are living in hell’: Pakistan and India suffer extreme spring heatwavesThe Guardian.

4. Therrien, S. (2021, Mart 11). Global warming creates 23 million refugees a year. Insurance Portal.

5. Kataria, S. (2022, Mayıs 16). Poor workers bear the brunt of India’s heatwave. Reuters.

6. Irfan, U. (2022, Mayıs 11). India and Pakistan’s severe heat wave, explained. Vox.

7. Fountain, H. (2022, Mayıs 23). Climate Change Fuels Heat Wave in India and Pakistan, Scientists FindNew York Times.

8. Kumar, H., & Ives, M. (2022, Nisan 28). India’s Extreme Heat Is Expected to WorsenNew York Times.

9. Lotta, R.,  (2020, Nisan 27) 50 Years Since Earth Day 1: Reflections on the Catastrophe That Is Capitalism-Imperialism – revcom.us 

10. Extreme Carbon Inequality: Why the Paris Climate Deal Must Put the Poorest, Lowest Emitting and Most Vulnerable People FirstOxfam Policy & Practice, 2 Aralık 2015




Bu Acımasız Eşitsizlik ve Faşist/Bilim Karşıtı İktidarlar Dünyasında

Editörün Notu: Aşağıdaki makale 3 Mayıs 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.

Kaynak için bkz: In This World of Cruel Inequality and Fascist/Anti-Science Governments: COVID Pandemic Ravages Poor Countries of Global South, Spreading Death, Illness, and Hunger for Millions (revcom.us)


COVID Pandemisi Küresel Güney’in Yoksul Ülkelerini Yıkıyor, Ölüm, Hastalık ve Açlığı Milyonlara Yayıyor!

Yeni bir COVID-19 dalgası, son iki ayda dünya çapında ikiye katlanan toplam yeni enfeksiyonlarla birlikte, ezilen ve yoksul ülkeler arasında yayılmaya devam ediyor.

Pandemi şu anda en çok Hindistan’da yaşanıyor, onu Brezilya ve Güney Amerika’daki komşu ülkeleri izliyor. Aslında, “küresel Güney” in neredeyse tamamı savunmasız durumda. Öncelikle ve en önemlisi, çoğunun COVID aşılarına erişiminin reddedilmiş olmasıdır. Ve New York Times’ın Hindistan hakkında söylediği gibi, “Yüz milyonlarca yoksul insan yan yana yaşıyor, oldukça bulaşıcı bir virüs için kolay hedefler. Hindistan, kişi başına yılda 100 dolardan daha az harcama yaparak halk sağlığını uzun süredir ihmal ediyor.” Bu durum aynı zamanda bu gecekondu dünyasının başka yerlerinde milyarlarca insanın karşılaştığı koşulları da tanımlıyor.

Bunun da ötesinde, virüsün yeni varyantları daha bulaşıcı, daha ölümcül ve aşılara daha dirençli olarak ortaya çıkmaya devam ediyor. Dünya çapında milyarlarca insan aşılanamadığı sürece bu durumlar yaşanmaya devam edecek.

Öyleyse gerçekte ne oluyor ve neden? Burada Hindistan’a odaklanacağız, ancak bunun çoğu Güney Amerika için de geçerli.

Hindistan

Hindistan son zamanlarda günde 400.000’den fazla yeni COVID enfeksiyonu olduğunu bildiriyor, ve gerçek sayı 10 kat daha yüksek olabilir, çünkü insanların büyük çoğunluğunun testlere veya tıbbi bakıma erişimi yok.

Hindistan’daki sağlık sistemi çökmüş durumda, hastanelerde sıraya dizilmiş yatak bekleyen düzinelerce insan var. Daha ayrıcalıklı olanlar bile bir yatak bulamıyor ve çılgınca online olarak “kaynak bulmaya çalışıyorlar”, ağır hasta olanlara sevdikleri oksijen tüpleri bulmaya çalışıyorlar. Gujarat’ta kalabalık bir hastane alev aldı ve en az 18 kişiyi yaşamını yitirdid. Bir Maharashtra hastanesinde oksijen sistemi bozuldu ve en az 22 hasta boğuldu. Doktorlar ve hemşireler uzun saatler kahramanca çalışıyorlar ve fiziksel ve duygusal çöküşün eşiğindeler. Bir doktor şunları söylüyor: “Hiçbir doktor ön saflardan geri adım atmadı. Füzelere karşı sopalarla savaşıyoruz ama kaleyi terk etmiyoruz. “

Resmi ölüm sayıları şu anda günde 4.000’in üzerinde gösteriliyor, ancak bu rakamlar fazlasıyla eksik. Örneğin Nisan ayı ortasında 13 gün boyunca Bhopal şehri 41 ölüm bildirdi. Muhabirler ölü yakma ve mezarlık alanlarını araştırdılar, sonuç olarak gerçek rakamın 1.000’in üzerinde olduğunu buldular!

Hindistan’ın Hindu çoğunluğu için ölü yakma gelenekseldir, ancak insanlar o kadar hızlı ölüyorlar ki, vücutların üzerine yerleştirilen demir ızgaralar ısıdan eriyor. Yakım günün 24 saati yaşanıyor, “bitmeyen bir ölüm hattı.” Hindistan’da şu ana kadar salgından kaynaklanan resmi ölü sayısı 215.000, ancak gerçek rakam muhtemelen bir milyonun üzerindedir.

Peki niçin? Bu makalenin başında tartışılan emperyalistlerin dayattığı koşulların yanı sıra, Hindistan şu anda Hindu-faşist başbakanı Narendra Modi’nin yönetimi altında acı içindedir. Modi’nin faşizm biçimi, Hindu köktenciliğine sarılıyor ve bilimi kötülüyor. Salgının önceki dalgaları geçen sonbaharda azaldığında, partisi (BJP) Hindistan’ın “Başbakan Shri Narendra Modi’nin güçlü, duyarlı, kararlı ve vizyoner liderliği altında Covid’i yendiğini” ilan etti. Vakalar yeniden artmaya başladığında ise, Modi, ciddi önlemler alınması gerektiğini reddetti. Hindistan’ın COVID görev gücü dört aydır toplanmadı. BJP liderlerinden birinin, bir ventilatörde COVID hastasına inek idrarı verdiği görüntülendi (inekler Hinduizm’de kutsal kabul edilir, köktendinciler idrarlarının ve dışkılarının her şeyi iyileştirdiğini iddia ediyorlar).

Enfeksiyonlar arttıkça Modi, milyonlarca kişinin katıldığı bir Hindu dini festivalinin devam etmesine izin verdi ve kendisi de, kalabalık Batı Bengal eyaletindeki seçimlerin bir parçası olarak aktif olarak devasa mitingler düzenledi. Bunların çoğunda Modi ve kalabalığın çoğu maske takmamıştı. Batı Bengal’deki laboratuvarlar şimdi yüzde 50 gibi şaşırtıcı bir enfeksiyon oranı bildiriyor.

Güney Amerika

Güney Amerika, kıtanın en büyük ve en kalabalık ülkesi olan Brezilya’dan yayılan benzer bir krizle karşı karşıya. Brezilya, bir başka faşist lider ve Donald Trump’ın yakın bir müttefiki olan Jair Bolsonaro tarafından yönetiliyor. Trump gibi Bolsonaro da COVID’nin sadece “küçük bir grip” olduğunu ve Brezilyalıların buna doğal olarak bağışık olduğunu iddia etti. Ayrıca hidroksiklorokin’i bir tedavi yöntemi olarak teşvik etti. Şimdi sadece Brezilya ciddi bir şekilde yıkılmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni ve son derece tehlikeli bir varyant -S.1 –  ortaya çıkıp komşu ülkelere yayılmış bulunuyor. Bu durum Peru, Kolombiya, Uruguay, Venezuela, Arjantin ve diğer ülkelerdeki sorunları daha da kötüleştirdi. Ölüm oranları hızla artıyor ve Kolombiya Medellín’deki büyük bir hastanenin başkanı, bu üçüncü hastalık dalgasının son olmadığını söylüyor: “Dördüncü dalga ve beşinci dalgalar da gelecek.”

COVID, Yoksulluk ve Baskıcı Hükümete Karşı Peru

Hastalığın doğrudan etkilerinin yanı sıra, salgın halihazırda sınırda yaşayan on milyonlarca insana ve hatta biraz istikrar sağlamayı başaran kesimlerde dahi muazzam ekonomik sıkıntılara neden oluyor. New York Times, 50 yaşındaki Perulu üç çocuk babası olan ve kasabasında insan kaynakları direktörü olarak çalışan, ancak COVID olduğunda işini kaybeden Rafael Córdova hakkında bir haber yaptı. Times, onunla başkent Lima’nın güney kesimindeki boş araziyi işgal eden ve kamp kuran binlerce çaresiz insan arasında görüştü.

Times, Córdova için şunları söylüyor:

…şimdi çocuklarının derslerini çalışması için tek bir aile telefonuna ödeme yapması gerekiyor. Yemekler çok az. Borçlar artıyor. “Bugün markete gittim ve bir torba balık kılçığı aldım ve çorba yaptım” diyor.

…Haziran ayında Covid’e yakalanan karısı erken doğum yaptı. Bir kızın doğumdan günler sonra öldüğünü ve ikincisinin de yaklaşık bir ay sonra öldüğünü söyledi. Düzgün bir cenaze töreni için parası yoktu. “Siyah plastik bir torba içinde kızımla hastaneden ayrıldım ve bir taksiye bindim ve mezarlığa gittim” dedi. “Ayin yoktu, cenaze yoktu. Çiçek yoktu. Hiçbir şey yapılmadı.”

[Toprakların] işgal edileceğini duyduğunda, kirada üç ayının geride kaldığını ve tahliyeden korktuğunu söylemişti. Böylece tepeye çıkıp bir çadır kurdu. “Bizi buradan çıkarabilmelerinin tek yolu ölmemizdir” dedi.

Bir hafta sonra polis geldi, göz yaşartıcı bombalarla müdahale ederek onu ve binlerce kişiyi kamplarından attılar.




Hindistan: Dünya İnsanlık Testinden Geçiyor, Kitleler Can Çekişiyor!

Kapitalist-emperyalist sistemin yağmasından pay alan az nüfuslu kimi ülkeler başarılı aşı kampanyaları yürütürken Batı emperyalizmi ise bilim insanlarının yıllar önce verdikleri tavsiyeleri yani kitlelerin sağlığı yerine bu sistemin dinamiklerinin olmazsa olmazı olan karı tercih ettikleri için zorlanmaya devam ediyorlar. Şu an dünya bir bütün olarak pandemi ile mücadelede etkisiz olsa ve bütün dünya halkları öyle ya da böyle pandeminin koşullarından negatif etkilense de gözler şu an Hindistan’a çevrilmiş durumda. Çünkü Hindistan günlük 300.000’ini geçen vaka sayıları, günlük 3000’ini geçen ölüm sayıları ve karaborsa olmuş oksijen tüpleri ile büyük bir insanlık krizi yaşıyor.

Washington Post gibi gazeteler her ne kadar retorik bir soru olsa da 1.3 milyarlık nüfusu ile Hindistan’ı izole etmenin mümkün olup olmadığını tartışarak ‘’kendi ülkelerini’’ ve ‘’kendi çıkarlarını’’ tartışırken ve Batı emperyalizmi gerçekten göstermelik ‘’yardımlarını’’ Hindistan’a ulaştırırken, ülkede krematoryumlar dolmaya devam ediyor; durum o kadar korkunç ki insanlar kaybettikleri yakınlarını parklarda yakıyorlar. Hindistan’da yaşanan felaket sadece Hindistan halklarının problemi değil bütün dünyanın problemidir ve bu pandeminin bir kere daha ampirik olarak kanıtladığı üzere kapitalizm-emperyalizm bir dünya sistemidir. Analizlerimiz kadar çözüm önerilerimiz de meseleye holistik bir perspektiften bakmak zorundadır. Öte yandan Hindistan’ın bu derece kahredici bir halde olmasının Hindu-faşist Modi rejiminin özgüllükleriyle de ilişkisi vardır. Şimdi olan bitene bir göz atalım.

Faşizm Bilimi Resmen İnkar Ediyor

Faşist rejimlerin birbirleriyle ortak özelliklerinden bir tanesi iyi bilimi resmen inkar ederek ideolojilerinin temeline inanç sistemlerini alırlarken, ‘’çöp bilim’’ ile kitlelere yalan söylemekten geri kalmamalarıdır. Seçimle Amerika’dan defedilen Trump/Pence faşist rejimi de Erdoğan’ın temsil ettiği rejim de son tahlilde salgın yönetiminde sınıfta kalmakla yetinmemiş kitlelere büyük acılara mal olmuş Hindu-faşist Modi rejimi kadar bilimi inkar etmiş, faşizmi sürdürebilmek ve konsolide olabilmek/olmaya devam edebilmek adına toplumu kendi ideolojisi ekseninde tekrar tekrar negatif bir şekilde kutuplaştırmıştır. Modi, Hindistan’da Mart ayında kamu sağlığı uzmanlarının uyarılarına ve bilimsel verilere kulak tıkayarak yaklaşmakta olan seçimler için devasa mitingler organize etti. Mitinglerinde şuursuzca Müslüman eyalet yöneticilerini hedef alarak ‘’Çok fazla kabristan yapıyorlar ama shamshan yapmıyorlar, her şehirde yapılan her kabristan için birde shamshan yapmalılar’’ gibi sözlerle toplumu kendi zehirli ideolojisi etrafında şuursuzca kutuplaştırmaya devam etti. Yetmedi, Hindular için kutsal olan Kumbh Mela haccı için yeşil ışık yaktı ve milyonlarca Hindu’yu tek bir şehirde topladı. Yetmedi, Modi rejimi sözde bir ‘’kendine yetme’’ politikası adı altında (atmahirbhar Bharat) yurtdışından aşı almayı reddetti ancak ‘’dünyanın eczanesi’’ haline gelen Hindistan kendi nüfusunun sadece günde %0.2’sine aşı yapabilirken yurtdışına aşı üretimi ve satışını hız kesmeden sürdürdü.

Pandeminin resmi olarak ilan edildiği geçen yılın Mart ayında Modi rejimi mevsimlik işçileri ve köylüleri çok zor durumda bırakan ne olduğu belirsiz bir karantina uygulaması başlattı, tabii ki kontrolsüz uygulanan bu kapanma kısa süre içerisinde şehirdeki mevsimlik işçilerin memleketlerine virüsü taşımaları ve ülkede vaka sayılarının hızla artmasıyla sonuçlandı. Bütün bunlar olurken Modi halka ‘’tencere tava ile ses yaparak virüsü kovmaları’’ ve ‘’mum yakmaları’’ çağrısı yaptı. Ancak Hindistan’ın insanlık krizi bununla da sınırlı değil. Bir yandan Hindistan’a yardım ettiklerini açıklayan dünya emperyalizminin devleri kendi ülkelerindeki uluslararası tekellerin aşılarının özel mülkiyetini ve üretim haklarını korurken ya da dokunmazken Hindistan’da üretilecek Covivax aşısına bel bağlayan Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin halkları adeta ölüme terk edilmiş durumda çaresizlik ile olan biteni seyrediyorlar. Tanınmış Hintli yazar Arundhati Roy The Guardian’a yazdığı yazısında Modi rejimini ‘’insanlık suçu işlemekle’’ itham ederken haklıydı, ancak Roy’un söyledikleri sadece buzdağının görünen tarafı, çünkü bütün bir pandeminin en büyük insanlık suçu işleyicisi kendi işleyiş dinamikleri ile yarattığı çelişkilerle kapitalist-emperyalist sistemdir!

‘’Dünyanın Eczanesi’’ Hindistan ve Sistemin Sınırları Aşan Örgütlenmesi

Kapitalist-emperyalist sistem bir dünya sistemidir savının empirik düzeyde olumlanması için bakabileceğimiz farklı örnekler var. Burada uluslararası bir tröstün ‘’meta zincirine’’ bakmamız bazı şeyleri açıklığa kavuşturabilir. Örneğin Bundeswher Üniversitesinden (Münih) Michael Essig’in hesaplamasına göre Volkswagen ayarında bir çokuluslu şirketin ortalama 5000 tane tedarikçisi oluyor; bunlar birinci zincir tedarikçiler olarak geçiyor, bu birincil tedarikçilerin her birinin yaklaşık olarak 250 tane de ikincil tedarikçisi oluyor. Bu da örneğin Volkswagen şirketinin 1.25 milyon tedarikçi firması olduğunu gösteriyor. Ancak bu hesaplama da üçüncü zincir tedarikçileri dışarıda bırakarak yapılıyor. Örneğin pandeminin başladığını kabul ettiğimiz Vuhan şehrinde üretimin kısa süreli aksaması bizlerin küresel 51 şirketin en az bir tane birincil zincir tedarikçisinin burada olduğunu ve 5 milyon şirketin en az bir tane ikincil tedarikçisinin bu şehirde olduğunu gösterdi.

Dünya Ekonomik Forum’unun bir raporuna göre pandemi dünyanın en büyük 1000 çokuluslu şirketinin büyük ölçüde Çin üzerinde merkezileşen ikincil ve üçüncül tedarikçilerinin en az %90’ının virüsten etkilendiğini söyledi. Tabii ki bu tedarik ve meta üretim zincirinin bütün bir dünyaya yayıldığını söylemeye gerek yok. Bu şekilde sistemin anarşik örgütlenmesi üzerinden ortaya çıkan bu ağları Marx ‘’ağ metamorfozları’’ olarak adlandırmıştı. Peki bunun Hindistan ile ne ilgisi var? Aslına bakılacak olursa söz konusu farmakoloji şirketleri olduğunda bu tedarik ve üretim ağlarının en temel ayaklarından birisi ‘’dünyanın eczanesi’’ olarak da bilinen Hindistan.

Nitekim Hindistan dünyanın en büyük üçüncü farmakolojik endüstri üreticisi. Dünya küresel aşı üretiminde, bütün dünyadaki kızamık aşılarının %60-%90 oranını Hindistan tedarik ediyor. Bunun dışında Amerikan ilaç pazarının bir numaralı üreticisi de yine Hindistan. Ancak bütün bu üretim kapasitesine rağmen Hindistan halkları oksijen tüpleri için sıra bekliyor, kendi ülkelerinde üretilen ve COVID-19 tedavisi için kullanılan Remdesivir ilacına erişemiyorlar, her gün 3000’i aşkın insan can çekişerek ölüyor. Bu ne Hindistan hakim sınıflarının ‘’niyetleri’’ ya da ‘’iradeleri’’ meselesi ne de basit bir tercih meselesi. Bu kapitalist-emperyalist sistemin üretim ve dağıtım dinamikleri, bu kapitalizmin anarşik örgütlenmesinin belirli bir özgülde faşist bir rejim ile ortaya çıkarttığı bir insanlık krizi. Ve bu derece aşı üretim potansiyeline rağmen Hindistan’da nüfusun en az %60’ının aşılanabilmesi için öngörülen tarih 2022 yılının Kasım ayı.

Hindistan, Modi rejiminde ve öncesindeki yönetimlerde de dünya çapında bir motto olmuş ‘’kemer sıkma politikalarından’’ (austerity) nasibini almış durumda. Ülkenin sağlık sektörünün 2/3’ü özelleştirilmiş durumdayken yurtdışına yoğun beyin göçü yaşayan ülkede her 1000 kişiye 0.8 doktor düşüyor. Ve toplam solunum cihazı 1 milyarı aşan nüfus için sadece 48.000. Sağlık altyapısı tamamen özelleştirmenin ve kapitalizmin büyü ya da öl şiarına uygun olan bir optimizasyonun kurbanı. Hiçbir şirket gönüllü bir şekilde ekstra yatak ya da ekstra solunum cihazı geliştirmiyor. Hindistan halkları bir yandan dünyanın ilaç ihtiyaçlarını üretirken Hindu-faşist rejimin ve tekellerin halk kitlelerine biçtiği şiar ise ‘’altta kalanın canı çıksın’’ oluyor.

Sorulması gereken soru ise Hindistanlı kitlelerin böylesine yayılan bir virüsle en basit oksijen desteği bile olmadan başlarında faşist bir rejimle daha ne kadar yaşayabilecekleri, kaç insanın daha gereksiz bir şekilde öleceği. Bu sistem daha ne kadar gereksiz acıya sahne olacak? Ne kadar insan daha önlenebilir nedenlerle acı bir şekilde yaşayamadan ölecek? Daha ne kadar insanın kaderi bu sistem tarafından onlar daha doğmadan damgalanmış olacak? ‘’Önce bütün dünya gelir’’ şeklinde düşünmek yerine ‘’önce kendim ülkem gelir’’ anlayışının ödetebileceği bedel olan aşılara bağışık mutasyonlar ve son sürat yayılan bambaşka zoonoz hastalıklara insanlık acaba hazır mı? Ve en temelde sorulması gereken soru ise bu cehennemden bütüncül bir çıkışın nasıl olabileceği? Evet bu cehennemden, kapitalizm-emperyalizm cehenneminden bir çıkış var ve bu ancak GERÇEK bir devrim ile mümkündür. Bugün Hindistan halkının ihtiyacı olan da bütün dünya halklarının ihtiyacı olan da devrimdir. Bu devrim zorunludur, arzulanabilirdir ve mümkündür!




Hindistan: Hindu-Faşist Rejim İlerici Aktivistlere Karşı Adice Bir Tertip Hazırlığında Yakalandı

Editörün Notu: Dünyanın en çok nüfusa sahip ikinci ülkesi olan Hindistan 2014 yılında Narendra Modi’nin başkanlığa seçilmesi ile beraber gün geçtikçe daha da sıkı bir şekilde Hindu-Faşist bir hükümetin pençesine düştü. Modi’nin Bharatiya Janata Partisi (BJP) Hindu çoğunluğun milyonlardan oluşan diğer Hindistanlı azınlıklar üzerinde aleni egemenliğini ve köktendinci Hinduizmin herkes üzerinde baskıcı egemenliğini hedefliyor. Modi bu süreçte kontrolsüz bir siyasi güç arayışına girdi ve bütün direnişi bastırma yolunda ilerliyor. Aşağıda okuyacağınız yazı bu meseleye dair bir okuyucu mektubudur.

Hindistan’da uzun süredir devam etmekte olan Maoist bir hareketin önderlik ettiği silahlı mücadele yürütülüyor, bu mücadeleye şu an da ülkede yasaklı konumda olan Hindistan Komünist Partisi (Maoist) HKP(M) önderlik ediyor. Hindistan devletinin bu harekete ve taraftarlarına yönelik baskıları, özellikle de Modi ve Hindu-Faşist hükümetinin acımasız baskılarına kararlı bir şekilde karşı durulmalıdır. Bununla beraber HKP(M)’nin Maoizm yorumu ve uygulaması ile Bob Avakian’ın yeni komünizmi arasında kritik farklılıklar bulunmaktadır ve bu konuyla ilgili daha fazla bilgi almak isteyen okurlar Demarcations #4 içinde yer alan “Ajith: Geçmişin Tortusunun Bir Portresi” eserine* bakabilirler.

Kaynak için bkz: From a Reader: India’s Hindu-Fascist Regime Caught Red-Handed in Frame-up of Progressive Activists – After Two Years of Brutal Imprisonment (revcom.us)


Narendra Modi ve BJP’nin Hindistan’ı pençesi altına alan faşizminin temel hedeflerinden birisi HKP(M) üyesi olduklarını iddia ettikleri 16 ilericinin yargılanmasıydı. Yargılanmayla ilgili hükümler sürekli olarak değişti; silah toplamadan Modi’nin kendisine suikast planlamakta bunlara dahildi. Bu bahanelerle yargılanan aktivistlerin çoğuna kefalet hakkı dahi tanınmadı ve yıllar boyunca şiddet dolu koşullar içerisinde zindanlara tıkıldılar. Şu an ortaya çıkan bir gelişme ise gösteriyor ki davaların kilit ‘’delili’’ Hindistan yetkilileri tarafından üretilmiş.

Hapsedilen aktivistlerden bir tanesi 83 yaşında Parkinson hastası olan Cizvit rahibi Stan Swamy; bir diğer 80 yaşında ciddi sağlık sorunları bulunan şair Varavara Rao (kendisi daha sonra COVID kaptı ve şu an da hastanede); Sudha Bharadwa ise 56 yaşında bir avukat ve Hindistan’da zulüm gören kabilelerin haklarını savunmak için Amerikan vatandaşlığından feragat etti, kendisi aynı zamanda hipertansiyon ve diyabet hastası. Hapsedilenlerin diğerleri ise profesörler, yazarlar, insan hakları aktivistleri ve faşist rejime boyun eğmeyi reddedenlerden oluşuyor.

Tutuklamalar ‘’Elgar Parishad’’ adı verilen 31 Aralık 2017 yılında gerçekleştirilen ve konuşmaların yanı sıra kültürel performansların olduğu bir konferansa dayandırılıyor. Konferans ilericiler tarafından, Batı Hindistan’ın Maharashtra bölgesindeki Bhima Koregaon isimli köyde yaşanan Dalit halkının önderliğindeki tarihi askeri zaferin 200. Yılı kutlamaları mahiyetinde düzenlenmişti. Organizasyonda çoğunluğu Dalit halkı çekmekteydi nitekim bu tarihi olayı kutlamadaki amaçları da bugün yüz yüze oldukları baskıya karşı gelmekti. Konferansın ertesi günü Hindu milliyetçileri sokak kutlamalarında kendi hareketlerinin safran renkli bayraklarını açarak şiddeti kışkırttılar. Olaylar esnasında 16 yaşında bir çocuk polis tarafından katledildi ve yönetimdeki Hindu-faşist BJP’nin iki yerel lideri kışkırtma gerekçesiyle ceza aldı.

İlericileri Hedef Almak ve Ağı Genişletmek

Ancak daha sonra polis hedefini Elgar Parishad’ı düzenleyenlerin üzerine çevirdi ve beş kişiyi tutukladı. Tabii ki kısa süre içerisinde bu olay solcu entelektüellere karşı bir cadı avına dönüştürüldü. 2019 Aralık ayında neredeyse yirmiyi aşkın sanatçı ve aktivist tutukland. (bu yeni tutuklamaları eski suçlamaları da içeriyordu ama çoğunluğu yeni kişilerdi) İlk başta ‘’provakatif şarkılar, oyunlar, danslar sergilemek ve provakatif kitaplar dağıtmakla’’ suçlandılar ve buna ‘’şiddet ve dengesizlik, kaos yaratmak’’ suçlamaları da eklendi. Bir başka deyişle hükümet Dalit halkının onurunu ve insanlığını savunmanın Hindu milliyetçilerini saldırganca davranmak için ‘’provoke’’ ettiğini söylüyordu!

Daha sonra polis olayların Maoist bir ‘’cephe örgütü’’ tarafından düzenlendiğini iddia etti. Bu gelişme iki emekli hakimin kamuya açık bir şekilde organizasyonu düzenlemede rol aldıklarını ve bunu ‘bölgesel güçlere karşı mücadele mesajını yaymak için’’ (bölgesel güçler Hindistan’daki ‘’nefret gruplarıdır) yaptıklarını açıklamalarından sonra geldi. Dava bunun üzerine ulusal polis (Ulusal Soruşturma Bürosu) tarafından alındı ve 17.000 sayfalık bir iddianame hazırlandı, bu iddianameye göre organizasyona katılan aktivistler silahlı Maoist devrimcilerin şehir koluydular. 2020’nin Ekim ayına gelindiğinde Bhima Koregaon davası önde gelen Maoist liderlere karşı askeri operasyon ve yargılama süreçlerinin başlatılması için kullanıldı.

Bu suçlamalar genel olarak uyduruk ve haksız görüldü ancak polis ellerinde HKP(M)’ye ait 10 mektuptan oluşan bir ‘’delil’’ olduğunu söyledi, sözde mektuplar suçlananlardan Rona Wilson’un laptopunda bulunmuştu. Polisin iddialarına göre ‘’Wilson, Maoist bir militanla yazışmış’’ ve ‘’Modi’nin öldürülmesi için silah ve cephane ihtiyacını tartışmıştı.’’

Polis Delil Yerleştirmek için Bilgisayarları Hackliyor

Daha sonra ortaya çıkan gelişme ise bu mektupların polis tarafından yerleştirildiği oldu. Çeşitli insan hakları aktivistleri Massachusets bazlı Arsenal Danışmanlık isimli yüksek profilli bir adli bilişim firmasını Wilson’un laptopunu incelemesi için tuttu. Arsenal firmasının raporuna göre ‘’Bir saldırgan Wilson’un tutuklanmasından önce laptopa sızmak için bir yazılım kullanmış’’ ve ‘’gizli bir dosya açarak suç teşkil eden 10 mektubu oraya yerleştirmişti’’. Bu kötücül yazılım aynı zamanda Wilson’un şifrelerini ve internet aktivitelerini de kayıt etmişti.

Arsenal raporunda şu ifadede geçiyordu ‘’Bu Arsenal’in şimdiye kadar karşılaşmış olduğu en ciddi delil yerleştirme davalarından birisidir.’’ Arsenal aynı zamanda raporunda Wilson’a saldırmak için kullanılan yazılımın dışarıdan temin edilebilen bir yazılım olduğunu ancak yargılananlardan dokuzunun sadece hükümetlere satılan yazılımlar ile hacklendiğini belirtti.

Washington Post gazetesi Arsenal Danışmanlık’ın raporunu bağımsız üç adli bilişim uzmanına sordu ve üçü de raporun sonuçlarının geçerli olduğunu söylediler.

Bhima Koregaon Sanıkları Serbest Bırakılmalıdır!

Bu tezgahlar planlanarak tutuklamalar yapılmadan önce dahi gerçekleştirilen tutuklamalar Amerika Barolar Birliğinden, BM İnsan Hakları Ofisine, Hindistan Af Örgütüne kadar çeşitli kurumlar tarafından eleştirildi ve kınandı. Ancak Hindistan hükümeti katiyen geri adım atmayı reddediyor, ellerinde ‘’geçerli kanıtlar ve sözlü kanıtlar’’ olduğunu iddia ediyorlar. (Bu sözlü kanıt ilerici avukatların arasındaki bir muhbirin Wilson ve diğer sanıkların ‘’siyasi suçluları savunmaktaki ısrarı’’!)

Bütün bu açığa çıkanlar Modi rejimi kitlesel çiftçi eylemleri, pandemi yönetimiyle ilgili rahatsızlıklar, ekonomik ve diğer problemlerle beraber derinleşen bir krizin ortasındayken gündeme geldi. Bhima Koregaon davaları Modi rejiminin konsolide olan faşizminin mızrak ucudur. Ve bu davada şu an açılan bu boşluklar sanıkların özgürlük kazanması ve Hindistan’daki faşizmle beraber diğer ülkelerdekiler içinde mücadeleye hizmet edebilir. Hindistan’da ve dünyanın dört bir yanında insanlık yeni bir dünya için savaşmaya acil bir şekilde ihtiyaç duyuyor.


Not: Hindu kast sistemi içerisinde her Hindu hayatları boyunca nasıl davranılacakları ve nasıl gözükecekleri ile ilgili spesifik kastlara doğarlar. Yüksek kastlar ayrıcalıklıyken düşük kastlar değildir, ve en alttaki ‘’Dalitler’’ 200 milyonluk nüfusları ile ‘’dokunulmazlar’’ olarak lanse edilirler çünkü hem fiziksel hem de manevi olarak ‘’kirlenmiş’’ kabul edilirler, hayatlarının her alanında ağır ayrımcılığa maruz kaldıkları en kötü ve pis işlerde çalıştırılırlar.

*Ajith – Geçmişin Tortusunun Bir Portresi | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)


Okuma Önerileri:

Okurlarımızı konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak adına Hindistan ve yükselen Hindu-Faşizm ile ilgili aşağıdaki yazıları da okumaya davet ediyoruz :

http://yenikomunizm.com/bir-fasist-lider-tekrar-secilirse-ne-olur-hindistandan-gelen-parlayan-uyari-isiklari/

http://yenikomunizm.com/hindistan-genel-grev-ve-ciftcilerin-kitlesel-mobilizasyonu-milyonlari-bir-araya-getirdi/

http://yenikomunizm.com/hindistan-olumcul-buzul-kaymasi-ve-kuresel-isinmanin-insanligin-varolusu-icin-olusturdugu-tehdidi/




Hindistan: Ölümcül Buzul Kayması ve Küresel Isınmanın İnsanlığın Varoluşu için Oluşturduğu Tehdit

Pazar sabahı, 7 Şubat’ta Kuzey Hindistan’ın Uttarakhand eyaletinde, Himalaya Dağlarında bir buzul aniden çözüldü. Düşen buzulun çoğu iki baraj projesine doğru devasa bir su ve moloz yığını birikmesine neden oldu. NBC haber kanalının belirttiğine göre çoğu barajlarda işçi olarak çalışan 150’yi aşkın kişi ölümüne korkuyor. Reuters haber ajansına konuşan selden kurtulanlardan birisi setler dolusu taş, toz ve vadiyi döven sular gördüğünü söyledi: “Çok hızlı geldi. Kimseyi uyaracak vaktimiz olmadı. Kaç kişinin kayıp olduğuna dair hiçbir fikrimiz yok.”

New York Times’ın raporunun belirttiğine göre: “Bilim insanları kışın ortasında dağdan bir buzulun kopmasının küresel ısınmanın bir sonucu olduğunu söylediler ve yükselen sıcaklıkların Himalaya buzullarını alarm seviyesinde erittiğini eklediler.” Yok olan bu buzullar on milyonlarca kişinin içme suyu kaynağı. Himalayalarda ve dünyanın diğer taraflarında buzulların bu denli erimesi hızlanan çevre krizinin dışavurumlarından sadece bir tanesi; işleri bu noktaya getirense kapitalist-emperyalist sistemin işleyişi. Kapitalist-emperyalist sistem çevresel krizi, insanlık ve gezegenin ekosistemi için dönülemeyecek bir noktaya doğru ilerletiyor.

Bütün bunların ışığında gezegenin ve insanlığın durumuyla ilgili endişelenen herkesin ciddi bir şekilde Bob Avakian’ın Yeni Bir Yıl Açıklaması’yla cebelleşmesi gerekiyor.


Kaynak için bkz: Deadly Disaster in India After Glacier Bursts—A Sign of Existential Danger to Humanity from Global Warming (revcom.us)




Hindistan: Genel Grev ve Çiftçilerin Kitlesel Mobilizasyonu Milyonları Bir Araya Getirdi

Editörün Notu: Okumakta olduğunuz yazı Ülke Çapındaki Devrim Turunun bir üyesi tarafından yazılmıştır. Çiftçilerin ve zirai sektörlerde çalışan emekçilerin başlattıkları grev dünya tarihinde gelmiş geçmiş en büyük genel grev olma özelliği taşımakta ve pek çok çelişkinin yoğunlaşması, küresel kapitalizm-emperyalizm sisteminin çalışması ve imperatiflerinin dünya ölçeğinde çok daha büyük değişimler geçirmesinin parçasıdır. Krizin ağırlığı göz önüne alındığında revcom.us sitesinde bunu konu alan daha fazla yazı yazılacaktır. Bu yazı serinin başlangıcı olma niteliğindedir.


2020 yılının Ekim ayında Hindistan meclisinde, Modi ve Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) başı çektiği faşist rejimin doğrultusunda tarımı derinden etkileyecek üç yeni yasa çıkartıldı. Bu yasalar ülkede devasa protesto dalgalarına start verdi.

Şimdiye kadar devam eden hükümet regülasyonları, sayıları çok fazla olan çiftçilerin zirai ürünleri ne kadara satacaklarını, temel ücretlerini, ve üretimin nasıl depolanacağını sadece küçük bir çiftçi katmanına çok sınırlı bir koruma sağlayarak etkiliyordu. Ancak şimdi yapılacak bu yeni reformla Modi hükümeti bu sınırlı korumaları dahi kaldırmak istiyor.

Bu saldırının etkileri çiftçileri küresel kapitalist zirai sermaye ile şiddetli bir çatışmaya girmeye zorlayacaktır; bu çiftçiler için muazzam finansal kaynaklar, tohumların ve gübrelerin kontrolünü elinde bulunduranlar ve piyasayı domine etme gücüne sahip olanlar ile rekabete girmek anlamına gelmektedir. Hindistan’ın zaten zorlanan çiftçileri daha da fazla bir şekilde şirketlerin merhametine ve küresel piyasanın anarşisine terk edilmek isteniliyor. Sayıları gittikçe artan bir sürü çiftçi toprağını kaybedecek ve çok daha çaresiz koşullarda yaşamakla yüz yüze gelecek.

Bu sözde ‘’reformlar’’ özellikle de tam şu an da yıkıcı etkilere sahip olacaktır. Çünkü insanlar COVID-19 pandemisi nedeniyle şehirleri terk ederek geleneksel kırsal alanlara geri döndüler ve orada hayatta kalmak için toprakla uğraşmak zorundalar.

Protestolar patlak verdi ve şiddetli hükümet baskısıyla karşılandı.

Yeni yasalar arazi spekülasyonu ve yeni yatırımlar yapmak isteyen büyük kapitalistlerin elini güçlendirecek. Önceden devlet destekli pazarlama kurumlarına satılan mahsuller artık direkt olarak şirketlere ve büyük kapitalistlere satılacak. Bu durum da çiftçileri ürünlerini daha ucuza satmaya zorlayacak.

Bugün Hindistan’da tarım alanında olanlar, dünya emperyalist ekonomisinde olan daha büyük değişiklikler ve dönüşümlerin bir ürünü ve ifadesidir. Bu ekonomi dünya üzerinde neredeyse sekiz milyar insanın hayatını domine etmektedir. Küresel emperyalist zirai sermaye yeni biyoteknolojiler kullanarak yeni tohumlar, pestisitler ve gübreleme yöntemleri geliştirmektedir, bunun sebebi ise üretilen malların verimliliğini arttırmak ve böylece ‘’girdiler’’ piyasasının üzerindeki tekelci kontrolünü güçlendirmektir. Dünya çapında çiftçiler gün geçtikçe daha da bağımlı hale geliyorlar. Bununla aynı zamanda ise kapitalist ve emperyalist zirai sermaye daha da fazla bir şekilde küresel piyasaları ürün fiyatlarına karar vererek ve kiralar ile domine ediyor ve dünya çapında bir sözleşmeli çiftçiler ağı kuruyor. Dünya ölçeğinde küçük ölçekli tarım, köylü temelli geçimlik tarım (yerel tüketim için üretilen) siliniyor. Üçüncü Dünya ekonomileri ‘’yeniden yapılandırılıyor’’ ve ‘’reforme ediliyor’’ böylece emperyalizmin ihtiyaçlarını karşılayabilsin. Bu ‘’geleneksel’’ olmayan sebze me meyvelerin ithalat temelli olarak yüksek gelir tüketim grupları için ‘’lüks’’ gıdaların üretilmesi anlamına geliyor. Büyük ölçekli endüstrileşmiş tarım Brezilya sığır çiftliklerinden Güneydoğu Asya’daki karides çiftliklerine kadar yayılıyor. Ve emperyalist sermaye kar güdülü, toprakları işgal eden bir şekilde ezilmiş ülkelerde yatırımlara girişiyor.

Bütün bunlar deprem etkisi yaratan ve küçük ölçekli köylü tarımının bitmesine katkıda bulunmuş değişikliklerdir. Aynı zamanda insanlığın Üçüncü Dünya kırsalından bugünün Üçüncü Dünya mega kentlerine ve mega gecekondularına göçünü de hızlandırıyor. Bu itici güçler Modi rejimi tarafından dayatılan ‘’reformları’’ etkilemekte de iş başında olmaya devam ediyorlar.

Hindistan Çiftçilerinin Direnişi Birleştirici Bir Çığlığa Dönüşüyor

Yeni yasalar pek çokları tarafından sürprizle karşılandı. Ancak bu yasalar faşist bir taktik olan diktat ile yönetmek ile aynı çizgidedir, bu; halk üzerinde gaddarca ve popüler olmayan uygulamaları hayata geçirmek, bunu yasal tartışmaları ve rızayı dahi tersyüz ederek yapmaktır.

Bu yasalar BJP rejimi tarafından onaylanır onaylanmaz (çiftçiler ve çiftçi kuruluşları ile herhangi bir tartışma yapılmadan, herhangi bir girdi kamuoyuna sunulmadan) protestolar başladı, ilk eylemler Punjab eyaletinde baş gösterdi. Eylülden bu yana bu protestolar devasa oranlarda büyüyerek Hindistan’da pek çok eyaleti etkisi altına aldı. 26 Kasım günü Hindistan’da yaklaşık 250 milyon kişiyi mobizile eden bir genel grev başladı, grevin çağrısı çiftçi ve emek karşıtı yasalara son verilmesiydi.

Protestocu çiftçiler, Kasım ayı sonunda traktörleri ve kamyonları ile şehre giden neredeyse tüm ana yolları trafiğe kapattılar.

Kasım ayının son günlerinde çoğu Sikh inancı temelli, Punjab ve Haryana’dan gelen protestocu çiftçiler Yeni Delhi’ye, Hindistan’ın başkentine yürüdüler. Burada acımasız devlet baskısıyla tanıştılar. Şiddete başvurmadan sadece yürüyen protestocular barikatlar, göz yaşartıcı gazlar ve sun tanklarıyla durduruldular. Buna cevap olarak grevciler şehre gelen hemen hemen bütün büyük yolları traktörleri ve kamyonetleri ile kapattılar. Sayıları gittikçe katlanan yolu kapatanların sayısı kimi kaynaklara göre yüzbinleri aşmış durumdaydı. Pek çoğu Modi hükümeti yasayı geri çekene kadar kımıldamamayı planlıyor, haftalarca hatta aylarca yetecek kadar erzakları var. Şu an şehrin bazı kısımlarını işgal eden eylemdeki çiftçilere destek olmak için açık mutfaklar kuruluyor. Özellikle Punjab eyaleti başta olmak üzere önde gelen kimi müzisyen ve sanatçılarda desteklerini sundular, bu durum eylemlerin nüfusun çok geniş bir kesiminden destek gördüğü anlamına geliyor.

Hindistan’da işgücünün yüzde 45’e yakını zirai sektörlerde çalışıyor. Bunların çoğu işçi olmakla beraber hala önemli sayıda çiftçi de bulunuyor. Hindistan’daki çiftçilerin büyük çoğunluğu ellerinde küçük araziler bulunan ve korkunç derecede yoksul koşullarda bulunanlardan oluşuyor. Genelinin on bin metrekareden az toprağı var (Amerika’da bir çiftçinin ortalama 1.7 milyon metrekare toprağı var!) ve devamlı olarak parazit bankalardan ve toprak sahiplerinden ödemeleri mümkün olmayan miktarlarda faizlerle borç almak zorundalar. Bu devamlı borçlanma, kuraklık ve küresel ısınmayla beraber 1990’lardan beri yüzbinlerce çiftçinin intihar etmesine sebebiyet verdi, çoğu bunu vücutlarına pestisit enjekte ederek yaptı… Bir sayıma göre hayatını sürdürebilmek için 10.200 kişi tarıma muhtaç ve kendi topraklarına sahip olanların büyük çoğunluğu 2019 yılında intihar etti. Bu korkunç bir insanlık trajedisidir ve sebebi de kar temelli bu sistemdir… ve bu bütünüyle gereksizdir.

Hindistan hakim sınıflarının buna karşı cevabı insani olmaktan çok uzaktır. Cevaplar kitlelerin meşru ve öfkeli bir şekilde reddettikleri yasalarda yoğunlaşmıştır, o da zaten yoksullukta olanları, kapitalistler emek ve dünya üzerinde sömürülerini arttırırken daha da çok acıya ve sefalete mahkum etmektir.

13 Ocak: Yeni Delhi’deki çiftçiler, Modi’nin çiftlik yasalarının ve Modi heykellerinin kopyalarını yaktılar. Fotoğraf: Twitter @Dipankar

Farklı bir üretim biçimine dayanan bir temel bulunmaktadır, bu kolektif mülkiyete ve kooperatif metotlara dayanan, krizleri geniş halk kitlelerinin çıkarları doğrultusunda çözümleyecek olan bir temeldir. Hindistan’daki halk kitleleri de dünyanın her yerindeki halk kitlelerinin de devrime ihtiyacı vardır, daha azına değil. Kendilerini kitlesel acılara ve intihara sürükleyen bu sistemi süpürüp atmak ve yeni bir toplum ve yeni bir devlet ile beraber halkların çıkarları doğrultusunda hareket edebilmek için bir devrime ihtiyaç vardır. Böylece anarşik bir mücadeleyi değil ama insani ihtiyaçları temel alan ekonomik bir sistemin yolu açılmış olacaktır.

Böyle bir sistem altında, komünizmi hedefleyen sosyalist bir sistem altında, teknolojik gelişmeler ve buna bağlı olarak verimliliği arttıran gelişmeler; toprağın ortak mülkiyeti ve diğer üretim araçlarının ortak mülkiyeti toplumun genel refahı doğrultusunda hareket edecektir. Çaresiz bir şekilde kar için ürünlerini satan, daimi olarak borç ve sefaletin güdümünde yaşamak yerine ziraat emekçileri kolektif bir ethos ile kitlelerin büyük ihtiyaçlarını karşılamanın ilhamı ile yaşayabilir. Ve eğer böyle bir işe gerek kalmayacak olursa, kar motivine zincirli olmayan sosyalist bir devlet en büyük ihtiyaçlar doğrultusunda kaynaklarını yönlendirerek yeni işler ve olanaklar sağlayabilir.

Gerçek bir devrim gıda güvenliğini ve toplumun beslenme ihtiyaçlarını temel bir öncelik yapacaktır. Zirai sistemleri ve gıda üretimini çevresel olarak sürdürülebilir yapacaktır.

Toplumun devrimci dönüşümü olmaksızın temel hiçbir şey değişmeyecektir, ne bu çeperde ne de başka bir çeperde, temel olarak hiçbir şey pozitif bir yöne gitmeyecektir.




Bir Faşist Lider Tekrar Seçilirse Ne Olur? Hindistan’dan Gelen Parlayan Uyarı Işıkları

YeniKomunizm.com Editör Notu: Çevirisini aktardığımız aşağıdaki makale 17 Ağustos 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.

Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/661/india-what-happens-when-a-fascist-leader-is-re-elected-en.html


Revcom.us Editör Notu:

Bu hafta, Narendra Modi başkanlığındaki Hindistan’daki faşist rejime ilişkin gelişmelere yönelik aşağıdaki yazıyı okurlarımızla buluşturuyoruz. Bu tecrübe (ve Türkiye’de Erdoğan gibi diğerleri) faşizmin gerek seçim yolu ile “yetki almasını” ya da faşistlerin zorla bastırıp yok saydığı özgürlükler yoluyla nasıl bir sıçrama yaptığını – ve bunun halk kitleleri için ciddi sonuçlarını göstermektedir. Trump/Pence rejimiyle karşı karşıya olduğumuz durum aynı olmasa da, Hindistan örneği Trump’ın önümüzdeki aylarda ister bir seçim galibiyeti ile, ister erteleme veya iptal etme ile veya başka bir yolla “zafer” ilan edebileceği gerçeğini göstermeye yardımcı oluyor. Bu durum sadece işlerin biraz daha kötüye gitmesi meselesi değildir. Bu bir sıçrama olacaktır. Yani ABD’de faşist bir yönetimin konsolide olmasına doğru kesin bir sıçrama olacaktır. Dolayısıyla, Bob Avakian’ın son açıklamasında da belirttiği gibi, “Şu anda, adaletsizliği ve baskıyı sona erdirmekle ve insanlığın yaşamaya değer bir geleceği -veya herhangi bir geleceği- olup olmayacağı sorusuyla ilgilenen herkes için Trump/Pence faşist rejiminin iktidardan uzaklaştırılması acil bir mesele ve gerçekten de tarihi bir zorunluluktur.” Bildirinin tamamı için: Şu Anki Acil Durum, Trump/Pence Rejimini Acilen Gönderme İhtiyacı, Bu Seçimlerde Oy Vermek ve Devrim İçin Temel İhtiyaç Üzerine


Mayıs 2019’da Narenda Modi tekrar başbakan seçildi. Başında Modi’nin BJP partisinin olduğu bir ittifak %44 oy oranı ile sadece oyların %25’ini kazanan Hindistan Kongre Partisi ve onun ittifakını (Hindistan’ın kuruluşundan beri ülkeyi yöneten partiyi) yendi.

Modi ve temsil ettiği rejimin bu galibiyeti 2014’te ilk defa seçilmesi ile başlayan ve Hindistan’ın Hint-Faşist dönüşümünü hızlandırma sürecini güçlendirdi.

Modi her zaman açık bir Hindu üstünlenmecisiydi, ama 2014 yılındaki kampanya süreci ve  başkanlığının ilk döneminin bir kısmı süresince bu fikirleri, sunduğu “gelişim yanlısı bir lider’’ ve ‘’küresel devlet adamı” imajı ile uyumlu olan “dikkatlice denetlenen kamusal pozisyonlar” gibi maskeler ile gizledi.

Modi “azınlık gruplarına” Hindistan’ın çok uluslu ve laik bir toplum olarak kalacağına dair güvence vererek devam etti. Ve bütün bunlara ek olarak temizlik işlerinin eksikliğinden dolayı hastalığın ve buna bağlı utancın yaygın olduğu ülkeye yüz milyon tuvalet inşa etmek gibi çeşitli popüler reformları yürürlüğe koydu.

Aynı zamanda Modi, mahkemelerin ve pek çok kitlesel medya aracının kontrolünü ele alarak ve Hindu milliyetçilerini (yani Müslümanlara ve diğer azınlık gruplarına karşı açık ve şiddetli olarak ırkçılığın ana destekleyicisi olan BJP üyelerini) üniversitelerde ve devlet kademelerinde lider konumlara atayarak Hint toplumu üzerindeki gücünü pekiştirmeye başladı.

Modi içisleri bakanlığı pozisyonuna BJP başkanı Amit Shah’ı atadı. Shah, Müslümanları sıklıkla BJPnin “Bengal Körfezi’ne atacağı” “Akkarıncalar” olarak adlandırırdı. Aynı zamanda Hindistan’ın en büyük ilçesi olan Uttar Pradesh’in siyasi lideri olarak Hindu rahibi Yogi Adityanath’ı atadı. Adityanath 2007’de yaptığı bir konuşmada “Bir Hint kızı Müslüman birisiyle evlenirse, biz karşılığında 100 Müslüman kızı alırız…Müslümanlar bir Hinduyu  öldürürse, biz 100 Müslüman öldürürüz.” diyerek Müslüman karşıtı ayaklanmalar kışkırttığı için hapise atıldı. Bütün bunlara ek olarak Müslüman bir adamı inek öldürdüğü (Hinduizm’de inekler kutsaldır) gerekçesiyle öldüren bir Hintli çeteyi açık bir şekilde savundu, ve öldürülen adamın ailesinin yargılanması gerektiğini önerdi. (Ayrıca belirtmekte fayda var, bütün bunların üstüne Trump’ın Müslüman göç yasağını övdü!)

Bu da BJP aktivistlerinin, sığır gütmek gibi suçlar işlediklerinde Müslümanlara saldırılarda bulunmasına sebep oldu. Modi’ nin ilk dönemindeki saldırılarda düzinelerce insan öldürüldü ve yüzlercesi yaralandı. BJP liderleri buna karşılık “İnekleri öldürülenleri asacağız” ve “İnekleri, anneleri saymayanların ellerini ve bacaklarını kırıp öldüreceğim” gibi cevaplar verdiler.

BJP ayrıca Hindistanın tarihini tam anlamıyla yeniden yazmak için, Hinduizmin “azametini” övmek ve Müslümanların ona yaptığı sözümona zulmü yansıtabilmek için geniş bir ideolojik kampanya yürüttü. Hintlilerin MS. 1000 küsür yıllarında uçakları ve interneti kullandıklarını, kök hücre araştırmaları yaptıklarını söyleyecek kadar ileri gittiler! Ve meşhur Hintli tarihçi Romila Thapar’ ın betimlediği gibi, realitenin Hindu milliyetçi versiyonu “devletin himayesi altında, iyi finanse ediliyor ve bir sürü farklı şekilde popülerize ediliyor. Tarihsel araştırmaları devirmek için Hindutva tarihini eleştirenler daha şimdiden vatan haini olarak damgalanıyor.”

Yine de tüm bunlar, her ne kadar korkutucu olsa da, 2019’da tekrar seçildiğinde Modi rejiminin yapacaklarının sadece bir başlangıcıydı ve faşizm için “yetki” talep ediyordu. Onbeş ay sonra, Hintli bir yorumcu, sonuçları “anayasanın baştan yazımı ve yeni bir devlet gücüne doğru sistematik ve acımasız bir yönelim” olarak betimledi. New York Times, “Eleştirmenler, Bay Modi’ nin Hindistan’ı laik, demokratik köklerinden ayırmaya ve 1.3 milyar nüfuslu bir ulusu dindar bir devlete; Hintlilerin anayurduna çevirmeye çalıştığı için endişe duyuyor. Hindistan’ın anayasa mahkemesinin eski yargıcı olan B.N. Srikrishna, ‘Teokratik bir devlet istiyorlar,” dedi.

İşte Modi’nin yeniden seçildikten sonraki faşist hücumunun dört örneği:

Jammu ve Kashmir’in istila ve işgal edilişi:  Jammu ve Kashmir, Hindistan’ın tek çoğunluğu Müslüman olan eyaletidir. Hindistan’ın anayasasında (370. madde), savunma ve güvenlik durumları dışında tam özerklik sözü verilmiştir.

5 Ağustos 2019’da hiçbir uyarıda bulunmadan, Modi 370. Maddeyi çiğnedi ve eyaleti işgal etti. Sonrasında meydana gelenler revcom.us sitesinde kaleme alındı:

5 Ağustos’ta Kashmir kendini bir kafeste buldu. Eyalet çapında sokağa çıkma yasağı ile her ev bir kodese dönüştürüldü. Tek hamlede beş yüzü aşkın Kashmir’li siyasetçi hapse tıkıldı ve binlerce insan tutuklandı. Her protesto demirden yumrukla ezildi, insanlar acımasızca darp edildi, sakat bırakıldı, hapse tıkıldı ve öldürüldü. Akşam baskınlarında Hint kuvvetleri tarafından 10-13 yaş arası erkek çocuklar kaçırıldı, ailelerinden alıkonuldu ve hiçbir suçlama olmadan hapiste tutuldular. Kashmir hapishaneleri tamamıyla dolduğu için çocuklar başka eyaletlerdeki hapishanelere götürüldü. Hedef belliydi- Kashmir’deki Müslümanları aradan çıkarmak, etnik bir temizlik yapmak ve bölgenin demografisini sonsuza kadar değiştirmek.

Hindistan, bunun yanı sıra Kashmir’de beş ay boyunca interneti kesti ve yabancı gazetecilerin bölgeye girişini engelledi. Olaylar üzerinden geçen bir senede baskı halen devam ediyor.

Yeni “Vatandaşlık Yasası” Müslüman Nüfusu Hak Kaybı, Sınırdışı Edilme ya da Toplama Kamplarına Gönderilmekle Tehdit Ediyor: 2019’un Ağustos ayında devlet, Assam bölgesindeki herkese, kendilerinin ya da atalarının 1971’den önce Hindistan’da doğduklarına dair kanıt belgesi hazırlamayı zorunlu tutacakları bir süreci başlattı. Kanıt sunulamadığı takdirde vatandaşlık iptal edilecekti. Bu yasa altında Hindistan’da 58 sene önce doğmuş bir göçmen vatandaşlığını kaybediyordu. İki milyon Assam’lı “bu testi geçemedi.”

Bu süreç açık bir şekilde, Hindistan’ın Müslüman ağırlıklı komşusu Bangladeş’ten, 1971’de Kurtuluş Savaşı’nda Pakistan’dan kaçan Hindistan’a yerleşen kaydı olmayan göçmenleri bulmayı amaçlıyordu. Bu yeni vatandaşlık testi Müslümanlar’ı büyük bir korku içerisinde bıraktı ve vatandaşlıkları “yargılamak” için oluşturulan “yabancı mahkemeleriyle” ve yeni yaratılan karar sonucu artık “vatandaş olmayanlar” için düzenlenen toplama kamplarıyla da bu korku gittikçe büyüdü – en az 10 kamp planlanmış durumda. (Hindistan’ın, insanları Bangladeş’e gönderebilmek için herhangi bir anlaşması ya da hakkı yok, bu sebepten ötürü Bangladeşli insanlar sınırsız bir süre boyunca gözaltında tutuluyor.) 14 yaşında bir kız çocuğu da dahil olmak üzere düzinelerce insan inithar etti.

19 Kasım 2019’da BJP İçişleri Bakanı, parlamentoda, bu Müslüman “yasadışıları” avının artık ülke çapında yapılacağını açıkladı. Daha sonra, tüm bu olayların Anti-Müslüman yönelimini tam anlamıyla yansıtabilmek için, 11 Aralık 2019’da Müslüman olmayanlara; Hindu, Hıristiyan ve Budist göçmenlere tekrar vatandaş olabilmeleri için imkanlar sağladı. Bir insan hakları aktivisti, BJP’nin tüm bu yaptıklarının perde arkasında asıl neyin döndüğüne dikkat çekti: “Müslümanlar baş düşmanlar yapıldı. Bu durum Hindistan Anayasasına bir saldırıdır.”

Polis Vahşeti ve Protestoları Durdurmak Adına Yapılan Katliamlar: Yeni vatandaşlık yasaları karşısında, ilk başta Assam’daki Hindu öğrencilerle birlikte protestolar baş gösterdi ve hızlıca ülkenin her yerinde, her inançtan insanların katılımıyla büyüdü. Hükümet, Kashmir’de yaşattığına denk bir vahşetle Hıristiyan bir protestocuyu vurarak öldürdü, kütüphanedeki öğrencilere gazla saldırdı, Yeni Delhi’de protesto eden Müslümanların etraflarını sarıp darp etti. Bisikletini süren dokuz yaşındaki bir çocuk, polisten kaçmaya çalışan izdihamın altında kaldı. İnternet yasaklandı ve sokağa çıkma yasakları getirildi. 30 Ocak’ta başkent Delhi’de bir silahlı saldırgan, protestoculara ateş açtı ve akabinde bir öğrenci yaralandı-polis olaylara müdahele etmedi ve yalnızca izledi.

New York Times’a göre, geleneksel iktidar sınıfı muhalif partileri “parçalanmış” ve kenara atılmış olsa da, protestocuların tahammülü “[Modi’nin] ideolojik ajandasına bir tehdit” oluşturuyor. The Times, Varanasili bir profesörü alıntılıyor: “Şehrin her yerinde bunu duyuyorum: İnsanlar bu rejimden bıkmış durumda.” Protestolar, ağır baskıya rağmen en az Şubat’ın sonuna kadar yayılmaya devam etti. Times, ilk kazandığı seçimden bu yana Modi’nin ilk defa müdafada olduğunun altını çizdi.

Sonra 23 Şubat 2020’de yerli bir BHP siyasetçesi olan Kapil Mishra, Delhi’de yolu tıkamakta olan çoğu kadın göstericiye bir karşı-protesto çağrısında bulundu. Times’a göre “polise ültimatom verdiği ateşli bir konuşma yaptı: ‘’Ya bu ana yolu tıkayan göstericileri kaldıracaklardı, ya da o ve müritleri bunu kendi başlarına yapacaktı. Birkaç saat içinde Hindistan’da yıllarca eşi benzeri görülmemiş bir şiddete şahit olundu. Hindu ve Müslüman çeteler birbirlerine kılıç ve sopalarla saldırdı, dükkanlar yakıldı, tuğlalar havada uçuştu ve köşeye sıkışan insanlara darbeler yağdırıldı.”

Bu müdahale bittiğinde en az 46 kişi ölmüş ve başkentteki Müslümanlar arasında büyük bir korku hakim olmuştu. Çok geçmeden Modi, koronavirüs pandemisine felaket bir tepki olarak Hindistan’ın tümünü karantinaya aldı. En azından kısa süreliğine farklı dinlerden kitlelerin birleşip Hindu-faşizmine başkaldırması tehdidi ortadan kalkmıştı.

Hindu Milliyetçileri Tarafından Yok Edilmiş bir Caminin Kalıntıları Üzerine Hint Tapınağı İnşası: 2019’un Kasım ayında, Hindistan’ın yargı sisteminin Hindu-faşist rejime boyun eğmesinin bir işareti olarak anayasa mahkemesi Hindular’ın yok edilmiş Ayodhya Camisi yerine bir tapınak inşa edebilecekleri kararına ulaştı. Müslümanlar o camiyi oraya 16. yüzyılda kurmuştu. Hint milliyetçileri, caminin Hindu tanrısı Rama’nın doğum yerinde olduğunu iddia ederek bunu 1992’de yıkmıştı ve akabinde 2000 kişinin öleceği dini şiddet olaylarını tetiklemişti. O zamandan beri faşistler oraya bir Hindu tapınağı dikmek istiyordu.

Modi, 5 Ağustos 2020’de yani Kashmir istilasının birinci yıldönümünde, “kutsal su” ikram ederek yeni tapınağın seromonisel dönüm noktasını belirledi ve ekledi: “Yüzyılların bekleyişi artık sona eriyor!”

Times’a göre bu “[Modi’nin] Hindistan’ın laik kurumlarını daha aleni biçimde Hint kimliğine doğru çekme çabalarının tartışmasız dönüm noktasıydı ve Hint çoğunluğunu resmen tercih eden bir Hindistan için karar verici nitelikte bir adımdı.” Başka bir uzmandan da alıntılıyorlar: “Bu Bay Modi’nin ‘Hindistan üzerinde hepten egemenliğini’ temsil etmektedir.”

O Halde “Faşist Bir Lider Bir Kez Daha Seçildiğinde Ne Olur?”

Liberal bir siyasetçi olan Shashi Tharoor şöyle söylüyor: “Modi muhalefetin ve eleştirinin ulusal çıkara düşman olduğunu söyleyerek meşruiyetini kaybetti ve her liberal düşünceyi ve karşı fikri ulusal gururu ve birlikteliği baltalama olarak tanımladı.” Tharoor, siyaset bilimci Suhas Palshikar’dan alıntılıyor: “Modi, açıkça devlet mekanizmasının dahil olduğu törenlerde yeni cumhuriyetin temeli olarak Hindu dininin resmileştirilmesini vurgularken Müslümanları hem mekânsal hem de siyaseten var olmaları normundan uzaklaştırdı.”

Basitçe söylemek gerekirse, faşistlerin iktidarda kalmasına izin verildiği zaman kuvvetlerini faşizmi uygulamak adına kullanıyorlar, Hindistan örneğinde bu durum Hindu-faşist teokratik bir devlettir.

Bütün bunlar kulağa tanıdık geliyor mu?