50. Ölümsüzlük Yılında Yoldaş İbrahim KAYPAKKAYA’ya atfedilmiştir.
AKP’nin son 20 yıllık iktidarı ve bu iktidarı bir rejim değişikliği ile sürdürmeleri; gerek hakim sınıf saflarında gerekse de daha geniş olarak toplumda derin bir polarizasyona neden olmuştur. Bir yanda AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsil ettiği İslamcı Türkçü faşist rejim, diğer yandan ise devletin imkanlarından eskisi gibi yararlanamayan ve dışarı doğru itilmiş Kemalist sınıf klikleri arasında keskin bir çatışmanın olduğu açık durumdadır. Ayrıca bu çatışma kendisini salt bir ‘’ekonomik’’ hakimiyet olarak göstermemekte -son tahlilde temelde bu olsa bile- daha ziyade üstyapıya ait olan siyaset ve ideoloji alanında da güçlü bir kavga yürütmektedir. Hakim sınıflar, burjuva diktatörlüğünün nasıl temsil edilmesi gerektiği hususunda derin bir ayrım içerisindedir. Kliklerden biri ya da diğerinin iktidarda olması ‘’ekonomik’’ olarak çıkar eğrisini bükse bile, klikler arasında yürütülen kavganın temeli, Türk hakim sınıflarının dünyadaki yerinin nasıl olacağına-rejime- ilişkindir. Mevcut İslamcı Türkçü faşist rejimin kamusal alanın tüm gözeneklerine kadar müdahale ettiği, “dindar nesiller yetiştirmek için” toplumun artan oranda islamcılaştırılmasını ve bazen açık bir şekilde “Kuran anayasasını” toplumun önüne koyması, “zinanın suç sayılması” gibi şeriat yasalarının “norma” dönüştürülmesi tartışması; bu rejimden ve onun suçlarından rahatsız olan kesimleri, hakim sınıfların “muhalif” kanatlarının etkisi ve yönlendirmesiyle de Kemalist ideolojiyi yeniden “fethetmeye” sevk eder duruma gelmiştir.
2019’da AKP’nin İstanbul’daki yerel seçimi kaybetmesi ve hakim sınıfların AKP’nin İstanbul yenilgisinden beri bir seçim havasında devam etmesi, ardından ‘’Millet İttifakı’’nın oluşması ve akabinde yeni bir rejim değişikliğine yönelik yürütülen tartışmalarda “eskiye dönüş değil, çok daha iyisine’’ adı altında Kemalizmin tekrardan parlatılması sadece liberal çevrelerde değil, daha geniş olarak toplumda önemli oranda nüfuz eder olması, Kemalizme dair tekrardan kapsamlı bir analizin ve tartışmanın ortaya koyulması ihtiyacını doğurdu.
Kendini solda tanımlayan -ama aslında hakim sınıf anlayışının liberal solunda duran- Zülfü Livaneli, Aslı Şafak’la olan televizyon programında şunları söyledi; “Atatürk’ün en kuvvetli olduğu zaman şimdi… Kenan Evren döneminde Atatürk 100 yaşında kampanyası vardı, her yere zorla zorla zorla heykelleri yapılıyordu, Atatürk çok zayıflamıştı çünkü devletin ve ordunun yüzüydü… fakat son zamanlarda baktılar ki Cumhuriyet, Atatürk ilkeleri bir tehlikeye düşüyor, halk kahramanı oldu. Şu anda halk sahip çıkıyor, onu sevenler sahip çıkıyor.” Yaklaşık iki saat süren programda M. Kemal’i, Robespierre’in yaşayan ruhu gibi radikal bir burjuva devrimcisi göstermenin “nahif” saçmalığı dışında aktardığımız sözlerde birtakım hakikatler de bulunmaktadır. Bugün Kemalizm -tabii ki hakim sınıfların düşünürleri ve hala mevcut devlet mekanizmasının kurucu lider olarak görmeye devam etmesinin de payıyla- toplum içerisinde yaygın bir şekilde kabul görür hale gelmiştir. Tarihin ironisi şu ki; sözde bir Kemalizm eleştirisiyle iktidara gelen AKP bugün aynı zamanda Kemalistlerin/Kemalizmin yaygınlaşıp güçlenmelerine de sebebiyet vermektedir.
Artık kamusal tartışılan ve liberallerin önderlik ettiği bir Post-Post Kemalizm tartışmaları vardır. Bu anlayışa göre Post-Kemalistler, yani Kemalizm sonrası dönemi savunanlar, sadece tek parti dönemine odaklanarak Kemalizm’in konjonktür itibariyle zorunluluklarını göremediler. “Kemalist devrimin” “pozitif” sonuçları olan, saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin kurulmasını, hilafetin kaldırılması ve sekülerleşmeye yönelik adımların atılmasını göz ardı ettiler. Bu sayede İslamcılarla “tek parti” eleştirisi altında “demokrasinin’’ güçlendirilmesi için girişilen siyasi hat, bugünkü mevcut rejimin oluşturulmasına vesile oldu. Bu okumada bazı hakikatlerin olduğu doğrudur; özellikle de Türk liberallerin (burada Türk ibaresini özellikle kullanıyoruz, bu liberaller etnik kökeni ister Ermeni, ister Kürt ne olurlarsa olsunlar, Türk hakim sınıflarının bir kanadına yedeklenerek, niyetli ya da değil, onlara hizmet ederler) salt bir Kemalizm karşıtlığının ‘’vesayete karşı’’ ‘’ılımlı’ olan İslamcılarla birlikte hareket etmenin çok da problem olduğunu düşünmüyorlardı -ki hala da düşünmüyorlar-. Çünkü bu liberal okuma devleti ve orduyu, büyük harflerle DEVLET ve ORDU olarak gören bir anlayışa sahipti; yani bir tür Allahvari, sınıflarüstü devlet ve ordu olarak görüyor, İslamcıların içerisinde ve etrafında kümelenmiş hakim sınıfların, sınıflı toplumun yönetim aygıtı olan devlet içerisinde belirleyici güç olabilmek için mücadele verdiklerini ya görmüyor ya da bilinçli olarak görmezden geliyordu. Fakat açıkça söylemek gerekir ki, ‘’Post-Kemalizm’’ eleştirisi yapan bu ‘’Post-Post-Kemalistler’’ de aynı epistemolojiye sahiptirler; fakat bu sefer sarılınan silah DEVLET ve ORDU karşıtlığı yerine salt ‘’TEK ADAM DİKTATÖRLÜĞÜ’’, ‘’LAİK CUMHURİYET’’tir.
Kemalizm, sıradan bir hakim sınıf dünya görüşü değil, aynı zamanda T.C’nin kurucu dünya görüşüdür ve M. Kemal’de ‘’kurucu babasıdır’’. Osmanlı’nın yıkılışı ve hakim sınıfların ellerinde son kalan toprak parçasını ‘’kurtarabilmek’’ için ‘’misak-ı milliye’’ perspektifiyle, Mustafa Kemal’in önderliği altında buluşması (ki bu birlik başından itibaren çelişkilidir) ve akabinde Cumhuriyetin kuruluşuna giden dönem ve sonrasında yeni iktidarın konsolidasyonu süreci; bu dünya görüşünün ortaya çıkıp, gelişip kadre olmasını da beraberinde getirmiştir. Bu çalışmamızda Kemalizm üzerine yürütülen tartışmalara ve gerek M. Kemal döneminde gerekse de M. Kemal sonrasında ortaya atılan Kemalizmler üzerinde çok durmayacağız. Esasta kurucu Kemalizm’in ne olduğu, hangi koşulları içerisinde doğduğu ve evrimleştiği, günümüz koşullarında hakim sınıfların -ve evet kimi ilerici güçlerin- Kemalizmle olan ilişkileri üzerine duracağız. Fakat son söylediğimiz hususun yapılabilmesi için, T.C.’nin kurucu ideolojisinin daha etraflı bir analizini yapmaya çalışacağız.
Başlarken, metot açısında birkaç dikkat noktası belirlemekte fayda var. Burada salt bir ‘’tarih anlatısı’’ yapmayacağız. Tarihin 50 yıllık bir bölümüne, Türk hakim sınıflarının Osmanlı’nın çöküşünde ve akabinde T.C.’nin kuruluşu ve yeni bir (hakim sınıf) iktidar modelinin oluşmasında, Kemalist sınıfın başlangıç ideolojik saiklerine ve bunların hangi koşullar altında nasıl evrimleştiğine ve ne tipte bir rejimi inşa ettiklerine yoğunlaşacağız. Burada ele aldığımız esas yöntem, ‘’olgulara’’ yoğunlaşmak yerine -ki bunları da yadsımıyoruz- esasta üst yapıya ait olan düşünce biçiminin köklerini, onun temel hatlarını ve evrimini bir kez daha ve daha materyalist bir biçimde ele almaktır.
Ayrıca burada çok önemli gördüğümüz bir husus belirtmek isteriz. Komünistlerin saflarında Kemalizm tartışması yeni değildir ve bu en az Kemalizm tarihi kadar eskidir. Lakin ilk defa bilimsel bir temelde kapsamlı bir Kemalizm’in tahlili bundan tam 50 yıl önce (Ocak 1972’de) yoldaş İbrahim Kaypakkaya tarafından yazılmıştır. Onun döneminde (Yoldaş Şunurov’un çalışmasının ve Mao’nun önemli bazı tahlillerinin dışında) Kemalizm hakkında çok etraflı bir çalışma olmadığı gibi, revizyonist TKP ve onun sol cenahtaki etkisiyle, Kemalizm bir tür ulusal devrimcilik ve yer yer bir tür “sol” milli devrimcilik -bu tanımlama da ayrı bir problemdir- olarak atfediliyordu. Tüm bunlara arka planda ise Sosyalist Sovyetler Birliği’nin kimi tali hataları önderlik ediyordu. Kaypakkaya’nın esaslı bir siyasi/ideolojik mücadele sonrası koptuğu TİKKP’in çoğu önder kadrosunun ise sonradan azılı bir faşist Kemalizme intikal ettiğini anlatmaya gerek bile yok. Buna ek olarak, bugün Kemalizme ‘’tek adam diktatörlüğü’’ diyen liberallerin bir kısmı, o dönemlerde ‘’M. Kemal devrimlerine’’ sıkı sıkıya bağlılardı. Tüm bu gerici ve şovenist abluka içerisinde yoldaş Kaypakkaya adeta bir kıvılcım gibi parladı ve yolu aydınlatabildi. O yüzden bugün böylesi bir çalışmayı üstlenebilmek daha ‘’kolaydır’’. Şayet Kemalizm’in niteliğine, onun keskin eleştirisine ve ayrışımına dair bir taş daha koyabileceksek, Yoldaş Kaypakkaya’nın devrimci kopuşu burada önemli bir temeli teşkil etmektedir. Yoldaş Kaypakkaya’ya müteşekkir olduğumuzu belirtiyor, ölümünün 50. yılında büyük devrimci komünist mirasını sahiplendiğimizi bir kez daha bu vesileyle dile getirmek istiyoruz.
Yazının tamamını indirmek için tıklayınız
Add comment