Amedspor TFF 2. Ligi şampiyon olarak bitirerek 1. Lige katılmaya hak kazandı. Bütün bir sezon boyunca oynadıkları iyi futbol dışında Amedspor sadece sahada rakip takımın oyuncularıyla mücadele etmedi, karşılarında çok daha zorlu ve acımasız bir rakip olan Türk şovenizmi vardı. Kulübün adının 2015 yılında Amedspor olması, Kürt halkının kulübü adeta bir resmi temsilci gibi görerek bağrına basması ve çeşitli taraftar gruplarının direniş ruhunu stada taşıması sonucu Amedspor devlet açısından bir hedef haline geldi. Standart yıldırma politikalarıyla hedef alınan kulübün oyuncuları profesyonel disiplin kurulu tarafından orantısız men cezalarıyla, kulüp yönetimi ise sürekli para cezalarıyla “ödüllendirildi”. Hem futbolcular hem de taraftarları gittikleri deplasmanda açık hedef haline getirildi, sahada ve stadyumda; şehirlerin içlerinde faşist gruplar tarafından saldırılara maruz kaldılar ve devlet kurumları tarafından hedef gösterildiler. Gittikleri deplasmanlarda Kürt halkını terörize etmenin sembolü olan “Beyaz Toros” pankartlarıyla karşılaştılar, taraftarlarına bıçak zoruyla İstiklal Marşı söyletildi. Ancak bütün bu gerici-şoven saldırılara rağmen Amedspor pes etmedi. Sahada oyuncuları, statta taraftarları ve dışarıda Kürt halkının ortaya koyduğu inanılmaz irade bu sezon şampiyonluğu getirdi. Amedspor bütün bu saldırı dalgasına rağmen kazandığı başarıyla Türk şovenizmine bir darbe indirmiştir dolayısıyla başta Kürt halkı olmak üzere toplumun ilericilerinin bu şampiyonluğu kutlaması meşru olduğu kadar pozitiftir de. Burada üzerinde durulması gereken birkaç mesele vardır.
Normal şartlarda, -içerisinde yaşadığımız toplumsal ilişkilerde- futbol ve diğer sporlardaki taraftarlık kültürü toplum içerisindeki antagonistik ve keskin çelişkilerin üstünü örten negatif bir kutuplaşma ve mevcut gerici toplumsal dinamiklerin yeniden inşasının üzerine kuruludur. Toplumun altyapı ve üstyapı dinamiklerini hem temsil eden hem de üstünü örten ne idüğü belirsiz “biz” ve “siz” ayrımları; lümpen ve asalak kültürün temsili olan bahisler ve spekülasyonlar, maço ve erkek egemen kültürün meşrulaştırılması ve halk kitlelerinin farklı boyutlarda mevcut toplumsal örgütlenme modeline sürekli yeniden entegrasyonunu içerir. Ancak bununla birlikte toplumsal hayatın her köşesi ideolojizedir ve siyaseti içerisinde barındırır, nitekim yeşil sahalarda bundan azade değildir. Kimi zaman siyaset sahnesinde hakim sınıflar arasında keskinleşen çelişkiler kulüp yönetim yarışlarında ve sahada direkt yansımalarını bulur. Suudi Arabistan’da oynanacak olan Süper Kupa finalinde yaşananlar bunun iyi bir örneği olduğu gibi Türk burjuvazisinin eski ve yeni nesil sermayedarlarının kulüp sahibi olmaları, kulüp hisseleri ve sponsorlukları üzerinden rekabete girmeleri ve çeşitli kulüp başkanlıklarını yönetmeleri bu meselenin gözle görülebilir bir kısmıdır.
Bir önceki paragrafamıza başlarken kullandığımız normal şartlarda ifadesi ise yine kritik bir önemdedir. Çünkü verili bir anda keskinleşen başka çelişkiler genel olarak futbol kültürü ve ekonomisinin temel niteliğini değiştirmese de başka bir dinamiğin daha belirginleşmesine neden olabilir. Örneğin faşist Franko yönetimi altındaki İspanya’da Real Madrid kulübü ile; Bask, Katalan ve Galiçya halklarının ve kültürlerinin tahakküm altına alınmasında, Franko döneminin gedikli diplomatı ve dışişleri bakanı Fernando Maria Castiella’nın Real Madrid için “sahip olduğumuz en iyi konsolosluk” ifadesinde belirginleşen faşist rejimin meşruluk inşasında bu çelişkiler kendilerini siyasetin daha gözle görülür bir noktasında bulurlar. Sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin keskinleştiği dönemlerde işçi sınıfı kulüpleri ve anti-faşist taraftar gruplarının oluşması gibi İspanya ve Fransa’nın işgali altında olan Bask topraklarının kulübü Athletic Bilbao gibi kulüplerle direnişin ve ulusal baskıya karşı mücadelenin belirgin bir yüzü haline de gelebilirler. Bugün Amedspor’un mücadelesi de Türk şovenizminin zincirlerinden boşaldığı, Kürt halkının sistematik bir şekilde ezildiği ve gadre uğratıldığı günümüzde belki futbolun küresel piyasa içerisindeki konumu ve taraftarlık kültürünü temelden değiştirmemiştir ancak bu gerici karanlığın içerisinde bir ışık olmuştur.
Bugün bu ışık bir mum ışığı kadar hassas ve kırılgandır. Kürt halk kitleleriyle bu zaferi beraber kutlarken bu başarının Türk hakim sınıflarının Kemalist kanadının “güler yüzlü sosyal demokrasisine” entegre edilmesi ve kanatları altına girmesinin karşısında durmamız, Kürt halkının kurtuluşunun bir markalaşma, önemli pozisyonlara gelme vb sistem içi çözüm yollarından geçmediğini bu kurtuluşun ve uluslar arasında tam hak eşitliğine dayalı yaşamın ancak ve ancak gerçek bir devrim yoluyla inşa edilebileceğini anlatabilmek için mücadele yürütmemiz gerekir.