“Bir kamerayla, bir tripotla” başlayan, haftalardır siyaset gündeminin merkezine oturan, Sedat Peker, mafya ve devlet ilişkileri fosseptik çukurunu aratır bir şekilde, tüm pisliğiyle ortalığa serpildi. Toplumun bir kısmının bilip rahatsız olduğu – ve bir kısmının ise bilip övündüğü- mafya ve devlet ilişkileri, mafya örgütlerinin devletin alt kademesinden rejimin en üstündeki siyasetçilerle olan yakınlığı, haklı olarak tartışmalara yol açmıştır. Sedat Peker’in açıklamaları, “Tayyip Abi”sinden “Geri dönüş bileti”ne, burjuva muhalefetin cebren bastırılmasından, köktenci cihatçı El Nusra’ya kadar uzanan bir dizi ifşaatı gerçekleştirmiştir -ki bu yazı kaleme alınırken, Sedat Peker “Tayyip Abi”sinden “helallik” isteyeceğini söylemişti-. Sedat Peker’in açıklamalarıyla daha bir dönem gündem olacağı kesin. Lakin ortalığa dökülen bu lağımın, bu sistemin işleyişini ve yapısını, gerici devletin gayri meşruluğunu ve mevcut İslamcı Türkçü faşist rejiminin niteliğini ve işlediği büyük insanlık suçlarını sorgulatan temelde olması gerekir, daha azı değil!
Bir diğer önemli husus ise; “Savaş istemiyoruz” beyanında bulunan akademisyenlerin “oluk oluk kanlarını akıtacağız” diyen ve Millet İttifakı’nın arkasında yer alan Sedat Peker’in neden şimdi Süleyman Soylu’ya “sana tasma takacağım” tehditlerinde bulunmaya başladığı ya da aralarındaki “kırgınlığın” boyutundan ziyade, devlet-mafya ilişkilerinin, birbirine karşı olan zorunluluklarının ve tüm bunların neden sistemin çelişkilerini derinleştirdiğine yönelik bilimsel bir analizin yapılması ihtiyacıdır.
Derin Devlet Mi Devlet Mi?
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de mafyatik ilişkiler suyun yüzeyine çıktığında -ya da artık göz yumulamayacak boyutta olduğunda- benzer şarkının benzer nakaratını duymaya başlarsınız. Devletin büyük olduğunu ama devletin içerisinde kirli insanların olduğunu işitirsiniz. Bu bazen “derin” bazen ise “paralel” bir nitelik alır. Liberal ağızlar “devletin mafyalaştığını” söylerken “sol” yorumlamalar da ise “devletin zaten mafya” olduğunu öğrenirsiniz! Bu tür yorumlar modern kapitalist devletin ve onun mekanizmalarının niteliğinin ve nasıl işlediğinin anti bilimsel açıklamalarıdır.
Devlet, sınıf uzlaşmazlıklarının sonucu ortaya çıkmıştır ve evet, devlet bir egemenlik aracıdır. Kapitalist bir toplumda devlet, ezen ve ezilen sınıflar arasındaki çelişki yokmuş gibi gösterir, ister burjuva liberal olsun isterse faşist, devlet “aşkınsaldır”. Büyüklüğü, yüceliği ve daimiliği sorgulanamaz. Devlet karşıtı olmak, “halka düşmanlık” olarak ilan edilir. Faşist rejimler altında bu büyük ülküye (“Make America Great Again” ya da “Ein Reich Ein Volk Ein Führer”) ihanetken, burjuva liberal demokrasilerde ise “demokrasinin güçlendirilmesine” ve “vatandaşlık hukukuna” ihanettir. Kapitalist toplumda devlet palingenetiktir, küllerinden yeniden ve yeniden doğar -1923’ten 2023’e-. Devamlı olarak “Ulusun” ya da “Völkisch”in çıkarlarının bütünleşmiş halidir. Yine ister faşist rejimle yönetilsin isterse burjuva liberal, kapitalist toplumda devletin temel amacı burjuva diktatörlüğünün icrası ve garanti altına alınmasıdır. Mesela Weimar Cumhuriyet’inden III. Reich’e geçişte, devlet memurları ve bürokratların ezici çoğunluğu görevlerinde kalmıştır. Yine II. Dünya savaşı sonrasında ise bu memur ve bürokratların yüzde 53’ü yeni Federal Almanya Cumhuriyeti’nde görevlerine devam etmişlerdir.
Devletin “paralel” ya da “vertikal” olması, “derin” ya da “yüzeysel” olması tartışmaları, “aşkınsal devlet” anlayışının ifadesidir. Devleti, bir egemenlik aygıtı olarak, siyasi, iktisadi, kültürel ve askeri tüm alanların düzenlenmesinde merkezi aygıttır. İnsanlık tarihinin belirli bir aşamasında, ezenler ve ezilen sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkmış ve günümüze kadar çeşitli formlar alarak gelmiştir. Devletin “özüne dönme” ya da “arınması” tartışması, liberal bir okumadır. Burjuva liberaller, sınıflara, sınıf ilişkilerine ve bunun yansıması olan devlete dokunmadan, devletin ekstrem hallerinden kurtulabileceğini düşünürler ve bu temelde topluma “herkes için devlet” propagandasını yaparlar.
Sınıflı toplumda devlet, ancak nihai hedefi komünizm olan sosyalist bir rejim -ve halk demokrasisi- altında özgürleştirici bir rol oynar. Sosyalist devlet, sosyalizm aşamasında da baskıcıdır fakat bu baskıyı, eski üretim ilişkilerine -kapitalist- geri dönmek isteyenlere ve çevrili olduğu emperyalist-kapitalist kuşatmaya karşı kullanır. Sosyalist devlet insanlığı tüm düşünce zincirlerinden kopartarak, sınıfsal bölünmelerin, kadınlar üzerindeki baskının, ulusal ve inançsal baskının, kafa emeği ile kol emeği arasındaki bölünmenin, doğa talanının ve canlı türlerinin acımasızca yok oluşa doğru sürüklenmesinin önüne geçer. Tüm baskı ve sömürü ilişkilerini ortadan kaldırmak için, proleter dünya devriminin bir üst alanı stratejik yönelimiyle hareket eder. Bob Avakian’ın BAsics 2:10’da bu meseleye şöyle değinir:
“Devlet gücünü istemek haktır. Devlet gücünü istemek gereklidir. Devlet gücü iyi bir şeydir – doğru insanların ve doğru sınıfın elinde, doğru şeylerin hizmetinde -sömürüye, baskıya, toplumsal eşitsizliğe son verecek, yeni ve öncekinden daha iyi biçimlerde insanın gelişebileceği komünist bir dünyayı hayata geçirecek- bir devlet gücü güzel bir şeydir.”[i]
Devlet Mafya İlişkileri, Kokuşmuş Sistemin Daha Çirkin ve Daha Cani Yüzü
Devlet bir sınıfın temel çıkarlarını savunur ama indirgemeci bir biçimde ekonomik ilişkilerin üst yapıdaki birebir hareketliliği değildir. Devlet, tüm üst yapısal diğer kurumlar gibi göreceli bir özerkliği barındırır. Devlet bir güç merkezidir; silahlı kuvvetleri, toplumu bin bir ağlarla ören bürokratik aparatları elinde tutan bir güç merkezidir. Ve bu güç merkezi mutlak uyumu barındırmaz, maddenin çelişkili olduğu gerçeği burada da kendisini gösterir. Gücü elinde bulunduran egemen sınıf temsilcileri, bu gücün temel sınıf çıkarlarını daha iyi temsil edebilmesi üzerine farklılıklar barındırırlar ve Mao’nun da söylediği üzere her fark bir çelişkidir. Ve dönem dönem devlet gücü içerisinde de çeşitli güç odakları peyda eder. Bu güç odaklarının kendi grupsal çıkarları olmakla birlikte, “devletin nasıl yönetileceğine dair” kavga bu gruplar için de tali bir unsur değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne önderlik eden hakim sınıflar, kuruluşundan günümüze kadar çeteleri, mafyayı “ortak düşmana” karşı bir ittifak gücü olarak görmüş, onların “gayri yasal” uygulamalarını kendi çıkarları için kullanagelmiştir. Topal Osman, Yahya Kahya gibi kurucu dönemin eli kanlı suçluları yerlerini 80’li 90’lı yıllarda, Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı ve Sedat Peker’lere bırakmıştır. Adı geçen ya da geçmeyen tüm bu şahıslar, anti-komünist ve Kürt ulusal mücadelesine karşı kullanıldığı gibi, aynı zamanda hakim sınıfların kendi klik çatışmalarında da rol oynamışlardır.
İster Türkiye olsun, ister ABD, suç örgütlerinin en büyük özellikleri, devletin içerisindeki siyasetçilerden, bürokratlardan şu ya da bu oranda ilişkili olmasıdır. Bu ilişki biçimi belirli bir süre sonrasında zorunluluğa döner. “Temiz toplum”, “bayrağa saygı”, “İslam’a hizmet” güzellemelerinin yapıldığı hakim sınıflar cephesinde, uyuşturucudan tecavüze, silah kaçakçılığından zorla mala el koymaya uzanan bir seri suçları gerçekleştirenlerle iş tutanlar -ister bürokrat olsun ister parti yöneticisi-, aynı çamura girdiklerinden dolayı birbirlerine mecburiyetleri de artar. Toplumun İslamcı ve Türkçü temelde militarize edilmesi, burjuva muhalefetini dahi bastırmak için bu tür suç örgütlerini kullanılması– teröre lanet, şehide saygı mitinglerinde ya da gazete baskınlarında olduğu gibi- bu suç örgütlerinin hem devlet aygıtı içerisinde hem de toplum içerisinde büyümesine göz yumulmasını sağlar ki bu, suç örgütlerinin aynı zamanda görece bağımsız hareket etmelerine de olanak ve zemin tanır.
Türkiye/Kuzey Kürdistan’ın özgül çelişkilerinden biri de çok uluslu bir yapıya sahip olması ve uzun yıllardır silahlı devrimci mücadelenin şu ya da bu düzeyde sürdürülmesidir. Hakim sınıflar, devlete karşı silahlı mücadelenin bastırılması için çeşitli paramiliter güçler oluşturmuştur. Devrimcilerin ve Kürt Ulusal Hareketinin mücadelesini bastırabilmek için kullanılan bu paramiliter örgütlerin geniş kadrosunun, Sedat Peker’in de parçası olduğu Ülkücü Mafya’dan, ve onların ağır etkisinin bulunduğu ülkücü gençlik içerisinden gelmesi de bir tesadüf değildir. Bundan dolayı, Suriye’ye giden kamyonlarca silahın -ki kimlere gittiği her zaman bilinen bir gerçekti- bir kısmını devlet, bir kısmını ise mafya sağlayabilmektedir. Beri yandan Türk ordusunda Sedat Peker’e bağlılığını açıkça beyan etmiş TSK erlerinin olması[ii], mafya-paramiliter-devlet-ordu ilişkilerinin ne denli iç içe geçtiğinin de bir göstergesidir. Ve tüm bunlar bu çürümüş sistemin daha çirkin ve daha cani bir biçimde inkişaf olması demektir.
Sedat Peker ve Rejimin Zorlukları
İslamcı Türkçü faşist rejim, 2016 yılında beri hem uluslararası alanda hem de ülke özgülünde bir dizi zorlukla karşı karşıya kalmıştır. Dış politikada “öngördüğü” hiçbir “stratejiyi” yerine getiremeyen sadece emperyalistler arasındaki çatışmalardan ve onların zorluklarından yararlanarak çeşitli hamleler yapan rejim, bunun karşısında uluslararası güçlerinde yükselen memnuniyetsizliğini güçlendirmiş ve kendisine yeni zorluklar yaratmıştır. İçte ise Kürt Ulusal sorunun bastırılması, HDP milletvekillerinin tutuklanması, belediyelerine kayyum atanması Kürt kitlelerinde rejime dair olan öfkeyi büyütmüştür. Kadın düşmanlığının körüklenmesi, toplumdaki İslamcılaşmaya bağlı olarak, kadın ölümlerinin artması, patriarka karşıtı kadın inisiyatiflerinin ve hareketlerinin gelişmesiyle cevap bulmuştur. Rejimin “sapkın” olarak nitelendirdiği ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın “gerekçesi” olarak gösterdiği LGBTQ bireylerin cinsiyetçi topluma karşı mücadelesini geriletmekten öte, öne çıkmalarını tetiklemiştir. Rejimin acımasızca ve bir fiil talan ettiği doğanın korunması için son dönemlerde, sadece aktivistlerle sınırlı kalmayan toplumun çeşitli katmanlarından insanların bir araya geldiği, küçük çaplı “çevre isyanları” rejimin hanesindeki yeni zorluğu olarak eklenmiştir. Tüm bunlara paralel olarak pandemi sürecinin çok kötü örgütlenmesi, insanların ölüme terk edilmesi, toplumun azımsanmayacak bir kesiminde rejime dair tepkiyi büyütmüştür. Ve yine, son 3 yıldır resmi olarak devam eden ve artık gizlenemeyecek hale gelen ekonomik kriz -ki üretken emeğin yarısından fazlası fakirlik sınırının altında “gelir” almaktadır- rejimin siyasi krizini derinleştiren niteliktedir[iii].
İşte tam da böylesi bir dönemeçte gündemi Sedat Peker’in belirlediği “siyasi iklim”, rejimin çok istediği bir atmosfer değildir. Peker, direkt olarak Erdoğan’ı hedef almamakla birlikte, Erdoğan’ın önderlik ettiği rejimdeki temel dayanaklara saldırarak, duvarın altındaki tuğlalara oynamaktadır. AKP-MHP’nin ittifakıyla gerçekleşen bu rejim -her ne kadar lokomotif güç AKP olsa bile, AKP’nin MHP’ye olan bir dizi zorunluluğunu daha da belirgin hale getirmiştir. Sedat Peker’in Süleyman Soylu’yu hedef alması, AKP’den herhangi bir “sahiplenmenin” gerçekleşmemesi ve SS’nin Habertürk’te, “içerideki çelişkilere” doğru sesini yükseltmesi -Metin Külünk’ü ifade ederek “Peker’den para alan vekilleri adalete vereceğim” demesi- ve akabinde Devlet Bahçeli’nin SS’ye sahip çıkması, Erdoğan’ı zorunlu bir açıklama yapmaya itmiştir. Peker videolarla “yüklendikçe” rejim içerisindeki klik çatışması daha belirgin hale geldiği aşikârdır. Bir yandan AKP’nin içerisindeki klikler, -Erdoğan’a “sadık” olan İbrahim Kalın’lar, Binali Yıldırım ekibi, “eskiden” devşirilen Mehmet Ağar tayfası, rejimin Gülenciler sonrası “yükselen yıldızı” Pelikancılar ve “benim istihbarat ağım çok geniştir, bilgiler bana gelir ben görevlilere iletirim” diyerek güç gösterisi yapan SS ve ekibi- diğer yandan ise AKP’nin MHP’yle olan ve giderek yükselen çelişkileri… Tüm bu çelişkiler derinleşen siyasi ve ekonomik krizden dolayı aynı zamanda klikleri birbirlerine daha da zorunlu hale getirmektedir. Açıkça söylemek gerekirse hakim sınıf klikleri arasındaki birbirlerine dair duydukları zorunluluklar aynı zamanda bu rejimin çelişkileridir de. Rejime önderlik eden Erdoğan’ın bu zorlukları, “özgürleşmek” istediği çelişkileridir.
Yine SS, para alan milletvekili “itirafı” üzerinden Erdoğan’ın yakın çevresini kontrol markaja alması, İbrahim Kalın ve ekibinin takip ettirilmesi, SETA’nın “Mossad’ın yetiştirmesi” olduğu yönündeki faşist rejimin geniş halkalarından gelen sesler, iktidar içerisindeki kliklerin basit bir “müttefik” olmadıklarını, kapitalist-emperyalist sistemin yapısı ve işleyiş dinamiği sonucunda devamlı hareket halinde olduğu ve yeni seviyeler almakta olduğu/alabileceği akıllarda tutulmalıdır.
Sedat Peker, “Vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir,” devlet mottosunun yetiştirdiği, faşist bir suç örgütü lideridir. Sermayesi ve dayanağı sadece cebir yoluyla zenginleşmesi ve devlet içerisinde küçük çaplı bir güce dönüşmesi değildir. Sedat Peker aynı zamanda, anti-komünist, devrimci ve Kürt düşmanı milliyetçi saiklerle örgütlenmiş bir kuşağın paramiliter bir tetikçi elebaşıdır. Sedat Peker’i harekete geçiren tek motivasyonun “para” olduğunu düşünmemek -ki güç olabilmesi için de para hem bir araç hem de kendi başına önemli bir motivasyon kaynağıdır- ve onu harekete geçiren ırkçı, Turancı faşist ideolojinin majör bir etkide bulunduğunu akılda tutmak gerekir. Bunun diğer bir anlamı, Sedat Peker’e bir “muhalefet” rolü biçilmesi, onun üzerinden yükseldiği gericiliğin meşrulaştırılması anlamına gelir. Sedat Peker’in “serden geçtiği” bu dünya görüşü, ezilen halk kitlelerini dünya çapında baskı ve sömürüye mahkum etmekte ve insanlığı, varoluşsal sorunda dahil olmak üzere daha büyük ıstıraplara sürüklemektedir. Peker’in öyküleştirilmesi, kahramanlaştırılması “rejime iyi vuruyor” diyerek pasif temelde “sahiplenilmesi”, onun savunduğu dünya görüşünün güçlenmesine ve pekişmesine olanak sağlar. Tehlikenin diğer yanı ise Peker’in gençlik içerisinde “popülerleşmeye” başlamasıdır. Karşı devrimci unsurların “kahramanlaştırılması” tartışmasız teşhir edilmeli ve gençlik kitlelerinin içerisinde devrimin popülerleştirilmesi görevi üstlenilmelidir.
Zorunluluklar, Özgürlükler ve Devrimin Mümkünlüğü
Rejimin içerisinden geçtiği yukarıda vurguladığımız hem uluslararası hem de ülke sınırları içerisindeki zorlu koşulları, rejimin yapısının ve işleyişinin dehşet sonuçları daha geniş kesimler içerisinde hem de yüksek seste tartışılmaya başlanmıştır. 15 Temmuz sonrasında konsolide olan rejim, son iki senedir yaşadığı zorluklar karşısında sendelemektedir. Rejime muhalif olan diğer burjuva partiler güçlenmiş, kitlelerin memnuniyetsizliğini de arkasına alarak, iktidarla olan çelişkilerini daha keskin bir temelde ifade etmeye başlamışladır. Bu kesimler artık Erdoğan ve destekçilerini açıkça “seçimlerden sonra yargılanacaksınız” diyerek tehdit eder hale gelmişlerdir. Yine bu çelişkilere bağlı kalarak rejimi oluşturan güçlerin kendi içerisindeki çelişkileri neredeyse patlama noktasına gelmiştir. Bu çelişkiler düğümü, yani rejimin, muhalefet eden burjuva güçlerle olan çelişkileri ve rejimin kendi içerisindeki klik çelişkileri birbirini güçlendiren niteliktedir.
Yine burada anlaşılması gereken diğer bir kilit nokta ise, çelişkilerin kızışması Erdoğan’ın önderlik ettiği rejimin otomatik olarak çökmesine neden olmayacağı gibi, bir 15 Temmuz örneğinde olduğu üzere, rejimin gerici radikal temelde güçlenmesine ve açık faşist terörünü meşrulaştırmasına dahi zemin hazırlayabilir. Zira Erdoğan müthiş bir fırsatçı olup, yeni bir “Allah’ın lütfu” durumunu hemen kendi lehine dönüştürmek isteyecektir. Kapitalist-emperyalist dünya sisteminin güç parametrelerini göz önünde bulunduracak olursak, Ortadoğu’nun destabilize olduğu, ABD-Çin ve ABD-Rusya geriliminin katlanarak büyüdüğü ve yer yer “vekalet savaşları” biçiminde ilerlediği bir enternasyonal ilişkiler ağı içerisinde, Erdoğan’ın rejimi daha fazla zorluk yaşayabileceği gibi, yeni “lütuflar” da boy verebilir.
Sistemin ve onun bugünkü aldığı rejimin son iki senedir önüne geçemediği bölünmeler ve çatışmalar, bu sistemin kamuflajında büyük delikler açmıştır. Sistemin, rejimin, devletin ve devlet aygıtlarının gerçek doğasını daha geniş kesimler nezdinde teşhirine yol açmıştır. Peker’in ifşaatlarının, bu sistemin, devletin ve aygıtlarının (bürokrasi, adalet sistemi, polis, asker vb) suç örgütlerinin cirit attığı panayır yeri olarak gözükmesini olanak sunmuş ve kamuflajında açılan büyük deliklerin genişlemesine katkıda bulunmuştur. Tüm bu olup bitenler, mevcut gerici sistem altında işleri bir arada tutan bağların çözülmesini, siyasi üst yapıda dahil olmak üzere toplumdaki bölünmelerin daha da derinleşmesini sağlamıştır.
Yazı boyunca ifade ettiğimiz çelişkilerin “bir kamera, bir tripod” işi olmadığı, sistemin ve İslamcı Türkçü faşist rejimin doğası ve işleyişinde yaşanan krizden dolayı olduğunu anlamak merkezi ve kilit bir önemdedir. Bundan ötürü, ezilen halk kitlelerini, insanlığı ve gereksiz acılara mahkum edip doğayı talandan geçiren bu sistemden kurtulmak ancak gerçek bir devrimle mümkündür.[iv] Sınıfların ve sömürünün olmadığı komünist bir dünya için, gerçek bir devrimin bilimsel yolu, vizyonu ve evet önderliği mevcuttur. Böylesi bir dünyayı arzulayan, yaşadığımız dehşetlerden kurtulmak isteyen herkes, Bob Avakian’ın mimarı olduğu ve önderlik ettiği yeni komünizmi analiz etmeli, öğrenmeli ve bu temelde bir devrim hareketinin parçası olmalıdırlar. Dünyayı, insanlığı bu pislikten kurtarmak için fazla zamanımız yok ama geçte kalmış değiliz!
[i] Bob Avakian, Basics, Bob Avakian’dan Temeller, El Yayınları, Sf 39
[ii] https://www.youtube.com/watch?v=0oWac5swWoM ya da https://www.youtube.com/watch?v=qeuUYeS49do
[iii] Rejimin siyasi ve ekonomik zorluklarına daha detaylı bakmak için şu yazıya bakılabilinir: https://yenikomunizm.com/helallik-rejimin-derinlesen-krizi-ve-baska-bir-dunyaya-olan-acil-ve-yakici-ihtiyac/
[iv] https://yenikomunizm.com/gercek-bir-devrim-icin-simdi-orgutlenmeye-yonelik-bir-deklarasyon-bir-cagri/
Add comment