26.Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) 1 Kasım’da İngiltere’nin ev sahipliğinde Glasgow’da başlamıştı. Geçtiğimiz günlerde sona eren zirve boyunca dünyanın dört bir yanından gelen “karar alıcılar” saptanan 1,5 derece hedefine ulaşabilmek için neler yapılabileceğini konuştular. Evet sadece konuştular. Çeşitli gelecek konferans projeleri, gözden geçirmeler, fon aktarım söylemleri [1] ve iyi niyet temennileri ile Glasgow süreci tam da beklendiği üzere göstermelik bir etkinlik olarak yaşandı ve tarihteki yerini aldı. Şimdi yeniden kapitalist-emperyalist sistemin temel işleyiş biçimi olan rekabette ve ucuz maliyetler yaratmada geriye düşmemek için bariz veya daha sofistike, incelikli şekillerde çevrenin talan edilmesine ve kapitalist-emperyalist üretim ve bölüşüm sürecine devam etme zamanı…
İklim zirvesinden geriye kalan şey özetle şudur: “Bilim insanları, geri dönüşü olmayan iklim ve çevre felaketini önlemek için harekete geçme penceresinin hızla kapandığını gösterdiler. Bunun karşısında Glasgow konferansında gündemi belirleyen ve egemen olan belli başlı kapitalist-emperyalist ülkeler ne yaptılar? Jeopolitik avantajları için didiştiler, şakalaştılar ve 2015’te Paris’teki son büyük iklim zirvesinde verdikleri önemsiz boş vaatlerin ötesine geçmek konusunda tamamen isteksiz ve aciz olduklarını kanıtladılar.” [2]
Peki Türkiye açısından bu süreç nasıl yaşandı? Zirve sürecinde kömür meselesi ve ormanların korunması da dahil olmak üzere pek çok konuda geçiştirmeci ve pasif bir tarz izleyen Türkiye, etkinliğin sonunda Glasgow İklim Paktı’nı kabul etti. Böylece imza atan ülkelere yönelik uyum finansman paketinin iki katına çıkarılması koşulundan da faydalanma imkanı ortaya çıktı. Bu kaynak desteği rejim açısından şüphesiz “fosil yakıtlara teşvik sonlanması” ve “kömür kullanımının aşamalı azaltılması” belirsiz ifadelerinden çok daha değerli. Öte yandan destekler açısından da zirvenin ciddi sorunları bulunuyor. Yoksul ülkelerin iklim krizinden doğan kayıp ve zararlarını karşılayacak fon önerisinde gelişmiş ülkeler uzlaşıya varamadı. Avrupa Birliği ve ABD, en yoksul ülkelerin iklim krizinden kaynaklanan kayıp ve hasarlarını gidermek için fon oluşturmayı kabul etmediler. Yoksul ülkelere yapılacak olan 100 milyar dolarlık iklim yardımı ise 2025 yılına ertelendi.
AKP/MHP’nin önderlik ettiği faşist rejim ve tepesindeki Tayyip Erdoğan açısından aslında mesele hiçbir zaman gerçekten de iklim bilimi olmadı. Sistematik şekilde ekolojik yıkım izleyen bir ülkenin yönetici egemen sınıfları açısından mesele elbette daha farklı boyutları ile öne çıkıyor. Her şeyden önce de dünyadaki egemen emperyalist devletler arasındaki karmaşık çelişkilerden ve zorunluluklardan faydalanarak kendi rejiminin çıkarlarını korumak, fırsat olarak gördüğü etkileşimlerde bulunmak ve son dönemde yaşadıkları derinleşen sıkıntılarını ve sarsılan prestijlerini bu doğrultuda küresel arenada hafifletme çabası olarak… Bütün bunlar elbette rejimi harekete geçirici önemli faktörler. Fakat süreçler farklı zorlukları da kendi içinde yaratabiliyor. İklim bilimine hiçbir zaman ciddi bir bakış açısı olmayan Erdoğan, konferans heyetinin motorlu araçlara getirdiği kısıtlama sonrası “düşük güvenlik protokolü” ve ülkenin “itibarsızlaşması” iddiaları ile zirveye katılmaktan vazgeçmişti. [3] Erdoğan’ın normal takvime göre ABD emperyalistlerinin başı Joe Biden ile Roma görüşmesi sonrasında Glasgow İklim Zirvesi’ne geçmesi bekleniyordu. Erdoğan’ın iklim meselesinde efektif ve duyarlı bir “dünya lideri” pozunu kesemediği bu etkinliğe, İslamcı/Türkçü faşist rejimin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ve ekibi Türkiye standını açarak dahil oldu. Ayrıca etkinliğe egemen sınıfların çeşitli temsilcileri davet edildiler.
Rejimin bakanı Murat Kurum, etkinlikte yaptığı toplantılarda Erdoğan’ın sözde yeşil devriminden, sıfır atıktan, iklim değişikliğine uyumdan bahsetti. Meseleyi “sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda sektörleri etkileyen kalkınma ve ulusal güvenlik meselesi” olarak koydu. Emine Erdoğan’ın himayesindeki girişimlerle 3 milyon ton sera gazını önlediklerini iddia eden Murat Kurum, egzoz elektrik denetleme sisteminden ve rejimin çevre sevgisinin bir ifadesi (!) millet bahçelerinden de bahsetti. 2053 sıfır atık hedefine sağlam adımlarla gidildiğini, Türkiye’deki mavi bayraklı plajların sayısının devamlı arttığını söyleyerek, “kararlı mücadeleye devam edeceğiz” dedi.
Bu açıklamaların son derece göstermelik ve yaşanan gidişatın yanında tamamen içi boş çeşitli söylem ve pratikler olduğu bir kenara, önceden de altını çizdiğimiz ve sorduğumuz üzere Erdoğan’ın sözde sıfır atık ve iklim hedefini tutturma düzlemi daha önce görülmemiş sayıda hidroelektrik santrali (HES) ve termik santralin inşasına onay vermekle mi gerçekleşecek? Yerel ekolojilerini savunmak için harekete geçen Çemişgezek, İkizdere ve daha yüzlerce köylünün üzerine jandarmanın dipçiğiyle saldırmakla mı? Yoksa Marmara ve Ege Deniz’ini sanayi ve turizm burjuvazisinin atık çöplüğü haline getirmek mi? Yoksa turistik tesisler için sonu gelmez orman talanları, imara açılan yeşil alanlar ve fırsata çevrilmeye çalışılan orman yangıları ile mi? [4]
Glasgow sürecindeki maskaralık faşist rejimin iklim bilimini gerçekten hiç önemsemediğini ve meseleye yalnızca yaşadıkları ciddi zorluklarla başedebilmek için kendi rejimlerinin “bekasını” temel alan dar ve pragmatik siyasi/ideolojik kaygılar ile baktığını, bütün bu süreci salt boş söylemlere ve çevreyi talan eden uygulamalarına bir kılıf bulabilmek için çeşitli göstermelik çıkışlar ve laf salataları ile geçirdiklerini bir kez daha belirtmek gerekiyor.
Örneğin Glasgow sürecine damgasını vuran kömür meselesinde, ilk haftanın sonunda birçok ülke kömür kullanımını bırakmaya yönelik çeşitli açıklamalar yaparken, Paris İklim Anlaşması’nı onaylayan Türkiye temsilcilerinden kömür meselesine dair ciddi bir çıkış gelmedi ve konu sessizlikle geçiştirildi. Kömürden net olarak çıkış tarihi belirtilmedi. Zaten zirvenin “gönüllü” ve “aşamalı olarak” kömür tüketimini azaltma çıkışı (kömüre bağlı Hindistan ve Çin’in son bölümdeki çıkışları ardından “aşamalı bırakma” ifadesi yerini “aşamalı azaltmaya” bırakmıştır) içinde barındırdığı belirsizliklerle zirvenin fiyaskodan ibaret olduğunu ortaya koymuştur. Diğer noktalar emisyon azaltma planlarının düzenli olarak gözden geçirilmesi ve “gelişmekte olan ülkelere” daha fazla finansal destek gibi çeşitli kararlar… Benzer şekilde Türkiye, içlerinde Kostarika ve Danimarka gibi ülkelerin yer aldığı petrol ve doğal gazı aşamalı olarak durdurma ittifakı meselesini de sessizce geçiştirdi.
Kömürle ilgili ifadelerin yumuşamış olmasına karşı, “sınırlandırma” ifadelerinin ilk kez bir anlaşmada açıkça bahsedildiğini vurgulayan pek çok kesim anlaşmayı bir zafer olarak görüyor. Oysa ortada bir zafer bulunmuyor. Tam aksine geleceğimiz kapitalist-emperyalist devletlerin ve temsilcilerinin elinde belirsizliğe ve varoluşsal krizlere sürükleniyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres dahi süreci İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın sevinç edalarının karşısında “önemli adımlar atılsa da ne yazık ki kolektif siyasi irade bazı derin çelişkileri aşmaya yetmedi” şeklinde tanımlıyor.
Bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Gerçek şu ki, Glasgow kömür anlaşmasının herhangi bir son tarihi yok; sadece büyük ekonomilerin “2030’larda (veya ondan sonra mümkün olan en kısa sürede)” kömür enerjisini aşamalı olarak durdurma taahhüdünde bulunuyor. Dünyanın geri kalanı 2040’larda kömürü aşamalı olarak kaldıracak. Ayrıca kömürü azaltan ülkelerin bunun yerine doğal gaz gibi diğer fosil yakıtlara dönüp dönemeyecekleri de belli değil. [5]
Gerçekten de derin çelişkiler var. Bu çelişkiler egemen olan ekonomik sistemin işleyiş biçiminden enerjisini alıyor ve daha da sarsıcı şekillerde patlak veriyor. Bu çelişkiler, iklim krizi içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız dünyaya egemen olan kapitalizm-emperyalizm sistemi ile eşi benzeri görülmemiş ölçekte derinleşmiş durumdadır. İnsanlığın ve gezegenin geleceği tehlike altındadır.
Glasgow’da toplanan hükümetler, çevresel krize yanıt vermekten tamamen aciz olduklarını bir kez daha açık şekilde gösterdiler. Fosil yakıtlardan en çok bahsedilen zirvenin bu zirve olması ile övünen egemenlerin durumu büyük bir iflasın ve rezilliğin göstergesidir. Kapitalist-emperyalist üretim ilişkilerinin egemenliğinde yönetilen günümüz dünyasında, sömürücülerin bu iklim konferansları tam bir başarısızlık ve sahtekarlık örneğidir. Yaşanan süreç iklim aktivisti Greta Thunberg’in zirve sürecinde akıllarda kalan ünlü konuşmasında “karar alıcılar” için söylediği “Blah, blah, blah” ifadesinden çok daha kötüdür. Erdoğan ise “sıfır karbon” yalanının sadece bir taraftarı olarak kalmıyor aynı zamanda, anti-bilimsel dünya görüşü ve iklim bilimi karşıtlığıyla, insanlığın kritik varoluşsal eşiğe geldiği dünyayı, “benim ulusumun çıkarları”, “benim ekonomim” diyerek “milli ve yerli” bir biçimde sürüklendiğimiz felaketin gönüllü bir aktörü oluyor!
Bu sistem ve yöneticileri, insanlığı uçurumdan aşağı atıyor. Yalnızca bütün sınıfsal farklılıkların ve bunların temelini oluşturan üretim ilişkilerini kökten ortadan kaldıracak komünizme yönelecek gerçek bir devrim bizlere gezegeni kurtarma şansı ve gezegenin koruyucuları olarak çok daha bilinçli ve sorumlu bir şekilde hareket etme şansı verebilir.
Dipnotlar:
[1] Genel fon desteği açıklamalarına ilaveten zirvenin 11.gününde İngiltere, net sıfırı hedefleyen şehirleri desteklemek için kurulan Kentsel İklim Eylem Programı’na (Urban Climate Action Programme, UCAP) 27,5 milyon sterlinlik yeni finansman sözünü duyurdu. Program kapsamında Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki şehirler 2050 yılına kadar karbon nötr olma hedefi doğrultusunda iklim eylemi gerçekleştirmeleri ve sürdürülebilir bir gelecek yaratmaları için desteklenecek denildi. Kaynak için bkz: COP President daily media statement and latest announcements – 11 November – UN Climate Change Conference (COP26) at the SEC – Glasgow 2021 (ukcop26.org)
[2] Glasgow İklim Saçmalığı Başladığı Yerde Sona Eriyor… Gezegeni Yok Etmek İçin Yeşil Işık | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
[3] Erdoğan’ın zirvede yalnızca ABD, İngiltere ve Hindistan’ın bulunduğu üç üllke liderine özel otel ve taşıt protokolü uygulanacağı diğer devlet liderleri için toplu konaklama ve ulaşım uygulamasının kabul edildiği zirveyi “güvenlik” ve “prestij” bahaneleri ile eleştirip katılmaması meseleye dair salt anti-bilimsel bakış açısı kadar, dış ve iç siyasette yaşadığı çeşitli ve son derece gerçek zorlukların yarattığı gerilimin de bir göstergesidir.
[4] Paris İklim Anlaşması ve Çevre Düşmanı Faşist Rejimin İkiyüzlülüğü | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
[5] Glasgow’daki Başarısızlık ve Sahtekarlık: Bu Sistemin Küresel Isınmaya Bir Yanıtı Yok! | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)