COVID-19 pandemisi dünya üzerinde can almaya devam ediyor. Yaklaşık 3 ayı da geride bıraktı. Bilim insanlarının en iyimser söylemleriyle aşının bulunması 2021’i bulacak. Virüsle mücadele eden ülkeler bazında çeşitlilik arz etse de temel bazı önlemlerde ortak bir yol izledikleri de görünmektedir. Virüs vakasının çıktığı ilk yer olan Çin’in Wuhan eyaletinde alınan tedbirler emsal gösterilerek, en başta karantina olmak üzer sosyal mesafe ve sokağa çıkma yasakları çeşitli ülkelerde yaklaşık bir aydan beri uygulanmaktadır. Ne zaman biteceğine dair de hiç bir hükümet kesin bir tarih vermemekle birlikte, alınan önlemlerin süreleri uzatılmaktadır. Bu uygulamalar, genelikle virüsle berber kurulan bilim kurullarının hükümetlere yaptıkları telkin ve öneriler neticesinde gerçekleşmektedir. Fakat tüm ülkelerde üretim kısmi olarak dursa da başat hizmetler: ulaşım, kargo, fabrikalar vb. bir çok sektörde üretim devam etmektedir.
Virüs nedeniyle Türkiye’de gün geçtikçe vaka ve ölüm sayıları hızla artarken, alınan tedbirlerin yetersizliği gözle görülür bir hâl almıştır. Halk kendince bazı önlemlere başvursa da bu önlemler çok yetersizdir. Bilim Kurulu üyelerinin “tam karantina” önerisini Tayyip Erdoğan’ın reddetmesi tartışılırken, AKP hükümetinin gönülsüzce ve göstermelik olarak sokağa çıkma yasağı ilan etmesi tam bir aymazlık örneğiydi. Bu işin birinci dereceden sorumlusu ve tetikçisi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bizzat kendisiydi. Ve üstelik Soylu, iki günlük sokağa çıkma yasağını, yasağın başlamasına iki saat kala duyurmuştu. Halkın panik havasında kitlesel olarak sokağa çıkmasının nedeni elbette temel ihtiyaçların karşılanması çabasıydı. Fakat bir diğer yanda ise burada hükümete ve devlete olan güvensizliğin de büyük rolü söz konusuydu. Çünkü tecrübeyle sabittir ki, ne zaman hangi karar veya uygulamaların çıkacağı ve nasıl yürürlüğe konacağı meselesi halkın nezdinde her zaman büyük soru işaretleri barındırmaktadır. Zira, halkın temel hakkı olan bilgi edinmesi, doğru bilgiye ulaşması bizzat bu devlet tarafından imkansız hale getirilmiştir. Öte yandan sokağa dökülen insanların çoğunun yoksul mahallelerde ve varoşlarda yaşıyor olması dikkat çekicidir. Kimi yazarların “ayılar” diye aşağıladığı bu insanların, ne stok yapacak ekonomik güçleri vardır, ne de onlar şehirlerin zengin semt sakinleri gibi virüse karşı korunaklı bir yaşam sürdürmektedirler. Zira onlar günü birlik bir yaşamı yaşamak zorunda bıraktırılmış yüz binlerce insandır. Bu görüntüleri çeken ve paylaşan muhalif gazetecilere de pek çok dava açıldı. Böylesi bir sokağa çıkma yasağı rezaleti milyonlarca insanın hayatını tehlikeye attı.
“Soylu” İstifası ve “Muhalefetin” Beklentileri
Elbette yaşanılmakta olan bu sürecin baş sorumlusu AKP’dir. Süleyman ”Soylu”, toplumdan yükselen eleştirler karşısında adres olarak önce “reisini” göstermiş, AKP içerisinden gelen eleştiriler karşısında “istifa restini” çekerek ileri doğru hamle yapmıştır. Her ne kadar bu istifa, Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmemişse de, tüm bu toz duman, AKP içerisinde çok daha derinlerde var olan çelişkilerin, mesela Korona krizi yönetimine dair veya Suriye’de işgal bölgelerine atanan mülki ve idari amirliklerin ve Türk polisinin başının kimde olacağına dair çelişkilerin su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Öte yandan bu derin çelişkiler kamuoyuna sadece bir Soylu-Erdoğan’ın damadı Albayrak sürtüşmesi şeklinde lanse edilmektedir. Burjuva muhalefet ise bırakalım bu çelişkileri doğru okumayı, sürekli böylesi iktidar içi çekişmelerden medet ummakta, kitlelerin dikkatini değiştirerek temel meselenin gözden kaçamasına sebebiyet vermektedir. Ne yaz ki geniş bir yelpazeyi kapsayan tüm muhalefet (“sol”,”sosyalist”, “komünist”ler de dahil) şöylesi bir yanılsama içerisindedir: “Hükümet iyi yönetemiyor.” Bu muhalefete göre çözüm: Yüz yılardır devam eden bu sorunların seçimle çözülmesidir. Oysa yukarıda bahsettiğimiz tüm iç çelişkileriyle birlikte AKP’nin hükümet olarak devam etmesinde ve devletin bekasında bu geniş muhalefetin büyük payı vardır. Özellikle, bu sistemin doğasını ve gerçek yapısını gözardı eden “sol” muhalefet, halka karşı işlenen suçların çoğuna da böylece bilerek ya da bilmeyerek ortaklık etmektedir.
Gerici Rejimler Neden Halka Hizmet Edemezler?
Oysa ki, Marx’ın da belirttiği gibi, “Reformist ‘sosyalistler’ de dahil olmak üzere- reformistlerin ayırt edici özelliklerinden biri, ekonomiyi eşitsizlik ve diğer toplumsal rahatsızlıkların kaynağı olarak belirledikleri ölçüde meseleyi bölüşüm alanına yerleştirmeleridir, oysa ki kapitalizm gibi sömürücü bir toplumun karakterini oluşturan baskı ve eşitsizliklerin kaynağı üretim alanında bulunmaktadır ve daha spesifik olarak da üretim ilişkilerindedir.
Marx’ın bahsettiği üretim ilişkileri insanı yok sayan, ezen, sömüren kapitalist üretim ilişkilerinin ta kendisidir.
Söz konusu insan sağlığı olduğu zaman, insanlar, maddi olanaklar dahilinde bu konunun uzmanlarına yani, doktorlarlarına giderler. İnsanlar mide kanaması geçirdiği zaman parlementoya gitmezler. Ancak öte yandan tüm bu sağlık sitemini belirleyenler her zaman için, Marx’ın yukarıda tarif ettiği üretim ilişkileri üzerinde oturan siyasal sınıflardır. Adına sağlık hizmetleri denen hükümetin sorumluluğu altındaki bu alan, hiç bir zaman halkın sağlığını gözetemez. Bilakis halkı bu “hizmetten” yoksun bırakır. Bugün milyonlarca insan bu acı gerçeğin canlı tanığıdır. Marx’ın bahsettiği üretim ilişkilerinin bir sonucu olan özel hastaneler, klinikler ve diğer sağlık kurumları hastayı müşteri olarak görmektedir. İnsanlar hastalıktan çok bu kurumlarca talep edilen yüklü faturalardan korkmaktadırlar.
Bilim ve Çöp Bilim
Bunlar yetmezmiş gibi bir de COVID-19 pandemisine karşı AKP’nin oluşturduğu Bilim Kurulu’nun kimi üyelerinin hurafeleri, toplumun üzerine boca edilmektedir. Ve tabii ki bu hurafeler haklı olarak halkın önemli bir kesimi içerisinde güvensizlik yaratmaktadır. Bilim Kurulu üyesi Mehmet Ceyhan’ın “İnsanların belli bir sayı üzerinde çoğalmaması için, Allah’ın virüsleri insan ve gıda dengesini sağlamak için yarattığını” dillendirmesi faşist AKP rejimin duygularına ve isteklerine bir nevi tercüme olmuştur.
Hiç kuşkusuz bu hurafelerin ve saçmalıkların bilimle uzaktan yakından alakası yoktur. Bilim meselesinde Ardea Skybreak’in ortaya koyduğu yalın gerçek şudur:
“İnsanların bilimden uzaklaşmasının bir başka nedeni de kötü bilimin olmasıdır. Bilirsiniz, her zaman kötüye kullanılan ve yanlış uygulanan bir ‘bilim’ olacaktır, fakat bu kötü bir bilimdir, anlaştık mı? Örneğin, tarih boyunca bazı ırkların diğer ırklara göre daha düşük seviyede olduğu, bazı ırkların zihinsel olarak daha geri olduğu gibi bir fikri tanıtmak için bilimin kullanıldığı örnekleri bir düşünelim. Evet, bu çöp bir bilimdir. Aslında bunun tamamen kötü bir bilim olduğunu kanıtlamak için titiz bilimsel yöntemler kullanabilirsiniz. Bu yalnızca ‘ahlaki açıdan’ kötü değildir, aynı zamanda bilimsel olarak da kötüdür, tamamen yanlıştır ve bunu kanıtlamak için iyi bilimi kullanabilirsiniz.”
Bu Sitem, Doğası ve İşleyişi Nedeniyle Reforme Edilemez, Alaşağı Edilmelidir!
Tüm bu kurumlar ve uygulamalar dünya çapında işlemekte olan kapitalist-emperyalist sitemin doğası gereğidir – ki bu “doğa”, dünya çapında egemendir ve bilimsel bir yöntem ve yaklaşımla ele alınamazsa yüzeydeki çelişkiler de doğru kavranamaz. AKP rejimi de bu çelişkilerden meydana çıkan bütün büyük eşitsizlikleri ve uçurumları daha radikal şekilde bastırmak için, ne kadar insanlık dışı uygulama varsa hayata geçirmiş durumdadır. Bunun içinde ”soylu” gibi insalara ihtiyaç duyulmaktadır.
COVID-19 pandemisiyle birlikte ortaya çıkan en temel çelişkilerden biri de, önlem olarak düşünülen karantina ve sokağa çıkma yasaklarının uygulanmasında yaşanmaktadır. Çünkü hiçbir ülke üretimi durduramamaktadır. Temel ihtiyaçlar dışındaki sektörler, pazar paylarının küçülmesi bir tarafa, hakim olamadıkları pazarları da kapma yarışı içerisindedirler. Kapitalizmin “büyü ya da öl” ilkesi bu sitemin esas dinamiklerinden biridir. Ve tüm bunlar toplumda COVID-19 krizi de dahil olmak üzere, irili ufaklı bir dizi antagonist çelişkileri tetiklemektedir.
Yeni Komünizm’in önde gelen savunucularından Raymond Lotta’nın şu tespiti burada ufuk açacak niteliktedir:
“Kapitalizmin toplumsallaşmış üretimle özel mülkiyet arasındaki temel çelişkisi, bu iki hareket biçimi üzerinden gelişir: burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişki ve üretim-şirket birimindeki organizasyon ile genel olarak toplumdaki üretimin anarşisi arasındaki çelişki. Bu hareket biçimlerinin her birinin kendi etkileri vardır ve birbirlerinin içine geçerler. Fakat devam eden bir şekilde, kapitalist üretim tarzı dünya ölçeğinde hakim olduğu müddetçe, sınıf mücadelesi için bağlamı oluşturan maddi alandaki temel değişimleri meydana getiren, kapitalist üretimin anarşisidir. Anarşinin zorladığı hareket, kapitalist üreticiler arasında rekabetin devindirdiği anarşik ilişkiler, temel çelişkinin ana hareket biçimidir.”
Peki Lotta’nın vurguladığı kapitalizmin bu anarşik dinamiği, şu içinden geçtiğimiz ortamda ne anlama gelmektedir? Ve tüm bu çelişkilerin içerisinden devrim için gerekli potansiyel nasıl elde edilecektir? Edilmeli midir? Yoksa kendi kafamızda, eski ezber ve kalıplardan yola çıkarak bu çelişkileri okumaya devam mı edeceğiz? Ve çözümü keza eski ezber ve kalıpların içerisinde mi arayacağız?
Burada Yeni Komünizmin mimarı ve önderi Bob Avakian’nın son derece yalın ve çarpıcı tespitine kulak verilmesi, anlaşılması ve üzerinde derinlikli olarak düşünülmesi elzemdir:
“Bütün mesele şudur: Ya objektif gerçeklikten hareket eder ve bu gerçekliğin içindeki, radikal değişim için gerekli çelişkili dinamikleri anlarsınız, ya da sadece bir dizi fikirden hareket edersiniz ki, bu, gerçekliğin üzerine empoze etmeye çalıştığınız, idealize edilmiş bir kitleler fikrini de içerir ve hem kitleler hem de objektif gerçeklik temel olarak ‘boş sayfa’ şeklinde görülür.
Bu, toplumu ve dünyayı değiştirmek için yapmamız gerekenlerin ilk aşamasını ve temeli teşkil eden şeye, yani karşı olduğumuz sistem içinde anarşinin itici gücünün anlaşılmasına ters düşen bir bakıştır. Şimdi, hepimiz bundan hoşlanmayabiliriz ama olduğumuz yer burasıdır. Kapitalizmin ve dinamiklerinin bugün dünyada hâlâ baskın olduğundan ve yürütmemiz gereken mücadele için sahneyi hazırlıyor olmasından hoşlanmayabiliriz, fakat gerçeklik budur. Ve bir şeyleri radikal olarak değiştirmenin temeli de bu gerçekliğin içindedir.”