2024 Mart yerel yönetim seçimlerinin üzerinden henüz birkaç ay geçmişken, rejim Esenyurt’la başlayan kayyum atamalarına hız veriyor. Aslında rejim seçimler öncesinde de kayyum uygulamalarına devam edeceğini, şayet “iller hizmet almak istiyorsa” Cumhur İttifakını desteklemesi gerektiğine dair tehditler savurmuştu. İktidar hem yandaş medya hem de “panik” saldığı sözde muhalif “ana akım” medya üzerinden, kayyım iklimini toplum üzerinde hakim kılmayı başarmıştı.
2024 yılı meclis açılışında Devlet Bahçeli’nin Dem Partili vekillerin elini sıkması ve “Öcalan’a umut hakkı verilsin” “beklenmedik” çıkışı ardından, çoğu insanın bir “çözüm süreci” beklediği koşullarda, rejimin ilk hamlesi, Kürtlerin son yüz yıldır olduğu gibi istikrarlı bir şekilde bastırılmasına yönelik ağır şovenist siyasettin devam ettiğini göstermesi oldu. AKP/MHP iktidarı, kuruluşunda olduğu gibi Cumhuriyetin yüzüncü yılında da Kürt sorununun bir ulusal sorun olarak değil bir “güvenlik sorunu” olarak gördüğünü aleni faşist uygulamalarıyla bir kez daha teyit etti. Esenyurt’ta adımı atılan Kuzey Kürdistan’a uzanan kayyumların temelinin harcı bu ülkenin kuruluşunda olan, Takrir-i Sükûn Yasası ile başlayıp, Şark İslahat Planı ile devam eden, Kürt ulusunun katliamlar ve sıkı yönetimlerle bastırılmasıyla uygulanan zehirli Türk şovenizminden başka bir şey değildir. İslamcı Türkçü Faşist rejim, Kemalist faşistlerin ayak izlerini takip ederek, Anayasaya tabi olmayan Umumi Müfettişlik teşkilatı yerine kayyumları koymuştur. Açıktır ki, Anayasayı ve temel insan haklarını hiçe sayan geçmişin ve “modern” zamanımızın bu benzer uygulamaları, sömürgeci ideoloji ve siyasetin hayata geçirilmesidir. Zira sömürgeciler, sömürge altına aldığı yerlerde kendilerini “yasa” ile sınırlamaz ve “müesses nizamı” kurabilmek için her uygulamaya başvurabilirler.
Kürt bölgeleri tüm iktidarlar açısından bir “laboratuvar” görevi görmüştür. Geçmişte Kemalistler, “Kürt isyanları var” diyerek, “üniter devletin çıkarları” için Kürtlerin bastırılmasını acımasız katliamlar, yerinden etmeler, sürgünler ve hapsetmeler ile gerçekleştiriyordu. Kürtlere saldırıların ardından gerek CHP içerisindeki gerekse dışarısındaki “muhalif” Türk hakim sınıflarını bu katliam sonrası yarattıkları terörize edilmiş siyasi atmosferde bastırıyordu. Kemalistler böylece “vatanın bölünmezliğini” sağlamış oluyordu. Bugün ise benzer bir siyaseti -yeni koşullarda- AKP/MHP ittifakının izlediğini görmekteyiz. Demokratik Özerklik ilanlarıyla başlayan ve rejimin 2016’daki darbe girişiminden sonra gücünü tahsis etmesiyle birlikte Kürtlerin bastırılması siyaseti yeniden pik yapmıştır. Siyasi temsilcileri tutuklanmış, partileri defalarca kapatılma tehdidine maruz kalmış, her bir aktif üyesine defalarca dava açılmış ve neredeyse Kürt siyasi hareketinin kazandığı tüm belde ve belediyelere kayyum atanmıştır. Rejim bir taraftan Kürtleri bastırırken, yaratmış olduğu gerici siyasi iklimde, hakim sınıfların “muhalif” kanadını da hedef göstermiştir. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde deepfake videolarla PKK’nin CHP’yi desteklediği dezenformasyonu yapmıştı. Rejim, 31 Mart yerel yönetim seçimleri sonrasında da, belediyelerin ezici bir çoğunluğunu “muhalif” partilere kaybetmesi sonrasında tekrar harekete geçmiş, özellikle de CHP belediyelerinin “terörle iltisaklı” olduğu resmini çizmeye çalışmıştır.
“Ustalık dönemindeki” Erdoğan, Bahçeli ağzıyla “Öcalan’a umut hakkını” dile getirdikten hemen sonra CHP’nin “eşit yurttaşlık” çıkışı, DEM parti kitlesinin ilgisinin İktidar yerine azımsanmayacak oranda CHP’ye kaydığını gösterdi. Zaten Kent Uzlaşısı altında uzun zamandır birlikte hareket eden CHP, Kürt reformist hareketinin bazı taleplerini -bunun ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz- “anayasal düzen içerisinde” savunabileceğini ileri sürdü. Erdoğan ise Türkiye içerisinde kalan -değişen bölge koşullarında- Kürtleri kendi tarafına çekme en azında tarafsızlaştırma yönelimi başlamadan paralize olmuş gibi duruyor. Bu siyasete paralel olarak, “terörizmle mücadele” de ise Dersim ve Ovacık Belediyelerine atanan kayyumlarla birleşik CHP-DEM portresi çiziyor. Rejim bu yeni atamalarla birden fazla amacı hedefleyebilir; bir yandan Türk şovenizminin ağır etkisinden olan kitlelere “CHP vatana ihanet ediyor” imajını verirken, diğer yandan ise DEM partiye “Kürt sorununu ben çözerim, başka yöne bakma” mesajı veriyor olabilir. Zaten kayyumlar atanmadan önce Ahmet Türk’ün de açıklaması da “Kürt sorunu çözmek isterse Erdoğan çözer, liderdir, güçlüdür” yönündeydi.
Seçilmiş belediye başkanlarının anayasal hakları hiçe sayılarak kayyum atanması bu rejimin kendisini hiçbir yasal zorunlulukla sınırlamama yönelimidir ve tüm faşist iktidarların ortak paydasıdır. Vicdanı iyiden ve güzelden yana olan herkesin bu faşist uygulamalara karşı olması gerekir. Bir diğer temel hakikat ise yasal olan her şeyin doğru olmadığıdır. Temel demokratik hakların savunusunun “yasal” çerçevede sürdürülmesi, ezilenleri egemenlerin çizdiği sınırlar içerisine hapseder ve bu sistemin suçlarına karşı gerekli isyanın bastırılmasının zeminini yaratır. Bir diğer temel hakikat ise, halk kitlelerinin iradesinin “seçimler yoluyla” tecelli ettiği zehirli anlayışıdır. Sömürü, yoksulluk, ezilen ulusların bastırılması, kadın cinayetleri, LGBT+ düşmanlığı, çevrenin talanı ve türcüğülün ortaya çıkardığı kırımlar, özcesi bu sistemin caniyane sonuçları “halkın iradesi” değildir bizzat ezilenlerin özgürleşmesinin önündeki ağır engeller ve cinayetlerdir. Bunları gerçekleştirenler ise seçimler yoluyla toplumun önemli bir kısmından “rızalık” alarak yaparlar. Seçilmişlerin apriori olarak “halk iradesi” olarak adlandırılması mevcut rejimin ve onun caniyane suçlarının “meşrulaştırılmasına” zemin hazırlar.
Sonuca doğru gelirken akılda tutulması gereken hususlardan biri de meselenin basit bir “demokrasiye darbe” olmadığıdır -her ne kadar yapılan uygulamalar anti demokratik olsa bile-. Burada hedeflenen, DEM parti üzerinden Kürt halkının bastırılması, Kürt sorunun inkarı ve mevcut olan sorunun “terör sorunu” olduğu propagandasının yapılmasıdır. Bu uygulamalar, bu cumhuriyetin DNA’sında mevcuttur ve ister Kemalist olsun isterse İslamcı, Türk hakim sınıfları, Kürtlerin en temel hakkı olan kendi kaderini tayin hakkını bastırmadan, rejimlerine devam edemeyeceğidir. Bu hem rejimlerini sürdürmek hem de hakim sınıfların ortak ve tartışmasız çıkarı olan “üniter devleti” sürdürmek açısından temel bir hakikattir. Bu sistemin sürekli olarak yol açtığı baskı ve sömürü ilişkilerinden kurtulmak için, gerçek bir devrim yoluyla köklerinden sökülüp atılması acil bir ihtiyaçtır.
Başka bir dünyayı arzulayan, bu sistemin ve onun halihazırdaki rejiminin şu ya da bu suçundan rahatsız olan herkesin ileri çıkıp, kayyum atamalarıyla Kürtlerin tekrardan bastırılmasına karşı çıkması gerekir. Bu ülkede ve bölgemizde özgür bir toplumun inşası için, ağır Türk şovenizmine karşı olmak, onun her türden saldırılarını püskürtmek tüm ilericilerin başlıca görevleri arasındadır.