YeniKomunizm.com Editör Notu: Çevirisini aktardığımız aşağıdaki makale 17 Ağustos 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.
Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/661/india-what-happens-when-a-fascist-leader-is-re-elected-en.html
Revcom.us Editör Notu:
Bu hafta, Narendra Modi başkanlığındaki Hindistan’daki faşist rejime ilişkin gelişmelere yönelik aşağıdaki yazıyı okurlarımızla buluşturuyoruz. Bu tecrübe (ve Türkiye’de Erdoğan gibi diğerleri) faşizmin gerek seçim yolu ile “yetki almasını” ya da faşistlerin zorla bastırıp yok saydığı özgürlükler yoluyla nasıl bir sıçrama yaptığını – ve bunun halk kitleleri için ciddi sonuçlarını göstermektedir. Trump/Pence rejimiyle karşı karşıya olduğumuz durum aynı olmasa da, Hindistan örneği Trump’ın önümüzdeki aylarda ister bir seçim galibiyeti ile, ister erteleme veya iptal etme ile veya başka bir yolla “zafer” ilan edebileceği gerçeğini göstermeye yardımcı oluyor. Bu durum sadece işlerin biraz daha kötüye gitmesi meselesi değildir. Bu bir sıçrama olacaktır. Yani ABD’de faşist bir yönetimin konsolide olmasına doğru kesin bir sıçrama olacaktır. Dolayısıyla, Bob Avakian’ın son açıklamasında da belirttiği gibi, “Şu anda, adaletsizliği ve baskıyı sona erdirmekle ve insanlığın yaşamaya değer bir geleceği -veya herhangi bir geleceği- olup olmayacağı sorusuyla ilgilenen herkes için Trump/Pence faşist rejiminin iktidardan uzaklaştırılması acil bir mesele ve gerçekten de tarihi bir zorunluluktur.” Bildirinin tamamı için: Şu Anki Acil Durum, Trump/Pence Rejimini Acilen Gönderme İhtiyacı, Bu Seçimlerde Oy Vermek ve Devrim İçin Temel İhtiyaç Üzerine
Mayıs 2019’da Narenda Modi tekrar başbakan seçildi. Başında Modi’nin BJP partisinin olduğu bir ittifak %44 oy oranı ile sadece oyların %25’ini kazanan Hindistan Kongre Partisi ve onun ittifakını (Hindistan’ın kuruluşundan beri ülkeyi yöneten partiyi) yendi.
Modi ve temsil ettiği rejimin bu galibiyeti 2014’te ilk defa seçilmesi ile başlayan ve Hindistan’ın Hint-Faşist dönüşümünü hızlandırma sürecini güçlendirdi.
Modi her zaman açık bir Hindu üstünlenmecisiydi, ama 2014 yılındaki kampanya süreci ve başkanlığının ilk döneminin bir kısmı süresince bu fikirleri, sunduğu “gelişim yanlısı bir lider’’ ve ‘’küresel devlet adamı” imajı ile uyumlu olan “dikkatlice denetlenen kamusal pozisyonlar” gibi maskeler ile gizledi.
Modi “azınlık gruplarına” Hindistan’ın çok uluslu ve laik bir toplum olarak kalacağına dair güvence vererek devam etti. Ve bütün bunlara ek olarak temizlik işlerinin eksikliğinden dolayı hastalığın ve buna bağlı utancın yaygın olduğu ülkeye yüz milyon tuvalet inşa etmek gibi çeşitli popüler reformları yürürlüğe koydu.
Aynı zamanda Modi, mahkemelerin ve pek çok kitlesel medya aracının kontrolünü ele alarak ve Hindu milliyetçilerini (yani Müslümanlara ve diğer azınlık gruplarına karşı açık ve şiddetli olarak ırkçılığın ana destekleyicisi olan BJP üyelerini) üniversitelerde ve devlet kademelerinde lider konumlara atayarak Hint toplumu üzerindeki gücünü pekiştirmeye başladı.
Modi içisleri bakanlığı pozisyonuna BJP başkanı Amit Shah’ı atadı. Shah, Müslümanları sıklıkla BJPnin “Bengal Körfezi’ne atacağı” “Akkarıncalar” olarak adlandırırdı. Aynı zamanda Hindistan’ın en büyük ilçesi olan Uttar Pradesh’in siyasi lideri olarak Hindu rahibi Yogi Adityanath’ı atadı. Adityanath 2007’de yaptığı bir konuşmada “Bir Hint kızı Müslüman birisiyle evlenirse, biz karşılığında 100 Müslüman kızı alırız…Müslümanlar bir Hinduyu öldürürse, biz 100 Müslüman öldürürüz.” diyerek Müslüman karşıtı ayaklanmalar kışkırttığı için hapise atıldı. Bütün bunlara ek olarak Müslüman bir adamı inek öldürdüğü (Hinduizm’de inekler kutsaldır) gerekçesiyle öldüren bir Hintli çeteyi açık bir şekilde savundu, ve öldürülen adamın ailesinin yargılanması gerektiğini önerdi. (Ayrıca belirtmekte fayda var, bütün bunların üstüne Trump’ın Müslüman göç yasağını övdü!)
Bu da BJP aktivistlerinin, sığır gütmek gibi suçlar işlediklerinde Müslümanlara saldırılarda bulunmasına sebep oldu. Modi’ nin ilk dönemindeki saldırılarda düzinelerce insan öldürüldü ve yüzlercesi yaralandı. BJP liderleri buna karşılık “İnekleri öldürülenleri asacağız” ve “İnekleri, anneleri saymayanların ellerini ve bacaklarını kırıp öldüreceğim” gibi cevaplar verdiler.
BJP ayrıca Hindistanın tarihini tam anlamıyla yeniden yazmak için, Hinduizmin “azametini” övmek ve Müslümanların ona yaptığı sözümona zulmü yansıtabilmek için geniş bir ideolojik kampanya yürüttü. Hintlilerin MS. 1000 küsür yıllarında uçakları ve interneti kullandıklarını, kök hücre araştırmaları yaptıklarını söyleyecek kadar ileri gittiler! Ve meşhur Hintli tarihçi Romila Thapar’ ın betimlediği gibi, realitenin Hindu milliyetçi versiyonu “devletin himayesi altında, iyi finanse ediliyor ve bir sürü farklı şekilde popülerize ediliyor. Tarihsel araştırmaları devirmek için Hindutva tarihini eleştirenler daha şimdiden vatan haini olarak damgalanıyor.”
Yine de tüm bunlar, her ne kadar korkutucu olsa da, 2019’da tekrar seçildiğinde Modi rejiminin yapacaklarının sadece bir başlangıcıydı ve faşizm için “yetki” talep ediyordu. Onbeş ay sonra, Hintli bir yorumcu, sonuçları “anayasanın baştan yazımı ve yeni bir devlet gücüne doğru sistematik ve acımasız bir yönelim” olarak betimledi. New York Times, “Eleştirmenler, Bay Modi’ nin Hindistan’ı laik, demokratik köklerinden ayırmaya ve 1.3 milyar nüfuslu bir ulusu dindar bir devlete; Hintlilerin anayurduna çevirmeye çalıştığı için endişe duyuyor. Hindistan’ın anayasa mahkemesinin eski yargıcı olan B.N. Srikrishna, ‘Teokratik bir devlet istiyorlar,” dedi.
İşte Modi’nin yeniden seçildikten sonraki faşist hücumunun dört örneği:
Jammu ve Kashmir’in istila ve işgal edilişi: Jammu ve Kashmir, Hindistan’ın tek çoğunluğu Müslüman olan eyaletidir. Hindistan’ın anayasasında (370. madde), savunma ve güvenlik durumları dışında tam özerklik sözü verilmiştir.
5 Ağustos 2019’da hiçbir uyarıda bulunmadan, Modi 370. Maddeyi çiğnedi ve eyaleti işgal etti. Sonrasında meydana gelenler revcom.us sitesinde kaleme alındı:
5 Ağustos’ta Kashmir kendini bir kafeste buldu. Eyalet çapında sokağa çıkma yasağı ile her ev bir kodese dönüştürüldü. Tek hamlede beş yüzü aşkın Kashmir’li siyasetçi hapse tıkıldı ve binlerce insan tutuklandı. Her protesto demirden yumrukla ezildi, insanlar acımasızca darp edildi, sakat bırakıldı, hapse tıkıldı ve öldürüldü. Akşam baskınlarında Hint kuvvetleri tarafından 10-13 yaş arası erkek çocuklar kaçırıldı, ailelerinden alıkonuldu ve hiçbir suçlama olmadan hapiste tutuldular. Kashmir hapishaneleri tamamıyla dolduğu için çocuklar başka eyaletlerdeki hapishanelere götürüldü. Hedef belliydi- Kashmir’deki Müslümanları aradan çıkarmak, etnik bir temizlik yapmak ve bölgenin demografisini sonsuza kadar değiştirmek.
Hindistan, bunun yanı sıra Kashmir’de beş ay boyunca interneti kesti ve yabancı gazetecilerin bölgeye girişini engelledi. Olaylar üzerinden geçen bir senede baskı halen devam ediyor.
Yeni “Vatandaşlık Yasası” Müslüman Nüfusu Hak Kaybı, Sınırdışı Edilme ya da Toplama Kamplarına Gönderilmekle Tehdit Ediyor: 2019’un Ağustos ayında devlet, Assam bölgesindeki herkese, kendilerinin ya da atalarının 1971’den önce Hindistan’da doğduklarına dair kanıt belgesi hazırlamayı zorunlu tutacakları bir süreci başlattı. Kanıt sunulamadığı takdirde vatandaşlık iptal edilecekti. Bu yasa altında Hindistan’da 58 sene önce doğmuş bir göçmen vatandaşlığını kaybediyordu. İki milyon Assam’lı “bu testi geçemedi.”
Bu süreç açık bir şekilde, Hindistan’ın Müslüman ağırlıklı komşusu Bangladeş’ten, 1971’de Kurtuluş Savaşı’nda Pakistan’dan kaçan Hindistan’a yerleşen kaydı olmayan göçmenleri bulmayı amaçlıyordu. Bu yeni vatandaşlık testi Müslümanlar’ı büyük bir korku içerisinde bıraktı ve vatandaşlıkları “yargılamak” için oluşturulan “yabancı mahkemeleriyle” ve yeni yaratılan karar sonucu artık “vatandaş olmayanlar” için düzenlenen toplama kamplarıyla da bu korku gittikçe büyüdü – en az 10 kamp planlanmış durumda. (Hindistan’ın, insanları Bangladeş’e gönderebilmek için herhangi bir anlaşması ya da hakkı yok, bu sebepten ötürü Bangladeşli insanlar sınırsız bir süre boyunca gözaltında tutuluyor.) 14 yaşında bir kız çocuğu da dahil olmak üzere düzinelerce insan inithar etti.
19 Kasım 2019’da BJP İçişleri Bakanı, parlamentoda, bu Müslüman “yasadışıları” avının artık ülke çapında yapılacağını açıkladı. Daha sonra, tüm bu olayların Anti-Müslüman yönelimini tam anlamıyla yansıtabilmek için, 11 Aralık 2019’da Müslüman olmayanlara; Hindu, Hıristiyan ve Budist göçmenlere tekrar vatandaş olabilmeleri için imkanlar sağladı. Bir insan hakları aktivisti, BJP’nin tüm bu yaptıklarının perde arkasında asıl neyin döndüğüne dikkat çekti: “Müslümanlar baş düşmanlar yapıldı. Bu durum Hindistan Anayasasına bir saldırıdır.”
Polis Vahşeti ve Protestoları Durdurmak Adına Yapılan Katliamlar: Yeni vatandaşlık yasaları karşısında, ilk başta Assam’daki Hindu öğrencilerle birlikte protestolar baş gösterdi ve hızlıca ülkenin her yerinde, her inançtan insanların katılımıyla büyüdü. Hükümet, Kashmir’de yaşattığına denk bir vahşetle Hıristiyan bir protestocuyu vurarak öldürdü, kütüphanedeki öğrencilere gazla saldırdı, Yeni Delhi’de protesto eden Müslümanların etraflarını sarıp darp etti. Bisikletini süren dokuz yaşındaki bir çocuk, polisten kaçmaya çalışan izdihamın altında kaldı. İnternet yasaklandı ve sokağa çıkma yasakları getirildi. 30 Ocak’ta başkent Delhi’de bir silahlı saldırgan, protestoculara ateş açtı ve akabinde bir öğrenci yaralandı-polis olaylara müdahele etmedi ve yalnızca izledi.
New York Times’a göre, geleneksel iktidar sınıfı muhalif partileri “parçalanmış” ve kenara atılmış olsa da, protestocuların tahammülü “[Modi’nin] ideolojik ajandasına bir tehdit” oluşturuyor. The Times, Varanasili bir profesörü alıntılıyor: “Şehrin her yerinde bunu duyuyorum: İnsanlar bu rejimden bıkmış durumda.” Protestolar, ağır baskıya rağmen en az Şubat’ın sonuna kadar yayılmaya devam etti. Times, ilk kazandığı seçimden bu yana Modi’nin ilk defa müdafada olduğunun altını çizdi.
Sonra 23 Şubat 2020’de yerli bir BHP siyasetçesi olan Kapil Mishra, Delhi’de yolu tıkamakta olan çoğu kadın göstericiye bir karşı-protesto çağrısında bulundu. Times’a göre “polise ültimatom verdiği ateşli bir konuşma yaptı: ‘’Ya bu ana yolu tıkayan göstericileri kaldıracaklardı, ya da o ve müritleri bunu kendi başlarına yapacaktı. Birkaç saat içinde Hindistan’da yıllarca eşi benzeri görülmemiş bir şiddete şahit olundu. Hindu ve Müslüman çeteler birbirlerine kılıç ve sopalarla saldırdı, dükkanlar yakıldı, tuğlalar havada uçuştu ve köşeye sıkışan insanlara darbeler yağdırıldı.”
Bu müdahale bittiğinde en az 46 kişi ölmüş ve başkentteki Müslümanlar arasında büyük bir korku hakim olmuştu. Çok geçmeden Modi, koronavirüs pandemisine felaket bir tepki olarak Hindistan’ın tümünü karantinaya aldı. En azından kısa süreliğine farklı dinlerden kitlelerin birleşip Hindu-faşizmine başkaldırması tehdidi ortadan kalkmıştı.
Hindu Milliyetçileri Tarafından Yok Edilmiş bir Caminin Kalıntıları Üzerine Hint Tapınağı İnşası: 2019’un Kasım ayında, Hindistan’ın yargı sisteminin Hindu-faşist rejime boyun eğmesinin bir işareti olarak anayasa mahkemesi Hindular’ın yok edilmiş Ayodhya Camisi yerine bir tapınak inşa edebilecekleri kararına ulaştı. Müslümanlar o camiyi oraya 16. yüzyılda kurmuştu. Hint milliyetçileri, caminin Hindu tanrısı Rama’nın doğum yerinde olduğunu iddia ederek bunu 1992’de yıkmıştı ve akabinde 2000 kişinin öleceği dini şiddet olaylarını tetiklemişti. O zamandan beri faşistler oraya bir Hindu tapınağı dikmek istiyordu.
Modi, 5 Ağustos 2020’de yani Kashmir istilasının birinci yıldönümünde, “kutsal su” ikram ederek yeni tapınağın seromonisel dönüm noktasını belirledi ve ekledi: “Yüzyılların bekleyişi artık sona eriyor!”
Times’a göre bu “[Modi’nin] Hindistan’ın laik kurumlarını daha aleni biçimde Hint kimliğine doğru çekme çabalarının tartışmasız dönüm noktasıydı ve Hint çoğunluğunu resmen tercih eden bir Hindistan için karar verici nitelikte bir adımdı.” Başka bir uzmandan da alıntılıyorlar: “Bu Bay Modi’nin ‘Hindistan üzerinde hepten egemenliğini’ temsil etmektedir.”
O Halde “Faşist Bir Lider Bir Kez Daha Seçildiğinde Ne Olur?”
Liberal bir siyasetçi olan Shashi Tharoor şöyle söylüyor: “Modi muhalefetin ve eleştirinin ulusal çıkara düşman olduğunu söyleyerek meşruiyetini kaybetti ve her liberal düşünceyi ve karşı fikri ulusal gururu ve birlikteliği baltalama olarak tanımladı.” Tharoor, siyaset bilimci Suhas Palshikar’dan alıntılıyor: “Modi, açıkça devlet mekanizmasının dahil olduğu törenlerde yeni cumhuriyetin temeli olarak Hindu dininin resmileştirilmesini vurgularken Müslümanları hem mekânsal hem de siyaseten var olmaları normundan uzaklaştırdı.”
Basitçe söylemek gerekirse, faşistlerin iktidarda kalmasına izin verildiği zaman kuvvetlerini faşizmi uygulamak adına kullanıyorlar, Hindistan örneğinde bu durum Hindu-faşist teokratik bir devlettir.
Bütün bunlar kulağa tanıdık geliyor mu?
Add comment