Editörün Notu: Aşağıdaki belge 2001 döneminde Devrimci Komünist Parti ABD içindeki bir çalışma grubu tarafından hazırlanmıştır. Bu belge Parti’nin eşcinsellik konusunda geçmiş dönemdeki hatalı pozisyonunun analizini sunmaktadır. Ayrıca doğru bir bilimsel yöntem ve yaklaşımın bu meseledeki önemini kapsamlı şekilde ortaya koymaktadır. 2001 yılında kamuoyu ile paylaşılan bu önemli belge, uluslararası komünist hareketteki konuya yönelik geleneksel ve hatalı pozisyondan açık bir kopuşu yansıtmaktadır ve halen bilimsel bulgular ve yeni araştırmalarla geliştirilme sürecindedir.
Not: Bu belgeyi e-book olarak da okuyabilirsiniz.
[mks_icon icon=”fa-book” color=”#a01dc1″ type=”fa”] [mks_icon icon=”fa-download” color=”#a01dc1″ type=”fa”] İndirmek için: https://yenikomunizm.com/wp-content/uploads/escinsellik.epub
Devrimci Komünist Parti ABD’den
Eşcinsellik Konusunda Yeni Taslak Programındaki Konumumuz Üzerine
Yeni Taslak Programı formüle edilirken, bu sürecin önemli bileşenlerinden biri olan eşcinsellik üzerine Partimizin geçmişte saf tuttuğu çizgi ile ilgili ciddi bir yeniden değerlendirme sürecine gidilmiştir. Bu süreç kendi cephemizin ve kitlelerin -özellikle devrimci düşüncelere sahip gençler, hem heteroseksüel hem de eşcinsel, ve aynı zamanda uzun süredir ilerici aktivist faaliyetler içerisinde olan eşcinseller- içerisinde soruşturmalar, tartışmalar, eleştiriler ve bundan önceki Parti Programındaki çizgimizin ve 1988’de Revolution dergisinde yayınlanan ‘’Eşcinsellik ve Kadınların Kurtuluşu Meselesi Üzerine’’ adlı makalede yer alan geçmiş yorumlarımızın yeniden yorumlanmasını ve bütün bunların derin bir şekilde yeniden düşünülmesini kapsamaktadır. Aynı zamanda, bu konu üzerinde yapılmış olan çağdaş çalışmalar (bkz. Bibliyografi) ve konuya hakim olan bazı aydınların değerlendirmeleri ile ilgili geniş kapsamlı bir araştırmaya giriştik. Bu araştırma bizler için, Yeni Taslak Programının pozisyonunda ve buna ilave olarak bu meseleyle ilgili bu dosyada bilgilendirici ve yönlendirici bir rol oynadı. Bu teorik gözden geçirme halen devam etmektedir ve insan cinselliğinin her tür ifade biçiminin gerçek maddi temelini ve bireylerin yaşamları ve toplumun organizasyonu üzerindeki çeşitli etkilerini daha iyi anlamak için devam eden daha geniş ve daha uzun vadeli bir çabanın parçasıdır.
Yeni Taslak Programının aşağıdaki bölümleri eşcinsellik meselesindeki politik duruşumuzu meydana koymaktadır:
Sosyalist toplum, samimi ilişkilerde karşılıklı olarak saygı, eşitlik ve ortak aşka dayanarak kişisel, ailesel ve cinsel ilişkileri destekleyici olacak ve bunlar için uygun zeminleri oluşturacaktır.
Devrimci proletarya, gerici güçlerin eşcinselliğe karşı saldırılarına sert bir şekilde karşı çıkar. Aynı şekilde, devrimci proletarya, eşcinsellere karşı tüm fiziksel saldırıların, tüm ayrımcılıkların ve günümüzde fazlasıyla yaygınlaşmış korkunç hükümet baskılarının da karşısında konumlanır. Yeni toplumda eşcinselliğe karşı tüm ayrımcılıklar yasa dışı olacak ve toplumun tüm çeperlerinde, aile ve kişisel ilişkiler de dahil olmak üzere buna karşı mücadele verilecektir. (s. 22)
******
Burjuva toplumunda kadınlar ve erkekler arasındaki cinsel ve samimi ilişkiler büyük ölçüde erkek egemen ideolojinin ve ‘’erkek haklarının’’ yansımasıdır ve bunlar tarafından domine edilmektedir; bunlar birbirlerinin bünyesinde yer alırlar ve toplumsal ilişkilerin genel çerçevesinden etkilenirler. Bu çerçeve içinde kadınlara uygulanan baskı bütünleyici ve temel kısmı oluşturur. Bunların hepsi proletaryanın kitleleri radikal bir değişiklik bünyesinde harekete geçireceği ve kadınlara uygulanan baskıyla beraber tüm baskı ve sömürünün köklerinden kopartılacağı bir sürecin parçası olacaktır. Sosyalist toplum, samimi ilişkiler alanında tutarlı standartlar ve kadınlara uygulanan baskının kökten sökülmesi doğrultusunda insanları çaba göstermeleri için teşvik edecektir.
Eşcinsellik
Sosyalist toplum altında insanlar eşcinsel olmalarından dolayı veya cinsel yönelimlerine göre kınanmayacaklardır. Ayrımcılığa karşı tolerans gösterilmeyecek ve kapitalist toplumda bariz olan eşcinsellerin zorla bastırılmalarına kesin olarak karşı çıkılacak ve bunun üstesinden gelinecektir.
Aynı zamanda, aynı cinsiyetten bireylerin mevcut ilişkilerinin, şu an egemen olan, aile ve cinsel ilişkilerin hakim ideolojisi olan ve kadınları baskı altına alan “erkek egemenliğinin” sınırlarına hapsolduğunu ve bunun dışında varolamadığını anlamak da oldukça önemlidir. Pek çok farklı şekilde burjuva toplumlarında eril bir gey kültürünü karakterize eden genel görünüm, aslında erkek hakkı dışında kalan bir görünüm değildir. Hatta bu ilişkilerin belli elementleri de ‘’erkek hakkının’’ yoğunlaşmış ifadelerini içinde barındırır. Lezbiyenlik, sınıflı toplumlarda kadınların baskı altında tutulmasına karşı farklı anlamlarda bir cevap niteliği taşısa dahi, tek başına bu baskı sorununa kökten bir çözüm getiremez.
Samimi ilişkilerdeki genel görünüm, taraflardan birinin değersizleştirilmesi, domine edilmesi, istismar edilmesi veya kişiye sahip olunması gerektiği şeklindedir. Bu görünüm bizlere kadının toplumda baskı altında tutulmasının bir yansımasını ve de hem heteroseksüel hem eşcinsel ilişkilerde ‘’erkek hakkının’’ biçimlerini yansıtır ki, bunlar eleştirinin ve değişimin hedefi olacaktır. (ek: Proleter Devrim ve Kadının Kurtuluşu, s. 106)
Taslak Programın daha dolaylı olmakla birlikte konumumuzla oldukça ilgili olan başka bölümleri de vardır ve burada devam ederken bunun bir kısmını vurgulayacağız. Aynı zamanda bu dosyayı okuyan herkese Taslak Programın tamamını edinmelerini ve ekleri de dahil, üzerinde çalışmalarını şiddetle tavsiye ediyoruz. Ve aynı şekilde dünyadaki baskı ve sömürüyü bitirmek isteyen herkesi, Yeni Programın tamamlanma sürecinde aktif bir şekilde yer almaya davet ediyoruz.[1]
Şu an Yeni Taslak Programının çıkış noktası geçmişte takındığımız tutumdur. Her ne kadar parti olarak eşcinsellerin ayrımcılığa uğramasına ve onlara karşı yapılan saldırılara her zaman karşı çıkmış olsak ve devrimci mücadele saflarında mücadeleye katılmalarını desteklemiş olsak da, geçmişte hem erkek hem kadın eşcinselliğinin bir ölçüde, ‘bilinçli ideolojik bir ifade’ olduğunu ve özellikle erkek eşcinselliğinin kendisinin ‘yoğunlaşmış bir kadın düşmanlığı ifadesi’ olduğunu ve aynı şekilde hem kadının özgürleşmesinin hem de sosyalist toplumun dönüşümün önünde ‘bir engel olduğunu’ beyan etmiştik. Ve aynı şekilde görüşümüz lezbiyenliğin baskıya karşı anlaşılabilir bir tepki olmasına rağmen en kibar tabiriyle ‘politik bir reformizm’ olduğu ve yaygın baskıcı ilişkilerin fazlasıyla ideolojik bir şekilde ‘muhafaza edildiği bir yapı’ olduğu görüşündeydik. Her ne kadar sosyalist toplumda eşcinsellere karşı bir ayrımcılığın olmayacağı konusunda ve insanların eşcinsel ilişkilerine ne yasal yollarlar ne de herhangi bir şekilde devlet eliyle bir müdahalenin olmayacağı konusunda net olsak da, sosyalist devrimin bir hedefi olarak insanların genel görünüm ve pratik temelinde değişeceğini, her ne kadar eşcinsellik sosyalist toplumda var olsa dahi (ki sonradan biteceğini söylemiştik) eşcinselliği komünist bir toplumun çatısı altında düşünememiştik.
Bu meseleyle ilgili yaptığımız daha ileri incelemelerden ve geçmişte durduğumuz pozisyonla ilgili yapılan eleştirilere yeniden bakınca farklı bir anlayış seviyesine ulaştık. Artık sadece eşcinsellerin aşağılanmalarına, taciz edilmelerine ve ayrımcılığa uğramalarına sert bir şekilde karşı çıkmakla kalmıyoruz, bununla birlikte eşcinselliği ya da eşcinselliğin kendi pratiğini kadınların kurtuluşu ve tüm baskıcı ve sömürücü ilişkilerin yok edilmesi önünde bir engel olarak görmüyoruz.[2]
Daha ziyade, görüşümüzdeki esas hedef, heteroseksüel ve eşcinsel tüm samimi ve cinsel ilişkilerin genel olarak kadınların kurtuluşu ve her tür sömürü ve baskı ilişkisinin ortadan kaldırılmasına uygun olarak radikal bir şekilde dönüştürülmesidir.
Aşağıdakiler, hem mevcut konumumuzun arkasındaki düşünceyi açıklamaya hem de bu düşünceyi genişletmeye yöneliktir, ayrıca geçmiş konumumuzun eleştirel bir değerlendirmesini de sunmaktadır.
Genel Olarak İnsan Cinselliği ve Özellikle de Eşcinsellik Üzerine
İnsan cinselliği, son derece değişken ve komplekstir.
İnsanlar farklı şekillerde ve farklı sebeplerle cinsel ilişkiye girerler. Temel sebeplerden birisi, tabii ki de iyi hissettirmesidir! Zevk veren hislerin yanı sıra, insanların cinsel ilişkiye girmesi için şüphesiz pek çok farklı sebep vardır. Mesela çocuk yapmak ve aile kurmak; tanrısal varlıklara tapınmak ve “doğaüstü güçlere” erişmek (eskiçağlarda pek çok kişi dinsel törenlerin başlangıcı olarak karışık seks ritüellerinden yararlanmıştır); geniş toplumsal bağlantıları güçlendirmek, ya da tam tersi olacak şekilde bu bağlantıları manipüle etmek ya da bozmak; seksi bir ticaret ürünü olarak kullanmak; bireyleri (genelde kadın, bazen erkek), toplulukları (sistematik tecavüz bir savaş silahı olarak kullanıldığı zaman), ve daha genel bakılınca tüm kadın popülasyonunun yarısını değersizleştirmek, demoralize etmek ve baskı altında tutmak için “erkek üstünlüğünü” göstermek ve güç kullanmak (örnek olarak pornografi ve elbette tecavüz verilebilir); ya da, bunların tam karşıtı olarak; sevgi göstermek ve partnerler arasındaki yakınlık ilişkilerini ve ilgiyi güçlendirmek.
Burada söylenmek istenen şey, “sevişmenin” (her türlü şekliyle), içinde bulunduğu sosyal bağlamdan ayrı olarak değerlendirildiğinde doğal olarak iyi ya da kötü olmadığıdır. Cinsel ilişkinin sonuçta ilişkide bulunan kişiler üzerinde daha çok negatif ya da pozitif etkisi olup olmadığı, bu ilişkinin içinde bulunduğu toplumsal bağlama fazlasıyla bağlıdır. Hatta ve hatta, hangi cinsel ilişki çeşitlerinin daha pozitif veya negatif olduğunu belirleyen toplumsal kriterler de hep aynı değildir. Bu kriterler, topluluğun yaşadığı değişimler ve o topluluğun organizasyonu (kimin yönettiği, neye göre yönettiği ve ne amaçlarla yönettiğine de bağlı olarak) ve bu değişimlerle gelen zıt ve çatışmalı toplumsal güçlerin daha geniş sosyal görüş, istek ve bakış açıları doğrultusunda değişir.
Yani insanların cinsel aktivitelerde bulunma yöntemleri, bireylerin herhangi türdeki bir kişisel özel alanda “yaptıklarından” ibaret bir şey değildir. Sonuçta cinsel aktivite toplumsal bir pratiktir. Diğer tüm insan ilişkilerinde olduğu gibi, insanların neyi niçin yaptığı, kendilerini kapsayan toplulukta neler olduğundan etkilenmek durumundadır. Aynı şekilde, insanların neyi niçin yaptığı toplum üzerinde önemli etkilere de neden olabilir.
Bu üzerinde düşünmeye değer bir noktadır (bütün toplumsal ilişkilere kıyasla, buna bütün farklı cinsel ifade yöntemleri de dahildir), çünkü günümüzde ABD gibi ülkelerde kişilere ve onların aktivitelerine tek yönlü bir şekilde yoğunlaşmak “moda” olmuştur. Çoğunlukla da bu aktivitelerin içinde bulunduğu toplumsal bağlamı ve neden olabilecekleri daha geniş toplumsal etkiler ve fenomenler pek de umursanmayarak bu yapılır.
Biz Maoist devrimciler, insanların kendilerini ifade biçimleri ve sosyal ilişkilerini binlerce yıllık geleneksel (baskıcı) töreler ve yapılanmalardan kurtarmak istiyoruz. Yani konu cinsel ilişkilere gelince, olaya “yatak odası polisi” gibi yaklaşmayız. İnsanların kendilerini cinsel yolla ifade etme şekillerinin büyük çeşitliliğinin ve karmaşıklığının -tarihsel olarak- ve cinsel ilişkilerin statik, değişmeyen bir olgu olmadığının farkındayız. Ayrıca cinselliğin, hem kişisel hem de daha geniş sosyal çerçevede henüz tam anlaşılmamış pek çok noktası -sonuç olarak öğrenecek daha çok şey var- olduğunu da biliyoruz. Bunun yanı sıra, sosyalist toplumda daha da iyi özetlenmesi gereken önemli deneyimler olsa da, sosyalist ve sonrasında da komünist toplumda cinsel ifadenin nasıl bir biçim alacağını (ve bu farklı ifade biçimlerinin yeni sosyal bağlamda nasıl bir sosyal anlam ve önem taşıyacağını) hiç kimsenin tahmin edemeyeceğinin de farkındayız.
Ama biz bu farklı sosyal ifade ve davranış biçimlerinin büyük toplumsal etkilerinin çözümlenmesinin -ki bunu kendi sorumluluklarımızdan bilmekteyiz- ve sosyal olarak nispeten önemsiz olanla objektif olarak zararlı olanı veya yararlı olanı ayırmaya yardım etmenin, toplumu, devrimi yapan sınıfın (proletarya) ve tüm insanlığın objektif istekleri doğrultusunda yapılacak devrimle esasen değiştirme uğraşımıza bir temel olacağını düşünüyoruz.
Bu doğrultuda, cinsel pratiklerin “yerleşik” olmasını ve ciddi olarak incelenmesi gerektiğini tartışmaktayız, özellikle de kadınlar üzerindeki baskıcı tutumla ve bu baskıcı tutumu kaldırmanın gerekliliğiyle ilgili olarak bunu yapmaktayız.
Şu kadarı oldukça açık: Kadın ve erkek arasındaki tarihsel ilişkiyi temel olarak değiştirmeden ve devrimcileştirmeden toplumun tamamını asla devrimcileştiremeyeceğiz. Şu anda erkeğin kadın üzerindeki binlerce yıllık sistematik egemenliği ve boyun eğdirme zincirinin son noktasında bulunan bir dünyada yaşıyoruz. Bu konudaki uzun ve önemli bir meydan okuma ve muhalefete rağmen, yerleşik ve halen geçerli olan malzeme son derece gerçektir. Erkek üstünlüğü ideolojisi ve “erkeğin hakkı” dünyanın her yerinde güçlü bir şekilde etkisini sürdürmeye devam ediyor. (“Erkek hakkı” derken kadınlar karşısında erkek egemen konumun ve bu konumun getirdiği ayrıcalıkların ve yetkilerin -sadece yakın ve cinsel ilişkilerin değil, genel olarak- “modern ABD toplumu” da dahil olmak üzere ataerkil baskının ve kadına boyun eğdirmenin toplumsal ilişkilerde bütünleyici ve karar verici olduğu bütün toplumları kastediyoruz) Kadınların üzerindeki baskıcı eğilimlerin tamamen yok edilmesi ve tarihin çöplüğüne gömülmesi, temizleyici ve kapsamlı bir devrimle bütün baskı ve sömürü ilişkilerin (ve bu ilişkilere tekabül eden fikirlerin) yok edilmesinden daha azıyla mümkün olamaz.
Fakat henüz oraya gelmedik.
Bunların hepsi bugün insanlar arasındaki cinsel pratiklere nasıl baktığımızla son derece alakalıdır. Nasıl olmaz ki? İnsan cinselliğinin (heteroseksüel ve homoseksüel ilişkiler dahil) biçim ve ifadelerinin tamamının bu daha geniş sosyal bağlamda oluştuğu gerçeğinden kaçılamaz. Bu dünya, içindeki insan ilişkilerinin esas ve süregelen karakterlerinden biri olarak kadının sistematik olarak boyun eğdirildiği ve baskı altında tutulduğu bir dünyadır.
Yani aslında, bu dünya bizim içinde büyüyüp geliştiğimiz, aşık olduğumuz, bütün samimi ve cinsel ilişkilerimizi sürdürdüğümüz bağlamdır. Ve bu zemin ve bağlamın bütün bu ilişkiler üzerinde bir etkisi bulunur.
Pek çok cinsel ilişki ve farklı samimi ilişkiler bireylere ve genel olarak topluma bariz olarak pek çok yarar sağlıyor olsa da, bizim görüşümüz, özel mülkiyet ve sınıfsal ayrımların ortaya çıkmasından bu yana, tüm cinsel ilişkilerin kadının tarih boyunca maruz kaldığı baskının izlerini taşıdığı, ve bugün de sınıf ayrımcılığının esas özelliklerinden biri olan bu durumun söz konusu olduğu şeklindedir. Bu konuda radikal, stratejik bir değişimin elde edilmesi için bunların tamamının önemli şekilde değiştirilmesi gerekmektedir.
Modern dünyada cinselliği bu kadar aldatıcı bir önerme yapan da budur! Burjuva toplumu ve bütün diğer sömürü ve baskıcı ilişkilerle kurulan toplumları tanımlayan kadınlar üzerindeki sosyal boyun eğdirmeye benzer doğrultuda (hatta aynı doğrultuda) ilerlemeyen, yararlı yakın sosyal ve cinsel ilişkiler kurmak bireyler açısından hiç de kolay bir şey değildir. Toplumda çoğunlukla egemen olan ilişkiler tam aksini destekliyorken bireylerin karşılıklı sevgi, saygı ve gerçek eşitlik ilkelerine dayalı doğru ilişkiler kurabilmesi hiç de kolay değildir!
Uğraşmaya değer diğer her şey gibi, bu mesele de mücadele gerektiriyor, tamamen daha iyi, geniş bir gelecek vizyonunun yanı sıra; esasen toplumu bütün sosyal ilişkilerle beraber yeniden radikal biçimde alt üst etmeyi ve devrim yapmayı gerektiriyor.
Şu ana kadar söylediğimiz bütün şeyler tüm cinsel ilişkilere ve pratiklere uymaktadır. Umarız, bu bizim eşcinsellik konusundaki tartışmamızda genel yaklaşımımıza ve geniş çerçevemiz hakkında bir fikir vermeye yardımcı olur.
ABD Gibi Toplumlarda Eşcinsellik
ABD gibi toplumlarda, bazı insanlar gençlik dönemlerinde hemcinsleriyle cinsel ilişkilerde bulunur, ya da bazı durumlarda karşı cinsten bireylere erişemediklerinde heteroseksüel ilişkilere dahil olurlar. Bazı bireyler yetişkinliklerine doğru heteroseksüel cinsel ilişkilerine girer, hatta belki yetişkinlikteki hayatlarının büyük çoğunluğunu böyle geçirirler ve sonrasında homoseksüel ilişkilere geçerler. Bazı insanlar hayatlarının büyük çoğunluğunda heteroseksüel cinsel ilişkiler yaşarlar, fakat bazı özel durumlarda (buna “durumsal homoseksüellik” de denir), örneğin karşı cinsten uzun süre izole bırakıldıklarında (hapishaneler, tek bir cinsiyete dayalı yatılı okullar, ya da cinsiyet ayrımlarının bulunduğu başka yaşam/çalışma şartları vb.) hemcinsleriyle cinsel ilişkilere girerler. Bazı insanlar kendilerini biseksüel olarak tanımlar, hem kendi cinsleriyle hem de karşı cinsle cinsel ilişkilere girer ve onları çekici bulurlar. Ve bazı insanlar “genel olarak” belirli bir tür cinselliği, “bazen” de zıttını yaşasalar da, şüphesiz hayatlarının tamamını yalnızca heteroseksüel ilişkiler yaşayarak geçiren pek çok birey de şüphesiz vardır. Ve elbette daha az sayıda -ancak halen önemli sayıda- insan da hayatlarını sadece eşcinsel ilişkilerle geçirir.
Durumun karmaşıklığını görebilmek gerekir. Cinsiyet ayrımının olmadığı durumlarda dahi insanların somut cinsel pratiklerinin kendilerini cinsel olarak etkileyen durumlara karşıtlığı olabilir. Yani, insanların cinsel yönelimleri yalnızca cinsel pratiklerine indirgenemez. Bariz bir örnek; evlilik ve cinsel ilişkilerden uzak duran bekar birinin hemcinslerine ya da karşı cinse ilgi duyabilmesidir. Ya da bir kişi heteroseksüel bir evlilikte bulunsa da kendisinin sadece ya da öncelikle hemcinslerine ilgi duyması da mümkündür. Bu duruma, eşcinsel ve heteroseksüel olarak geniş biçimde tanımlanmış olan yönelimlerin içinde de pek çok farklı cinsel davranış, tercih ve rollerin bulunduğunu da eklemek gerek.
Bütün bu çeşitliliğe bakıldığında, eşcinsel olmanın ne demek olduğunu anlamanın ya da eşcinsellik hakkında tek bir olgu gibi konuşmanın zorluğu şaşırtıcı olmamalıdır. Fakat günümüz ABD toplumunda kendi cinsel yönelimlerini -cinsel tercihleri bağlamında- heteroseksüel diye tanımlayan önemli sayıda birey bulunduğu da açıktır.
Neden bazı insanlar hemcinsleriyle cinsel aktivitelerde bulunur? Bu kolay cevaplanacak bir soru değildir, hatta aslında bunun sebepleri tamamen anlaşılmış da değildir ve birden fazla sebebi olduğu ortaya çıkabilir. Bizler, insan cinselliği konusunun sosyal ve bireysel seviyelerde irdelenmesi gerektiği ve bu faktörlerin birbirleriyle nasıl ilişkiye geçtiğinin araştırılmasının bu soruyu cevaplamada gerekli olduğu kanısındayız.
Tarihe ve Çeşitli Kültürlere Bakış Bize Eşcinsellik ile İlgili Ne Söyleyebilir?
Tarihe baktığımızda görebileceğimiz bir şey var ki, o da insan cinselliğinin çok çeşitli bir şekilde yaşanmış olduğudur. İnsanların hemcinsleriyle birlikte olması hiç de yeni bir durum değildir. Antropolojik ve tarihi kayıtlar göstermektedir ki, çok eski bir zamandan hatta ilk insan topluluklarından itibaren eşcinsellik yerkürenin her alanında deneyimlenmiştir. Her ne kadar, büyük ihtimalle heteroseksüel ilişkiler tarih boyunca genel anlamda daha çok kişiyi kapsamış olsa dahi, eşcinsellik yine büyük bir olasılıkla en azından ikincil olarak tüm topluluklarda varolmuştur.
İlk insan topluluklarında heteroseksüel ve eşcinsel ilişkilerin ne sıklıkta yaşandığı ve bunların ne kadar yaygın olduğunu gerçekte kimse bilmemektedir. Bilinen bir şey var ki, o da eşcinsel ilişkilerin farklı formlarda ve farklı sebeplerle pek çok toplulukta yaygın ve kabul edilen bir sosyal fenomen olduğudur. Tabii ki her cinsel ilişkinin ve cinsel farkındalığın biyolojik olarak farklı ele alınış biçimleri vardır ve şüphesiz yüzyıllar boyunca insanların cinsellikle ilgili hissettikleri duygular, cinselliğin canlandırdığı duygular ve insanların cinsel farkındalık yaşamalarının spesifik olarak hizmet ettiği nedenler kültürden kültüre ciddi anlamda geniş bir alana yayılmıştır.
Burası her ne kadar bu meseleyi derinlemesine bir şekilde tarihsel ve antropolojik olarak olarak incelemenin yeri olmasa da, insan cinselliğinin ve onu çevreleyen kültürün farklı tarihi dönemlerde ve kültürlerde ne kadar çeşitlilik içeren bir tarihe sahip olduğunu anlamak faydalı olacaktır. Heteroseksüel cinsellik ve onu çevreleyen kültür, kurumlar, gelenekler ve pratikler ağırlıklı olarak yakın dönem insanlık tarihinde ve sınıflı toplumda gelişmiştir.
Biz burada genel olarak (ve yalnızca temel hatlarıyla!) evliliğin öncü kurumlarının ve patriyarkal aile düzeninin -şüphesiz bu durum heteroseksüelliğin tarih boyunca yaşanmış tüm pratiklerini kapsamaz- evrimini inceleyeceğiz. Şimdiye kadar bildiğimiz şey, kabile sistemlerinin katı sosyal hiyerarşileri ve sınıfsal bölünmeleri içerdiğiydi ve insanlığın ilk toplumlarının neredeyse kesinlikle ufak komünal gruplar ve babalarının kim olduğunu kesin olarak bilmeyen bireylerden oluştuğudur. Bunlar soylarını ve sosyal bağlarını ortak sosyal zorunluluklar temelinde, annelerinin köklerini takip ederek kurarlardı. Bu anaerkil sistemdi. Bu sistemin verili zemininde, çocuklar yetişkinlerin kişisel mülkleri gibi görülmez, çocuklara tüm grup tarafından sahip çıkılır ve bu şekilde yetiştirilirlerdi. Ve anaerkil toplumlarda genel hatlarıyla kadının da en az erkek kadar sosyal statüsü ve karar alma hakkı vardı.
Ancak bunların hepsi değişti. Bütün bunlar insanlığın hayvanları evcilleştirmeyi öğrenmesi, tarım yapması ve kaynaklarını günlük ihtiyaçlarının dışında biriktirerek artı değer oluşturmaya başlamasıyla değişti. Artık uğruna savaşılacak şeyler ve sonraki jenerasyonlara öyküler ve kültürden farklı olarak aktarılacak şeyler vardı! Komünal sistem yıkılmaya başladı ve artık kimin kimin çocuğu olduğu, kimin neyi miras alacağı önemli bir mesele haline geldi. Ve bir şekilde erkeklerin aktiviteleri, onları ilk hayvan çiftliklerini ve tarım alanlarını kontrol etmede daha avantajlı bir konuma getirdi. Ve böylece erkekler artı değer üretiminde kurdukları tahakküm ile toplumun işleyişinde daha güçlü ve etkili bir pozisyona sahip oldular. Ve o günden başlayarak günümüze kadar gelen süreçte erkekler ve kadınlar arasındaki hiçbir şey bir daha eşit olmadı.[3]
Şüphesiz, bütün bunların yansımaları cinsel pratiğe de yansıdı. Babanın kim olduğunun kesin bir şekilde bilinebilmesi adına kadının nasıl ve kimler ile cinsel ilişki yaşayacağını kontrol eden pek çok yeni kural yaratıldı. Kadın bu süreçle beraber cinsel özgürlüğünü, ifadesini ve cinsel partnerini seçip seçememe özgürlüklerinin hepsini kaybetti. Artık kadın kimi zaman ekonomik ve politik paktlar oluşturmak için pazarlanan, babaları ve kocaları arasında alımı satımı yapılan bir meta haline geldi. Kadın bu şekilde köleleştirildi ve adeta bir besi hayvanına çevrildi. Hatta kimi zaman kendilerine zorla el konuldu ve savaş ganimeti yapıldı. Bu yeni erkek egemen aile düzeni kadının kontrol edilmesinin, çocukların yetiştirilmesinin ve mülkiyete geçişini temelini oluşturdu. Hatta ‘’aile’’ kelimesi direkt olarak Roma İmparatorluğu’nda kullanılan ‘’famulus’’ kelimesinden gelmektedir. ‘’Famulus’’ bir erkeğin eşleri, çocukları, hizmetçileri ve kölelerinden oluşan, bu kişilerin yaşayıp yaşamayacaklarına dahi kendisinin karar verdiği bir tür kişisel koleksiyona verilen isimdi.
Ataerkil aile düzeninin formları tarih boyunca ve kültürler arasında farklılıklar gösterir. Örneğin bazı köleci ve feodal toplumlarda poligami, bir erkeğin birden fazla resmi eşe sahip olabilmesi biçimiyle yaygınken, kimi toplumlarda da erkeğin bir ‘’resmi’’ eşinin ve resmi olmayan eşlerinin olduğu monogami esastı, vb. Feodal toplumlarda (ve bugün feodal formların yaşanmaya devam ettiği dünyanın büyük bir bölümünde) evlilik ayarlanan bir şeydir (ve bu durum günümüzde de halen devam etmektedir). Modern burjuva döneminin başlamasıyla birlikte evliliğin direkt olarak (ya da en azından tamamıyla) mülkiyet ilişkilerinin devamı ya da genişletilmesi doğrultusunda olması gerekmediği, böyle bir zorunluluğun olmadığı fikri gelişmeye başladı. Bireylerin en azından evlenecekleri partnerlerini özgürce seçebilmeleri ve ‘’aşka’’ dayanan evlilikler toplumsal olarak kabul edilir oldu. Ancak burjuva döneminde de aile yapısının temeli geniş anlamıyla patriyarkal olarak kalmaya devam etti ve de heteroseksüel ilişkiler kadınların erkekler tarafından boyun eğdirilmesinin binlerce yıllık tarihini yansıtmayı sürdürdü.[4]
Heteroseksüellik gibi eşcinsellik de tarihler ve kültürler boyunca görüldü, kurumsallaştırıldı ve uygulandı. Eşcinsel aktivite bazı kültürlerde çok geniş olarak yer buldu ve uygulandı. Örneğin Papua Yeni Gine’de bazı kabilelerde genç erkeklerle oğlan çocuklarının birlikte oldukları, erkekliğe geçişin sembolü olan çeşitli cinsel törenler uygulanırdı. Bu kabilenin bazı üyelerinin erkekliğe geçmenin tek yolunun bir erkek çocuğuna ‘’erkekliğin özünün’’ bir erkek tarafından aktarılması olduğu düşünülürdü, bu durum kayıtlara geçmiştir. Bu ritüelin bir parçası olarak ergenliğe girmiş erkeklerin, kabileleden genç bir erkeğe verilmeleri ve bu erkeğin, ergen olan çocuk evlenebilecek yaşa gelene dek ona mentorluk etmesi ve onu cinsel bir araç olarak kullanması şeklinde çeşitli uygulamalar vardı. Bazı kabilelerde bu pratik belirli ekonomik anlaşmalarla birleştirilirdi. Örneğin erkek çocuğun biyolojik babasının, çocuğu ekonomik tazminat olarak başka bir erkeğin evine göndermesi yaygın bir gelenekti. Hatta bazen evin kızı, eve gönderilen bu çocuğa gelin olarak verilirdi (bu kabilelerin bazılarında erkek çocukların annelerine ait olduklarına ve bu şekilde bir davranışın bulunduğuna ve erkekliğe geçmelerinin tek yolunun yukarıdaki pratikler olduğu düşünülüyordu) (Murray 2000, syf 28-33)
Özellikle 5. yüzyıl Atinası başta olmak üzere klasik dönem Yunan uygarlığında da oğlancılığın[5] bilinen pek çok örneği vardı. Burada gözüken şey, ayrıcalıklı tabakanın düzenli olarak diğer erkeklerle dominant ve ast olarak (erastes ya da eromenos) cinsel ilişkiye girmesidir. Bu uygulamalarda erkeğin konumu; sosyal statüsü ve yaşına bağlıydı (örneğin sakalsız gençler birer ‘cinsel alıcı’ olarak görülürlerdi) Bu ilişkilerin içerisinde bulunan çoğu erkek aile bağlamının içerisinde düzenli olarak kadınlarla da ilişkiye girerlerdi. Ancak kadın aşağı bir varlık olarak değerlendirildiği için yüksek aşk ideallerinin, gerçek cinsel zevkin ve güzelliğin ancak genç erkeklerin birlikteliğiyle ulaşılabileceği düşünülürdü.[6]
Ataerkil otoritenin korunması amacıyla kadınların görmezden gelinmesi, yok sayılmaları ve baskılanmaları dolayısıyla kadınların eşcinsel aktivitelerinin tarihsel kayıtları bir hayli sınırlıdır. Tarihin uzun bir dönemi boyunca kadın bir besi hayvanı gibi muamele gördüğünden ve cinsel obje olarak görüldüğünden, tarihçiler ve bilim adamlarının yazılı kayıtları ve gözlemleri Hristiyan otoriteler ve diğer otoriteler tarafından karartılmıştır. Örneğin Lesbos adasının meşhur şairi Sappho’nun eserlerinin sadece yüzde beşi Hristiyanların saldırılarından geriye kalabilmiştir. Antropologların çalışmaları, Afrika ve Polinezya’daki pek çok farklı kültürde eşcinsel ilişki, cinsellik boyutunda olan arkadaşlık ilişkileri ve kadınlığa geçiş törenlerinin uygulandığını gösterir (bu eşcinsel ilişkilerin çoğunun kadının evliliğe hazırlanması olarak görüldüğü düşünülmektedir.) Aynı şekilde kadınlar arasında eşcinsel ilişki pratikleri varolduğu gibi bunlar özellikle yetişkin evlenmemiş kadınların başka kadınlarla beraber kurdukları yakın duygusal ilişkiler veya cinsel arkadaşlık ilişkileri olarak gözlemlenmiştir.
Yeniden belirtmekte fayda var, bu örneklerin verilmesinin sebebi eşcinselliğin tarih boyunca ve kültürler arasındaki detaylı bir tarihini verme çabası değildir. Ancak buradaki amacımız daha ziyade, hem heteroseksüel hem eşcinsel farklı cinselliklerin farklı zamanlarda tarih boyunca deneyimlendikleri, kurumsallaştıkları ve sosyal olarak farklı anlamlara sahip olduklarını bir nebze de olsa açıklayabilecek bir perspektiften bakabilmektir. Her ne kadar yeterince geniş, kabul edilmiş ve kendi zamanlarında kurumsallaşmış örnekler vermiş olsak da, verili bir zamanda belirli bir toplumdaki bütün farklı sosyal ‘’anlamları’’ ve ifadelerinin bulunduğunu ve eşcinsel ilişkilerinde de bunların farklı şekillerde, farklı ifadelerinin olduğunu belirtmek gerekir. Her toplumda insanların cinselliğini genel olarak temsil eden gelenekler ve sosyal normlar vardır. Ancak bu gelenekler ve normlarda günün sonunda insan eliyle yapılandırılmış bir üstyapının parçasıdırlar. Bu normların dışında duran ve hatta kimi zaman bunlardan ayrılan insanlar da olmuştur, bu insanlar ‘’marjinal’’ veya ikincil türden (evliliğin yanı sıra fuhuş gibi) pratiklerin içerisinde bulunmuşlardır. Yukarıda belirtilen örnekler bizlere kültürel normlar arasında olduğu kadar uzak kültürler arasında da ciddi çeşitlilikler olabildiğini göstermektedir. Buradan her cinsel pratiğin kendi döneminin bağlamında ve kendi toplumunda anlaşılması gerektiği anlaşılmalıdır, yani neyin doğal ve gerekli olduğuyla ilgili kendi düşüncelerimiz, kendi tarihimizin, zamanın ve mekanın birer ürünüdürler. Bu genel olarak insan cinselliğine bakılırken kaçırılmaması gereken çok önemli bir metodolojik yaklaşımdır. Sosyal bilimlerin ve genel olarak bilimin uğraştığı bir şey var ki, o da ancak objektif olarak geçmiş dönemlere ve o dönemlerin sosyal pratiklerine bakarak kendi dönemimizdeki kültürün yarattığı önyargılardan sıyrılabileceğimizdir. Diğer taraftan arkeoloji ve antropoloji çalışmaları, genel olarak ‘’subjektif’’ bir konu olarak değerlendirilen geçmiş zamanlar ve mekanlarla ilgili bilgilere objektif olarak bakmamıza yardımcı olurlar.
(Cinselliğin toplumsal organizasyonuna ve bunun özellikle kadın meselesiyle olan ilişkisine daha geniş kapsamlı, tarihsel ve kültürlerarası bir kavrayış, şu anki incelemelerimiz ve teorik çalışmalarımız içerisinde yer almaktadır. Burada her ne kadar insanların genel olarak cinsellik kavramıyla ilgili ne tarzda toplumsal yapılar oluşturduklarına atıfta bulunmuş olsak da, sınıflı toplum ve ataerkil aile meselesine bu dosyanın ilerleyen bölümlerinde ayrıca değineceğiz.)
Cinselliğin toplumsal seviyede incelenmesiyle, tarih boyunca varolmuş bütün toplumların (kesinlikle sınıfların gelişmesiyle beraber fakat çok büyük ihtimalle daha da öncesinde) kendi yaygın sosyal normları, ihtiyaçları ve amaçları doğrultusunda insanların cinsel aktivitelerini (eşcinsellik de dahil olmak üzere) biçimlendirdikleri görülebilir. Toplumların cinsel aktivitelerin yapılarını belirlemek ve onları organize etmek için kurumlar oluşturulmuştur. Farklı toplumlar diğer durumlarla beraber daha geniş kapsamlı sosyal amaçlar için insanlığın farklı cinsellik biçimlerini kullanır, onları çıkarları doğrultusunda teşvik eder, kınar veya yasaklar. Bireysel cinsel pratikler, geniş anlamıyla sosyal ihtiyaçlara ve objektiflere ve de onu kuşatan ‘’cinsel kültüre’’ göre gelişirler. Bu geniş sosyal hedefler farklı şekillerde yansırlar, yalnızca bireylerin kendi cinsel pratikleri olarak değil aynı zamanda bireylerin ihtiyaç hissettikleri ve de idrak ettikleri arzularıyla birlikte yansırlar. Ancak bu farklı seviyeler (toplumsal, bireysel cinsel pratikler, bireysel olarak hissedilen ihtiyaçlar ve idrak edilen arzular) birbirlerini tetikler ve aynı zamanda etkilerken bir tek ve aynı şey değildirler.
İnsanların Cinsel Yönelimlerinin Maddi Zemininin Temelleri
Neden bazı bireylerin eşcinsel ‘’oldukları’’ bazılarının ise heteroseksüel ‘’oldukları’’, eşcinsel bireylerin de dahil oldukları halen devam etmekte olan çelişkili ve büyük bir tartışmanın konusudur. Bazı eşcinseller cinsel yönelimlerinin gelişmesinde, ki bu lezbiyen bireyler arasında daha da yaygındır, kendi bilinçli tercihlerinin esas olduğunu söylemektedirler (Ve bu arada pek çok bireyin cinsel yönelimi tamamen biseksüeldir)
Ancak sayısı bir hayli fazla olan pek çok eşcinsel (hem kadın, hem erkek) neden eşcinsel olduklarını bilmediklerini ve seçimlerinde esasen bilinçli bir tercihin olmadığını söylemektedir. Pek çoğu genç bir yaşa geldiklerinde, cinsel farkındalıklarının gelişmesiyle birlikte, sadece kendi hemcinslerine cinsel açıdan ilgi duymaya başladıklarını (ve karşı cinse cinsel ilgi duymadıklarını) ve de bunun zaman içerisinde onlar açısından hiç değişmediğini, hatta kimi zaman maruz kaldıkları aşırı derecede sosyal baskıya ve seçimlerini ‘’değiştirme’’ dayatmasına rağmen bunun hiç değişmediğini belirtmektedirler.
Bireylerin eşcinselliklerinin biyolojik mi, toplumsal mı, yoksa her ikisi de mi olduğu konusundaki tartışma sürmektedir. Peki ya bireysel biyoloji meselesi? İçsel biyolojimiz cinsel yönelimi dikte eder mi? Ya da insanlar bir şekilde eşcinsel olmaya programlı mı doğmaktadırlar? Bu soru pek çok bilimsel araştırmayı ve ateşli tartışmayı açmış, bilim camiası içinde ve dışında tartışılan bir konu olmuştur. Bütün bunların yanında genel olarak eşcinselliğin basit bir seçim durumu olmadığı meselesi, pek çok bilim insanını eşcinselliğin ‘’nedenini’’ spesifik ve direkt bağlantılar ile biyolojide aramaya yöneltmiştir. Bu araştırmaların motivasyonlarından biri de, aslında bulunabilecek biyolojik bir temelin daha fazla anlayış ve toleransa neden olabileceğinin düşünülmesidir. Bunun toleransa bir zemin hazırlayabileceğini düşünenler için belirtmekte fayda var; Naziler de alabildiğine eşcinselliğin biyolojik kökenleri olabileceğini düşünüyorlardı, fakat bu durum eşcinselleri yok etmeye çalışmaktan onları alıkoyamadı![7]
Bilim insanlarının motivasyonu, her durumda ve her ne olursa olsun gerçekten hakikate ulaşmak olmalıdır. Aslında mesele bilim insanlarının cinsel yönelimlerin ve cinsel davranışların biyolojik temellerini araştırmak istemeleri değildir. Bu konularda halen araştırılması gereken pek çok şey vardır ve bunlar gerekli araştırma alanlarıdır. Pek çok bilim insanı, cinsellik ve cinsel davranışların altında yatan temelleri bulabilmek için yıllarca dikkatli ve ciddi çabalar sarf etmişlerdir.
Ancak yine de bu çalışmaların ciddi metodolojik problemleri vardır. İnsanın karmaşık sosyal davranışlarının biyolojik temelleri tespit edilmeye çalışılırken pek çok kusurlu iddia ortaya atılmış, problemli veri toplama metotları kullanılmış, bozucu deneysel ortamlar yaratılmış ve kendilerini tekrar eden sonuçlara ve çeşitli problematiklere subjektif şekilde yaklaşılmıştır. Cinsiyetin ve cinsel davranışların çoğu hayvan türlerinin geniş bir spektrumunu kapsamakla beraber, -spesifik olarak insanlarla ilgili olanlar da dahil- çok sayıda araştırma yapılmış olmasına rağmen elimizde halen çok az doğru ve güvenilir cevap vardır. Bir şey kesin olarak söylenebilir. En azından şimdiye kadar hiç kimse eşcinselliğin kesin ve doğrudan biyolojik bağlantılarını gösterebilmiş değildir. (Bakınız: Biyolojik Çalışmalarla İlgili Ekler)
En büyük problemlerden bir tanesi, her ne kadar bazı çalışmalar ve araştırmalar kapsayıcı yaklaşımlar ve gelişmekte olan bu fenomenin kompleksliğini tanıyor olsa da, zamanın indirgemeci modasıyla eşcinselliğin biyolojik kökenini saptamak için girişimlerde bulunulmuştur. Bu doğrultuda konuya yönelik bir gen, belirli bir kromozom, beynin belirli bir bölgesi, belirli bir hormon ya da hormon yüzdesi vb. şeklinde açıklamalar yapılmaya çalışılmıştır. Ve bu tekil bir öz bulma kapsamındaki araştırmaların indirgemeci kökenleri bu özleri doğal ve sosyal ortamların dışında yapay bir izolasyonda aramıştır.
Belirtmekte fayda var, bir DNA zincirini test tüpünün içine koyarsanız, yalnızca orada duracak ve bir şey yapmayacaktır! Genler yalnızca yaşayan hücrelerle etkileşime geçerek ve karşılığında genel hatlarıyla vücut ile etkileşime geçerek ve bunun karşılığında da doğa ve sosyal çevre ile etkileşime geçerek işlev görürler. Gerçekten biyolojik fonksiyonların geçerli olabileceği bir araştırma için şeylerin birbirleriyle olan farklı organizasyonlarının ve şeylerin birbirleriyle olan dinamik etkileşimlerinin hesaba katılması gerekir.
Eşcinselliğin sözde biyolojisi (ve insanın diğer kompleks sosyal davranışları) için yapılan çarpıtılmış çiğ basın haberleri, işleri sadece daha da kötü yapmaktadır. Bir gün daha geçmesin ki bilim insanlarının ‘’geylik genini’’ ya da ‘’gey beyni’’ ya da eşcinselliğin “hormonel” sebeplerini bulmamış olsunlar. (Hatta saldırganlığı veya eşinizi geçen hafta neden aldattığınız gibi şeyleri de kesinlikle hiçbir bilimsel zemini olmadan acınası bir eğlenceyle pazarlamaya çalışırlar). Şüphesiz bedenimizin iç kısmına baktıkça sürecin dış bağlantılarından kopmak kaçınılmaz hale gelir. Sosyal etkileşimlerimiz, sosyal yaşantımız gibi şeylerin insanın yaptıkları üzerindeki etkisi ve hatta genel olarak bedendeki etkisini göz ardı ederiz.
İndirgemeci biyolojik yaklaşımın temel problemi, insan biyolojisinin böyle yürümüyor olmasıdır! Cinsel davranışlar, kompleks sosyal davranışlardır ve de biyolojik araştırma tarihinin en başından beri kompleks sosyal davranışları basit veya tek bir gene, hormona indirgemek mümkün olmamıştır. Ne de insanın kompleks sosyal davranışlarını önceden programlanmış bir fiziksel bağlantısalcılığa indirgeyip bu şekilde yansıtmaya çalışmak mümkündür. Bu elbette insan davranışlarında önemli biyolojik temeller yok demek değildir. Ancak tam bizim biyolojimizin en kayda değer ve dikkat çekici gerçeği olarak ortaya çıkan şey, bizim türümüzü biyolojik olarak en özel kılan şey, bizim eşi benzeri görülmemiş derecede davranışsal yoğrulabilirliğimiz ve işlenebilirliğimizin bulunduğu gerçeğidir: gerçek şu ki, bu durumun kabaca “doğuştan” gelme ile açıklanamaz. İnsan türü olarak gelişmemiş ve bu gezegendeki diğer türlerden daha çok, özellikle de sosyal etkileşimlerimiz aracılığıyla inanılmaz bir öğrenme kapasitesine sahip olarak doğuyoruz ve bunun sonucunda çok geniş bir yelpazede davranışlar (buna insanların daha önce hiç beceremediği yepyeni davranışlar da dahildir) ve hatta tüm yaşamlarımız boyunca yeni davranışlar öğrenmeye devam ediyoruz. Bundan dolayı bir tür olarak gerçekten çok eşsiziz.
Şüphesiz insan bedeni maddi varlıklardır ve bundan dolayı maddi limitleri bulunmaktadır. Vücudumuz isteyebileceğimiz her şeyi yapamaz (örneğin, yüksek bir binanın üzerinden tek atlayışta geçemeyiz) ve çok geniş davranışsal yeteneklerimizin gelişimi bile limitsiz değildir. Bedenlerle doğarız, boş sayfalar olarak değil ve insanların gelişminin her döneminin eşit esneklikte olmadığı da bir gerçektir.[8] Yani evet, biyolojik “limitler” var ve biyolojik gelişim dönemleri de var. Ancak genel olarak biyolojimizin temel niteliği bizim eşi benzeri görülmemiş süregelen davranışsal esnekliğimiz ve öğrenme kapasitemiz olarak kalmaya devam etmektedir.
Bu biyolojik/sosyal etkileşimi anlatmanın başka bir yolu da, bireyin vücudunun ve onun biyolojisinin bir alt yapı ve temel olarak hizmet etmeye devam ettiği, bir etki icra ettiği ve hatta insan davranışları üzerine bazı parametreler ve limitler koyduğudur. Ancak bunun ötesinde, toplumsal koşullanma, kültür ve öğrenme, zorunlu olarak karmaşık bireysel davranışları şekillendirir ve bunları etkiler; aslına bakılırsa her zaman yeniden bu davranışlarda öncül bir etken olarak gösterilebilir. Bireylerin biyolojik gelişiminde, sonradan gelen davranışsal yetenekleri ile ilgili olan bazı düğüm noktaları olabilir, ancak tipik olarak karmaşık davranışlarla ilgili olan bireysel gelişim son derece yoğrulabilir ve adapte edilebilirdir ve bir bireyin tüm hayatı boyunca devam eder. İlginç şekilde, karmaşık davranışlar bazen bir vücudun iç biyolojik düzeni ve çalışma yöntemi üzerinde geri bildirimli dönüşümsel bir etkiye bile sahip olabilir (yalnızca bir örnek olarak stresin vücut üzerinde yapabileceği etkileri bir düşünün).
Biyologlar Richard Levins ve Richard Lewontin, genel bir sosyobiyoloji analizinin parçası olarak, 1985’te yazdıkları The Dialectical Biologist (ss. 262-263) kitabında cinsel ve diğer sosyal davranışlara bir analoji olarak şu örneği verdiler: “İnsanların ne yiyebilecekleri biyolojik olarak belirlenmiştir; ne yedikleri ise gayet başka bir konudur. Eğer insanların ne yedikleri tarihsel, sosyolojik ve bireysel olarak belirlenmişse, neden yedikleri de bir o kadar belirlenmiştir. Biyolojik olarak, ‘yemek’ ve ‘içmek’ beslenmenin fiziksel aktiviteleridir. Gerçekte, yemek ve içmek bu biyolojik zorunlulukla çok çeşitli ilişkilere sahiptir. Yemek yemek, aile bağlarını güçlendiren, ticari alışverişler için bahane oluşturan, karşılıklı sosyal yükümlülükler yaratma şansı sunan sosyal bir durumdur. İnsan kültüründe yemenin ve içmenin tek bir anlamı yoktur, fakat tek bir fiziksel aktivitenin uçsuz bucaksız sosyal ve bireysel bir anlama nitel dönüşümü durumu bulunur. Yalnızca bu fiziksel aktivete üzerine, bunun biyolojik ön koşullarının, evriminin, diğer hayvanlardaki bu davranışa benzerliklerinin, ya da beynin bunu etkileyen bölümlerinin üzerine yapılacak tek ve kısıtlı çalışmalar basitçe insan fenomeniyle alakasız olacaktır.”
O halde insan cinselliği hakkındaki biyolojik çalışmalar yalnızca vakit kaybı mıdır? Elbette değildir. Cinselliğin “altında” veya temelinde biyolojik “destekleyici unsurlar” vardır ve bütün bunlar hakkında halen açığa çıkarılacak ve öğrenilecek pek çok şey var. Cinsiyet biyolojisi hakkında pek çok şey anlaşılmaktadır, ancak özellikle de insanlardaki varsayılan cinsel davranış biyolojisi hakkında çok daha az şey bilinmektedir. Biz kanıtların çoğunluğunun genelde sosyal ve biyolojik olmayan faktörlerin cinsel faaliyeti ve uygulamaları şekillendiren temel dinamikler olduğuna işaret ettiğine inanıyoruz, ancak “sosyal olanın biyoloji üzerinde önceliği” hakkında konuşmayı biyolojik bir yapının varlığını reddetmek için (sonuçta insanların halen bireysel olarak bedenleri vardır!) ya da aslında biyolojimizden öğrenilecek pek de bir şeyin bulunmadığını düşünmek için yapmıyoruz. Buradaki nokta, insanlardaki (doğduğumuz günden itibaren öğrenmeye ve toplumsal örgütlenmeye yönelik büyük bir kapasitemizin olması nedeniyle) temel bireysel biyolojinin öneminin, bireyler olarak yaptığımız her şeyi belirleyen ve biçimlendiren kültürel ve sosyal etkileşimlerimizin önemi tarafından gölgede bırakılması durumudur.
[Bu sorun hakkında daha detaylı bir tartışma için okuma önerileri: Gould – “Mismeasure of Man”; Lewontin & Rose & Kamin – “Not in Our Genes: Biology, Ideology, and Human Nature”; Skybreak – “TARİH ÖNCESİ ADIMLARDAN GELECEĞİN ATILIMLARINA – İnsanın Ortaya Çıkışı, Kadına Dönük Baskının Kökenleri ve Kurtuluşa Giden Yol Üzerine Bir Çalışma” ve kendisinin Revolution gazetesinde Lewontin üzerine değerlendirmesi, “Not in Our Genes and the Waging of the Ideological Counteroffensive.”]
Açık olmak gerekirse, henüz hiç kimse eşcinsel faaliyetin tek bir spesifik ve doğrudan biyolojik olandan[9] daha fazla tek bir spesifik doğrudan sosyal “sebebini” tam olarak saptayamamıştır ve genel cinsel faaliyetin formasyonunun pek çok karmaşık faktörün karışımı olarak ortaya çıkması ve kendini muhtemelen her bireyde pek de aynı yoldan sunmaması olası görünüyor. Eğer herhangi bir gelecek bilimsel araştırma bireyin biyolojisi ile cinsel yönelimi arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koyarsa (ve tekrarlamak gerekirse, günümüze kadar böyle bir bağlantı kurulamamıştır) bu şüphesiz çoklu etkileşim içindeki biyolojik sistemlerin değerlendirilmesi bağlamında olmalıdır, ayrıca fiziksel vücudun dış doğal ve insanın büyüdüğü, geliştiği ve içinde çalıştığı son derece kritik sosyal çevre ile içinde bulunduğu dinamik etkileşimin analizini de içermelidir.
Şimdilik cinselliğin biyolojisi meselesini bir kenara koyarsak, eğer bir bireyin eşcinselliğinin belirleyici kaynaklarının izi herhangi bir şekilde sadece biçim verici sosyal deneyimlere götürülse bile -ve bazı insanların eşcinsel ilişkilere bilinçli bir seçimle girmesine rağmen- bu durum toplumda cinsel yönelimi genel olarak insanlar ya da özellikle belirli bir eşcinsel ya da eşcinsellerin tamamı için bilinçli bir “seçimin” sonucu olarak sunulduğu anlamına gelmez. Doğal olarak insanlar kimi ve neyi çekici buldukları hakkında bilinçli olarak “düşünürler”. Fakat bir bireyin önceki ve biçim verici sosyal etkilerinin ve deneyimlerinin genel karışımı (ki hepsi birinin eninde sonunda cinsel olarak çekici bulduğu, “aşık olduğu” vb. kişi üzerinde engin etkilere sahiptir) derin biçimde içselleşebilir – ve pek çok durumda da (ya da en azından bu belirli bir kişiye öyle görünebilir) bir insanın kişiliğinin o kadar önemli bir parçası olur ki, hemcinsini veya karşıtını çekici bulmak konusu bir seçim olmaktan çıkar.
Bu durumun sonucu olarak, tek başına sosyal ve biyolojik çevrenin cinsel yönelim oluşturma açısından etkileşim süreci henüz tam olarak açık olmasa da, biz diğer karmaşık ilişkilerin etrafındaki kanıtlara ve genel olarak tarih boyunca ve günümüz dünyasında insanların cinsel pratiklerinin çeşitliğine ve karmaşıklığına bakıldığında genel olarak sosyal faktörlerin öncülüğünü varsayacak temelin olduğunu düşünüyoruz. Her halükarda, politik açıdan daha önemli olan meselenin fenomenlerin sosyal değerlendirilmesi olduğunu düşünüyoruz. Bu makalede daha önce söylediğimiz şeye geri dönelim::
Ancak biz, insanlar arasındaki farklı toplumsal faaliyetlerin daha geniş ne türde sosyal etkilere ve tesirlere sahip olduğunu ve toplumdaki devrimci sınıf olan proletaryanın ve insanlığın tamamının objektif istekleri doğrultusunda genel olarak toplumu dönüştürme ve tamamen devrimleştirme mücadelesinde neyin göreceli olarak toplumsal bakımdan önemsiz ve neyin objektif olarak zararlı veya objektif olarak yararlı olabileceğini çözümlemeye çalışmak için bir temel bulunduğunu -ve bunu çözümlemek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu- düşünüyoruz.
“Bunu çözümlemek” için genel olarak cinsellik etrafındaki kurumları, kültürü ve bunun bugün ABD toplumunda eşcinselliği, kültürü, tutumları ve hatta bazı eşcinsel faaliyetleri nasıl etkilediğini daha derinlemesine incelemenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Ataerkillik, Erkek Hakkı ve Sınıflı Toplumda Eşcinsellik Üzerine Kültürel Normlar ve Bakış Açıları
Sınıflı toplum tarihinde heteroseksüel cinsel ilişki ağır basan cinsellik biçimi olmuştur. Yüksek ihtimalle bu sadece ve hatta esasen insan türünün yalnızca erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişki ile üreyebilmesinden dolayı değil (en azından yakın zamana kadar!), önemli ölçüde mülkiyet ilişkilerinin ataerkil toplumda ataerkil aile modeli üzerinden gelişebilmesindedir.
1988 tarihli Revolution dergisindeki “Eşcinsellik Meselesi ve Kadının Kurtuluşu” makalesinin zayıf ve güçlü yönlerini ilerleyen kısımlarda tartışacak olsak da, bu makalenin aşağıda verilen bölümünün esasen doğru ve önemli olduğunu düşünmeye devam etmekteyiz:
Burası ataerkil aile yapısının ortaya çıkışı ve gelişimi hakkında derin bir analiz yapılacak yer olmasa da, her tür insan cinselliğinde kadına yapılan sistemli baskının bu süreçteki belirleyici rolünü anlamak önemlidir. O zamandan beri, ki bu ataerkil ailenin konuyla alakasının püf noktasıdır, kadınlar birikim sürecinde özel ve baskılanmış bir pozisyona sahip olmuşlardır: Erkekler tarafından domine edilen (önceki zamanların iş bölümünün bir sonucu olarak) ve yeni gelişmekte olan özel mülk türlerinin korunumunun gerekliliği, erkek soyunun garanti edilmesini zorunlu kılmış ve kadın cinselliği üzerine yasaklar koyulmasını yanında getirmiştir. Kadınlar evcil köleler olmuştur. Latince famulus sözcüğünden türeyen “family” yani aile, aslında “kölelerin evi” anlamına gelmektedir. Kadın emeğinin meyveleri, mülkiyeti başkaları tarafından kontrol edilen ve ezenlerin gücünü ve otoritesini desteklemeye hizmet eden devredilebilir bir mülk haline gelmekle kalmadı, aynı zamanda en temel rolleri kurumsallaştırdı, göreceli değerleri esas olarak aile biriminin yeni üyelerini üretme yeteneğinin olup olmaması ile tanımlandı.
…Tarihte ilk defa kadının çocuğunun babasının kim olduğu toplumsal bir önem kazandı, özellikle de eğer çocuk erkekse. Ancak soyun kesinleştirilmesi ve kadının genel boyun eğmesi durumu; kadınlara büyük zarar veren aile dışında cinsel ilişkiye verilen acımasız cezalar ve dışlama, zoraki tekeşlilik, kurumlaşmış tecavüz, cinsel organlara hasar verme vb. zor kullanma ve kadın cinselliğini çarpıtma metotlarını içeren çeşitli koşullar altında mümkün olmuştur. Kısaca, heteroseksüelliğin toplumsal egemenliğinin devamlılığının esas ve maddi temeli işte budur – bu durum aynı zamanda erkekler ve kadınlar arasındaki binlerce yıllık baskıcı ilişkleri gösterir, bunların hepsi mülkiyet ilişkilerinin yeniden üretilmesine yönelik gündeme getirilmiştir.
Bütün bunlarla anlatılmak istenen, özel mülkiyetin doğuşuyla ve ataerkil aile yapısının yaratılışıyla, heteroseksüelliğin diğer cinsellik türlerine karşı orantısız bir toplumsal önem kazanmasını zorunluluk haline gelmesidir. Bu zamandan beri kadın cinselliği mümkün olduğunca baskıcı bir biçimde heteroseksüel ilişkilere, özellikle de tekeşli olanlara indirgenecek şekilde düzenlenmiş ve kısıtlanmıştır. Bu durum “gayrimeşru” çocuk oranını, evlilik çağındaki genç kadınların “başlık parası” dayatmasını aşıp sevdiklerine kaçma vakalarının oranını ve aile dışından başka kadın ya da erkeklerle her tür cinsel aktivite oranını düşürecektir… ki bunlar şu ana dek boyun eğdirme ve itaate dayalı kurallara meydan okuma örnekleri olmuşlardır. Kadınlar üzerindeki bu baskı, tamamen bu tip cinsel aktivitelerin düzenli birikimi ve mülkün devrini zorlaştırmasından ötürü kurulmuştur.[10]
Başka şeylerin yanı sıra, üstteki alıntı heteroseksüelliğin sınıflı toplumda niçin egemen olduğunun yoğunlaşmış bir açıklamasını sunmaktadır. Bu mülkiyet ilişkilerinin sonucu olarak, cinsel “fetih”, macera ve keyif geleneksel olarak erkeklerin muhafazasında olmuştur. Erkekler için tekeşlilik, kanun ya da dini sebeplerle zorunlu hale getirildiğinde bile bu “cinsel serbestlik” durumu erkeklerle ilgili olduğunda daha çok tolere edilmiş (mesela, başka bir erkeğin malının ihlali söz konusu olmadığında) hatta bu durum kabul görmüş ve teşvik edilmiştir. Erkeklerin sürekli ve hatta birden fazla cinsel aktivite ihtiyacı (ve “hakkı”) olması beklentisi birçok toplumda bir kuraldır. Bu beklenti pek çok sosyal/cinsel iletişimi etkisi altına almıştır – “gerdek gecesi” (erkeğin günümüze kadar pek çok ülkede evlilik ile tecavüzünün yaygın ve kabul görür olmasına sebebiyet veren “evlilik hakkı”), çokeşlilik, cariyelik ve tarihte yaygın köle, hizmetçi ve savaş sonucu “fethedilenlerin” tecavüze uğratılması, geniş çaplı fuhuş ve son derece büyük, günümüzde dünya çapında var olan ve ağırlıklı olarak erkeğe “hizmet eden” seks endüstrisi.
Farklı erkek eşcinselliği biçimlerini ilgilendiren toplumsal bakış açısı ve kanunlar aslında tarih süresince ve farklı sınıflı toplumlarda değişiklik göstermiştir ve bunun erkeklerin cinsel aktivitelerinde daha çok “serbestliğin” olmasına ya da daha esnek olmalarına izin verildiğini gösteriyor olması gayet mümkün. Bazen, antik Yunanlılardan bahsedildiği üzere, kadınlara toptan yapılan baskıyı gösteren ve bu baskıyla iç içe olan bazı eşcinsellik türlerinin yaygın olduğu görülmektedir. En modern zamanlarda bile, bazı kültürlerde özellikle de gençler arasında esasen “normal” heteroseksüelliğe geçiş olarak görülse de erkek erkeğe cinsel doktrinleştirme ve deneyimleme yetişkinliğe geçişin bir parçası olarak kabul edilmiş ve buna göz yumulmuş, hatta açıkça teşvik edilmiştir. (Bu teşvik etme çoğu zaman açıkça genç kadın nüfusunu evlenene kadar “saf” tutma ihtiyacığına bağlanmıştır).[11]
Fakat sınıflı toplumun ortaya çıkışından itibaren, erkekler arasında belirli seviyede, geniş çaplı ya da en azından bazı durumlarda eşcinselliğe “izin veren” ya da bunu “tolere eden” ve “destekleyen” kültürlerin olmasına rağmen, eşcinsel ilişki (erkek ya da kadın) çoğu zaman kanunlarda ve/veya o bölgedeki en yaygın dinde vb. teknik olarak yasaklanmıştır. Genellikle ataerkil toplumun ahlak kurallarının dayatılmasına bağlı olarak, eşcinsel ilişkiler çoğu zaman bu aktivitede bulunanların acımasızca cezalandırılmaları ve hatta öldürülmeleri için zemin olmuştur. Bu cezalandırmaların dünya çapında tamamı hakkında ya da ceza türlerinin (ayrıca bu genele uymayan istisnaların) hepsinden bahsetmemiz mümkün olmasa da, özellikle Yahudi-Hristiyan kültüre bağlı ahlak kuralları ve tarihsel anlatının bu cezalandırmalarla bağlantısını ve Avrupa tarihinin özellikle homoseksüel aktivitelerde bulunan ya da bunu yaygınlaştırmaya çalışmaktan suçlananları da içeren kıyımlarla, cadı yakmalarıyla, engizisyonlarla vb. dolu olduğunu vurgulamak önemlidir.[12]
Günümüz ABD’sindeki durumla ilgili, Taslak Programımızın “Proleter Devrim ve Kadının Kurtuluşu” ekinde şöyle özetledik:
Son birkaç on yılda, geleneksel çekirdek aile “modeli” ciddi derecede yıkılmıştır. Günümüzde çoğu kadın iş sahibidir ve tam-zamanlı ev kadını değildir. Evliliklerin yarısı boşanma ile sonuçlanmaktadır. Göçmen aileler çoğu zaman sınırın her iki tarafında yaşamak zorundadır. Bir hayli aile kadınlar tarafından yönetilmektedir ve doğan her üç çocuktan biri “evlilik dışıdır”.
Kadının ve ailenin değişmekte olan rolü ve emperyalist dünya ekonomisinin kadınları iş gücüne katma ihtiyacı giderek emperyalistlerin geleneksel değerleri koruma ve empoze etme ve ailenin bağlarını koruma ihtiyacı ile daha fazla çelişmektedir. Kapitalizmin bu değişimleri ve çelişkili ihtiyaçları yer kabuğunun çarpışan iki tabakası gibidir – ciddi sarsıntılar ve ayaklanmalar üretebilecek güçtedir.
Bu karışıklığın içinden kadınları ezmeye ve erkek otoritesine itaat ettirmeye çalışan gerici hareketler açığa çıkmaktadır, fakat aynı zamanda toplumun tamamında kadınların isyanı ve ayaklanmaları da gündemdedir. Proletaryayı kurtarma mücadelesi, kadınların bu baskı sonucu oluşan öfke ve isyan potansiyelini devrim için çok büyük bir güç olarak açığa çıkarabilir ve çıkarmalıdır da.
Kadını boyun eğmeye ve itaate zorlamak isteyen bu gerici haraketlerin önemli bir parçası cinsellikle ilgili gerici ve bağnaz bir bakış açısı ve “evlilik yatağının” kutsallığının korunmasıdır. Bu gerici saldırıyla ilgisi olan ve hatta bu saldırının merkezi bir parçası olan bir olgu da, eşcinsellerin ve eşcinselliğin “doğal olmayan”, “günahkâr” ve kutsal aileye karşı olduğudur. Bunun yanı sıra, homoseksüellere karşı “erkeksi” olmadıkları ve hatta “kadın gibi davranan bir erkek” oldukları hakkında ve lezbiyenlere karşı da “kadınların gerçek rollerini” (cinsel/samimi ilişkilerde ve genel olarak toplumda erkeğe boyun eğmek) ihlal ettikleri üzerine yaygın saldırılar kendini göstermektedir.
1988’de söylediğimiz gibi: “Bütün bunların önemli bir noktası hiç kuşkusuz kadınları (ve çocukları da) sindirmede şu ana dek yeterince test edilmiş ‘çekirdek aile’ düşüncesini desteklemektir. Ve bu durum bütün bunların “sapkın”, milli iradeyi ve gücü zayıflatan şeyler olduğu iddialarını ve ‘böylesi’ kişilerden milleti kurtarmak amacıyla pogromcu (kıyımcı) bir güruh zihniyeti yaratma amacına hizmet eder. Bu tür ahlakçı kampanyalar günümüzde “milli onuru korumak” ve insanları ABD emperyalizminin gerici zorunlulukları etrafında toplamak için yapılan grotesk savaşın önemli ögelerindendir.” O zamandan beri, ABD toplumunun genelinde homoseksüelliğin kabulü ve tolere edilmesi geçmişten daha fazla olsa da, aynı zamanda bu kişilere karşı yaratılan gerici atmosferin daha yoğun ve saldırgan olduğunu da görmekteyiz. Eşcinseller (ve trans bireylerin) üzerine yapılan ve cinayete kadar ulaşan bu şiddetli saldırılar, dinsel fanatizmin artışı ve devlet tarafından din-devlet ayrımını gittikçe daha çok azaltan resmi hamleler, dine bağlı gericiliğin desteklenmesi ve Hristiyan Faşist girişimlere etkili pozisyonların ve desteğin verilmesi ile ele ele giderek artmıştır.
1986 gibi yakın bir tarihte ABD Yüksek Mahkemesi, Bowers vs. Hardwick davasında, yasalarında “sodomi”[i] kanunları olan eyaletlerin, karşılıklı uzlaşının olduğu eşcinsel ilişkilere karşı bu kanunları kullanma hakkını onaylamıştır.[13] Gey evliliklere izin veren yasaların kabul edildiği az sayıda eyalette, bu kanunları geri çevirmek için gerici ve nefret dolu karşı saldırılar başlatılmıştır. Eylül 1996 tarihinde de Başkan Clinton, evliliği “bir erkek ve bir kadın arasında karı-koca olacak şekildeki yasal birliktelik” şeklinde tanımlayan “Evliliğin Savunulması Yasasını” imzalayarak federal kanunda hiçbir eyaletin başka eyaletlerdeki eşcinsel evlilikleri tanımama hakkını kanuna yerleştirmiş ve bunu bütün federal devlet kurumlarına (IRS yani Milli Gelirler İdaresi, Social Security and Medicare yani Sosyal Güvenlik ve Tıbbi Yardım vb.) ve programlarına karşı bağlayıcı kılmıştır.
Laik ve dinci burjuva otoriteler kendi aralarında her tür cinsel aktivitede bulunurlar, ancak bu ikiyüzlüler çoğu zaman -ve genellikle vahşice- ataerkil aileyi, geleneksel dini değerleri, cinsiyet rollerinin baskınlığını ve erkek hakkı yetkisini korumak ve kabul ettirmek için kitlelerin arasındaki cinsel aktiviteleri sınırlandırmak ve kontrol altında tutmak isterler. Ne yazık ki, bu eninde sonunda burjuva ilhamlı (ve destekli) olan ve eşcinselleri hedefleyen ayrmcılık ve saldırılar bazen bizzat toplumun içinden insanların ellerinden çıkar.[14]
Bütün bunlar, kadınları baskı altında tutmak ve insanları bölünmüş ve birbirlerine karşı cephe almış şekilde biçimlendirmek isteyen düşmanın acımasızca baskıyı yoğunlaştırmasını ve gerici bir atmosfer yaratmasını mümkün kılmıştır. ABD toplumu yalnızca lezbiyen ve gey bireylerin yaşadığı aleni zulümle değil, aynı zamanda pek çok eşcinsel bireyin ailelerinden uzaklaştırılması, sosyal olarak izole edilmesi ve eşcinselliklerin gizlenmeye çalışılması ile de damgalanmıştır durumdadır ki, bunların hepsi, günümüzde ABD’de gey gençlerin ciddi derecede yüksek intihar oranlarının gösterdiği üzere önemli derecede acıya ve eziyete sebebiyet vermektedir. Bunların tamamı proletaryanın çıkarlarına zıttır ve başta vurguladığımız Program Taslağımızın bir kısmını alıntılamak gerekirse:
Devrimci proletarya, gerici güçlerin eşcinselliğe karşı saldırılarına sert bir şekilde karşı çıkar. Aynı şekilde, devrimci proletarya, eşcinsellere karşı tüm fiziksel saldırıların, tüm ayrımcılıkların ve günümüzde fazlasıyla yaygınlaşmış korkunç hükümet baskılarının da karşısında konumlanır. Yeni toplumda eşcinselliğe karşı tüm ayrımcılıklar yasa dışı olacak ve toplumun tüm çeperlerinde, aile ve kişisel ilişkiler de dahil olmak üzere buna karşı mücadele verilecektir.
İleride geri döneceğimiz bu noktanın ve yukarıdaki alıntının, sosyalist toplumda, proleter devletin gerçek yasalarından ve uygulamalarından, daha da önemlisi, toplumsal ilişkileri dönüştürmek için gerçekleştirilecek sürece kadar her şeyle ilişkisi bulunur.
ABD Toplumunda Modern Gey ve Lezbiyen Kültürü
Önceden de söylendiği gibi, günümüz dünyasındaki tüm cinsel ilişkilerin kadınlar üzerindeki on binlerce yıllık sistematik baskının damgasını taşıma derecesini küçümsememenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu durum, bireylerin bunun ne kadar farkında olduğundan bağımsız bir şekilde doğrudur. Bu durum bireyler bazında -ve bireysel samimi ve cinsel ilişkiler bazında- insanların faaliyetlerinin “birebir” bir şekilde sosyal faktörlerin, özellikle de kadınların bastırılmasının bunun üzerinde esas bir rol oynadığı anlamına gelmez. Başka bir deyişle, kadının bastırılmasına sebebiyet veren toplumsal ilişkilerin ve bununla bağlantılı fikirlerin insanların cinsel faaliyetlerini etkileme vb. üzerinde kararlı bir etkisi olmasına rağmen bu durum karmaşıktır. Örneğin, şunu demek kabaca indirgemeci olurdu: kadının bastırılması insanların cinsel faaliyetlerini etkilemede ciddi bir rol oynadığından ötürü, her bireysel cinsel ilişki (heteroseksüel ya da homoseksüel olması farketmeksizin) tanımsal olarak ve esasen kadını bastırma (ya da bu baskıyla suç ortağı olma) arzusunun bir ifadesidir – ve onun da ötesinde bilinçli bir ifadedir. Ancak bizler, bu şekilde (ya da herhangi başka bir tarzda) kaba bir indirgemeciliğe düşmeden, burjuva toplumda ve sömürücü ve baskıcı ilişkilerle karakterize olan diğer tüm toplumlarda kadının bastırılmasında bu durumun kararlı biçimde oynadığı rolü ayrıca cinsel ve samimi her tür ilişkiyi etkileme rolünü tanımalıyız ve bunu vurgulamalıyız. Bu yüzden yeni Program Taslağı’nda şu ifadeye yer verdik:
Burjuva toplumunda kadınlar ve erkekler arasındaki cinsel ve samimi ilişkiler büyük ölçüde erkek egemen ideolojinin ve ‘’erkek haklarının’’ yansımasıdır ve bunlar tarafından domine edilmektedir; bunlar birbirlerinin bünyesinde yer alırlar ve toplumsal ilişkilerin genel çerçevesinden etkilenirler. Bu çerçeve içinde kadınlara uygulanan baskı bütünleyici ve temel kısmı oluşturur. Bunların hepsi proletaryanın kitleleri radikal bir değişiklik bünyesinde harekete geçireceği ve kadınlara uygulanan baskıyla beraber tüm baskı ve sömürünün köklerinden kopartılacağı bir sürecin parçası olacaktır. Sosyalist toplum, samimi ilişkiler alanında tutarlı standartlar ve kadınlara uygulanan baskının kökten sökülmesi doğrultusunda insanları çaba göstermeleri için teşvik edecektir. (“Proleter Devrim ve Kadının Kurtuluşu” s. 106)
Homoseksüel, heteroseksüel ya da biseksüel fark etmeksizin, pek çok kişi, esasen cömert, baskıcı olmayan – eşitlikçi temelde karşılıklı aşka ve duygusal desteğe dayalı samimi ilişkiler ve cinsel ilişkiler peşinde olsa ve pek çok kişi şu anki toplumsal düzende dahi bunu elde edebilse de; ataerkil toplumsal ilişkiler bunaltıcı ve ağır etkilerini ayrıca erkek hakkı temelli değerlerini kapitalist toplumun kültürüne yaymış durumdadır. Yükseltilen itirazlar da çoğunlukla hayal kırıklığı ile sonlanmıştır.
Erkek eşcinsel yaşamını çevreleyen egemen kültür, bu toplumun en samimi toplumsal ilişkilerinin metalaştırılması ve insanların cinsel açıdan nesneleştirilmesinde (bu durumda erkekler cinsel nesne yapılır) ayrıca gençlerin estetik bulunması ve “güzellik” takıntısında herhangi bir kırılma oluşturmaz – kişinin değeri başarılı bir cinsel metaya indirgenir ve bu durum merkeze alınır. Diğer bir örnek normal anonim cinsel ilişkilerde öncelik ve talebin durumudur. Bu da son derece süslenmiş bir “Amerikan erkeğidir” (“gey” veya “heteroseksüel”) Şüphesiz eşcinsel erkeklerin evrensel bir özelliği olmamakla birlikte, gey topluluklarında bu tarz arayışların ve tercihlerin aşırı uçlara gitme eğilimi mevcuttur. Kadınlara (ve/veya kadın vücuduna) açıkça hakaret edilmesi ve diğer mizojini ifadeleri de bazı meskenlerde pek de nadir değildir. Bu tarz uygulamalar ve düşünceler “erkek hakkından” kopabilmekten son derece uzaktır!
Önceden söylendiği gibi, modern ABD toplumunda erkek eşcinselliğinin esas pratiği değişken ve karmaşıktır. Hiçbir şekilde bütün erkek eşcinselliği yukarıda örnek olarak verilen uygulamalar ve düşünceler tarafından karakterize edilmez. Birçok gey toplulukta bu tarz eğilimler için ciddi bir geçerlilik olsa da, bu genel ABD toplumu bağlamından ya da bu toplumda eşcinsellerin kişisel ve aile ilişkileri de dahil olmak üzere ötekileştirilmesinden, sosyal olarak dışlannmadan ve ayrımcılığa uğranmasından tamamen ayrıştırılamaz. Bu toplumu sermaye yönetir ve kendiliğinden olan eğilim herkesi ve her şeyi metaya indirgemektir – buna cinsel metalaştırma da dahildir. Ve ataerkillik koşulları altında nispeten bağımsız bir cinsel “erkek topluluğunun” bir ürünü olarak neyin kaçınılmaz olacağı, ya da eşcinselliğin damgalanmadığı, insanların kişiliklerinin ve cinsel alışkanlıklarının toplumun geri kalanından ayrılmayacağı ve bunların zulümle biçimlendirilmeyeceği daha açık bir toplumda neyin daha farklı olabileceğini belirlemek gerçekten zor. Fakat daha da önemli olan soru şudur: Bütün bunlar, kadınların boyun eğdirilmesine karşı mücadele ederek tüm cinselliğin dönüştürüleceği bir toplumda nasıl etkide bulunacak? Bütün bunlar, eşcinsel cinsel uygulamalar da dahil tüm samimi ilişkiler üzerinde derin ve hatta beklenmemiş etkilere sahip olacaktır.
Lezbiyenlik de çok çeşitli bir fenomendir ve bazı lezbiyenler arasında hedonizmi yüceltme şeklinde eğilim ve yaklaşımlar bulunsa da, biz aşağıdaki ifadenin fenomeni çoğunlukla karakterize ettiğini görüşündeyiz:
Lezbiyenlik pek çok yönden sınıflı toplumda kadının bastırılmasına karşı bir cevaptır, ancak kendi içinde ve kendi başına bu baskıya temel bir çözüm değildir. (Ibid.)
Bu tanımı yaparken, yalnızca var olan ve 60’larda ve 70’lerde çok daha yaygın olan bilinçli radikal lezbiyen yönelimden bahsetmiyoruz; ya da sadece aşikar olan gey bireylerin arasındakine kıyasla daha çok sayıda lezbiyenin kendi cinsel yönelimini bir seçim olarak karakterize ettiği (ya da kişinin kendisini biseksüel olarak tanımlamasının kadınlar arasında çok daha yaygın bir fenomen olması ve belki de genç kadınlar arasında da büyüyen bir eğilim gibi göründüğü vb.) gerçeğini de yakalamaya çalışmıyoruz. Program Taslağı’ndan yapılan yukarıdaki alıntı modern lezbiyenliğin bu özelliklerini kesinlikle kapsıyor olsa da, önceden söylendiği üzere, ilk cinsel ilişkilerini eşcinsel olarak deneyimleyen ve sadece kadınlardan hoşlanan pek çok lezbiyen vardır ve bu bireylere göre lezbiyen olmanın seçenek olacak bir özelliği de yoktur. Ancak genel olarak kadın cinselliği, açıkça kadınların erkeklerle eşit olmadığı ve geleneksel heteroseksüel bir ilişki içerisinde geçen bir hayatın kısıtlayıcı ya da baskıcı olduğu bir toplumda yaşanılması tarafından şekillendirilmiştir.
Daha genel olarak eşcinsellikte de, tek bir yol, tek bir sebep olduğundan ya da kadınlar arasında eşcinsel arzunun ve ilişkinin tek bir “nedeni” olduğundan şüpheliyiz. Ancak, birçok kadının, cinsel yönelimlerini öncelikli olarak bir seçenek olarak algılayıp algılamadıklarına bakmaksızın, kadınlarla cinsel ilişkilerinin erkeklerle olan ilişkilere gerçek bir alternatif olduğunu gösteren çeşitli tutum ve duygular ifade ettiğini, diğer biçimlerin tatmin edici ve destekleyici olmadığını, ya da erkeklere kıyasla kadınların mahremiyetini ve eşitliğini tercih ettiklerini ya da bugünün toplumunda pek çok heteroseksüel ilişkinin bir parçası olan gerçek zorluklardan ve tahakkümden kaçınmak için en azından bir geçiş dönemi için kadınlarla ilişki kurmayı tercih ettiklerini biliyoruz.
Bunlar anlaşılabilir düşüncelerdir. Tarihsel olarak, lezbiyen ilişkiler ve çevreler geleneksel roller dışında kadınların var olmalarını ve fonksiyonlarını yerine getirebilmelerini desteklemiş ve onları bu konuda cesaretlendirmiş veya fiziksel ya da duygusal olarak istismarın olduğu erkek/kadın ilişkilerine nazaran bunu güvenli bir sığınak olarak bulmuşlardır. Ancak bu bazı kadınlar için kişisel iyileştirmeler olsa da, 1988 makalemizde gösterdiğimiz gibi, toplumdaki daha geniş ilişkilerin halen bir derece ve şu ya da bu şekilde lezbiyen ilişkilerde yansıtıldığı da doğrudur. Daha temel olarak, ABD toplumunda ve dünyanın her tarafında lezbiyenliğin uygulanması daha kapsayıcı olan kadının bastırılması sorununu çözmemektedir.
Muhakkak pek çok lezbiyen böyle bir iddiada bulunmaz -ve bizim söylemek istediğimiz de eşcinsel partnerliklerin tanımsal olarak belirli politik ve ideolojik program olduğu değildir- veya lezbiyenlerin (ya da geylerin) hayatlarını enternasyonal proletaryanın amaçlarına adayan devrimciler ve devrimci komünistler olamayacağı da değildir (bu meseleden makalenin ilerleyen kısımlarında daha detaylı bir şekilde bahsedeceğiz) Öte yandan, feminist ve reformist bilinç ve kimlik politikaları (aşağıda tekrar döneceğiz), sorunun sürekli devam eden devrimci kritiği ile aynı anlama gelmemektedir, ayrıca bunlar proletaryanın bakış açısı ve tarihsel görevi olan insanlığın tamamını özgürleştirmeyle de bağlantılı değildir.
Eşcinsellik, Sosyalizm ve Komünizm
Cinsel pratikler gelecekte neye benzeyecek ve eşcinsellik sosyalizm ve komünizm süresince var olmaya devam edecek mi?
Kim bilir? Bu soruya açık bir cevabın, bir kişinin cinsel yönelimini oluşturan tüm faktörlerin daha kapsamlı bir bilimsel kavrayışının oturtulmasına, ayrıca sosyalizmin geleneksel toplumsal ilişkileri ve buna karşılık gelen tüm fikirleri radikal bir şekilde dönüştürmesinin cinsel çekim, sevgi, kişisel ve samimi bağların temeli ve diğerleri de dahil olmak üzere insanların birbirleriyle nasıl ilişki kurdukları üzerindeki etkilerine dek beklemesi gerekiyor. Cinsel ilişkiler ve insanların bunu uygulayış şekilleri bizler komünizme varıncaya dek muhtemelen her tür değişimden geçecektir ve tamamıyla yeni sosyal “anlamları” olacaktır ve her tür eski ve geleneksel seks konsepti, cinsellik, cinsiyet rolleri ve elbette kadınların genel sosyal statüleri ve pozisyonları sorgulanacak ve kökten dönüştürülecektir. Komünizme bir geçiş dönemi olan sosyalist toplum, cinselliğin her çeşit formu, cinsiyet rolü, aile, vb. ile ilgili olarak büyük ihtimalle eski ve yeni ilişkilerin ve de fikirlerin karışımını barındıracaktır.
Peki, bu yeni koşullar altında homoseksüelliğin nicel olarak artmasını, azalmasını ya da aynı kalmasını yalnızca zaman ve biriken sosyal deneyim mi bize gösterecektir?
Daha önce tartışıldığı gibi, eşcinselliği “elemek” ya da bir insanı eşcinsellikten uzaklaştıracak bir amaç ya da “misyona” sahip olmak, insanların ve sosyalist bir devlet için yapılacak devrimin çıkarlarına karşı olacaktır. İnsan cinselliğinin bu ikinci ifadesi bir şekilde “yitse” ya da kendiliğinden yok olsa da (ki bunun olasılığı çok düşüktür), bunun kadınların mutlak kurtuluşuna katkıda bulunmayacağını anlamak gerekir. Daha önce bahsedildiği gibi, eşcinselliğin bazı ifadeleri (ve özellikle erkek eşcinselliğinin günümüzdeki bazı ifadeleri) bazen erilliğin oldukça bariz bir tezahürüyle kendini gösterir (ve bu şekilde kadınların baskılanmasına katkıda bulunur), fakat bu uygulamaların ya da olayların en gerici ve sorunlu olanları bile kadınların baskılanmasının “sebebi” değildir. Altını çizdiğimiz gibi, sosyalizm altında, kadınların baskı altında kalmalarının somut nedenlerinin kökü kazınırken ve buna denk gelen ideoloji geniş ve derin bir anlamda eleştirilir ve dönüştürülürken, insanların samimi ilişkilerini nasıl kurdukları ve uyguladıkları konusunda büyük bir dönüşüm geçireceğini, özellikle partnerlerinden samimi bir aşk ve saygı talep eden kadınların sayısı arttıkça, değişen iklimle ve iktidardaki proletaryanın destekleyeceği ve yaygınlaştıracağı yeni değerlerle birlikte bu bağlamda cesaretlenmiş ve desteklenmiş hissetmeleri de oldukça muhtemeldir.
Devrimci bir perspektifle cinselliğin herhangi bir uygulamasını değerlendirirken, şunu sormak mantıklıdır: Bu uygulama, insanların sömürücü olmayan ve eşitlikçi bir temelde karşılıklı sevgilerine duygusal ve fiziksel açıdan destekleyici temelde ilişkiler kurmalarına katkıda bulunuyor mu? Yoksa bencillik, sömürü ve eşitsizliğe dayanan güç dengesizliğini ya da duygusal ve fiziksel açıdan nesneleştirmeyi, tacizi ve suistimali mi doğuruyor? Bir pratik insanlara fayda sağlayıp onlara hayatın ve genel olarak toplumun devrimci dönüşümünün bir parçası olmalarına yardımcı olurken, bir diğeri onlara zarar verebilir, kuvvetlerini tüketebilir ve devrimci dönüşümü zorlaştırabilir. Bu yüzden Parti’nin yeni programının taslağında şunu belirtiyoruz:
Samimi ilişkilerde bir tarafın küçük görülmesi, boyunduruk altına alınması, tacize uğramasının ya da birine sahip olunması gerekliliği düşüncesi, toplumda kadınların boyundurak altına alınmasının bir yansımasıdır ve erkek egemen bakış, hem heteroseksüel hem de homoseksüel ilişkilerde eleştiriye ve değişime tabii tutulacaktır. (S. 106)
Yeni toplumda cinsel pratikler konusunda “her şey olur” mantalitesi hüküm sürmeyecek; farklı çelişkilerle ilgilenirken farklı yaklaşımlar söz konusu olacaktır. Örneğin, heteroseksüel ya da homoseksüel olmak fark etmeksizin tecavüze ya da cinsel tacize müsamaha gösterilmeyecek ve bunlar proletarya devleti tarafından ezilecektir. Ancak bu bahsedilenler dışında, halk içindeki birçok çelişki antagonistik olmayacak şekilde eleştirilerek, gerici uygulama ve düşünceleri değiştirmek adına insanlar yüreklendirilecektir. Proletarya devleti ve devrimci parti, cinsel sömürü ve duygusal ve fiziksel herhangi bir şekilde tacize maruz kalmış insanları devamlı olarak direnmeleri için motive edecektir. Önemli kişisel hakları koruma altına alırken ve insanlar arasındaki kıyımcı yönelim ve gelişmelere karşı mücadele ederken, kitleler, insanların ya da toplumun sağlığına ya da iyiliğine açıkça zararlı olan görüşleri ve uygulamaları tartışmaya, eleştirmeye ve bunları dönüştürmek için çabalamaya teşvik edileceklerdir.
Sosyalist devrimde, cinsellik meselelerinde yoğunlaşılması gereken nokta doğrudan kadınların her bakımdan özgürleşmesi meselesi olmalıdır. Hem heteroseksüel hem de eşcinsel bireylerin belirli ifadeleri ve uygulamaları her nerede erkek hakkını ve erkeklerin yüceliğini temsil eden ifadeler şeklinde kendini gösterirse, bunlar tartışılıcak ve eleştirilecektir, burada en kapsamlı hedef insanlığın yarısının boyun eğdirilmesinden sorumlu olan temel maddi yapıyı büyük ölçüde kırarak, son kertede bunu tamamen yok ederek; kadınların boyun eğdirilmesini destekleyen ve bundan sorumlu olan tüm eski fikirlerin reddedilmesiyle oluşacak tamamıyla yeni bir toplum yaratmaktır. Tam olarak bu durum, erkekler ve kadınlar arasındaki egemen ilişkileri devrimcileştirecek ve tüm cinsel ilişkilerin karakteri bu dönüşümleri yansıtacaktır.
Yeni programın taslağında bahsedildiği gibi (p. 107):
Sosyalist devrimin gerçekleşmesi ve komünizme ulaşmamızla birlikte, özel mülkiyetin varlığından beri toplumsal ve cinsel ilişkileri ezen ve bunları bozan, kadınları değersizleştiren binlerce yıllık köleleştirmeden insanlar ilk defa gerçek anlamda ve dünya çapında kurtulacaklardır.
“Pek çok anlamda ve özellikle erkekler açısından kadın meselesi, bu sorunun tamamen ortadan kaldırılması ile, şu anda var olan mülkiyet ilişkilerini, toplumsal ilişkileri ve buna tekabül eden kadınları (belki “sadece birazını”) köleleştiren ideolojiyi muhafaza etmek arasındaki bir meselesidir, ve bu durum ezilenler arasında kritik önemdedir. Bu, tüm baskıyı ve sömürüyü ortadan kaldırmak -ve toplumdaki sınıfsal ayrımlara- son vermek için savaşmak ile son tahlilde bu duruma ilişkin kendi payını bulabilmek arasındaki ayrım çizgisidir.’’
Bob Avakian, Devrimci Komünist Parti ABD Başkanı
Bazı Önemli Spesifik Konular
Cinsiyet Rolleri:
Bugün de dahil olmak üzere, toplumun devrimci dönüşümünün bütün bir süreci boyunca, kadın ve erkeğin hayatlarını kısıtlayan, onları tahrif eden; kadını baskılayan ve bu baskılamayı yansıtan her tür geleneksel cinsiyet kalıbı ve rolüyle mücadele edeceğiz. Devrimci proletarya için keskin ve sınırlayıcı cinsiyet rollerinin bir yeri olmayacaktır. Proletaryanın ve insanlığın tamamının objektif çıkarları doğrultusunda toplumun devrimcileştirilmesi mücadelesi sayesinde geleneksel cinsiyet rolleri ise anlamlarını yitirecektir. Bu sayede ‘’erkek gibi davranmak’’ veya ‘’kadın gibi davranmak’’ gibi kavramların bir anlamı kalmayacaktır. Taslak Programında belirttiğimiz gibi:
Yeni toplumun ahlakı, mizojiniye (kadınlardan nefret etmeye) ve misandriye (erkeklerden nefret etmeye) karşı tolerans göstermeyecek, bunlara karşı mücadele edecektir.
Arkalarında binlerce yıllık geleneğin ağırlığını taşıyan ve kadın ve erkeğin işbölümünün baskıcı bir şekilde paylaştırılmasına dayanan eski cinsiyet rolleri yıkılacak ve değiştirilecektir. İnsanlar artık agresif, atletik ya da lafını esirgemeyen kadınların ‘’fazla maskülen’’ olduğu veya yaratıcı, hassas ya da anaç özellikteki erkeklerin ‘efemine’’ olduğu şeklindeki saçma sapan ve bilim karşıtı düşüncelerle karşılaşmayacaklardır.
İnsanlardaki bu özellikler cinsiyetler arasında da kabul görecek ve teşvik edilecektir; yetişen çocuklar ise, zaten hükmünü yitirecek ve insanlığın tamamen farklı yeni bir aşamaya geçmesinin önünde objektif olarak bir engel oluşturacak ‘cinsel kalıplara sığamama’ gibi bir derdi taşımayacaklardır. Bu noktada sosyalist toplumun amacı tamamen yeni bir toplum ve ahlak anlayışı yaratmak olacaktır ki, böylelikle insanlar geriye dönüp baktıklarında ‘’geleneksel cinsiyet rollerinin’’ nasıl varolduklarını sorgulayabileceklerdir. (s. 107)
Cinsiyet rolleri yüzyıllar boyunca hem objektif gereklilikler, hem de ataerkil aile yapısının ve özel mülkiyetin korunmasından kaynaklı bir şekilde topluma işlenmiştir. Ancak şunu anlamak önemlidir. Artık ne böyle bir objektif gerekliliğe, ne de iş bölümünün baskıcı bir şekilde yapılmasına gerek var. Bütün bu baskıcı iş bölümünün elimine edilmesinin önündeki engel toplumun mevcut örgütlenme biçimidir. Bugün kadının topluma erkeklerle tam anlamıyla eşit olarak katılması ve çocukların yetiştirilmesinde toplumda eşit derecede rol alması halihazırda mümkündür. Mevcut cinsiyet rolleri, türümüze dair biyolojik açıdan kalıtsal veya değiştirilemez türden şeyler değillerdir.
Tarih boyunca ve özellikle de günümüzde pek çok insan bu cinsiyet rolleri ve bunların beraberinde getirdikleri kısıtlamalara, yasaklara ve bunlara olduğu kadar bu rollere yönelik tahammülsüzlüklere karşı derin bir rahatsızlık duymuştur, ve buna ek olarak, insanlar şüphesiz fiziksel olarak kadın ve erkek idealleştirmesinden de rahatsız olmuşlardır.
Bütün bunların cinsel yönelimlerin gelişiminde oynadığı etkiler, halen bilimsel araştırmaların ve bilimsel anlama süreçlerinin birer parçasıdır. Pek çok araştırma bu konuda kesin değildir ve daha önce de belirttiğimiz gibi, bu araştırmalar tipik olmayan cinsel davranış ve eşcinsellik arasında herhangi bir korelasyon bulamamıştır. Peki öyleyse, bütün bunlar nötr cinsiyetlerin[15] olduğu bir toplumda nasıl ifadesini bulacak veya bu toplumun cinsel yönelimlerine nasıl etki edecek? İnsanlar bu şekilde yaşama şansı bulana dek, böylesi bir toplumun cinsel yönelimler üzerinde ne gibi bir etkisi olacağı bilmeyeceğimiz bir şeydir. Ancak Yeni Taslak Programımızda cinsiyet rolleriyle ilgili genel olarak ne düşündüğümüzü artık biliyoruz ve bunu belirtebiliriz.
Yakın zamanlarda trans bireylerin haklarını savunan bir hareket ortaya çıktı. Bu partimizin daha iyi anlaması gereken bir mevzudur. Bu meselenin, yeni proleter devletin hitap etmek zorunda olacağı bir mesele olduğunu tahmin edebiliriz. Biyolojik cinsiyetlerine uymadıklarını düşünen ya da buna psikolojik veya fiziksel olarak uymadıklarını düşünen insanların sorunlarının derinlikli bir şekilde, anlayışla ve şefkatle ele alınması ve bu insanların ‘’karşı cins’’ olarak yaşama arzusunun hiçbir şekilde ayrımcılığa, cezaya veya toplumdan dışlanmaya tabi tutulmaması gerektiği açıktır. Ancak bireylerin nasıl hissettikleri, toplumun genel olarak incelenmesi ve toplumsal cinsiyet rollerinde devrim yapılmasıyla etkileşim içindedir – buna toplumsal cinsiyet üzerindeki ideolojik mücadele ve kadınlara ve daha genel olarak insanlara karşı geri kalmış veya baskıcı olan toplumsal roller de dahildir.
Kimlik Politikaları
Kimlik politikaları radikal ve ilerici insanlar ve özellikle de gençler arasında oldukça etkili olan bir akımdır. Az ya da çok bu bakış açısını benimseyen kişiler ve sosyal güçler, ırk, kültür, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim ya da toplumdaki pozisyon ya da dahil olduğunuz “grubunuz” her neyse buna bağlı olarak farklı ve belirgin istekleriniz olacağını savunurlar. Bu bakış açısıyla, insanlar her durumu ve baskıyı kendine has bir şey olarak görürler ve bu yüzden her grubun kendi özel ideolojisine ve kendi özel programına sahip olması gerektiğini düşünürler. Yine bu bakış açısıyla, erişilebilecek en geniş vizyon ve birlik her “kimlik grubunun” kısa zamanlı koalisyonlarla hareket ederken her zaman diğerlerinden önce kendi isteklerini ön planda tutmasıdır.
Bunun aksine proletarya, ortak düşmanı görür ve bütün bu baskının sebebinin ortak kaynağını ve asıl çözümünü, proletarya ve onun öncü partisi tarafından önderlik edilen, sonuna kadar götürülmüş ve tarihin bu devrinde bütün insanlığın temel isteklerini temsil edecek olan gerçek bir devrimde görür.
Kimlik politikalarının büyük çoğunluğu son tahlilde devrimin gerekli olmadığı ya da en azından devrimin mümkün olmadığını düşünür, yani her grubun günümüz toplumunda kendi belirli isteklerini kovalamak amacıyla kendi yerini bulması ya da oluşturması gerekir. Esasında bu reformist bir akımdır. Bu politikayı benimsemiş bazı lezbiyen ve gey aktivistler çeşitli dayanışma ağları ve yapıları (mesela AIDS ile ya da eşit hak istemiyle ilgili) oluşturmak işin çalışmış ve eşcinsellerin kendi cinsel yönelimlerini güvenli biçimde ifade edebileceği toplulukların destekçisi olmuşlardır. Proletarya açısından, bunların hepsinden özellikle de insanlar statükoya karşı birlik olduklarında öğrenilmesi ve desteklenmesi gereken pek çok şey vardır. Fakat aynı zamanda, bu politikalar ve genel bakış açısı insanlar üzerinde tutucu bir etki yaratarak insanların hedeflerini ve arzularını aşağı çekebilir, özellikle de burjuva toplumunun temeli olan ve bugün dünya üzerinde gereksiz yere sefaletten sorumlu olan tüm korkunç ve miadı dolmuş toplumsal ilişkilerden şikayetçi olmaları karşısında, insanların bir miktar “alan” ve bazı reformları kabul etmeye istekli olduğu yerlerde bunu yapar. Günümüzde, devasa şirketler kâr amacı gütmeyen organizasyonlara -politikalar bazı sınırları aşmadığı ve esasında hiçbir şey sorgulanmadığı müddetçe- cömertçe bağışlar yapmakta ve farklı destek gruplarında organizasyon yapan tam zamanlı organizatörler çalıştırmaktadır.
Bizim amacımız kadınların ezilmesini tamamen sonlandırmak ve insanlığın tamamını kurtarmak mı, yoksa sadece tarihte ayrıcalık tanınmış erkeklerde bulunan bazı imtiyazların bazı kadınlara da verilmesi ve ayrımcılığa uğramış ve “dışlanmış” grupların küçük bir kültür ve topluluk kümesinde “kendini ifade” hakkı kazanması mı? Hedefimiz bireysel çözümler bulmak ve “iç huzur” gibi illüzyonlar kovalak mı, yoksa hep berlikte ayaklanmak, kıyameti koparmak ve birlik olabilecek herkesle proletarya önderliğinde birlik olup, eski toplumu yıkıp yerine bütün baskı ve sömürüyü kökten söküp atacak yeni bir toplum yaratmak mı olmalı?
Devrim Mücadelesinde Eşcinseller ve Parti Üyeliği Meselesi
Eşcinsel bireyler ilerici devrimci birer müttefik, hatta devrimci komünistler ve devrimci öncü partinin üyeleri olabilirler mi? Her iki sorunun da cevabı evettir. Herkes gibi, eşcinsel bireyler objektif olarak cinsel pratikleri ile tanımlanamazlar ve buna indirgenemezler; ayrıca, topluma objektif olarak herkes gibi birçok farklı biçimde katkıda bulunurlar. Bazı eşcinseller sosyal ve siyasi görüşlerinde dar ve tutucuyken, bazıları farklı çeşitlerdeki adaletsizliklere ve baskıya karşı mücadelede oldukça angaje olabilirler. Birçok eşcinsel genç, radikal çözümler arayan ve toplumun temellerini meydan okuyan ve bunu değiştirmek isteyen yeni kuşaktan aktivistlerin parçasıdırlar. Bazıları, partinin yeni Taslak Programı’nda betimlenen devrimci hareketin; sosyalist ve komünist geleceğin özlemi içindedir.
Sosyalist bir toplum yaratmak ve insan ırkını tam anlamıyla, baskının ve sömürünün olmayacağı komünist bir geleceğe taşımak için burjuva sınıfını devirmek konusunda ciddi olan herhangi bir kişi, devrimci öncü partiye katılma konusunda istekli olmalıdır. Taslak Programından alıntı yapmak gerekirse:
Parti, kendini enternasyonal proleter devrime adamış, bütün ciddiyetle Marksizm-Leninizm-Maoizm [MLM] silahını eline almış ve partinin çizgisini ve görevlerini halk kitlesine taşımış kimseleri devamlı öne çıkarmalıdır. Partinin kazanması gereken üyeler, dar ve kişisel çıkarlara değil, komünizmin tarihsel misyonuna kendini adamış kişiler olmalıdır.
Zafer kazanmak için, Parti, proletaryanın en iyi niteliklerini bünyesinde barındıran, büyük fedakarlıklara, hapislere, hatta acımasız düşmanın elinde ölüme hazır olan kişilerden oluşmalıdır. Ancak daha da temel olarak, proletaryanın geniş düşünce biçimiyle yönlendirilmelidirler. MLM bilimini enerjik ve aktif olarak uygulamalı ve MLM’ye karşı gelgitlere karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Kitleler arasında öncü savaşçılar olmalı ve herhangi bir görevi üstlenmeye, yalnızca bu ülkede değil, uluslararası arenada da devrime hizmet eden herhangi bir görevi yerine getirmeye hazır olmalıdırlar.
Parti, hayatını enternasyonal proletarya ve bunun tarihi misyonunun (dünya çapında komünizm) başarılmasının devrimci mücadelesine adamış olan insanlardan oluşmalıdır (“Parti ve Kitleler,” s. 39)
Partiye dahil olmak isteyen eşcinsel adaylar, herkesle aynı kriterleri ve standartları karşılamalıdır. Partiye dahil olmak isteyenlerin enternasyonal proletaryanın ve son kertede insanlığın bütününün çıkarlarına hizmet etmek için kendilerini canı gönülden adamaları gerekir ve bu çıkarları herhangi birinin, grubun ya da toplumun bir kesiminin çıkarlarının üstünde tutmalıdırlar. Komünist olma ve parti üyesi olma sürecinde bu yüzden adaylardan milliyetçilik, anarşizm, feminizm ya da cinsel “kimlik politikası” gibi şeylerin ötesine geçmiş olmaları beklenmektedir.
Ayrıca, Parti üyelerinin -kitleler devrimci harekette aktif olsalar dahi- kitlelere nazaran proleter ahlak ve disiplininin daha yüksek bir standardına sahip olmaları gerekmektedir. Bu durum, kitlelerin önderi olmanın ve önderliği temsil etmenin, bunun somutlaştırılmasının ve bunların getirdiği sorumluluğun kabul edilmesinin bir parçasıdır (Bunun içeriği hakkında daha çok şey öğrenmek isteyenler yeni Taslak Programında “Proleter Ahlakı – Geleneklerin Zincirlerinden Radikal Bir Kopuş” isimli ek bölümü ve buna ilaveten parti üyeleri için disiplin maddelerini inceleyebilirler)
Bir kişinin partiye kabul edilmek için başvuru yapması son derece ciddi bir şeydir. Bu durum, kişiyi Parti önderliğinin altında daha sistematik bir politik çalışma sürecine ve genel siyasi ve ideolojik çizgi üzerine tartışmalara yönlendirir. Bu yolda hem birey hem de parti, adayın hem istekli hem de devrimci bir komünist partinin disiplinli bütünlüğüne dahil olmada gerekli olan ciddi siyasi ve ideolojik taahhüte hazır olduğundan emin olmalıdır.
Eşcinsellik Üzerine Geçmişteki Analizimiz
Ne Doğruydu, Ne Yanlıştı, Önemli Hatalarımızı Nasıl Fark Ettik ve Bunlardan Ne Öğrenebiliriz?
★
Bu dökümanın başında söylendiği ve insanların da artık farkında olduğu üzere, Partimizin eşcinsellik hakkındaki çizgisinin gelişimi yıllar süren bir değişim ve gelişimden geçmiştir. Bu sürecin bir kısmı ABD toplumunda ve uluslararsı komünist hareketin tarihinde sürekli olarak, eşcinselliğin kökenleri ve karakteristik özellikleri hakkında yıllarca devam eden tartışmaları ve çekişmeleri yansıtmaktadır. Bizim tarafımızda, bu meseleye bakış açımız üzerinde önemli bağlamlama[ii], gelişme ve açıklık kazanma şeklinde ilerleyen, devam etmekte olan net bir öğrenme ve özetleme süreci yaşanmıştır. Bu durum, eski Parti Programımızda (1981’de yayınlanmıştır) belirtilen duruşumuzla daha sonra gelen Revolution dergisindeki makale (1988’de çıkmıştır) karşılaştırarak görülebilir. Aynı zamanda, bu mesele hakkında Partimizin duruşu çelişkili olmaya devam etmiş ve geçen yıllarda MLM’yi (Marksizm-Leninizm-Maoizm) benimseyen, Partimizle birlikte çalışan ve Partimize katılan yeni kuşaktan öne çıkan devrimci-fikirli, aktivist gençlerin eleştirilerinin hedefi olmuştur. Bizler bu duruma, bizi eleştiren kişileri dinleyerek ve bazı temel varsayımlarımızı yeniden gözden geçirerek cevap verdik ve bu belgenin başında söylendiği gibi, yeni sosyal ve bilimsel araştırmalar yaparak bu sosyal fenomeni bazı özel ve genel durumları, muhtemel kökenleri, toplumsal tarihi, günümüzdeki farklı belirtileri, etkileri ve sonuçları üzerinden daha iyi anlama amacıyla hareket ettik.
1981’deki ek programımızda da belirtildiği gibi, eşcinsellere karşı her türlü baskıcı, saldırgan ve kötü davranış örneklerine her zaman kesin bir biçimde karşı çıkmış olsak da, aynı program ABD’de nispeten yaygın olan eşcinselliği ‘emperyal çürümenin ve çöküşün bir yansıması’ olarak görmeye meyilliydi ve her ne kadar eşcinselleri düşman olarak tanımlamamasına rağmen, eşcinsel bireylerin ‘gerici bakış açılarının’ değiştirilmesi ve bu kişilerin aktivitelerinin ‘yeniden biçimlendirilmesi’ gerektiği şeklinde tanımlamaktaydı. Bu yanlıştı. Bu konuda ne yazık ki tarihsel olarak uluslararası komünist harekette[16] uzun yıllardır varolan bir gelenekle ve aynı zamanda eşcinselliği fuhuş ve uyuşturucu bağımlılığı gibi problemlerle aynı kefeye koyan bazı sosyal/kültürel önyargılarla aynı çizgideydik.
Bununla birlikte, bu konudaki görüşümüz, bazı eşcinseller tarafından gerçekleştirilen değersizleştirici ve istismarcı cinsel aktivitelere (ki bunlar gerçektir) ve bazı erkek eşcinseller tarafından kadınlara karşı (buna lezbiyen bireyler de dahildir) yapılan kadın düşmanlığına karşı duruşumuzun ve eleştirilerimizin de bir sonucudur. Bunun yanı sıra, Partimizin de temelini oluşturan, Partimize kararlı bir devrimci güç olarak ihtiyaç duyan ve Partimizde faaliyet yürüten temel kitleler ABD hapishanelerinde ve bu hapishanelerde süregelen ve bazen hapishane dışındaki kişiler üzerinde bir güç hiyerarşisi oluşturmak için de yaygın olarak kullanılan eşcinsel ilişki (tecavüz de dahil) hakkında bolca deneyime sahiptir (bu tecavüzü uygulayan erkeklerin pek çoğu kendilerini heteroseksüel kabul etmektedir). Bahsettiğimiz bütün negatif şeyler gerçekten vardı (ve halen var) ve bunlar objektif olarak devrim yapmak ve kadınların ezilmesine kökten meydan okumak isteyen kişiler için toplumsal ve politik bakımdan problemliydi. Partimizin o zamanki görüşleri aynı zamanda ABD’deki modern devrimci haraketin kökleri ve tarihinden de etkilenmişti. 70’lerin ortası birçok aktivistin genel devrimci taleplerini düşürmesine yol açtı ve giderek dar ve tek bir meseleye odaklandılar. Buna cinselliğin çeşitli biçimleri ve “kimlik politikaları” da dahildir. Böylece devrim mücadelesinin daha geniş ve çok yönlü vizyonundan uzaklaşıldı. (1988 dönemindeki Revolution dergisindeki içeriğin bir bölümü buna karşı bir polemiğe yer vermektedir)
Devrimci proletarya, kendi yönetimi altında fuhuş ve uyuşturucu bağımlılığı gibi toplumsal sorunları burjuvazinin bu konulara yaklaşımından[17] tamamen farklı bir şekilde, kitlelerin harekete geçirilmesi ve kitlelere dayanılması şeklinde ele alacak olsa da, toplumumuzdaki eşcinsellik fenomeninin çeşitli spesifik olumsuz yönlerinin eşcinsel yönelimi azaltmaya katkıda bulunmadığını daha derinden kavramış bulunuyoruz. Ayrıca eşcinsel ilişkilerin kendisinin bir ‘toplumsal problem’ olmadığını belirttik. Bununla birlikte heteroseksüel tecavüz, eş/kız arkadaş suistimallerinin oldukça gerçek varlığı, heteroseksüel yönelimi ve heteroseksüel ilişkilerin bizzat kendisini bir ‘toplumsal problem’ yapmaz.
1988’deki Revolution dergisi makalesinde, Partimizin eski programının bu konuyu tartıştığı bağlamı ve üslubu açıkça eleştirmesek de eşcinselliğin fuhuş ile paralel bir toplumsal problem olmadığını açıklamaya çalıştık, bununla birlikte insanlara karşı zor kullanılması, dayatma yapılması ve toplu cezalandırmalar ile insanları eşcinsel aktivitelerden vazgeçirmekten asla bahsetmediğimizi de açıkça belirttik. Bunun yerine dinle ilgili bir benzetme yaptık: sosyalist toplumda bunun bir yeri olacak ve insanların bununla ilgili aktivitelerde bulunma hakları bulunacak, ancak eninde sonunda toplumsal rolünü ve çekimini kaybedecek. Her ne kadar din benzetmesi görece “daha uygun” dursa da, yine de bu doğru değildir. Bu benzetme, kadının baskıdan kurtuluşu sağlandıktan ve ataerkil ailenin değişimi sosyalist toplumda tam olarak başladıktan sonra eşcinselliğin belirli bir noktada eninde sonunda din gibi “yok olup gideceği” varsayımında bulunmaktadır. Bu mümkün veya bilimsel bir varsayım değildir. Bu konuda ikincil veya “marjinal” cinsel ilişki türlerinin ve aktivitelerinin, sınıflı toplumun verili toplumsal ilişkilerinin değişimi sonucunda temellerini kaybedecekleri şeklinde mekanik bir düşünceyle hareket ediyorduk. Şu anda böyle bir varsayımda bulunmak için gereken temelin var olduğunu düşünmüyoruz ve kompleks bir fenomen olan eşcinselliğin en azından ikincil cinsel ifade biçimi olarak sosyalist dönemde de varlığını devam ettirmesinin olası olduğunu düşünüyoruz. Birazdan tekrar değineceğimiz bir konu olarak, geçmişte modern dünyadaki eşcinsel faaliyetler konusunda da aslında tek taraflı olduğumuzu belirtmek gerekiyor.
Bu ciddi hatalar ve yetersizliklere rağmen, 1988’deki Revolution dergisindeki makalenin bazı önemli pozitif tarafları mevcuttu. Bu makaleden el üstünde tutulması gereken belki de en önemli pozitif taraf -pek de yaygın olmasa da ve doğru ve kararlı bir yöntem olduğuna inanmaya devam ederek- insan cinselliğinin (her tür eşcinsellik formu da dahil olmak üzere) sosyal ifadesi hakkındaki her tartışmayı ve değerlendirmeyi kadın meselesine -yani kadına zulmedilmesi ve tüm toplumun devrimci şekilde dönüştürülmesi için kadının tamamen baskıdan kurtuluşu mücadelesinin stratejik önemine- bağlı olarak inceleme yaklaşımıydı.
Bu, “bireyin bağımsızlığını ve kutsallığını” her şeyin üstünde tutan bir yönelime zıttır. Aşırı bireycilik değerlerini geleneksel olarak yayan ABD toplumunda bu bakış açısı son derece yaygındır ve eşcinsellik hakkında öne sürülen farklı duruşların pek çoğuyla da alakalıdır. Bunlar “bireyin kutsallığı ve egemenliğini” her şeyin üstünde tutan -özellikle de toplumun daha büyük çıkarlarının üstünde tutan- yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlar, cinsel ilişkiler ve bunlarla ilgili fikirler de dahil olmak üzere tüm insan ilişkileri ve fikirlerinin önemi ve rolü üzerinde toplumsal temelin belirleyici önemini kabul eden doğru bir MLM pozisyonuna, diyalektik ve tarihsel materyalist anlayışa karşıdır.
Bu ölçütlere bağlı kalarak ve geri adım atıp başkaları tarafından dile getirilen eleştiri ve yorumları, ayrıca bu konudaki toplumdaki tartışmaları ve bilimsel araştırmaları dikkatle inceleyerek, bu meseledeki önceki hatalı düşünce tarzımızdan daha eksiksiz bir kopuş yaşadık. Bunu yaparken, bu fenomenin çeşitliliğini ve karmaşıklığını hafife aldığımızı fark etmemizi sağlayan pek çok şey öğrendik.
Erkek eşcinselliğinin toplumsal tarihinde ve hatta modern uygulamalarında sınıflı toplumda kadının baskılanmasının ve kadına boyun eğdirilmesinin bir hayli yansıması bulunmaktadır. Şu anki toplumumuzun doğası ve sınıf ilişkilerinin bütün dünyayı içeren tüm tarihi göz önüne alındığında nasıl başka şekilde olabilirdi ki? Ancak Revolution dergisindeki makalemizde, sınıflı toplumun bu tarihinin tartışılmasında basite indirgeyici ve linear bir yaklaşım içerisindeydik. Ayrıca mekanik bir analiz ve değerlendirme yaptık: Kadınların tarihsel olarak boyun eğdirilmeleri ve değersizleştirilmesi olgusunun açık bir şekilde erkek eşcinselliğinin tarihine yansıması durumunu ve bunun günümüzdeki toplumsal biçimleri meselesinde; bireysel olarak erkek eşcinsel pratiğinin günümüzde kadına boyun eğdirme ve kadınları değersizleştirme tarihinin kaçınılmaz bir yansıması olduğu ve esasen buna katkı sunduğu şeklinde hatalı bir sonuca vardık.
Bunun yanı sıra, eşcinsellik toplumda yaygın olan cinsel aktivite olmadığından ve insanlar halen bunun kabul edilmediği bir toplumda bu aktiviteleri daha bilinçli bir şekilde seçmek durumunda olduğundan, eşcinselliğin bilinçli bir “ideolojik ifade” olduğu şeklinde bir iddiada bulunduk. Ayrıca, bu “ifadenin” ya da ideolojik pozisyonun “en iyi ihtimalle kadının baskı altında tutulması meselesinden bir ayrım teşkil etmediğini veya en kötü ihtimalle onu desteklediğini” belirttik (Revolution dergisi, 1988, s. 46). Eşcinselliğin bu şekilde genel olarak ‘bilinçli bir ideolojik ifade’ olarak karakterize edilmesi ve bu karakterizasyonun arkasındaki mantık yanlıştır.
Öte yandan, 1988’deki Revolution makalesinin, bütün cinsel ilişkiler ve davranış biçimlerini kadın meselesi ekseninde inceleme odağının yanında, önemli başka bir pozitif yönü de eşcinsellik (ya da başka herhangi bir karmaşık insan davranışı) üzerine çelişkili biyolojik determinist açıklamalara doğru bir şekilde vurgu yapmasıydı. Makale, eşcinselliğin temelinin biyolojik ve sosyal faktörlerin bir karışımından kaynaklandığını tespit etmiş ve bunun içinde her karmaşık sosyal davranış biçiminde sosyal faktörlerin birincil öneminin doğru biçimde altını çizmiştir. Bununla birlikte bu makale, insanların cinsel çekim yaşaması ve bunu geliştirmesinde, ayrıca cinsel ilişkilere ve pratiklere yönelmelerinde bunların üzerinde etkisi olabilecek sosyal faktörler ve birden çok biyolojik faktör arasındaki diyalektik etkileşimi içeren yolların karmaşıklığını küçümsemiştir. Böylelikle, makale en önemli ve karar verici rolü sosyal faktörlerin oynadığını (genel olarak insan davranışları için de geçerlidir) doğru biçimde tespit etmesine rağmen, bunun spesifik olarak bireylerde (ve aynı zamanda sosyal seviyede de) ifade biçimi olarak bulunabilme yollarını basite indirgemiş ve fazlasıyla genellemiştir. Yine, eşcinsel ilişkileri ve aktiviteleri bilinçli ideolojik ifadelere indirgemiştir – ki sürecin sonunda daha etraflıca anladığımız üzere, bunun gelişmesinde ve ifade biçimi bulmasında çeşitli yollar mevcuttur ve bireyler arasında kolay, bütüncül, değişmeyen, biyolojik ya da sosyal bir “sebep” ya da “sonuç” bulunmaması son derece muhtemeldir. Bazı durumlarda, bu bilinçli bir seçim olarak baş gösterirken, başka kişilerde bir “seçim” olarak kendini göstermeden kişiliklerine ve varlıklarına ilişkin bir şey olarak ortaya çıkar. Yine tekrarlayacak olursak, bütün bunlar karmaşıktır – bizim 1988’deki Revolution makalesinde kabul ettiğimizden çok daha karmaşıktır.
Devrimci fikirlere sahip “heteroseksüel” ve “gey” aktivistler, ayrıca kendileri de eşcinsel olan filozof ve kuramcılar insan cinselliği meselesini detaylıca incelemiş, bununla ilgili çalışmalar yapmıştır. Ayrıca erkek cinselliğinin (heteroseksüel olanların yanı sıra homoseksüel olanların da), davranışlarının, değerlerinin vb. kadının değersizleştirilmediği toplumlarda nasıl olacağı hakkında düşünmüşlerdir (Elbette aynı mesele kadın cinsel ilişkileriyle ilgili de düşünülmüştür). Bu durum insanların, insanlık komünizme ilerlediği ve bütün baskı ve sömürü ilişkileri ortadan kaldırdığı zaman nihayetinde bileceği bir şeydir[18]. Gördüğümüz üzere, burjuva düzenin altında dahi kısmen de olsa cinsel ilişkilerde birçok dönüşüm meydana gelmiştir. Cinsel yönelimin ve tüm cinsel tercihlerin ciddi derecede sosyal etkilerin ürünleri olmadığını varsaysak bile, sosyal değerlerin ya da kültürel etkilerin kişinin cinsel farkındalığına etki edeceği, en azından karmaşık olacağı ve düz bir yolda olmayacağı kesindir. Bu yüzden, bütün bunları sanki birebir bir ilişkiymiş gibi ‘bilinçli bir ideolojik ifadeye’ indirgemek yanlıştır.
Fakat yine de, bu meseleyi ya da bizim hatalarımızı, cinsel yönelimlerin yalnızca bir seçim olup olmadığı meselesine (ya da ne kadar olabileceğine) indirgemenin de yanlış olacağını düşünüyoruz. Bilhassa, bu seçim konusunda kayda değer derecede değişkenlik var gibi görünmektedir. Ayrıca bir şeyin kendini bireye bir seçim konusu olarak sunması ya da sunmaması bu konunun sosyal içeriği ya da toplumun bu konuda söz sahibi olup olmaması gerektiği hakkındaki sorunları çözmemektedir. Daha öncesinde söylediğimiz gibi, insanların başka yollar kadar, cinsel olarak yapabilecekleri topluma zararlı olan farklı şeyler vardır. Bunların bazılarında, herhangi bir sebepten ötürü bir bireyin bunları yapmamayı aslında seçemiyor görünmesi gibi bir durum söz konusu olabilir. (Örneğin, karısına şiddet uygulamayı alışkanlık haline getirmiş kişiler kendilerine hakim olamadıklarını iddia etmektedirler.) Yine de daha adil bir toplumun bile bu zararlı davranışı kısıtlamak ve hatta bastırmak konusunda objektif bir çıkarı bulunacaktır.
Eşcinselliği bu kategorilere koymak ne yazık ki günümüz toplumunda pek de az görülmeyen bir görüş olsa da, eşcinsellik kendi başına böyle bir kategoriye ait değildir. Bu toplumdaki heteroseksüel cinsel ilişkiler gibi, modern eşcinsel ilişkiler de genellikle uygulamalarında çeşitli çirkinliklerin yansımasına sahiptir ve bunların kendi özellikleri vardır, ancak eşcinsellik değişkenlik ve karmaşıklık gösteren bir fenomen olsa da içeriğinde ve esasında negatif bir olgu olarak görülmemeli ve ona böyle davranılmamalıdır. Kısacası, insan cinsel eylemlerini incelemede uygulanmasının doğru olduğunu düşündüğümüz kriterlere dönecek olursak, eşcinselliği -erkek eşcinselliği de dahil- kendi başına kadının tam olarak kurtuluşunun önündeki bir engel olarak görmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Modern ABD gey erkek kültüründe erkek ve kadın arasındaki eşitsizlikleri yansıtan ve hatta bunların yoğunlaşmış bir yansıması olarak tanımlanabilecek ifadeler mevcuttur, ancak bunlar fenomenin tamamını tanımlamaz. Bunun gey erkek kültüründeki en keskin ifadesi dahi, ne erkek egemen ideolojinin kaynağıdır, ne de kadının baskılanmasını maddi olarak yaygınlaştıran toplumsal ilişkinin kilit noktasıdır.
Hem erkek hem de kadın eşcinselliğini çok kalın bir fırçayla çizdiğimiz konusundaki doğru şekilde eleştirildiğimizi hissediyoruz. Henüz 1988’deki Revolution dergisindeki makale zamanlarından beri bu sosyal fenomen hakkında genel olarak daha ölçülü bir anlayışa sahiptik, ve o makalede çürüme şeklinde ifadeler içinde bulunmak istemeyen pek çok eşcinsel erkeğin varlığını kabul ettik, kadın düşmanı bir bakış açısına karşı mücadele eden ve bazıları ilerici ve devrimci mücadelelerin, kadın sorunuyla ilişkili olarak da, ön saflarında savaşan erkek eşcinsellerin varlığını belirttik. Ancak Revolution dergisindeki makalede erkek eşcinsel sahnesinin tanımlanması ve tartışılmasının ağır basması -bunun en geri yönleri üzerinde durmak- aslında yalnızca herhangi bir eşcinsel erkeğin gerici yaklaşımların kırılmasını engelleyebilecek kapsamlı sonuçlara katkıda bulunmuştur. Ve bu karakterizasyon siyasi açıdan cesaret kırıcıydı, çünkü kadın düşmanlığını ve burjuva bakış açısını tamamen kırmanın aslında tek yolunun heteroseksüel bir yönelim benimsemek olduğu şeklinde yorumlanabilirdi.
Revolution dergisindeki makalede yer alan lezbiyenlik tartışmamız halen bazı açılardan isabetli görünüyor, fakat lezbiyenliğe, tek taraflı bir biçimde erkeğin kadın üzerindeki baskısından bilinçli ve sonuçta aşırı gerici bir biçimde kaçışı ya da buna karşı bir direniş formu olarak yaklaşıyor. Kadının baskılanmasına karşı lezbiyenliği bir cevap olarak gören politik ve ideolojik bir programı eleştirmek ayrıca radikal feminizmin bakış açısının sınırlarını tutarlı bir devrimci pozisyondan saptamak doğru olsa da, lezbiyenliğin uygulanması kendi başına bir ‘ideolojik ifade’ ya da reformist bir ‘politik bir program’ değildir, böyle olmak zorunda da değildir. Partimiz, seneler önce bazı militan feministlerin erkek egemenliği altındaki ilişkilerden kaçabilmek için lezbiyenliğe döndüklerine ve daha sonradan radikalliklerini kaybettiklerine şahit oldu. Bu fenomen aynı zamanda 60’ların sonu ve 70’lerin başında yükselen mücadele dalgasından sonraki genel geri çekilmeyle uyumluydu ve bu konuda aşırı genelleme yapmıştık. Toplumda kendini düşünme, bireysel olarak hayatta kalma ve ilerleme ideallerine insanların razı edilmesi yönünde bir çekim olsa da -ve bu çekimler lezbiyen bireyler arasında da mevcuttur- durumu sanki lezbiyen cinsel yönelime içkin bir şey olarak, bu yönelimin kendinde insanların bu çekimlerden kurtulmasını engelleyecek bir şey varmış gibi sunmaya meyilliydik. Yine bu, bir kişinin eşcinselliğinin esasen ve genel olarak ‘bilinçli bir ideolojik ifade’ olduğu iddiasıyla bağlantılıydı.
Yukarıdaki özeleştiri, 1988’deki Revolution dergisindeki makalede korunmaya değer pek çok şey olduğu gerçeğini gölgelememelidir. Bahsedildiği üzere, bütün cinsel ilişkilerde ve uygulamalarda kadın sorunu ile alakalı durumlara odaklanmanın öneminin yanında, Revolution dergisindeki makalenin biyolojik determinizm (ki günümüzde rahatsız edici nüfuza sahip bir akımdır) tartışması ve eleştirisi, makalenin insan cinselliği konusuna diyalektik ve tarihsel materyalizmi uygulaması ve bunların yanında insan cinselliğinin pek çok ifade biçimlerinin gelecek komünist toplumda birlikte var olabileceği fakat farklı anlamlara ve toplum üzerinde günümüzden farklı etkilere sahip olabileceğine yönelik içerdiği çeşitli düşüncelerden halen öğrenilecek pek çok değerli şey mevcuttur.
Bu sorunu ele almada bir hayli vakit kaybettiğimizi söyleyeceklere ise bizim cevabımız şudur; “bunda doğruluk payı olsa da, doğruyu yanlıştan ayırmak ve içeriği hakkında az bilgi sahibi olunan özelliklerin farkına vararak pozisyon almak zaman alır” Ayrıca basitçe modayı takip ederek, eski duruşumuzu o anda popüler olan düşünceyi kabul ederek “düzeltmeye” çalışsaydık ve bunun maddi gerçeklikle daha doğru bir şekilde uyuştuğundan ve eskisinin üzerinde bir ilerleme sağladığından emin olmasaydık, bunun hiçbir yararı olmazdı. Amaçta ve yöntemde doğruluk ve sağlamlık gözeterek doğruyu aramak, doğru biçimde yapılması gereken bir süreçtir ve bu durum, vakit ve kaynak gerektirir. Yeni bir Program Taslağı oluşturma süreci de geri adım atıp ciddi bir yeniden gözden geçirme yapmak için önemli bir bağlantı noktası olarak bizlere yardımcı oldu.
Bu durum bizi ikinci bir noktaya götürüyor: Biz devrimci bir partiyiz, bu da geniş ve karmaşık bir gündemi zorunlu kılar. Bizler yalnızca “tek bir mesele” aktivisti değiliz (bu meselede ve başka herhangi bir meselede bu durum geçerlidir). Her ne kadar pek çok disiplini ve çok daha fazlasını kabul etsek ve bütün bu farklı alanlarda araştırmalarımız olsa da, bizler salt bilim insanı, salt tarihçi ya da salt sosyal bilimci gibi işlev göremeyiz. Biz devrimci bir partiyiz ve bundan dolayı sürekli olarak daha doğru, daha isabetli ve daha kapsamlı bir maddi gerçeklik anlayışı için mücadele ederken, diyalektik ve tarihsel materyalizmin bilimsel yöntemini ve Marksizm-Leninizm-Maoizm’in bilimsel bakış açısının tamamını kolektif bir disiplinle insan hayatının bütün alanlarına ve günümüzün bütün büyük sorunlarına uygulamayı hedefleriz. Bunu yalnızca bir şeyleri anlamış olmak için anlamak amacıyla değil, insanlara daha somut biçimde iktidarın ele geçirilmesi ve toplumun tamamının devrimci dönüşümü yolunda önderlik etmenin daha iyi yollarını bulmaya çalışmak için yaparız. Bölük pörçük çalışmamaya dikkat ediyoruz; yaptığımız her şeyi, kendimizi ve halkı devrimci şekilde iktidarı ele geçirmeye ve tamamen yeni bir toplum inşa etmeye hazırlamak için daha geniş stratejik hedeflerimizle ilişkilendirmeye çalışıyoruz, bütün bunları da dünya devrimine sunabileceğimiz bütün katkılarla yapıyoruz.
Bütün bunları yapmak kolay iş değildir. Ve devrimci önderliğin genel çalışmaları ve sorumlulukları genişlemeye devam ettikçe, devrimci bir partinin yeni zorlukları ve talepleri karşılamak için daha fazla el, daha fazla zihin, her tür kaynağa ihtiyacı olur.
Buradaki nokta, verili bir mesele (örneğin eşcinsellik) objektif olarak önemli de olsa, her zaman baskı yaratacak pek çok başka meselenin olacağı ve bunların objektif olarak bütün bir devrimci gelişme açısından önemli olacağının akılda tutulması gerektiği ve bunun kavranmasıdır.
Son olarak, bu soruna yaklaşımımızdaki metodolojimizi keskinleştirmek ve insanlar arasındaki çelişkileri doğruca yönetebilmek açısından, bu meseleyle ilgili tartışmaların ve farklılıkların kuşkusuz devam edeceğini hatırlatmak önemlidir. Bu sürecin ilerlemesiyle yeni şeyler öğreneceğimiz su götürmez bir gerçektir. Partimizin Başkanı, son yıllarda, tüm bu tür çelişkilerin ele alınma biçimini sürekli olarak iyileştirmek için stratejik çalışmanın -sadece şimdi değil, iktidarın ele geçirilmesinden sonra ve sosyalist dönem boyunca- önemini kapsamlı olarak yazmıştır. Aynı yazılar, partinin yeni fikirlere gerçek ve sürekli bir açıklık geliştirmesinin ve kitleler arasında muhalefet veya diğer eleştiri biçimleriyle mücadelede dogmatik olmamasının ve belirli bir esneklik geliştirmesinin önemini de vurgular.[19] Eşcinsellik meselesi de dahil olmak üzere bütün bunlar genel olarak hakikati aramakla ilgilidir. Aslında böyle bir metodolojik yaklaşımın uygulanması, eşcinsellik meselesinde geçmiş çalışmalarımızı eleştirel olarak yeniden incelememize, bu çalışmalardaki bazı önemli hataları fark etmemize aynı zamanda gerçekliğin muhafaza edilmesi gereken bazı çekirdek unsurlarının tanınmasına ve doğru metodolojinin çok daha eksiksiz bir şekilde kavranması ve bunun uygulanması için önemli olan bazı temel görünümleri bize sağlamıştır.
Herkesin yorum, eleştiri, görüş ve önerilerini bekliyor; sizleri bu belgede ortaya konan konumumuzu değerlendirmeye ve yeni Parti Programımızı bitirme sürecinin parçası olmaya davet ediyoruz.
Referanslar:
[1] Mevcut ABD toplumunda çeşitli cinsel ifade biçimlerinin maddi ve toplumsal etkilerinin uzun vadeli keşif ve tartışılmasına, ayrıca tarihsel ve kültürlerarası bir bakış açısına yapılacak katkılar memnuniyetle karşılanacaktır.
[2] Partimizin tutumu ve hedeflerine yabancı okurlar için, Maoistlerin “4 Bütünler” olarak bahsettikleri ve Marx tarafından özetleştirile, komünist devrimin hangi doğrultuda ilerleyeceğini ortaya koyan formül şu şekildedir: Bütün üretim ilişkilerinin ve buna bağlı bütün sınıfsal ayrımlarının, bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal ilişkilerin ve bu toplumsal ilişkiler sonucu doğan bütün fikirlerin devrimcileştirilmesi.
[3] 1880’lerde yaygın bir şekilde, kadınların ilk toplumlardan itibaren her zaman erkeklerin kölesi olduğuna inanılıyordu. Engels bu geleneği, Bachofen (‘’annelik hakkının’’ tarihsel köklerine inmiştir) ve antropolog Henry Louis Morgan’ın (farklı kabileleri incelemiştir) çalışmalarını yeniden değerlendirerek 1884 tarihli Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabıyla yıktı. Engels, kadının erkek tarafından köleleştirilmesinin insanların ilk toplumsal örgütlenmelerinden beri varolan bir form olmadığını ortaya çıkardı. Engels, özellikle cinsiyet ilişkilerindeki ve ailenin kurumsallaşmasındaki büyük tarihi gelişmelerin, tarihi kriz anları ve toplumsal üretim ilişkilerinin devasa değişimleriyle olan ilişkisini analiz etti. Bu durum, olguların kavranmasında ciddi bir atılım teşkil ediyordu. Engels her ne kadar eski topluluklara ilişkin bütün ayrıntılarda haklı olmasa da (ve ne yazık ki kendi de eşcinsellerle ilgili döneminin önyargılarını taşıyordu), cinsiyet ve aile konusunu analiz etmek için uyguladığı tarihsel ve materyalist yöntem ve sentezin temel çekirdeği, bu anlayışı ilerleten modern tarihçi ve antropolog formasyonun ışığında dahi kayda değerdir.
Engels’in ve modern antropologların katkılarının daha fazlası ve tarihsel materyalist bir yaklaşım ile konuya dair genel bir anlayış kazanmak ve de dünya genelinde ‘’annelik hakkının’’ ve kadınların tarihsel metalaştırılma sürecinin alaşağı edilmesi süreci için bkz: Tarih Öncesi Adımlardan Geleceğin Atılımlarına, Ardea Skybreak (Üçüncü bölüm, özellikle 107-117 ve 119-123. sayfalar)
[4] Bugün ataerkil aile yapısı muazzam şekilde baskı altında. Geçtiğimiz on yıllarda bile evlilik ve aile kurumlarının Amerika gibi ülkelerde kayda değer değişiklikler geçirdiğini gözlemleyebiliriz. Evlilik öncesi cinsel ilişkiler ve evlilik dışı uzun süreli ilişkiler genel olarak gericilerin ‘’geleneksel ahlak ve değerleri’’ geri getirmeye çalışmalarına rağmen daha kabul görür hale geldi. Bu durum, Engels tarafından belirtilen önemli bir noktayı gözler önüne konar: Genel olarak siyasi, hukuki, dini ve felsefi sistemlere benzer şekilde; aile değiştikçe, ahlaki kodlar ve gelenekler kemikleşme eğilimindedir. Ve bu gelenekler genellikle zorla korunurken, ailenin gerçek gelişmeleri onları aşar.
[5] Burada ‘’oğlancılık’’ ifadesini ‘’pedofili’’ ile eşanlamlı olarak kullanmıyoruz. Ancak, iki erkek arasında çiftlerden birinin diğer tarafa göre daha genç bir erkek olduğu kurumsallaşmış teknik bir terim olarak kullanıyoruz. Tarihsel olarak, burada daha yaşlı olan partner ‘’erkek’’ rolünü oynardı. Genç partner ise yaşlı partnerin cinsel zevk objesi olarak ‘’kadın’’ rolünü oynardı. (tarihsel olarak roller oldukça eşitsizdi). Modern toplumda pedofili ise bir patoloji ve hastalığa referans olarak yetişkin birinin bir çocuğa duyduğu cinsel arzudur.
[6] Antik Yunan’da erkek eşcinsel ilişkilerinin farklı zaman aralıklarında ve şehir devletlerinde önemli ölçüde farklılık gösterdiğinin farkında olmak önemlidir. Mesela Antik Girit’te, bir çeşit doğum kontrolü olarak destekleniyordu; Sparta ve Thebes’te cinsel olarak ayrıştırılmış “ultra erkek” askeri örgütünün ayrılmaz bir parçası olarak kurumsallaştırıldı (sevgili olan askerlerin birbirleriyle yürekli ve cesurca savaşabileceği düşünülüyordu) Geç Atina toplumunda da erkek çocukları (bir erkeğin fiziksel ve ahlaki olarak mükemmelliğinin ideali olarak seçilmiş gençler) fiziksel ve duygusal bağlamda seven olgun erkekler fazlasıyla vurgulanmıştır. Bu olgun erkekler, çocuklara danışmanlık yapabilen ve onları medeni topluma kültürel anlamda katabilen kişilerdi. Öyle görünüyor ki, bir yerde eşcinselliğin bir formu yaygın bir şekilde uygulandığında, yukarıda değinilen Atina oğlancılığı örneğinde olduğu gibi, bu yaygın uygulamayla farklılık gösteren ikincil eşcinsel aktivite formları da gündeme geliyordu.
[7] Ve gerçekte, Naziler “tüm kuponlarını” doğa/yetişme bahislerine yatırmışlardı. Eşcinselliğin (topluma zararlı olduğu görüşündeydiler) kökünü kurutmak için birçok önlem aldılar. Bunu iki yönden yaptılar: Sosyal etkileri kısmak için eşcinselleri eğitim-öğretimde görevli olmaktan ve çocuklarla etkileşime geçebilecekleri herhangi bir işte çalışmaktan alıkoydular. Diğer yandan, biyolojik temelde zalim uygulamalarla eşcinsel bireylerin üremelerine engel olup, onların gen havuzunu sözde “temizlemek” için insanları toplama kamplarına gönderdiler ve buralarda birçok eşcinselin üzerinde (söylentiye göre hormon dengesini bozarak ve bazı durumlarda hadım ederek) deneyler yaptılar. Bununla da kalmayıp, binlerce kişiyi ölümüne çalıştırıp son kertede devasa sayılarda insanı katlettiler. (Nazilerin eşcinsellere yaptığı zulümler hakkında daha fazla şey öğrenmek için: Haeberle 1981 ve Mandimore 1996, s. 212-218)
[8] Bir örnek: Erken yaşlarda*, sağır çocuklar da dahil olmak üzere çocuklara bir dil öğretilmelidir—sözdizimi (sintaks) ve dilbilgisine sahip olan herhangi bir dil, işaret dili de buna dahildir. Ama belli bir “kritik gelişim evresinden” sonra, halen bir dil öğrenecek olanakları olmamışsa, tam öğrenme kapasitelerini yitirirler ve hayatları boyunca zihinsel gelişimleri tam olmaz. (*“Kritik girişim evresinin” lisan öğrenme bağlamında var olduğu konusunda genelde herkes anlaşır, ancak araştırmacılar arasında bu evrenin genişliği konusunda oldukça farklı şeyler söylenir, ki bazıları bu evrenin çocukluk çağının başına kadar gidebildiğini söyler.)
[9] Eşcinselliği biyolojik nedenlere bağlayan teoriler geçtiğimiz on yıllarda fazlasıyla popüler hale gelse de, eşcinselliğin ‘’sosyal inşaa’’ olduğunu iddia eden ve bunun olası sosyal (veya “deneysel”) faktörlerine kendini adayan araştırmalar da ortaya çıktı. (Stein 2000, bu noktada incelenebilir) Örneğin pek çok araştırma (bunların çoğu geçmişe atıfta bulunan eşcinsel bireylerle yapılan röportajları da içermektedir) cinsel yönelimin üzerinde ilk cinsel deneyimin, aile dinamiklerinin, çocuklar üzerindeki cinsiyete bağlı davranışların izlerini sürmektedir.
Biyoloji alanında olduğu gibi bu çalışmaların çoğu sorgulanabilir varsayımlar nedeniyle tahrif edilmiştir, örneğin röportaja tabi tutulan bireylerin bilinçsizce yaptıkları subjektif yorumlar (çocukluk anılarına geri dönerken bir yetişkin perspektifiyle yorumda bulunma gibi) ve bu çalışmaların hepsine hakim olan bir problem vardır ki, o da bir kez daha eşcinsel yönelimi tek boyutlu ve tek sebepli bir duruma indirgemeye çalışan bu indirgemeci yaklaşımdır. Bu indirgemeci yaklaşım etkide bulunan ‘’karmaşık’’ faktörlere karşı çıkar. Bu karmaşık faktörler çok yüksek bir olasılık gibi gözükmektedir, ancak bunlarla ilgili çalışmak daha zordur. Tıpkı biyoloji alanında olduğu gibi sosyal araştırmalarda da eşcinsel yönelimin gelişimiyle ilgili kesin ve doğrudan nedensellikler bulabilme çabaları sınıfta kalmıştır.
Pek çok eşcinsel birey, her ne kadar çocukluklarında kendi cinsiyetlerine uymayan davranışlar ya da ‘’kalıbına sığmama’’ gibi durumlar belirtmiş olsa da, bunun genel olarak zayıf bir korelasyon olduğunu, çünkü ortada çocuklukta gösterilen atipik davranışların cinsel yönelime gerçekten bir etkisi olup olmadığını bilmediğimizi söyleyebiliriz. Hatta şunu da söyleyebiliriz; pek çok eşcinsel birey çocukluklarında cinsiyetleri bağlamında atipik davranışlar göstermediklerini söylemiş ve buna ek olarak pek çok heteroseksüel ise çocukluklarında atipik davranışlar deneyimlediklerini belirtmişlerdir. (bkz. Stein 2000 ve Murray 2000). Bu konuda gelecek araştırmalardan öğrenilecek pek çok şey var, ancak biyolojik araştırmalarda olduğu kadar sosyal araştırmalarda da ilerleme kaydedilebilmesi için ciddi konseptsel ve metodolojik sorunlara değinilmesi gerekmektedir. (bu konseptsel ve metodolojik yaklaşım zorluklarına ilişkin ilginç denemeler için bkz. Fausto-Sterling 2000 ve Stein 2000)
[10] Detayların hepsi toplumdaki bütün sınıflara eşit miktarda ya da birebir uygulanmamıştır. Örneğin genital mutilasyon (hadım etme) günümüzde dünyanın büyük bir kısmında halen yaygınken, bazı sınıflı toplumlarda hiç uygulanmamıştır. Tarihte bazı kültürler lezbiyenliği diğerlerine kıyasla daha fazla yasadışı ilan etmiş ve cezalandırmıştır, vb. Bunun etrafındaki aile yapısı ve kültür sonuçta insanların yarattığı kurumlardır. Kadınların baskılanması durumu ve ataerkil ailenin kadınların mecburi tekeşlilik (bu her ne şekilde dayatılırsa dayatılsın), tarihi bir durumdur ve dünya çapında halen sürmektedir. Elbette her kadın bireysel olarak bir karının (eşin) ya da annenin rolünü oynamak durumunda kalmamıştır. Ama odağımızdaki ataerkil ilişkiler, kadınların genelde oynamış olduğu kabul gören her rolü (örn. evlenmemiş kadınların babalarının evinde hizmetçiler olarak kalması) ve “pek de kabul görmeyenleri” (örn. fahişelik) belirlemiş ve bunlara tesir etmiştir.
[11] Örneğin Murray’nin 2000 yılında yaptığı eşcinselliğin tarih boyunca ve dünyadaki ifadeleriyle ilgili geniş kapsamlı ve kültürlerarası çalışması.
[12] Bu yazının kapsamının dışında olmakla beraber, okura Byrne Fone’un kitabı Homofobi: Bir Tarih’ini öneriyoruz. Bu çalışma, meselenin çok daha aydınlatıcı bir analizi ve Musevi, Hristiyan mirasıyla, Avrupa tarihi ve dahasıyla olan bağlantısı açısından incelenebilir.
[13] Amerika’nın altı eyaletinde aynı cinsiyetten iki kişi arasında ‘’sodomi’’ yasaktır. Buna ek olarak Washington D.C de dahil olmak üzere 17 eyalette heteroseksüel ve eşcinsel bütün yetişkinler arasında ‘’sodomi’’ yasaktır. Amerika’da sodomist cinsel ilişkiye verilen en yüksek ceza Georgia eyaletindedir ve bu ceza 20 yıldır! Genelde pek sık uygulanmamakla beraber bu yasalar zaman zaman ve kasıtlı olarak eşcinselleri hedef almaktadır. Bu yasaların bulunduğu ancak uygulanmadığı eyaletlerde ise, gericiler bu yasaları ayrımcılığa karşı koruma, evlilik hakları, çocuk velayeti gibi konuları reddetmek için mantıksal bir araç olarak kullanmaktadırlar. Eşcinsellere karşı kullanılan şiddet ve toplum içinde karşılaştıkları eşitsizliklerle ilgili detaylı araştırmalar yapanlar bu yasaların varlığının şiddete teşvik, açık taciz gibi durumları içerisinde bulunduran bir atmosfer yarattığını belirtmişlerdir. (Bkz. Nussbaum 1999, ss. 184-210)
[14] Gey, lezbiyen ve biseksüel bireyler Amerika’da şiddetin hedefi olmaktadır. Amerika’da gey erkeklerin %24’ü, lezbiyen kadınların %10’u cinsel yönelimleri nedeniyle geçmiş yıllarda şiddetin farklı formlarına maruz kaldıklarını belirtmiştir. Kentsel yerleşim alanlarında bu oranlar kadınlar için %4 ve erkekler için %6 şeklindedir. (Bkz. Nussbaum 1999, s. 190. Ayrıca bkz. Violence Against Lesbians and Gay Men, Gary David Comstock)
[15] ‘’Nötr cinsiyet’’ toplumu, bir cinsiyetin öbüründen üstün olmadığı, diğerine baskı kuramadığı ve de bu üstünlük ve baskı ilişkilerinin topluma yansımadığı bir topluma verilen isimdir.
[16] Pek çok ilerici ve devrimci aktivist bizlere uluslararası komünist hareketin tarih içerisinde eşcinsellere bakışı ve özellikle Sovyetler Birliği’nde 1930’lu yıllardaki politika değişiklikleri ile ilgili sorular yöneltti. Bunların çok önemli sorular olduğunu düşünmekle beraber, bu soruların uzun bir zaman diliminde cevaplanabileceğini düşündüğümüzden, bu dosyada bu sorulara yer vermedik. Ancak bu sorular, bu meseleyle ilgili uzun vadeli çalışmalarımızın kapsamının içerisinde kesinlikle yer alacaktır.
[17] Clark Kissinger’ın kitapçığı ‘’How China Got Rid of Drugs’’ 1988’e bakmanızı öneriyoruz.
[18] Engels’in de belirtmiş olduğu gibi, insanların cinsel ilişkilerinin gelecekte nasıl olacağını bilemeyiz, bu sorunun cevabı ‘’yeni bir nesil’’ ile belirlenecektir, hayatları boyunca kadınların özgürlüklerini para ya da başka bir toplumsal araç ile satın almanın ne demek olduğunu bilmeyen yeni kuşaktan erkeklerle, gerçek aşk dışında herhangi başka bir neden olmaksızın ya da ekonomik kaygıları olmaksızın hayatlarını başka bir erkekle birleştiren yeni kuşaktan kadınlarla belirlenecektir. Dünyada bu insanlar olduğunda, bugün kim ne düşünürse düşünsün onlar kendi bireysel pratiklerini ve her bireyin pratiğine tekabül eden genel görüşü yansıtacaklardır ve bu da bu meselenin sonu olacaktır. (Engels 1971, s. 73)
[19] Herkesi, Parti Başkanımızın bu sorulara cevap verdiği Revolutionary Worker’ın 1087, 1088 ve 1089. sayılarını okumaya davet ediyoruz. Aynı zamanda Taslak Programının kendisi de, öncü partinin sosyalist toplumda oynayacağı rol, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist toplumun üstyapısı gibi konularda bu meseleye yaklaşıma kritik önemde cevaplar vermektedir.
[i] Sodomi, insanlar arasında herhangi bir üreme amacı taşımayan esas olarak oral seks veya anal seks gibi cinsel aktiviteler için kullanılan bir kavramdır. Tarihsel-dinsel bir referansla “Sodom” kelimesinden türetilmiştir. Sodom, Tevrat’ta “cinsel sapıklığa” olan eğilimlerinden ötürü cezalandırılmış kentin ismidir. (Ç.N.)
[ii] Contextualization (İng). Bir konuyu etrafındaki değişkenler bağlamında ele almak (Ç.N.)
Add comment