1.) Rejim, 2016 yılında konsolide ettiği Türkçü-İslamcı faşizmi ne pahasına olursa olursun devam ettirmek istiyor
AKP bir hakim sınıf partisidir, dolayısıyla en temel kriteri TC’nin devamlılığıdır. Nitekim TC devleti Türk hakim sınıflarının bir baskı aracıdır. Ancak hem AKP hem de İslamcılara bilfiil önderlik eden Erdoğan için bir diğer temel mesele ise rejimin devamlılığıdır. Rejim, devletten farklı olarak sınıf diktatörlüğünün niteliğini anlatır. Erdoğan 2002’de iktidara gelmesinden bu yana rejimini örmüş ve konsolide etmiştir.
En son girilen seçimlerde (31 Mart Yerel Yönetim Seçimleri) rejimin aldığı büyük yenilgi, İmamoğlu’nun dört kez üst üste Erdoğan’ın adaylarını yenmesi ve anketlerde CHP’nin ısrarla birinci parti pozisyonunu koruması rejimin İstanbul’a olan odağını güçlendirmiştir.
2.) Değişen dünya koşullarında “iç cephenin tahkimi” ve böl-parçala-yönet
Başta Çin olmak üzere diğer emperyalist güçlerin ABD’nin emperyalist hegemonayasıyla geliştirdiği rekabet sonucunda dünyanın farklı noktalarında gerçekleşen vekalet savaşları ve ekonomik yıpratma savaşları, 7 Ekim saldırısı ve akabinde gerçekleşmeye başlayarak hala da devam eden İsrail’in Filistin halkı üzerindeki soykırımı sonrası Ortadoğudaki siyasi saha bütün olarak değişmiştir. Faşist rejim bu dünya sahnesi içerisinde yol almakta ve bu dünya sahnesi içerisinde bir yandan rejimini ideolojik olarak sürdürmeye devam etmek istemekte bir yandansa hakim sınıfların çıkarlarını korumaya çalışmaktadır.
Bu tablo içerisinde Erdoğan, Özel’in seçilmesi akabinde CHP ile müzakereye oturmuş, Kürt hareketi ile yeni bir süreç başlatmıştır. Müzakere sürecinde “zaman kazanan” rejim Kürt hareketiyle masaya oturmasının akabinde bir diğer hakim sınıf partisi olan CHP’ye saldırılara girişmiştir. Bu saldırılarla CHP’nin legal Kürt hareketi ile olan taban ittifakını parçalamak, CHP içerisindeki nispeten sosyal demokratik kadroları hedefleyerek CHP’yi daha da sağa çekmek ve “dövüşün olacağı ring” için kendi koşullarını belirlemek istemekte bunu yaparken ise ilerici güçler ve Kürt halkıyla CHP’nin arasına bir duvar örmek istemektedir. Bu, rejimin böl-parçala-yönet siyasetidir.
3.) Hakim sınıflar arasındaki tutkal tutmamaktadır
Faşist rejimin bütün toplumsal muhalefete ve her türlü demokratik hakka karşı derin bir tahammülsüzlük içerisinde olduğu doğrudur. Hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin zaman zaman keskinleştiği ve farklı hakim sınıf kliklerinin kendi aralarında mücadele ettiği de doğrudur. Ancak 19 Marttan bu yana rejim, burjuvazinin Kemalist kanadını hedef haline getirerek, burjuva muhalefette dahil olmak üzere bütün muhalif kesimleri hedef haline getirmek, saldırmak ve bu saldırılarıyla kazandığı meşruluk ile devletin aygıtları üzerindeki kontrolünü daha da perçimlemek istemektedir. Son tahlilde CHP, TC’nin kurucu partisidir ve kurucu partiye kayyım atanmasının gündeme gelmesi hakim sınıflar arasındaki yarılmanın derinleştiğini de gözler önüne sermektedir.
4.) Bu saldırılar esas olarak CHP’yi hedef almaktadır ancak aynı zamanda toplum üzerindeki gerici baskıyı kabul edilemeyecek boyutlara taşımayı da hedefler
Faşist rejim, bu rejime ve sisteme öfke duyan milyonlarca insanı derin bir umutsuzluğa sürüklemek, burjuvazinin muhalif kanadını bastırarak kendisine eklemlemek ve bu yolla rejimini sürdürmek istemektedir. Burada mesele rejimin hedeflediği gerici kutuplaştırmanın parçası olmamak ve bunun karşısında durarak temel demokratik hakları savunmaktır. Şayet temel demokratik haklar savunulamaz ve şu ya da bu şekilde rejimin gerici kutuplaştırmasının parçası haline gelirsek bu halk kitlelerini hakim sınıf klikleri arasında sıkıştıracak; geleceksizliklerini ve umutsuzluklarını sadece daha da arttıracaktır.
5.) CHP’den olamayacağı bir şey olmasını beklemek sonunda CHP’nin kendisine dönüşmeyle sonuçlanır
CHP ve rejim arasındaki çelişkilerin bir yarılma noktasına gittiği ve hakim sınıfların arasındaki tutkalın tutmadığı doğrudur. Ancak CHP 19 Mart sürecinin öncesinde ve sırasında da söylediğimiz üzere şeyleri sonuna kadar zorlamayacak ve “seçimle hesap sormanın” ötesine geçmeyecektir. Bunun çok temel bir nedeni vardır. Bir hakim sınıf partisi olan CHP bu rejimin olmasa da hakim sınıfların devleti olan TC’nin devamlılığını istemektedir. Şayet sürdürülebilirliği sağlanmış bir halk hareketi ortaya çıkar ve halk kitleleri faşizmden kurtuluş için umudu sokakta görmeye başlar, topyekün bir direnişe geçerse bu CHP’yi de var eden sistemin sorgulanmasına neden olabileceği gibi halk kitlelerinin temel demokratik haklarını sokak yoluyla alabileceğini içselleştirmesi herhangi bir hakim sınıf kliğinin kabul edebileceği bir durum değildir: Bu açık bir şekilde yaşamakta olduğumuz bu sistemi felce uğratma tehlikesini içerisinde barındırır.
6.) Neye ihtiyacımız var?
Öncelikle çok temel bir gerçeği tekrar vurgulayalım: Bu rejim ve onun bütün aygıtları tıpkı bütün faşist rejimler gibi gayrimeşrudur! Bu noktada halkın derinleşen öfkesinin seçimler yoluyla gemlenmesine, “muhalefet” içerisindeki sağcı güçlerin inisiyatif alarak siyasi ortamı boğmasına izin verilmemelidir. Bunu yapabilmenin tek yolu sürekliliği sağlanmış bir halk hareketinin bilinçli ve kararlı bir şekilde sokağı zapt etmesidir. Sürekliliği sağlanmış ve kararlı bir halk hareketinin önünde hiçbir iktidar aygıtı çözülme yaşamadan uzun süre dayanamaz.
Kayyım siyasetine ve rejimin bütün anti demokratik uygulamalarına karşı pozisyon almaya devam ederken gerçek bir kurtuluşun nerede olduğu sürekli bir şekilde gösterilmelidir. Mevcut rejimi yaratanın bu sistem olduğu teşhir edilmedikçe, CHP’nin çözümün değil sorunun bir parçası olduğu apaçık bir şekilde ortaya konulmadıkça büyük bir potansiyel daha heba edilecektir.