ABD’de 2020 Seçimleri ve 2024 Seçimlerine İlişkin

Editörün notu: Aşağıda yer almakta olan yazı esasında Bob Avakian’ın (BA) Substack üzerinden yayınlamış olduğu 51, 52, 53, 54 ve 55 numaralı sosyal medya mesajlarıdır. BA bu mesajlarında devrimci strateji, taktik ve bu sistem altında seçimler meselelerine eğildiği gibi özgül olarak 2020 seçimlerinde Trump’a karşı oy kullanılması da dahil olmak üzere 2024 seçimlerinde Devrimci Komünist Parti (ABD)’nin tavrını bilimsel bir yöntem ve yaklaşım kullanılması yoluyla ele almaktadır. Bu sosyal medya mesajlarının toplu bir halde tek yazı şeklinde mevcut başlıkla yayınlanması yenikomünizm.com’un okuyucularının okumasını kolaylaştırması amacını taşımaktadır. Okuyucunun kolaylığı için 51 numaralı mesaj 1. başlık, 52 numaralı 2. başlık şeklinde devam ederek verilmiştir.


1.) Devrimci Strateji ve Taktikler ve Bu Sistem Altında Seçimler…

2020’de Biden’a oy vermenin gerekli olduğunu söylerken bu söylediğim neden doğruydu, şimdi Biden’a (veya Trump’a) oy vermemek neden doğru ve hayati derecede önemli ve bunun gerçekten devrim yapmakla ne ilgisi var?

Bu duruşum, bazı çok içten kafa karışıklıklarının yanı sıra basit düşünceli sözde devrimci saldırıların da odağı oldu. Bu saldırıların tipik bir örneği, 37 numaralı mesajımla bağlantılı olarak birisinin yaptığı şu açıklamadır: “Gerçek bir Komünist 2020’de yaptığınız gibi Biden’ı desteklemez. Trump korkunç bir seçim ama Biden’a oy vermeyi onaylamış olmanız üzücü ve sizi hareket için bir utanç kaynağı haline getiriyor.”

“Hareket” için bir “utanç kaynağı” olma suçlamasını bir kenara bırakıyorum çünkü bu “kişisel” bir mesele değil, bu canavarca kapitalizm-emperyalizm sistemini yıkmak ve çok daha iyi bir şeyi var etmek için bir devrimin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği ve nasıl gerçekleştirilebileceği ile ilgili derin öneme sahip soruları içeriyor ve bu devrimi fiilen gerçekleştirmenin içerdiği ve gerekli olan şeyle ilgilenmeyen ve aslında buna karşı çıkan herhangi bir “hareketin” parçası olmakla ilgilenmiyorum.

Söz konusu olan, gerçek bir özgürleştirici devrim için mücadeleyi ilerletme sürecinde karşılaşılması kaçınılmaz olan zorunluluklarla -özellikle de karmaşık durumlar ve zorlu çelişkilerle- uğraşmak ile bu çelişkileri tanımayan ya da bilimsel olarak analiz edip ciddi bir şekilde ele almayan çocuksu “sol” pozculuk, acınası sekterlik ve kırılgan dogmatizm arasındaki temel farktır.

Bu ülkenin tarihinde ilk kez, eski bir başkan olan Donald Trump’ın hüküm giymiş bir suçlu olması (diğer şeylerin yanı sıra) bu ülke içindeki çok keskin ve sürekli keskinleşen çelişkilerin bir yansımasıdır – ve buna karşılık, Trump’ın yargılanması ve mahkum edilmesi, ülke genelindeki ve ülkenin yönetici sınıfı içindeki çelişkileri daha da keskinleştirmiştir. Bu, 2020’de Biden’a oy vermenin neden doğru olduğu ve Biden’a tekrar oy vermenin neden doğru olmayacağı ile yakından ilgilidir ve bu konuya sonraki mesajlarımda daha ayrıntılı olarak değineceğim.

Ancak öncelikle, önemli bir arkaplan olarak, komünist devrim tarihinden, önce Rusya’da sonra Çin’de, bu devrimlerin liderlerinin burjuva ve gerici güçleri savunan, hatta onlarla resmi anlaşmalar yapmayı içeren politika ve eylemlerde ısrar ettikleri ve bunun bu devrimlere “ihanet” etmediği, aksine nihai zafere ulaşmalarında çok önemli olduğu bazı deneyimleri gözden geçirmek çok önemlidir. Bu nedenle, takip eden mesajlarda, bu önemli tarihle başlayacağım ve ardından doğrudan 2020’de Biden’a oy vermenin neden doğru olduğu ve Biden’a tekrar oy vermenin neden çok yanlış olacağı meselesine gideceğim.

 

2.) 2020’de Biden’a Oy Vermenin Neden Gerekli Olduğuna Işık Tutan Önemli Tarihi Deneyim

————————————————————————————————————————–

Gelecek mesajlarda, 2020’de Biden’a oy vermenin neden gerekli olduğunu ve Biden’a tekrar oy vermenin neden çok yanlış ve zararlı olacağını doğrudan ele alacağım. Ancak öncelikle, önceki mesajımda da belirttiğim gibi, tüm bunlara ışık tutan komünist devrim tarihinden önemli deneyimlere bakmakta fayda var.

Önce 20. yüzyılın ilk yarısında Rus devriminde V.I. Lenin’in önderliğiyle başlayalım.

1917 yılının başlarında Rusya’da mutlak bir hükümdarın (Çar) başında bulunduğu sistemi alaşağı eden bir devrim gerçekleşti. Lenin liderliğindeki gerçek komünistlerin (Bolşevikler) yanı sıra bazı sözde “sosyalistler” de bu devrime katılmış olsa da, bu henüz sosyalist bir devrim değildi ve hemen ardından Aleksander Kerenski başkanlığında bir burjuva (kapitalist) hükümet kuruldu. Aynı zamanda “sovyetler”in -hükümet ordusundaki askerler de dahil olmak üzere halk kitlelerinin örgütleri- toplumda çok fazla gücü ve etkisi vardı. Ve burjuva hükümeti Rusya’nın Rus askerleri ve genel olarak Rus halkı için muazzam acılara neden olan 1. Dünya Savaşı’na katılımını sürdürürken, koşullar çok daha köklü bir sosyalist devrim için olgunlaşıyordu. Ancak, sosyalist devrimin başarıya ulaşmasından sadece birkaç ay önce, Rus ordusundaki güçler, başkomutan Lavr Kornilov liderliğinde, Kerenski hükümetine ve büyük şehir Petrograd’daki sovyete karşı silahlı bir darbe gerçekleştirmeye çalıştı. Lenin bu darbe girişimini püskürtmek için halkın seferber edilmesi gerektiğinde ısrar etti – her ne kadar bu, doğrudan doğruya burjuva Kerenski hükümetini ve sovyetleri savunmak anlamına gelse de.

Lenin neden bu tutumu benimsedi? Çünkü burjuva hükümetini devirmek ve sosyalist bir hükümet kurmak için bir devrimin gerçekleştirilebileceği bir duruma doğru işler olgunlaşıyor olsa da, durumun henüz bunun için tam olarak olgunlaşmadığının farkındaydı; ve eğer Kornilov darbesi başarılı olsaydı, sosyalist devrime doğru ilerlemeyi ciddi bir şekilde geriye götürecek, hatta belki de en azından o zamanki durumda bu olasılığı tamamen ortadan kaldıracaktı. Ve aslında, Kornilov darbe girişiminin yenilgiye uğratılması, sosyalizm için devrimci mücadelenin daha da ilerlemesine yol açmış ve sadece birkaç ay sonra iktidarı ele geçirilmesi başarılmıştır.

(Açık olmak gerekirse, bu mesajlarda genel olarak devrimin çok uzak bir zamanda değil, şu anda yaşadığımız zamanda mümkün olduğu gibi çok önemli bir noktayı vurguluyor olsam da, bu devrimin bu ülkede önümüzdeki birkaç ay içinde gerçekleşeceğini iddia etmiyorum. Önemli tarihsel deneyimlere dikkat çekerken, şu anki durumun tamamen aynı olduğunu ya da genel olarak devrim sürecinin tamamen aynı seyri izleyeceğini söylemiyorum. Burada üzerinde durduğum şey, belirleyici öneme sahip ilke ve metot meseleleridir – ve bunlar şu anda gerçek bir devrim için çalışırken çok önemlidir).

İşte Sovyetler Birliği’ni meydana getiren Rus devriminin tarihinden bir başka önemli deneyim. Daha önce de belirtildiği gibi, bu devrim 1. Dünya Savaşı bağlamında gerçekleşti ve savaşın sonuna doğru, 1918’de, Bolşeviklerin önderliğinde yeni kurulan Sovyet hükümeti emperyalist Almanya (ve müttefikleri) ile Brest-Litovsk Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmanın bir sonucu olarak Sovyet hükümeti, önemli bir nüfusun yanı sıra büyük üretim kapasitesi, ulaşım ve yakıt kaynakları içeren geniş bir toprak parçasından vazgeçti. Ve Sovyet hükümetinin bu Antlaşma uyarınca Almanya’ya savaş tazminatı ödemesi gerekiyordu.

Almanya bu dünya savaşında nihayet yenildiğinde, daha sonra 1918’de, Brest-Litovsk Antlaşması artık geçerli değildi – hükümsüz ve geçersiz hale geldi. Ancak bundan önce, bu Antlaşmanın imzalanması bazı “solcuların” (“sol Sosyalist-Devrimciler”) Sovyet hükümetinden ayrılmasına ve ardından ona karşı bir isyan başlatmasına neden oldu. Lenin ve Bolşeviklerin (Sovyet komünistleri) bu Antlaşmayı imzalaması doğruyken, “sol Sosyalist-Devrimciler” buna karşı çıkmakta hatalıydı ve Sovyet hükümetine karşı isyanları haklı değil, aslında gerici, karşı-devrimciydi.

Neden böyle bir durum söz konusu? Çünkü somut koşullarda, Sovyet cumhuriyeti bu Antlaşmayı imzalamamış olsaydı, büyük olasılıkla yok olacaktı. Antlaşmayı imzalayarak Sovyet hükümeti devrimci devlet iktidarını sağlamlaştırmak için zaman kazanmış oldu ve bu da daha sonra eski Rus imparatorluğunun (ABD dahil) bir dizi emperyalist ülke tarafından desteklenen ve yardım edilen güçlü güçlerine karşı bir iç savaşı kazanmasını sağladı.

Tüm bunlarla ilgili olan şey, akut çelişkilerin doğru bir şekilde ele alınmasıydı: kritik bir noktada elde edilenleri, koşullar değiştikçe daha fazla mücadele etmek için bir temel olarak savunmak ve bu mücadeleyi ileriye taşımak için kapasite oluşturmak. Lenin, Kornilov isyanı ve Brest-Litovsk Antlaşması’yla -özellikle de bu Antlaşma, güçlü düşman güçler karşısında toplumun devrimci dönüşümünü gerçekleştirmek için ciddi bir temeli ve yaklaşımı olmayan çocuksu “sol” güçler tarafından karşı çıkılıp saldırıya uğramış olsa bile- olayları yönettiği şekilde yönetmeseydi, büyük olasılıkla başarılı bir sosyalist devrim ve Sovyetler Birliği olmazdı.

Çin Devrimi’ne dönecek olursak, bu devrimin çok önemli bir dönüm noktasında, Japon emperyalizminin Çin’i istila ve işgali bağlamında, Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi, Çan Kay Şek (Chiang Kai-shek) liderliğindeki kana bulanmış gerici Kuomintang hükümetiyle birleşik cepheye girdi. Mao ve Çinli komünistler bunu, Kuomintang ile yaklaşık on yıl boyunca savaştıktan ve ABD ve diğer “batılı” emperyalist güçler tarafından güçlü bir şekilde desteklenen Kuomintang’ın elinde büyük kayıplar verdikten sonra yaptılar.

Burada da gerçek şudur ki, devrimciler bu birleşik cepheye girmemiş olsalardı, Mao önderliğindeki devrimci güçler (Japon işgal güçleri ve/veya Kuomintang tarafından) yok edilebilirdi. Her halükarda, Mao bu derin değişimi benimsemeye öncülük etmeseydi – ki bu da yine ölümcül derecede baskıcı güçlerle birleşmeyi gerektiriyordu – başarılı bir Çin Devrimi ve sosyalist bir Çin’in olmaması tamamen mümkündür. Ancak, Kırk Beş numaralı mesajda da belirttiğim gibi, Kuomintang ile birleşik cepheyi içeren bu büyük politika değişikliğinin bir sonucu olarak, 2. Dünya Savaşı bağlamında Çin’in Japon emperyalist işgaline karşı direniş savaşı, Çin devriminde önemli bir dönüm noktası haline geldi ve devrimci güçler birkaç yıl sonra, 1949’da bu devrimin nihai zaferine doğru önemli bir atılım yaptı.

Rus ve Çin devrimlerinin bu önemli deneyimlerinde vurgulanan şey, devrimin çok karmaşık bir mesele olduğu ve sürekli olarak devrimi ilerletmenin içerdiği çok zor çelişkilerle başa çıkmayı gerektirdiğidir: devrimin farklı noktalarda karşı karşıya kaldığı nesnel gerçeklikle (zorunlulukla) başa çıkarken aynı zamanda – hatta politika ve yaklaşımda gerekli ayarlamaları yaparken – devrim için çalışmanın stratejik yönelimini terk etmek değil, bunun yerine çelişkileri devrimi gerçekten ilerletecek şekilde ele almaktır.

Tüm bunlar, verili bir anda veya bir dönem boyunca objektif olarak gerici güçlerle bir birlikteliği (ve hatta desteği) oluşturacak politikalar benimsenmesinin gerçek bir devrimin gerçekleştirilmesi sürecinde kendini dayatan ve kimi zaman çok akut çelişkilerle baş etmenin ve bu çelişkileri geride bırakmanın zorunlu bir parçası olabileceğine ışık tutmaktadır.

Bu, 2020’de Biden’a oy vermenin gerekli olduğunu söylemenin neden doğru olduğu ve Biden’a tekrar oy vermenin neden doğru olmadığı ve bunu şimdi yapmanın derin bir hata olacağı için geçerlidir – bunu takip eden mesajlarda daha ayrıntılı olarak ele alacağım.

3.) 2020’de Biden’a Oy Vermek Neden Gerekliydi – Bunu Tekrar Yapmak Neden Doğru Olmaz – Ve Bunun Devrimin Daha Büyük Meseleleriyle Nasıl Bir İlişkisi Var?

————————————————————————————————————————–

Başlangıç olarak, 2020 seçimleriyle ilgili olarak, bu seçimlerde Biden’a oy verilmesi gerektiğini ortaya koyan 1 Ağustos 2020 Bildirimde aslında ne söylediğimi gözden geçirmek önemlidir. (Bu açıklama BA’nın revcom.us adresindeki Collected Works  (Toplu Çalışmalar) bölümünde mevcuttur).

1 Ağustos 2020 Bildirisi’nde, normalde biz devrimci komünistlerin, insanların bu sistem altında seçim sürecine katılmaması gerektiğini, çünkü bunun bu sistemi ve sürekli olarak işlediği tüm dehşeti güçlendirmeye hizmet ettiğini savunduğumuzu belirtmiştim.

Peki 2020 seçimleri neden Biden’a oy vererek bu seçimde yer almayı meşru kılacak kadar farklıydı?

Meselenin özüne inmek gerekirse: 2020’nin somut durumunda Biden’a oy vermenin gerekli hale geldiğinin kabul edilmesi, Trump’ın yeniden seçilmesinin, başında bulunduğu faşist rejimin konsolidasyonunda daha ileri bir sıçramaya yol açacağı ve bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin suçlarına karşı mücadele ve en temelde bu sistemi yıkacak bir devrim yoluyla buna köklü bir çözüm getirme mücadelesi açısından feci sonuçlar doğuracağı yönündeki bilimsel analize dayanıyordu.

1990’ların sonlarından bu yana, bu ülkede gelişen faşizmin doğasını analiz ediyor ve bu faşizme büyük ölçüde karşı çıkılmadan gelişmesine izin verilmesinin tehlikeli sonuçlarına dikkat çekiyordum. Revcom.us adresinde yer alan makalede de belirttiğim gibi ” Totalitarizm ” diye bir şey yoktur: Faşizm, “temelde bilim karşıtı olan ve cehaletin, batıl inançların ve gerçekliğin kaba bir şekilde çarpıtılmasının teşvik edilmesine ve en düşük ve en ahlaksız dürtüler ve önyargılar tarafından motive edilen, eril ‘üstün ırk’ insanlarının bir parçası olmayan herkese karşı ölümcül bir nefret duyan, düşünmeyen, kuduz derecede fanatik bir kitlenin harekete geçirilmesine dayanan” aşırı sağcı bir ideoloji ve siyasi harekettir.

Bir siyasi yönetim biçimi olarak faşizm, kapitalist-emperyalist egemen sınıfın açık diktatörlüğünü temsil eder, esasen demokrasi ve halk için haklar iddiasını ortadan kaldırır ve bu diktatörlüğü uygulamak için açıkça şiddete ve insanları terörize etmeye dayanır. Hıristiyan faşizmi bu ülkedeki faşizmin itici gücüdür. Hıristiyan faşizmi genel olarak bir din olarak Hıristiyanlıkla aynı şey değildir. Hıristiyan faşizmi, hükümetin ve toplum üzerindeki yönetimin, uygulanması gereken “asıl gerçek” olarak kelimesi kelimesine alınan Hıristiyan İncil’ine mutlak bağlılığa dayanması gerektiğinde ısrar eder – oysa gerçek şu ki, kelimesi kelimesine alınan İncil, Aklı Özgürleştirmek ve Dünyayı Kökten Değiştirmek İçin: Tüm Tanrılardan Kurtulun! kitabım da dahil olmak üzere bir dizi çalışmamda gösterdiğim gibi çok gerçek dehşetler içerir.

Hükümetin içindeki ve dışındaki Hıristiyan faşistler, kürtaj hakkını ortadan kaldırmaya yönelik hareketin itici gücü olmuştur. Ve bu onların genel korkunç gündemlerinin sadece bir parçasıdır. Hıristiyan faşistler, Amerika’nın “Tanrı’nın seçilmiş ulusu” olduğu efsanesine meydan okuyan her şeyi ama her şeyi bastırmaya kararlıdır. Dolayısıyla, bu Hıristiyan faşistlere göre, bu ülkenin tarihi boyunca ve günümüze kadar ırkçılığın ifşa edilmesine izin verilemez ve okul eğitiminden, kamusal yaşamın diğer bölümlerinden çıkarılmalıdır. Hıristiyan faşizminin en güçlü tabanının, bu ülkede ırkçılığa karşı mücadeleye şiddetle karşı çıkan ve İç Savaş’ta Güneyli köle sahibi Konfederasyon’un yenilgisini hiçbir zaman kabullenmeyen (Konfederasyon anıtlarının yıkılmaması konusunda ısrarcı olmaları da bunu göstermektedir) Güneyli beyazlar arasında olması tesadüf değildir.

2020 seçimlerinden önce 20 yılı aşkın bir süredir, bu faşizme karşı kitlesel mücadelenin önemini defalarca vurgulamış ve bunu, bu faşizmi doğuran kapitalizm-emperyalizm sistemini yıkmak için temel devrim ihtiyacıyla ilişkilendirmiştim.

Bu faşizm, Trump’ın 2016 seçimleriyle iktidara gelmesiyle büyük bir sıçrama yaptı. (Trump özel olarak Hıristiyan köktendincileri hor görse de, Hıristiyan faşistlerle “kutsal olmayan bir ittifak” yaptı ve onların karanlık çağ gündemini benimsedi – ve şimdi Hıristiyan faşistlerin çoğu onu Amerika’nın “kurtarıcısı” olarak görüyor!)

Ne yazık ki, işaret ettiğim bu gerçek çok büyük ölçüde ve çok uzun bir süre boyunca görmezden gelindi ya da reddedildi. Sonuç olarak, benim ve bir bütün olarak revcoms’un (devrimci komünistler) ve diğer bazılarının en iyi çabalarına rağmen, Trump’ın temsil ettiği faşizme karşı gerçekten kitlesel ve sürekli bir hareket olmadı. Dolayısıyla, 2020 seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte, bu faşizmin Trump’ın yeniden seçilmesiyle daha da pekişmesi ve yerleşik hale gelmesi yönünde gerçek ve ciddi bir tehlike vardı. 1 Ağustos 2020 tarihli açıklamamda, bu faşizmin çok gerçek tehlikesini ve bu faşizmin daha da güçlenmesine izin vermenin sonuçlarını somut bir şekilde ortaya koydum ve kaçınılmaz sonuca işaret ederek, mevcut durumda bunu önlemenin tek yolunun birkaç ay sonra yapılacak seçimde Biden’a oy vermek olduğunu belirttim.

Temel anlamda, Biden’a oy verme politikası, derin ve akut, acil bir tehlike oluşturan belirli bir dönüm noktasıyla başa çıkmak için bir taktikti.

 

Bu taktiğin temel argümanı ve devrime duyulan temel ihtiyaç da dahil olmak üzere daha büyük şeylerle nasıl ilişkili olduğu, 1 Ağustos 2020 tarihli açıklamamın sonundaki özette yer almaktadır (yine revcom.us adresindeki BA’s Collected Works’te mevcuttur).

O zamanki durumu ve 2020 seçimlerinin hemen ardından yaşananları hatırlayalım: Trump’ın seçimleri kaybettikten sonra iktidarda kalmak için bir darbe yapmaya kalkışması ve bu darbenin başarıya çok yaklaşması: O zamanki durumun objektif ve bilimsel bir değerlendirmesi, akut acil tehlike analizimin doğru olduğu ve Biden’a oy vermenin taktiksel olarak gerekli bir hamle olduğu sonucuna götürür.

Bunu görmemek, Trump’ın öncülüğünü yaptığı faşizmin neyi temsil ettiği ve 2020 seçimlerinin sonucunda (ya da kaybettiği seçim sonuçlarını tersine çevirecek bir darbenin sonucunda) iktidarda kalması halinde yapmayı planladığı şeyi yapabilmesinin sonuçlarının ne olacağı konusunda ciddi bir şekilde düşünmeyi başaramamaktır (ya da sadece reddetmektir). Ve daha da temelde, gerçek bir devrimin neleri içerdiğini ve egemen sınıf içindeki bölünmelerin devrimin bu temel hedefiyle nasıl ilişkili olabileceğini ciddi bir şekilde düşünmeyi başaramamak ya da reddetmektir.

Bu, somut koşulların somut bir analizini yapmayı reddeden ve bu sisteme karşı mücadeleye zemin hazırlayan gerçek çelişkileri görmezden gelen ya da çarpıtan çok zararlı, dar ve acınası, dogmatik bir yaklaşımla görülemez ya da doğru bir şekilde anlaşılamaz. Özellikle bu son derece yanlış yaklaşım, sadece Demokratların ve Cumhuriyetçilerin her ikisinin de kötü olduğu (ki bu açıkça doğrudur) değil, aynı zamanda aralarındaki herhangi bir farkın bu sisteme karşı mücadele açısından her zaman önemsiz olduğu şeklindeki basit düşünceye dayanmaktadır – ki bu sadece ciddi şekilde yanlış olmakla kalmaz, aynı zamanda son derece zararlı da olabilir.

Doğru anlayış, hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin berbat, gerçekten berbat olduklarıdır. Temel anlamda “eşit derecede berbatlar” çünkü her ikisi de bu dehşet sistemini temsil ediyor ve uyguluyor ama “aynı” değiller. Burada (ve daha kapsamlı olarak 1 Ağustos 2020 Bildirimde ve diğer çalışmalarımda) bahsettiğim gibi, aralarındaki bu fark 2020 seçimleri bağlamında önemli bir anlam ve öneme sahipti ve şimdi, bu sistem altında “normal zamanlardan” daha da korkunç bir şeyin çok gerçek olasılığını içeren bir durumda, farklı, daha büyük ve daha derin bir anlama sahiptir, ancak aynı zamanda bu durumdan gerçekten özgürleştirici bir şeyi – gerçek bir devrimi – çıkarma olasılığı da vardır. (Bu konu daha önceki mesajlarımda, özellikle de 8’den 11’e kadar olan sayılarda, ayrıca “Felaket Bir Şey Ya da Gerçekten Özgürleştirici Bir Şey” ve revcom.us adresinde bulunan diğer çalışmalarda daha derinlemesine ele alınmıştır).

Bir sonraki mesajımda bu önemli soruya değineceğim: Eğer 2020 seçimlerinde Biden’a oy vermek gerekliyse, Trump’ın temsil ettiği şeyin dört yıl öncesinden bile daha tehlikeli olduğu iddiası ortaya atılabilecekken, bu yıl yapılacak seçimlerde Biden’a oy vermek neden doğru değil?

4.) Neden, 2020’de Biden’a oy vermek gerekliyken, bu yıl yapılacak seçimlerde Biden’a oy vermek son derece yanlış olur?

————————————————————————————————————————

Bu sefer Biden’a oy vermenin son derece yanlış olmasının nedeni, yalnızca İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımcı katliamına tam destek vermesinden kaynaklanmıyor. Ne kadar korkunç da olsa bu tür suçlar kapitalizm-emperyalizm sistemi tarafından defalarca işleniyor; bunlar bu sisteme içkin ve bu sistemin doğasından kaynaklanıyor. Ve önceki mesajımda (Numara 53) tartıştığım, 2020’de var olan olağanüstü koşullar dışında, bu sistemin canavarca doğası, bu sistemi temsil etmeye çalışan herhangi bir politikacıya oy vermemek için fazlasıyla yeterli neden olacaktır. Ancak yine önceki mesajda da değinildiği gibi, 2020’de Biden’a oy vermenin neden gerekli ve doğru olduğuna dair belirli nedenler (istisnai koşullar) vardı. Ve bunun neden şu anda son derece yanlış olmasının daha büyük nedenleri de var.

2021’de Yeni Yıl Açıklaması: Yeni Bir Yıl, Tüm İnsanlığın Kurtuluşu İçin Kökten Yeni Bir Dünyaya Yönelik Acil İhtiyaç yazımda (yenikomunizm.com adresinde burada ve revcom.us adresinde BA’nın Toplu Çalışmalarında mevcuttur) bundan bahsetmiştim:

 

Trump/Pence rejiminin seçim yenilgisi hem bu rejimin temsil ettiği faşizmin yarattığı yakın tehlike ile ilgili olarak hem de daha temelde insanlığın bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin dinamiklerine bağlı olmanın bir sonucu olarak giderek daha fazla karşılaştığı potansiyel varoluşsal kriz açısından sadece “biraz zaman kazandırmıştır”. Ancak temel anlamıyla, zaman, insanlık için daha iyi bir gelecek için verilen mücadelenin yanında değildir. Öyleyse zamanın, batağa saplanmış bir umarsız bireyciliği, politik felci, insanlığın geniş kitleleri için sonsuz dehşeti sürdüren ve olayları gerçek bir felaketin eşiğine getiren bu sistemi güçlendiren ve yanlış yönlendirilen faaliyetlerle boşa harcanmaması gerekir.

Ve:

Bu [2020] seçimlerindeki oylamanın Trump/Pence rejimi ve onun faşist yönetimi daha tam olarak konsolide etme çabaları açısından kesin bir yenilgiyle sonuçlanmış olması kritik derecede önemli olsa da, bunun şu önemli gerçeği karartmasına izin verilmemelidir: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki kutuplaşma, bu ülkedeki seçim süreciyle ifade edildiği gibi, kapitalist-emperyalist sistemin çıkarlarının nasıl korunacağı ve kapitalist sınıf tarafından nasıl yönetileceği konusundaki tartışmayı içerir. Toplumdaki ve dünyadaki temel bölünmeleri, bu ülkedeki ve bir bütün olarak dünyadaki halk kitlelerinin temel çıkarlarını temsil etmez. İnsanlığın karşı karşıya olduğu derin sorunlar da bu şekilde çözülemez ve aslında daha da kötüye gidebilir. Bu canice baskıcı ve sömürücü sistemin sınırları içinde kalındıkça ve dünyaya bu durum hâkim olmaya devam ettiği sürece, kaos ve yıkım büyük ölçekte açığa çıkmaya devam edecektir.

Burada mesele açıktır: 2020 seçimlerinde odaklanılan özel döneme ilişkin olarak- Trump ve temsil ettiği güçler tarafından daha fazla faşist konsolidasyon tehlikesiyle birlikte- bu özel dönemeç geçmişti ve o seçimden sonra ve Trump’ın başarısızlığıyla birlikte, seçimi kaybettikten sonra iktidarda kalabilmek için darbe girişiminde bulunduğu, yeni dönüm noktası olan bir durum ortaya çıkmıştı.

Yeni Yıl Açıklamasının yapıldığı tarihten bu yana geçen üç yıldan fazla süre boyunca, bu sistemin sınırları ve dinamikleri içinde sıkışıp kalarak, kaynağı kapitalizm-emperyalizm olan insanlığın karşı karşıya kaldığı gerçek dehşetleri çözmeye çalışmakta zaman kaybetmemek gerektiğini vurgulamaya devam ettim. Bunun yerine, bu sistemin tayin edici çelişkilerinin bir bütün olarak dünyada ve özellikle bu ülke içinde büyük ölçüde yoğunlaşmasıyla birlikte- ülkenin hâkim sınıfı içinde 1860’ların İç Savaş’ındaki yaklaşımından bu yana görülmemiş türden derin, antagonistik bölünmeler de dahil: bu, tüm sistemi devirecek bir devrimin, evet tam da bu güçlü kapitalist-emperyalist ülkede, yalnızca acilen gerekli olmakla kalmayıp aynı zamanda daha da mümkün hale geldiği- kesin olmayan ve kesinlikle başarılmasının kolay olmadığı ama mümkün olduğu – “nadir bir zamandır”. Ve bu “nadir zaman” israf edilmemeli (boşa harcanmamalı, atılmamalı), ancak temelde farklı, özgürleştirici ve canlandırıcı bir yaşam tarzını gerçekten arzulayan ve buna açlık duyan herkes tarafından aktif olarak benimsenmelidir.

Burada konunun özüne yoğunlaşmak gerekirse: 2020’nin özgün acil koşullarında, faşist konsolidasyonun daha da ilerlemesini önlemek için o seçimde Biden’a oy vermek doğru ve gerekli bir taktiksel politikaydı. Ancak bunu şimdi tekrarlamak, taktiksel bir gerekliliği stratejik bir fiyaskoya ve bu sistemin derin ve akut çelişkilerinin tek olumlu çözümünü temsil eden devrim davasının yenilgisine dönüştürecektir. Zaman ilerliyor ve koşullar değişiyor. Bu sefer bu seçimde oy kullanmak, yalnızca “daha az kötü” Demokratlara oy verme ritüelini bir kez daha hayata geçirmek (ya da bazılarının Biden ve Demokratlar’dan tiksinerek “daha büyük” kötü olan Trump’a oy vermesi) anlamına gelmez. Bu seçimde oy verilmesi gerektiğini iddia etmek, özünde, bu sistem için (bu seçimlerin gerçekte temsil ettiği şey) ölümcül oy kullanma tuzağına düşmeyi ilke edinmektir. Bu, zaten güçlü olan çekimi büyük ölçüde güçlendirecektir; ne kadar çok insan bu sisteme ve onun sürekli olarak uyguladığı zulümlere karşı yabancılaşsa ve hatta ona karşı direnişe geçse de bu sistemin sınırlarından asla çıkamayacaklar, çünkü birkaç yılda bir seçimlere katılarak bu sistemin şartlarını kabul etmeye ve onun canavarca suçlarını “onaylamaya” geri dönecekler.

Ve pratik açıdan bu sefer Biden’a oy vermek, Trump’ın iktidara gelmesinin ve gerçekten korkunç programını tam anlamıyla uygulamasının engelleneceğinin “garantisi” değildir. Öncelikle Biden’dan tiksinen insanlar “burunlarını tıkayıp” ona oy verseler bile Trump’ın gerçekten seçimi kazanması hâlâ mümkündür. Ve eğer 2020’de olduğu gibi Biden gerçekten kazanırsa (yalnızca toplam halk oyu değil, Seçici Kurul sayısı da), Trump’ın bunu tanıyacağına ve kabul edeceğine dair kesinlikle hiçbir garanti yok; aslında bunu yapmayacağı neredeyse kesin. Kendisinin “meşru” kazanan olduğu konusunda ısrar etme ve buna göre hareket etme konusunda Cumhuriyetçi Parti ve diğer kilit kurumlardan daha kararlı bir destek alması muhtemeldir. Bu sefer, Cumhuriyetçilerin hakimiyetindeki bir Kongre’nin her durumda Trump’ı kazanan ilan edeceğini hayal etmek hiç de zor değil- ayrıca faşistlerin hakimiyetindeki Yüksek Mahkeme’nin bunun “yasal” olduğuna karar vereceğini hayal etmek de zor değil.” Bununla karşı karşıya kaldıklarında, Biden ve Demokratlar, ya teslim olup Trump’ın göreve gelmesine izin verecekler ya da bunu reddedip bunun yerine Biden’ın gerçekte elde ettiği (ancak Trump ve müttefiklerinin bunu tanımayı reddettikleri) seçim zaferini uygulamaya çalışacaklar. 11 Numaralı mesajımda belirttiğim gibi:

Bu, hâkim sınıfın karşıt kesimleri arasında silahlı çatışmalara yol açabilir ve bu, yeni bir tür iç savaş olan büyük ölçekli askeri çatışmalara bile dönüşebilir.

Bu durumda, bu sistemin sürekli gerçekleştirdiği zulümlerden ve insanlara sunduğu, aslında hiçbir olumlu seçim içermeyen “seçeneklerden” bıkan herkes için acil ihtiyaç, devrimci komünistlere katılmak olacaktır: Ne olup bittiğinin hakikatini ve nedenini keskin bir şekilde ortaya çıkarmak, tüm bunların tek olumlu çözümünü hayata geçirmek; toplumdaki tüm düzeni, tüm “kutuplaşmayı” değiştirmek için acil ve kararlı bir şekilde harekete geçmek- her şeyi devrime giderek daha uygun olacak şekilde hızla yeniden kutuplaştırmak– toplumun her kesiminden halk kitlelerini tüm bu sistemden koparmak için kazanmak ve devrimin safına geçmektir.

Özetle: Temel ve genel anlamda bu sistemin sınırları içerisinde buna iyi bir çözüm yoktur. Trump’ın iktidara gelmesini engellemek ve faşist yönetimi konsolide etmesi açısından bile Biden’a oy vermek bunun garantisi değildir. Dahası, Biden’a oy vermeye çekilmek, insanları bu faşizmi doğuran sisteme bağlar ve acilen ihtiyaç duyulan devrim güçlerinin bir parçası olmalarını engeller ve sadece binlerin değil, milyonların gücüyle, bu devrimi gerçekleştirme şansına sahip olabilirler. (Bu faşizmi ve bu faşizmi doğuran ve sürekli olarak diğer canavarca vahşetleri işleyen bu iğrenç sistemi devirmeyi de içeren bir şekilde yenilgiye uğratmak.)

Temel sonuç şudur: Şimdi, bu devrimin bir parçası olmak ve acilen bu devrim için çalışmak, hem Trump’ın temsil ettiği çılgın ve tehlikeli faşizme hem de Soykırımcı Joe Biden’ın temsil ettiği ve kokuşmuş çıkarlarını savunurken uyguladığı ve tehdit ettiği yıkıcı şiddete gerçekten anlamlı bir şekilde karşı çıkmak için gereklidir. Bu devrim için aktif olarak çalışmak, tüm bu politikacıların temsil ettiği ve gerçekten canavarca araçlarla uygulamaya çalıştığı oldukça gerçek delilik ve acıların kaynağı olan bu sistemi bir bütün olarak ortadan kaldırmanın tek yoludur.

5.) Faşist Trump’a HAYIR! Soykırım Joe’ya HAYIR! Bütün bu lanet sistem gitmeli!

————————————————————————————————————————

51’den 54’e (1. ve 4. Başlık) kadar olan mesajlarda, 2020’de Biden’a oy vermenin neden gerekli olduğunu ve bu yılki (2024) seçimlerde Biden’a (veya Trump’a) oy vermenin neden çok yanlış ve zararlı olacağını anlatırken, komünist devrimin bazı önemli tarihsel deneyimlerini ve devrimci strateji ve taktiklerin temel ilke ve yöntemlerinin uygulanmasını inceledim. Bu çok geniş bir alanı kapsadığından ve bir dizi karmaşık çelişkiyi ele aldığından, aşağıda temel noktaların bir özeti yer almaktadır.

* Gerçek bir devrim için çalışırken, burjuva ve gerici güçlerle birlik içinde olan ya da onları objektif olarak destekleyen veya onlara yardım eden politikalar benimsemenin ve eylemlerde bulunmanın gerekli olduğu zamanlar ve durumlar olabilir. Ancak bu, devrim için çalışmanın stratejik yönelimini terk ederek değil, bunun yerine çelişkileri devrimi gerçekten ilerletecek şekilde ele alarak yapılmalıdır. Bu konuya 52 numaralı mesajda değinmiştim.

* 2020’nin olağanüstü koşullarında, bir taktik olarak, o seçimde Biden’a oy vermek, Trump tarafından temsil edilen ve öncülük edilen faşizmin (seçimi kaybetti ama sonra iktidarda kalmak için neredeyse bir darbe yapmayı başardı) daha da güçlenmesini önlemek için gerekli hale geldi. Bu konuya özellikle 53 numaralı mesajda değinmiştim.

* 54 numaralı mesajda, bu yıl yapılacak seçimlerde oy kullanmanın neden son derece yanlış ve çok zararlı olacağından bahsetmiştim:

Bu seferki seçimlerde oy kullanmak sadece “daha az kötü” Demokratlara oy verme ritüelini bir kez daha tekrarlamak anlamına gelmeyecektir (ya da bazılarının durumunda, Biden’a/Demokratlara duyulan tiksintiden dolayı aslında “daha büyük” kötüye, Trump’a oy vermek anlamına gelecektir). Bu seçimde oy kullanmayı savunmak, özünde bu sisteme oy vermenin ölümcül tuzağına çekilmeyi ilke haline getirecektir (ki bu seçimlerin gerçekte temsil ettiği şey budur). İnsanların bu sisteme ve onun sürekli olarak işlediği zulümlere ne kadar yabancılaşırlarsa yabancılaşsınlar ve hatta bu sisteme karşı direnişe geçerlerse geçsinler, bu sistemin sınırlarından asla çıkamayacakları, çünkü her birkaç yılda bir seçimlere katılarak bu sistemin şartlarını kabul etmeye ve onun korkunç suçlarını “onaylamaya” geri çekilecekleri yönündeki zaten güçlü olan çekimi büyük ölçüde güçlendirecektir.

* Bu kez Biden’a oy vermek sadece prensipte son derece yanlış ve çok kötü sonuçlar doğurmakla kalmayacak, pratikte de Trump’ın iktidara gelmesini engellemek için hiçbir güvence sağlayamayacaktır. Bu kez Cumhuriyetçiler, Trump’la olan birlikteliklerini daha da konsolide etmiş durumdalar ve yaklaşan seçimlerin kabul edilebilir tek sonucunun Trump’ın zaferi olduğunu ve başka herhangi bir sonuca (Biden’ın kazanmasına) izin verilmeyeceğini düşünüyorlar. Ve bu temel pozisyon etrafında fanatik bir akılsız faşist kitlesini kamçılamaya devam ediyorlar.

* Daha önceki bir mesajın (8 numara) önemli bir bölümünü alıntılamak gerekirse:

Ülke bir bütün olarak artık üstü örtülemeyecek bölünmelerle parçalanıyor ve işler artık nesiller boyunca olduğu gibi bir arada tutulamıyor.

Her şey büyük olasılıkla bu yıl, 2024’te doruğa ulaşacak ve bu yılki başkanlık seçimleri, hakim egemen sınıf partileri – Demokratlar ve Cumhuriyetçiler – arasındaki mücadelenin keskin bir odağı olacak – bu mücadele büyük olasılıkla insanlar üzerinde güç kullandıkları “normal yolun” sınırlarını aşacak ve tüm ölümcül sistemlerini devam ettirecek.

* Tüm bu durum, egemen sınıfın karşıt kesimleri arasında silahlı çatışmalara yol açabilir, hatta bu çatışmalar geniş çaplı askeri çatışmalara -yeni bir tür iç savaşa- dönüşebilir.

* Bu sistemin tüm kurumları tüm bu durumdan derinden etkilenecek ve bu kurumların parçalanması gerçek bir olasılık olacaktır. Bu kurumların hepsi gayrimeşrudur – bu korkunç kapitalizm-emperyalizm sisteminin ve onun insanlığa karşı işlediği suçların, burada ve tüm dünyada insanların ve çevrenin yok edilmesinin sürdürülmesine hizmet etmektedirler. Bu kurumların parçalanması gerçek bir devrim için mücadeleye çok olumlu bir boyut katacaktır.

* Yine 8 numaralı mesajdan:

Bu türden derin bir bölünme – ve özellikle de iktidar sahipleri arasındaki bu şiddetli husumet – bu ülkede 1860’lardaki İç Savaş döneminden bu yana görülmemiştir.

Şu ya da bu zalim grubun yanında yer almanın zamanı değil. Bu nadir bir zamandır – çok nadir bir fırsattır – hayatta sadece bir kez gelebilecek bir şanstır – egemen zalimler arasındaki derin bölünmelerden faydalanmak ve her şeyi yıkıp yerine çok daha iyi bir şey koymak amacıyla tüm sistemlerinin peşine düşmek için bir şanstır.

* Hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin çıkarlarını uygulamak için sürekli olarak işlenen adaletsizliklerden ve zulümlerden nefret eden herkesin, şimdi ve sürekli bir şekilde, ne olduğu ve neden olduğu gerçeğini keskin bir şekilde ortaya çıkarmak ve tüm bunlara tek olumlu çözüm olarak devrimi hayata geçirmek; toplumun her kesiminden halk kitlelerini tüm bu sistemden kopmaya ve bu devrim için aktif olarak çalışan örgütlü güçlerin bir parçası olmaya kazanmak; gerçek bir kazanma şansı ile her şeyin üzerine gitmek için temel oluşturmak için bize -revcoms’a (devrimci komünistler)- katılması gerekir.

* Hem Trump’ın temsil ettiği dengesiz ve tehlikeli faşizme hem de Soykırımcı Joe Biden’ın temsil ettiği gerçek dehşete ve bu sistemin ahlaksız çıkarlarını savunmak için kullandığı ve tehdit ettiği yıkıcı şiddete gerçekten anlamlı bir şekilde karşı çıkmak için gerekli olan şey, şimdi bu devrimin bir parçası olmak ve bu devrim için acilen çalışmaktır. Bu devrim için aktif olarak çalışmak, tüm bu politikacıların temsil ettiği ve uygulamaya çalıştığı gerçek deliliğin ve ıstırabın kaynağı olan bu sistemi gerçekten canavarca araçlarla bir bütün olarak ortadan kaldırmanın tek yoludur.

* Bir kez daha, devrimin sadece acilen zorunlu değil aynı zamanda mümkün olduğu şu anda yaşadığımız bu “nadir zamanda” stratejik yönelim ve pratik yaklaşımın temel bir noktasına odaklanıyoruz:

Faşist Trump’a HAYIR! Soykırımcı Joe’ya HAYIR!

 Bütün Bu Lanet Sistem Gitmeli!




ABD: Cumhuriyetçi Parti Kongresi ve Biden’ın Yarıştan Çekilmesi

Editör notu: Aşağıda tek yazı halinde yayınladığımız ancak iki yazıdan oluşan makaleler ABD içerisindeki hakim sınıflar arasındaki çelişkileri ve bu çelişkilerin mevcut seçim atmosferinde nasıl vuku bulduğunu analiz etmekte ve bu bölünmelerin devrimin mümkünlüğü ile olan ilişkisini ele almaktadır. İlk yazı olan “Faşist Cumhuriyetçi Parti’nin Ulusal Kongresinden Çıkarılacak Beş Sonuç”(orijinali: https://revcom.us/en/five-takeaways-fascist-republican-national-convention) geçtiğimiz hafta gerçekleşen ve Hristiyan faşizmin niteliğini ve siyasi programını Amerikan vari bir şovla gözler önüne seren Ulusal Kongreye değinmekteyken ikinci yazı (orijinali: https://revcom.us/en/genocide-joe-biden-drops-out-presidential-race)  ise birkaç gün önce başkanlık yarışından çekileceğini açıklayan Joe Biden’ın bu kararının siyasi nedenleri ve sonuçlarını irdelemektedir.


Faşist Cumhuriyetçi Parti’nin Ulusal Kongresinden Çıkarılacak Beş Sonuç

MAGA faşisti Trump Ulusal Kongrede, 18 Temmuz 2024, Fotoğraf: AP

Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Cumhuriyetçi Partinin Ulusal Kongresi, Donald Trump’ın tabanının; Trump’ın önderliği ve aleni şiddet içeren beyaz üstünlüğü, kadın ve göçmen düşmanlığı etrafında daha da güçlü bir şekilde konsolide olduğuna işaret etti. Trump’ın kongreden iki gün önce bir suikast girişiminden canlı çıkması Milwaukee delegeleri tarafından “Tanrının” bir mucizesi olarak ele alındı. Bob Avakian bu suikast girişiminin “olaylar açıldıkça bu ülkedeki (ve bütün dünyadaki) durumu derinden etkilemeye devam edecek toplumsal ve siyasi bir deprem olduğunu söylemişti. Geçtiğimiz hafta bunun etkilerinin bazılarının görülebildiği bir haftaydı.

Suikast girişiminin hemen ardından Trump’ın etrafındakiler bu durumu faşist hareketlerini milyonlara yayabilecekleri bir fırsat olarak değerlendirdiler. Çatışmayı soğutmak ve “ulusal birlik” vurgusu yapmak için son dakikada aleni faşist konuşmacıların bazılarını değiştirdiler. Kanlı Cumhuriyetçi mesajlarında geçici bir yumuşama sağlayarak daha fazla insanı faşist şemsiyelerinin altında toplamayı amaçladılar.

Ancak kongrenin gerçek içeriği bahsi geçen bu “ulusal birliğin” faşistlerin şartları temelinde olacağını açıkça ortaya koyuyordu.

İşte Kongreden ve gerçek içeriğinden çıkarılacak beş sonuç:

 

  1. Trump’ın desteğinin merkezinde bulunan dini çılgınlık daha da fanatik bir hal aldı

 

Donald Trump Jr. fanatik dini söylemlerle kongre kitlesine slogan attırıyor, fotoğraf: NBC

Kongredeki açıklamalarda Trump’ı mermiden “Tanrının” kurtardığı ve Trump’ın kendisinin “Tanrının inayetine sahip olduğu” yani Tanrı tarafından gönderildiği gibi ifadeler vardı. Bu sözler “peygamberleri” için, beyaz üstünlenmeciliği, ataerki ve yabancı düşmanlığıyla bezeli bir kabusu dayatmak adına kutsal bir savaş vermeye hazır insanların sözleriydi. Tüm din için savaşanlar gibi onlarda uyguladıkları şiddeti “Tanrının” emri olarak görüyor ve karşılarında duran her şeyi şeytani olarak damgalıyorlar.

  1. Agresif ataerki ve vatanseverliğin toksik karışımı kongredekilerin damarlarında siyasi bir uyuşturucu gibi dolanıyordu

Güreşçi Hulk Hogan, Trump’ı “gerçek bir Amerikan kahramanı” olarak selamlıyor. Fotoğraf: CBS News

Trump’ın giriş takdimini güreşçi Hulk Hogan ve karma dövüş sanatları kodamanı Dana White yaptı. Hogan, Trump ABD’nin başkanı olduğunda bütün gerçek Amerikalıların Trumpçı olarak adlandırılacağını çünkü önümüzdeki dört sene bütün Trumpçıların vahşice harekete geçeceğini, Donald Trump’ın ve tüm Trumpçıların çılgınca harekete geçmesiyle Amerikanın tekrar yüce olacağını söyledi. Trump kongreye James Brown’ın aptalca ataerkil şarkısı “It’s A Man’s World” (Bu Erkeklerin Dünyası) ile giriş yaptı ve Tucker Carlson’dan diğerlerine varıncaya kadar herkes, bütün kongre boyunca bunu pratiğe geçirmeye çalıştı. Kongre, Trump’a “ailesi için savaştığı gibi ülkesi için de savaşacak sevecen ve içten ancak sert bir aile reisi” olarak odaklandı.

Trump’ın bütün kongre boyunca söylediği tek gerçek şey dünyada nadiren görebileceğimiz bir uluslararası krizin yaşandığı; Avrupa ve Ortadoğuda savaşın şiddetlendiği; Tayvan, Kore, Filipinler ve Asya’nın üzerinde savaşın hayaletinin giderek büyüyerek dolaştığı ve dünyanın Üçüncü Dünya Savaşının eşiğinde sallandığı, bu savaşınsa şimdiye kadarki hiçbir savaşa benzemeyeceğiydi. Ancak bu üstü kapalı tehdidinin akabinde Trump, herhangi bir lideri telefonla arayarak tehdit edebileceğini ve tüm savaşları önleyebileceğini söyledi. Burada açıkça imkansız gözükeni yaptı: Emperyalistlerin bildiğimiz haliyle dünyadaki tüm yaşamı sona erdirebilecek olan nükleer silahlara intiharvari bir çılgınlıkla bel bağlamasını ele alıyor (Bob Avakian’ın 2020 yılında yazdığı “Ataerki ve Vatanseverlik-Agresif Beyaz Üstünlenmeciliği ve Amerikan Şovenizmi-Tehlikeler ve Acil Mücadeleler” yazısına bakabilirsiniz).

  1. Göçmenlere yönelen nefret ve “günah keçisi” yapılmalarının derinleşen ahlaksızlığı

Cumhuriyetçi faşist senatör Ted Cruz, Trump’a tam destek verirken göçmenleri şeytanlaştırıyor.

Hem Ted Cruz hem de Trump kongredeki kitleyi, iddia edilene göre “illegal” göçmenlerin Amerikalı kadınlara tecavüz ettiği ve öldürdüğü vakaları anlatarak coşturduktan sonra bunun “Allahın her günü yaşandığını” söylediler. İşlevsel bir şekilde göçmenlerin beyazlar tarafından defalarca kez kıyımdan geçirildiği vakaları ve sözde “illegal” göçmenlerin Amerikada doğup büyüyenlerden çok daha düşük seviyelerde suç işlediği hakikatinden bahsetmediler. Üstüne üstlük ABD politikasının insanları zorladığı rotalarda kadınlara yönelik tecavüz ve cinayetlerin yaygınlığını bilinçli olarak görmezden geldiler. Ancak iş burada da bitmedi. Trump ve dalkavukları, opioid krizinden konut fiyatlarındaki artışa kadar her şeyi göçmenlerin üzerine yıktılar. Bu açık bir şekilde Hitler’in Almanyadaki kötü olan her şeyin sorumlusunun Yahudiler olduğu suçlamasını çağrıştırıyor, biliyorsunuz ki bu durum Nazilerin birkaç yıl içerisinde 6 milyon Yahudiyi endüstriyel ölçekte katlettiği bir soykırımla sonuçlanmıştı.

  1. Siyahi insanların zehirli aldatmacalarla Trump adına pezevenklik yapmaları daha da ahlaksız bir boyut kazandı

Güney Karolina senatörü Hristiyan faşisti Tim Scott, Trump’ın hayatta kalmasını Tanrının mucizesi olarak nitelendiriyor

Geçtiğimiz 20 yılda hip-hop büyük ölçüde Bob Avakian’ın tanımladığı haliyle “Ben, Para, Mizojeni ve Ataerki” tarafından domine edildi. Trump bazı rapçilere rüşvet niteliğinde yasal aflar teklif etti. Bununla da kalmadı ve kendisinin “en ağır abi” olarak kimlikselleşmesini teşvik etti ve açıkçası böylesi piçleşmiş bir hip-hop arenasında bunu bir ölçüde başardı da. Bu durum Amber Rose ve diğerleri tarafından ortaya konuldu.

Aynı anda faşistler kongreye dini fanatik ve şiddet dolu bir Siyahi Hristiyan faşistleri kadrosu çıkardı. Bu kişiler Tim Scott’ın fanatik dindarlığından, seçim kampanyasında “bazı insanların öldürülmeleri gerekiyor” diyen ancak “yeni birlik mesajı” için bunu yumuşatma eğilimine giren Kuzey Carolina vali adayına kadar uzanıyor.

  1. Trump çevreyi Biden’dan çok daha hızlı yok edeceğinin taahüdünü veriyor

Trump’ın tutumu en iyi şekilde kitlesine “Sondaj bebeğim sondaj” diye slogan attırdığı başka bir şekilde söylemek gerekirse, tüm dünyada insanların sıcaklıktan rekor sayılarda öldüğü bir zamanda petrol üretiminin büyük ölçüde arttırılması çağrısında bulunduğu bölümde özetleniyor. Bunun da ötesinde kongredeki insanlar gayet neşeli bir şekilde “her şeyi karımız için yağmalayalım, gezegeni ve gelecek jenerasyonları siktir edin, Tanrı onların çaresine bakar” havasında!

Cumhuriyetçilerin Ulusal Kongresi, Bob Avakian’ın acil önemdeki yeni sosyal medya mesajlarındaki hakikatin canlı bir portresini sunuyor:

“Bütün bunlar bu ülkeyi şimdiye kadar nesillerce birleşik bir şekilde yöneten hakim sınıfların tutkalının artık tutmadığının bir ifadesidir. Bunun sonucu çok büyük bir ihtimalle şu ya da bu şekilde radikal bir değişiklik olacaktır. Buradaki kritik soru daha önce de söylediğim gibi bunun radikal olarak gerici mi olacağı, kapitalist-emperyalist sistemin içerisine inşa edilmiş ve devamlı olarak işlenen bütün korkunç suçların ve baskının artarak devam mı edeceği yoksa radikal olarak devrimci bir değişiklik ile bu suçların temelini mi yok edeceğidir.”


Soykırımcı Joe Biden Başkanlık Yarışından Çekildi: Üç Nokta

[1] Mevcut Başkan Joe Biden’ın seçim yılının bu kadar geç bir döneminde başkanlık yarışından çekilme kararı, Bob Avakian’ın devrim olasılığını ortaya çıkardığını söylediği “artan çılgınlığın, yoğunlaşan durumun” ciddi bir işareti olarak eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. (@BobAvakianOfficial Revolution #64‘ten)

Biden’ın faşist Donald Trump’a karşı seçimi kaybetme ihtimalinin yüksek olması, Demokrat Parti içindeki güçlü odakların yarıştan çekilmesi için kendisine baskı yapmasına neden oldu. Biden’ın çekilmesi, Trump’a suikast girişiminden sadece bir hafta sonra ve Trump’ın beyaz üstünlüğü, kadın düşmanlığı ve vahşi yabancı düşmanlığının grotesk bir gösterisinde tanrı tarafından kutsanmış gibi sunulduğu faşist Cumhuriyetçi Ulusal Kongre “gösterisinden” üç gün sonra geldi.

İki yönetici sınıf partisi birbirinin boğazına sarılmış durumda. 1860’lardaki İç Savaş öncesinden bu yana görülmemiş bir şekilde savaşıyorlar ve işler “normale” dönmüyor.

Bob Avakian sosyal medya mesajları Revolution #8 ve #55‘te bu durumu analiz etti:

Ülke bir bütün olarak artık üstü örtülemeyecek bölünmelerle parçalanıyor ve işler artık nesiller boyunca olduğu gibi bir arada tutulamıyor.

Her şey büyük olasılıkla bu yıl, 2024’te doruğa ulaşacak ve bu yılki başkanlık seçimleri, yönetici sınıf partileri – Demokratlar ve Cumhuriyetçiler – arasındaki mücadelenin keskin bir odağı olacak – bu mücadelede tüm ölümcül sistemlerini devam ettirmek ve halk üzerinde güç uygulamak için kullandıkları “normal işleyişin” sınırlarının dışına çıkma ihtimalleri çok yüksek.

Biden’ın ikinci dönem için adaylıktan çekilmesi bu temel gerçeği değiştirmez ve çekilmesinin yansımaları bu mücadelenin nasıl ilerleyeceğini belirleyecektir.

[2] Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki bu kavgada “daha iyi taraf” yoktur. Burada ve dünyanın dört bir yanındaki halk kitlelerinin çıkarları bu zalimler arasında seçim yapmakta değil, tüm bu kapitalizm-emperyalizm sistemini silip süpürmeyi ve onun sömürü ve baskı ilişkilerini, kurumlarını ve kokuşmuş kültürünü özgürleştirici ve yüceltici olanlarla değiştirmeyi amaçlayan milyonlarca insanı içeren gerçek bir devrim yapmakta yatmaktadır.

Trump, 1960’lardan bu yana baskıya karşı mücadeleye verilen her kısmi tavizi intikam hırsıyla tersine çevirmeye kararlı, hükümet içinde ve dışında aleni faşist bir harekete öncülük eden soykırımcı bir ırkçıdır. Yönetmek için ilahi bir hakka sahip olduklarına inanan bu kişiler, gizlenmemiş kapitalist diktatörlüğün Hıristiyan faşist bir biçimi için mücadele ediyorlar. Bu toplumu nesiller boyunca bir arada tutan normları ve kurumları saptırmaya ya da parçalamaya ve bunun için gerekli olan her türlü şiddeti serbest bırakmaya hazırlar.

 

Soykırımcı Joe Biden, Gazze’den desteklediği Irak Savaşına kadar bir savaş suçlusudur. Joe Biden halkın “asil bir hizmetkarı” değildir. Tüm siyasi kariyeri boyunca kana susamış bir savaş suçlusu olmuştur. Kitlesel hapsetmelere ve kitlesel polis şiddetine yol açan 1994 Suç Yasasını desteklerken Siyahi gençleri süper yırtıcılar olarak adlandırdı. Demokrat Parti, Trump’a karşı aday olarak kimi seçerse seçsin, sadece bu kapitalizm-emperyalizm sistemini korumak ve uygulamakla ilgileniyor ve bunun için mücadele ediyor. Kim yönetirse yönetsin, doğası gereği tüm dünyada savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlerken, ABD içinde de korkunç baskılar uygulamaktadır. Bugün bu zulümler arasında Demokrat Parti’nin İsrail’in Gazze’deki soykırımına verdiği sert destek, rekor düzeyde sınır dışı etme, gezegeni yok eden rekor düzeyde petrol sondajı, Ukrayna’da Rusya ile nükleer Armageddon’a dönüşme riski taşıyan bir vekalet savaşı yürütme ve daha fazlası yer almaktadır.

Bob Avakian’ın 8 numaralı sosyal medya mesajında belirttiği gibi:

Şu ya da bu zalim grubun yanında yer almanın zamanı değil. Bu nadir bir zaman – çok nadir bir fırsat – hayatta sadece bir kez gelebilecek bir şans – egemen zalimler arasındaki derin bölünmelerden faydalanmak ve her şeyi yıkmak ve yerine çok daha iyi bir şey koymak amacıyla tüm sistemlerinin canına okumak için bir şans.

 

Bu nadir zaman israf edilmemeli, boşa harcanmamalı ve çöpe atılmamalıdır. Gerçekten özgürleştirici bir devrim gerçekleştirmek için aktif ve acilen harekete geçilmelidir.

[3] Her şey devrimci bir halkın ortaya çıkmasına bağlıdır. Bu devrime katılmanız için size çağrıda bulunuyorum!

İçinde bulunduğumuz dönemde gerçek ve özgürleştirici bir devrim yapmak için var olan eşi benzeri görülmemiş şansı değerlendirmek için, bu devrimin örgütlü güçlerinin büyümesi -ve hızla büyümesi- az sayıdan yüzlere, sonra da binlere ulaşması gerekiyor. Bob Avakian’ın defalarca vurguladığı gibi:

Binler devrim saflarında örgütlenirse, milyonlar devrime kazanılabilir; ve milyonlar devrime kazanılırsa, bu devrimin kazanması için gerçek bir olasılık olabilir.

Revolution #66‘da Bob Avakian bu süreçte oynayabileceğiniz kritik role değiniyor:

İnsanların bu devrime adım atması ve bu devrim için örgütlü güçlerin şimdi ve sürekli bir şekilde daha da inşa edilmesine yardımcı olması, devrim için gerçek bir şans olup olmadığı konusunda belirleyici bir fark yaratacaktır – tüm farkı yaratabilir. (61 numaralı mesajda) söylediğim gibi :

Bu bir mücadeledir… Bu bir olasılıktır… Bu, kaçırılmaması gereken değerli bir fırsattır – devrim yapmak için nadir bir şans – bu fırsat heba edilmemeli (boşa harcanmamalı, çöpe atılmamalı), radikal bir şekilde farklı ve özgürleştirici bir dünyaya açlık duyan herkes tarafından aktif olarak değerlendirilmelidir.

Neden bir devrime ihtiyacımız olduğunu ve gerçekten nasıl bir devrim yapabileceğimizin temellerini anlamak için BA’nın #1-11 numaralı sosyal medya mesajlarına göz atın. Ve şimdiki anın derinliklerine inmek için BA’nın 63-66 numaralı sosyal medya mesajlarına gidin.

Bu devrimi gerçekleştirme mücadelesinin bir parçası olmak için İnsanlığın Kurtuluşu için REVCOM GÜÇLERİ’ne buradan katılın.




Trump’ın ağır suçlardan mahkumiyeti, gülünç bir “kurban” pozu ve tamamen çürümüş bu sistem.

Editör Notu: Okumakta olduğunuz bu yazı Bob Avakian’ın Devrim, Numara 50 sosyal medya mesajının çevrisidir.


Gelecek mesajlarımda, daha önce de belirttiğim gibi, bu sistem altında seçimlere yaklaşım da dahil olmak üzere, devrimci strateji ve taktiklere ilişkin önemli sorulara değineceğim.

Ancak öncelikle Donald Trump’ın son dönemdeki ağır suçlardan mahkumiyetiyle ilgili bazı önemli gerçekleri ortaya çıkarmak gerekiyor. revcom.us web sitesinde bu konu daha ayrıntılı olarak ele alınıyor. Burada şu önemli noktaya odaklanacağım: Hiç kimse- özellikle de bu sistem tarafından gerçekten kötü muameleye maruz kalan hiç kimse- Trump’ın bu durumun sözde sistemin “kurbanı” (ya da gülünç bir şekilde iddia ettiği gibi, “siyasi tutsağı”) gibi davranarak kendini enayi yerine koymasına izin vermemelidir!

34 ağır suçtan mahkûm edilmesiyle sonuçlanan son duruşmada Trump, sıradan bir insanın göremeyeceği her türlü özel ayrıcalıklı muameleye tabi tutuldu. Başka herhangi biri, Trump’ın birçok kez yaptığı gibi “mahkemeye saygısızlık” etmeye devam etseydi, duruşma sırasında hapse atılırdı.

Trump’ın birçok suçtan yargılanıp hüküm giymesi nedeniyle “bu sistemin kurbanı” olarak takındığı zavallı duruşa gelince: Bu sistemin kurallarını çiğneyen, yakalanıp mahkûm olan herkesin bir şekilde zulme karşı mücadeleci olmadığı aşikardır. Bu ülkedeki hapishaneler; Trump’ın devasa ölçekte hedeflediği şeyin küçük ölçekli versiyonları olan ve baskı ve terör cephaneliği olarak ABD hükümetinin tüm gücünü kullanan Naziler, diğer beyaz ırk üstünlüğü savunucuları ve faşist manyaklarla dolu.

Biden ve Demokratlar, 15 binden fazla Filistinli çocuğun katledilmesini de içeren, Filistin halkına karşı uyguladığı soykırımda İsrail’e tam destek verdi. Aynı zamanda Trump ve Cumhuriyetçiler, Filistinlilere yönelik bu soykırım kıyımının azgın destekçileridir. Trump da bu ülkede mazlumlara, zulme ve adaletsizliğe karşı ayaklanan insanlara karşı kitlesel şiddet uygulamaktan çekinmeyeceğini açıkça ortaya koydu.

Bütün bunlarla birlikte şu önemli soru ortaya çıkıyor: Neden daha iyi bilmesi gereken bazı insanlar, özellikle de bu sistem tarafından kötü bir şekilde altüst edilmiş insanlar, Trump’ın zulme karşı çıktığı yönündeki bu saçma rolüne kanıyor? Cevabın bir kısmı, buna kanan bazı kişilerin aslında Trump’ın “gangster pozunu” beğendiğidir. Ve şöyle söyleyelim: Bazı erkekler, hatta bu sistem tarafından fena halde mahvolmuş olanlar bile, Trump’ın övünerek büyük bir kadın düşmanı, ataerkil erkek üstünlüğü yanlısı, nefret dolu, zalim ve yağmacı olmasından hoşlanıyorlar.

Ve bir de bu kokuşmuş kapitalizm-emperyalizm sisteminin çürümüş “değerlerinin” bir ifadesi olan, bariz kadın düşmanlığının yanı sıra paraya tapınmayla birlikte Hip Hop’taki egemen kültür de dahil olmak üzere, hâkim bir kültür var.

Trump’ın “milyarder” olmakla övünmesi gerçeği, onu, ellerinden geldiğince “büyük para” kazanmaya çalışacak kadar yozlaşmış, bu zenginliği yaratmak için bedenleri kullanılan ve istismar edilen insanlara neler olduğunu umursamayan bazı insanlar için bir “kahraman” ve “rol model” yapıyor. (Kısa süre önce Trump’a övgüler yağdıran Snoop Dogg’un, şimdi eşi Shante’nin striptiz kulübü açmasını nasıl kutladığına dikkat edin! Kadınların bu sömürü ve aşağılanmaya “sahip olan” bir kadın tarafından cinsel olarak sömürülmesini ve aşağılanmasını kutlamak, bu Trump’ın gerçekten uyuşabileceği bir şey! Ama bu, baskı ve aşağılanmadan nefret eden herkes için mide bulandırıcı ve tiksindirici olması gereken bir şeydir.)

Açık olmak gerekirse, uluslararası seks ticaretinin ve her türlü cinsel istismarın tam anlamıyla kölesi olan milyonlarca kadını (ve kız çocuğunu) ya da çaresizlik tarafından yönlendirilen ve bu şekilde aşağılanmaktan başka çıkış yolu görmeyenleri suçlamıyorum. Ancak bu kesinlikle kutlanacak bir şey değildir; bu, bundan beslenen tüm sistem ve insanlara sanki kullanılacak ve istismar edilecek akılsız bedenlermiş gibi davranan sayısız başka yöntemle birlikte, ortadan kaldırılması gereken bir şeydir. Kız çocukları ve kadınlar için, genel olarak insanlar için, yaşamanın ve birbirimizle ilişki kurmanın tamamen farklı, çok daha iyi bir yolu var!

Tekrar açık olmak gerekirse Hip Hop’un parçası olan herkesi kesinlikle kınamıyorum ve çok az sayıda olmasına rağmen, Hip Hop aracılığıyla olumlu, hatta özgürleştirici mesajlar iletmeyi amaçlayanları ve İsrail’in ABD’nin tam desteğiyle- Filistin halkıyla ilgili daha önce de dikkat çektiğim gibi (revcom.us web sitesinde bulunan Olağanüstü Hal: Çaresizce Özgür Olmaya İhtiyacı Olan İnsanların Üzerindeki Zincirler adlı makalemde) -uyguladığı soykırıma karşı güçlü bir duruş da dahil olmak üzere alenen ve güçlü bir şekilde iyi tavırlar sergileyenleri görmezden gelmiyorum: Hip Hop “kurtuluş için güçlü bir ses olabilir ve olmalıdır.” Ancak öne çıkartılan şey bu değildir. Bunun yerine, bu yaratıcı sanat formu, bu iğrenç kapitalizm-emperyalizm sisteminin etkisiyle ve bu sistemin egemen güçlerinin her şeyi genel olarak kontrol etmesiyle saptırılmıştır.

Gelecekteki mesajlarımda, insanların içine düştüğü bozulma durumunu daha geniş ve daha derin bir şekilde dile getireceğim ve eğer bunu söylememden hoşlanmıyorsanız, o zaman kendi değerlerinizin nerede olduğunu kontrol etmeniz gerekir. Ancak şu anda şu temel noktaya odaklanmak önemli: Bir yanda Trump ve Cumhuriyetçiler, diğer yanda Biden ve Demokratlar arasındaki çekişme, bu sistemin gücünü kimin kullanması gerektiği, bu gücün bu ülkedeki halk kitleleri üzerinde nasıl kullanılması gerektiği ve Amerikan imparatorluğunun acımasız sömürüsü ve insanları ve çevreyi kitlesel olarak yok etmesinin dünya çapında nasıl uygulanması gerektiği üzerine bir çekişmedir.

Bu ülkedeki ve dünya çapındaki halk kitlelerinin çıkarları, egemen sınıf içindeki çatışmanın her iki tarafıyla da doğrudan ve temel bir çelişki içindedir. Tüm bu sistemi devirip, halk kitlelerinin gerçek, temel çıkarlarını temsil eden çok daha iyi bir şeyi hayata geçiren bir devrim. Ve bu sistem tarafından kötüye kullanılan ve istismar edilen, adaletsizlik ve zulme son verilmesini isteyen herkesin özellikle şimdi aktif olarak çalışması gereken şey budur. (Bu mesajlarda değindiğim gibi, özellikle Sekiz’den Onbir’e kadar olan sayılarda, bu devrimin sadece acil olarak gerekli değil aynı zamanda mümkün olduğu “nadir bir zamandır”.)

Yakında: Devrimci strateji ve taktikler ve bunların bu sistem altındaki seçimlerle, özellikle de 2020 seçimleri ve bu yıl yapılacak seçimlerle ilişkisi üzerine mesajlar yayınlayacağım.




İsrail’in, Filistin Halkına Karşı Devam Eden Soykırımı ve Joe Biden’ın Bu Soykırıma Devam Eden Desteği

Editörün notu: Bob Avakian’ın sosyal medyadan paylaştığı 26 Mayıs tarihli bu mesajı https://bobavakianofficial.substack.com/p/revolution-44?utm_source=profile&utm_medium=reader2 linkinden okunabilir. Çevirisini okurlarımıza sunarız.


Son günlerde, İsrail’in Refah’a bir saldırı başlatması halinde Joe Biden’ın İsrail’den savaş malzemelerini geri alacağı yönündeki açıklaması hakkında çok şey söylendi. (Refah, ABD’nin desteklediği ve yardım ettiği İsrail’in Gazze genelinde evler, okullar ve hastaneler de olmak üzere insanları ve yapıları büyük ölçüde yıkarak yaşanmaz hale getirdiği Gazze’nin diğer bölgelerinden kaçan ve çoğunun çadırlarda yaşayan, nüfusunun yaklaşık bir milyon kişiye ulaştığı Gazze’de bir şehirdir.) Cumhuriyet Partisindeki faşistlerle beraber (İsrail’e olan desteklerini Otuz Üç numaralı mesajımda konuşmuştum) Demokrat Partideki bazı siyasetçiler, İsrail’e ek yardımın engellenmesine ilişkin bu açıklama nedeniyle Biden’ı eleştirdi, hatta sert bir şekilde kınadı (hatta bazı Cumhuriyetçiler bu nedenle Biden’ı görevden almaktan bile bahsetti).

Tüm bu olanların ışığında, bazı temel gerçekleri açıklığa kavuşturmak önemlidir.

Biden, on yıllar öncesindeki senatörlük döneminden bu zamana kadar, her daim İsrail’in kana susamış bir destekçisi olmuştur.

Başkanlık döneminde, Biden şimdiden, aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda Filistinli sivili katleden 900 kiloluk bombalar da dahil olmak üzere İsrail’e çok fazla sayıda “askeri yardım” göndermiştir. Biden ve özellikle Demokratların Kongre’den geçmesi için çok emek harcadıkları yeni askeri harcama tasarısı, sadece Rusya ve Çin’e karşı değil, aynı zamanda Filistin halkını katleden İsrail’e ek maddi yardım da içeriyordu.

Biden, eğer cidden İsrail’e ek askeri yardımı durdursa bile, İsrail’in soykırımcı liderleri, Refah’a ve zaten çaresiz olan Filistinlilerden oluşan tamamen savunmasız kitlelere yönelik büyük bir işgali gerçekleştirmek için yeterli silahlara -büyük ölçüde ABD tarafından sağlanan- sahip olduklarını açıkça belirttiler. Aslında İsrail, Refah’a çoktan saldırmaya başladı bile.

Revcom.us sitesinde, Alan Goodman trafından yazılan önemli bir makale açıkça gösteriyor ki, her ne kadar Biden, “eğer” İsrail Refah’a saldırırsa askeri yardımı keseceğinden bahsetse bile:

Tüm askeri uzmanlar, şu an İsrail’in Refah halkını defalarca katletmeye yetecek kadar ABD tarafından tedarik edilmiş bombalara, füzelere, tanklara, tank mermilerine ve silahlara sahip olduğunu söylüyor. Ve İsrail’in bombardımanı sonucu oluşan terör şimdiden 300.000’den fazla insanı şehirden sürmüş durumda.

Fakat Biden, İsrail’in ABD tarafından sağlanan büyük askeri yardım ve “diplomatik örtü” ile Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırımın, sadece İsrail’in değil ABD’nin de gerçek kana susamış doğasını ortaya çıkardığı gerçeğiyle yüzleşti. Bu durum, ABD emperyalistlerinin, Rusya ve Çin gibi ülkelerde kendi halklarını ezen ve diğer ülkelere karşı yıkıcı şiddet uygulayan korkunç “otokratik” yöneticilere karşı kendilerini ahlak, demokrasi, özgürlük vb için bir güç olarak sunma yönündeki ikiyüzlü çabalarına parlak bir ışık tutmaktadır! Tarihten bugüne kadar, ABD’nin Filistin halkına karşı savaşında İsrail’e verdiği destekte keskin bir şekilde ortaya çıktığı gibi, Gazze’de 15 bini çocuk olmak üzere 35 bini aşan ve her geçen gün sayısı artmaya devam eden ölüm oranıyla, bu emperyalist ülkenin (“güzelim ABD”) egemen sınıfı için kendi korkunç suçlarını örtbas etmeye çalışması çok önemlidir.

Dikkatleri, ABD’nin bu soykırımdaki rolünden uzaklaştırmak -bir yandan da bu durumu bütün meşruluğuyla protesto edenlere saldırmak- Biden’ın şu anda yaptığı şey budur. Hiç kimse buna kanmamalıdır.

ABD-İsrail’in Filistin halkına karşı bu soykırım katliamına karşı direnişin daha da geniş, daha güçlü ve daha kararlı hale gelmesi gerekmektedir.




Ukrayna’da ABD-Rusya’nın Vekalet Savaşı: Tırmanan Gerginlik Nükleer Tehlike Noktasına Doğru Yalpalıyor


Editörün notu: Aşağıdaki yazı Devrimci Komünist Parti-ABD’nin sesi olan revcom.us websitesinde çevrilmiştir. Orijinaline https://revcom.us/en/us-russia-proxy-war-ukraine-new-escalations-lurch-further-nuclear-danger-zone linkinden ulaşabileceğiniz yazının çevirisini okurlarımızın dikkatine sunarız.


Yaklaşık iki buçuk yıl önce Rus birlikleri Ukrayna’yı işgal etti. Emperyalist rakibini zayıflatmak için bir fırsat yakaladığını sezen Biden, NATO ittifakını hevesle ve ivedi bir şekilde harekete geçirerek Ukrayna’ya büyük miktarda silah ve diğer askeri yardımları akıttı. (NATO, üyeleri arasında neredeyse tüm Avrupa ülkelerinin yer aldığı, ABD tarafından kontrol edilen bir askeri ittifaktır).

Ortaya çıkan savaş bir cehennem oldu. On binlerce insan öldürüldü. Milyonlarcası sakatlandı ve travma geçirdi; Ukrayna halkının üçte biri zorunlu olarak yer değiştirdi. Tüm bunlar Ukrayna halkının Amerikan emperyal çıkarları için birer vekile dönüştükleri bu savaşta gerçekleşti. Açıkça söylemek gerekirse, ABD Ukrayna halkıyla oynamakta, onları Amerika’nın aynı derecede gangster rakibi Rusya’ya karşı küresel bir satranç oyununda yem olarak kullanmaktadır.

Harkiv’e bir Rus saldırısı sonrası yükselen duman, 17 Mayıs 2024 Fotoğraf: AP

 

 

Çok Tehlikeli Bir Savaşın Tehlikeli Yeni Bir Aşaması

Şimdi savaş daha da tehlikeli ve yıkıcı bir aşamaya doğru sürüklenmeye devam ediyor. Geçtiğimiz birkaç hafta içinde Rusya Ukrayna’nın kuzeydoğusuna büyük bir saldırı başlattı. Rus ordusu şimdi Ukrayna’nın ikinci büyük kenti Harkiv’i tehdit ediyor. Binlerce insan bölgeden kaçıyor ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenski acil durumla başa çıkmak için yaklaşan tüm yurtdışı gezilerini iptal etti.

Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Ukrayna’nın başkenti Kiev’e giderek ABD’nin daha önce gönderdiği 75 milyar dolara ilaveten 60 milyar dolarlık yeni bir askeri yardımın müjdesini verdi.

Rusya’nın bu saldırıdaki hedefleri henüz net değil. Ancak Rusya’nın Harkiv’de ya da daha güneydeki bölgelerde büyük bir ilerleme kaydetmesi savaşın dinamiğini önemli ölçüde değiştirecektir. ABD destekli Ukraynalıların Rusya’nın son dönemdeki ilerlemelerine karşı koyma ihtiyacını arttıracak ve daha geniş menzilli ve ölümcül silahlar (ya da “öldürme gücü”) kullanarak ve çatışmaya soktuğu asker sayısını arttırarak savaşı tırmandırmaya çalışacaktır.

 

Macron NATO “Eğitmenlerini” Göndermekle Tehdit Ediyor

Ukrayna’nın zayıf yönlerinden biri de New York Times‘ın “iyi eğitimli asker eksikliği” olarak tanımladığı durumdur. Son zamanlarda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve diğer NATO liderleri yeni Ukraynalı askerlerin Ukrayna’da eğitilmesi gerektiğini açıkça savunuyor. Bu durum ABD ve Rusya’yı Ukrayna ve Doğu Avrupa’da doğrudan bir çatışmanın içine çekme riski taşımaktadır.

 

ABD ve Rusya arasında doğrudan bir askeri çatışma, nükleer bir çatışma sarmalı gibi büyük bir tehlike barındırmaktadır.

 

ABD ve emperyalist müttefikleri geri adım atmadan bu sorunun etrafından dolanmaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz ay NATO, “Avrupa’nın en yüksek müttefik komutanı” olan Amerikalı General Christopher G. Cavoli’den, Ukrayna güçlerini eğitmek için bir plan geliştirmesini ve bunu meşru kılacak bir kılıf bulmasını istedi (Ukrayna NATO üyesi değil).

Ayrıca Haziran ya da Temmuz ayında ABD yapımı F-16 savaş uçaklarının Ukrayna’da faaliyete geçmesi bekleniyor. Mart ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın F-16’ları “nerede olurlarsa olsunlar yok edeceğini” ve “F-16’lar nükleer silah taşıma kapasitesine sahip ve savaş operasyonlarımızı düzenlerken bunu da dikkate almamız gerekecek” dedi.

Rusya ile deniz sınırı olan bir NATO gücü olan İsveç’in önde gelen bir askeri yetkilisi ise şu yanıtı verdi: “Eğer Putin NATO ile bir savaş istiyorsa, savaşı böyle başlatırsınız. O zaman bu üçüncü bir dünya savaşı olur.”

 

2023 Ağustosunda ABD’nin pozisyonu değişti ve Biden, ABD’nin NATO’daki emperyalist müttefiklerinin Ukrayna’ya F-16 teslim etme ve Ukraynalı pilotlar yetiştirmesine müsaade etti.

 

Patlamaya Hazır Belirsizlik

Şu anda bu çatışmayı patlamaya hazır bir belirsizlik kuşatmış durumda. Her iki tarafta da gerginlikler ve çatışmalar patlak vermeye devam ediyor. Ukrayna’daki savaşın başlamasından yaklaşık bir ay sonra Bob Avakian (BA) hala büyük önem taşıyan bir makale yazdı. Yazı şöyle başlıyordu:

“Savaşın sisi”, bir savaş durumunda birçok şeyin belirsizleşmesi gerçeğine atıfta bulunur. Basitçe söylemek gerekirse, tam olarak ne olduğunu söylemek genellikle zordur. Bununla bağlantılı olarak, bir kez başladıktan sonra savaşın kendi dinamikleri vardır: İşler çoğu zaman bir savaşı başlatan veya savaşa dahil olan insanların gitmelerini beklediği gibi gitmez. Bu durumun sadece Rusya ve Ukrayna açısından değil, aynı zamanda ABD liderliğindeki emperyalist ittifak (NATO) ile Rusya arasındaki “vekalet savaşlarını” da içeren -Ukrayna’ya büyük miktarda silah sağlamak ve Rusya’ya karşı ekonomik savaş (“yaptırımlar” şeklinde) yürütürken NATO ülkelerinin özellikle Rusya’ya komşu veya yakın olanların askeri “hazırlığını” artırmak gibi- mevcut savaş durumunda çok ağır bir anlamı var.

Bu durum -kasten veya bir veya iki tarafın hataları yoluyla- gerçek bir tehlikeyi içermektedir; Rusya ile ABD/NATO arasında doğrudan bir savaşa yol açabilir ve bu da dünyanın her yerinden halkların varlığını tehdit edecek bir çapta nükleer silahların kullanımını içerebilir.

Ukrayna halkına yaşatılan korkunç acılar emperyalist bir savaş suçudur. Ukrayna ve Doğu Avrupa’nın iltihaplı ortamı, nükleer savaşa kadar varabilecek daha yoğun ve daha yaygın bir savaşın fitilini ateşleyebilecek potansiyel patlayıcı bir durumdur. Bu savaşa neden olan ve daha da kötüsünü tehdit eden tüm kapitalist emperyalist sistem yıkılmalıdır. BA’nın da dediği gibi:

Bizler, dünya halkları, artık bu emperyalistlerin dünyaya hükmetmeye ve insanlığın kaderini belirlemeye devam etmesine izin veremeyiz. Mümkün olan en kısa sürede devrilmeleri gerekiyor. Ve bu şekilde yaşamak zorunda olmadığımız bilimsel bir gerçektir.




Büyük Bir Suç Yaklaşıyor ve Kan Biden’ın Elinde: Refah’ta Soykırım Saldırısı Tehlikesi; Gazze’deki Zorla Açlıkta Amerika’nın Suç Ortaklığı

Editörün Notu: Aşağıdaki makale revcom.us sitesinde 12 Şubat tarihinde yayınlanmıştır. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz. Çevirisini okurlarımıza sunarız.


Dünya tarihindeki büyük zulümleri düşünün: ABD’nin Amerika’nın yerli halklarına uyguladığı soykırım, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombalar, 140.000 Japon insanının küle dönüşmesi, Vietnam’daki My Lai katliamı…

Şu anda Filistin halkının üzerinden çok büyük bir suç geçiyor. ABD hükümetinin doğrudan desteği ve suç ortaklığı olmasaydı bu gerçekleşemezdi ve olmayacaktı. Bu durdurulmalı ve bir daha hiçbir yerde olmasına asla izin verilmemelidir!

İsrail Başbakanı Netan-Nazi (Benjamin Netanyahu), İsrail ordusuna Refah’a saldırmaya hazırlanma ve “sivil nüfusu tahliye etme” planları hazırlama talimatı verdi. Biz baskıya hazırlanırken İsrail ordusu, Refah’a, bilinmeyen sayıda sivilin öldürüldüğü bombalamalar da dahil olmak üzere bir “saldırı dalgası” düzenlediğini duyurdu. (1) Refah, Gazze’de gidebileceğiniz en güneyde, Mısır sınırının tam karşısında. Bir zamanlar 270.000 nüfuslu olan bu şehir, şimdi İsrail’in kuzey ve orta Gazze’deki kitlesel, sistematik yıkımından kaçan 1,4 milyondan fazla Filistinlinin son sığınağı. Gazze’de 28.000’den fazla Filistinli öldürüldü; Gazze’deki binaların yarısından fazlası bombalandı veya buldozerlerle moloz veya kum haline getirildi. (2)

İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Refah’taki bir konut binasına düzenlediği hava saldırısının ardından Filistinliler hayatta kalanları arıyor, 10 Şubat 2024. Fotoğraf: AP

Şu anda Refah’ta yaşayan küçük çocuklu ebeveynler olduğunuzu hayal edin. Eviniz yıkıldı ve aylardır sokaklarda yaşıyorsunuz. Çöpte bulduğunuz plastik bir örtünün altında soğuğa ve yağmura karşı sığınıyorsunuz. Bazı günler ailenizle paylaşmak için bir parça ekmek ve bir şişe su almayı başarırsınız, diğer günler ise hiçbir şey elde edemezsiniz. Çocuklarınız sürekli aç ve korkuyor. Şimdi enfeksiyon var ama hastaneler dolup taşıyor ya da saldırı altında. Yakınlarda bir İsrail bombasının patlayacağı, sizi veya gençlerinizi öldüreceği veya sakatlayacağı korkusuyla sürekli bir korku içinde yaşıyorsunuz.

Senin gibi bir milyonun üzerinde insan var ve şimdi sana İsrail birliklerinin saldıracağı söyleniyor. Gazze Şehri ve Han Yunus’ta ne yaptıklarını biliyorsunuz; binlerce kişiyi öldürüp yaraladılar ve bütün mahalleleri yerle bir ettiler. Tahliye etmeniz söyleniyor ama nereye gideceksiniz?

Netan-Nazi sivillerin “güvenli bölgeye” tahliye edileceği sözünü veriyor. Ancak Gazze’nin hiçbir yeri güvenli değil. Bu iddia edilen “güvenli bölgenin” Gazze’nin güney kıyısındaki El Mawasi olduğu bildiriliyor. Ama bu kilometrelerce uzakta küçük bir alan. Siz ve çocuklarınız oraya nasıl gideceksiniz? Bombalar düşerken ve mermiler patlarken bir savaş bölgesinden yürüyerek mi geçeceksiniz?

Ve sonra ne? Al Mawasi, havaalanı büyüklüğünde sözde “güvenli bölge”. 1,4 milyon kişi nasıl sığabilir? Bu, Esenlerdeki herkesi İstanbul Havalimaına veya Esenboğa Havalimanına (çevirmen anlaşılması için yer isimlerini Türkçeleştirmiştir, çn) tıkmak gibi bir şey. Bu nasıl işe yarayacak? Al Mawasi’de bir tesis yok; orada hiçbir şey yok, yiyecek yok, su yok, barınak yok, hastane yok, hizmet yok. İsrailli yazar ve gazeteci Gideon Levy, İsrail gazetesi Haaretz’de “kanı, lağımı ve salgın hastalıkları emecek yalnızca kum ve daha fazla kum” olduğunu yazdı. (3)

Açlıktan ölmek üzere olan Filistinliler yemek için sıraya giriyor, 7 Şubat 2024. Fotoğraf: AP

İsrail’in, insanları yiyecek ve su olmadan bu kadar sıkı bir şekilde bir araya tıkmaktaki asıl amacının onları sınırı geçerek Mısır’a zorlamak olması çok muhtemel. Aylardır İsrail hükümetinin nüfuzlu güçleri, Filistinlileri Gazze’den tamamen çıkarıp burayı İsraillilerle doldurmayı hedeflediklerini açıkça ilan ediyor. Mısır böyle bir olasılığı ciddiye alıyor. Gazze sınırına düzinelerce tank konuşlandırılarak İsrail ve Filistinlilere geçemeyecekleri sinyali verildi.

İsrail’in bir sonraki hamlesinin kesin şekli ne olursa olsun, Refah’a yönelik bir saldırı, dehşetin üzerine korkuyu ekleyen büyük bir adım olacaktır.

Daha önce revcom.us’de yazdığımız gibi: İsrail’in Filistin’e saldırısında olan şey -genel olarak olan şey- Netan-Nazi’nin 7 Ekim’de “Filistin sorununa” “nihai çözüm” girişiminde bulunmasıdır. İsrail, en azından Filistinlileri, kelimenin tam anlamıyla tüm Filistinlileri öldürmek ve/veya kovmak olmasa bile, artık İsrail için sorun teşkil etmeyecek bir duruma indirmeyi amaçlıyor.

İsrail, üç ayı aşkın bir süredir Filistinlileri kitlesel ölçekte katlediyor, Gazze’yi yaşanmaz hale getiriyor, Filistinlileri evlerinden sürüyor ve şimdi de muhtemelen onları Mısır’a zorluyor. Bu, Filistinlilerin bir halk olarak yok edilmesine doğru atılmış bir adım ve tarihin insanlığa karşı işlediği en büyük suçlardan biri olacaktır.

Tekrar edelim, bu çığlık atan vahşeti önlemek için şimdi elimizden geleni yapmalıyız.

Yerinden edilmiş Filistinliler Refah’ta Mısır sınır çitinin yanında oturuyor, 24 Ocak 2024. Fotoğraf: AP

Soykırımcı Joe Biden İsrail’i En Hassas Şekilde Eleştiriyor… Hiçbir Şey İfade Etmiyor!

Geçtiğimiz hafta Biden, İsrail’e yönelik kamuoyu eleştirisini çok hafif bir şekilde artırdı ve İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ın saldırısına verdiği tepkiyi “aşırı” olarak nitelendirdi ve Gazze’deki masum Filistinlilerin ölümlerinin “durması gerektiğini” söyledi ve “savaşta sürekli bir duraklama” için baskı yapıyor. Diğer ABD’li yetkililer, ABD’nin İsrail’in Refah’a yönelik saldırısını desteklemeyeceği konusunda uyardı. (4)

Ama bu saçmalıktan da beter. Biden İsrail’e tam desteğini vermeye devam etti: BM’deki her türlü ateşkes kararını engelledi, bölgedeki İsrail karşıtı güçlere saldırmak için ABD deniz filolarını konuşlandırdı ve İsrail’e beş bin 2.000 poundluk sivil öldürücü bombalar da dahil olmak üzere milyarlarca dolarlık silah gönderdi. Aslında Biden şu anda Kongre’den İsrail’e 14,1 milyar dolar daha fazla askeri yardım almaya çalışıyor. (5)

Bu, Biden’ın şöyle demesi gibi olurdu: “Biliyorsun Hitler: tüm bu Yahudileri öldürmek gerçekten abartılı… ama sana o gaz odaları için daha fazla gaz gönderebilir miyim?”

Biden’ın Gazze’deki Zorla Açlığa Katılımı

İsrailli faşistler İsrail’in Ashdod kontrol noktasında kamyonları engelliyor. Kamyonlar Gazze Şeridi’ne insani yardım yüklüyor, 1 Şubat 2024. Fotoğraf: AP

Biden, “Gazze’ye insani yardım ulaştırılması için gerçekten çok, çok çaba harcadığını” iddia ediyor. Tekrar edelim bu saçmalıktan daha kötü.

26 Ocak’ta Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in soykırım yaptığının olası olduğunu söyledi ve İsrail’e Gazze’de ölüm, yıkım ve her türlü soykırım eylemini önlemesini ve insani yardıma erişime izin vermesini emretti. (6) Dağlarca kanıt karşısında ABD, bu bulguları “değersiz, verimsiz ve hiçbir dayanağı ve gerçeği olmayan” olarak kamuoyu önünde reddetti. (7)

UAD’nin kararıyla aynı gün İsrail, Gazze’nin ana yardım kuruluşu UNRWA’nın Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırıda görev alan 12 çalışanının (toplam 13.000 çalışandan) olduğunu iddia eden büyük bir kamuoyu açıklaması yaptı. UNWRA, Birleşmiş Milletler Çalışma ve Yardım Ajansıdır ve milyonlarca Filistinlinin yiyecek, barınma, eğitim ve hayatta kalma konusunda güvendiği ana kurumdur.

Bu durum, UNRWA’ya yaptığı yardımı keseceğini açıklayan ABD’nin büyük tepkisine yol açtı. On altı ülke daha aynı şeyi yaptı. Bu, UNRWA’yı 65 milyon dolardan mahrum bıraktı ve bu ayın sonuna kadar Gazze’deki yardım operasyonlarını sona erdirmeye zorlayabilir; tam da Gazze’deki insanların kıtlıkla karşı karşıya olduğu ve çeyrek milyon insanın zaten açlıktan öldüğü bir dönemde! (8)

Ancak İsrail’in iddiasına dair hiçbir delilin olmadığı ortaya çıktı. Birleşik Krallık’taki Kanal 4, İsrail’in UNRWA’ya karşı dağıttığı dosyanın bir kopyasını inceledi ve dosyanın “bomba gibi iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt” içermediğini tespit etti. (9)

Bir kez daha, dağlarca kanıt karşısında: ABD, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığı gerçeğini reddediyor. Ve hiçbir delil olmadığı halde: ABD, Gazze halkının yiyecek almasının yegâne yollarından birine olan fonları keserek bu soykırıma katkıda bulunuyor.

Bunlar canavarca bir sistemden gelen korkunç suçlardır.

İsrail hava saldırısının Gazze’nin Refah kentinde yarattığı yıkım, 9 Şubat 2024, Fotoğraf: AP

Biden ve temelde ABD’nin tüm hükümeti ve egemen sınıfı neden İsrail’i destekliyor?

ABD ve İsrail’deki Netan-Nazi hükümeti, bu değişken ve son derece patlayıcı durumda nasıl ilerleneceği konusunda görüş ayrılıklarına sahip. Ancak bu farklılıklar İsrail’in gücünü ve istikrarını en iyi şekilde nasıl koruyacaklarıyla ilgilidir; buna Filistin halkına yönelik şiddetli baskı ve tabiiyet de dahildir. Ve İsrail’in ABD emperyalizmi için oynadığı temel rol nedeniyle ABD, İsrail’e yapışmış ve ona bağlı kalmıştır.

Devrimci lider ve yeni komünizmin yazarı Bob Avakian, DEVRİM Numara Yedi sosyal medya gönderisinde Biden’ın neden İsrail’i desteklediğini ve neden İsrail’i desteklemesi gerektiğini anlatıyor:

Neden Biden ve bütün hükümeti, ABD’nin bütün hâkim sınıfları İsrail’in bütün dünyanın gözü önünde Filistin halkına yönelik bir soykırım gerçekleştirmesini destekliyor?

Bu durum ‘’Yahudi lobisinin çok güçlü olması’’ veya cahilce, saçma sapan ve rezil ‘’Yahudiler her şeyi kontrol ediyor’’ nosyonu yüzünden de değildir. Bu durumun sebebi İsrail’in ABD emperyalizmi için stratejik olarak önemli bir noktada (‘’Orta Doğu’’) ağır şekilde silahlandırılmış bir karakol olarak oynadığı ‘’özel rolünden’’ ötürüdür. Ve İsrail, katliamlar komisyonunda ABD emperyalizminin dünyanın pek çok diğer noktasında baskıcı iktidarını korumasında kilit rolde olmuştur.

(Bu, yenikomunizm.com adresinde yayınlanan İsrail’in Filistin’e Karşı ABD Destekli Başlattığı Savaşa Dair Bazı Temel Hakikatler hakkındaki açıklamamdan alınmıştır.)

Bu, sistemden ötürü! Biden’ın hizmet ettiği kapitalizm-emperyalizm sistemi. Onun hizmet etmesi gereken sistem; bu sistem içinde görevde kalmak isteyen herkesin ve özellikle de başkanlık gibi “yüksek makamlarda” olmak isteyen herkesin hizmet etmesi gereken sistem. Biden’ın, tüm bu politikacıların yaptığı şeyi, kendi dar kişisel çıkarlarının üstünde ve ötesinde yapmasının nedeni budur.

Bu, sistem! Beyaz üstünlüğünü, ataerkil erkek üstünlüğünü ve diğer vahşi baskıları bünyesinde barındıran ve uygulayan bu kapitalizm-emperyalizm sistemi; bu ülkedeki insan kitlelerinin ve kelimenin tam anlamıyla dünya çapında milyarlarca insanın, 150 milyondan fazla çocuğun da dahil olduğu, acımasızca hayat çalan sömürüsüne dayanan bu sistem — hepsi kitlesel şiddet ve yıkımla insanlara ve çevreye uygulanıyor ve insanlığın geleceği ve varlığı için çok gerçek bir tehdit oluşturuyor.

Bu sistemin mümkün olan en yakın zamanda gerçek bir devrimle yıkılması gerekiyor.


Referanslar:

  1. Netanyahu, Bir Milyon Gazzelinin Barındığı Şehir İçin Tahliye Planı Emretti, New York Times, 9 Şubat; İsrail Refah’a ‘Saldırı Dalgası’ Gerçekleştirdiğini Söyledi, New York Times, 12 Şubat; İsrail Refah’ı Vuruyor…, El Cezire, 12 Şubat.
  2. Yeni analiz, Gazze’deki binaların en az yarısının hasar gördüğünü veya yıkıldığını gösteriyor, BBC Verify, 30 Ocak
  3. Gideon Levy, Gazze’nin Refah’ına İsrail Saldırısı, Benzeri Görülmemiş Bir İnsani Felaket Olacak, Haaretz, 11 Şubat. Ayrıca bakınız, Amira Hass, İsrail Ordusu Refah’ı İşgal Ederse, Oraya Sığınan 1,5 Milyondan Fazla Filistinli Ne Olacak?Haaretz, 10 Şubat.
  4. Biden İsrail’e yönelik eleştirilerini keskinleştirerek Gazze’deki tepkisini “abartılı” olarak nitelendirdi,New York Times, 8 Şubat.
  5. İsrail’in eski ABD büyükelçisi New York Times’a şunları söyledi: “İsrailli yetkililer büyük olasılıkla [Biden’ın] yorumlarına karşı çıkmış olsa da ABD, İsrail’i silah ve onun BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisiyle desteklemeye devam ettiği sürece ilişkiyi daha da gerginleştirmek konusunda isteksiz olacaklardı. ‘Başkan bizim için çok acı ve sorunlu bir açıklama yaptı ama bu iki temel hizmeti vermeye devam ederse bunu tehlikeye atacak hiçbir şey yapılmamalıdır.’” Netanyahu, Bir Milyon Gazzelinin Barındığı Kent için Tahliye Planı Emri Verdi, New York Times, 9 Şubat.
  6. İsrail, Uluslararası Adalet Divanı’nın kararına uymuyor- bundan sonra ne olacak?, The Conversation, 6 Şubat.
  7. ABD, UAD’nin kararına rağmen soykırım iddiasını reddetme konusunda ısrar ediyor, Middle East Eye, 26 Ocak.
  8. İsrail aynı zamanda yardım kamyonlarının Gazze’ye girmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor ve defalarca erişimlerini engelliyor. New York Times’ın haberine göre “Ocak ayında planlanan 61 yardım konvoyundan yalnızca 10’unun kuzeye ulaşmasına izin verildi.” Ve BM’ye göre İsrail “gıda miktarı gibi yardım hacminde kesintiler uyguladı”. İsrail ordusu ayrıca en az üç kez gıda ve diğer yardımları taşıyan kamyonları doğrudan hedef aldı. BM, İsrail’in kuzey Gazze’ye yardım dağıtımını ciddi şekilde kısıtladığını söylüyor, New York Times, 8 Şubat.
  9. Jeremy Scahill: İsrail, Gazze’ye Acımasız Saldırıyı Meşrulaştırmak İçin “Kasıtlı Propaganda Kampanyası” Yürüttü, Şimdi Demokrasi!, 7 Şubat. Kanal 4, Birleşik Krallık’ın önde gelen yayın kanalıdır. İsrail’in UNRWA’ya yönelik suçlamalarıyla ilgili Kanal 4 raporuna buradanulaşabilirsiniz.



Teksas: Rio Grande Kaynıyor

Editörün notu: Aşağıdaki makale revcom.us sitesinde ilk olarak 22 Ocak tarihinde yazılıp daha sonra 24 Ocak 2024’te güncellendi. ABD’de hakim sınıflar arasındaki ‘’tutkalın tutmadığı’’ ve parçalanmanın gittikçe derinleştiği revcom.us sitesinde yer alan makalelerde ve en çokta Bob Avakian’ın analizlerinde yer almaktaydı. 2016’tan bu yana mevcut kutuplaşmayı ve parçalanmayı analiz eden pek çok yazıyı Türkçeye çevirdik. Teksas’ta bugün yaşanan kriz ise mevcut siyasi durumun en akut biçimde dışavurumlarından biridir. Güncellemeler oldukça biz de bu çevirileri okurlarımızla paylaşacağız. Yazının orijinali için: https://revcom.us/en/rio-grande-coming-boil


Bir anne ve iki çocuğunun öldüğü Teksas, Eagle Pass’ta Rio Grande’yi geçen göçmenler Sınır Devriyesi ajanları tarafından izleniyor, 3 Ocak 2024. Fotoğraf: AP

Makalenin sonundaki güncelleme aşağıdadır.

12 Ocak’ta Teksas’ın Eagle Pass kentinde 33 yaşındaki Victerma de la Sancha Cerros ve iki çocuğu (10 yaşındaki Yorlei Rubi ve 8 yaşındaki Jonathan Agustín Briones, ABD ve Meksika arasındaki nehir Rio Grande’de boğuldu). Teksas Ulusal Muhafız birlikleri hayatlarını kurtarmak için hiçbir şey yapmamakla kalmadı, İç Güvenlik Bakanlığı da Teksas Ulusal Muhafızlarının Sınır Devriyesi ajanlarının acil tıbbi yardım sağlamak için müdahale etmesini engellediğini iddia etti. Teksas Ulusal Muhafızları, göçmenlerin boğulmasından sonra Sınır Devriyesi’nin kendileriyle temasa geçtiğini söyledi.

Yani tam olarak ne olduğu belli değil. Açık olan şey, bu ölümlerin tamamen önlenebilir olduğu ve Teksas Ulusal Muhafızları ile Sınır Devriyesi arasındaki çatışmanın siyasi bir barut fıçısı olduğu.

Bu arada daha bu cumartesi günü aynı bölgede göçmen bir adam boğuldu. Kimliği henüz bilinmiyor.

İşte şunu görüyorsunuz: Bu kitlesel göçü yönlendiren sistem, halk kitleleri üzerinde giderek daha şiddetli bir baskıya maruz kalıyor. Ve bu baskının nasıl gerçekleştirileceği konusunda yöneticiler arasında potansiyel olarak şiddetli bir çatışma var. Ancak bunun nereye varacağı bizim ve sizin ne yaptığınıza bağlıdır.

Şu anda devrimci önder Bob Avakian’ın söylediği gibi:

Her şey, en çok ezilenlerden, toplumun her kesiminden, önce binlerde, sonra milyonlarda devrimci bir halkın, başlangıçtan itibaren örgütlenmiş ve ülke çapında tutarlı bir perspektifle, tüm toplumu etkileyen ve kitlelerin olaylara nasıl baktığını ve her kurumun nasıl yanıt vermesi gerektiğini değiştiren güçlü bir devrimci güç olarak öne çıkarılmasına bağlıdır. Artık her şey bu devrimci gücü fiilen öne çıkarmaya ve örgütlemeye odaklanmalıdır.

Acil olarak sorulan soru şudur: SİZ bu gücün bir parçası olacak mısınız?

 

Göçmenlerin Karşılaştığı Dehşet

Kendinizi Victerma’nın yerine koyun.

Artık kendisi ve iki çocuğu hakkında pek bir şey bilinmiyor. Ancak pek çok açıdan muhtemelen bu ülkenin gettolarında ve varoşlarında her gün cehenneme yakalanan milyonlarca insandan pek de farklı değildi. Muhtemelen dünya çapında çaresizce yaşamanın bir yolunu arayan milyonlarca mülksüzleştirirmiş, yoksullaştırılmış insan gibiydi. O kadar çaresiz ki iki çocuğunu tehlikeli bir nehre taşıdı. O kadar çaresiz ki, dikenli tellerle ve onu düşman olarak gören tüfekli askerlerle kaplı bir nehir kıyısına ulaşmaya çalıştı.

İki göçmen çocuk, Yorlei Rubi (solda) ve Jonathan Agustín Briones de la Sancha, 12 Ocak 2024’te anneleriyle birlikte Rio Grande Nehri’ni geçerken boğuldu. Aile fotoğrafı

Neyle karşı karşıya olduğunu bir düşünün: dikenli tellerle ve devasa duvarlarla askerileştirilmiş bir ölüm bölgesi. Havada sinsi sinsi dolaşan dronlar, nehirde gezinen devriye botları, yerdeki hareket sensörleri. On binlerce ağır silahlı federal, eyalet ve yerel polis, Ulusal Muhafız askerleri, Sınır Devriyesi ve beyaz ırkın üstünlüğünü savunan kanunsuz milisler, “yasadışı” olarak adlandırdıkları insanları gözetliyor.

Sınıra ulaşmaya çalışırken sayısız binlerce kişi öldü. Her adımda, onları en başta emperyalist hakimiyetindeki anavatanlarından iklim değişikliğinden, savaştan ve açlıktan kaçmaya zorlayan sistemin yarattığı yenilenen terörle karşı karşıya kalıyorlar.1

 

Yönetenler Arasındaki Yoğun Çatışma

Kartal Geçidi çevresindeki bölge, göçmenler için en aktif ve tartışmalı geçiş noktalarından biri haline geldi. Ekim ve Kasım 2023’te 81.000’den fazla göçmen Kartal Geçidi’ne geçti. Aralık ayında 302.000 kişi bu sınır kapısından girmeye çalıştı.

Geçit aynı zamanda Teksas ile Biden yönetimi arasında da yoğun bir kavganın yaşandığı bir nokta oldu.

İki yıl önce Teksas valisi Greg Abbott, “Yalnız Yıldız Operasyonu” adı verilen faşist bir baskını başlattı. (2) Bu, sınır boyunca baskı, militarizasyon, kitlesel tutuklamalar ve hapsetmelerden oluşan çok kurumlu bir saldırıdır. Buna Rio Grande’nin dairesel testerelerle kaplı ve dikenli tellerle sarılmış dev yüzer bariyerlerle kaplanması da dahildir. Bunun göçmenler için “caydırıcı” olmasını düşünüyorlardı ama artık sulu bir ölüm tuzağına dönüştü.

Teksas, Eagle Pass’ta sınırı geçen göçmenler Sınır Devriyesi tarafından gözaltına alınıyor, 3 Ocak 2024. Fotoğraf: AP

Geçen hafta Teksas Ulusal Muhafızları, 50 dönümlük Shelby Parkı da dahil olmak üzere sınır boyunca 4 mil boyunca kontrolü ele geçirdi. Sınır güvenliğinden, kitlesel sınır dışı etmelerden ve ilticalardan sorumlu federal ajanlardan oluşan silahlı bir grup olan Gümrük ve Sınır Korumasını (CBP) kovdular. Teksas Ulusal Muhafızları parkın her tarafına çitler çekti ve başkalarının parka veya Rio Grande’nin o bölümüne girmesini zorla engelliyor. Buna yine ABD sınırları üzerinde görev yetkisine sahip olduğu varsayılan CBP de dahildir.

Bu hafta Teksas yetkilileri ABD’ye giren göçmenleri “suç niteliğinde izinsiz giriş” nedeniyle tutuklamaya başladı. Teksas’taki bu yetkililer, göçmenlerin sınırı geçmelerine ve ABD’de sığınma başvurusunda bulunmalarına izin verilmesini zorunlu kılan ABD yasalarını doğrudan ihlal ediyor.

ABD Anayasası’na ve uzun süredir yürürlükte olan yasalara göre, göç ve sınır politikasını eyaletler değil federal hükümet belirler. Bu ana akım basında yer almıyor ama Kartal Geçidi’nde yaşananlar anayasal bir krizden başka bir şey değil.

 

Yaklaşan Çatışma

Teksas’taki kriz, Cumhuriyetçi faşistler ile Demokratlar arasındaki keskinleşen farklılıkların altını çiziyor; bu farklılıklar, yaklaşmakta olan bir çatışmanın ana hatlarını çiziyor.

Trump, “Amerikan tarihindeki en büyük yurt içi sınırdışı operasyonunu” vaat ediyor. Doğuştan gelen vatandaşlığı sona erdirmeyi planlıyor (yani, ebeveynleri belgesiz olan çocukların ABD’de doğmuş olsalar bile belgeleri olmayacak). Resmi politika olarak Teksas sınırında büyük ölçekli toplama kampları kurmak ve sınırdaki aileleri ayırmak istediğini söyledi.

Faşistler tüm bunları açık bir Nazi konuşmasına dönüştürüyor. Trump, göçmenleri “ülkemizin kanını zehirleyen suçlular, tecavüzcüler ve pedofililer” olarak nitelendiriyor. Teksas valisi Abbott yakın zamanda verdiği bir röportajda şunları söyledi: “Yapmadığımız tek şey sınırı geçen insanları vurmamak, çünkü Biden yönetimi elbette bizi cinayetle suçlayacak.” Açıkça aleni bir biçimde bir vurgu olmasa da bunun soykırım niyeti taşıdığı duymak isteyenler için yeterince açıktır.

İronik bir şekilde, Biden göçmenlerin insanlığına sözde hizmet ederken, aslında tarihteki diğer başkanlardan daha fazla göçmeni sınır dışı etti ve sınırdaki militarizasyonu genişletti.

Buna rağmen faşistler, Biden’ı ve Demokratları “açık sınır” politikası izlemekle suçluyor ve şimdi çok daha baskıcı önlemler talep ediyor.

 

Çatışma Kaynamaya Yaklaşıyor

Biden, mahkemelere güvenerek Abbott’un açık faşist isyanını durdurmaya çalıştı. Geçtiğimiz temmuz ayında Adalet Bakanlığı, Rio Grande’deki engellerin kaldırılması için Teksas’a dava açtı. Ve daha geçen hafta, faşistlerle dolu bir federal mahkeme (Beşinci Daire Temyiz Mahkemesi), davayı görürken bariyerlerin yerinde kalabileceğine karar verdi. Bu hafta Biden, faşistlerle dolu ABD Yüksek Mahkemesinden Teksas’ın federal yasayı ihlal etmesini durdurmak için müdahale etmesini istedi. Bunun nereye varacağını bilmiyoruz.

Ancak bu arada bu sistemin egemen sınıfının farklı kesimlerini temsil eden silahlı güçler karşı karşıya geliyor. Öfke, kaza veya yanlış anlama nedeniyle ortaya çıkan küçük bir olay bile, toplumun tüm yönünü yoğunlaştıran bir şey uğruna kavga eden egemen sınıf güçleri arasında büyük bir silahlı krizi tetikleyebilir. Ve bu potansiyel olarak iç savaş için can atan silahlı faşistlerin açıkça katılmaya başlamasıyla açımlanabilir.

Kendi başına bırakıldığında bu kutuplaşma bir kabusa dönüşüyor; iki taraf da kapitalizm-emperyalizm sistemini nasıl sürdürecekleri konusunda kavga ediyor. Ancak “bunu kendi haline bırakmayı” göze alamayız ve bırakmak zorunda da değiliz.

Gerçek şu ki, Bob Avakian’ın yazdığı Kuzey Amerika’daki Yeni Sosyalist Cumhuriyet Anayasası’nda buna özgürleştirici bir yanıt var (“Devrimci Çözüm” kutusuna bakınız).

Ve şu anda, daha iyi bir dünya görmek isteyen herkesin kutuplaşmayı değiştirmenin bir parçası olmak için, ihtiyaç duyulan ve tam da bu çatışmalar ve toplumun parçalanması nedeniyle daha mümkün hale gelen devrim için, devrimci komünistlere (devkom) katılması gerekiyor.

Bu gerçek devrimci alternatifin milyonlarca insan tarafından giderek daha fazla bilinmesi ve bakılması için binlerce kişiyi devrimci bir güç olarak temsil etmek üzere öne çıkaran bu keskin duruma yetişmek için arkadan koşmamız (3) gerekiyor.

Şimdi bunun zamanı!

 

24 Ocak Güncellemesi

Yayımlanmasından bu yana Teksas/Meksika sınırındaki durum yoğunlaştı.

Pazartesi günü, Yüksek Mahkeme 5’e 4’e yakın bir kararla, federal hükümetin Rio Grande de dahil olmak üzere Teksas’ın sınırın her yerine yerleştirdiği dikenli telleri kaldırabileceğine karar verdi. 6 Şubat’ta faşistlerin doldurduğu Beşinci Daire Temyiz Mahkemesi’nde görülecek olan bu dikenli tel bariyerlerin hukuka uygunluğu konusunda nihai bir karar vermediler.

Bu Yüksek Mahkeme kararı büyük bir faşist yaygarayla karşılandı; Teksas’ın önde gelen faşistleri Yüksek Mahkeme kararına uymayacaklarını söylüyorlardı.

Teksas Valisi Greg Abbott, “Bu daha bitmedi” paylaşımını yaptı. Ve niyetinin “Biden hükümetinin mülklerimize zarar vermesini engellemek” olduğunu söyledi. Abbott, geçmeye çalışan göçmenlere zarar veren dikenli tellerin kaldırılmasının “mülkümüzü yok etmek” olduğunu savunuyor. Bu duruş, Başsavcı Ken Paxton ve eyaletin dikenli tel kullanmaya devam edeceğinin tweetini atan Teksas Kamu Güvenliği Departmanı sözcüsü Chris Olivarez tarafından da tekrarlandı.

Ülkenin dört bir yanından gelen faşist temsilciler Teksas’ı Yüksek Mahkeme’nin kararına uymamaya çağırıyor. Temel hayatta kalma mücadelesi için anavatanlarından kaçan çaresiz insan dalgasını “istila” olarak adlandırıyorlar ve insanları temelde savaşa hazırlarken ırkçı histeriyi kamçılıyorlar. Louisianalı faşist bir kongre üyesi olan Temsilci Clay Higgins, “Federaller bir iç savaş sahneliyor ve Teksas kendi ayakları üzerinde durmalı” dedi. Milyonlarca hayran kitlesine sahip faşist çılgın Marjorie Taylor Greene, bir röportajda şunları söyledi: “Federal hükümeti Teksas eyaletini savaşa sokacak bir kararını (Yüksek Mahkeme’den) tam anlamıyla gördük… Teksas’ın kendi zemininde durması gerektiğini düşünüyorum ve eyaletlerini, sınırlarını savunmak, halkını savunmak için federal hükümete karşı verdikleri mücadelede Teksas’a katılmalıyız…”

Eski Fox News sunucusu pislik Tucker Carlson, tweet attı: “Beyaz Saray’dan koruma fonu yöneticilerinden ve ABD Yüksek Mahkemesine kadar iktidardaki herkes, işgal edilmesine izin vererek ülkeyi yok etmeye karar verdi. Bu da halkı kendini savunmaya bırakıyor. Teksas’ın adamları nerede? Neden devletine, milletine sahip çıkmıyorlar?”

Çeşitli mesaj panolarında ve sosyal medyada çağrıya yanıt veren bir ton faşist var. Vice News’e göre, Telegram’da Proud Boy’un bir kanalında şunlar yazıyordu: “Hepimiz, tek görevi geleneklerimizi, özgürlüklerimizi ve yaşam tarzımızı yok etmek olan yasa dışı bir hükümet tarafından ihanete uğradık ve satıldık. Milletimizi komünistlere teslim etmeyi reddediyoruz. Amerika, çizgiyi korumanız konusunda size güveniyor.”

Bu arada Yüksek Mahkeme, Biden yönetiminin Teksas Ulusal Muhafızlarını Sınır Devriyesinin faaliyet göstermesini engelledikleri sınırın bazı kısımlarını açmaya zorlaması yönündeki acil durum talebi hakkında henüz karar vermedi.

Bütün bunların sonu nereye varacak bilmiyoruz. Ancak yukarıda da yazdığımız gibi “…bu sistemin egemen sınıfının farklı kesimlerini temsil eden silahlı güçler karşı karşıya geliyor. Öfke, kaza ya da yanlış anlama nedeniyle ortaya çıkan küçük bir olay bile, toplumun tüm yönünü yoğunlaştıran bir şey uğruna kavga eden egemen sınıf güçleri arasında büyük bir silahlı krizi tetikleyebilir.”

İnsanlığı özgürleştirecek gerçek bir devrim için bu keskin çatışmayı değerlendirme ihtiyacı ŞİMDİDİR!


Dipnot: 

 1.)Proud Boys, Trump yanlısı; beyaz üstünlenmecisi, kadın ve LGBTQ düşmanı ve Batı şovenisti olan faşist bir milis örgütlenmesidir. Trump’ın başkanlık döneminde devlet desteği gören ve binlerce kişi örgütleyen grubun önderliğinin bir kısmı 2021’de Trump yanlısı güçlerin darbe girişiminde aktif rol almaları sonrası komploculuk ile yargılanmış ve hüküm giymiştir.

Referanslar:




Bir kez daha: Joe Biden Neden “İsrail Var Olmasaydı, Amerika Onu İcat Etmek Zorunda Kalırdı” Dedi?  

Bir kez daha: Joe Biden Neden “İsrail Var Olmasaydı, Amerika Onu İcat Etmek Zorunda Kalırdı” Dedi? Çünkü bu doğru.

Ve alıntının tamamı daha da açıklayıcı. İsrail’in “yaptığımız en iyi 3 milyar dolarlık yatırım” olduğunu söyledi. Devam etti:

Eğer bir İsrail olmasaydı, Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki çıkarlarını korumak için bir İsrail icat etmek zorunda kalacaktı. Amerika Birleşik Devletleri gidip bir İsrail icat etmek zorunda kalacaktı.

Biden bunu ilk kez 1986’da söylemişti. O zamanlar sadece bir senatördü ve diğer senatörleri o yıl İsrail’e 3 milyar dolar askeri yardım yapmaya ikna etmişti.

Peki Biden’ın bahsettiği bu ABD’nin “bölgedeki çıkarları” nelerdir?

 

Emperyalizm: Bir Sistem, Bir Politikalar Dizisi Değil

Bunu anlamak için Amerika hakkında çok temel bazı şeyleri anlamamız gerekiyor. Bu ülkenin ekonomik temeli kapitalizm-emperyalizmdir. Bob Avakian şunu söylemişti:

Emperyalizm, devasa tekellerin ve finans kuruluşlarının yalnızca tek bir ülkede değil, bütün dünyadaki ekonomileri ve siyasi sistemleri -ve insanların yaşamını- kontrolü demektir. Emperyalizm, yüz milyonlarca insanı baskı altında tutan, onları sefalete mahkum eden asalak sömürücüler demektir; asalak finansörler bilgisayarda tek bir tuşa basarak muazzam miktarda zenginliği bir yerden diğerine aktarıp milyonların açlık çekmesine neden olmaktadır. Emperyalizm, savaş -direnişleri ve ezilenlerin isyanını bastırmak için savaş ve rakip emperyalist devletler arasındaki savaş- demektir; emperyalizm, bu devletlerin liderlerinin insanlığı inanılmaz bir yıkıma mahkum etmesi, hatta tek bir tuşa basarak insanlığı toptan imha etmesi demektir (BAsics 1:6)

Bunun Biden’ın bahsettiği “çıkarlar” ile ne ilgisi var?

Petrolle başlayalım. İsrail, 2022 yılında dünya petrolünün üçte birini üreten Orta Doğu bölgesinde yer almaktadır. Petrol, modern dünya emperyalist ekonomisinin kârlı işleyişinin temelidir ve petrol üzerindeki kontrol, emperyalist bir güce rakiplerine şartları dikte etme gücü verir. Petrol aynı zamanda modern emperyalist askeri makineler için de stratejik açıdan kritik öneme sahiptir. Ancak mesele sadece ekonomik ya da askeri nedenlerle petrolü kontrol etmek değil, dünya ekonomisi için hayati önem taşıyan stratejik bir kaynak üzerindeki kontrolü sürdürmek ve bu kontrolü diğer rakip güçlerden esirgemektir.

Bir de emperyalist jeopolitik ve jeoekonomik düşünceler var. Orta Doğu, Afrika, Asya ve Avrupa’nın buluştuğu, dünyanın kavşak noktasında yer almaktadır. Dünya petrolünün büyük bir kısmı bu kavşaktan geçmektedir. Bugün Çin gibi rakip emperyalistler tarafından kendisine meydan okunsa da, ABD halen, dünyanın en önemli stratejik kaynağı ve bu kaynağın ticaretinin yapıldığı güzergahlar üzerindeki üstünlüğünü korumaktadır.

ABD’den 7,500 mil uzakta olan bu bölgede hakimiyetini sürdürmek ABD imparatorluğu için o kadar hayati bir önem taşıyor ki eski Başkan Jimmy Carter, ABD’nin “bölgenin kontrolünü ele geçirme” tehdidi olarak algıladığı diğer güçleri askeri güçle püskürtmekle tehdit etti. (Tabii ki Carter bu sessiz kısmı yüksek sesle söylemedi – ABD’nin bölge üzerinde zaten hegemonyası ya da genel kontrolü vardı!) O dönemde ABD’nin başlıca rakibi olan eski Sovyetler Birliği’nin, yani bugünkü Rusya’nın büyük bölümünün mesajı almaması ihtimaline karşı Carter kelimenin tam anlamıyla “ne pahasına olursa olsun” diye ekledi. Evet, Jimmy Carter – şu anda evsizler için bir hayır kurumuna adını verdiği için neredeyse bir aziz muamelesi gören Demokrat eski başkan – bölgenin kontrolü için ABD’nin rakibine karşı nükleer savaş tehdidinde bulundu.

 

Özgürleşme Arzusu… ve Emperyalistlerin Bunu Bastırma İhtiyacı

Orta Doğu’da 450 milyon insan yaşıyor – toprakları emperyalizm tarafından yağmalanırken esas olarak yoksulluk içinde tutulan ve ABD tarafından desteklenen son derece baskıcı güçler tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilen insanlar… ABD’nin 450 milyon insan üzerinde kontrol kurması zor, özellikle de Amerika dünyanın öbür yarısındayken. İnsanlar yaşadıkları baskıya direniyor, onu anlamaya çalışıyor, onunla mücadele etmek ve onu değiştirmek için hareketler oluşturuyor -bazıları ilerici, bazıları milliyetçi, bazıları da İslami köktendinci cihatçılar gibi düpedüz gerici. Ancak bunların neredeyse tamamı ABD için sorun teşkil ediyor ve ABD bu sorunlarla doğrudan bastırma ya da manipülasyon yoluyla başa çıkıyor.

Bununla başa çıkmak için Amerika’nın bu bölgede 30 askeri üssü ve 54,000 askeri var. Hepsi bu kadar da değil. ABD Mısır’a, Irak’a, Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e ve diğer baskıcı rejimlere neredeyse her türlü muhalefeti ve direnişi bastırabilmeleri için büyük miktarlarda askeri yardım akıtıyor.

 

İsrail: ABD Kontrolü İçin Gerekli

Ancak bunların hiçbiri Amerika’nın bu kilit stratejik bölge üzerindeki amansız ekonomik sömürüsünü ve acımasız siyasi hakimiyetini sürdürmek için İsrail devleti kadar önemli değildir. İsrail, önemli bir nükleer silah cephaneliği de dahil olmak üzere devasa bir askeri makineye sahiptir. ABD her yıl İsrail’e açık ara en fazla askeri yardımı yapan ülkedir. İsrail, ABD’ye hem imparatorluk heveslisi diğer güçlere karşı güvenilir ve askeri açıdan güçlü bir müttefik olarak hem de Ortadoğu ülkeleri içinde her ne sebeple olursa olsun ABD egemenliğine karşı çıkan hareketleri bastırmak için bir güç olarak hizmet etmiştir.

İsrail’in ABD’ye hizmeti, bölgedeki milliyetçi rejimlere ya da ABD’nin rakiplerinin etkisi altına giren rejimlere karşı dört savaşın yanı sıra, savaş dışında sayısız silahlı saldırı örneğini; devrimci mücadelelerin bastırılmasını ve hatta Arjantin, Guatemala, apartheid Güney Afrika, Şah yönetimindeki İran ve diğer aşırı baskıcı rejimlere yardımda bir ABD “varlığı” olarak hareket etmeyi içermektedir. Arjantin, Guatemala, apartheid Güney Afrika, Şah yönetimindeki İran ve diğer son derece baskıcı rejimlerde ABD yanlısı baskıcı rejimlere yardımda ABD “varlığı” olarak hareket etmiş ve onlara korkunç işkenceler de dahil olmak üzere gözetleme ve sorgulama teknikleri konusunda kapsamlı eğitim vermiştir. İsrail ve ABD geçtiğimiz on yıl ve daha uzun bir süre boyunca suikast, sabotaj, acımasız ekonomik savaş (“yaptırımlar”) ve diğer önlemlerle (zaman zaman aralarında taktiksel farklılıklar olsa da) İran’ın nükleer kapasite kazanmasını engellemek için işbirliği yaptı. Mesele İran’ın bu tür cihazlara sahip olması gerektiği değil -hiçbir hükümet nükleer silahlara sahip olmamalı!- mesele ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da İsrail’in bu tür barbarca silahlar üzerindeki tekelini sürdürmeye niyetli olmasıdır.

Joe Biden’ın açıklamasının ardındaki gerçeği oluşturan, İsrail’in Amerika’nın acımasız egemenliğini ve yağmasını sürdürmedeki özel rolüdür. Bu nedenle kim başkan olursa olsun – Cumhuriyetçi, Demokrat, Bernie Sanders gibi sözde “sosyalist” ya da başka biri – onlar da İsrail’i savunmak ve desteklemek zorunda kalacaklardır çünkü bu sistem ezilenler üzerindeki tahakkümünün ve rakipleriyle çekişmesinin temel bir parçası olarak İsrail’e dayanmaktadır. Ve eğer bir şekilde bunu anlamayan biri kendini başkan pozisyonunda bulursa, ya bunu anlaması için “zorlanır” ya da çok uzun süre dayanamaz.

Bunun arkasındaki sistemi alaşağı etmekten başka hiçbir şey temel nedenlerle başa çıkamaz. Ve bu temel nedenlerle başa çıkılmadığı sürece Gazze’deki gibi vahşet ve dehşet patlak vermeye devam edecektir. Filistin halkının yanında durmak ve bu özel soykırım savaşını sona erdirmek için mücadele etmek kritik önem taşısa da, bu dayanılmaz zulümleri gerçekten sona erdirmek istiyorsak, bunun devrim hedefini yaymak ve somut olarak devrim için örgütlenmekle bağlantılı olması gerekir. Ve bu devrim çok yakında gerçekleşebilir.

 

Devrim-Daha Azı Değil!

Bu da yukarıda Bob Avakian’dan yapılan alıntının ikinci yarısına yol açmaktadır:

Emperyalizm, kapitalizmin temel çelişkilerinin muazzam şekilde patlamaya doğru ilerlediği bir evresidir. Fakat aynı zamanda, emperyalizm, devrim olacak da demektir -ezilenler sömürücüleri ve işkencecileri devirmek için ayağa kalkacaktır- ve bu devrim küresel canavarı yani emperyalizmi söküp atmak için dünya çapında bir mücadele olacaktır (BAsics 1:6)

Bu makalede İsrail’in işgal altındaki Gazze Şeridi’nde Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşının patlak vermesini, nedenlerini ve olası sonuçlarını analiz edemesek de (Bob Avakian’ın “Filistin’e Karşı ABD Destekli İsrail Savaşı Hakkında Bazı Temel Gerçekler” başlıklı makalesine bakınız), sadece Filistinliler ya da genel olarak bölge halkları için değil, bu savaşın risklerinin yüksek olduğunu vurgulamak istiyoruz. ABD emperyalizminin kilit müttefiki İsrail savaşa sürüklenirken, diğer güçler (emperyalist güçler Rusya ve Çin ile birlikte İran gibi bölgesel güçler) hararetle manevra yapmaktadır. Bu güçler ABD’ye askeri olarak ve özellikle Çin örneğinde olduğu gibi ekonomik ve diplomatik olarak meydan okumaktadır. Ve bu durum, ABD egemenleri içindeki iki grubun – düpedüz faşist Cumhuriyetçiler ve Biden gibi ABD’nin emperyal çıkarları için “demokratik bir görünüm” sürdürmenin hayati önem taşıdığını düşünenler – “evde” nasıl yönetecekleri ve dünya çapındaki egemenliklerini nasıl ileriye taşıyacakları konusunda giderek daha düşmanca bir çatışmaya kilitlendikleri bir zamanda gerçekleşiyor. ABD’deki egemenlerin her iki fraksiyonunun da İsrail’i desteklemeye güçlü bir şekilde bağlı olduğu gerçeği, aralarındaki bölünmeyi iyileştirmeyecektir – bu bölünme bu dönemde devrimi daha mümkün kılmaktadır. (Yönetici sınıf ve bir bütün olarak toplum içindeki bu bölünme ve bunun devrimi neden daha mümkün kıldığı hakkında daha fazla bilgi için bkz. Felaket Bir Şey Ya da Gerçekten Özgürleştirici Bir Şey’de Bahsedilen Aciliyet Işığında: Yenilenmiş Bir Mücadele ve Devrim: Kazanmak İçin Gerçek Bir Şans

İnsanlığın acilen ihtiyaç duyduğu devrim, dünyanın emperyalist yağmasına son verecek, böyle bir yağmayı gerektirmeyecek, aksine onun mirasının üstesinden gelmek için aktif olarak çalışacaktır. Bu devrim dünyanın her yerinde devrimi ve gerçek kurtuluşu destekleyecek, onu bastırmayacak ve kana boğmayacaktır. YAŞAMAK İÇİN YEPYENİ BİR YOLA, TEMELDEN FARKLI BİR SİSTEME İHTİYACIMIZ VAR VE BUNU TALEP EDİYORUZ‘da söylendiği gibi:

Yeni sosyalist hükümet nükleer silah geliştirmeyecek ya da kullanmayacak ve kapitalist-emperyalist sistemin ve savaşların temeli olan tüm sömürü ve baskı sistem ve ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, insanlar arasındaki savaşların nihai olarak ortadan kaldırılması nihai hedefiyle, her yerde nükleer silahların ortadan kaldırılması için somut adımlar atacak ve kararlı bir mücadele yürütecektir.

Bu devrimi yapmak için stratejik bir plan mevcut; Bob Avakian ve liderlik ettiği devrimci komünistlerde bu devrim için stratejik liderlik mevcut; ve Bob Avakian tarafından yazılan Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa’da yeni devrimci iktidar ve toplum için kapsamlı bir vizyon ve somut bir plan mevcut. Son olarak, böyle bir devrimin nasıl yapılabileceğine dair gerçek bir stratejik rehber var – evet, bu dönemde: DEVRİM: GERÇEK BIR KAZANMA ŞANSI İLE HER ŞEYİ YAPMAK İÇİN TEMEL OLUŞTURMAK: STRATEJİK YÖNELİM VE PRATİK YAKLAŞIM.

İhtiyaç duyulan şey sensin.


Yazının kaynağı için tıklayınız. 




Sabote Edilen Boru Hatları ve Nazi İşaretleri—Kirli Bir Savaşta ABD’nin Yalanlarının, Örtbasları ve Bahaneleri

Bir savaşın verilme biçimi, o savaşta savaşan gücün doğası hakkında çok şey söyler. Başlangıcından bu yana ABD silahlı kuvvetleri; Amerikan Yerlisi halkına karşı soykırım gerçekleştirdi, dünyanın her yerinde işgal ve darbeler düzenledi, sivil nüfusa nükleer bombalar attı, tarım köylerine içerisindeki nüfusla beraber napalm bombası yağdırdı, bebek öldüren ölüm mangalarından oluşan lejyonlar eğitti, sevmedikleri liderlere suikast düzenledi, drone bombalamalarıyla düğün eğlencelerini terörize etti ve bundan çok daha fazlasını yaptı. Ayrıca bütün bunların her zerresi hakkında yalan söylediler.

ABD’nin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi liderleri, kendilerini demokrasi ve “özgürlük” için savaşan “iyi adamlar” olarak sunmaya devam etmekle kalmıyor, ülkede çok fazla insan da bu yalanların altında hizalanıyor. ABD’nin Ukrayna’da yürüttüğü devam eden vekalet savaşı da bir istisna değil. Bu, temelde “demokrasi ile otokrasi veya otoriterlik” arasındaki bir savaş değil. Bu emperyalist güçler arasında -ABD/NATO’nun Ukrayna halkını ve ordusunu kendi çıkarlarını ilerletmek için kullandığı- her birinin kendisini egemen dünya gücü olarak tahkim etmeye çalıştığı rakip emperyalist güçler arasındaki bir savaş.

Son birkaç hafta içinde meydana gelen veya gün ışığına çıkan aşağıdaki iki olaydan ABD’nin Ukrayna’da vekaleten yürüttüğü savaşın doğası hakkında neler öğrenebileceğinizi bir düşünün.

Kuzey Akımı Boru Hattı Patlamaları—Suç ve Örtbas

Eylül 2022’de, patlamalar Baltık Denizi’nin altındaki iki büyük doğal gaz boru hattını (Kuzey Akım 1 ve 2) parçaladı. Rusya’dan Almanya’ya uzanan boru hatları, Batı Avrupa’ya ana doğal gaz tedarikçisiydi. Biden yönetimi yetkilileri hemen Rusya’nın sorumlu olduğunu söyledi ve Joe Biden patlamaların “kasıtlı bir sabotaj eylemi” olduğunu ilan etti. ABD’nin “tam olarak … olanların temeline ineceğine” söz verdi.

6 Haziran 2023’te Washington Post, bir Avrupa istihbarat raporunun Ukrayna ordusunun denizaltı borularına bir saldırı planladığını gösterdiğini bildirdi. Operasyonları doğrudan Ukrayna ordusunun başkomutanına rapor veren Ukraynalı bir dalgıç ekibi gerçekleştirdi. Yazıda, patlamalardan üç ay önce, Haziran 2022’de “Biden yönetimi bunu yakın bir müttefikinden öğrendi” deniyordu. Ukrayna cumhurbaşkanı Volodymyr Zelensky, sabotaj görevinin operasyonel ayrıntıları hakkında kasıtlı olarak bilgilendirilmedi, bu nedenle saldırının “makul inkar edilebilirliğini” sürdürebilirdi. Bilinmeyen şey, ABD’nin sabotajcıların eğitimi ve tedarikine ne ölçüde dahil olduğu ve Biden ile diğer üst düzey ABD yetkililerinin bununla ilgili tam olarak ne bildiği. Post‘un bildirdiği gibi, Amerikalı ve NATO yetkilileri Rusya’ya karşı savaşta bir sonraki adımlarını planlamak için bir araya geldiklerinde, hepsi “Kuzey Akımı hakkında konuşmamaları” gerektiğini biliyorlar.

Ukrayna tabur subayı boynunda faşist Azov Taburu’nun sembolü dövme yapılmış, Temmuz 2017. Fotoğraf: AP

Son zamanlarda, Batı medyasında Ukraynalı askerlerin üniformalarında Nazi amblemi taşıdığını gösteren çok sayıda fotoğraf yayınlandı. New York Times ve diğer önde gelen ABD medya kuruluşları bunu yumuşak bir şekilde açıklamaya çalıştı. Savaş Çalışmaları Enstitüsü’nden Jennifer Cafarella’nın PBS’de söylediği gibi, gerçek Nazilerin – bilirsiniz, miğferlerine swastika sembolleri koyan türden – ABD adına savaşmalarının gerçek bir endişe nedeni olmadığını savunuyorlar. “Bazen düşmanımın düşmanı savaşta dostumdur.”

Aleni bir şekilde Naziler uzun zamandır Ukrayna ordusunun bir parçası. Beyaz üstünlükçü ve faşist Azov Taburu’nun kurucusu Andriy Biletsky, 2010’da Ukrayna’nın ulusal amacının “dünyanın beyaz ırklarına son bir haçlı seferinde önderlik etmek” olduğunu söyledi. ” Biletsky’nin takma adı “Bely Vozd” yani beyaz hükümdar.” Azak Taburu, 2014’ten beri Ukrayna Ulusal Muhafızlarının bir parçası.

Times’a göre, ‘’Ölümün Başı’’ olarak adlandırılan kafatası ve kemiklerin görüntüsünün yer aldığı yamalar, “ön cephede savaşan [Ukraynalı] askerlerin üniformalarında düzenli olarak” görülüyor. Ölümün Başı resmi, 2. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarını koruyan bir Nazi birimi tarafından giyildiğinden dünya çapında kötü bir üne sahip. Times, Yahudi soykırımıyla övünen görüntülerin Ukraynalılar tarafından sergilendiğinde bir şekilde farklı ve o kadar da tehditkar olmayan bir anlam kazandığı bahanesini kayıtsızca ve yorum yapmadan kabul ediyor, Ölümün Başı’nın “Nazizmi değil, Ukrayna egemenliğini ve gururunu simgelediğini” söyleyen bir askerden onaylayarak alıntı yapıyor. Ukrayna’da bu sembolün ne anlama geldiğini düşündüğünüzde üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçek var: “Yahudi soykırımı kurbanlarının dörtte birinden fazlası, yani yaklaşık 1,5 milyon insan, bugünkü Ukrayna topraklarında öldürüldü.” (vurgu bizim)

Times editörleri, Joe Biden ve diğer Batılı liderlerin “demokrasi” dediği şeyi savunmak için savaşan alen, Nazilerin bir halkla ilişkiler meselesi olduğunu ve bunun önemsiz olduğunu düşünüyor gibi görünüyorlar. Sean Penn ve Timothy Snyder gibi dalkavukların muhtemelen bununla bir sorunu yok.

Peki ya sen? Bu sana ABD’nin Ukrayna’da vekilleri aracılığıyla yürüttüğü savaş hakkında ne söylüyor? Peki bu konuda ne yapman gerektiğini düşünüyorsun?


Yazının kaynağı için tıklayınız.




Biden Avrupa’da: Emperyalist Tehditler ve Rusya ve Çin

Editörün notu: Aşağıdaki kısa yazı revcom.us sitesinde Amerika ve dünyadaki güncel siyasi durumun analiz edildiği bir yazıdan alınmıştır. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan G-7 ve NATO açıklamalarının ne anlama geldiği, bunların hangi zorluklardan kaynaklandığı ve hangi zorlukların masada olduğu gibi konuları irdeleyen bu çeviriyi okurlarımızın dikkatine sunuyoruz. Yazının orijinali için: https://revcom.us/a/705/basic-news-round-up-en.html


Amerikan başkanı Joe Biden ilk denizaşırı seyahatinde, G-7 Zirvesi’ne (Amerika’nın başı çektiği yedi en büyük emperyalist güç) katılıp, Avrupa Birliği ve NATO  yetkilileri ile görüşmenin yanında, Rusya başkanı Vladimir Putin ile de görüşmek üzere Avrupa’ya gitti. Biden ‘’Amerika’nın geri döndüğünü’’ belirtti, bu aslında Avrupalı müttefiklerine; askeri ve ekonomik meselelerde devamlı olarak sataşan Trump’a kıyasla zıt bir yönelmeydi. Bunun bir anlamı da Biden’ın Avrupa seyahatine Rusya ve Çin’e karşı keskin tehditlerin damga vurduğudur.

Amerika bundan önce Putin’in Rusya’sını Amerika’ya yönelen petrol boru hattı şirketi Colonial Pipeline’nın işletim sistemine saldırı gibi siber saldırılardan sorumlu tutuyordu. Avrupa seyahatinin başında Biden şöyle söylüyordu: ‘’Eğer Rusya hükümeti zararlı aktivitelere girişirse Birleşik Devletler buna en anlamlı ve dirençli şekilde cevap verecektir.’’ Daha sonra ise Biden’la olan görüşmenin hemen ardından NATO, Rusya’yı bir ‘’tehdit’’ olarak gören ve Çin’e karşı tehditkar bir dil kullanan bildirisini yayınladı. NATO bildirisi Çin’in Batı ittifakına ‘’sistemsel zorluklar’’ konumlandırdığını ve ‘’Çin’e karşı yaklaşımımız ittifakın güvenlik çıkarları doğrultusunda olacaktır’’ diye ilan ediyordu. Bu, Biden hükümetinin Çin’e karşı Savunma Bakanlığı inisiyatifleri de dahil olmak üzere pek çok yoldan çeşitli adımlar atarak Çin’i bir numaralı zorluk olarak hedef almasının ardından geldi.

Biden yönetimi altında Amerika’nın dışişleri politikası ve dünyadaki jeostratejik hareketleri anlamında tonu ve bazı politikaları değişebilir. Ancak hakikat şudur ki Trump/Cumhuriyetçi faşistler ve Demokrat Parti de kapitalist-emperyalist yöneticilerin temsilcileridirler; bunların bir numaralı önceliği Amerika’nın dünya bir numaralı sömürücüsü ve baskıcısı olarak çıkarlarını ilerletmektir. Ve Amerikan emperyalistleri için Çin [i], Amerikan tahakkümünün karşısında sadece Asya’da değil ama bütün dünyada gittikçe daha fazla tehdit olmaktadır.

Biden, on yıllar boyunca Amerika’nın uluslararası çıkarlarını savunarak emperyalist sicilini oluşturmuş bir ‘’Soğuk Savaş’’ savaşçısıdır [ii]. Bu manevra, bazı liberal emperyalist politikalara ve yaklaşımlara dönüş anlamına gelirken; bu, değişen ve pek çok zorluğun olduğu bir dünyada Amerikan tahakkümünü oturtma arayışının temelidir.


[i] Çin 1976 yılına kadar Mao Zedong’un ölümünü takiben yaşanan kapitalist darbeye yenilene kadar gerçekten sosyalist bir ülkeydi. O zamandan bugüne Çin bir dünya gücüne dönüşerek Amerika ile küresel tahakküm için rekabet etmeye girişti.

[ii] Örneğin bkz. Jeremy Scahill’in ‘’İmparatorluğun Politikacısı’’ projesinden Biden’ın 1973-2009 dönemi arası senatörlüğü ve 2009-2017 arası Başkan Yardımcılığı döneminden birkaç örnek:

  • Bill Clinton hükümeti altında Irak’ın yoğun bombalanmasını destekledi, bu Vietnam Savaşından beri duraksamadan en uzun süreli Amerikan bombalamasıydı, bu sırada uygulanan soykırımcı yaptırımlar pek çoğu çocuk olmak üzere 500.000 kişinin ölümüne neden oldu.
  • 1990’lardaki Kolombiya Planı’nın başaktörlerindendi. Bu dönemde ‘’uyuşturucuyla savaş’’ adı altında Amerika, Kolombiya’nın eli kanlı ordusuna her yıl yüz milyonlarca dolar gönderdi. Bu plan altında binlerce insan Amerika tarafından eğitilmiş güçlerce öldürüldü, 7 milyon insan evinden oldu.
  • 2001 yılında Amerika’nın Afganistan’ı işgalini kuvvetli bir şekilde destekledi, Afganistan’a ‘’Vuran ve öldüren adamlar… buraya silahlarıyla dönüp orada ateş etmeden önce kimseyi kontrol etmek zorunda olmayan başbelalarını’’ göndermek istediğini söyledi.
  • Senatonun Dış İlişkiler Komitesinin başkanı olara George W. Bush’un Irak’a askeri müdahalesini içeren önerisine evet oyu kullanarak Amerikan’ın bariz yalanlara dayanan ve kitlesel ölümlere, yerinden etmelere ve Irak halkları için bir dönüm noktası olan işgaline yeşil ışık yaktı.
  • Amerika’nın bütün diğer yönetici sınıf otoriteleri gibi İsrail’in Filistin halkına karşı soykırımcı eylemlerinin sadık bir destekçisi oldu-örneğin İsrail 2006 yılında Filistin ve Güney Lübnan’ı bombaladığında (1000’in üzerinde Lübnanlı öldü) Biden, İsrail’in ‘’doğru olanı yaptığını’’ söyledi.



Trump Halihazırda Seçimlere Müdahale Ediyor ve İktidarda Kalmak İçin Daha Fazla Şiddet ile Tehdit Ediyor

Editörün Notu: Aşağıdaki makale, Bob Avakian’ın geçtiğimiz günlerde çevirisi web sitemizde de yayınlanan “Oy Vermek Yeterli Olmayacaktır — Trump/Pence Hemen Şimdi Gitsin Talebi ile Sokaklara Çıkmalı ve Sokaklarda Kalmalıyız” başlıklı çalışmasının 2.bölümüdür.

Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/665/bob-avakian-voting-will-not-be-enough-pt2-en.html


Şu Anki Acil Durum, Trump/Pence Rejimini Acilen Gönderme İhtiyacı, Bu Seçimlerde Oy Vermek ve Devrim İçin Temel İhtiyaç Üzerine başlıklı 1 Ağustos bildirisinde şu önemli noktadan bahsettim;

“Bu kritik zamanda bu rejimi iktidardan uzaklaştırmak için şiddet içermeyen ve uygun olacak her yoldan yararlanılmalıdır. Ve eğer Trump/Pence rejiminin devrilmesini talep eden kitlesel protestolara rağmen bu rejim oy verme zamanı geldiğinde iktidarda kalırsa –temel olarak buna dayanmadan- bu rejimin gitmesi için gerekli tüm araçlar kullanılmalıdır ve bu süreç Trump aleyhine oy vermeyi de içermek durumundadır (eğer seçimin fiilen yapıldığını varsayarsak). Açık olmak gerekirse, bu durum kazanma şansı olmayan bazı adaylar için “tepki oyu” vermek demek değildir, Trump’a karşı etkili bir şekilde oy kullanmak Demokrat Parti adayı Biden’e oy vermek anlamına gelir.”

Bununla beraber güçlü bir şekilde şunu da belirttim:

“Bu rejimi devirmek için sadece oy verilmesine güvenmek neredeyse kesin olarak çok kötü, hatta feci sonuçlara yol açacak bir durumdur. Bu durum özellikle de mevcut rejimin halihazırda yaptıkları ve Trump’ın seçimlere ilişkin söyledikleriyle daha da geçerlidir.”

Trump/Pence Rejimi Halihazırda Oyları Bastırmaya Başladı

Trump ve destekçilerinin devamlı olarak zorbalığa başvurmaya devam etmesi, insanların -Trump’ın temsil ettiği her şeyden nefret edenlerin bile- kısa süre önce işlenen zorbalıkları unutmasına neden oluyor. Bununla birlikte Trump’ın posta yoluyla oy vermenin büyük bir sahtekarlığa yol açacağı ve seçimin gerçek sonucunu öğrenmenin haftalar, aylar, hatta yıllar sürebileceği şeklindeki tamamen yanlış iddialara dayanarak seçimin “ertelenmesi” fikrini çoktan “ortaya attığını” unutmamak çok önemlidir. (Not: haftalar, aylar ve hatta yıllar – bu süre zarfında Trump iktidarda kalmakta ısrarcı olacaktır!)

Trump ve destekçileri, pek çok Siyahinin ve Trump’a karşı yoğun bir şekilde oy kullanması muhtemel diğerlerinin oylarını bastırmak için hamleler yapıyor. İşte göze çarpan bir örnek: Florida eyaletinde (ki burası Trump’ın kazanmasının zorlu olduğu bir eyalettir) Cumhuriyetçilerin kontrolündeki yönetim, hüküm giymiş suçluların oy kullanma hakkını geri veren Florida Anayasası’ndaki değişiklikleri baltalamak için çalışma yapıyor. Böylesi bir durum, çoğu Siyahi ve Latino kökenli yaklaşık 800.000 kişinin oy kullanma hakkını elinden alabilir. (1)

Trump’ın görevlileri ve faşist haydutları, özellikle de önemli “savaş alanı” niteliğindeki eyaletlerde “dolandırıcılığa dikkat etme” bahanesi ile sandık yerlerine gitmek üzere örgütlenme sürecindeler. Trump’ın faşist dünyasında yalan söylemek bir yaşam tarzı ve standart işleyiş prosedürüdür. “Kanun ve düzen” dediklerinde, polisin Siyahileri ve Melez halkı katletmesini kastederler. Onlara göre hakikatler  zaten “sahte haberlerden” başka bir şey değil ve onlar yalnızca Trump’ın bilebileceği şeyler olduğunu ve aslında “bilimin bunları bilmediğini” iddia ediyorlar. Dolayısıyla, “seçim sahtekarlığından” bahsettiklerinde, aslında halkın Trump aleyhine oy vermesini kastediyorlar. Trump kampı tarafından örgütlenen bu faşist serserilerin yapmayı planladığı şey, halkın Trump’a karşı oy kullanmasını -tehdit, güç ve şiddet yolu ile- engellemektir.

Michael Cohen -10 yıldan fazla bir süre Trump’ın kişisel avukatlığını ve “tamirciliğini” yapmıştır- Trump’ın iktidarda kalmak için her şeyi yapacağını, hatta ulusal bir acil durum yaratmak için bir savaş başlatacağı uyarısını birden fazla kere dile getirdi. (2) Hem patolojik, hem de belirli bir amacı bulunan bir yalancı olan Trump, COVID-19 pandemisini aslında ne kadar ciddi bir tehlike oluşturduğunu bile bile kasıtlı olarak ve defalarca küçümsedi. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) gibi hükümet organlarını, kendi siyasi amaç ve hedeflerine hizmet etmesi için COVID-19 salgını hakkındaki bulguları ve tavsiyeleri eğip bükmeye zorladı. Seçimlerden kısa bir süre önce, COVID-19 ile ilgili korkunç pervasızlığının açığa çıkmasını telafi etmesi ve kendini bu pandemide halkın “kurtarıcısı” olarak sapkın bir şekilde ilan etmesi giderek daha muhtemel görünüyor. Trump, böyle bir aşının yalnızca etkili olmakla kalmayıp güvenli olup olmadığı da bilimsel olarak belirlenmeden önce, başkanlık yetkisini aşının kullanımına onay verilmesi için baskı yapma maksadıyla kullanacaktır.

Trump, Muhalefeti Şiddetle Bastırdı ve Çok Daha Büyük Bir Şiddetle Tehdit Etti

Unutulmaması gereken bir diğer husus ise, Trump’ın silahlı, beyaz üstünlüğünü savunan fırtına birlikleri tarafından (“İkinci Değişiklik halkı” olarak adlandırdığı) şiddeti haklı çıkarmak ve desteklemekle kalmayıp, açıkça şiddeti teşvik etmesidir. Protestoculara şiddetle saldıran polisleri destekledi ve Washington, D.C., Portland ve diğer şehirlerdeki protestolara saldırmak ve bastırmak için hükümetin silahlı kuvvetlerini kullandı. (Seçimin gerçekte yapıldığını varsayarsak), seçimin gerçek sonucuna bakılmaksızın, Trump’ın kendisini kazanan ilan edeceğine ve iktidarda kalmak için şiddet dahil elinden geleni yapacağına dair halihazırda pek çok kanıt mevcut ve sürekli olarak daha fazla kanıt ortaya çıkıyor. Revcom.us’ta yayınlanan son bir makalede belirtildiği gibi:

“Faşistlerin ne düşündüklerine ve hatta ne planladıklarına bir başka bakış, uzun süredir Cumhuriyetçi bir görevli ve Trump yardakçısı olan Roger Stone’un ağzından geldi. (Temmuz ayında Trump, Kongre’ye yalan söylemekten suçlu bulunan Stone’un 40 aylık hapis cezasını hafifletti.) Stone, online yayınlanan Infowars programında Alex Jones ile bir görüşmede -Jones da Trump yanlısı bir komplo teorisyenidir- Trump’ın Kasım’daki seçimleri kaybetmesi durumunda “sıkıyönetim” ilan etmeyi düşünmesi gerektiğini veya Ayaklanma Yasası’na başvurması gerektiğini belirtti.” (3)

Stone ayrıca, “Başsavcı” William Barr’ı (Trump’ın Adaletsizlik Dairesi başkanıdır, yasadışı baskının baş uygulayıcısı ve rejimin fırtına birliklerinin “komutanıdır”) eğer Trump kaybederse bu “sıkıyönetim” bildirisine göre harekete geçmeye hazır bir gücü şimdiden hazırlamaya çağırdı. Stone’un, Trump’ın seçimi kaybetmesi durumunda görevde kalması için açıkça şiddet kullanmasını istediğini unutmayın.

Ve bu rejimin diğer fanatik destekçileri, hükümet içinde ve dışında, taraftarlarını seçimlere hazırlanırken silahlanmaya çağırıyor. Trump ve onun faşist destekçileri tarafından açıkça ilan edilenleri ciddiye almamak çok büyük bir hata olur.

Bununla birlikte, bu faşist tehditler, şiddet eylemleri ve daha da fazla şiddet uygulamasına yönelik hazırlıklar gerçekten ne kadar tehlikeli olursa olsun, bunlardan korkmak ve bütün bunlara teslim olmak çok daha büyük bir dehşete yol açacaktır.

Trump’ın oyları bastırma girişimlerine aktif olarak ve  kararlılıkla karşı çıkılmalıdır; ve insanlar şimdi ve sürekli olarak harekete geçmeli ve Trump/Pence rejiminin bütün olarak gitmesini talep etmelidir.

Demokratlara Güvenemeyiz, Kasım Ayına Kadar Bekleyemeyiz

Bu dizinin 1. bölümünde Demokratların Trump/Pence rejimini ve destekçilerini niçin faşist olarak tanımlamadıklarının nedenlerini inceledim ve şunları belirttim:

“Bu durum, Trump/Pence faşist rejiminin -tekrar tekrar ve artan bir şekilde- bu sistemin “normlarını” ayaklar altına almalarıyla Demokratların baş etme girişimlerinde ve bunun karşısında ne yapıp ettiklerinde görülebilir. Demokratlar defalarca bu faşist rejimin meydan okuduğu ve tanımadığı ya da faşist hedeflerine boyun eğdirdiği “normları” ve mahkemeler, kongre oturumları ve yargılamalar vb. gibi kurumları kullanmaya çalışarak bununla başa çıkmaya çalıştılar ve Demokratlar defalarca başarısız oldu. Yine de bu rejime karşı çıkmak için bu “normlara” ve prosedürlere başvurmaktan başka bir yol aramayı inatla reddediyorlar. Yaptıkları şey budur ve Trump’ın yaklaşan seçimlerde oyları bastırma yönündeki artan ve yoğunlaşan hamleleri ve açıkça belirttiği gibi seçim sonucu ne olursa olsun iktidarda kalarak kazananı kendisi ilan etme konusundaki kararlılığı karşısında dahi Demokratlar bütün bunları yapmaya devam etme eğiliminde olacaklardır.” (4)

Biden ve Demokratlar, toplumda bu kadar sert çatışma, şiddet ve “kaos” olmasının nedenini -ve defalarca bunda ısrar etmişlerdir- “Trump’ın bizleri birleştirmemesi ve bölmesinde” görüyor. Ancak gerçek şu ki, Trump bu ülkedeki faşist güçlerin “toplanma noktası” ve “mızrak ucu” haline gelirken, iktidar yapıları içinde ve daha geniş olarak da halk kitleleri arasında faşizmin neden bu kadar kuvvetli bir güç haline geldiğinin köklü gerekçeleri ve nedenleri bulunur. Biden ve Demokratlar, hatalı bir şekilde iddia ettikleri gibi “ülkeyi bir araya getiremezler”, çünkü bu faşistlerle -yani “şikayetleri” beyaz üstünlüğü, erkek üstünlüğü, zenofobi (yabancı düşmanlığı), kuduz Amerikan şovenizmi ve çevrenin sınırsız yağmalanması üzerindeki herhangi bir sınırlamaya karşı fanatik nefrete dayanan ve giderek kelimenin tam anlamıyla kaçıkça ifadelerle kendini gösteren- bu faşistlerle “uzlaşma” olamaz. Bu faşistlerin şartlarıyla ve bütün bunların korkunç getiri ve sonuçlarıyla “uzlaşma” olamaz!

Ayrıca şunu da belirtmiştim:

“Ve tüm bunlar, bu seçimin gerçek sonucu her ne olursa olsun (eğer gerçekten yapıldığını varsayarsak), Trump kendisini “kazanan” ilan edip görevden ayrılmayı reddederse, Trump/Pence rejiminin devrilmesini talep eden gerçekten büyük bir seferberliğin yokluğunda, çok büyük olasılıkla Demokratlar’ın Trump’a teslim olma olasılığına işaret ediyor.”

Bu durum, Biden’a oy vermenin yersiz olacağı ve hiçbir fark yaratmayacağı anlamına gelmez. Trump’tan nefret eden pek çok insan, aynı zamanda Biden’a hevesli olmadıklarını da kesin bir şekilde ifade etmiş bulunuyor. “Biden coşkusu” -ya da böyle bir hevesin olmaması- gibi şeyler gerçekten de konunun dışındadır. Ve olayları böyle bir şeye dayandırmak, büyük cehaleti ya da önemli çıkarları kasıtlı olarak görmezden gelmeyi içerir. Biden’a oy vermenin nedeni, Trump’a ve tüm rejimine karşı oy kullanmaktır. Ve bu durum toplumsal adaleti gerçekten önemseyen, faşist bir Amerika’da yaşamayı reddeden, Trump “yeniden seçim yetkisi” alırsa sadece bu ülkedeki halklar için değil tüm insanlık için bunun ne anlama geldiğini önemseyen, bunun gerçek bir felakete neden olacağı hissine sahip herhangi bir kişi için yeterli bir sebep olmalıdır. Bu nedenlerden dolayı, 1 Ağustos Bildirimde de belirttiğim gibi, eğer o noktaya gelinirse -seçim zamanı geldiğinde Trump/Pence eğer rejimi halen iktidardaysa- o zaman Trump’a karşı oy kullanmak doğrultusunda Biden’e oy vermek çok önemli ve gerekli olacaktır.

Bu Bildiride de vurgulandığı gibi, “Bu seçimden çıkabilecek yalnızca tek bir ” iyi “olabilir: Trump’a ve tüm faşist rejime kesin bir yenilgi yaşatmak.” Bunu yapmak, köklü çelişkilerden doğan ve onlarca yıldır güçlenen faşizme “son vermez”. Ancak, 1 Ağustos Bildirisi’nin daha da vurguladığı gibi: Bu rejime kesin bir yenilgi yaşatmak, “Trump/Pence rejiminin temsil ettiği her şeye ve bu sistemin tüm baskı ve adaletsizliklerine karşı mücadeleyi sürdürmek için çok daha iyi koşullar yaratacak ve dünya halklarına büyük bir hediye olacaktır.”

Aynı zamanda, söz konusu Bildiride de belirtilen ve burada ayrıca vurgulanan tüm nedenlerden dolayı -Trump’ın seçimleri gasp etmek için şimdiden yaptığı hamleleri ve o seçimin gerçek sonucu ne olursa olsun iktidarda kalmak için elinden gelen her türlü yolu kullanma kararlılığından, ve aynı zamanda kendi hallerine bırakılan Demokratların Trump’a teslim olma ihtimali gibi nedenlerden ötürü- Kasım ayını beklemek ve oylamaya güvenmek büyük olasılıkla felakete yol açacaktır.

İnsanların çok geç olmadan, şu an gündemde olan şeyin gerçekliğinin gerçekten ve tamamen farkına varması gerekiyor. Pek çok kişi bazen üzücü bir boyun eğme ile Trump’ın ve rejiminin süregiden yalanlar yumağını ve gerçekten canavarca suçlu eylemlerini izledi. Onların bu rejimi, bir kesimi artık şok etmeyecek ve harekete de geçemeyecek noktaya kadar yıpratmış bulunuyor. Ancak bir kişinin öfkelenme ve bu öfkeye göre hareket etme yeteneğini kaybetmesi demek, aslında insanlığını kaybetmesi demektir. Ve karşı karşıya olduğumuz durum göz önüne alındığında, bu durum faşist rejimle ve bu rejimin insanlığı amansız bir şekilde sürüklediği felaketle işbirliği yapmak anlamına gelir.

Her  ne olursa olsun Trump’ın iktidarda kalmasında ısrar eden çılgın fanatizm, bu faşist rejimin temsil ettiği her şeyden nefret eden, bu rejimin insanlık için temsil ettiği gerçek varoluşsal tehdidi kabul eden ve bu rejimin gitmesi gerektiği konusunda haklı bir kararlılıkla ateşlenen kitlelerin bilinçli ve tutkulu yoğunlaşmasıyla karşılanmalı ve ezilmelidir.

Ve bunu gerçeğe dönüştürmek için, bu haklı kararlılık sadece Trump aleyhine oy vermeye yönlendirilemez. Şu anda acilen gerekli olan, RefuseFascism.org tarafından belirtildiği gibi “bu sistemin” normlarının “dışına çıkmak ve sokaklarda kararlı, şiddet içermeyen ancak sürekli mücadelede kitleleri seferber ederek bu rejimin devrilmesini” talep etmektir. Ve:

İhtiyaç duyulan kitlesel seferberlik, seçim sonrasında “bir gecede” inşa edilemez – ve şeyleri Demokratların ısrar ettiği çerçeve ve sınırlar içine hapsederek de inşa edilemez. 

Sokaklara Çıkmalı ve Sokaklarda Kalmalıyız. Sokaklarda Trump/Pence Rejiminin Hemen Şimdi Gitmesini Talep Etmeliyiz!

(Bu dizinin bir sonraki sonuç makalesi büyük bir meseleyi ele alacak: RefuseFascism.org tarafından organize edilen, Trump/Pence rejiminin ŞİMDİ GİTMESİNİ talep eden, şiddet içermeyen ancak sürekli olacak ve devamlı olarak büyüyeyecek kitlesel seferberlik, Trump/Pence rejiminin iktidardan gideceği bir duruma major bir şekilde nasıl öncülük edebilir veya nasıl katkıda bulunabilir?)


1) Bknz:  Florida Moves to Deny Voting Rights to Hundreds of Thousands of People Convicted of Felonies,” – revcom.us

2) Michael Cohen, 2019’da bir kongre komitesi önünde yaptığı ifadede, Trump’ın bu seçimi kazanmaması durumunda Kasım 2020 için planlanan seçim sonuçlarını tanımayı reddetme tehlikesinden bahsetti. Ve yakın zamanda yayınlanan “Disloyal, The True Story of the Former Personal Attorney to President Donald J. Trump” içinde Cohen, Trump’ın iktidarda kalmak için 2019’da Kongre huzuruna çıkmadan önce Kongre’ye yalan söylediğini itiraf etti. Trump’ın faşist yalan makinesi, Cohen’in Trump hakkında ortaya çıkardığı şeylerden ve ortaya koyduğu büyük tehlikelerden uzaklaştırılması için Cohen’in Kongre’ye yalan söylemek suçundan hüküm giymiş bir yalancı olduğu gerçeğine oynadı. Trumpçılar için mesele, kastettikleri yalanlar ve Cohen’in gerçekleştirdiği diğer aşağılık eylemlerdir—Bu durum tam olarak da talimat üzerine ve Baş Yalancı Trump’ın yararına yapıldı.

Trump’ın başkanlığının ilk yılları da dahil olmak üzere on yıldan fazla bir süredir Trump ile (veya onun için) çok yakın çalışan ve muhtemelen Trump’ı herkes kadar iyi tanıyan Cohen, Trump’ın yeğeni Mary Trump’ın söylediklerini doğruluyor: Irkçılık, kadın düşmanlığı (kadınlara yönelik nefret ve aşağılama) ve her yönüyle bağnazlık, Trump’ın varlığının merkezinde yer almaktadır.

3) Trump on Election Night Protests: ‘We’ll put them down very quickly.’” – revcom.us

4) Burada tırnak içine alınan kısımlar “Oy Vermek Yeterli Olmayacaktır — Trump/Pence Hemen Şimdi Gitsin Talebi ile Sokaklara Çıkmalı ve Sokaklarda Kalmalıyız” – 1.BölümDemokratlar Trump ile Gerektiği Şekliyle Mücadele Edemez” makalemden alınmıştır. 




Oy Vermek Yeterli Olmayacaktır — Trump/Pence Hemen Şimdi Gitsin Talebi ile Sokaklara Çıkmalı ve Sokaklarda Kalmalıyız

Editörün Notu: Bob Avakian’ın aşağıdaki açıklaması 11 Eylül 2020 tarihinde revcom.us web sitesinde yayınlanmıştır.

Kaynak için bkz: https://revcom.us/a/664/bob-avakian-voting-will-not-be-enough-pt1-en.html


1.Bölüm: Demokratlar Trump ile Gerektiği Şekliyle Mücadele Edemez

Şu Anki Acil Durum, Trump/Pence Rejimini Acilen Gönderme İhtiyacı, Bu Seçimlerde Oy Vermek ve Devrim İçin Temel İhtiyaç Üzerine başlıklı 1 Ağustos bildirisinde şu önemli noktadan bahsettim;

“Bu kritik zamanda bu rejimi iktidardan uzaklaştırmak için şiddet içermeyen ve uygun olacak her yoldan yararlanılmalıdır. Ve eğer Trump/Pence rejiminin devrilmesini talep eden kitlesel protestolara rağmen bu rejim oy verme zamanı geldiğinde iktidarda kalırsa –temel olarak buna dayanmadan- bu rejimin gitmesi için gerekli tüm araçlar kullanılmalıdır ve bu süreç Trump aleyhine oy vermeyi de içermek durumundadır (eğer seçimin fiilen yapıldığını varsayarsak). Açık olmak gerekirse, bu durum kazanma şansı olmayan bazı adaylar için “tepki oyu” vermek demek değildir, Trump’a karşı etkili bir şekilde oy kullanmak Demokrat Parti adayı Biden’e oy vermek anlamına gelir.”

Bununla beraber güçlü bir şekilde şunu da belirttim:

“Bu rejimi devirmek için sadece oy verilmesine güvenmek neredeyse kesin olarak çok kötü, hatta feci sonuçlara yol açacak bir durumdur. Bu durum özellikle de mevcut rejimin halihazırda yaptıkları ve Trump’ın seçimlere ilişkin söyledikleriyle daha da geçerlidir.”

Trump’ın Bariz Irkçılığı ve Beyaz Üstünlükçü Şiddeti Desteklemesi

Kasım ayı için planlanan seçimlerle ve iktidarı elinde tutmaya yönelik genel yaklaşımıyla ilgili  Trump’ın stratejisinin önemli bir parçası, “kanun ve düzen” çağrıları yaparak, bariz bir ırkçılığı her seferinde daha fazla uygulamaktır.  Trump, beyazların üstünlüğüne ve polis terörüne karşı devam eden protestoları “şiddet” olarak tasvir ediyor. Kendisi bu şiddetin kapsamı ve nedenleri hakkında alenen ve fena halde yalan söylüyor. Durumu birilerinin yağmaya ve tecavüze kalkıştığı kaba bir korku sahnesi olarak resmediyor. Trump’ın vizyonuna göre hepsi zaten beyazlardan oluşan banliyölerde bu meçhul kişiler evlere ve insanlara saldırıyor ve özellikle de kadınları hedef alıyor. Bu durum Jim Crow ayrımcılığı sırasında Siyahileri linç etmek için çeteler örgütleyen beyaz üstünlükçülerin kullandıkları aşağılık taktiklerin, ayrıca Hitler’in NAZİ Almanyasında Yahudilere yönelik nefret ve şiddeti nasıl açığa çıkardığının doğrudan bir “yansımasıdır”. Burada da gerçekler, Trump ve onun faşist rejimi ve destekçileri için önemli değildir, daha doğrusu onlara göre gerçekler kasıtlı olarak çarpıtılmalı, bunlara meydan okunmalı ve kelimenin tam anlamıyla ölümcül amaçlar uğruna saptırılmalıdır…

Beyaz üstünlüğüne ve polis terörüne karşı yapılan bu protestoların ezici bir çoğunlukla (yüzde 90’ından fazlasının) şiddet içermediği (örneğin Princeton Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada) gösterilmiştir; ve protestocular tarafından işlenen şiddet, görece önemsiz düzeyde olmuştur (küçük çaplı, kapalı alanlarda, genellikle polis karakollarında veya yakınında bazı yangınlar, yağmalama ve birkaç binaya çöp atılması gibi – yani ortada Trump’ın öne sürdüğü gibi bütün şehirlerin yakılıp yıkıldığı şeklinde bir tablo bulunmamaktadır). Ancak bunun da ötesinde, bu protestolarla bağlantılı şiddetin çoğu Trump destekçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Protestolara defalarca saldıran polisler ve silahlı faşist haydutlar gibi (Trump’ın “İkinci Değişiklik insanları” dediği kesimler gibi). Bu şekilde en az 20 protestocu öldürüldü. Trump ve destekçileri, beyaz üstünlükçülerin bu şiddetini haklı çıkarmaya çalıştı ve hatta bu şiddeti bariz bir şekilde yücelttiler…

Demokratlar ve genel olarak aynı kamptaki “ana akım medya” (CNN, MSNBC, New York Times, vb.) büyük ölçüde dikkatleri protestolardan uzaklaştırmaya ve Trump’ın daha savunmasız olduğunu düşündükleri meselelere kaydırmaya çalıştılar. Bunlar özellikle de, Trump’ın COVID pandemisini gerçekten pervasızca ele alması ve Trump’ın (veya ona atfedilen) ABD askerlerini aşağılayan ifadeleri gibi şeylerdi. Ancak Trump, beyazların üstünlüğüne ve polis şiddetine karşı protestolara yönelik ırkçı saldırılarına ve Demokratları, Siyah “haydutlar”, anarşistler ve diğer “aşırı solcular” tarafından şiddet ve “katliam” destekçileri olarak gösterme girişimlerine devam etti; ve bu durum Demokratları bütün bunlara yanıt vermeye önemli ölçüde zorlayacak bir etki yarattı. Peki Demokratların tepkisi ne oldu? Protestoların çoğunun barışçıl olduğunu belirttiler ve hatta Trump’ın şiddet istediğini söylediler; fakat aynı zamanda Demokratlar Trump’ın koyduğu şartları (ve tuzağı) büyük ölçüde kabul ettiler. Protestolarla bağlantılı şiddetin çoğundan kimin sorumlu olduğuna vurgu yapmadan -ve bu bir kez daha ezici bir çoğunlukla Trump destekçileridir- protestocular tarafından izlenen şiddeti kınamaya büyük önem verdiler. Demokratlar, burada polis şiddetini protesto eden ve (ezici bir çoğunlukla) protestoları barışçıl olsa bile polis tarafından daha fazla şiddete maruz kalanların yaşadığı acı ironiyi vurgulamadılar! Demokratlar bir başka dikkat çeken ironiyi daha vurgulamıyorlar: Trump ve destekçileri ırkçı şiddete karşı ezici bir çoğunlukla barışçıl protesto düzenleyen halkı kınadı ve onlara saldırdı, aynı Trump köleliği korumak ve yaygınlaştırmak amacıyla yüz binlerce Birlik askerini öldüren Konfederasyon “kahramanlarının” anıtlarını savundu.

Demokratların Stratejisi Sorunun Kendisini Güçlendiriyor

Trump’ın protestolara yaptığı saldırılar karşısında ve masum (beyaz) insanlara, onların mülklerine şiddetli bir şekilde saldırmaya meyilli “bu çeteci insanlara” ilişkin ırkçı korku hikayeleri karşısında Demokratların ve müttefiklerinin ne yaptıklarının -veya yapmadıklarının- iki temel nedeni var.  Birincisi Demokratların seçim stratejisi az sayıdaki “değişken eyalette” nispeten az sayıda “değişken seçmeni”, büyük ölçüde banliyölerdeki beyazları kazanmaya odaklanmış durumdadır. Bundan kaynaklı ve bir kez daha Trump’ın koyduğu şartları büyük ölçüde kabul eden Demokratlar, bu seçmenlere Demokratların da banliyölerdeki beyaz “değişken seçmeni” dikkate alarak, sözde şiddet içeren bu protestoları kınadıkları -ve bunları bastırmak için hükümet gücünün kullanılması- konusunda güven vermeyi çok önemli görüyorlar. Burada kendi başına bunun çok hatalı ve sapkın olduğu söylenmelidir ve bu muhtemelen bir kaybetme stratejisidir. Sadece protestolarla bağlantılı şiddetin çoğunun Trump destekçileri (polis dahil) tarafından gerçekleştirildiği ve protestoların kendilerinin ezici bir çoğunlukla barışçıl olmasından değil; ancak, protesto eden herkesin niyeti tamamen barışçıl kalmak olsa bile, polis ve silahlı “sivil” ırkçılar tarafından kışkırtıldığında yine de şiddet olacaktır, çünkü Trump ve destekçileri protestocular her ne yaparsa yapsın şiddet uygulamaya ve bunu şiddetlendirmeye devam edecektir.

Bu noktada, birkaç eyaletteki oylamanın esasen başkanlık seçimlerinin sonucunu belirlediği doğrudur—Öyle ki, önceki başkanlık seçimlerinde Trump örneğinde olduğu gibi, birisi halk oylamasını kaybedebilir ve yine de başkan olabilir. Ancak bu gerçeklik göz önüne alındığında bile, Demokratlar için çok daha iyi işleyebilecek bir seçim stratejisi, Trump’ın tüm ırkçı yaklaşımına doğrudan ve güçlü bir şekilde karşı çıkmak, Siyahi halka ve diğer beyaz olmayan halklara ve çok sayıda beyaz insana, özellikle de toplumsal adaletsizliğin, bariz eşitsizliğin ve yaygın polis şiddetinin sona erdirilmesine yönelik kesin bir istekle motive olduklarını gösteren genç kuşaklara hitap etmek olacaktır. Bu teorik olarak Demokratların başvurmaya odaklanabilecekleri büyük bir “depodur”.

Ancak Demokratlar bunu yapmayacaktır ve yapamazlar da. Ve bu durum bizleri Demokratların olaylara şu anki şekliyle yaklaşmasının daha derin nedenlerine götürür. Her ne kadar mevcut durumda polis terörüne karşı kitlesel bir başkaldırı olsa da, Demokratlar -bu kapitalizm-emperyalizm sisteminin temsilcileri olan Demokratlar-  genel hatlarıyla “polis reformundan” bahsetme ihtiyacı duymuşlardır. Polisin içerdiği ırkçı şiddetle birlikte bu sistemin baskıcı “kanun ve düzenini” uygulaması için temel ihtiyaç olduğu konusunda oldukça kararlıdırlar. Dolayısıyla Demokratlar, bu polis şiddetinin sona ermesi gerektiği yönündeki güçlü ve yaygın his ile fiilen birleşen bir kampanya yürütemezler. Aynı zamanda, bu sistemin temsilcileri ve geleneksel kurumlarının ve “istikrarın” koruyucusu olarak Demokratlar aslında bu sistemin içine inşa edilmiş ve sistem için gerekli olan polis terörünü ve beyaz üstünlüğünü sona erdirmek için on milyonlarca insana başvurma ve bunu daha da artırma temelinde bir seçim kazanmak istemezler ve bu temelde hükümete başkanlık etmek de istemezler. Demokratların bakış açısından, “sakinliğe ve normale dönüş” özlemlerine başvurmak daha iyidir -bunun birçok orta sınıf banliyöde yankılanması muhtemeldir- fakat faşist güçler buna izin vermeyeceği için, büyük ölçüde “sakinlik ve normallik” olmayacaktır.

Faşistlerin “Yakınmalarına” Başvurmak Yalnızca Faşizmi Güçlendirecektir

Bir kez daha, 2016 seçimleri sırasında ve hemen sonrasında olduğu gibi “ana akımdan” sesler ortaya çıkmış durumda (CNN’den New York’un Demokrat Valisi’nin kardeşi Chris Cuomo ve küresel kapitalizmin “büyük yararlarının” önde gelen bir savunucusu olan Thomas Friedman’a kadar) Biden ve Demokratların, bu kez kazanmak için insanları aşağılamak yerine onların “şikayetlerini” kabul ederek Trump’ın “tabanına” başvurmaları gerektiğini savunanlar var. Fakat bu faşizmin köklü temelleri var ve bu faşistlerin zihinleri onlara “iyi davranarak” veya “şikayetleri” “meşruymuş” gibi davranarak değişmeyecek. Benim (ve bu faşizm fenomenini ciddi şekilde inceleyen diğerlerinin) işaret ettiği gibi, gerçek şu ki, bu “şikayetler” beyaz üstünlüğü, erkek üstünlüğü, zenofobi (yabancı düşmanlığı), kuduz Amerikan şovenizmi ve çevrenin sınırsız yağmalanmasından kaynağını alır. Ve en temel ifade ile Demokratlar, tüm bunları somutlaştıran ve uygulayan mevcut kapitalizm-emperyalizm sistemini temsil etseler de, Cumhuriyetçi parti giderek daha açık bir şekilde faşist hale gelmiş ve eşitsizliği, zulmü ve yeryüzünün yağmalanmasını agresif bir şekilde teşvik ederek ayrıca bilimsel yöntemi ve rasyonel düşünceyi reddederek ve ona karşı tutkulu bir öfke ile kendi “tabanını geliştirip örgütlemiştir.” Örneğin, Afro-Amerikan ilahiyatçı Hubert Locke’un özellikle bu faşizmin itici gücü olan Hıristiyan köktendincilere hitap eden şu önemli analizi var:

“Bunun gücünü geliştiren ve desteğini esas olarak ulusun sözde kalbi denen topraklarda ve özellikle de güney bölgelerinde bulan bir hareket olması tesadüf değildir. Burası, Amerika Birleşik Devletleri’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası hiçbir zaman rahat etmeyen kısmıdır. Savaştan sonraki kısa normallik dönemini, on yıl içinde özellikle Güney’de, yüzyıllarca kültür ve geleneği altüst eden, bastırılmış ve uzun süredir gecikmiş bir ırksal devrim izledi. Yirmi yıl sonra, Güneydoğu Asya’da halk düşmanı bir savaşta yaşanan hayal kırıklığı Amerikan yaşamındaki geleneksel/konvensiyonel vatanseverliğin temellerini sarstı; sonraki on yılı, Amerikan halkının bu kesiminde kadınların toplumdaki ikincil konumu ve gey ve lezbiyenlerin Amerikan yaşamındaki yeri hakkında derinden yerleşik görüşleri alt üst eden bir cinsel devrim izledi. Bu siyasi, sosyal ve kültürel yenilgiler şimdi son yarım yüzyılda zamanda geri gitmek ve Amerika’yı savaş öncesi saflığına döndürmek için zorlu bir savaşa dönüştü. Örneğin okullarda yaratılışçılığı öğretmenin sağcı dinci gündeminin bu kadar önemli bir parçası olması boşuna değil. Bu, 1920’lerin ortasında sağın kaybettiği bir savaştı, ancak sağın yenilgiyi kabul ettiği bir savaş değildi – tıpkı bazı ölümsüzlerin İç Savaşı kaybettiğini asla kabul etmemesi gibi. Sonuç olarak, dinci sağın peşinde olduğu restorasyon yarım asır önce bu ulusta kaybolan bir yaşam biçimini yeniden ele geçirecek bir restorasyondur.” (1)

“Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak” aslında bu anlama geliyor. Demokratlar, sözüm ona sosyal adaleti önemseyen ve çevresel krizi ele alan parti olarak kendi “kimliklerini” terk etmeden bununla “rekabet edemezler”.

Bütün bunlar, Demokratların Trump/Pence rejimini gerçekte olduğu gibi -yani faşist olarak- tanımlamamasının temel nedenleriyle de bağlantılıdır, önceden de vurguladığım gibi faşizm “sadece korkunç politikalar meselesi değil, aynı zamanda en temel haklar olduğu varsayılan şeylerin acımasızca bastırılmasına ve ihlaline dayanan niteliksel olarak farklı bir yönetim biçimidir.” (2) Her şeyden önce, bu rejimin aslında faşist olduğunu kabul ederseniz, bu tüm sistem hakkında çok büyük soruları gündeme getirir ve böyle bir faşist rejimin nasıl iktidara gelebileceği -askeri darbe gibi bir şeyle değil, bu sistemin “normal kanalları” ve kurumsal prosedürleri aracılığıyla olabileceği- anlaşılır. Ve bununla birlikte, bu rejimin faşist olduğunu kabul etmeniz, faşizmin yarattığı tehlikelerle başa çıkmak için yapılması gerekenler açısından çok büyük çıkarımlara varmayı kapsar. Gerçekte bu durum, bu sistemin “normlarının” dışına çıkmayı ve Faşizmi Reddet (RefuseFascism.org) tarafından tanımlandığı gibi, bu rejimin devrilmesini talep etmek için sokaklarda kararlı, şiddet içermeyen ama sürekli mücadelede içinde olacak halk kitlelerini seferber etmeyi gerektirir.

Bu Faşizme Karşı Acil Kitlesel Seferberlik İhtiyacı

Özetlemek gerekirse, Demokratlar böyle olmalarından ötürü -ne seçim ile ne de bu seçimlerin yapılacağı daha büyük durum ve gerçekte bu duruma dahil olan derin riskler karşısında- faşizmi üreten bu sistemin ve büyük ölçüde bizzat faşistlerin kurduğu şartlar ve sınırlar dahilinde herhangi bir şekilde tüm bunlarla baş etmeyecek ve bütün bunlarla başa çıkamayacaklardır.

Bu durum, Trump/Pence faşist rejiminin -tekrar tekrar ve artan bir şekilde- bu sistemin “normlarını” ayaklar altına almalarıyla Demokratların baş etme girişimlerinde ve bunun karşısında ne yapıp ettiklerinde görülebilir. Demokratlar defalarca bu faşist rejimin meydan okuduğu ve tanımadığı ya da faşist hedeflerine boyun eğdirdiği “normları” ve mahkemeler, kongre oturumları ve yargılamalar vb. gibi kurumları kullanmaya çalışarak bununla başa çıkmaya çalıştılar ve Demokratlar defalarca başarısız oldu. Yine de bu rejime karşı çıkmak için bu “normlara” ve prosedürlere başvurmaktan başka bir yol aramayı inatla reddediyorlar. Yaptıkları şey budur ve Trump’ın yaklaşan seçimlerde oyları bastırma yönündeki artan ve yoğunlaşan hamleleri ve açıkça belirttiği gibi seçim sonucu ne olursa olsun iktidarda kalarak kazananı kendisi ilan etme konusundaki kararlılığı karşısında dahi Demokratlar bütün bunları yapmaya devam etme eğiliminde olacaklardır.

Bütün bunlar -her ne kadar Biden’a oy vererek Trump aleyhinde oy kullanmak gerekli ve önemli olsa da- neden yalnızca oy vermeye güvenmenin ve yalnızca seçimlerin sorunu çözeceğini ummanın felakete yol açacağını ortaya koymaktadır.

Ve tüm bunlar, bu seçimin gerçek sonucu her ne olursa olsun (eğer gerçekten yapıldığını varsayarsak), Trump kendisini “kazanan” ilan edip görevden ayrılmayı reddederse, Trump/Pence rejiminin devrilmesini talep eden gerçekten büyük bir seferberliğin yokluğunda, çok büyük olasılıkla Demokratlar’ın Trump’a teslim olma olasılığına işaret ediyor. İhtiyaç duyulan kitlesel seferberlik, seçim sonrasında “bir gecede” inşa edilemez – ve şeyleri Demokratların ısrar ettiği çerçeve ve sınırlar içine hapsederek de inşa edilemez.

Gerçek olan -bu ülke hakkındaki gerçek ve Trump/Pence rejimi tarafından neyin temsil edildiği ve uygulandığı hakkındaki gerçek- adaletsizlik ve baskıya ve bu rejimin faşizmine karşı mücadelenin hayati ve acil bir odağı olarak hayata geçirilmesi gerektiğidir. Bu durum, seçimleri beklemeden, şu anda harekete geçerek ve sürekli bir şekilde bu rejimin gitmesi gerektiği yönündeki birleştirici talep etrafında sürekli seferberlik halinde olacak kitlelerle -önce binler sonrasında milyonlara ulaşacak kitlelerle- yapılmalıdır.

Kasım Ayını Beklemek ve Seçime Güvenmek Muhtemelen Felakete Yol Açacaktır:

Sokaklara Çıkmalı ve Sokaklarda Kalmalıyız, Trump/Pence Rejiminin Hemen Şimdi Gitmesini Talep Ediyoruz!


Referanslar:

1.Reflections on Pacific School of Religion’s Response to the Religious Right, Dr. Hubert Locke.  Bu makale revcom.us sitesinde mevcuttur.

BA’nın Toplu Eserleri içinde revcom.us’ta bulabileceğiniz faşizm meselesi üzerine kendi yazı ve konuşmalarıma ek olarak, özellikle Hıristiyan faşizmi fenomeni hakkında çok sayıda önemli çalışma yapılmıştır. Buna Katherine Stewart* ve Kristin Kobes Du Mez* tarafından yazılan son kitaplar da dahildir. Bunlar faşistlerin son derece baskıcı, gerici ve kelimenin tam anlamıyla kaçık görüşlerine ve amaçlarına sıkı sıkıya bağlı olduklarını ve sözde “meşru şikayetlerine başvurma girişimleriyle” harekete geçilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Örneğin yakın dönem önce yayınlanan “Patriyarşi ve Vatanseverlik – Agresif Erkek Üstünlükçülüğü ve Amerikan Üstünlükçülüğü – Tehlike ve Acil Değişim” makalemde Kristin Kobes Du Mez’un “Jesus and John Wayne: How White Evangelicals Corrupted a Faith and Fract a Nation” kitabındaki önemli bilgilerden yararlanılmaktadır. Ayrıca 2017’deki “Trump/Pence Rejimi Gitmeli! İnsanlık Adına Faşist Bir Amerika’yı Reddediyoruz!” konuşmamda Katherine Stewart’ın “The Good News Club: The Christian Right’s Stealth Assault on America’s Children” adlı kitabındaki önemli bir analizden alıntı yapılmaktadır.

2.Şu Anki Acil Durum, Trump/Pence Rejimini Acilen Gönderme İhtiyacı, Bu Seçimlerde Oy Vermek ve Devrim İçin Temel İhtiyaç Üzerine