Editörün Notu: Revcom.us yazarlarından ve Bob Avakian’ın mimarı olduğu yeni komünizmin önemli bir takipçisi olan Raymond Lotta’nın aşağıdaki makalesi 30 Kasım 2020 tarihinde yayınlanmıştır. Bu önemli makalenin çevirisini okurlarımız için aktarıyoruz.
Kaynak için bkz: A Vicious, Idiotic, and Irresponsible Attack on Communism — The Atlantic Equates Mao and Trump…Tossing Truth to the Wind (revcom.us)
Bob Avakian kısa bir süre önce şunları yazmıştı:
“Komünizme karşı -bilimsel yöntemi kaba bir şekilde ihlal ederek ve bariz bir şekilde hakikatlere aykırı olarak yapılan- “liberal” burjuva saldırıları, “liberallerin” devamlı olarak kınadıkları faşistlerin doğruları çarpıtması kadar gülünç ve çirkindir.”
Liberal entelektüel dergi The Atlantic‘in 22 Kasım 2020 tarihli online sayısı, bu noktada apaçık bir örnektir. Büyük devrimci önder Mao Zedong’un Donald Trump’a rehberlik ettiğini, onun da dünya hakkında benzeri delice komplo teorisi görüşleri benimsediğini iddia eden yalanlarla dolu bir makaleye yer verdiler. Makale iğrenç bir şekilde “Trump’ın Amerikasına Mao’nun Dersleri” başlığını taşıyor. Yazarı ise “Çin uzmanı” olduğunu iddia eden bir MIT profesörü Edward Steinfeld.
Ana akımın basılı ve dijital medyada platformlarında yer alan diğer anti-komünist akademisyenler gibi, Steinfeld de tarihi ve gerçeği alt üst çeviriyor. 1966-76 yılları arasındaki Kültür Devrimi’nde Mao’nun delice paranoyası ile güdümlenen kalabalık çetelerin terör uyguladıkları şeklindeki sahte ve zehirli anlatıya geri dönüyor. Steinfeld, Mao’nun takipçilerinin, Mao’nun teşvikiyle “Çin sisteminin en üst kademelerine yönelik karşı-devrimci komplolar ve Mao karşıtı kliklere dair tuhaf komplo teorilerini dolaşıma soktuklarını” iddia ediyor.
Steinfeld, o dönem Çin’de yaşanan gerçek karşı-devrim tehlikesini göz ardı etmektedir. Kültür Devrimi’nin gerçek amaçlarını yok sayıyor ve gerçek pratiklerini de açıkça çarpıtıyor. Mao’nun şiddet ve “illegal eylem” budalası olarak aptalca bir portresini çizmeye kalkıyor. Ayrıca, Mao’yu Donald Trump’a benzetiyor. Bunların hepsi kasıtlı ve gaddarca bir şekilde “hakikatin ezilmesi” yazısına katkıda bulunuyor. Şimdi kayıtları doğru tutalım.
1) Mao’nun 1966’da başlattığı Kültür Devrimi, “tuhaf komplo teorileri” tarafından değil, Mao’nun Çin toplumunun karmaşık gerçekliğine ve o sırada Çin’de sosyalizmin karşı karşıya olduğu somut tehlikelere ilişkin bilimsel analizi tarafından yönlendirilmiştir.
Mao, komünist devrimin tarihsel önemdeki problemlerinden birini çözebilmek için Kültür Devrimi’ni başlatmıştır. Bu sorun, komünizme ulaşma yolunda tüm sömürü ve baskılara son vermeyi amaçlayan bir devrimin nasıl sürdürebileceği meselesidir. Bu mesele, milyonları içeren kitlelerin bu problemi anlamasına, bununla boğuşmasına ve kapitalist restorasyonu önlemek için sosyalizm altında yeni devrimci mücadele biçimlerini nasıl başlatılacağına dairdi. Toplumdaki kurumlarda ve insanların düşüncelerinde daha fazla devrim yapmaya ilişkin bir meseleydi.
The Atlantic‘in makalesini okuyarak bunu asla öğrenemezsiniz. Kültür Devrimi hakkında derinlemesine bilgi edinmek için şu adresi ziyaret edebilirsiniz: Bildiğinizi Düşündüğünüz Şeyi Bilmiyorsunuz: Komünist Devrim ve Kurtuluşa Giden Gerçek Yol: Tarihi ve Geleceğimiz
Şimdi arka plana ilişkin bazı gerçekleri burada ele alalım.
1949’da Mao’nun önderliğindeki Çin devrimi zafer kazanmıştı. Bu devrim emperyalizmi ülkeden kovdu ve eski baskıcı ekonomik ve toplumsal düzeni paramparça etti. Mao’nun dediği gibi, Çin halkı artık ayağa kalkmıştı. Devrim, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bir sosyalist devlet iktidarı ve ekonomisini kurdu. Mao’nun önderliğinde yeni ve özgürleştirici toplumsal kurumlar ve değerler oluşturmak için yola çıkılmıştı.
Ancak 1960’ların başlarında, Çin Komünist Partisi ve hükümetin üst düzeylerinde ortaya çıkan yeni bir burjuva-kapitalist sınıf, iktidarı her yönden ele geçirmek için manevralar yapıyordu. Daha hızlı ekonomik büyüme ve daha yüksek yaşam standartları elde etmek adına iktidarın temellerini kapitalist ekonomik yönetim ve disiplin yöntemlerini uygulamaya koymak için kullanmaya başladılar; eğitimi elitist ve teknokratik bir temele oturtmaya çalıştılar. O dönemde Çin nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı kırsal alanları göz ardı ederek, kaynakları geniş çaplı olarak şehirlere yönelttiler. Bu kesimlerin ordu içinde de güçleri vardı ve eğitim, kültür, ekonomik planlama gibi önemli hükümet bakanlıklarında muazzam nüfuzları bulunuyordu. Bunlar gerçek ve gözlemlenebilir olgulardı. 1960’ların ortalarına gelindiğinde tıpkı Mao’nun tanımladığı gibi bu kapitalist yolcular artık iktidarı ele geçirmek için hareket ediyorlardı.
Fakat pardon, Steinfeld, Mao’nun düşman icat ettiğini ve tehditleri abarttığını söylüyor. Şimdi, ABD İç Savaşı’na dair sözde bir bilim adamının kalkıp size Lincoln’ün sırf kendi hırslarını haklı çıkarmak için Güneyli politikacılara dair komplolar uydurduğunu söylediğini lütfen bir düşünün. Kanıtlar aksini söylüyor. Kültür Devrimi’nde de kanıtlar aksini söylüyor. Gerçekten de devrimin tehlikede olduğunu ve bu kapitalist yolcuların Mao’nun ölümünden kısa bir süre sonra Ekim 1976’da bir darbe yaptıkları gerçeğini düşünürsek, acaba bu konuda daha fazla bir kanıta ihtiyaç var mı? Peki bu kapitalist yolcular iktidarı ele geçirdikten sonra -o dönem Deng Xiaoping tarafından yönetiliyorlardı- Mao’nun dediklerini mi yaptılar?
Çin’in sosyalist ekonomisini sistematik olarak yeniden yapılandırdılar ve Çin’i dünya kapitalizmiyle terbiye ettiler. Kurdukları kâra dayalı ekonomi ve milyarderlerin bolluğu da dahil olmak üzere dünyanın en aşırı servet ve gelir eşitsizliklerinden bazılarına yol açtılar. Savundukları hızlı ve kaotik kapitalist gelişme, dünyanın en kirli şehirlerinden ve nehirlerine yol açtı. İktidardaki kapitalist yolcular Kültür Devrimi’nin olağanüstü toplumsal başarılarını yerle bir etti. Buna 1970’lerin başında dünyadaki en evrensel, eşitlikçi, ihtiyaç temelli sağlık sistemi de dahildir.
Bunlar, Mao’nun karşı olduğu ve devamlı uyarısını yaptığı karşı devrimin gözlemlenebilir sonuçlarıdır… Fakat Steinfeld’e göre tüm bunlar aptalcadır ve Mao tarafından aptalca “öfke siyasetini” ilerletmek için uydurulmuş şeylerdir.
2) Kültür Devrimi’nin yöntemleri özgürleştiriciydi.
Mao, kitleleri bu yeni kapitalist güçlere karşı ayağa kaldırmaya onlara meydan okumaya ve onları yıkmaya çağırmıştı. Steinfeld’ın yaptığı şey tam da Mao’nun Ağustos 1966’da yayınladığı kapitalist yolcuların “karargahını bombalamak” için yayınladığı yönerge-sloganda yer alır. Ancak bu “bombardıman” politikti (aşağıdaki Notuma bakabilirsiniz).
Kültür Devrimi’nin ana mücadele biçimleri kitlesel tartışmalar (politika ve toplumun yönü üzerine bu kitlesel tartışmalar yapılıyordu) ayrıca kitlesel siyasi seferberlikti. Yeni ve daha katılımcı siyasi iktidar biçimlerine yol açan gösteriler, grevler, siyasi ayaklanmalar; gazeteler, duvar posterleri ve bu yeni-kapitalist programı dayatan ve iktidardakiler tarafından yönlendirilen otoritelerin halka açık toplantılar aracılığıyla kitlesel şekilde eleştirilmesiydi.
Bu mücadele yöntemleri, aşağıdaki rehberlik de dahil olmak üzere resmi ve geniş çapta duyurulan belgelerde açıkça belirtilmiştir: “Nerede bir tartışma olursa bunlar zor kullanarak değil, muhakeme yoluyla yürütülmelidir.”
Şimdi, Kültür Devrimi sırasında şiddet ve cinayetler de yaşandı. Fakat işte kanıtların gösterdiği şey:
*Birincisi, Kültür Devrimi’nin ana eğilimi bu değildi.
*İkincisi, işler şiddet içeren bir yöne gittiğinde Mao ve devrimci güçler bu tür eğilimleri her zaman kınadılar ve eleştirdiler: Açıklamalar, direktifler, başyazılar ve sahaya yapılan müdahaleler yoluyla bunu yaptılar.
İyi belgelenmiş ve ilham verici bir örnek, 1968’de Şanghay’da siyasi tartışmaların ve mücadelenin şiddetlendiği büyük bir üniversitede görüldü. Mao’nun da desteğiyle silahlı öğrenciler arasındaki çatışmaları durdurmak için silahsız işçilerden oluşan bir grup kampüse giriş yapmıştı.
*Üçüncüsü, Kültür Devrimi’nin şiddetinin çoğu aslında yeni kapitalist güçler tarafından, özellikle de Mao’nun itibarını düşürmek amacıyla kışkırtılıyordu.
Steinfeld, Kültür Devrimi’nin bir sonucu olarak Çin toplumunun kaba bir “doğa durumuna” dönüştüğü şeklindeki gülünç suçlamayı dile getiriyor. Yine saçmalıklar birikmeye devam ediyor. Gerçekte Kültür Devrimi’nin mücadeleleri, deneyimleri ve dönüşümleri sonucunda toplumun durumu değişmişti.
Yeni yönetim sistemleri, işçi ve köylü kitlelerini yeni ve çok daha geniş biçimlerle siyasal yaşama sokmaya başlamıştı… “Halka Hizmet Etmek” toplumsal yaşamın ve ilerlemenin ölçüsü ve motivasyonu haline gelmişti. “Açık kapı” araştırmaları, bilim insanlarını köylülerle birlikte deneyler yapmak ve onların hayatlarını paylaşmak için kırsal bölgeye getirmişti. Kadınların özgürleşmesi temalarını işleyen devrimci baleler sahneleniyordu. Belli ki, tüm bunlar profesörün yakındığı türden “trajediler”.
3) Gerçekte iki zıt kutup olan Mao ile Trump’ı denk göstermenin aptallığı…
Steinfeld, “Trump’ın Amerikası için Mao’nun Dersleri”ni sunarken kendini akıllı sanıyor. Oysa kendisi aptalın tekidir. Mao Zedong, dünya insanlığının her tür baskı ve sömürüden kurtuluşunu savunmuştur.
Mao, özellikle sosyalist toplumda devrimi sürdürme ve derinleştirme teorisi ve pratiğiyle komünizm bilimini ilerletmiştir. Donald Trump gerçeği reddeden, bilime saldıran, soykırımcı ırkçılığı, erkek üstünlüğünü savunan ve göçmen karşıtı nefreti yayan Amerikalı düpedüz bir faşisttir. Trump’ın komünist devrimci Mao Zedong ile ortak herhangi bir yanı olduğu fikri, bilimsel yönteme ve tarihsel gerçeğe bir parça saygı duyan herhangi biri için yalnızca gülünçtür. Bununla birlikte günüzüm bu kötürümleşmiş entelektüel ortamında bu zehirli anti-komünist saçmalık artık aşılabilmektedir.
Mao ve Trump’ı denkleştiren sahte ve manipülatif “yöntemi” açığa çıkarmak.
Öncelikle “yüzeysel benzerlikler yer değiştirilerek” işe başlanır. Trump kendisine karşı “derin devlet” temelli bir komplodan bahseder; Mao ise iktidarı ele geçirmek isteyen yüksek mevkilerdeki yerleşik güçlerden… İşte Steinfeld’e göre aslında her iki durumda aynı kumaştan kesilmiştir. Hayır, ortada tamamen temelsiz ve bilgisiz bir karşılaştırma durumu yer alıyor.
Mao, sosyalist toplumda devam eden toplumsal eşitsizliklerden ve farklılıklardan yola çıkarak çığır açan bilimsel bir analiz yaptı (Örneğin, toplumda bazı insanların halen esas olarak el işlerinde, diğerlerinin de fikir ve yönetim alanında çalıştığı gerçeği gibi) ve sosyalist ekonominin halen var olan burjuva özelliklerini değerlendirmişti (malların satışı ve transferi, para kullanımı gibi…) Böylesi bir topraktan yeni ve ayrıcalıklı güçler filizleniyordu. Ve sosyalist toplumda bu güçler yeni bir kapitalist sınıf olarak iktidarda olan komünist partisinde ve sosyalist devletin en üst kademelerinde en büyük güçlere sahipti.
Şimdi, böylesi bir bilimsel analizin Trump’ın deli saçması teorileri ve zırvalıklarıyla ya da sübyancılara dair QAnon’la ya da dünyayı yöneten gizli toplulukların ve cemaatlerin Yahudi karşıtı teorileriyle ortak yanı nedir?
İkincisi; “tüyler ürperten anti-komünist yalanları” tekrar eden ritüelvari sözlerdir.
Her zaman şunu duyarız: “Ama Mao milyonları katletti!” Kapitalist-emperyalist toplumun her kesiminden bunu duyarız. Böylesi yalanlar bir süre sonra toplumun “geleneksel sağduyusunun” ve baskın “entelektüel söyleminin” bir parçası haline gelirler.
Okurlar standart yalanların, çarpıtmaların ve komünist devrim hakkındaki yanlış beyanların incelenmesi ve çürütülmesi için www.thisiscommunism.org adresindeki Set the Record Straight projesini inceleyebilir.
Üçüncüsü, yalan makinesine hizmet eden “bayağı ve dürüst olmayan ukalalıklar” vardır. Aşağıdaki Notuma bakın.
Trump ve Mao birbirinden ayrı dünyalardır. Bunun hakkında bir düşün. Birkaç ay önce, beyazların üstünlüğüne karşı güzel bir ayaklanmaya ve polisin ırkçı cinayetine tanık olduk ve çoğumuz buna katıldı. Donald Trump, bu haklı protesto dalgasını kınadı ve polisi selamladı. Ayrıca Neo-Nazi suikastçılarını kışkırttı. Konfederasyon anıtlarını övdü ve protestoları bastırmak için federal polisi gönderdi.
Nisan 1968’de, Martin Luther King’in suikastından sonra, Siyahi halk, ABD’nin dört bir yanında muazzam isyanlar düzenlemişti. Devrimci Çin’de o dönem Mao Zedong, isyanlara güçlü bir destek bildirisi yayınlamıştı. Siyahi halkın bu haklı ayaklanmasının, “Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm sömürülen ve ezilen halklara tekelci kapitalist sınıfın barbar yönetimine karşı savaşmaları için bir çağrı” olduğunu ilan etmişti. “Dünyanın her yerindeki halkların ABD emperyalizmine ve Vietnam halkının ABD emperyalizmine karşı mücadelesine muazzam bir yardım ve ilham kaynağı” olduğunu belirtmişti.
Bütün yavan ve saçma sapan benzetmeleriyle, Trumpvari bir şekilde “alternatif gerçekliğe” ve “büyük yalanlara” sarılan bizzat Profesör Steinfeld’in kendisidir.
* NOT: Steinfeld’in Bayağı ve Dürüst Olmayan Ukalalığına Bir Örnek
Steinfeld, Mao’nun sözde “şiddetin kutsallığını” savunmak için Aralık 1966’da verdiği bir yemekte sözde şu sözlerle kadeh kaldırmasından bahsediyor: “Ülke çapındaki iç savaşın ortaya çıkmasının şerefine…”
Steinfeld bu ifade için hiçbir kaynak göstermiyor. Aslında bu ifadenin kökeni Roderick MacFarquhar’ın ve Michael Schoenhals’ın 2006’daki anti-komünist çalışması Mao’nun Son Devrimi’dir (s. 151). Ancak kullanılan kaynaklar için o kitabın arkasına gittiğinizde, yalnızca belirsiz bazı söylentiler ve her tür ikinci ve üçüncü elden türetilmiş çeşitli anıları bulursunuz. Yazarlar, Mao’nun Ocak 1967’de yayınlanan ve “ülke çapında kapsamlı bir sınıf mücadelesi yılı” çağrısı yapan yetkili bir başyazıyı onayladığını kabul ediyorlar. Burada gündemde olan şiddetli bir “iç savaş” değil, “çok yönlü sınıf mücadelesidir”: Yani Mao’nun gerçekten çağrı yaptığı şey, kapitalist yolcuları (ve daha önce anlattığım gibi) siyasi yöntemlerle devirmek ve yenilgiye uğratmaktır.
Daha İleri Bir Okuma İçin:
Add comment