AKP kısa süre önce “sokak hayvanlarını’’ sorun olarak görüp, çözümü için ‘’hem hayvanların hem de insan sağlığının’’ korunabilmesi adı altında yeni bir yasa tasarısı üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Mevcut hayvan hakları yasasının uygulandığı ama bir çözüme ulaşılmadığı, bu yüzden de yeni ‘’önlemlerin’’ içerildiği bir yasanın hazırlanarak ‘’sorunun’’ ‘’kökten çözümü’’ için harekete geçeceklerini duyurdular. Aslında AKP, sokakta yaşayan hayvanların korunması için yasanın hayata geçmesi için hiçbir şey yapmadı. Yasanın 6. maddesi sokakta yaşayan hayvanların belediyeler tarafından, hayvan bakım merkezlerine alınması, tedavilerinin ve kısırlaştırmalarının yapıldıktan sonra alındıkları yere bırakılmasını öngörmektedir. Yasa çıktıktan sonra uygulanabilseydi -ki bu uygulamalar için gerekli maliyet, katletmek için uygulanandan çok çok azdır-, sokaklarda güvensiz şekilde yaşamaya zorlanan bu kadar can olmazdı. Yaklaşık bir aydır ardı ardına yapılan açıklamalar, toplumun geniş kesimlerinde önemli bir tepki de yarattı. Bir gerici kutuplaştırma uzmanı olan Erdoğan toplumu yeniden kutuplaştırdı ve gelen reaksiyonlar karşısında kendi kitlesini daha gerici temelde kudurtmaya devam etti. Şimdi bu iki durumu detaylıca ele almak gerekir: Kendi başına çok önemli olan hayvan hakları sorunu ve gerici kutuplaştırmanın nesnesi olarak hayvan haklarına saldırı üzerine.
Hakikati gizlemek için kavramlaştırma: ‘’Sokak Hayvanları’’
Hayvan türleri, kendi doğal yaşam alanları içerisinde, başka bir türün bakımını almadan yaşamlarını sürdürürler. Köpekler ve kediler, insan toplumları tarafından ‘’evcilleştirilip’’ binlerce yıldır birlikte yaşamaya muhtaç bırakılmışlardır. Kapitalist üretim ilişkilerinde, sanayileşmenin ve buna bağlı olarak kentleşmenin yükselişi ve yaygınlaşması, binlerce yıldır insanlarla birlikte yaşayan diğer hayvan türlerinin bağımlılık ilişkisini de artırmıştır. Özellikle ‘’metropolleşme’’ ve ‘’mega şehirleşme’’, bu ihtiyacı karşılamak üzere betonlaşma fetişizmi, şehirlerde sadece insana bağımlılaştırılmış hayvan türlerinin değil aynı zamanda insan türünden bağımsız yaşamayı henüz sürdürebilen diğer türlerin de (örneğin kuş türleri) yaşamlarını gün geçtikçe tehlikeye atmaktadır.
Bir ‘’medeniyet’’ modeli olarak sunulan Avrupa’da sokak hayvanları sorunu ise bu ülkedeki hayvanların kaderine benzer bir yol izlemiştir. Hem Osmanlı hem de Avrupa, vebalar karşısında köpekleri şeytanileştirip hedef göstermiştir. Örneğin Fransız Devrimi’ni takip eden yıllarda kitlesel köpek katliamları yaşanmıştır, köpekler için gaz odaları oluşturulmuştur. Köpek katliamı için kullanılan gaz odaları, sonradan Naziler tarafından Yahudi soykırımında da fikir olarak kullanılmıştır.
İslamcılar bir yandan ‘’medeniyet dediğin tek kişi kalmış canavar’’ mottosunu kullanırken diğer yandan ise, tarihi soykırım ve sömürgeci olan Avrupa’nın en gaddar yöntemlerini kendilerine rol almaktan çekinmemektedirler. İronik olarak Kemalist Cumhuriyeti ‘’kent soylu’’ olarak eleştiren İslamcılar, Kemalistlerin ‘’medeniyet’’ algılarından biri olan, ‘’hayvansız sokakları’’ (Kemalistler de sokak hayvanlarını ‘’köylü toplumunun devamı” olarak görüyordu. İstanbul’da 1930’lu yıllarda büyük köpek kıyımı yapıldı. Halk, ‘’köpek avcılığına’’ teşvik edildi ve ‘’kelle başına’’ ödül verildi) pragmatiktçe önermektedirler. Çelişkinin bir diğer boyutu ise, Avrupa modeli barınak önermesi -aslında toplama kampı- gerçek bir çözüm değildir. Hala bugün Fransa’da senede 300 binden fazla hayvan terk edilmekte ve her 5 hayvandan 1’i, barınaklarda ötanazi edilmekte, aslında katledilmektedir. Siyasal iktidarın ‘’model’’ diye sunduğu kanlı katliam tarihinin devam ettirilmesidir!
“Sokak hayvanları’’, bizim çoğunlukla kedi ve köpek olarak adlandırdığımız türler, yaşadığımız şehirlerin sakinleridirler. Bu topluma ve buraya aittirler. Yüzlerce yıldır süregiden şehir yaşamının parçasıdırlar. Bu türlerin insan yardımı almaksızın yaşamlarını sürdürme şansı çok düşük bir ihtimal olduğu için, şehirlere zorunlu olarak bağımlıdırlar. Sokak, bu türlerin “doğal yaşamı’’ olduklarından dolayı değil, varoluşsal zorunluluk gereği, kedi ve köpeklerin yaşam alanı olmuştur. Ve evet bu hayvanlar sokaklarda yaşadıkları için onlara “sokak hayvanları’’ denilse de, aslında bu hayvanların bağımlılık ilişkisi -insan türü olamadan yaşayamaması-, insan toplumunun örgütlenme biçiminin parçası olarak meydana gelmiştir. Bir doğal gelişim değildir.
“Çocuklar ölmesin’’, “başıboş köpek’’ ve “güvenli sokaklar’’ manipülasyonu
Sokakta yaşayan köpekler diğer canlı türleri gibi çevresel faktörlerden etkilenirler. Sürekli açlık, soğuk ve sıcakla baş ederler. Azımsanmayacak kadar çok insan tarafından şiddete maruz kalırlar. Tüm bunlar -ve daha fazlası- köpeklerin yoğun stres altında olmasına ve evet bazı koşullarda saldırganlaşmasına da vesile olur. Bununla birlikte çocukların yetiştirilmesinde sokakta yaşayan diğer canlılara yönelik doğru davranışların temel eğitim olarak verilmemesi ve hayvanların sürekli ‘’korku nesnesi’’ olarak gösterilmesi durumu da, bazı durumlarda çocukların köpeklerle olan ilişkisini tetikleyen bir potansiyeli barındırır.
Köpekleri “doğal’’ olarak tehlikeli ilan etmek, mevcut rejim ve taraftarlarının son zamanlarda başvurdukları yöntemlerin başında gelmektedir. Nasıl verili bir insan doğası yoksa, insanın doğası sürekli değişimin doğasıysa, aynı şekilde “doğal” olarak tehlikeli verili, içkin bir köpek doğası da yoktur. Köpeklerin davranışları temelde sosyal ve bazı biyolojik durumlardan ötürü, farklılıklar gösterebilir. Köpeklerde, bir memeli hayvan türü olarak -tıpkı insan türünde olduğu gibi- sosyal anksiyete ya da yaşlandıklarında demans gözlemlenir. Yani bazı davranışlarının nörolojik faktörleri de bulunmaktadır. Ayrıca bilimsel araştırmalara göre ‘’tehlikeli ırk’’ yoktur. Yani hiçbir köpek cinsi genetik olarak agresiflik göstermez. Bazı köpek cinsleri daha güçlü ve büyüktür. Bazı insanların yetiştirme tarzından kaynaklı köpekler agresif yetiştirilirler. Ve bu agresiflik genetik olmadığı için de rehabilite edilebilir, rehabilite edilemese bile, yaşamına son verilmemelidir, tıpkı insanlarda olduğu gibi.
“Başıboş köpek’’ anlayışı, köpeklerin birer sürü olarak yaşadığı ve insan toplumu için çözülmesi gereken acil bir tehlikeyi oluşturduğunu ileri sürer. Medyada sürekli olarak terörize edilenin aksine, Türkiye’de son 5 yılda köpek saldırıları sonucundan 55 kişinin yaşamını yitirdiği söylenmektedir ki bu istatistiki bilgi de tam gerçek verileri yansıtmamaktadır. Hem medya hem de sosyal medyada oluşturulan gerici kampanyalar ve trol orduları sonucunda, köpeklerin ‘’Maymunlar Cehennemi’’ adlı filmdeki gibi, insanlara yönelik ‘’vahşi’’ bir savaşın eşiğinde olduğu propaganda edilir. Ve böylece “toplumsal düzeni bozan’’ yeni “terör odakları’’ inşa edilmiş olunur.
“Başıboş köpek’’ gerici kampanyasının motor gücü “çocuklarımız ölmesin’’ manipülasyonudur. Hakim sınıflar terörize etmek istedikleri gruplara yönelik her zaman en masum olanları propaganda aracı olarak kullanırlar. Ezilen Kürt ulusunun meşru direnişinin de ‘’bebek katilliği’’ ile eşleştirildiği hatırlanmalıdır. İsrail, Hamas’ın işgalci yerleşimci bölgelere karşı saldırılarda ölen çocukları propaganda yaparak Filistin’deki soykırımı dünyanın gözü önünde devam ettirmektedir. Bu kapitalist-emperyalist dünya sisteminin -her bir coğrafyadaki özgül işleyiş biçimlerinin- yarattığı dehşetler karşısında hiçbir suçu olmayan, çaresiz ve masum çocuklar, gericilerin kendi ideolojik dayanaklarını oluşturabilmek için her zaman ‘’mağduriyet’’ kaynağı olmuşlardır.
İroninin kendisi şu ki, bu gericiler ‘’çocuklarımız’’ diye zehir kusarlarken, Türkiye’de önlenebilir hastalıklardan ölen çocuk ölümünün 10 binin üzerinde olduğu görülmektedir. DİSK’in verilerine göre 2 milyondan fazla çocuk, işçi olarak çalışmaktadır. Son 11 yılda 671 çocuk okulda olması gerekirken, çalıştıkları için yaşamını yitirmiştir. Ölüm yaş oranları 4 yaşından itibaren başlamaktadır! Enser Vakfı’nda 9-10 yaşında çocuklara yönelik tecavüz vakaları “münferit’’ olarak açıklanır. Rejimin “sosyal tabanı’’ tarikatlar, 6 yaşında çocuklara gelinlik giydirerek, “çocuk gelin’’ suçunu açıkça işlemektedirler. Bu ülkede her 3 çocuktan 1’i yatağa aç gitmektedir. 2017-2021 yılları arasında, Kuzey Kürdistan’da TSK’ya dayalı -mayın patlaması, panzerle ezilme vd- tam 132 çocuk katledilmiştir. Bu sistemin ve onun hali hazırdaki teokratik faşist rejiminin işlediği çocuk suçları karşısında sessiz kalınırken, en az çocuklar kadar masum olan köpekler şeytanileştirilerek, kutuplaştırma nesnesine dönüştürülmüştür.
Siyasi iktidarın ve onun yeni İslamcı rakiplerinin “güvenli sokaklar’’ için katliam planlaması içerisindeyken, aslında sokaklar o kadar da güvenli değil. 2023 yılında 248 kadın cinayeti ve 315 şüpheli ölüm yaşandı. 2 bin 318 kişi ateşli silahla öldürüldü. 2023’de 1932 işçi cinayeti yaşandı. Trafik kazalarında 6 bin 548 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu oranlara rejimin kendi sistemini devam ettirebilmek için sürekli olarak eylemleri yasaklaması, sınırlaması, insanların anayasal hakları olan toplanma ve eylem haklarının ellerinden alınması için süre giden sistematik baskı, sindirme, gözaltı, tutuklama ve işkenceler ‘’güvenli sokakların’’ tesis edilmesinde kullanılmıştır. Açıkçası rejimin ve onun kitlesinin ‘’güvenli sokaklar’’ arzusu, kendi gerici dünya görüşlerinin, toplumda onlar gibi düşünmeyen herkese dayatılması ve bunun temel alınmasından başka bir şey değildir!
Gerici yeniden kutuplaştırma aracı olarak “ahlak’’
Teokratik rejimler için ahlak toplumsal inşanın köşe taşıdır. Erdoğan, iktidara geldiğinden beri ‘’ahlaklı nesiller’’ yetiştireceklerini, bunun da sıradan bir ahlak olmadığını, dini -İslamcı- bir ahlak olduğunu her daim ön planda tutmuş buna göre hareket etmiştir. ‘’Dindar nesiller’’ vurgusu, ‘’yeni neslin’’ gelişimi için İslami ahlakın çimento olarak kullanılması, Erdoğan’ın temsil ettiği İslamcı Türkçü faşist rejimin merkezkaç kuvvetlerinden biri oldu.
Erdoğan iktidara geldiğinden beri “ahlaklı’’ toplum inşası için devletin bütün araçlarını kullandı. Eğitim müfredatından “Kemalist orduya’’ kadar büyük değişiklikler yaptı ve böylece toplumu İslamcı bir temelde polarize etti. “Ahlak’’ mefhumu rejimin kemik kitlesi ve takviye güçlerinin temel parametrelerinden birine dönüştü. Bu durum İslamcıların, kendi içlerinde “en ahlaklı’’ olmak üzerinden “rekabetçi’’ bir dinamiğe doğru çekti ve toplumun bütünü üzerine bocalandı.
Siyasal İslam’ın son yıllarında öne doğru çıkan Yeniden Refah Partisi (YRP), yerel yönetim seçimlerinde ‘”Ahlak yoksa, başıboş köpekler vardır’’ sloganıyla, “güvenli sokaklar’’ için, köpeklerin toplatılmasını bir seçim vaadi olarak sundu ve “kendi mahallesinden’’ -İslamcılar içerisinden- hiç de azımsanmayacak bir destek aldı. YRP’nin “ahlak’’ çıkışı, İslamcı Türkçü faşist rejimin toplumsal kutuplaştırması temelinde vücut bulmuştur. Fakat daha da önemli -aynı zamanda zehirli- olan sorun şu ki, bu köktenci dinci faşistler, birbirleriyle girdikleri “rekabette’’, toplumu negatif ve kesif bir biçimde yeniden ve yeniden kutuplaştırmaktadır. Egemenler için bazen “tali’’ düzeyde kalan bir sorun bu nedenle toplumsal bir yarılma nesnesine de dönüşebilir. İslamcılar arasındaki “ahlaklı’’ olma tartışması, kendi başına çok önemli olan ‘’sokak hayvanları’’ şahsında ortaya çıksa bile, meselenin esasını ‘’İslam’ı temsil’’ eden “ahlaklı toplum’’ savunularının birbiriyle olan çelişkisinin giderek kızışmasıdır. Ve bu kızışma hali, İslamcı faşist güçleri öyle kudurtmaktadır ki, LGBTİ bireylerden, kadın sorunundan hayvanlara kadar uzanmakta ve bir bütün olarak siyasi sahayı İslamcı parametrelerle yeniden ve yeniden kutuplaştırmaktadır. İslamcıların kendi içinde yaşadığı yarılma, mevcut rejim karşıtı olan insanlar arasındaki yarılmayı da etkileyen/etkilenen spiral bir çelişki halini almıştır.
Devrim için yeniden kutuplaştırma
Rejim, “bir ileri, bir geri’’ manevra yaparak “sokak hayvanları’’ meselesini gündeme getirmiştir. Açıklamaların düştüğü ilk günden bu yana, başta türcülük karşıtı hareketler olmak üzere, hayvan hakları savunucuları ve hayvan severler cephesinde büyük bir reaksiyona neden olmuştur. Rejim ve karşıtlığı, “sokak hayvanları’’ yasa tasarısı şahsında yeni bir biçim almıştır. Bu durumun negatif yanı, Erdoğan’ın kendi gücünü gösterebilmek için geri adım atmakta istekli davranmayacak olmasıdır. Erdoğan’ın en büyük özelliklerinden biri, kendi siyasal ajandasına sonuna kadar sadık kalması, hayata geçebilmesi için saldırgan bir biçimde ilerlemesidir. Ve bu hal, bir tür kıyımını gerçekleştirebilecek tehlikeli potansiyeli barındırmaktadır. Bununla birlikte toplumda hiçbir şey “büyük birader’’ istiyor diye gerçekleşmez. Şayet muhalif güçler yeni ortaya çıkan duruma güçlü tavır takınırsa, sahanın pozitif bir şekilde değişmesini de sağlayabilir. Rejime geri adım attırılarak, siyasi takvimi mahkum edilebilir, işlediği suçların geniş kesimler tarafından kabulü sağlanarak, rejimim meşruluğu artan oranda daha fazla sarsılabilir.
“Sokak hayvanları’’nın ‘’nihai çözümü’’ karşısında -nihai çözüm, Nazilerin Yahudilerin soykırıma uğratılmasına yönelik vermiş olduğu adlandırmadır- insanlar şimdiden seslerini haykırmakta, toplumda hatırı sayılır bir etki gözlemlenmektedir. İslamcıların bir kısmı dahi “Allah’ın verdiği canı Allah alır’’ diyerek, Erdoğan ile aralarına sözde fark koymak istemektedir. Beri yandan ise rejim “uyutma yok, toplama var’’ diyerek, gerçek manada ölümü gösterip sıtmaya razı etmek istemektedir. Barınaklar, toplama kamplarıdır ve ölümden başka bir şeyi ifade etmezler!
“Sokak Hayvanları’’ meselesi sosyalist bir devrimi gerektirmeksizin çözülebilir. Üretimin durdurulması ve yasaklanması, hayvanların internet ve petshoplarda satılmasının yasaklanması, sokakta yaşayan canların kısırlaştırılması için belediyelere gerekli ödeneklerin sağlanması ve hayvanların rehabilite edilmesi bu meseleyi kökünden çözecek olan yegane bilimsel yoldur. Bununla birlikte türcülük, insan türünün üstünlüğü varsayımına dayanarak diğer hayvan türlerinin sömürülmesi, ayrımcılığa uğratılması, hissedebilen bu canlıların çeşitli ıstıraplara uğratılmasına yönelik düşünce yapısı, İslamcı Türkçü faşizmin önemli bir bileşenidir ve ancak gerçek bir devrimle köklerinden sökülüp atılabilir.
Rejim, toplumu gerici temelde yeniden kutuplaştırırken – bunu yaparken milyonlarca canın hayatını tehlikeye atmakta tereddüt etmemektedir- toplumda kendi karşıtını da yaratmaktadır. Yeni kutuplaşma nesnesi olarak “sokak hayvanları’’ sorunu, toplumsal yarığın keskinleşmesine ve derinleşmesine neden olmaktadır. İnsanların bu rejimin gitmesine yönelik öfkesi ve isteği henüz bir maddi güce dönüşmemekle birlikte, toplumun tüm kesimlerinde hissedilir durumdadır. Şimdi dehşet üzerine dehşet yaratan bu sisteme ve onun hali hazırdaki rejimine, işlediği suçlara karşı insanlarla birleşmeliyiz. Rejimin pervazsızca insanlara, doğaya ve diğer canlı türlerine karşı işlediği suçları hemen şimdi durdurmalıyız! Sisteme, rejimine ve onun suçlarına karşı birliğimizin temeli ve ve amaçlarını, her türden, sınıfsal, ulusal, cinsel ve türcü baskıya ve sömürüye son verecek olan, komünizmin hedef ve ilkeleriyle örülmüş gerçek bir devrim temelinde yeniden kutuplaştırmalıyız. Daha azı için değil!