Son günlerde dünya basının gündemine Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki kızışmakta olan askeri ve siyasi çatışmalar oturmuş durumdadır. Sovyet sosyal emperyalizminin (sahte sosyalizmin) çökmesinden bu yana Dağlık Karabağ sorunu Ermeni ve Azerbaycan hakim sınıfları için önde gelen sorun oldu ve bu sorun dönem dönem silahlı çatışmaya dönüştü. Lakin bu sefer bu siyasi anlaşmazlığa dahil olan yeni aktörler bulunmakta. Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Güney Kürdistan’da ve Rojava’da bilfiil işgal ve askeri operasyonlar gerçekleştiren Erdoğan Türkiyesi Karabağ’a da “el atıyor”. Erdoğan çok bildiğimiz üslubuyla, tehditkar bir biçimde “Karabağ işgalden kurtulana kadar mücadele sürecek” açıklamasında bulunarak Azerbaycan’a destek oluyor.
Emperyalist Dalaş ve Karabağ
2016’dan beri Azerbaycan ve Ermenistan arasında askeri bir çatışma yaşanmamış olsa bile, arka planda çelişkiler daha fazla kızışır hale gelmiştir. Özellikle de Ermenistan’da 2018’de “Kadife Devrim” ile iş başına gelen Paşinyan, bir yandan Ermenistan’ı Rusya’nın yörüngesinden Batıya doğru çekmek istemesi ama diğer yandan ise Karabağ sorununda saldırganlıktan taviz vermek istememesi, aynı anda Rus askerine hem “evet” hem de Rusya’nın ağırlığına “hayır” gibi çelişkili bir durum yarattı. Eski bir gazeteci aktivist olan ve Batı yanlısı tutum sergileyen Paşinyan, Azerbaycan’ın gaz ve petrol gelirlerine dayanarak güçlü bir ordu kurmasının karşısında hala Rusya’nın askeri üssüne ve askeri desteğine ihtiyaç durmakta.
Sözde sosyalist özdeyse sosyal-emperyalist olan Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında büyük bir geri çekilme yaşayan Rusya, terk ettiği bölgelerde Batı’nın artan etkisi karşısında büyük rahatsızlık duyuyor. Baltık ülkelerinin NATO’ya girişiyle alan korumaya geçen Rusya, benzer bir gelişmenin Ukrayna ve Kafkasya’da yaşanmaması için elinden geleni yapmakta kararlı. Azerbaycan’ın Amerika ve İsrail’le olan ilişkilerinden rahatsızlık duyan Rusya, Ermenistan’ı “Kafkas Bahçesi” olarak elinde tutabilmek için sadece askeri gücüne de güvenmemektedir. Ermenistan parlamentosunda bulunan birçok partiyle yakın ilişkileri de bulunmaktadır. Diğer yandan ise Ermenistan’ın demiryolları, elektrik ve doğalgaz şebekesi, telefon ve GSM hatları tamamen Rusya’nın kontrolündeki özel şirketlerin elinde.
Türkiye Azerbaycan İlişkileri
Sosyal emperyalizmin çökmesinden bu yana Türkiye-Azerbaycan ilişkileri ekonomik, siyasi ve askeri açıdan ise yoğun bir artış ve yakınlaşma göstermektedir. Özellikle de 16 Ağustos 2010’da, Bakü’de iki ülke arasında imzalanan “Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması“ndan sonra 1. İki ülke, bu anlaşmanın yapıldığı tarihten bu yana 13 askeri tatbikat düzenlemiştir. Azerbaycan kendi silah sanayini geliştirse bile, özellikle son 10 senede Türkiye’den çeşitli SİHA’lar (Silahlı İnsansız Hava Araçları) alarak -ki bu SİHA’lar düzenli ordulara karşı kullanılması yönüyle oldukça geliştirilmişlerdir- Ermenistan ordusu üzerinde üstünlük göstermeyi hedeflemektedir.
Azerbaycan, Türkiye’deki 2016 darbe girişimi sonrasında iyice konsolide olan, Erdoğan’ın İslamcı-Türkçü faşist rejimini destekledi. Akabinde Azerbaycan’daki Gülen okulları kapatıldı. MİT açık bir şekilde Azerbaycan’da askeri operasyonlar yaptı, Gülencileri infaz etti ya da yakalayıp Türkiye’ye getirdi. Bu operasyonların gerçekleştirilmesinde Azeri istihbaratının da rolü olduğu görülmüştür. Bu operasyonlar, iki ülkenin hakim sınıflarının ortak amaçlar için nasıl da bir araya gelebileceğine dair örneklerdir.
Azerbaycan Türkiye ekonomik ilişkileri de son on beş senede neredeyse on kat artış kaydetmiştir. 2 İki ülke stratejik bir ekonomik planlamaya karar vererek Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum Güney Kafkasya Doğal Gaz Boru Hattı, enerji hatlarının çekilmesine imza atmıştır. Buna ek olarak ise TANAP ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı projeleri çerçevesinde çok taraflı işbirliğinde kararlı olduklarını göstermektedir.
Türkiye’nin Savaş Çığırtkanlığı ve Bölgesel Çelişkilerin Derinleştirilmesi
Erdoğan’ın temsil ettiği hakim sınıf da dahil olmak üzere Türkiye’nin bütün hakim sınıfları, Karabağ sorununu sadece “Azerbaycan ile ekonomik kaygılar” çerçevesinde de bakmamaktadır. Türkiye’nin derinleşen ekonomik krizini göz önünde bulunduracak olursak böyle bir kaygısı mevcut. Genel olarak “Ermeni Sorunu” ve özel olarak da “İki Devlet, Tek Millet” şovenizmi Türkiye’nin Kürt meselesinin yanı sıra, sürekli köpürtme gereği duyduğu bir çelişkidir.
Bu tarihsel arka plan üzerinde Erdoğan, bölgesel belirleyici güç olma arzusuyla, emperyalistler arasındaki çatışmalardan da yararlanmakta ve Azerbaycan’dan yana kesin tavır takınmaktadır. Putin “çatışmalar Ermenistan topraklarında yapılmıyor” açıklamasında bulunarak kontrollü bir siyasetle Ermenistan üzerindeki tahakkümünü güçlendirmeye çalışırken, Erdoğan ise Rusya’nın tarihten gelen Kafkas halklarıyla (ama özellikle de Rus Ortodoks Kilisesine mensup olmayan halklarıyla) bölgede var olan çelişkilerinden yararlanarak, Karabağ’a ÖSO bünyesinde bulunan cihatçı grupları mevzilendirmektedir. Fransa Erdoğan’ın bu girişiminden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir, zira Macron da Ermeni lobisine oynamaktır. Ama Fransa için esas belirleyici olan Erdoğan’la Doğu Akdeniz ve Libya’dan sonra Karabağ sorunuyla da karşı karşıya gelmesidir. Karabağ’daki külhanbeyliği ve gerici saldırganlığı Erdoğan’ın Batılı emperyalist güçlerle çelişkilerinin daha da derinleşmesine yol açmaktadır.
Erdoğan’ın beslediği cihatçı güçler, TSK’nın açık saldırganlık sergilediği yerlerde, cephenin en önüne sürülen operasyonel güçler konumundadır. Ama bunun da ötesinde bu cihatçı güçler Erdoğan’ın İslamcı-Faşist rejiminin salt “kurşun askerleri” olarak görülmemelidir. Zira bunlar, bulundukları yerlerde kendi köktenci gerici dünya görüşlerine göre hareket etmekte ve bu temelde siyasi sahayı etkilemeye çalışmaktadırlar. Bu güçlerin sadece “paralı asker” olarak tanıtmak, İslamcı-cihatçı güçlerin barındırdığı tehlikeyi görmezden gelmek anlamına gelir. Keza bugün TSK’nın profesyonel kadrosunun önemli bir kısmını da, İslamcı-Türkçü faşist güçler oluşturmaktadır. Bu İslamcı-Türkçü faşistler gerek Kürt ulusuna karşı gerekse de devrimci güçlere karşı acımasız ve katliamcıdırlar. Katlettikleri gerillaların vücutlarını parçalayıp, dekapite eden cihatçı güçlerden geri değillerdir.
1915 Ermeni Soykırımını gerçekleştirmiş ve devletini bu soykırım da dahil olmak üzere Milli Baskı ve Zulüm üzerine inşa etmiş Türk hakim sınıflarının Ermeni ulusuna duyduğu nefret gün gibi arı ve durudur. Ermenistan’ın Karabağ üzerindeki üstünlüğü ve Rusya’dan aldığı destekle bölgede güçlü bir orduya sahip olması Türk hakim sınıflarının her zaman rahatsızlık duyduğu bir durum olmuştur. Erdoğan, Karabağ hamlesiyle hem Ermenistan üzerinde bir etki yaratmak istemekte hem de Azerbaycan’ı daha fazla kendi yanına çekmek istemektedir ki, Aliyev’in, Türkiye’nin de ateşkes görüşmelerine katılması gerektiğini açıklaması bunu göstermektedi. Diğer yandan ise İdlib’de Rusya’nın varlığından ötürü istediği gibi yol alamayan Türkiye, Karabağ somutunda bir “pat durumu” yaratarak Rusya’ya mesaj vermektedir.
Şüphesiz ki, bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin Karabağ’a yaklaşımı sadece bir “dış politika” değildir. “Yeni Osmanlı” hülyasının sonucunda Doğu Akdeniz ve Libya’da istediği sonucu alamayan ve COVID-19 sonrasında derinleşen ekonomik krizle birlikte, AKP iktidarı bir dizi zorluk yaşamaktadır. AKP halen Türkiye’nin birinci partisi olmakla birlikte gücü eskisi gibi değildir. Halkın büyük bir kesiminden tepki almakta ve Türkçü-faşist güçlerle oluşturduğu ittifaktan farklı sesler çıkmaktadır. Tüm bu çelişkilerle baş edebilmek için ittifaklarını pekiştirecek bölgesel çatışmalardan, ideolojik olarak da faydalanmaktadır.
Soykırım ve Irkçılık
Karabağ sorununun gündeme gelmesiyle birlikte, Erdoğan’ın açık soykırımcı Ermeni düşmanlığı ana akım medyanın gündelik dili olmuştur. Bu medya, Türkiye’ye ait silahların “Ermeni” öldürmesiyle övünürken, öte yandan iki yüzlü bir biçimde Türkiye’de yaşayan Ermenilerin “vatandaş” olduğundan bahsetmektedir. Ermenilere yönelik sistematik ayrımcılık yeni olmamakla birlikte Erdoğan’ın hazırladığı siyasi atmosferle daha da tehlikeli bir hal almakta, sokaklarda güpegündüz “Ermeni kanı” dökmek isteyen faşist topluluklar türemektedir. 3
Türkiye’nin hakim sınıfları bir yandan Ermenilere yönelik saldırganlıklarını sürdürürken diğer yandan ise Kürtleri de unutmamaktadırlar. Garo Paylan’ı gazetelere ilan vererek hedef göstermekte ve bunu hiçbir gizliliğe ihtiyaç duymadan yapmaktadırlar. Garo Paylan’ın Karabağ’da meşru barış talebini, “terörist PKK” gibi faşist söylemlerle ve saldırılarla, Kürt halkına yöneltmektedirler. Bu bariz bir şekilde Türk faşizminin ve AKP’yle aldığı biçimle birlikte İslamcı-Türkçü faşizmin gündelik siyasetinin bir parçasıdır. Bu insanlar ırkçı ve soykırımcı oldukları için böyle davranmamaktadırlar -ki bunlar ırkçı ve soykırımcıdırlardır. Irkçılık ve soykırımcılık bu sistemin tarihsel gelişim zorluklarında ve dinamiklerinde yerleşik olduğundan ötürü bugün bu boyutlarda vuku bulmaktadır. Daha önceden de söylediğimiz üzere:
Biraz daha derinlere inelim: Hakim ulus anlayışı -Türklerin kurucu unsur oldukları, diğer milletler karşısında üstün ve ayrıcalıklı oldukları, ayrıca Türkiye’nin diğer ülkelerden aslında çok daha güçlü ve çok daha değerli olduğu şeklindeki bariz şovenizm- bu sistemin başından itibaren tüm kurumlarına ve devam eden işleyişine yerleşiktir. Ve bu durum, şu ya da bu hükümete önderlik eden tekil kişilerin faşist ve ırkçı olmalarından ötürü -ki tamı tamına böylelerdir- kaynaklanmamaktadır. Irkçı ve faşist saldırılar, bu ülkenin tarihsel olarak gelişim zorunluluklarından ve dinamiklerinden kaynaklanır.4
Başka Dünyaya Duyulan Yakıcı İhtiyaç
Bugün Dağlık Karabağ’da, emperyalist bir kıskacın olmadığı, Ermenistan ve Azerbaycan tahakkümüne dayanılmayan bir bağımsızlık, bölgede yaşayan halkların devamlı savaş gerilimiyle yaşamaktan kurtaracaktır ve her ilerici insanın arzuladığı barışın zeminini hazırlayacaktır. Bunanla birlikte gerçek ve daimi bir barış, savaşların olmadığı bir dünya için emperyalist-kapitalist sistemin ve onun bölgesel aktörlerinin caniliklerine karşı sadece direnmek yeterli olmayacaktır. Bu sistemin her türden dehşet doğasına ve sonuçlarına karşı, insanlığın temel çıkarlarına dayalı, baskının ve sömürünün olmadığı ve nihai hedefi komünizm olan gerçek bir devrim yakıcı ve acil bir ihtiyaçtır.
Bob Avakian’ın da söylediği üzere;
“İki seçeneğimiz var. Ya bütün bunlarla yaşamaya devam edeceğiz ve gelecek kuşaklar da -eğer bir gelecekleri olacaksa- aynısını, hatta daha beterini yaşamaya devam edecek – veya devrim yapacağız!”
1https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/05/20110528M1-30-1.pdf
2file:///Users/user/Downloads/EconomicRelationsBetweenTurkeyAndAzerbaijan.pdf
3http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24662/bayrakli-konvoy-bu-kez-osmanbey-de
4Faşizm ve Linç Kültürü, Tüm Bunların Olmadığı Bir Dünya İçin Gerçek Kurtuluş
Faşizm ve Linç Kültürü, Tüm Bunların Olmadığı Bir Dünya İçin Gerçek Kurtuluş
Add comment