AKP-MHP iktidarından ardı ardına gelen “olay” açıklamalara bir yenisi de Erdoğan tarafından “helallik” istenerek eklendi ve halihazırdaki ekonomik krizin yamalanamayacak olduğunu gösterdi. Ekonomik kriz bir sistem sorunudur ve ağırlaşan pandemi koşullarında bir dünya sistemi olan kapitalist-emperyalizmin önemli bir çelişkisi olarak ön plana çıkmaktadır. Bununla birlikte ekonomi sadece ekonomi değildir. Mevcut ekonomik ilişkilerin nasıl ilerlemesi ve pekiştirilmesi gerektiği bu ekonomik ilişkilere yön veren hakim sınıflar ve onların aldığı rejimler tarafından belirlenir. Ve rejimin, onu temsil eden hakim sınıf kliğinin selameti, bu ekonomin “sürdürülebilir” olmasına da bağlıdır -her ne kadar tek neden bu olmasa da.
“Helallik” neyin itirafıdır?
Erdoğan, pandemi vesilesiyle uygulanan kısmi kapanmanın yakında kalkacağını “Kısıtlamalardan etkilenen esnaflarımızın bir kısmı ile turizm sektörümüze de bu zor dönemde ayakta kalabilmeleri için her türlü desteği vermenin gayreti içerisindeyiz. Buna rağmen sıkıntıya düşen esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden hellalik istiyoruz” açıklamasıyla duyurdu. Peki ne oluyor da “Reis”, helallik istiyor? Erdoğan’ı “helallik” istemeye iten neden, ekonomik krizin derinlemesine bir biçimde toplum tarafından hissedilmesidir. Sürekli olarak yükselen faiz, alım gücünün düşüşünün engellenememesi ve küçük ve orta ölçekli işletmelerde gerçekleşen iflaslar ya da “ödenemeyen” kredi borçları, Erdoğan’ı bu açıklamayı yapmaya zorunlu kılmıştır.
AKP-MHP hükümeti, pandemi süresi boyunca büyük sermaye gruplarına mali destekte bulunmaktan çekinmedi. Bu destekler özellikle de kendi rejimini destekleyen ve hizmet sektöründe bulunan sermaye gruplarına yönelikti. Türkiye’de küçük ve orta seviyeli işletmeler istihdamın %75’ini oluşturmakta ama bu işletmelere yapılan “yardımlar” kredi destekleri şeklinde. Şayet bu işletmeler etkileri uzun sürecek olan pandeminin de derinleştirdiği krizi aşabilirlerse, aldıkları borçları ödemekle mükellefler. Diğer yandan ise temel kitleler için doğrudan gelir, kira ve ücret yardımı sadece 52 milyar lira. Halbuki aynı hükümet, önümüzdeki 3 sene için Şehir Hastanelerine hazineden 60 milyar lira ödemede bulunacak. Euler Hermes Küresel İflas Raporuna göre, Çin’in GSYH’si Türkiye’nin 20 katı (Çin 14,4 trilyon, Türkiye 717 milyar dolar) fakat 2020’de Çin’de iflas eden işletmelerin sayısı Türkiye’den düşük kalıyor.[i] Tüm bunlar mevcut rejimin nasıl ve hangi temelde ekonomik kriz ile “cebelleştiğinin” resminin yalnızca bir kesimini bizlere gösteriyor.
Daha önce Kapitalizm, Kriz ve Yoksullaşma yazısında da vurguladığımız üzere, “Yaşadığımız toplumda şahsi mülkiyet edinme, üretim ilişkilerinin temelini oluşturmakla birlikte özellikle rant ekonomisi bu mülkiyet ilişkilerini bazen zor duruma sokan bir seviyeye varmaktadır. Çünkü rant, sadece bazı gruplarda aşırı bir servet birikimi sağlar. Rant, tüm kapitalist-emperyalist dünyanın “olağan” bir işleyişidir lakin rantın ekonomiye hâkim olduğu bir düzende gelir bölüşümü daha fazla derinleşir ve makas gittikçe açılır.”[ii]
Rant ekonomisinin ilişkisinin ayyuka çıkan bir örneğine yönelik Hakkı Özdal’ın gazeteduvar’da, Gençağa Karafazlı’nın, MHP’li İkizdere Belediye Başkanı Hakan Karagöz ile yaptığı röportaja şu yorumu gerçekten de çarpıcıdır: “Başlığa çıkan “Cumhur İttifakı’na zarar veremem” sözlerinde belirginleşen açmaz, başka pek çok olayda olduğu gibi burada da ‘şirket’ ile ‘devlet’in iç içe geçtiği, birbirlerinin içinde çözündükleri bir durumla doğrudan ilgili. Belediye başkanı, bu röportaj boyunca muhataplık açısından 18 kez ‘devlet’ ve yalnızca 1 kez ‘şirket’ ifadesini kullanıyor. Ve bir yerde de şöyle diyor: “Devlet diyor ki, ben alacağım, ben burada bir yatırım yapacağım”… Cengiz Holding ile ‘devlet’in birbirinin içinde çözünmesi, belediye başkanının kendini savunmak için o ‘devlet’i bir totem olarak havaya kaldırdığında apaçık ortaya çıkıyor.”[iii] Burada şuna açıklık getirmek gerekir devlet bir sınıf aracıdır ve T.C devleti, kuruluşundan bu yana ezen sınıfların çıkarlarını ne pahasına olursa olsun savunmuştur. Bu örnekte ise “Devlet’in totem olarak havaya kaldırılması”, devletin sınıf niteliğini ve bugünkü rejimin kendi rant ekonomisi için nasıl kullandığını teşhiri açısından çarpıcı bir örnektir.
Rejimin ardı ardına Merkez Bankası müdürü kovması ve maliye bakanı değiştirmesi ekonomik krizin gözle görünür kılınmasını sağlamıştı. Lakin rejimin yaptığı tüm müdahaleler birincil olarak “pazarın ihtiyacını” gözetmek yerine, üzerinden yükseldiği ve gücünü aldığı sermaye gruplarını korumaya yönelikti. Rejim kapitalist üretim ilişkilerinin değişmez yasası “arz-talep” döngüsünü tamamen tersine çevirmiş, “talebi” sağlayacak olan temel kitlelerin ve orta kitlelerin alım güçlerinin “dengelenmesi” ve “güçlendirilmesi” yerine, rant ekonomisini harekete geçirerek, kendi sermaye gruplarını “garantiye” almaya çalışmıştır.
Diğer yandan ise yeni vergilendirmelerle halk kitleleri daha da yoksullaştırılmıştır. İstihdam edilen toplumun yüzde 52’sinin asgari ücretle (2825 lira) yani 8 bin lira olan fakirlik sınırının altında yaşadığı bir toplumda “ekonomik müdahale” yaması istenilse dahi tutmaz. Bundan ötürüdür ki Çavuşoğlu “Turistin göreceği herkesi aşılayacağız” açıklamasında bulunmakta ve Turizm Bakanlığı insanları aşağılarcasına “keyfine bak, ben aşılandım” diye dünya çapında reklamlar yapabilmektedir. Zira turizm, Türkiye’nin birinci derecede döviz kaynağıdır. 128 milyar doların “eridiği” bir dönemde Türkiye bu kaynağa en az hava kadar muhtaçtır.
Yukarıdaki tabloya şu da eklenmelidir. Pandemiyle birlikte, işten çıkarmalar (yasal olarak) yasaklanmıştır. Yasakların kalkmasıyla birçok KOBİ – ve hatta büyük sermaye grupları- işten çıkarmaya gidecektir. Bu halihazırdaki alım gücünü derinden etkileyecek ve verili ekonomik ilişkilerin daha büyük krize girmesini engellemek için rejimi dış borç almaya zorlayacaktır -ki AKP IMF’den borç almamasıyla övünen bir hükümetti. 19 yıllık iktidarı boyunca, ekonominin görece “iyi” olması sayesinde de tutunan rejimin, bir ayağının kırılacağı ve “topallamaya” girebileceğini göstermektedir.
“Erken seçim” gerçekten de kurtuluş mu?
“Helallik” istemi toplumun büyük bir kesimince olumsuz karşılandı ve hakim sınıfların “muhalefet” kanadı, insanların haklı tepkisini kendi saflarında örgütlemek için gecikmedi. Burjuva muhalefetin lokomotifi görevini gören CHP’nin başkanı Kılıçdaroğlu; “Türkiye’yi seviyorsa erken seçim yapmalıdır” diyerek sandığı gösterdi. Rejimin eski gücünde olmaması, bir nevi “hastalıklı adam” pozisyonunda olması ve neredeyse rejimin temsilcilerinin yaptığı birçok açıklamanın ve girişimin toplumun önemli bir kesiminde infial yaratacak düzeye gelmesine neden olmakta. Kürt sorunu, Kürt halkına yönelen faşist saldırılar ve Kürdistan’da yapılan askeri operasyonlar, toplumun bir kesimi tarafından tepkilerle karşılansa dahi, diğer toplumsal sorunlarda ortaya koyulan duyarlılık görülmemektedir. Burada Türk hakim sınıflarının ezen ulus şovenizminin kimi ilerici, “sol” ve rejim karşıtı güçler üzerinde ki etkisinin ağır ve kanser eden bir etkisinin olduğu söylenmelidir. Başka bir gelecek isteyen herkesin bu tümörü söküp atması elzemdir!
Mevcut rejim, Türk hakim sınıflarının gerek uluslararası alandaki gerek bölgedeki gerekse de Türkiye/Kürdistan’da yaşadığı zorluklara İslamcı Türkçü ve faşist bir nitelik barındırarak cevap olmaya çalışmıştır. Ortadoğu’dan Kafkaslara, Kuzey Afrika’ya kadar bölgesel bir güç olarak cevap verme ve bunları Türk hakim sınıflarının çıkarı için yapabilme zorlukları, İslamcı Türkçü faşist rejimin çelişkilerini hem Türkiye/Kürdistan’da hem de uluslararası alanda derinleştirmiştir. Her ne kadar Türkiye hala “bölgesel aktör” olarak yoluna devam etse bile, önemli oranda yalnızlaşmış, sıkışmış ve emperyalistler arasındaki çatışmalara bağlı kalarak “dayanak” bulabilecek duruma gelmiştir.
Rejimin siyasi zorluklarına eklenen ekonomik zorlukları -ki bunlar karşılıklı olarak birbirini güçlendiren unsurlardır- burjuva muhalefetin “alternatif” olarak yükselmesine neden olmuştur. Mevcut burjuva partileri -ister liberal, ister “muhafazakar” isterse aşırı sağcı, ırkçı olsun- Türk hakim sınıflarının çıkarlarını kapitalist-emperyalist üretim ilişkilerine daha fazla entegresini ve onun siyasal uygulamalarına daha az “itirazı” içerir. İşin özü İslamcı Türkçü faşist rejimle, ona açık muhalefet eden hakim sınıfların arasındaki çatışma, dünya kapitalist-emperyalist sistemin içerisinde, Türk hakim sınıfları çıkarlarının nasıl ve hangi biçimde yönetileceği konusundaki tartışmayı içerir. Ve ifadesini bulan “erken seçim” çağrısı bu çatışmanın “hesaplaşma” meydanı olarak kendisini gösterir. Bob Avakian’ın Yeni Bir Yıl İçin Mesaj Açıklaması’nda da söylediği üzere “Toplumdaki ve dünyadaki temel bölünmeleri, bu ülkedeki ve bir bütün olarak dünyadaki halk kitlelerinin temel çıkarlarını temsil etmez. İnsanlığın karşı karşıya olduğu derin sorunlar da bu şekilde çözülemez, ve aslında daha da kötüye gidebilir. Bu canice baskıcı ve sömürücü sistemin sınırları içinde kalındıkça ve dünyaya bu durum hakim olmaya devam ettiği sürece, kaos ve yıkım büyük ölçekte açığa çıkmaya devam edecektir.”[iv]
Sadece gerçek bir devrim insanlığı kurtarabilir!
RCP (Devrimci Komünist Parti)’nin Gerçek Bir Devrim İçin Şimdi Örgütlenmeye Yönelik Bir Deklarasyon, Bir Çağrı’sından şu sözleri aktarmakta fayda var:
‘’Bu kapitalizm-emperyalizm sistemi, dünyanın her yerinde çocuklar da dahil olmak üzere halk kitlelerini sömürerek ve onlara zulmederek, kullanarak ve istismar ederek yönetiyor ve onlardan kâr sağlıyor; tüm insan gruplarına insan değilmiş gibi muamele ederek; yoluna çıkan kişileri katlederek; halkları kitle imha silahlarıyla tehdit ederek; çevreyi yok ederek bunu yapıyor. İktidarda kim olursa olsun bu sistemin işleyebilmesinin tek yolu budur ve bu sistem altında işler ancak daha kötüye gidebilir. Bütün bunlar neden bir devrime ihtiyacımız olduğunu bize gösterir. Bob Avakian (BA) bunu çok açık bir şekilde ifade etmiştir: “İki seçeneğimiz var: Ya bütün bunlarla yaşamaya devam edeceğiz ve gelecek nesillerde -ki eğer bir gelecekleri olacaksa- aynısını hatta beterini yaşamaya devam edecek, ya da devrim yapacağız!”[v]
Yukarıdaki açıklama sadece içinde yaşadığımız dünyanın dehşetlerini ortaya koymuyor, aynı zamanda da bu dehşetlerden ve bunu sürekli olarak pekiştirip üreten sistemden kurtulabilmenin bilimsel bir stratejisini sunuyor. Erken seçimin olması ve hatta AKP-MHP’nin olası bir yeni hükümet oluşturamaması, rejimin suçlarını daha fazla sorgulanır koşulların yaratılması açısından pozitiflik yaratacaktır. Ve bu durum hakim sınıfların “muhalif” olanları tarafından sistemin başka türlü güçlendirilmesi için kullanılmasıyla birlikte, devrim için azımsanamayacak bir potansiyeli de barındırır. Lakin rejimin suçlarının -her ne kadar bu sistemin en aleni ve cani bir biçimi olsa bile- bu sistemin işleyişine içkin olduğu ve ancak sistemin alaşağı edilmesiyle birlikte gerçek bir kurtuluşun sağlanacağı kalkış noktamızdır. İhtiyacımız olan şey gerçek bir devrimi haritaya koymak için “devrim için yeniden kutuplaşmadır”. Bu sistemin yaralarının “sosyal demokratik” ya da “radikal demokratik” olarak tekrardan kapanması değildir. Nihai hedefi dünya çapında, her türden baskının ve sömürünün olmadığı bir gelecek olan komünist bir devrimi gerçekleştirmek varken, neden daha azına razı olalım!
Dipnotlar:
[i]https://www.eulerhermes.com/content/dam/onemarketing/ehndbx/eulerhermes_com/tr_TR/documents/economik-yay%C4%B1nlar/euler_hermes_kuresel_iflas_raporu.pdf
[ii] https://yenikomunizm.com/kapitalizm-kriz-ve-yoksullasma/
[iii]https://www.gazeteduvar.com.tr/yalikavaktan-ikizdereye-tek-devlet-tek-sirket-makale-1522330
[iv]https://yenikomunizm.com/bob-avakiandan-yeni-yil-aciklamasi-tum-insanligin-kurtulusu-icin-kokten-yeni-bir-dunyaya-yonelik-acil-ihtiyac/
[v]https://yenikomunizm.com/gercek-bir-devrim-icin-simdi-orgutlenmeye-yonelik-bir-deklarasyon-bir-cagri/