Faşizm, Baskıcı Egemen Bir Sınıfın Çıkarına Olabilir Ama Asla Ezilenlerin Çıkarına Olamaz

Faşizm, Baskıcı Egemen Bir Sınıfın Çıkarına Olabilir Ama Asla Ezilenlerin Çıkarına Olamaz

Geçtiğimiz günlerde Erin Burnett, CNN’deki “Out Front” adlı programında, 2019’dan beri El Salvador’da hükümet başkanı olan Nayib Bukele’nin demir yumruklu, aslında faşist yönetimini olumlu bir şekilde takdir eden iki bölümlük bir haber yayınladı.

Bukele ile El Salvador, “dünyanın cinayet başkenti” olmaktan çıkıp, dünyadaki en yüksek kitlesel tutuklama oranına sahip ülke haline geldi; hatta kitlesel tutuklama konusunda ABD’yi bile geride bıraktı. Bukele, ülkenin anayasasını ihlal ederek görevde kalmaya devam etti ve olağanüstü baskıcı yetkiler kullandı. Eğer bunu yapan Nayib Bukele değil de Vladimir Putin olsaydı Burnett gibi kişiler bunu şiddetle kınardı. Ancak Bukele kınanmak yerine çılgınca övülüyor ve özünde faşist olan yönetimi yalnızca El Salvador’da değil, aynı zamanda bu ülkenin yönetici sınıfı da dahil olmak üzere birçok kişi tarafından bir “model” olarak tanıtılıyor.

Megan K. Stack’in bu yılın (2024) 1 Eylül Pazar günü New York Times‘ta çıkan bir makalesi (“El Salvador’da, Korkuyla Birlikte Barış’ta”) Bukele’nin popülaritesinden bahsediyor, ancak Stack’in bu makalesi Bukele’nin “çete karşıtı” savaşında kullandığı bazı yöntemleri eleştiriyor.

Stack, Bukele’nin “suça karşı kampanyasının” temel hakları savunma veya hukukun gerektirdiği usullere uyma iddiasında bile bulunmadığını belirtiyor. Bukele’nin “81.000’e yakın tutukluyu incommunicado (kimseyle görüştürülmeyen tutuklu) olarak topladığını” ve “gözaltına alınanlar arasında 12 yaşında binlerce çocuk olduğunu ve bazılarının işkence gördüğünü” belirtiyor. Haber, El Salvador’daki bir insan hakları örgütünün direktörüne atıfta bulunuyor; bu örgütün araştırmalarına göre, bu şekilde gözaltına alınan insanların yaklaşık üçte biri aslında masum!

Fakat yine de Stack’in makalesi Bukele’nin, en azından şimdilik, ne kadar yaygın ve çılgınca popüler olduğunu ayrıntılı olarak anlatıyor; çünkü çetelerin bastırılması insanların sokağa çıkmalarına ve genel olarak çetelerin yarattığı terörün korkusu olmadan hayatlarını sürdürmelerine olanak sağladı. (Aynı zamanda Stack, Bukele’nin çete liderleriyle anlaşmalar yaptığına, ancak temel üyelere acımasızca baskı yaptığına dair haberlere de atıfta bulunuyor.)

Burada öğrenilecek çok önemli, çok negatif bir tarih var. 1. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde (1918 sonrası) İtalyan faşist Benito Mussolini, o ülkedeki insanların önemli kesimleri arasında popülerdi çünkü onun demir yumruk yönetimi, o Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan kaostan bir miktar “düzen” çıkardı. Benzer şekilde, Adolf Hitler önderliğindeki Alman Nazi faşistlerinin yönetimi, o ülkedeki halkın önemli kesimleri arasında bir süre popülerdi. Çünkü bu Nazilerin yönetimi altında, Alman ekonomisi, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisini izleyen yıkıcı krizden kurtulmuştu; Hitler ve Naziler, Almanya’yı 2. Dünya Savaşı’nın (1939) başlarında büyük zaferler elde eden, korkulan bir askeri güç haline getirmişlerdi. Fakat Mussolini’nin iktidarı -ve daha da büyük ve korkunç bir ölçekte Hitler’in iktidarı- korkunç bir vahşeti içeriyordu (ve en sonunda o ülkelerdeki insanlar için felakete yol açtı).

Bugün El Salvador’daki, özünde faşist Nayib Bukele iktidarı altındaki duruma geri dönersek ve daha büyük ve daha temel resme bakarsak: Nesiller boyunca El Salvador’a egemen olan ve onu harap eden kapitalist-emperyalist sisteme ve hepsinden önemlisi ABD’ye karşı ne büyük bir itham! El Salvador’da çetelerin büyümesine ve yaygın teröre yol açan koşulları yaratan, oradaki halk kitleleri arasında süregelen yoksulluk ortamında, bu sistem ve ABD egemenliğidir. El Salvador’un eziyet çeken halkına, amansız çete terörü ile Bukele’nin aşırı baskıcı faşist yönetimi arasında korkunç bir “seçim” dayatmış olan bu sistem ve her şeyden önce ABD’nin uyguladığı egemenlik ve yıkımdır.

Bu ülkede, güzelim ABD’de (!), El Salvador halkına dayatılan korkunç koşullar ve korkunç “seçimler” konusundaki sorumluluğun yanı sıra, Donald Trump ve Cumhuriyetçi Parti tarafından temsil edilen yönetici sınıfın bir kesimi, Bukele’ye açıkça hayranlık duyuyor ve onun faşist baskısını kutluyor. Stack’in bildirdiğine göre, Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Matt Gaetz, Bukele’nin hakları çiğneyen faşist baskısından ders çıkarmak için El Salvador’a gitti ve Gaetz, bunun ABD’deki Chicago gibi şehirlerle başa çıkmak için bir model olması gerektiğini savundu.

Benzer şekilde, Donald Trump yakın zamanda yaptığı bir seçim konuşmasında polisin daha da acımasız olması gerektiği konusundaki ısrarını sürdürdü; özellikle, polisin bu ülkedeki suçlara çözüm olarak “serbestçe bir saat” geçirmek üzere serbest bırakılması gerektiğini söyledi (ve tabii ki, o “bir saat” gerçekte sadece bir saat olmayacak, aynı zamanda devam eden bir terör dönemi olacaktır).

ABD’de ve El Salvador’da, hatta her yerde, seçim, rastgele çete şiddeti ve suçuna ya da bu baskıcı sistemin kurallarını şiddetle uygulayan polis ve diğer kurumların “düzenli terörüne” indirgenmemelidir. Çok sayıda korkunç deneyimin gösterdiği gibi, bu ülkedeki yönetici sınıfın suç ve suçluları hedef almak adına yürüttüğü “savaşlar”, ezilen halk kitlelerine, özellikle de gençlere karşı bir terör rejimi anlamına gelecektir. Ve sonuçta, özellikle ezilen halk kitleleri arasında, bu sistemin işleyişi ve yaptırımı nedeniyle seçimleri ciddi şekilde kısıtlanan kesim, gençliktir ve bu gençlerin büyük çoğunluğunun suça sürüklenmesinden temel olarak sorumludur.

94 numaralı mesajımda vurguladığım gibi, Siyahi halk için -ve bu genel olarak halk kitleleri için de geçerlidir- Chicago gibi şehirlerde ve ezilen insanların yoğunlaştığı diğer büyük şehirlerde, onların temel çıkarları ve tüm bu çılgınlıktan çıkış yolu faşizmde değildir ya da uzun süredir siyahi insanları ve diğerlerini en tarifsiz biçimlerde ezen ve terörize eden bu sistemin herhangi bir biçiminde değildir.

Cevap, bu sistemin ezilen kitleler, umutsuzluğa ve çaresiz eylemlere sürüklenen kitleler için kurduğu korkunç tuzağı aşmak ve ondan kurtulmaktır. 93 numaralı mesajımda açıkça belirttiğim gibi, cevap devrimci kurtarıcılar olmaktır—İnsanlığın Kurtulması için Devrimci Birliklere (Revcom Corps) katılmak, tüm bu çılgınlığa kurtarıcı devrimci bir çözüm getirmek için çalışmaktır.

Bu, içinde yaşadığımız şu zamanda, ülke içindeki ve özellikle de iktidardakiler arasındaki bölünmelerin, uzun zamandır becerebildikleri şekilde, bir hâkim sınıf olarak halkı birleşik bir şekilde yönetemedikleri anlamına geldiği bir zamanda, çok daha derin bir şekilde doğru ve acil bir öneme sahiptir ve bu yoğun durumdan gerçek bir devrim çıkarma, tüm bu sistemi devirip ortadan kaldırma ve yerine çok daha iyi bir şey getirme olasılığı gerçektir ve etkin bir şekilde ele alınmalıdır.

Bu “çok daha iyi bir şey”, benim yazdığım Kuzey Amerika’daki Yeni Sosyalist Cumhuriyet Anayasası‘nda tam olarak ifade edilmiştir. Bu anayasa, insanların güvenliğini ve emniyetini sağlayacak, aynı zamanda “güvenlik ve emniyet” adına bu haklardan mahrum bırakmak yerine, temel haklarını koruyacak ve güvence altına alacak bir sistem için temeli; temel ilkeleri ve pratik yönergeleri sağlar.

İhtiyacımız Var ve Talep Ediyoruz: Yepyeni Bir Yaşam Biçimi, Temel Olarak Farklı Bir Sistem, bu yeni anayasaya dayanan bu radikal yeni sistemin ekonomide, siyasi sistemde ve kitlelerin yaşamının diğer temel boyutlarında getireceği temel değişikliklerden bahsediyor. Bunlar arasında şunlar da var:

Halkın Özgürlüğü ve Haklarının Tamamen Yeni Bir Boyutu

Kuzey Amerika’daki Yeni Sosyalist Cumhuriyet için bu anayasada belirtildiği gibi, bu yeni toplumdaki insanlara yalnızca düşüncelerini siyasi olarak tam olarak ifade etmeleri, sanatsal ve diğer yollarla kendilerini özgürce ifade etmeleri, muhalefet etmeleri ve protesto etmeleri için izin verilmekle kalmayacak bunlara anayasal ve kurumsal koruma sağlanacaktır. Bunu başarabilmeleri için onlara gerekli araçlar sağlanacaktır çünkü bu, insanların “nefes alabilecekleri” ve rahat hissedebilecekleri, ayrıca toplumun ve dünyanın bir bütün olarak özgürleştirici dönüşümüne neyin katkıda bulunup neyin katkıda bulunmayacağı konusunda başkalarıyla birlikte mücadele etmeye ilham verecekleri bir atmosfer yaratmanın önemli bir parçasıdır.

(“İhtiyacımız Var/Talep Ediyoruz” ve Kuzey Amerika’daki Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa revcom.us adresinde mevcuttur.)

İşte bu özgürleştirici sistem, faşizmin terör rejimine ve kapitalizm-emperyalizmin insanlara dayattığı her türlü egemenlik biçiminin tüm dehşetlerine karşı mücadele etmek hayatınızı adamaya değer bir mücadeledir.


Yazının orjinali için tıklayınız.




Ben Kim Oluyorum Da İnsanlara Duymak İstemedikleri Hakikati Söylüyorum?

Editörün notu: Devrimci komünist önder Bob Avakian’ın aşağıdaki yazısı sosyal medyada paylaştığı bir dizi mesajın 90.’sıdır. Avakian son mesajlarında göçmen karşıtlığı yapan Siyahi halka doğrudan seslenmekte ve ABD’li devrimci komünistler temel kitleler arasındaki faaliyetlerinde bu meseleye derinden eğilmektedirler. İlk bakışta ABD özgülü gibi gözükebilecek bu mesele, temel yöntem ve yaklaşımın dışında Göçmenlerin Mültecilerin ve Sığınmacıların Şeytanileştirilmesi ve Gerçek Kurtuluş Üzerine temel çalışmamızda da bahsettiğimiz önemli bir fenomene değinmektedir. Bugün Türkiye’de de yıllardır gadre uğratılmış ezilen uluslar göçmen ve mülteci karşıtı bir pozisyon alabilmekte sistem içerisinde kendilerine daha iyi bir yer isteyebilmektedirler. Dolayısıyla Türkiye devrimci komünistlerinin asli görevlerinden birisi de bu şoven düşüncelerle mücadele yürütmek, halk kitlelerinin maruz kaldığı farklı baskı biçimlerinin esas sebebi olarak bu sistemi teşhir etmek ve ona karşı mücadeleyi örgütlemektir. Yazının orijinaline https://revcom.us/en/bob_avakian/bob-avakian-revolution-90-who-am-i-tell-people-truth-they-dont-want-hear linkinden ulaşabilirsiniz.


Bir numaralı mesajımda doğrudan söylediğim gibi:

Kim olduğumu açıklayayım: Ben, yüreği ve ruhuyla insanların gerçekten özgür olabileceği bir devrim konusunda ölümüne ciddi ve bu devrimin gerekliliği ve mümkünlüğüne dair bilimsel bir anlayışa sahip biriyim. Her ne kadar bu ciddi bir mesele olsa da, ne benim ne de bizim, bu acınası ve hiçbir yere varmayan “kimin neyi söyleme hakkı var” saçmalıklarına harcayacak zamanımız yok. Herkesin hakikati öğrenme, söyleme hakkı ve sorumluluğu vardır, özellikle de tüm insanlığı ilgilendiren ölüm-kalım meseleleri söz konusu olduğunda. Herkesin bu hakikate göre hareket etme hakkı ve sorumluluğu vardır.

Özellikle 73 numaralı mesajımda bahsettiğim hakikat (bazı insanların duymak istemediği bir hakikat) tartışma ve kargaşa fırtınası yarattı ve tamamen alakasız, saçma ve çirkin saldırılara neden oldu. Bu 73 numaralı mesaj, bilerek kışkırtıcı ve son derece önemli olan şu başlıkla başlıyor: “Göçmenlerden Nefret Eden Siyahiler: Daha İyi Olması Gereken İnsanlardan Saçmalık ve Daha Da Kötüsü” Bu başlığı şu ifade takip ediyor: “Bugünlerde en çıldırtıcı ve üzücü şeylerden biri, bu sistem altında çok acı çekmiş olan Siyahilerin göçmenlerden nefret ettiğini duymak.”

Bu mesaj, Siyahilerin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan kitlesel göçlerinde yaşadıkları deneyimleri ve ırkçı beyazlar tarafından nasıl acımasızca saldırıya uğradıklarını hatırlatarak devam ediyor. Ve sonrasında meselenin özüne iniyorum: “Bugün göçmenlere karşı nefret duygularına kapılmış Siyahilere bir sorum var: Gerçekten de kuduz ırkçı beyazlar gibi mi olmak istiyorsunuz?”

Çok sayıda Siyahinin göçmenlere karşı ırkçı tutumları daha da üzücüdür, çünkü Siyahilerin, adaletsizliğe karşı savaşan birçok farklı ırk ve milletten insana ilham vermede ve onları birleştirmede çok önemli bir rol oynadığı koca bir tarihi vardır. Bu özellikle 1960’larda geçerliydi. Kişisel bir not olarak, YouTube’daki RNL-Revolution, Nothing Less! Show’da benimle yapılan röportajda da bahsettiğim gibi, Siyahilerin bu pozitif rolü –ve özellikle devrimci günlerindeki Kara Panter Partisi– beni devrimci ve komünist olmaya motive eden önemli bir faktördü. (Kara Panter Partisi’nin gelişimim üzerindeki pozitif rolü, ayrıca şu adreste de ele alınmıştır: https://revcom.us/en/a/665/bob-avakian-for-the-liberation-of-black-people-en.html, hem video hem de makale olarak.)

Kara Panter Partisi’nin bizzat deneyimlediğim en olumlu yönlerinden biri, liderlerinin ve üyelerinin, dünyayı gerçekten özgürleştirici bir şekilde değiştirmekle ilgili büyük sorular üzerinde mücadele etmeye açık ve istekli olmalarıydı. Bu, bazı insanların “bu büyük sorular hakkında konuşmaya hakkı olmadığını” iddia etmelerinin aksine, çok önemli bir tutumdu.

Şimdi, göçmenlere karşı ırkçılık yapan Siyahilere karşı mücadele ettiğim için bazı insanların beni ırkçılıkla suçlamasındaki ironiye dikkat çekmeden edemeyeceğim! Evet, bazı Siyahilerin –kuşkusuz hepsi değil, fakat önemli bir kısmı– derhal kurtulmaları gereken bu göçmenlerden nefret etme saçmalığına kapılmış olmaları büyük bir utanç. Hatta bazıları saldırgan bir ırkçı ve her yönüyle faşist olan Donald Trump’ı desteklemeye bile yöneldi. Ve bu insanlar beni ırkçılıkla suçluyor, beyaz olduğum için bu konuda konuşma hakkım olmadığını iddia ediyorlar! (Geçenlerde bir sohbette birinin gözlemlediği gibi, bu saçma bir düşünceye tekabül ediyor: “BA, sen kimsin ki Siyahilere faşist olamayacaklarını söylüyorsun?!”)

Bu bir saçmalıktan da kötü.

Bu yüzden, bu saçmalığı savunan insanlara kötü bir haberim var: Bazı insanları rahatsız edecek gerçekler de dahil olmak üzere bu gerçekleri konuşmaya devam edeceğim. Çünkü bu, yaptığım şeyin bir parçası: Her gün, sahip olduğum her şeyimle, derinden ve acilen ihtiyaç duyulan devrime liderlik etmek için çalışmak. Bu, bu sistem altında çok uzun süredir gerçekten acı çeken insanların ve kapitalizm-emperyalizm sistemi altında her yerde acı çeken tüm insanların kurtuluşunu sağlama mücadelesidir.




Bangladeş’teki Yeni Komünizm Taraftarlarından: Kahrolsun hakim sınıfların dalavereleri! Devrim için bir hareket inşa edin!

 

Revcom.us editörlerinin notu: Bu makale, Bangladeş’teki yeni komünizm destekçileri tarafından elimize ulaştı. Daha önce bu yoldaşların “Kahrolsun Şeyh Hasina’nın gerici kanlı rejimi! Gerçek bir devrim yoluyla temelden yeni ve özgürleştirici bir toplum için!” makalesini paylaştık. Yeni bildiri, gerici Hasina rejiminin halk kitlelerinin güçlü mücadelesi karşısında ordu şefi ve egemen sınıfın bir kesimi tarafından devrilmesinin ardından yayınlandı. İnsanların yeni komünizmi böyle bir duruma getirmesi çok olumludur ve bu yoldaşlardan daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.


Protestocular Başbakan Şeyh Hasina’nın istifasını kutluyor, Dakka, Bangladeş, 5 Ağustos 2024.    Fotoğraf: AP

 

Şeyh Hasina’nın kana bulanmış rejimine karşı halkın kahramanca mücadelesi ve fedakarlığı karşısında, ordu komutanı ve gerici hakim sınıfların güçlü bir kesimi Şeyh Hasina’yı görevden aldı ve bu kitlesel ayaklanmayı durdurmak için iktidarı yeniden düzenlemeye karar verdi. Attıkları bu adım halk ayaklanmasının hiçbir şekilde kendi temel çıkarlarına darbe vurmamasını sağlamak için atıldı.

 

Ordu, emperyalizmin ve yerli yandaş büyük burjuvazinin çıkarlarını korumak için, iktidarı Muhamed Yunus liderliğindeki ABD yanlısı, kan emici, yoksullukla mücadele edecek geçici bir hükümete, ardından da emperyalizmin kıç yalayıcıları olan Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) ve İslami köktendinci Cemaat-i İslami’nin gerici kasaplarına seçim bayrağı altında devretmek istiyor. Egemen sınıfın bu sahtekarlık planına, iktidardan pay almak isteyen diğer bazı sivil zorbalar ve emperyalist aracılar da katılıyor. Öğrenci liderliğini överek ve “demokrasi ve özgürlük” sloganları yayarak halkı siyasi olarak pasif hale getirmeye çalışıyorlar. Kısacası, ülkenin güçlü gerici yönetici sınıfı yeniden yapılandırılmış bir rejimi konsolide etmek için harıl harıl çalışıyor.

 

Hakim sınıf, burjuva seçim mekanizmalarını kullanarak halkı, iktidarı kendilerinin kullandığına dair yanlış bir inanca sürükler. Bunu yaparak halkın zihninde devlet sisteminde belirleyici gücün kendileri olduğuna dair bir fikir yaratılır. Ancak gerçekte bu tür şeylere yönetici sınıf tarafından karar verilir. Bob Avakian bu bağlamda şunları söylemiştir: “Seçimler: burjuvazi tarafından kontrol edilir; hiçbir durumda temel kararların alındığı araçlar değildir; ve aslında sistemi ve egemen sınıfın politikalarını ve eylemlerini meşrulaştırmak, onlara ‘halk yetkisi’ kisvesi vermek ve halk kitlelerinin siyasi faaliyetlerini yönlendirmek, sınırlamak ve kontrol etmek için birincil amaca yöneliktir.”1

 

Şunu anlamak gerekir… “Bu toplumdaki seçimler kapitalist egemen sınıf tarafından kontrol edilmektedir. Bu egemen sınıf ekonomiye hükmetmekte ve onu kontrol etmektedir ve bu temelde siyasi iktidara da hükmetmekte ve onu kontrol etmektedir. Göreve kim seçilirse seçilsin, bu egemen sınıf devlet üzerindeki kontrolünü sürdürür – polis ve silahlı kuvvetler, hükümet bürokrasileri, mahkemeler ve yasal mekanizmanın geri kalanı (“adaletsizlik sistemi”). Seçimler egemen sınıf tarafından yönettiklerini kandırmak için kullanılır. Seçimler ezilenlere en fazla, kendilerini soyacak ve ezecek zalimler grubunu seçme “şansı” verir!”2

 

İnsanların gerçek gücün kimin elinde olduğunu anlamaları gerekir. Hükümetteki bireylerin ya da grupların değişmesi devlet iktidarını ve mevcut sömürü ilişkilerini değiştirmez. Arap Baharı olaylarında milyonlarca Mısırlının mücadelesinin önce İslami köktendinciler, sonra da ABD destekli ordu tarafından iktidara gelmek ve halkı küresel kapitalist-emperyalist sisteme sıkı sıkıya bağlamak için nasıl kullanıldığını gördük.

Öğrenci ayaklanması sırasında Bangladeş’te bir otoyolda devriye gezen Bangladeş ordusu.    Fotoğraf: AP

 

Silahlı güç, devlet iktidarının temel direğidir ve devlet iktidarının kurumları tamamen egemen sınıfın kontrolü altındadır. Şeyh Hasina’nın on altı yıllık iktidarının temeli ve uygulayıcısı olan ordu, BGB, RAB, polis, istihbarat teşkilatları ve diğer silahlı kuvvetler ile Şeyh Hasina’nın otokrasisini uygulayan yargı, hapishaneler ve bürokrasi devlet iktidarının temel araçlarıdır. Egemen sınıf bu devlet aygıtını kullanarak sömürü ve baskı ilişkilerini dayatmaktadır. Dağlarda ve ovalarda sürekli kayıplar, cinayetler, işkenceler, kaçırmalar, tecavüzler, yağmalar ve tahliyeler gerçekleştiren ve halkın direnişini acımasızca bastıran bu devlet aygıtıdır. Devlet iktidarı hala emperyalizmin ve onların yerli yandaşlarının, milyonlarca insanı binalarının çöktüğü ya da insanların yanarak öldüğü cehennem gibi fabrikalarına girmeye zorlayan büyük burjuvazinin elindedir. Devlet gücü, kırsal tarımı yok eden ve milyonlarca insanı hayatlarını tehlikeye atarak kentsel gecekondulara dönüştürenlerin elinde kalmaya devam ediyor. Halkı, Şeyh Hasina’nın acımasız yönetimine karşı halkın öfkesini kullanmak için bekleyen İslamcı kökten dincilere teslim ettiler. Bu güçler sürekli olarak gerici sosyo-politik programlarına dayanarak insanların düşünceleri üzerinde çalıştılar ve siyasi iktidarı ellerinde tutmalarını güçlendirdiler. Ve şimdi devlet iktidarına katılma fırsatıyla, eski geri kalmış geleneksel ilişkilerini, geleneklerini, ideolojilerini ve değerlerini intikam hırsıyla halka daha güçlü bir şekilde dayatacaklar.

 

İnsanlar ifade, toplanma, örgütlenme, hareket özgürlüğü ve yiyecek, giyecek, barınma, eğitim, tıbbi bakım, çalışma, siyasi güç ve toplumun gidişatını belirleme hakkı istiyor. İnsanlar kendilerini her türlü sömürü ve baskıdan kurtaracak temelden farklı bir topluma ve onları yerel egemen sınıfın acımasız pençesinden ve açgözlü vurguncu emperyalistlere dağlar kadar kar sağlamak için hayatlarının ezildiği cehennem fabrikalarından kurtaracak temelden farklı bir devlet iktidarına ihtiyaç duymaktadır. İnsanlar, kadınları kölelik zincirleri içinde tutan ataerkil sömürü sistemlerinden kurtulmalıdır. İnsanların emperyalizmin tahakkümünden ve yandaş bir yönetici sınıfın sömürüsünden kurtulmuş bir topluma, cinsiyet, ırk ya da din farkı gözetmeksizin herkesin tam bir insan olarak muamele gördüğü bir topluma ihtiyacı vardır. Halkın gerçek bir devrime ihtiyacı var (bir Küba ya da Venezüela’ya değil). Devrim küçük bir reform değil, toplumda köklü bir değişimdir. Devrim, kapitalist-emperyalist sistem altındaki mevcut baskıcı devlet aygıtının ve özellikle de silahlı kuvvetleri, polisi, mahkemeleri, hapishaneleri, bürokrasisi ve idari güçleri de dahil olmak üzere örgütlü şiddet ve baskı kurumlarının devrilmesi ve dağıtılması ve yoğunlaşmış gerici baskı ve şiddet merkezlerinin yeni devrimci kurumlarla değiştirilmesi anlamına gelir.

 

ABD destekli orduya ve elleri halkın kanıyla lekelenmiş BNP-Cemaat güçlerine güvenmek için hiçbir neden yoktur. Onlar halkın kapitalist-emperyalist sömürüsünü ve baskısını sürdürecek ve saldırgan gerici dini düşüncelerini yoğunlaştıracaklardır. Bu egemen sınıf, Şeyh Hasina’nın kana bulanmış rejimine karşı mücadelede ordu, polis, BGB, RAB ve diğer silahlı güçler tarafından öldürülenlerin katillerini yargılamayacaktır. Bu silahlı güçler, hakim sınıfın devlet tekelinin tezahürüdür. BNP-Cemaat, devletin silahlı kuvvetleri ve yargı, hapishaneler, bürokrasi vb. yardımıyla emperyalizmin ve yerli işbirlikçi yönetici sınıfın egemenliğini halk üzerinde uygulayacaktır. Emperyalist devletlerle yaptıkları gizli anlaşmaları asla ifşa etmeyeceklerdir.

 

Tarihimizi unutmamalıyız. BNP-Cemaat kanıtlanmış halk düşmanlarıdır. Bu gericilerin iktidarının özellikleri azınlıklara (Bihariler gibi dilsel, Hindular, Budistler, Hıristiyanlar ve Kadıyaniler gibi diğer Müslüman topluluklar gibi etnik, cinsiyete dayalı, dini) baskı, din ve devletin iç içe geçmesi, eğitim sisteminin bilim dışı ve dini hurafelerle doldurulması, ilerici düşüncenin ve sanatsal, edebi ve kültürel pratiklerin bastırılması, kadınlara ve LGBTQ bireylere yönelik ağır baskılardır. Tüm bunlar tüm egemen sınıf partileri tarafından uygulanmaktadır, ancak bu BNP-Cemaat’in sosyal ve siyasi programının özelliğidir.

 

Bilimsel teoriyle donanmış ve milyonlarca sömürülen ve ezilen insana dayanan devrimci bir parti tarafından yönetilen gerçek bir devrimle mevcut devlet aygıtı ve kurumları parçalanmadıkça, tamamen yeni bir devlet aygıtı ve kurumları kurulmadıkça, emperyalizmle bir kopuş yaşanmadıkça ve yerli yandaş yönetici sınıf devrilmedikçe halk özgürleşemez. Bu anlayış, öngörü ve vizyona dayanarak, az sayıda insan birleşebilir ve egemen sınıfın sahtekarlıklarını ve suçlarını ve bu acımasız sistemin işleyişini insanlara sürekli olarak ifşa edebilirse, o zaman bu küçük gücün büyük bir etkisi olabilir.  Yönetici sınıf şu anda bölünmüş ve geçici bir kargaşa içinde ve halk sokaklarda bu uzun süredir devam eden sisteme meydan okuyor; ülkenin geleceği sorunu her çay ocağında tartışılıyor. Küçük bir gücün bile, ülke gerçekliğinin doğru bir değerlendirmesine dayanarak öne çıkabilmesi ve toplumdaki çatlaklardan yararlanarak bir devrim inşa etmeye başlayabilmesi halinde yaratabileceği etkiyi bir düşünün! Gazze’de soykırım, çevre felaketi ve hatta Ukrayna’da nükleer savaş tehdidi altındaki bir dünyada bu küçük gücün hayal bile edilemeyecek bir etkisi olabilir.

 

İnsanları hayal kırıklıklarını bir kenara bırakmaya ve çok ihtiyaç duydukları gerçek devrimci hareketi inşa etmeye odaklanmaya çağırıyoruz. Yeni Komünizm, toplumsal gerçekliğin bilimsel olarak kavranmasında dev bir atılımı ve gerçek bir devrim yoluyla ülkeyi temelden değiştirecek bir yolu temsil etmektedir. Bu, şu anda ülkede uygulanmakta olan çeşitli program ve politikaların ardındaki sınıf çıkarlarını açığa çıkaran bir bilimdir. Sadece insanlar kendilerini doğru bir anlayış temelinde devrimin yapıcıları ve insanlığın kurtarıcıları olarak donatabilirler.

 

Şeyh Hasina’yı Awami rejiminin suçları için mahkum edin! Onu teslim edin ve yargılayın!

 

Cinayetlere siyasi ve askeri olarak karışan ve emirleri veren IG, DIG, BGB, RAB ve diğer devlet güçleri de dahil olmak üzere Awami liderlerini, subaylarını ve ordu ve polis mensuplarını yargılayın.

 

Ordunun reformuna hayır deyin, Chittagong Tepelerindeki askeri yönetime hayır deyin, geçici hükümete hayır deyin. BNP-Cemaat yok, Awami Ligi yok, seçimle gelen üçüncü parti yok! Bütün bu sistem ortadan kaldırılmalı!

 

                                                      Bangladeş’den Yeni Komünizm Taraftarları

 

 


DİPNOTLAR:

 

1. Demokrasi: Neden Daha İyisini Yapamayalım Ki?, s. 68, yazan Bob Avakian-revcom.us eds

2. Soğuk Hakikatten, Özgürleştirici Hakikat, Bölüm 7-revcom.us eds

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




İran’da Haniye’nin Öldürülmesine İlişkin Oryantasyon Noktaları

İşgalci İsrail, İran’da bulunan Hamas lideri İsmail Haniye’yi hava saldırısıyla öldürdü. Haniye’nin öldürülmesiyle ilgili birkaç noktaya değinmek gerekiyor:

1.) Soykırımına tam hızıyla devam eden İsrail devleti yerleşimci-sömürgeci ve gayrimeşru bir devlettir. Gayrimeşru bir devlet olarak her saldırısı gibi bu saldırısı da gayrimeşrudur ve karşısında durulmalıdır.

2.) ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki nükleer silahlı karakolu olarak İsrail devleti ve bu devletin yönetici sınıfları kendilerini “dokunulamaz” görmektedirler. Dünyanın gözü önünde soykırım suçu işlerken pişkince olimpiyatlara katılmakta, hakkında uluslararası adalet divanı tarafından Netanyahu (Netan-Nazi) da dahil, soruşturma yürütülen devlet görevlileri umarsızca uluslararası seyahatler yapmaktadırlar. İsrail’in Ortadoğu’da istediği ülkede hava saldırısı düzenleyebilme “serbestisi” tam da arkasını yasladığı ABD emperyalizminden gelmektedir. Dolasısıyla İsrail’in sınır ötesi saldırılarının karşısında durmak anti-siyonist tavır kadar aynı zamanda tutarlı bir anti-emperyalist duruş gerektirir.

3.) İşgalci İsrail’in Lübnan’dan sonra İran’da düzenlemiş olduğu bu askeri saldırı, bölgesel bir savaşın sınırlarını da aşan bir potansiyeli tetiklemektedir. Bu saldırılar sadece Filistin halkının bastırılmasını hedeflememekte, aynı zamanda bütün bölgede diğer güçleri de savaşa çekme potansiyelini büyütmekte, emperyalistler arasındaki çelişkileri keskinleştirmekte ve bir dünya savaşı potansiyelini de büyütmektedir. Unutulmamalıdır ki savaşın kendi dinamikleri de vardır. Bir kez başladığında tam olarak sınırlarının nerede çekileceği öncenden öngörülememektedir.

4.) İsrail’in saldırılarının karşısında durulması ve bunlara karşı mücadele yürütülmesi gerekir ancak pek çoğunun düşündüğünün aksine Hamasın siyasi lideri Haniye bir “özgürlük savaşçısı” veya bir özgürlük şehidi değildir. Haniye ve siyasi olarak temsil ettiği Hamas emperyalist sistemin özgül bir çelişkisi olan iki miadı dolmuşların (Batı emperyalizmi-İslami köktendincilik) bir ürünüdür. Hamasın mevcut çelişkilerden ötürü “ulusal mücadele”  yürütüyor olması belirleyici çelişkiyi değiştirmez: Hamas İhvan kökenli İslami köktendinci gerici bir örgüttür. Filistin halkının kurtuluşunu temsil edemez, onu yeni karanlık dehlizlere hapseder!

5.) Bugün ihtiyacımız olan ne “iki devletli çözümdür” (ki bu çözümsüzlük demektir) ne de bütün Yahudilerin bulundukları toprakları terk etmesidir. Bob Avakian’ın da defalarca kez vurguladığı üzere; “Çözüm, İsrail devletinin ortadan kaldırılması ve onun yerine, hükümetin ve yasaların herhangi bir dini desteklemediği ve bir halkı diğerine tercih etmediği, bunun yerine Yahudiler ve Filistinliler arasında eşitliğin sağlandığı devrimci bir devletin kurulmasıdır.”




Amerika’yı Seven Liberaller İçin Dört Kelime ve Bazı Temel Sorular

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıdaki kısa yazısı 4 Nisan 2022 tarihinde revcom.us’ta yayınlanmıştır. 

Kaynak için bkz: FOUR WORDS FOR LIBERALS WHO LOVE AMERICA And Some Basic Questions | revcom.us


Bu dört kelime şunlardır: Postcard of the Lynchings (Linç Kartpostalları) 

Bilmiyorsanız öğrenin.

Uzaklara bakmayın veya bahaneler üretmeyin.

Şu temel soruları yanıtlayın:

Bu ülke ne zaman “büyük demokrasi” ve “özgürlüğün parlayan ışığı” oldu?

  • Uzun kölelik döneminde mi?
  • Linçlerden sonraki 100 yıl boyunca ve linç kartpostallarıyla mı?
  • Yoksa şimdi mi? – 1960’lardan bu yana polis tarafından 100 yıl önce linç edilenlerden daha fazla Siyahi katledildi.

Gerçeklerle ne zaman yüzleşeceksiniz?


Foto: Virgil Jones, Robert Jones, Thomas Jones ve Joseph Riley’nin 31 Temmuz 1908’de Russellville, Kentucky’de linç edilmesini gösteren renklendirilmiş bir kartpostal




Bob Avakian Bu Baskı Sistemini Destekleyenlere Sesleniyor

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıdaki makalesi 9 Mart 2022 tarihinde yayınlanmıştır. Çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.

Kaynak için bkz: Bob Avakian Calls Out FRONTING FOR THIS SYSTEM OF OPPRESSION | revcom.us


Malcolm X, tarlalardaki “köleler” ile mukayese edildiği zaman, döneminin “Tom Amca’nın Zencilerinin” efendinin evinde yaşayan ve “tarlalarda çalışan kölelere” oranla çok daha fazla şekilde efendi ile özdeşleştiklerini belirterek, bu kişileri sık sık küçümseyici bir öfkeyle anmıştır (Malcolm, efendinin evi yandığı zaman böylesi kölelerin “efendimiz efendimiz, evimiz yanıyor!” şeklinde haykıracaklarını söylüyordu.)

Bugün bu fenomen, bu sistemin Siyahi burjuva “medya şahsiyetleri” biçimi de dahil olmak üzere çok daha yaygın ve belirgindir. Onları MSNBC’de veya CNN’de, “haber programlarında” “ev sahibi” ve “misafir yorumcu” olarak; egemen sınıfların, özellikle de egemen sınıfların Demokrat Parti tarafından temsil edilen “ana akım” kesiminin sözcüleri olarak “ülkelerindeki” kapitalist-emperyalist sisteminin ponpon kızları şeklinde “halkın sesi” gibi davranırken görebilirsiniz.

Bu sistem, başlangıcından bugüne kadar bu ülkede ve tüm dünyada milyonlarca hatta milyarlarca insanı ezmiş, Siyahi halka karşı korkunç ve canice bir zulüm olmuş ve olmaya da devam etmektedir.

Revcom.us’ta da keskin bir şekilde işaret edildiği gibi, Demokrat Parti bir “Pislik Yuvası* Partisidir”, bunların polis vahşetine ve cinayetlerine karşı tepkileri, bu vahşet ve cinayetlerin daha fazlasının yapılmasına tam destek vermek anlamına gelmektedir. Peki niçin? Demokrat Parti, bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin  -polisin vahşet ve cinayetlerini gerektiren ve onsuz yapamayan sistemin- bir temsilcisi ve enstrümanıdır. Bu durum, Biden’ın “Ulusa Sesleniş” konuşmasında yaptığı açıklamada, bir kez daha ortaya koyduğu bir gerçektir. “Verilecek yanıt polisin ‘kaynaklarını’ kesmek değildir; polise fon sağlamak… polise fon sağlamak… polise fon sağlamaktır.”

Demokrat Parti, Irak gibi yerlerde ABD’nin savaşlarının “gazilerine” ” “kahramanlar” demiştir, ki gerçekte 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali yüz binlerce insanın hayatına mal olan olayları başlatan, milyonlarca mülteci yaratan, bariz bir uluslararası savaş suçuydu ve dünyanın o bölgesinde bir ölüm ve yıkım girdabını açığa çıkarmıştır. Bu durum, Irak’ın sözde ‘kitle imha silahlarına’ sahip olduğu ve El Kaide gibi İslami köktendinci teröristlerle yakından bağlantılı olduğu hakkında açık yalanlar temelinde işlenen bariz bir uluslararası savaş suçudur. (1)

ABD emperyalistlerinin dünya çapında ve özellikle dünyanın daha yoksul ülkelerindeki halkları sürekli olarak yağmalamasının saldırgan bir savunucusu ve aracı olan ve şimdilerde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı saldırganlığını acımasız bir şekilde kullanmada başı çeken Demokrat Parti, Rus emperyalizmiyle olan rekabetinde ABD emperyalizminin çıkarlarını agresif bir şekilde sürdürmek için bir araçtır.

Daha önce de söylediğim gibi: “Rusya’nın bu emperyalist saldırganlığı elbette kınanmayı hak ediyor. Fakat özellikle de bu ülkede -ki bu tür saldırganlık eylemlerinde açık ara rekoru elinde tutmaktadır- yaşayan insanlar açısından “bizim” emperyalistlerimizin tutumlarını tekrarlamamak ve amaçlarına hizmet etmemek, bunun yerine Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı muhalefeti, “barışı” veya “ulusların kendi kaderini tayin hakkını” teşvik etmenin bir yolu olarak değil de rakip Rus emperyalistlerine karşı ABD emperyalist çıkarlarını ilerletme aracı olarak kullanan bu (ABD) emperyalistlerin amaç ve eylemlerine karşı muhalefetimizi açıkça ortaya koymak, temel bir ilke meselesidir ve derin bir önemi vardır. Dolayısıyla, bu çok önemli ilkeye uygun olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline, özellikle de bu emperyalist ülkedeki insanlar tarafından yapılacak herhangi bir muhalefete, ABD’nin sürekli olarak sürdürdüğü savaşlara ve diğer ülkelere şiddetle müdahale ettiği diğer biçimler de dahil dünyadaki rolüne karşı açık ve kesin bir tavır eşlik etmelidir.” (2)

Şimdi, zaman zaman bu Siyahi burjuva sahtekarlarından bazıları, insanları partiyi desteklemek için bir araya getirmedeki rollerini daha iyi yerine getirmek için, Malcolm X ve Kara Panter Partisi’nin derin bir nefret ve küçümseme ifade ettiği bu sisteme “güvenilirlik” sağlama girişimlerinde bizzat Malcolm X’in adını anacak veya Kara Panter Partisi ile özdeşleşiyormuş gibi yapacaklardır. 

Malcolm, Amerika’yı ikiyüzlü bir “kanlı çeneli kurt” olarak keskin bir şekilde kınamıştır ve Vietnam halkının ABD destekli Fransız emperyalistlerine karşı koymasını kutlamıştır. Eğer suikaste uğramamış olsaydı ve bunu görecek kadar yaşasaydı, Malcolm Vietnamlıların ABD’yi ülkelerinden kovma biçiminden kesinlikle çok memnun olurdu.

Kara Panter Partisi de devrimci günlerinde, emperyalist zalimlere karşı Vietnam halkının ve dünyanın diğer ezilen halklarının yanında yer almıştır. Ne de olsa Kara Panter Partisi’nin esas lideri Huey Newton, yalnızca Vietnamlı kurtuluş savaşçılarını desteklemekle kalmadı, bir noktada Kara Panter Partisi üyelerini Vietnam’a ABD emperyalist işgalcilerine karşı savaşta Vietnamlılarla birlikte katılmaları için göndermeyi de teklif etti.

Evet, bu devrimci ruhu “yüksek mevkilerdeki siyahi simalar” arasında bulamazsınız. “Ülkelerinin” emperyalist aşırı sömürüsünden ve dünyanın dört bir yandaki kanlı yağmacılıktan elde edilen “ganimetlerden” “kendi paylarını” almaya derin bir şekilde fazlasıyla bağlılar. Bu canavarca sistemin baskıcı ve ezici kurumlarında yerlerini almak için yoğun bir şekilde çabalıyorlar. Savaş suçlarını ve insanlığa karşı suçlarını örtbas etmek ya da basitçe özür dilemekle çok meşguller, Rusya ya da Çin emperyalizmiyle rekabette “kendi” emperyalizmine destek sürüsünün bir parçası olmak için çok istekliler,  kana bulanmış CIA ajanlarını, askeri görevlileri ve diğer toplu katliam ajanlarını yalnız bırakmaktan oldukça kaygılılar.

Bu sistemin enstrümanları ve savunucuları olarak belirli rolleri bulunan bu burjuva Siyahi medya sözcüleri, kendilerine saygısı olan burjuva milliyetçiler değillerdir; ve kesin olarak anti-emperyalist milliyetçiler bile değillerdir; ve şüphesiz burada ve dünyanın her yerindeki halk kitlelerinin gerçek “rol modelleri” olarak ihtiyaç duyduğu türden devrimci enternasyonalistler olarak tüm zalimlere, tüm baskı ve sömürü ilişkilerine karşı mücadelede onlara önderlik edecek insanlar da değillerdir.


Dipnotlar:

(1)Utanmaz Amerikan Şovenizmi: ABD Emperyalizmini “Otoriteryanizm Karşıtlığı” Maskesiyle Desteklemek | Yeni Komünizm # (yenikomunizm.com)

(2)Emperyalist Asalaklık ve “Demokrasi”: Neden Pek Çok Liberal ve İlerici “Kendi” Emperyalistlerinin Utanmaz Destekçileri? | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)


*Piggery kelimesi burada “domuz ahırı” anlamına gelmektedir (Ç.N.)




Irkçılık – Beyaz Çocukların Bunu Öğrenmesi Gerekiyor

Editörün Notu: Devrimin önderi ve Yeni Komünizm’in mimarı Bob Avakian’ın aşağıdaki yazısı 2 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır. Türkçe çevirisini takipçilerimiz için aktarıyoruz.

Kaynak için bkz: RACISM—WHITE KIDS NEED TO LEARN ABOUT IT | revcom.us


Bugünlerde faşist politikacılar, “ebeveyn grupları” ve diğer faşist kaçıklar; çocukların ve genel olarak halkın bu ülke hakkındaki bazı temel gerçekleri, ülkenin gerçek tarihini ve mevcut gerçekliği öğrenmelerini engellemek için kitapları yasaklayarak ve başka yollarla alçakça bir kampanya yürütüyorlar. Bu faşistlerin esas saldırı çizgilerinden biri, beyazların üstünlüğünü ve ırkçılığı öğrenmenin çocukları -yani beyaz çocukları- “kötü hissettireceği” şeklindedir.

1950’lerde ve 1960’ların başında büyüyen beyaz bir genç olarak beyazların üstünlüğünü ve ırkçılığı öğrendiğim zaman bu durum beni de kötü hissettirmişti – ve  bu çok iyi bir şeydi! Bütün bunlar beni öfkelendirdi, ve evet bu durum beni utandırdı. Ayrıca beyaz üstünlüğüne ve ırkçılığa karşı mücadelenin bir parçası olarak bende bir şeyler yapma isteği uyandırdı.

Bu konuda yalnız da değildim: O dönemlerde genç olan, sivil haklar hareketinden ve daha sonra Siyahilerin militan kurtuluş hareketinden ilham alan ve 1960’ların devrimci yükselişinin bir parçası olan çok büyük sayılarda -milyonlarca- insanın yaşadığı bir tecrübeydi bu.

Bu faşistler, bu son derece gergin zamanlarda böylesi bir şeyin bir daha yaşanmasına izin vermemek için kararlılar; bu doğrultuda bir grup akılsız beyaz genci kuduz ırkçılara dönüştürmek için yola çıkıyorlar (1930’larda oradaki NAZİ faşistlerinin yükselişi sırasında Almanya’daki Hitler Gençliğine benzer şekilde bunu yapıyorlar).

Faşistlerin bu ülke hakkındaki gerçekleri bastırma girişimlerinde önlerini kesmek faşizmi genel olarak yenmenin önemli bir parçasıdır.

Ve bu durum, temellerine ve gidişatına beyaz üstünlüğü işlenerek faşizmi besleyen, burada ve tüm dünyada kelimenin tam anlamıyla milyarlarca insanın korkunç zulmünün kaynağı olan, çevrenin giderek artan yıkımı ve -ABD, Rusya ve Çin dahil- nükleer silahlı kapitalist-emperyalist güçler arasındaki sürekli savaş tehlikesi yoluyla insanlığın varlığına yönelik bir tehdit oluşturan bütün bu kapitalizm-emperyalizm sisteminden kurtulmanın bir parçası olabilir ve olmalıdır da.




Rikers Adası’nda Açlık Grevinde Meydan Okuyan 200 Mahkum

New York City’deki Rikers Adası hapishanesinde yaklaşık 200 mahkum 8 Ocak Cumartesi gününden bu yana açlık grevinde! Sürekli baskı, misilleme tehdidi ve şeytan gibi gösterilme durumu karşısında bu cesur mahkumlar kahramanca bir tavır alıyor.

Üzerinde durdukları sistem onlara daha fazla terör ve cezadan başka bir şey sunmuyor, bununla birlikte kendilerini temel insan haklarından mahrum bırakan koşulları kabul etmeyi reddettiklerini tüm dünyaya bildirmek için sağlam bir şekilde duruyorlar. Adaletsizliğe karşı duran herkesin bu tutsakların yanında durması, onları desteklemesi ve meydan okudukları mesajları yayması gerekiyor.

Tutuklular, insanlık dışı koşullara maruz bırakıldıklarını ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarını dünyaya anlatmak için avukatlar, sesli mesajlar ve diğer yollarla taleplerini dile getirebildiler. Mahrum bırakıldıkları şeyler şu şekilde; tıbbi bakım eksikliği, yasal kütüphane hizmetlerine erişim, kantindeki sınırlı içerikler, postaların kaybolması veya ciddi şekilde ertelenmesi dahil mahkeme günlerinin sürekli ertelenmesi…

Bütün bunlara, ciddi COVID-19 tehlikesi de ekleniyor. Rikers’takilerin yarısından azı tamamen aşılanmış durumda ve 370’den fazlasının da yakın zamanda testi pozitifti. New York City’nin son günlerde tek haneli sıcaklıklar yaşadığı göz önüne alındığında, ısıtma eksikliği de giderek daha acil bir sorun haline geliyor.

Rikers’daki 5.400 mahkûmun %85’i herhangi bir şeyden suçlu bulunmadı; yalnızca kefalet ödeyemedikleri için Rikers’a kilitlenmiş durumdalar.

16 Ocak Cumartesi günü, Devrim Kulübü üyeleri de dahil olmak üzere yaklaşık 12 devrimciden oluşan bir grup, açlık grevindeki mahkumlar için dayanışmalarını göstermek için Rikers Adası hapishanesinin önünde toplandı.

İnsanlar girişe kadar yürüdüler, “Sorun ne? Tüm bu lanet sistem! Çözüm ne? Devrim!” sloganları atıldı. Deneyimli bir devrimci olan, Bob Avakian’ın takipçisi ve “Stop-and-Frisk”* Uygulamasına Son Ver Kampanyası’nın Cornel West ile ortak başlatıcısı olan Carl Dix, Rikers’taki açlık grevcilerinin yanında durmanın gerekliliği, korkunç suistimaller, mahkumların bunu yapmakta haklı olduklarını ve bunlara nasıl tepki verdikleri üzerine konuştu. Rikers’taki dehşetlerin yeni olmadığını ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki hapishanelerde insanların kötü muamele görme şeklini yoğunlaştırdığını ve tipikleştirdiğini söyledi. Bu durum Siyahi ve Melez halkları hedef alan yavaş bir soykırımın bir parçasıdır, reforme edilemeyecek, ancak gerçek bir devrimle bu sistemden kurtularak ortadan kaldırılabilecek bir şeydir. (Carl Dix’in Rikers’taki açlık grevcilerine ilişkin 14 Ocak tarihli açıklamasını buradan okuyabilirsiniz.)

Yıllar boyunca önceden tutsak edilmiş mahkumlardan, Rikers’ta hapsedilenlerin sevdiklerinden ve diğer kesimlerden Rikers’taki koşullara karşı çok fazla tepki ve protesto gündeme geldi. Ancak devam eden haykırışlara ve koşulların mahkumlar arasında şiddete nasıl yol açtığı da dahil olmak üzere Rikers içindeki koşullara ilişkin basında çıkan haberlere rağmen, Islah Departmanı mahkumların endişelerini ve taleplerini her seferinde reddetti. Şehir yetkililerinin “Rikers’ı kapatmak” konusundaki vaatleri ve klişeleri, gerçek bir eylem olmaktan uzak, yalnızca uzak gelecekteki bazı ihtimaller hakkında boş konuşmalar anlamına gelmektedir.

Bazı seçilmiş şehir yetkilileri Rikers’ı ziyaret ettikten sonra, Kent Konseyi üyesi olan Shekar Krishnan “Rikers Adası, şehrimizin en acil insani ve sivil haklar krizidir…. Hücre hapsi uygulamasına son vermeliyiz. Bu işkencedir. Başta LGBT+ ve trans topluluklarımız olmak üzere pek çok kişiyi harap ettiler. Rikers Adası’nı hemen kapatmalıyız. Kapatın şunu!” şeklinde açıklama yaptı.

Bu arada Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri mahkumların açlık grevinde olduğunu bile yalanlıyor. NYPD’de eski pislik şef ve şimdi belediye başkanı olan Eric Adams, konuyla ilgisi olmayan bir basın toplantısında açlık grevinin varlığını kabul etti, ancak daha sonra Rikers’ı denetleyen Islah Departmanı komiseri ile “son derece gurur duyduğunu” belirtti.

Rikers’taki koşullar her zaman korkunç olsa da, koşulların daha da kötüleştiğine dair kanıtlar var. Rikers’taki ölümlere ek olarak, kendine zarar verme olayları geçen yıl neredeyse ikiye katlandı, şiddet arttı ve mahpusların toplandıkları giriş alanının ve çalışan tuvaletlerinin haşerelerle dolu olduğu ve yatak sıkıntısı olduğu yönünde raporlar var.

Belediye Başkanı Adams, Rikers’ı, aslında krizlerin çoğunun “iletişim sorunlarına” indirgenebileceği “başarısız bir ıslahevi” olarak nitelendirdi. Bu durum, suç teşkil eden ve çirkin bir ifadedir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki diğer hapishaneler ve kodesler gibi, Rikers rehabilitasyonla ilgili bir şey değildir, bu sistemin geleceği olmayan ezilen halkların tüm bölümlerinin cezalandırılması ve hapsedilmesi ile ilgilidir. Rikers, mahkumları kontrol altında tutmak için insanlık dışı koşullara ve vahşete güvenmektedir.

Açlık grevindeki Rikers mahkumları tüm bunlara karşı duruyor, cesurca belki de hayatlarını riske atmaya cüret ediyorlar. Dünyayı onlarla birlikte olmaya ve barbarca muameleye son verilmesi için kınamaya ve çağrıda bulunmaya çağrıyorlar.


*Polisin keyfi şekilde siyahileri ve diğer etnisitelerden halkları durdurup silah tehdidi ile üst araması, insanları suçlu gibi gösterip taciz etmesi şeklindeki ırkçı baskıcı uygulama biçimidir.

**Kaynak: 200 Defiant Prisoners on Hunger Strike at Rikers Island, NYC | revcom.us




Carl Dix, Rikers Adası’ndaki Açlık Grevcilerine Destek Çağrısında Bulundu!

Editörün Notu: Aşağıdaki çağrı açıklaması 14 Ocak 2022 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Konunun önemi ve aciliyetinden dolayı okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.

Kaynak için bkz: Carl Dix Calls for Support of Hunger Strikers at Rikers Island | revcom.us


Rikers Adası’ndaki Robert N. Davoren Kompleksi’nde (RNDC) tutuklu bulunan 200 kişi 8 Ocak Cumartesi gününden bu yana açlık grevinde. Cehennemden farksız insanlık dışı şu koşulları protesto ediyorlar: Tesis içindeki dondurucu soğuklar, postaların gizlenmesi, aile fertlerinin ziyaretine izin verilmemesi, davalarında duruşmaların iptal edilmesi, avukatlarla video konferans görüşmelerinin reddedilmesi. RNDC kompleksi, birbirine yakın yataklarla dolu, COVID pandemisinin, kavgaların ve şiddetin tırmandığı, hijyenik olmayan metalden yatakhanelerin bulunduğu bir yer.

Haksızlığa karşı duran herkesi bu cesur açlık grevcilerinin yanında olmaya çağırıyorum. Rikers’ta hapsedilenlerin yüzde 87’si Siyahi ve Latino kökenli; NYC hapishanelerinde 1500 kişi -çoğu Rikers cehennem deliğinde- bir yıldan fazla bir süredir yargılanmayı bekliyor; 2021’de Rikers’ta 16 kişi öldü. Mahkumlar, gardiyanlar ve diğer mahkûmlar tarafından dövüldüler. Rikers’ta hücre hapsinde tutulan insanlar işkenceye varan koşullarla yaşamak zorunda kalıyor. Bu koşullar, 16 yaşında tutuklanan ve çoğu hücre hapsinde olmak üzere 3 yıl Rikers’ta tutulan ve serbest bırakıldıktan sonra intihar eden Khalief Browder’un durumunun yaşanmasına neden oldu.

Bu koşullar, mevcut kapitalist-emperyalist sistemin gerçekliğinin ve işleyişinin yoğun bir ifadesidir. Hapishaneleri, polisleri ve mahkemeleri, bu sistemin ezilen halkları nasıl kontrol ettiğinin önemli parçalarıdır ve onlara ırkçı baskıyı ve aşağılamayı dayatmaktadır. Bu sistemin geleceği yoktur. Ben buna Siyahi ve Melez halkları hedef alan yavaş fakat kolaylıkla hızlı hale gelebilecek bir soykırım diyorum.

Bu sistemin reforme edilemeyeceğine dair sert ama özgürleştirici gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Rikers’taki koşullar gibi dehşet verici olayların ortaya çıkması, öfke ve direniş yarattı. Buna karşılık, politikacılar ve yetkililer “reform” sözü verdiler. Eski NYC belediye başkanı Bill DeBlasio ve geçmiş yönetimler, hapishanelerdeki suistimalleri sona erdirmek (hatta Rikers’ı kapatmak) için tatlı sözler söylediler. Ancak Rikers’taki koşullar bugün  her zamankinden daha da kötü.

Şimdi yeni seçilen pislik belediye başkanı Eric Adams hücre hapsini eski haline getirmek istiyor… Sivil kıyafetli polis güçlerini geri getirmek, Durdurup Üst Arama (Stop-and-Frisk) uygulamasını eski haline getirmek ve pislikler için daha fazla fon aktarılmasını istiyor. Böylece daha fazla insan bu dehşetlere maruz kalacak, daha çok hayat, hayaller ve umutlar yıkılacak…

Devrimci önder Bob Avakian, polis terörünü, polis tarafından işlenen cinayetleri, soykırıma dayalı toplu hapsetmeleri ve bu sistemin insanlığa uyguladığı diğer tüm dehşet salgınları sona erdirmenin tek yolunun gerçek bir devrimden geçtiğini analiz etti. Milyonlarca insanın, ancak insanlara bu şekilde davranarak işleyebilecek bir sistemi devirmek için ayaklanması gerektiği gerçek bir devrimi analiz etti.

Rikers açlık grevcileri cesur bir örnek oluşturuyor. Bu sistemin kuşatmayı, dövmeyi, kilitlemeyi ve hatta öldürmeyi hedeflediği herkesin bu örneği izlemesi gerekiyor.

Bob Avakian’ın da dediği gibi: “Birbirleriyle savaşmak ve öldürmek yerine, insanların şimdi yapması gereken, birbirini savunmak için birlik olmak, her türlü haksız şiddete karşı çıkmak, kimseye saldırmamak, aynı zamanda insanları haksız yere zulmeden ve öldüren polislere ya da ‘sivil’ faşist haydutlara izin vermemek gerekiyor. Ve insanların bunu devrim için güç oluşturmanın bir parçası olarak yapması gerekiyor.” Ayrıca Bob Avakian, sistemin normal işleyişini çözen, sistemin tepesindeki şiddetli iç çatışmalar göz önüne alındığında, devrimin mümkün olduğu bir zaman olduğunu analiz etmiştir.

Rikers’taki açlık grevcilerinin desteğe ve dayanışmaya ihtiyacı var. Bazılarını temsil eden bir avukat olan Christopher Boyle’a, telefon numarasının Rikers’taki yetkililer tarafından engellendiği söylendi. Bu durum, açlık grevcilerine karşı yapılacak misillemelere dair haberlerin cezaevinden dışarı çıkartılmayacağı anlamına geliyor.

İnsanların haksızlığa uğradığını duyduğunuzda canınız acıyorsa, bu cesur direnişçilerin yanında olun. Ve tüm bu dehşetlerin bir kez ve herkes için sona erdiğini görmek istiyorsanız, tam da bunu yapmamız gereken devrimin bir parçası olmaya cüret edin.




ABD Ordusunun Keskin Bir Çelişkisi – Tarihsel Bir Perspektif

Editörün Notu: Aşağıdaki okur mektubu 10 Ocak 2022 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. 

Kaynak için bkz: A Sharp Contradiction of the U.S. Military—Some Historical Perspective | revcom.us


Revcom.us Editör Notu: Şu anda toplumda genel olarak çok keskin bir kutuplaşmadan bahsediliyor. Bu durum, ABD ordusu gibi meşru silahlı kuvvet tekelini yoğunlaştıranlar da dahil olmak üzere, bu ülkenin yönetici kurumlarını kapsamaktadır. Aşağıdaki mektupta atıfta bulunulduğu gibi, bu bölünmeler ve krizler yoğunlaştıkça olası bölünmeler de dahil olmak üzere, bunların devrim için stratejik sonuçları olacaktır; “bazı kesimler faşistlerin yanında, diğer kesimler faşistlere karşı olan tarafta olacaklardır.” Bu bağlamda, bu bölünmenin bir yönüne odaklanan bir okur mektubunu paylaşıyoruz. ABD ordusundaki çok sayıda beyaz olmayan insan ve bu potansiyel olarak keskin çelişkiyle ilgili önceki deneyimlere ilişkin bazı tarihsel perspektifler aktarılmaktadır.

Bob Avakian, kendi deneyimlerine atıfta bulunarak ve daha geniş olarak, halkın altmışlarda ve Vietnam Savaşı sırasında bu ülkenin yöneticileri hakkında geniş çapta hissedilen duygularına atıfta bulunurken, “Tanrım, ülkeyi yönetenler bunlar mı? Bu dayanamaz! İhtiyacımız olan bu değil!” ifadesini kullanmıştır. Bob Avakian, “İnsanlık İçin Bilimsel Temelde Umut” içinde şöyle açıklar:

Niçin Gerçek Bir Devrime İhtiyacımız Var ve Nasıl Gerçekten Devrim Yapabiliriz?‘de belirttiğim gibi, 1960’ların sonunda bu süreç toplumda geniş çaplı ve derin bir şekilde yayıldı, hatta bu ülkedeki sistemin, kapitalist-emperyalist sistemin silahlı kuvvetlerine dahi yayıldı. Örneğin, orduda yapılan bir ankette diğer şeylerin yanında şöyle bir soru sorulduğunu anımsıyorum: ABD ordusundaki askerler, er ve erbaşlar, kimin siyasi önderliğini istiyor -ve özellikle de Siyahi askerler arasında ABD başkanı listede en sonlarda geliyordu. Çoğunluk “en fazla oyu” Kara Panter Partisi liderlerinden Eldridge Cleaver’a vermişti. Dolayısıyla eğer bu tip şeyler yaşanıyorsa, sistem açısından gerçekten bir problem var demektir. Her ne kadar, Eldridge’in oldukça gerçek zayıflıkları ve sınırlılıkları olsa da, bu durum çok ama çok olumlu bir şeyi yansıtıyordu.


ABD ordusu, 1,3 milyon eğitimli ve ağır silahlı aktif görevli askerleriyle ABD imparatorluğunun kalesidir. Son birkaç yılda ordu içindeki derin çelişkiler ve yönetici sınıfın farklı kesimleri arasında ordunun kontrolü üzerindeki mücadele dramatik bir şekilde su yüzüne çıkmış durumdadır. Trump’ın seçilmesine verilen yanıt, George Floyd protestoları, 6 Ocak’taki faşist darbe girişimi ve tüm aktif görevli personelin COVID’e karşı aşılanması emri de buna dahildir. “Bir kısmı faşistlerin yanında, bir kısmı da faşistlere karşı olanlardan yanadır.” Burada çelişkinin bir yönüne odaklanmak istiyorum:

ABD ordusu, ezilen milletlerden insanlara büyük ölçüde güveniyor. Aktif görevli ve yedek askerlerin yaklaşık %40’ı beyaz değildir ve özellikle orduda, askere alınan personelin yaklaşık dörtte biri ve subayların sekizde biri Siyahtır. Bu çok çelişkili bir durumdur. ABD ordusunun rolünün büyük bir kısmı, ülkede ve dünyada beyaz üstünlüğünü ve yeni sömürgeciliği uygulamaktır. Yerli Amerikan halklarına karşı yürütülen, ayrıca Filipinler ve Vietnam’da izlenen soykırım savaşları ve 1960’larda Detroit’teki ve diğer şehirlerdeki Siyahi halk isyanlarının bastırılması bunlara dahildir. Irkçılık ve beyaz üstünlüğünden ötürü 1948’lere kadar orduda ayrımcılık izleniyordu ve bunun “resmi olarak” sona ermesinden sonra bile, ırk ayrımcılığının fiilen kaldırılması altı yıl daha sürdü.

Bu durum, Vietnam Savaşı sırasında kelimenin tam anlamıyla patlayıcı hale geldi. New York Times‘ta yayınlanan bir makaleye göre, Long Binh’teki siyah askerler toplam gücün %11’ini, askere alınanların %16’sını, muharebe birliklerinin %23’ünü, tüm askeri mahkemelerin %34’ünü ve Long Binh’deki Askeri Hapishane’deki mahkumların %58’ini oluşturuyordu. Kutuplaşma ve bölünme değişkendi: Bazı birliklerde Konfederasyon bayrağı açıkça sergilendi ve Martin Luther King öldürüldükten sonra, Cam Ranh Körfezi üssündeki beyaz askerler KKK kıyafetleri içinde dolaşarak kutlama yaptılar.

Bu durum, askerler arasında, bazen sözde düşman olan Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne (NLF) desteği de içeren, büyüyen savaş karşıtı hareketle iç içe geçen muazzam bir mücadele ve direnişe yol açtı. Ve diğer milletlerden askerler üzerinde büyük bir etkisi oldu. Askeri yenilgiyle birleşen tüm bu şeyler, ABD ordusunun neden çöküşün eşiğine geldiğinin çok büyük bir parçasıydı. (Daha fazlası için, “Sir! No Sir!” filmini izleyin ve web sitesini ziyaret edin.)

Vietnam’dan bu yana geçen süreçte ordu, ordudaki ırkçılık ve beyaz üstünlüğü sorununu “ele almaya” ve çelişkiyi “yönetilebilir” bir düzeyde tutmaya çalıştı. Ancak Trump’ın Güzel Ayaklanma sırasında ırkçılık karşıtı protestoculara karşı asker gönderme kararlılığı, yüzlerinde patlama potansiyeline sahipti. (Birkaç ay sonra aktif görevli askeri personelle yapılan bir anket, büyük bir oranın ırkçılık karşıtı protestoculara karşı aktif görevli birliklerin kullanılmasına katılmadığını ve neredeyse yarısının ABD’deki “beyaz milliyetçiliğin” büyük bir sorun olduğunu söylediğini ortaya koydu.)

Toplumda sürekli keskinleşen bir kutuplaşma ve Devrim için Yeniden Kutuplaşma ihtiyacı karşısında, bunlardan bazıları çok önemlidir ve dikkat edilmeye değerdir.




Ahmaud Arbery’nin Katilleri SUÇLUDUR! Bir Zafer Tadı, Ancak Gerçek Hesaplaşma Önümüzde Duruyor. GERÇEK Bir Devrime Hazır Olun!

Editörün Notu: Bu açıklama, Ahmaud Arbery’nin katillerinin yargılandığı davada kararın açıklandığı gün yayınlandı ve 29 Kasım 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yer aldı.

Kaynak için: Ahmaud Arbery’s Killers Are GUILTY GUILTY GUILTY! A Taste of Victory—But the Real Showdown Lies Ahead. Get Ready for REAL Revolution. | revcom.us


Halk kitleleri bugün bir zafer kazandı ancak bu acı tatlı bir zaferdir. Ahmaud Arbery’yi siyahi olduğu için ve beyaz bir mahallede koşma “suçu” nedeniyle yakalayıp öldüren üç ırkçı cinayetten suçlu bulundu… Olay yerine “araştırmak” için gelen pislikler tarafından “eve gidip duş alması” söylenmişti… Kamyonetlerine atladıkları andan onu vurana kadar her şeyin videoya kaydedildiği bir durumda… Halkın isyanı ve kitle mücadelesi sonunda mahkemeye çıkarılana kadar aylarca serbest kalmışlardı… Haklı bir şekilde SUÇLU bulundular.

Ancak bu durum halkın mücadelesi için bir zafer olsa da, yaşananlar sistemi AKLAMIYOR.

Bu genç Siyahiyi linç etmek için takip etme ve öldürme “hakları” olduğunu düşünen bu ırkçıları eğiten bu SİSTEMİ AKLAMIYOR;

SİSTEM’in kölelik günlerinden beri 1800’lerde Siyahların linç edilmesini haklı çıkarmak için kullanılan ve bu katillerin savunmasının yapı taşı olarak hizmet eden bir kanun mevcuttu, sadece utançtan yürürlükten kaldırılan bir kanun;

Bu SİSTEM ilk başta bunu örtbas etti ve suçun korkunç iğrenç doğası ancak yanlışlıkla video ile sızdırıldığı için biliniyordu;

Bu SİSTEM, onu kovuşturacak birini bulmadan önce, içlerinden biri şimdilerde adaleti engellemekle suçlanan iki savcıdan geçmek zorunda kaldı;

Ve bu SİSTEM, neredeyse tamamı beyazlardan oluşan bir jüriyi bu konuda davaya atadı.

Bu, savunma avukatlarının açıkça ırkçı kusmuklarını içeren, duruşmaya katılan Siyahi din adamlarına saldıran ve engellenmelerini talep eden, kapanış konuşmalarında katledilen Ahmaud Arbery’ye iğrenç ve tamamen alakasız bir kişisel saldırı başlatan bir SİSTEMDİR.

Ve işte durum. Genellikle, bu tür şeyler olduğunda ve ortada video kaydı olmadığında, bu tür ırkçı şeyler uçup gider. Bu yaşananlar ancak kitlesel mücadele sayesinde gün ışığına çıktı, yargılama yapıldı ve dava kazanıldı. Ama kendimize şunu sormalıyız. Umabileceğimizin en iyisi bu mu? Memnuniyet duyabileceğimiz türden bir zafer mi bu? Üniforma içinde ve dışında ırkçıların cinayet işleyip gaddarca davrandığı ve bir kişinin sorumlu tutulduğu, insanların mücadelesi ile gerçek teşhir kombinasyonu ile bir parça adalet sağlandı mı? Ahmaud Arbery gibi insanların tekrar tekrar “harcanabilir” ve aşağılanmaya değer görüldüğü bir durum bitti mi?

Savunma avukatlarından biri, Ahmaud Arbery ile “potansiyelini kullanmadığı” için acımasızca alay etti. Bu her yıl Ahmaud gibi milyonlarca genci öğüten, hapse, sokağa ya da morga sokan, onlara kıçlarına ve beyinlerine yiyecekleri bir kurşundan başka bir işe yaramadığını söyleyen bir sistemdir. Devrimci önder Bob Avakian’ın söylediği gibi: Bu sistemi ve bu toplumun her zerresine dokunan beyaz üstünlüğünü ortadan kaldırmamız gerekiyor. Ve bunu yapmak için bir devrime ihtiyacımız var. Kitle mücadelesi devrim yapmak için çok önemlidir. Esastır. Ahmaud Arbery olayında yaşananlar ve geçen yaz Breonna Taylor ve George Floyd’un bu sistemin resmi uygulayıcıları tarafından öldürülmesinden sonra milyonlarca kişinin yürüttüğü gibi bir kitle mücadelesi gerekiyor.

Ancak bu kitle hareketinin GERÇEK DEVRİM için bir harekete dönüştürülmesi gerekmektedir. İşin aslı, koşullar bir araya geldiğinde, halka karşı kullanılan şiddetli baskı güçlerini parçalamak, yenmek ve bunları dağıtmak için milyonlarca kişinin verdiği mücadele ile kapitalizm-emperyalizmin bu beyaz üstünlükçü sistemini devirmek gerekiyor. Biz devrimci komünistlerin gündemi budur. Ve sizin de bu şekilde hareket etmeniz gerekiyor.

Bir şey daha var: Bu ülkede bir hesaplaşma yaklaşıyor. Her gün inşa ediliyor. Amerikalı olmayan halklara karşı olan, onlardan nefret eden, beyaz üstünlüğünün, erkek egemenliğinin ve şovenizmin daha da baskıcı bir biçimi olan faşizmi uygulamak isteyen taraf ile buna karşı çıkan taraf arasındaki bir hesaplaşma. Halk bugün kazansa bile, birkaç gün önce beyaz üstünlüğüne ve polis terörüne karşı koyan iki silahsız savaşçıyı öldüren silahlı adamlarından birinin serbest kaldığını unutmayalım.

Faşistler ve ırkçılar saldırmaya devam edecekler… Bu sistemin getirdiği çılgınlıktan gerçekten özgürleştirici bir geleceği çıkarmak için bir araya gelmek için adaleti seven insanları uyandırmalıyız.

Bu devrime katılın. Bunun hakkında bilgi edinin. Devrimci lider ve yeni komünizmin yazarı Bob Avakian’ın çalışmalarını inceleyin. Bunun bir parçası olun. Şimdi harekete geçin! Kaybedecek zaman yok.




Amerikan Yerlilerinin 1973 Yılı Wounded Knee Silahlı İşgali

Editör Notu: Aşağıdaki makale 8 Kasım 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Kaynak için bkz: The 1973 Armed Occupation of Wounded Knee by Native Americans | revcom.us


ABD birliklerinin 1890’da Wounded Knee (Yaralı Diz)’deki katliamından sonra, Dakota halklarının sonuncusu “rezervasyon” adı verilen toplama kamplarına kapatılmaya zorlandılar. Federal yetkililer, yerli halkı çiftçi olmaya, dillerini ve kültürel kimliklerini terk etmeye, kendilerini “ABD vatandaşları” olarak görmeye ve ABD toplumu içinde asimile olmaya zorladı. Yerli halktan çocuklar çalındı, dillerini konuşmaları yasaklandı. Ayrıca geleneksel dini törenler yasaklandı.

1960’larda gezegeni kasıp kavuran radikal protesto ve devrim dalgasının bir parçası olarak, ABD’nin Yerli halkları arasında büyük bir direniş hareketi ortaya çıktı. En yüksek noktası, 1973’te Wounded Knee’nin silahlı olarak ele geçirilmesiyle kendini gösterdi. 27 Şubat’ta, Yerlilerin 200 arabalık kervanı ve Amerikan Kızılderili Hareketi’ndeki (AIM) aktivistlerin önderliğindeki destekçileri, karanlığın içinden Pine Ridge Yerli Rezervasyon alanındaki Wounded Knee kasabasına doğru yol aldılar. Vardıklarında, Dakota’nın Yerli halkları için geniş ve kesintisiz bir alan vaat eden 1868 Fort Laramie Antlaşması hakkında duruşma talep eden bir bildiri yayınladılar.

Yerli Amerikalılar kendi siperlerini kazdılar ve barikatlar kurdular. İnsanlar yiyecek, ilaç ve mühimmat getirmek için hükümet barikatlarını aştılar…

ABD hükümeti, üzerinde altın bulunduğu için bu araziyi şiddetle geri çaldı. ABD hükümetinin Yerli İşleri Bürosu (BIA) ve Pine Ridge’deki şiddetli baskı uygulayıcıları olarak hizmet eden aşiret hükümeti hakkında soruşturma talep edildi.

Agents of Repression kitabının belgelediği gibi, “İç Savaştan bu yana ABD Ordusunun bir iç operasyonda sevk edildiği bu ilk olayda, Pentagon, Wounded Knee’yi 17 zırhlı personel taşıyıcıyla işgal etti. 130.000 adet M-16 mühimmatı, 41.000 adet M-1 mühimmatı, 24.000 adet fişek, 12 M-79 bombası fırlatıcı, 600 kasa C-S gazı, 100 mermi M-40 patlayıcı, helikopterler, hayalet jetler ve personel, hepsi [en üst düzey Nixon yardımcısı] General Alexander Haig’in yönetimindeydi.”

Yerli Amerikalılar siper kazdılar ve barikatlar kurdular. İnsanlar yiyecek, ilaç ve mühimmat getirmek için hükümet barikatlarını aştılar. Genellikle yürüyerek veya at sırtında taşıdılar. 70 gün boyunca neredeyse her gün silahlı çatışmalar yaşandı. Köye on binlerce mermi artı göz yaşartıcı gaz atıldı. Savaşçılar silahlarını bırakıp teslim olmaya zorlandı.

Sağlam Bir Duruş, Geniş Destek

Milyonlarca insan Wounded Knee’deki direnişten ilham aldı. Diğer kabileler, büyük şirketlerle imzaladıkları madencilik sözleşmelerindeki kiralama iptal etti. 60’tan fazla farklı kabileden yerli halk, içerideki kardeşlerine katılmak için ablukalardan sızdılar. Yüzlerce insan, içerideki insanlara katılmak veya yiyecek ve tıbbi malzeme getirmek için tepelerin üzerinden kilometrelerce yürüdü. Wounded Knee’deki klinikte doktorlar ve hemşireler yardıma geldiler. Dünyanın her yerinden destek telgrafları geldi. ABD ve dünyanın birçok şehrinde on binlerce kişi destek gösterileri düzenledi.

Hükümet, yiyecek, malzeme ve yeni askerlerin Wounded Knee’e ulaşmasını durdurmak için takviye kuvvetler getirdi ve yoğun devriyeler kurdu. Savunucuları aç bırakmaya kararlıydılar. 11 Mart’tan sonra, giderek daha az malzeme hükümetin barikatlarını aşmayı başardı. 26 Mart’ta telefon hatları kesildi. Büyük medya gitti. O gece hükümet büyük bir püskürtme başlattı. Yerlilerin kampına 20.000’den fazla mermi attılar. Ertesi gün hükümet içeridekiler hakkında onlarca iddianame yayınladı.

5 Mayıs’ta Beyaz Saray, temsilcilerin Fort Laramie Antlaşması hakkında konuşmak için Sioux şefleriyle haftalar içinde buluşacaklarına söz verdi. Yerlilerin silahlarını bırakmaları şart koşuldu. Yerliler işgallerine son vermeyi kabul ettiler. Nixon’ın Beyaz Sarayı anlaşmayı hemen bozdu. 31 Mayıs’ta Nixon’ın yardımcısı, yüzlerce Yerliye şöyle yazan bir mektup sundu: “Amerikan Yerlileri ile anlaşma günleri, 102 yıl önce 1871’de sona erdi…”

Sonraki üç yıl boyunca, düzinelerce AIM üyesi ve destekçisi, şüpheli koşullar altında Pine Ridge bölgesinde öldürüldü. AIM lideri Leonard Peltier, iki FBI ajanını öldürmekle suçlandı ve 1977’de hapse atıldı. Savcılar ve federal ajanlar aleyhine deliller ürettiler (“cinayet silahı” olarak adlandırılanlar da dahil); masumiyetinin kanıtları karartıldı. İşkenceli sorgulama teknikleriyle elde edilen yalan ifadelere dayandılar; göz ardı edilen mahkeme kararları ile jüriye yalan söylendi. Şaşırtıcı sayıda anayasa ihlaline maruz kalan Peltier, haksız yere hapiste tutuluyor.

* * *

Belgeler ve arka plan için bakınız:

*”Wounded Knee’den Gelen Sesler: İnsanlar Ayaktalar” – Akwesasne Notes tarafından yayımlandı

*”Çılgın Atın Ruhunda” – Peter Mathiessen

*”Baskının Ajanları: FBI’ın Kara Panter Partisine ve Amerikan Kızılderili Hareketine Karşı Gizli Savaşları”, Ward Churchill ve Jim Vander Wall tarafından yayınlandı.

*Uluslararası Leonard Peltier Savunma Komitesi: https://www.whoisleonardpeltier.info/

*Wounded Knee’deki olaylara dayanan Thunderheart filmine bakabilirsiniz.

Ayrıca bknz: American Crime Case #72: Wounded Knee Massacre, 1890 | revcom.us




Biden’ın Adalet Departmanı Kararını Verdi: Jacob Blake’i 7 Kez Vuran Polis İçin Suçlama Yok!

23 Ağustos 2020’de, 29 yaşında bir siyahi olan Jacob Blake Jr. arabasına girerken Wisconsin-Kenosha polisi Rulen Sheskey tarafından sırtından 7 kez vurulmuştu. Arabanın içinde, polisin ahlaksızca babalarını vurduğunu izlemek durumunda kalan üç küçük çocuğu bulunuyordu. Saldırı Blake’i felç bıraktı. Bir yılın ardından 8 Ekim’de, Biden yönetiminin adalet departmanı, Sheskey’e karşı hiçbir federal suçlamanın yapılmayacağını açıkladı. Wisconsin eyalet savcıları, önce kovuşturmayı reddettiler ve polis orada bulunan diğer polislerin “kurallar” gereği görevlerini yaptıklarını söyledi.

Federal savcıların suçlama yapmamasının nedeni “memurun, aşırı güç kullandığını kanıtlamak için yeterli kanıt eksikliği” idi. Blake’nin babası Jacob Blake Sr., “Oğlum sırtından tam yedi kez vuruldu, sizce bu aşırı değil mi?” dedi.

Geçen yıl, polis Sheskey serbest bir şekilde ortalıklarda dolanırken, Jacob Blake Jr. hastane yatağında, hasarlı bir omurilik, omurga, mide, böbrek, karaciğer ve kolon ile hareket edemiyordu. Babası, “Oğlumu yedi kez vurdular, yedi kez, sanki önemli bir şey değilmiş gibi… Fakat hayır, benim oğlum önemlidir, o bir insandır ve önemlidir!” dedi.

NBA yıldızı Lebron James, Jacob Blake’in polis tarafından vurulma videosunu gördüğünde Twitter’da şunu paylaşmıştı: “Sizler polise niçin böyle dediğimizi mi merak ediyorsunuz? Birileri bana lütfen bunun ne sikim iş olduğunu söylesin???!!! Tam olarak bir başka siyahi hedefleniyor. Bu yaşananlar çok yanlış ve çok üzücü! Onun için çok üzgünün, ailesi ve halkı adına çok üzgünüm!! Bizler adalet istiyoruz!”

Kenosha polisleri tarafından vurulan Jacob Blake, ABC News “Günaydın Amerika” programında 14 Ocak’ta verdiği bir röportaj esnasında…

Jacob Blake’in vurulmasına yanıt olarak, Kenosha halkı, George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinden sonra siyahi halka yönelik baskıları protesto eden milyonlarca insanın ayağa kalkmasının ardından doğru bir ayaklanma içinde başını kaldırdı. Ayaklanmalar, göz yaşartıcı gaz ve biber spreyleri kullanan Kenosha polisleri tarafından bastırılmaya çalışıldı. 24 saat içinde, 1000 kadar ulusal askeri muhafız gönderildi. Ertesi gün, faşist bir milis grubu olan “Patriots” “silahları alma” ve Kenosha’yı “kötü haydutlara” karşı savunma çağrısı yaptı. Sahnedeki polisler bu silahlı faşistleri memnuniyetle karşıladılar, onlara su verdiler ve kendilerini açıklamaları ile takdir ettiler. Takdir ettikleri kişilerden biri olan Kyle Rittenhouse, tüfeği ile sokaklara çıktı ve iki kişiyi -Joseph Rosenbaum ve Anthony Huber’ı- öldürdü. Gaige Grosskreutz’ı ise ciddi şekilde yaraladı.

Jacob Blake’i vuran pisliğin kovuşturmaya tabi tutulmaması kararı, George Floyd’u katleden Derek Chauvin’in mahkumiyetini düşünen herkes için soğuk ve sert bir derstir. Adalet departmanı, onu vuran polisin suçlanmayacağını açıklamadan önce, Jacob Blake, tekrar yürümeyi umduğunu söyledi “ama gerçekten hayatta kalacağımı hissetmiyorum çünkü tekrar başıma gelebilir. Bir şey değişene kadar hayatta kalamam.” dedi.

Jacob Blake’i serbest bırakmak isteyen pisliğin, bu baskıcı sistem ve silahlı uygulayıcıları tarafından siyahi halka karşı işlenen ve hiç bitmeyen suç listesinin bir parçasıdır. Sistemin zorbalıklarına karşı öfke ve bunlara karşı protesto haklıdır. Fakat buna bir son vermek için gerçek bir devrimi gerektirecektir, daha azını değil!


Editörün Notu: Aşağıdaki makale 11 Ekim 2021 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır. Kaynak için bkz: Biden’s Justice Department Decides: No Charges for Pig Who Shot Jacob Blake 7 Times in the Back | revcom.us




Irkçı Tulsa Katliamı Part 2: Bazı Önemli Sorular ve Kesin Cevaplar

Editörün notu: Aşağıdaki yazı Bob Avakian’ın 2 Haziran 2021’de Tulsa Katliamına ilişkin yazdığı ikinci yazıdır. Joe Biden, Tulsa Katliamını anarak Tulsayı bu tarihte ziyaret eden ilk Amerikan başkanı olmuştur. Amerika’da hakim sınıflar kendi aralarında şiddetli bir kavganın içerisindedirler ve iki tarafta kendi koşullarında ‘’radikalleştikçe’’ bu diğer tarafı da somut adımlar atmaya itmektedir. Bugün Teksas’ta yaşanan kürtaj yasağı yasası da Biden’ın açıklamaları da hakim sınıflar arasındaki tutkalın bir arada tutulamaz halini yansıtmaktadır. Yazının çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.


Bu yıl, 1921 yılında, aralarında pek çok polisin de olduğu silahlı ırkçı beyaz çetelerin Oklahoma, Tulsa’da yüzlerce Siyahiyi öldürüp binlercesini terörize ettikleri, Siyahilerin kiliselerinin, hastanelerinin, evlerinin, okullarının, kütüphanelerinin ve iş yerlerinin bulunduğu mamur topluluklarını yaktıkları Tulsa Katliamı’nın 100. Yıldönümüyle beraber şu sorular gündeme geldi:

Bunun olduğu zamanda Cumhuriyetçi ya da Demokrat Parti’den kaç politikacı bu ırkçı katliamı kınamıştır?

Bu katliamın ışığında ve içerisinde yoğunlaştığı her şey dahilinde bu politikacılardan kaç tanesi şunu öne çıkarmayı bırakmışlardır: ‘’Burası dünyanın en yüce ülkesi’’?

Bu soruların cevapları barizdir.

Peki ya şimdi:

Bu ülkenin gerçekleri ve gerçek tarihi ile ilgili ortaya çıkartılan her şeyin ışığında hakim sınıfların politikacılarından kaç tanesi bu ülkenin ‘’dünyadaki en yüce ülke’’ olmadığını söylüyor?

Bunun cevabı da diğer sorularınki kadar barizdir.

Ve işte çıkartılması gereken kesin ve net sonuç: Bu sistem işlediği canavarca suçlardan ötürü suçludur. Ve bu sistem gibi onun temsilcileri, görevleri ve şunları söyleyen uygulayıcıları da dahil olmak üzere hepsi suçludur: ‘’Evet, ‘’orijinal günah’’ olan bir kölelik geçmişimiz var ve sistemik ırkçılık hala bir problem ama burası hala dünyanın en yüce ülkesidir ve ‘’daha da mükemmel bir birlik’’ için beraberce çalışıyoruz.’’

SAÇMALIK!

Sisteminiz her zaman insanlığa karşı canavarca suçlar ve kitlelere karşı dünyanın her yerinde savaş suçları işlemiştir ve şu anda da işlemeye devam etmektedir.

Ve de Tulsa Katliamı ile ilgili ilk yazıda (Irkçı Tulsa Katliamı: En Temel Ders) da söylediğim üzere: Bu sistem hakimiyetini sürdürdüğü müddetçe bunu yapmayı asla bırakmayacaktır-bırakamaz. Bu kesin bir şekilde kavranması ve harekete geçilmesi gereken bir derstir! [i]

Ve aynı yazıda şu ifade vardı:

Buradaki soru kapitalist-emperyalist sistemin gidip gitmemesi gerektiği sorusu değildir, ancak Tulsa Katliamı gibi olayların bir çeşit ‘’istisna’’ değil ‘’kural’’ olduğunu ve bunun sistemin yoğunlaşmış olarak sadece bu ülkede değil ama dünyanın her tarafında kitlelere nasıl davrandığı realitesinden bıkmış ve öfkelenmiş milyonlarca insanın devrimci mücadelesiyle ne kadar sıra süre içerisinde gideceğidir.[ii]


[i] http://yenikomunizm.com/irkci-tulsa-katliami-en-temel-ders/

[ii] http://yenikomunizm.com/irkci-tulsa-katliami-en-temel-ders/




Irkçı Tulsa Katliamı: En Temel Ders

Bu yıl, 1921 yılında, aralarında pek çok polisin de olduğu silahlı ırkçı beyaz çetelerin Oklahoma, Tulsa’da yüzlerce Siyahiyi öldürüp binlercesini terörize ettikleri, Siyahilerin kiliselerinin, hastanelerinin, evlerinin, okullarının, kütüphanelerinin ve iş yerlerinin bulunduğu mamur topluluklarını yaktıkları Tulsa Katliamı’nın 100. yıldönümü. Ve bu tarz katilce bir baskı, pek çok biçimde bu sistemin hakimiyeti altında hem bu ülkede hem de dünya çapında hala devam ediyor. 

DAVA KAPANDI. Bu sistem, en başından itibaren bugüne kadar insanlığa karşı işlenmiş en gaddarca suçları işlemiştir. 

Bu sistem hakimiyetini sürdürdüğü müddetçe bunu yapmayı asla bırakmayacaktır-bırakamaz. Bu kesin bir şekilde kavranması ve harekete geçilmesi gereken bir derstir! 

Buradaki soru kapitalist-emperyalist sistemin gidip gitmemesi gerektiği sorusu değildir, ancak Tulsa Katliamı gibi olayların bir çeşit ‘’istisna’’ değil ‘’kural’’ olduğunu ve bunun sistemin yoğunlaşmış olarak sadece bu ülkede değil ama dünyanın her tarafında kitlelere nasıl davrandığı realitesinden bıkmış ve öfkelenmiş milyonlarca insanın devrimci mücadelesiyle ne kadar sıra süre içerisinde gideceğidir.


Yazının kaynağı için tıklayınız.