İstanbul seçimleriyle başlayan Millet İttifakı, süreç içerisinde bünyesine Deva ve Gelecek Partilerini de ekleyerek 28 Şubat 2022 tarihinde “Yarının Türkiye’si” başlığı altında “yeni bir oluşumun” startını verdi. Adına “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” [1] diye kamuoyuna sundukları ve canlı yayında imzaladıkları “manifesto” ve onun çeşitli yorumlamaları hakkında temel bir oryantasyon sunmakta fayda var.
Hastalığı Doğru Tespit Etmek: Rejim Sorunu, Bölünmeler ve Parçalanmalar
28 Şubat günü Millet İttifakı’nın bir bayram havasında sunduğu program sadece bir seçim programı değildir. Bunun da ötesinde, uzun zamandır hem üstte hâkim sınıflar içerisinde hem de toplumda yaşanan derin bölünmelere ve parçalanmalara yönelik, muhalif burjuva liberal, İslamcı ve milliyetçi -ki bu kanat içerisinde faşizan güçleri de içerir- kanadının nasıl bir rejim öngördüklerine yönelik kapsamlı bir siyasi programı barındırır. Bu programın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” başlığı altında, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü, kadın hakları, çocuk hakları, çevre hakları, sosyal haklar, ifade özgürlüğü, TRT’den Anadolu Ajansına, RTÜK’e, Şeffaf Yönetim”, “Siyasi Etik Kanunu”, Anayasa Mahkemesinin yeniden düzenlenmesi ve güçler ayrılığı, parlamentonun rolü, cumhurbaşkanlığı statüsü gibi devletin temel kurumlarından tüm kurumlarına kadar geniş bir yelpazede nasıl işlemesi gerektiğine yönelik olmasından dolayı, bunun “önümüzdeki 4 yıl şunları yapacağım” diyen bir seçim programıyla ilgisi bulunmamaktadır.
Bugün açısından, rejim hem içte hem de dışta karşılaşmış olduğu tüm sorunlarla birlikte işlerin üstesinden gelebilmek için, toplumu daha fazla polarize etmekte ve kendi omurga kitlesini İslamcı-Türkçü faşist ideolojisiyle daha derinden şekillendirmektedir. Rejim güçlü bir kriz yaşamamakla birlikte, toplumu sürekli olarak kutuplaştırma -ki bu bariz düşmanlaştırmayla birlikte sürmektedir- karşı kutupta olan hakim sınıf kliklerinin birleşmesinin dinamiğini ve zeminin sunmuştur. Uzun zamandır hakim sınıfların “muhalif” kanatlarının gündemi belirliyor olması, siyasi ve psikolojik üstünlüğün muhalif kanata geçmesi durumu, toplumda rejim sorununun daha fazla belirginleşmesini sağlamıştır. Bir tarafta 6’lı Millet İttifakı diğer tarafta Cumhur İttifakı’nın dahil oldukları resim, hakim sınıflar içerisinde bulunduğu bölünmeleri ve parçalanmaları göstermektedir.
Dünü ve Bugünüyle Türkiye Cumhuriyeti
Temel bir hakikati tekrar dile getirelim. Türkiye Cumhuriyeti, ister Kemalist ister İslamcı rejim, isterse nispeten demokratik dönemlerde halkın değil, hakim sınıfların devletidir! Bu rejimler, aralarındaki tüm farklara rağmen, egemen sömürücü ve baskıcı ilişkilere hizmet eder ve bunu güçlendirirler. Bu rejimlerin nitelikleri ne olursa olsun, temel halk kitlelerinin, ezilen emekçi yığınlarının, başta Kürt ulusu olmak üzere gadre uğratılan, katliamlardan geçirilen ulusların ve azınlıkların, İslamcılaştırmanın sürekli baskısı altında terörize edilen Aleviler başta olmak üzere azınlık inançlar ve inanmayanların, LGBTİQ bireylerin ötekileştirilmesi ve düşmanlaştırılmasının, kadınların “ikinci cins” olarak ağır baskı altına alınmasının ve sistematik kıyımının, çevrenin sürekli olarak “kar” dinamiğine bağlı kalarak talan edilmesinin ve burada saydıklarımızın daha fazlasının üstünde işlemiş-işlemekte olan insanlık suçları bu cani sistemin -kapitalist- ürünüdürler.
Yine hatırlatmakta fayda var: TC Devleti, Ermeni Soykırımı üzerine kurulmuş ve ardından hakim şovenizm faşist saldırganlıkla birleştirilerek, ezilen uluslar ve azınlıklara bin bir türlü katliam, baskı ve asimilasyon seferberliği uygulanmıştır. “Cumhuriyetin kuruluşundan önce Türklük Müslümanlıkla ya da kişinin kendini Türk hissetmesiyle ilişkilendirilirken, Cumhuriyetten sonra “Öz Türk olma” şartı güdülmüştür. Resmi devlet kurumlarında sadece Türklerin çalışması ve askeri okullara Türk olmayanların alınmaması -bu uygulama Osmanlı döneminde böyle değildi, hatta ezici çoğunluğu ordu kökenli olan İttihat ve Terakki’nin kurucu kadrolarında Kürt, Çerkez, Arap ve Arnavutlar da bulunmaktaydı- yeni “Türklük” ideolojisinin Kemalistler tarafından, Kürt ulusunu ve diğer azınlık ulusları inkar üzerine kurduğunu ve ağır bir şovenizmle yüklü olduğunu göstermektedir.” [2]
“Demokrasiyle” Taçlandırılan Cumhuriyet
TC Devletinin tarihi temel halk kitlelerinin, ezilen ulusların ve azınlıkların boğazlanma tarihidir ve hakim kliklerin “muhalif” olduğunu iddia edenlerin “demokrasiyle” taç takmaya yeltendikleri kafa tam da budur. Beri yandan ise demokrasi Mao’nun söylediği üzere üst yapıya ait bir kavramdır ve içinde yaşadığımız derin ve bariz sınıfsal bölünmelerin olduğu bir dünyada kesinlikle sınıfsal bir nitelik taşır.
Bob Avakian’ın ABD’deki hakim sınıfların keskin bölünmesi ve parçalanmasına yönelik demokrasi illüzyonuyla bu “sorunun” üstesinden gelmek isteyenlere yönelik cevabı, dünyanın her bir yanından demokrasinin niteliği, işleyişi ve sınırlarına yönelik temel hakikati sunmaktadır:
“Bu ülkede çokça ilan edilen “demokrasi”, kapitalizm-emperyalizmin “bu zehirli sisteminin meyvesidir”. Bu “demokrasi”, temelde burada ve dünyanın her yerinde insanların gaddarca sömürülmesine dayanan bu sistemin ekonomik sistemine, üretim biçimine göre şekillenmekte ve ona hizmet etmektedir; canice ve öldürücü baskıyla bağlantılıdır; sürekli olarak ve sıklıkla kitlesel şiddetle birlikte uygulanır.
Gerçekte bu “demokrasi”, bu sistemin kapitalist-emperyalist egemen sınıfın diktatörlüğün -yani siyasi gücün egemenliğinin ve “meşru” silahlı kuvvet ve şiddet tekeli olan diktatörlüğün- bir parçasıdır ve ona hizmet eder. Sürekli olarak bu “demokrasinin” kalbi olarak ilan edilen şey -yani “halkın liderlerini seçimler yoluyla seçme hakkı”- gerçekte bu diktatörlüğün uygulanmasında ve bu ülkenin kapitalist-emperyalistlerinin çıkarlarını takip etmede, kelimenin tam anlamıyla dünya çapında milyarlarca insanı sömürmelerinde ve ezmelerinde, Çin ve Rusya gibi diğer kapitalist-emperyalist ülkelerin yönetici sınıflarıyla rekabetlerinde bu yönetici sınıfın hangi kesiminin ana rolü oynayacağını seçme “hakkıdır”.
Bunların hiçbiri bu ülkede ve bir bütün olarak dünyadaki halk kitlelerinin çıkarına değildir.” [3]
Bu sistemin -kapitalist/emperyalist- “zehirli meyvesi” olan demokrasi, ne bu ülkede ne de bir başkasında halk kitlelerinin çıkarına olmadığı gibi, ezilen kitlelerin umudunu ve enerjisini “demokratik süreç” içerisine vakumlayarak, insanların gerçek bir alternatif bulmasının önünde güçlü bir engel olarak durmasını sağlar.
Başka bir önemli nokta ise “eskiye geri dönmek değil, yeniyi inşa etmek” diyen Millet İttifakının, “yeni” ölçütü, “muasır medeniyetler” tutkusunu yani kapitalist-emperyalist dünya içerisinde “hak ettiğimiz yeri alalım” anlayışından beslenir ve ona “yeni” bir nitelik barındırır. Açıkça söylemek gerekir ki, ne eskiye ne de eskinin “arzularının” ön gördüğü bir topluma dönmek ne mümkün ne de arzulanabilirdir.
Kürt Sorunu: Şovenizmin Turnusol Kâğıdı
“Muhalif” 6 partinin “vaatlerine” ağızları kulaklarında karşılık veren “liberal sol”, HDP’nin bu sürecin dışarısında bırakılması -şayet içinde olsaydı çok daha vahim bir tablo olacaktı- ve Kürt sorunundan bahsetmeyerek sadece “kayyum sorunu” olarak meseleyi dile getirmesini bir eksiklik görüyorlar. Evet, bu sadece “bizim” liberallerimiz açısından bir eksiklik! Çünkü bu insanlar, Kürt sorunun bu sisteme içkin olduğunu ve sürekli olarak bu sistemin işleyişi tarafından farklı biçimler aldığını görmezler! Onlara göre Kürt sorunu ya bir “dil” ya da bir “kültür” sorunudur -ki bunlar ulusal sorununun önemli bileşenleri olmakla birlikte sorunun temelini teşkil etmezler- bir sistem sorunu değil.
Kürt sorunu, bu ülkenin temel bir sorunudur ve TC’nin kuruluşundan beri devam etmektedir. Bu sorunu salt bir “dil” ya da “kültür” sorunu görmek ve temelde Kürt ulusunun en temel hakkı olan, kendi kaderini tayin hakkını bilerek veya bilmeyerek gasp etmek, hakim sınıf şovenizmini desteklemek ve güçlendirmektir. Aslında bu insanlar ister liberal olsun isterse “sol” liberal, şovenisttirler ve kendi hakim sınıflarının konumlarını savunurlar, her ne kadar bu konuma bazı ölçülerde itiraz etseler ve karşı olsalar bile.
Rejim Karşıtlığı Ama Nasıl?
Şüphesiz Türkiye/Kuzey Kürdistan’da son 10 senedir yaşanılanlar, İslamcı-Türkçü faşist rejimin konsolidasyonu ve insanlığı bu rejim altında adeta uçuruma doğru sürükleme durumu, bu rejime karşı olanların mutlak suretle bastırılması ve hiçbir demokratik temel hakkın tanınmaması, burjuvazinin muhalif kanadının dahi düşmanlaştırıldığı ve adı konulmamış -ya da kötüyü çağırırsak gelir korkusu- iç savaş niteliğinde bir bölünmenin yaşandığı koşullarda, temel insan haklarına ve nispi burjuva demokratik sürece yönelik her vaat, hiç de az olmayan sayıda insanın özlem duyduğu bir tablodur.
Toplumda biraz vicdanı olan ve aklı selim davranan herkesin başını kaldırıp, bu caniyane rejimin amansızca saldırılarına, baskı politikalarına ve ezilen emekçi kitlelerin büyük bir çoğunluğunu açlık sınırı altında yoğun sömürücü ilişkilere gaddarca mahkum etmesine itiraz etmesi gerekir. Toplumun ezici bir çoğunluğu AKP-MHP ittifakının oluşturduğu rejimden rahatsızlığını dile getirmekte. Özellikle de 2019 yerel seçimleri sonrasında rejimin büyük şehir belediyelerini kaybetmesi, öfkenin patlamalarının ve rejime olan karşıtlığın kamusal alanda da vuku bulmasına neden oldu. Bugün, kadınlar, LGBTİQ bireyler, öğrenciler, akademisyenler, işçiler ve emekçiler, açlığa ve yoksulluğa karşı direnen milyonlarca insan, rejimin oluşturduğu “demir perdeye” rağmen daha güçlü bir şekilde öfkelerini haykırmakta.
Millet İttifakı “Askeri ve Sivil Darbelerin Sonu” olarak gösterdiği programı, halk kitlelerinin bu rejime duyduğu öfkenin çekim merkezi olması, bunun gerçek alternatif olmasından dolayı değildir. İnsanlar, bir alternatifsizliğin sonucu ya da en azından bu rejimden “kurtulmanın” bir yolu olarak görülmesi anlayışı temelinde bir nevi “ölüme karşı sıtmayı” seçmenin dinamiğine girmektedirler. Temel halk kitlelerinden insanların Millet İttifakı etrafında neden toplandıklarını anlamak, bunun nedenlerini bilmek, bu durumu değiştirebilmek açısından kilit bir noktayı ifade eder.
Diğer bir kilit nokta ise, rejime ve onun burjuva muhalefetine, “zehirli ağacın meyvesi” olan demokrasi ve onun seçim sürecine bu sistemin sınırları içerisinde “3. Alternatif” biçiminde kalkışmanın bir fark yaratmayacağını bilmek oldukça önemlidir. Toplum ilerici güçleri, temel kitlelerin içerisine düştükleri çıkmaza yönelik sundukları “alternatif” yine bu sistemin “demokrasiyle taçlandırılmasının” değişik bir biçimi “sol” olmamalıdır. Bu cumhuriyete “gerçek özünü” vermek için burjuvazinin muhalif kesimleriyle girilen her bir yarış, sistemin köklerinden sorgulanmasına ket vuracağı gibi, tüm dünya insanlığının özgürleştirilmesi mücadelesi yerine “benim ülkem” ve “benim çıkarlarım” anlayışının en “demokratik” biçimin bu sistemin temeli ve işleyişi dışına çıkmayacak, niyetten bağımsız olarak ona eklemlenecektir.
Gerçek Bir Devrim Yapmak Varken Neden Daha Azına Razı Olalım?
Bu rejimden ve onu var eden egemen -kapitalist- ilişkilerden bir daha geri gelmemecesine kurtulmak hem mümkündür hem de doğrudur.
Hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin derinleşip parçalanması durumu sadece bu rejimin çirkinlikleri değil aynı zamanda bu sistemin temellerinden sökülüp atılması gereksinimini daha da bariz gösteriyor. Fakat açıklıkla söyleyelim, mevcut kutuplaştırma temel halk kitlelerinin ve insanlığın çıkarına değildir. Toplumun devrim temelinde yeninden kutuplaşmaya ihtiyacı vardır. Devrimi gerçek kılabilmek ve dünya çapında insanlığı özgürleştirebilmek için, artan oranda insanın Bob Avakian’ın mimarı olduğu Yeni Komünizmi öğrenerek buna doğru şekilde angaje olmaları gerekmektedir. Böylece bir devrim hareketinin yaratılması için gerekli olan yüzlerce insandan oluşan bir devrimci parti önderliği inşa edebilsin, ki bu yüzler ve binlercesini devrimcileştirip, bir halkın içerisinde devrimci bir halkı inşa edebilsin ve devrim temelinde yeniden kutuplaştırma sağlanabilsin. Bu, kapitalist-emperyalist sistemin insanlığı karşı karşıya zorunlu bıraktığı çevresel yıkım, nükleer savaş ihtimali de dahil olmak üzere birçok felaketten kurtulabilmemizin gerçek olasılığı için çok acil ve can alıcı bir ihtiyaç ve sorumluluktur.
Bob Avakian’ın da dediği üzere;
“İki seçeneğimiz var: Ya bütün bunlarla yaşamaya devam edeceğiz ve gelecek nesillerde -ki eğer bir gelecekleri olacaksa- aynısını hatta beterini yaşamaya devam edecek, ya da devrim yapacağız!” [4]
[1] https://s.gazeteduvar.com.tr/storage/files/documents/2022/02/28/6parti-17x23cm-2-E1oa.pdf
[2] Ulusal Sorun, Kürt Ulusunun Ezilmesi ve Gerçek Kurtuluş Üzerine https://yenikomunizm.com/wp-content/uploads/2022/02/ulusal-sorun.pdf
[3] https://yenikomunizm.com/felaket-bir-sey-ya-da-gercekten-ozgurlestirici-bir-sey-ile-ilgili-bazi-onemli-noktalar/
[4] https://yenikomunizm.com/gercek-bir-devrim-icin-simdi-orgutlenmeye-yonelik-bir-deklarasyon-bir-cagri/
Add comment