Enes Kara daha henüz 20 yaşında gencecik bir insandı.
Elazığ’da Tıp Fakültesi’nde ikinci sınıfa gidiyordu.
İstemediği bir yaşamı, ailesinin istediği ve geldiği sınıf itibariyle yaşamak zorunda bırakıldı.
Cemaat evlerinde, tüm düşünceleri ve yaşam arzuları un ufak edilen on binlerce gençten biriydi.
Enes bıraktığı mektupta “Tüm yaşama sevincimi ve hevesimi kaybettim” dedi.
“Dayanamayacak noktaya geldim”.
Ve kendi yaşamına son verdi…
Not düşülsün: Bu bir cinayettir! Enes ve yaşamına son veren, yaşamlarının baharında olan yüzlerce genci ruhlarını ve vücutlarını un ufak eden bu sistem ve onun caniyane ve örgütlü cehalet biçimi olan İslamcı faşizmin sürekli olarak toplumsal baskı, devlet aygıtları ve cemaat eliyle işlediği cinayet silsilesinden sadece biridir! Bu ne ilktir ve ne de bu faşist İslamcı rejim ve onu var eden sistem köklerinden sökülüp atılmadığı taktirde son olacaktır!
İslami Rejim ve Tarikatların Yeri
Rejimin “dindar” nesiller yaratma arzusu ve buna yönelik iktidara geldiğinden beri izlemiş olduğu program, sadece üst yapıda devlet aygıtları içerisinde “gücü ele geçirmek” ile sınırlı kalmayacağının, aynı zamanda daha derinde, toplumu İslamizasyondan geçirerek, gerici temelde yeniden inşasını hedeflemekteydi. “2012’de zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmış ancak 4+4+4 formülü ile kız çocuklarının ilkokuldan sonra okulu terk etmelerinin (doğrusu bıraktırılmaların) yolu açılmıştır… AKP Muğla Milletvekili Ali Boğa, ‘Bütün okulları imam hatip yapma şansı elimize geçti’ açıklamasını yaparak yeni eğitim sisteminin esas gayesini dile getirmiştir” [i]. 2006 yılında Türkiye genelinde 2735 yurt ve 1723 vakıf ve derneğe ait yurt bulunurken, AKP iktidarı döneminde palazlanan cemaatler, 2021’e gelindiğinde 4406 vakıf ve derneklere ait yurt sayısının 3331’e yükselmesi yani 3 katı olması, toplumun son 15 yıl içerisinde geçtiği -gerici radikal temelde- değişimi de göstermektedir.
Tarikatların sürekli olarak artması ve cihatçı faşistler de dahil olmak üzere siyasal İslamcıların onlarca çeşit akımdan oluşan hem birbirleriyle “en iyi İslam” için rekabet içerisinde olması ama beri yandan ise birbirlerini güçlendirmesi ve toplumun İslamcılaşması, aktif rol oynaması rejimin vazgeçemeyeceği bir dinamiktir.
Rejimin diğer vazgeçilmesi ise -ki bu aynı zamanda tarikatlarla itilaflı bir yanı barındırır- “İslam dini ve değerlerini” tek merkezden topluma dayatmaya ve İslamcılaştırmaya yönelik resmi kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet, on binlerce camii ve binlerce kuran kursuyla, milyonlarca insanın -ve gençlerin- Rejimin tahayyül ettiği İslam anlayışıyla -ki bu İslamcılığın köktenci bir versiyonuyla bariz Türk şovenizmiyle zehirli bir şekilde birleşiminden oluşan bir faşizmindir- toplumu yeniden ideolojize etmektedir.
“Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şu açıklaması çarpıcıdır. ‘Bazı batılılar bu çalışmaları, Ilımlı İslam Projesi’yle ilişkilendiriyorlar. Bizim Ilımlı İslam ile bir ilişkimiz yok. Bizim yaptığımız, İslam’da bir revizyon, bir devrim, bir reform değil. Bizim yaptığımız peygamber efendimizin hadislerini anlama ve 21. yüzyıl insanıyla buluşturmadır.’ Bu gayet açık değil mi? Diyanet, yeni rejimin ideolojisinin kalbi niteliğindedir. Diyanetin sınırları sadece bu ülke içerisinde kalmakla yetinmemekte aynı zamanda bütün Müslümanlar için rejimin “21. yüzyıl” ideolojik merkezinin temel hareket noktasıdır” [ii]
Miadı Dolmuş Köktenciliğe ve Burjuva Aydınlanmacılığına Değil Gerçek Bir Devrime İhtiyacımız Var!
Şimdi Enes’in ardından burjuvazinin muhalefet kanadı, liberaller ve sözde sol’lar konuşuyor. Obskürantizme değil, aydınlanmaya ihtiyacımız var diyorlar. Fakat bundan 300-400 sene önce radikal aydınların gösterdiği cesaretin yarısını dahi gösteremiyorlar. “Aydınlanma” diyorlar fakat dinlerin açık ve kapsamlı bir eleştirisini yapamıyorlar [iii]. Sadece “denetimsizlikten” ve “devletsizlikten” dem vuruyorlar. Yalnızca insanların fakirlikten dolayı cemaatleri seçtiklerini söylüyorlar -ki bu alt tabakadan gelen gençler için önemli bir faktördür- lakin toplum içerisindeki İslamcılığın ideolojik etkisinden bahsetmiyorlar. Enes’in babasının Tele1 kanalına verdiği demeç ile Nur Cemaatini nasıl sahiplendiğini hatırlayalım. Muhalefetin Kemalist unsurları, kurucu Kemalizm’den bu yana İslam’ı kendi rejimlerinin parçası olarak entegre ettiler ve İslamcıların şu ya da bu versiyonu Kemalistleri “allahsız” ilan ettikçe, daha fazla dine sarılan ya da dönem dönem tarikatları, şeyhleri kayıran ve kimi zaman açıktan destekleyen bir siyaset izleyerek bu zamana kadar geldiler. Şimdilerde “aydınlanma” ve “laiklik” diye ortaya çıkanların geçmişi aslında bir tür yarı-laiklikten ibarettir.
Liberal ve liberal “sol” muhalefet, tarikat örgütlenmesi ve rejimin bariz desteği karşısında öfkelenmekle birlikte, insanın ahlaklı ve erdemli olması için dinin oynadığı rolün “pozitif” katkısını “teslim” ederek, toplumun “din olmadan sürdürülemeyeceği” klasik mitine saplanmaya devam ediyorlar [iv]. Hayır, dinin olmadığı ahlak gerçek bir kurtuluştur ve böylesi bir ahlak, insanlığın sömürüsüz ve baskısız bir dünyanın inşası için bilimde temellenir.
Aydınlanmacılık ideolojisi, köktenciliğin ve obskürantizmin bir eleştirisi olarak bundan 300-400 yıl önce pozitif bir rol oynamakla birlikte, bugün burjuva muhalefetinin, burjuva demokrasisinin bir ideolojisi olarak, daha aktif bir biçimde toplum içerisinde rol oynaması, insanlığın gerçek kurtuluşu olan gerçek bir devrimden uzaklaştırması ve gericiliğin çeşitli biçimlerinin kökeni olan bu sistemi daha “makul” bir biçiminin olduğuna dair yarattığı illüzyon, kesinlikle kabul edilmemelidir.
Tekrar etmeliyiz ki, Enes’in ölümü bir cinayettir! Cinayettin müsebbibi bu rejim olmakla birlikte, bu rejimi yaratan kapitalist sistemin burjuva liberal savunucuları, sözde rejim eleştirileri üzerinden bu sistemi aklama yoluna giderek cinayete ortak olmaktadırlar! Gençlerimiz, çocuklarımız, intihara sürüklenenler ya da her gün bu caniyane rejim altında ruhları ezilen milyonlarcası da dahil olmak üzere, bu gereksiz acıları yaşamaya zorunlu değiliz. Bu bir talihsizlik, ya da “kader” sorunu değil! Bu sistemin bu ülkede ve dünya çapında acımasızca işlemesinin, farklı coğrafyalardaki feryatlardan sadece bir tanesidir! Enes’i, onun yaşam arzusunu ve sevincini boğan bu sistem yıkılmalıdır ve yıkılabilir! Sadece sömürünün ve baskının olmadığı nihai hedefi komünizm olan gerçek bir devrim buna muktedirdir ve bu sadece bu ülkede değil, dünya çapında tüm insanlığın kurtuluşu için ölüm kalım meselesidir!
[i] Bu konu hakkında daha fazla bilgi için bakınız; İslamcı Türkçü Faşist Rejimin Kökenleri, Gelişimi ve Niteliği Üzerine, Yeni Komünizm Kolektifi, 2022
[ii] Bu konu hakkında daha fazla bilgi için bakınız; İslamcı Türkçü Faşist Rejimin Kökenleri, Gelişimi ve Niteliği Üzerine, Yeni Komünizm Kolektifi, 2022
[iii] Bob Avakian’ın Aydınlanmaya dair yaklaşımına bir kez daha bakmakta fayda; “Bu, Aydınlanmayla bağlantılı sorunlarla ve bizim bakış açımızdan Aydınlanmayı nasıl ikiye bölmemiz gerektiğiyle ilgilidir. Önceki konuşmalarda, Marksizmin Aydınlanmayla ilişkili genel düşünüşle hangi ortak noktalarının olduğunu ve Aydınlanma’da hangi noktalara katılmadığımızı ve köklü bir ayrılmaya gitmemiz gerektiğini ele aldım. Bu günümüzde çok önemlidir ve ayrıca çok karma şıktır, çünkü Aydınlanmayla ilgili çeşitli emperyalist ve ge rici düşünce eğilimleri vardır. ABD’deki “Dinsel Sağ” da dahil, Aydınlanmayı -özellikle, ideolojinin ve siyasetin temeli olarak bilmesinlerci (obskürantist) dinsel anlayışlardan çok, bilime ve akılcılığa dayanma kavramını- deyim yerindeyse şeytanın çağının şafağı olarak tanımlayan dinsel köktencilerin ve bilmesinlercilerin Aydınlanmaya karşı topyekun bir saldırısı vardır. Öte yandan, Hollinger’in irdelediği entelektüel eğilimlerden bazılarının gösterdiği gibi, Aydınlanmayı (ve onun sonuçları sayılan şeyleri) tüm dünyanın burjuva demokrasisi görüntüsünde yeniden kurulmasını amaçlayan sömürgeciliğin ve emperyalist tahakkümün “olumlu” bir aracı olarak kavrama yönünde belirgin bir burjuva liberal düşünce akımı vardır.” Bilim, Sanat, Kültür ve Felsefe üzerine Gözlemler, Yordam Kitap, 2008, s218
[iv] Burada Bob Avakian’ın tanrısız bir ahlak anlayışının neden gerekli olduğu ve hangi temelde gerekli olduğuna dair görüşlerini paylaşmak isteriz ;
« Ancak şu soru hala önemli bir soru: “Eğer dine inanmıyorsak, ahlakımız nereden geliyor?” Bunun cevabı bütün ahlaki normların insanlardan, içerisinde yaşadıkları toplumdan ve dünyadan geldiğidir. Bütün dini yazıtlar belirli bir toplumda, belirli bir zamanda yaşayan belirli insanlar tarafından yazılmışlardır ve bir anlamda yazıldıkları dönemin bir aynası olma niteliği taşırlar. İşte bu yüzden şu önemli örneği bir kere daha vermek gerekir; monoteistik dinler yani Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam gibi tek tanrılı dinler, ataerkil ve erkek üstünlükçüsüdür (Tanrı, ataerkil bir bağlamın içerisinde erkek olarak konuşur, ‘’Lord’’, ‘’Baba’’ vb.) Üzerlerinde durulan ve ısrar edilen ilişkiler, ataerkil ve erkek üstünlemecisi ilişkilerdir, bu ilişkilerde kadın aşağı bir konumda tutulur ve bu genellikle şiddetli bir şekilde uygulanır. Bu yazıtların hepsi, ataerkil ve erkeklerin üstün konumda bulundukları toplumlarda yaşayan insanlar tarafından yazılmışlardır ve dolayısıyla bu yazılanların, yazıldıkları zamana dair olan toplumun da yansımalarıdırlar. Herhangi verili bir zamanda, belirli bir toplumdaki baskın olan ahlak anlayışı, o toplumun içerisinde varolan ilişki koşullarının bir yansımasıdır.
Öne çıkmalı ve insanlığın serpilebilmesi için her anlamda hem mümkün hem de gerekli olan, insanların bir kısmının aşağıda kaldıkları bir kısmının da onların üzerlerinden yükselmedikleri, sömürünün, eşitsizliklerin ve baskının olmadığı komünist bir dünya için doğru bir çizgide, böyle bir toplum için gerekli bir ahlak çizgisinde insanları kazanmalıyız. » https://yenikomunizm.com/dinin-olmadigi-bir-ahlak-gercek-kurtulustur/
Add comment