Dünyanın ana gündemi olmuş olan COVID-19 pandemisi geçtiğimiz haftalarla beraber etkilerini Türkiye’de de göstermeye başlayarak hayatı etkisi altına aldı. Açıklanan rakamlara göre dünya genelinde otuz bini aşkın kişi hayatını kaybeti. Bu rakam şimdilik Türkiye’de yüz civarlarında seyrediyor. Görülen vaka sayısı ise dokuz bini geçmiş durumda. Durum dünya genelinde gittikçe kötüleşmekle beraber insanlar normal hayatlarında da zorlukların altından kalkmaya çalıştıkları kapitalist-emperyalist sistemin, şimdi bir de global salgın boyutuyla başa çıkmaya çalışıyorlar. Ve bütün bu zorluklar karşısında sistemin egemen güçlerinin onlara sunacakları yardımları bekliyorlar, çünkü bunlara muhtaç kılındılar! Bir taraftan toplumun pek çok kesiminden iyi niyetli dayanışma ve yardımlaşma çağrıları gelirken bu çağrılar kapitalizmin anarşik örgütlenmesi karşısında bir hayli naif kalıyor. Nitekim sermaye kriz anlarında dahi genişleyip, kar etmek zorunda. Bunun Türkiye’deki en iyi örneği ise, şüphesiz ki insanlar bu pandemi sürecini nasıl atlatacaklarını düşünürlerken AKP’nin ihaleler aracılığıyla kendi ajandasına uymaya devam etmesi.
İhalelerle Amaçlanan ‘’Normalleşme’’
Geçtiğimiz günlerde Tayip Erdoğan’ın temsil ettiği rejim, yaklaşık değeri 500 milyon Türk Lirası olan ve kapsamları Kanal İstanbul Projesi içerisinde yer alan iki köprünün ihalesini gerçekleştirdi. Bu ihaleler aslında farklı noktalara işaret ediyor. Toplumun polarizasyonunun bir hayli keskin olduğu ve burjuvazinin İslamcı faşist kanadının iktidarı elinde bulundurduğu şu günlerde, çeşitli medya kuruluşları ve sosyal medyadan bazı insanlar bu durumu ‘’insafsızlık’’, ‘’gaddarlık’’ gibi çeşitli ifadelerle dillendirdiler. Evet doğrudur, bu yapılan apaçık bir insafsızlıktır ancak bu tepkileri dile getirenler ne yazık ki farkında olmadıkları, bu kapitalist-emperyalist sistemin temel çelişkisinin başat yanı olan anarşik örgütlülük itici bir güçtür ve ne bir insaf ne de bir vicdan üzerinden yürür. Kapitalist üretimin gelişimi olduğu gibi sermaye miktarının devamlı olarak artırılmasını zorunlu kılar. Ve şüphesiz, bunu yaparken kendini devam ettirebilmek adına maddi zeminde toplumsal çelişkileri yaratmaya devam eder.
Bugün tam anlamıyla AKP gerici rejiminin izlediği yol haritası da budur. Bir yandan kendi rejimini devamlılığını kılmak ve güçlendirmek için toplumu polarize etmekte diğer yandan ise zorunlu likidite ihtiyacı ve piyasaların durgunlaşmaması için bu ekonomik zorunluluğu hayata geçirmektedir. Öte tarafta ise Amerika’daki faşist Trump/Pence rejiminin topluma yaymaya çalıştığı ‘’herhangi bir olağanüstülük yok, her şey kontrol altında ve normal!’’ mesajının aynısını başta kendi kitlesi olmak üzere tüm topluma yaymak istemektedir. Gerici burjuvazinin yönetimde olduğu hemen her ülkede benzer programlar işlemektedir. Emperyalist İngiltere’nin sosyal Darvinist sürü bağışıklığı projesinden, Amerika’daki göçmenlere uygulanan vahşetin devam ettirilmesine, pek çok kamusal alanın açık kalmaya devam etmesine kadar sanki her şey yolundaymış imajı çizilmeye çalışılmaktadır. Ancak her şeyin yolunda olduğu yok! Dünya küresel bir virüs tehdidiyle mücadele içerisinde ve çok aşikar ki bu salgın toplumun en altta kalan kesimlerini diğerlerine nazaran çok daha kötü etkiliyor. Çünkü bütün bunlar olurken üretimin durmaması ve sermayenin gelişmeye devam etmesi gerekiyor.
Koronavirüs, #evdekal, ve bu düzen tarafından ölüme terk edilenler
Bilindiği üzere, 18 Mart’ta Tayyip Erdoğan koronavirüse karşı ‘’önlem’’ paketini açıkladı. Peki gerçekte bu önlemleri neyi önlüyor? Perakendecilerin, AVM sahiplerinin, tekstil-konfeksiyoncularının SGK prim ödemelerinin 6 ay ertelenmesinden; otelcileri ve turizm konaklama sektörünü rahatlatacak irtifak hakkı, hasılat payı ödemelerinin ertelenmesinden; firmaların bankalara olan kredi ve anapara ödemelerinin 6 aya kadar ertelenebilir olmasından, ihracatçılara sağlanacak olan stok finansmanı desteğine kadar bu ‘’önlemlerin’’ neyi önlemek istediği apaçık ortadadır! Özellikle kendi temsil ettiği burjuvazinin sektörel kaygılarını, likitide akışı endişelerini ve teminat açıklarını kapatmayı, ertelemeyi amaçlayan AKP rejimi, yıllardır süregiden ekonomik krizinin derinleşmesini istememektedir. Temsil ettiği sınıfın çıkarlarını bir an olsun düşünmemezlik yapmayan bu rejim adeta dalga geçercesine bir aylık emeklilik ikramiyesi gibi uzun vadeli hiçbir önlem ifade etmeyen sözde destek paketleri ile de alt gelir grubundan insanları resmen ölüme terk etmektedir.
Şüphesiz TC devleti ve tüm aygıtları, temsil ettiği sınıf olan burjuvazinin birer tahakküm aracıdır. Dolayısıyla her kriz esnasında olduğu gibi bu krizde de kendi sınıfının çıkarlarını savunacaktır. Burada özellikle irdelenmesi gereken bir mesele daha var, o da ‘’evdekal’’ gerçekliğidir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron açıkça bir savaşta olduklarını ve eczacılar, fırıncılar, market çalışanları, sağlık emekçilerinin savaşın en ‘’ön cephesinde’’ mücadele ettiklerini söylemişti. Aslında bu görüş sadece Macron’a özgü bir düşünüş biçimi de değildir. Bugün evlerinde kalmaları istenen insanların hayatlarını idame ettirmek için nereden finansman sağlayacaklarına verilen bir cevap olmadığı gibi toplumun en altındakiler bu en ‘’ön cephede’’ mücadele vermeye, resmen ölmeye zorlanmaktadırlar. Kapitalist-emperyalist sistemin işleyiş biçimi olan bu “ön cephe” mantığı, altta kalanın canı çıksın mantığı, kendisini milyonlarca insanın hayatına mal olan emperyal paylaşım savaşlarından tutun da sistemin jandarmalığını yapan ve bitmek bilmeyen talan, yağma savaşlarıyla toplumun alt tabakalarını ordularında yem olarak kullanma mantığına kadar defalarca kez göstermiş ve bu sistem altında da göstermeye devam edecektir.
Bütün Bunlara Mecbur Muyuz?
Bu kriz bizlere bir kez daha gösterdi ki kapitalistler her ne kadar ekonomiye çeşitli müdahaleler yaparak, bu sistemin dinamiklerine belirli boyutlarda müdahale etmeye çalışsalar dahi bu sistemin temel dinamikleri ve işleyiş biçimi bu krizle bütün insanlığın çıkarları için baş etmenin önünde kesinlikle bir engeldir. Ancak şu bir gerçektir ki bütün bunlara: doğanın talan edilmesine, ekolojik felaketlere, milyarlarca ve milyonlarca insanın ön cephe adı altında değersizleştirilmelerine, milyonlarca çocuğun önlenebilir hastalıklardan hayatlarını kaybetmelerine, sayıları milyonları bulan evsizlerin ve bu kriz anlarında en altta kalanların çektiği bütün bu acılara bir son vermek mümkündür. Ancak Bob Avakian’ın belirttiği gibi ‘’Bu sistemi, halkın büyük çoğunluğunun ve bir bütün olarak insanlığın çıkarına olacak herhangi bir şeye doğru reform etme fikri kadar gerçekçilikten uzak bir şey yoktur.’’1
Evet bu sistem reform edilemez ancak devrim yoluyla değiştirilebilir. Ve bunun için ihtiyacımız olan şey gerçek bir devrimdir. Bu konuda yine Avakian’dan bir alıntı yapmak gerekirse : ‘’İşin temeline inelim: Bir devrime ihtiyacımız var. Bunun dışındaki her şey son tahlilde saçmalıktır.’’2 Bugün, güncel pandemi krizi gibi zamanlarda sermayenin varolan işleyişinin aksine, insanları ve toplumsal kaynakları kolektif ve bilinçli bir şekilde yöneterek, halkın ihtiyaçlarını ilk sıraya koyarak, bugünkü kapitalist Çin değil vaktiyle devrimci olan Çin kolera, veba, çiçek hastalığı, beslenmeye bağlı pek çok hastalığın üstesinden gelmeyi başardı.3 Şimdi tekrar etmek gerekirse bütün bu geçmiş deneyimlerden öğrenmek, bununla birlikte insanlığın kurtuluşu için yepyeni bir çerçevenin parçası olarak daha da ileri gitmek için Bob Avakian’ın önderliğinde buluşarak ya gerçek bir devrim yapacağız ya da bu sefil sistem altında yaşamaya devam edeceğiz!
Referanslar:
1 Bob Avakian, Devrim Yapmak ve İnsanlığı Kurtarmak, El Yayınları, 2019
2 Bob Avakian, Devrim Yapmak ve İnsanlığı Kurtarmak, El Yayınları, 2019
3 Raymond Lotta, Bildiğiniz Zanettiğiniz Şeyleri Bilmiyorsunuz, https://yenikomunizm.com/raymond-lotta-ile-sosyalizm-uzerine-soru-cevap/
Add comment