Elinizdeki metin, Devrimci Komünist Parti ABD Merkez Komitesi tarafından hazırlanmış bir rapor ve çalışma belgesinden alıntılardan oluşmaktadır. Stratejik perspektiflere, yönelime ve gelecekteki döneme dair planlara dair birtakım noktalara değinmektedir. Daha geniş bir okur kitlesinin erişimine açılabilmesi maksadıyla üzerinde düzeltmeler yapılmıştır. İleride yazılacak ve internet sitemizde yayımlanacak birtakım yazı, makale ve mektupların yanı sıra, Trump/Pence faşist rejiminin iktidarını alaşağı etmeye dönük kritik savaşımda devrimci komünistlerin Faşizmi Reddet inisiyatifi gibi çalışmalar da dâhil olmak üzere birtakım girişimler şahsında vücut bulan rolü aracılığıyla buradaki yönelim ve planlar daha da geliştirilecektir.
1.Faşizm: Aynı Düzenin Daha Çirkin, Daha Cani Bir Biçimidir
Clinton ve Obama gibilerinin temsil ettiği liberal burjuva demokrasisi ile Trump/Pence rejiminin temsil ettiği faşizm, burjuva diktatörlüğünün farklı biçimleridir. Burjuva diktatörlüğü, kapitalist-emperyalist sınıfın egemenliğini sürmesi ve sistemini dayatması demektir. Temelde, burjuva demokrasisi (yani “demokratik” biçimli burjuva diktatörlüğü) ile faşizmin ortak yanı, bunlar her ne kadar aynı sınıfın farklı kesimlerini temsil ediyorlarsa da, budur. Trump’ın seçilmesinden sonra Obama’nın, aralarındaki keskin farklara rağmen, sarf ettiği “nihayetinde hepimiz aynı takımdayız” sözü bu gerçeği yansıtmakta, bu ortak zemine işaret etmektedir.
Fakat bununla birlikte, faşizm, insanlığı ve gezegeni türlü dehşetlere maruz bırakan bu düzenin, hâlihazırda yaşatmakta olduklarını da katlayacak, daha çirkin ve açıktan katil bir biçimidir. “Demokratik biçimle” aynı özü paylaşıyor olmasına rağmen nitel bakımdan farklı oluşu “zıtların birliğinden” kaynaklıdır.
Komünist devrimin amacı, kapitalist-emperyalist düzeni ortadan kaldırmak ve onun yerine bütünüyle farklı bir iktisadî ve siyasî düzen olan sosyalizmi getirmektir. Sosyalist toplum, proletarya diktatörlüğünü temsil etmektedir. Bu farklı bir sınıfın, proletaryanın egemenliğinin söz konusu olması demektir ve dünya çapındaki uzun soluklu bir sürecin, sömürünün, baskının ve uzlaşmaz toplumsal ayrımların bulunmadığı komünizme varma sürecinin geçiş evresidir. 5 DURDUR’da [1] odaklanılan canavarlıkların yegâne gerçek çözümü bu devrimdir. Orada bahsi geçen, emperyal savaşların, kadına yönelik baskının, Siyahî, Latin ve başka ezilen milliyetler ile göçmenlere yönelik baskının ve doğada yaratılan tahribatın bu kapitalist-emperyalist düzende son bulması mümkün değildir. Bu devrim, burjuva demokrasisi ile faşizm arasındaki ilişki şahsında vücut bulan “zıtların birliğinden” kesin şekilde farklıdır.
Bir egemenlik biçimi olarak, faşizm burjuva demokrasisinin özü ile biçimi arasındaki çelişkiyi çözer, burjuva diktatörlüğünü olanca çıplaklığı ile uygulamaya koyar. Bu ve bunun dinamikleri, revcom.us sitesinde yakın zamanda şu şekilde tanımlanmıştır:
“Faşizm, kapitalist-emperyalist burjuva sınıfının diktatörlüğünün aleni uygulanmasıdır. Açık terör ve şiddete, toplumsal ve yasal hakların çiğnenmesine dayalı bir hâkimiyet biçimidir. Faşizm altında, devlet gücü ve fanatik birtakım serserilerin örgütlenmesi ve seferber edilmesi yoluyla türlü kesimlere, özellikle de ‘düşman,’ ‘istenmedik unsur,’ yahut ‘toplum tehdidi’ olarak nitelendirilen insanlara yönelik korkunç saldırılar gerçekleştirilir.
Bununla eşzamanlı olarak –ve bu Nazi Almanyası ile Mussolini İtalyası örnekleri incelendiğinde de görülecektir– faşist bir rejim hâkimiyetini sağlamlaştırma maksadıyla hızlıca birtakım baskıcı uygulamaları pratiğe geçirme eğiliminde olacaksa dahi, nihai programını aşama aşama gerçekleştirmesi de hayli olasıdır. Bu bağlamda, sürecin türlü aşamalarında halkın bazı kesimleri baskı, sınır dışı edilme, “devşirme,” hapis ya da idam ile terörize edilirken, halkın diğer bazı kesimleri de eğer yapılanlara boyu eğer, karşı koymaktan ve direnmekten imtina ederlerse bu canavarlıklardan kurtulabilecekleri güvencesinin bulunduğunu düşünmeye sevk edilir.”
Verili herhangi bir durumda neyin zaruri ve arzulanır olduğu hususunda aralarında ciddi çelişkiler bulunsa da, kapitalist-emperyalistler, kendi düzenlerini dayatıp onun hâkimiyetini sağlamak için ister burjuva demokrasisine isterse faşizme yaslanabilirler. Molotov (İkinci Dünya Savaşı yıllarında sosyalist bir ülke olan Sovyetler Birliği’nin önemli bir yetkilisiydi), faşizmin “burjuvazinin keyfine kalmış bir tercih” olduğunu söyleyerek bu durumu vurgulamıştır. Ne var ki bu durum, ne burada ne de dünyanın herhangi bir yerindeki halk kitleleri için kesinlikle keyfî bir tercih meselesi değildir. Faşizmin dayatılması ve başarıyla uygulamaya konması, kayıtsız kalınamayacak bir meseledir. Hem beraberinde getireceği canavarlıklardan ötürü, hem de “yasal ve toplumsal hakların” amansızca ayaklar altına alınmasının daha geniş anlamda insanlığın kurtuluşu için verilen mücadeleyi epey güçleştirecek olmasından ötürü bu durum son derece önemlidir.
Henüz erken dönemlerinde olan Trump/Pence rejimine bakıldığında faşizmin bu yanlarının filizlenmeye başladığı görülecektir. Dahası, faşizmin daha büyük korkunçluklara gebe dinamiklerinin de işleyiş hâlinde olduğunu gözlemlemek mümkündür. Başkanlık kararnameleriyle halkın kimi kesimlerine, mesela kaçak göçmenlere ve çoğunluğu Müslüman ülkelerden gelenlere karşı zalim ve gaddarca birtakım uygulamalar yöneltilmiş, bu insanlar “istenmedik unsur” ve “toplum tehdidi” olarak bellenmişlerdir. Ana akım medyaya dönük git gide güç kazanmakta olan bir taarruz başlatmış, basını “Amerikan halkının düşmanı” ilan ederek hakikati “yalan haber” yaftalamışlardır. Bu söylemler etrafında faşistleri kitlesel olarak harekete geçirmişlerdir. Yasal kurumların ve istihbarat kurumlarının bu programa engeller sundukları ya da emirleri harfiyen uygulamadıkları durumlarda bu rejim onlara da saldırmaktan geri durmamış, yürütme organının hükümetin diğer organlarına karşı konulamaz üstünlüğünü öne sürerek ABD anayasasının en temel ilkelerinden biri olan, farklı organlar arasındaki “kontrol ve denge” sistemine karşı çıkmıştır. Yürütme organı içerisinde de, en tepeye çöreklenen azılı faşistlerin sorgusuz hâkimiyetini devlet içindeki diğer burjuva unsurlara bile dayatmaktan geri durmamıştır.
Peki, Trump/Pence faşist rejiminin bugünkü yükselişi nedendir? İşin doğrusu, bu “gökten düşmüş” değildir. Bob Avakian, uzun yıllardır faşist eğilimlerin ve ABD’deki siyasal düzlemde kesinkes faşist bir hareketin yükselişine dikkat çekmektedir.
Bob Avakian (BA), Devrimci Komünist Parti ABD’nin başkanıdır. İnsanlığın kurtuluşu için bütünlüklü bir bilimsel temele dayanan, yepyeni bir çerçeve olan komünizmin yeni sentezinin mimarıdır. Daha fazla bilgi için okurları “Yeni Komünizm” adlı kitabın ve BA’nın diğer çalışmalarının yanı sıra ödüllü bilim insanı ve BA’nın yeni komünizminin taraftarı olan Ardea Skybreak’in “Bilim ve Devrim: Bilimin ve Bilimin Topluma Uygulanmasının Önemi: Komünizmin Yeni Sentezi ve Bob Avakian’ın Önderliğinin Önemi Üzerine” çalışmasını okumaya davet ediyoruz. Tüm bu kaynaklar revcom.us sitesinde mevcuttur. BA, hem teorik hem de pratik olarak devrimin önderidir.
BA, bu faşizmin yükselişini, onun altında yatan sebepleri ve itici güçleri ve Amerika’ya has Hıristiyan faşizmi gibi özgün niteliklerini -ve de insanlığın kurtuluşu için neyin yapılması gerektiğini- bilimsel olarak tahlil etmiştir. Bu yüzden insanlara, Bob Avakian’ın şu çalışmalarını okumaları gerektiğini ısrarla tavsiye ediyoruz:
a) “Sağcı Komplolara Dair Gerçekler… Clinton ve Demokratlar neden bir Çözüm değil?”
b) “Yaklaşmakta olan İç Savaş ve Günümüzde Devrim için Yeniden Kutuplaşma”
Kısacası, ABD egemen sınıfının küresel çapta ve ülke içerisinde karşı karşıya kaldığı temel zorunluluklardan ve engellerden ötürü, burjuvazinin bir kısmı bir faşizm programı ve faşist bir rejim etrafında toplanmıştır. Bu rejim, Trump/Pence rejimidir. Burada belki “mükemmel bir uyum” söz konusu değildir ve vaziyet ciddi risklere de gebedir. Ancak Trump’ın temsil ettiği ve konsolide etmeyi amaçladığı şey budur. Teokratik Hıristiyan faşizmi bu olan bitenin olmazsa olmaz yanlarından biridir.
Peki, sözünü ettiğimiz bu zorunluluklar nelerdir? ABD kapitalist-emperyalistlerinin karşısındaki çelişkiler nelerdir? Bugün yerkürenin birçok köşesinde, ABD emperyalizmi emperyal savaşların batağına saplanmıştır ve tarihsel açıdan miadını doldurmuştur ve kendisini İslamcı-Cihatçılığın unsurlarına karşı bir mücadele içerisinde bulmaktadır. Bu iki güç birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirmektedir ve bunların arasındaki dinamik yüz milyonlar için ölüm ve zulüm getirmektedir. ABD bir yandan da Çin’in yükselen iktisadî ve askerî gücü ile karşı karşıyadır, Rusya ve Avrupa ile de emperyalistler-arası bir rekabet hâlindedir. Gezegeni etkileyen küresel ısınma, uzun vadeli neticelere gebedir; bu ekolojik dönüşümden en ciddi şekilde etkilenen ezilen ülkelerden başka yerlere kitlesel göç bunlardan biridir. Burada, ABD’de, Siyahî, Latin ve başka ezilen milliyetlerden kimselerin, kadınların ve göçmenlerin karşı karşıya oldukları baskı şiddetlenmektedir. Bununla birlikte, geleneksel toplumun dokusu da demografik değişimlerle, kadının rolünde, toplumsal cinsiyet ve cinsellik normlarındaki birtakım dönüşümlerle gerilmektedir.
Clinton, Obama ve hâkim sınıfın Demokrat Parti ile bağlantılı kesimi, “çok-kültürcülük,” “kapsayıcılık,” ve liberal sekülerizm gibi kavramlara bağlılıklarını ilan edip bir ölçüde bunların bir ifadesi olarak varlık gösteriyor olsalar da ABD’deki kapitalist-emperyalist düzene damga vuran Hıristiyan, beyaz-üstünlükçü ataerkil ilişkileri muhafaza etmeyi sürdürmektedirler. Buna karşın, Trump/Pence faşist rejimi ve onları destekleyen Cumhuriyetçi önderlik, burjuvazinin son derece gerici bir kesimini temsil etmektedir ve onların bu çelişkilere yaklaşımı, dünya görüşü ve program bakımından öteki kesiminkinden nitel olarak farklıdır. Yürüttükleri “Önce Amerika” kampanyası, benimsedikleri beyaz üstünlükçülük, ataerkillik ve mutlakçı “geleneksel değerler,” dayandıkları İncil ahlakı tamamıyla bu düzenin temelindeki baskıcı ve sömürücü ilişkileri daha da güçlendirmeye yöneliktir. Bunların kitle tabanı da Amerikan gücünün sorgusuz sualsiz yüceltilmesi ve beyaz Hıristiyan-köktendinci modele uyum sağlamayan ya da buna boyun eğmeyen herkese dönük kesin şekilde baskıcı bir tutum etrafında kümelenmektedir.
Bu faşist programın topluma dayatılabilmesi için burjuva demokrasisinin değer ve kurumlarına saldırılması, bunların yerine başka değer ve kurumların getirilmesi gerekmektedir. Bu, bilhassa, yasama kurumları ve hâkim sınıfların diğer kesimleri gibi, kendilerine engel teşkil edenler için geçerlidir. Bob Avakian’ın “Faşistler, Weimar Cumhuriyeti’nin Yıkımı ve Onun Yerini Alacak Olan” metninde buna dair çok önemli bir gözlem bulunmaktadır (bu, “Yaklaşmakta olan İç Savaş ve Günümüzde Devrim için Yeniden Kutuplaşma” kitabındaki metinlerden biridir):
“Üstelik, sadece bu faşizme değil aynı zamanda kapitalist-emperyalist sistemin tamamına karşı olan kesimlerin yanı sıra, (oldukça isabetli bir benzetmede bulunacak olursak) Weimar Cumhuriyeti’ni de hedef tahtasına oturtmaktadırlar (Weimar Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı’nı takiben Almanya’da var olan ve 1930’larda Hitler ile Naziler iktidara geldiğinde ortadan kaldırılan burjuva-demokratik cumhuriyetin adıydı). Bu saldırının anlamını, önemini ve dahası, arkasındaki maksadı anlamak zorundayız.
Bugünün ABD’sinde Weimar Cumhuriyeti’ne denk düşen, Demokrat Parti, ‘liberaller’ ve benzeri kesimlerdir. Bu kesimlere hain olarak saldırılıyor olması, aslında Hıristiyan Faşistlerin ve bunlarla birlikte iş tutanların ABD’de (ve esasında dünya çapında da) gerçekleşmesini istediklerini programın uygulamaya konmasına karşı durabilecek tüm kesimlerin –buna egemen sınıf içindeki kesimler de dâhildir– susturulması ve gerekirse devletin gücü kullanılarak açıkça bastırılabilmesi için benimsedikleri genel stratejinin bir ayağıdır. Bu genel faşist kampta bir süredir sırf komünistlere, anarşistlere ve diğer radikallere değil, liberallere ve hatta egemen sınıfın ana akım liberal politikacılarına sistematik şekilde saldırma doğrultusunda son derece açık, bilinçli ve hummalı bir çaba gözlemlenmektedir. Bu kesimlere Soğuk Savaş’tan ‘Teröre Karşı Savaş’ dönemine uzanan süreçte hainden aşağı kalmaz ifadeler ile saldırılmaktadır.” [kalın harfle vurgulanan kısımlar metnin orijinalinde de mevcuttur, italik ile vurgulanan kısımlar bize aittir]
Trump’ın, temelde ve normal şartlar altında liberal burjuva devletinin propaganda aracı olan ana akım medyayı, rejimini eleştirdiği ve aşırılıklarını teşhir ettiği için “Amerikan halkının düşmanı” ilan edişinde gördüğümüz vaziyet budur. Benzer şekilde, yasamanın temel rolü -ülkenin yasaları şahsında kutsal bir mevkie yüceltilen- düzeni uygulamaktır; ancak aynı zamanda, her ne kadar mevcut düzende ezilen kitlelerin büyük çoğunluğu için bu ancak kâğıt üzerinde kalıyorsa da, “toplumsal ve yasal hakların” korunması da yasamanın vazifeleri arasındadır. Bu bağlamda, yasamaya dönük faşist saldırıların amacı, yasamanın faşist yürütmenin “dizginsiz” gücüne ve “toplumsal ve yasal hakların çiğnenmesi” gayesine teşkil edebileceği kurumsal engelleri ortadan kaldırmaktır. Faşist taarruzun hareket dinamiği tastamam budur.
Daha farklı, daha baskıcı uyum normlarının topluma dayatılması; halkın türlü kesimlerine yönelik, git gide ivme kazanmakta olan, açık şiddete dayalı gaddar saldırılar; toplumsal ve yasal hakların çiğnenmesi; saldırgan bir faşist tabanın seferber edilmesi; tüm bunlar, bu faşist taarruzun dinamiğine ve ivmesine ihtiyaç duymakta, ona katkı sunmakta ve onun bir ayağını teşkil etmektedir. Tam da bu dinamikten ötürü, karşı koymanın ve direnişin kapsamı ve alanı faşist taarruzun devinimince kısıtlanmaktadır, halk kitlelerinin mücadele etme ve direnme temeli gitgide zayıflamaktadır. Öte yandan ise faşizmin canavarlıkları ivme kazanmakta, günbegün belirginleşmeyi sürdürmektedir!
Yukarıdaki bu sebeplerden ötürüdür ki, faşist rejim kendisini sağlamlaştırma fırsatını bulamadan DEFEDİLMEK zorundadır! Şu anın dayattığı ZORUNLULUK budur!
2.Karşımızdaki Zorunluluk: Bu Faşist Rejimi Defetme Gerekliliği, Bunun Temeli ve Devrim Yapma Hedefi ile İlişkisi
Trump/Pence faşist rejimi devlet erkinin dizginlerini eline almış olabilir; ancak henüz iktidarını tam anlamıyla, kesin şekilde sağlamlaştırmayı faşist programını uygulamaya koymayı başarabilmiş değildir.
Özellikle Demokratlara, ana akım medyaya vs. baktığımızda faşizmin bir normalleştirilmesinin söz konusu olduğunu görüyoruz. Fakat bu rejimin uygulamalarına karşı hâkim sınıf saflarında da kesin ayrışmalar ve itirazlar hâlâ varlık göstermektedir. Rejimin karşısında duranlar -ana akım medyanın, yasamanın ve istihbarat servislerinin kimi kesimleri de dâhil olmak üzere- henüz bütünüyle susturulmuş ve/veya bastırılmış değildir.
Bu rejimin daha ilk günlerinden bu yana halk saflarında direniş, karşı koyuş ve öfke de mevcuttur. Başkanın göreve başlama töreninin ertesi gününde gerçekleştirilen Kadınlar Yürüyüşü ve Trump’ın göçmenlere yönelik başkanlık kararnamelerine karşı gerçekleştirilen eylemler halkın geniş kesimlerinde kararlı bir direniş ruhunun mevcudiyetini sergilemektedir. Eğer gerekli olan sürece önderlik edeceksek, bunlardan dersler çıkarmak zorundayız. Çünkü bunlar, bu rejimin temsil ettiği şeylerden nefret eden kitlelerin “ihtiyat kuvvetlerini” ortaya koymuşlardır ve eğer ki bu rejimi defetmekten azını istemiyorsak, o hâlde bu kesimleri gitgide artan ölçüde kazanmakla yükümlüyüz. İşin rengi ortaya çıktıkça, halkın gitgide daha geniş kesimleri açısından Trump/Pence rejiminin aslında faşist bir rejim olduğu ve –gerek nükleer silahların kullanılma ihtimali şahsında olsun gerek gezegeni çevresel tahribat ve küresel ısınma ile yok etme ihtimali şahsında olsun– insanlık için bir varlık tehdidi olduğu aleni hâle gelmektedir.
Bu ânı değerlendirecek ve niteliğini kavrayacaksak eğer, bunu Hitler’in şansölye atanması ile Nazilerin muhalefeti bastırdığı, faşist hâkimiyetin sağlamlaştırılması arasında geçen döneme benzetmemiz mümkündür. Trump/Pence rejimi, halkın türlü kesimlerince yükseltilen direniş ve karşı koyuş karşısında olduğu kadar, hâkim sınıf içindeki türlü kesimlerin sergiledikleri ayrımların ve itirazların karşısında da yeni değerlerini henüz dayatıp kurumsallaştırmayı başaramamıştır.
İktidarını enikonu konsolide etmeden önce, bu faşist rejimi şu aşamada kitlesel bir siyasî direniş ile durdurmak ZORUNLU ve gerçekçidir. Belki zamanımız sınırlı da olsa ve gittikçe daralsa da, bu yolun önü hâlâ açıktır ve bu, gerçekçi bir olasılık olmayı sürdürmektedir. Bu yolun sonu belirsizse de ve her an toplumdaki ciddi birtakım olaylar ya da rejimin birtakım eylemleri ile kapatılabilecekse de, bu rejimi önümüzdeki birkaç ay içinde defetme doğrultusunda gerçek kazanımlar elde etmek acil bir gerekliliktir. Bu “yol,” bu rejimi defetme olasılığı ortadan kalkacak olursa, belki ileride dünyada ve bu rejimde görülecek ciddi değişiklikler sonucunda tekrar açılabilir. Fakat bunun bir garantisi yoktur. Bu süre zarfında da faşist rejim akla hayale sığmayacak canavarlıklarda bulunacaktır ve geçen zamanla birlikte faşizm perçinlendikçe, bunları alaşağı etmek misliyle güçleşecektir. Bu yüzden, bu sınırlı süre zarfında gerekeni yapabilecek unsurları gereken biçimlerde ve gereken çapta öne çıkarmak, birleştirmek, örgütlemek ve seferber etmek acil bir zorunluluktur.
Bu bağlamda şu analojiyi anımsamak, bizler için kritik bir uyarıcı rolü görebilir: “Hitler bir kez iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra ondan kurtulmak için koca bir dünya savaşı gerekti ve nihayetinde Alman toplumunun içinden yükselen birtakım içsel dinamiklerce defedilmesi mümkün olmadı.” [2] Karşımızdaki faşist rejim henüz kendisini sağlam bir zemine oturtamamış olduğu için bu rejimi ortadan kaldırma hedefi mevcut koşullarda başlı başına ve –şimdilik– devrim yapma perspektifi açısından da geçerli bir hedef olmayı sürdürmektedir.
Trump/Pence faşist rejimine karşı yürütülecek kritik ve acil siyasî mücadele ile “3 Hazırlığı” [3] ileriye taşımanın, devrim sürecini inşa etmenin artan önem ve aciliyeti arasında diyalektik bir ilişki bulunmaktadır. Şu anki durumda ilki esas, ikinci ise temel niteliktedir.
Mevcut bağlamda belirleyici olan, iki dayanak noktamıza –BA’yı ve internet sitemiz revcom.us’i savunmak ve buradaki fikirleri yaymak– yaslanmak ve devrim güçlerini toparlamak olacaktır. Milyonlarca “yeni” insanın siyaset sahnesinde belirlediği şu anda devrimin güçlerini partinin içi de dahil olmak üzere örgütlemeli, büyümekte olan Devrim Kulübü’nü devrimci bir örgüt olarak daha da kitleselleştirmeliyiz. Yapmamız gerekenler bakımından, bu kritik siyasî kavgayı başarıya ulaştırmamız bakımından esas olan budur. Tümüyle farklı ve daha iyi bir toplumu devrim yoluyla gerçekleştirmenin gerekliliği budur.
3.Şu Ana ve Kritik Mücadeleye Dair Stratejik Bir Perspektif ve Stratejik Bir Yaklaşım
Bizim karşımızdakine benzer durumlarda devrimci proletaryaya öncülük eden güçler için doğru yönelim, BA’nın Weimar yazısının son paragrafında isabetlice tahlil edilmiştir:
“ ‘Weimar Cumhuriyeti’ aşılmalıdır ve yerine yeni bir şey gelmelidir. Burjuva cumhuriyeti, yani emperyalizm ile kapitalizmin burjuva-demokratik biçimli egemenliği, esasında baskıcı bir yönetim şeklidir. Temelinde devasa sömürü ve baskı ağları ve süreçleri yer almaktadır. Bu sistem, dünya çapında ve dahası, cumhuriyetin sınırları dâhilinde de milyonlarca, milyarlarca insana tarifi imkânsız -ve gereksiz- acılar sunmaktadır. O hâlde bu, aşılmalıdır ve yerine yeni bir şey inşa edilmelidir. Ancak bunun yerine gelecek olan, aynı sistemin daha iğrenç ve açıktan katliamcı bir biçimi değil, nihaî olarak dünya çapında tüm baskıcı iktidar biçimlerinin ve tüm baskı ve sömürü ilişkilerinin ortadan kalkışına olanak tanıyacak, bunu sağlayacak radikal şekilde yeni bir toplum, radikal şekilde farklı bir devlet olmalıdır.”
Her şeyden önce, bu yönelim Bob Avakian tarafından kaleme alınan “Kuzey Amerika’da Yeni Sosyalist Cumhuriyet için Anayasa” (KAYSC) metninin temsil ettiği somut ve yenilikçi biçimiyle radikal anlamda farklı ve çok daha iyi bir toplum tahayyülünün önemini ortaya koymaktadır. Hele de toplumun nasıl, hangi ilkeler uyarınca örgütlenmesi gerektiğine dair tartışmaların böylesine öne çıktığı şu süreçte, bu çok daha geniş kesimlerce bilinir kılınmalıdır. Bu anayasa, geçmiş sosyalist toplum deneyimlerinden nitel olarak daha gelişkindir ve BA’nın yeni komünizm anlayışının, somut koşullara uyarlanışını temsil etmektedir. Bu yeni komünizm, kırk yılı aşkın bir çalışmanın ürünüdür ve geçmişin komünist ve devrimci deneyimleri ile teorisinin, bu ülkede pratik ve teorik anlamda devrime önderlik etme sürecinden çıkarılan derslerin ve bilim, tarih ve sanat gibi insan uğraşının diğer alanlarında yaşanan gelişmelerin bilimsel bir özetlenmesidir.
Nesnel olarak, önümüzdeki mücadele, üç ayrı geleceğin mücadelesidir:
1- Trump/Pence faşist rejiminin, onları iktidara getiren gerici toplumsal unsurlarla şartların ve onları destekleyen Cumhuriyetçilerin getireceği gelecek;
2- Obama, Clinton ve Demokratların temsil ettiği gelecek;
3- BA’nın geliştirdiği şekliyle komünizm, YENİ KOMÜNİZM.
Bunların ilk ikisi burjuva diktatörlüğünü (BD) temsil etmektedir ve ne gerçek anlamda kurtuluşla ne de insanlığın temel çıkarları ile herhangi bir alakaları vardır. Ancak bu ikisi arasında toplumsal uyumun normları ve epistemoloji (yani, gerçek olan nedir, buna nasıl ulaşılır sorularına verilen yanıt) hususlarında gerçek farklılıklar mevcuttur. Ayrıca bunlar, emperyalistlerin şu anda, gerek içeride gerekse dışarıda, karşı karşıya oldukları genel sınırlılıklara/imkânlara dair kavrayış ve yaklaşım bakımından da birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Faşistler arasındaki açık ve kesin beyaz üstünlükçülük; Hıristiyan faşizmden beslenen mutlakçı epistemoloji; tamamen göreceliğe dayalı “alternatif gerçeklerle” yan yana varlık gösteren ahlak anlayışı ve Trumpçı ahlak anlayışı; burjuva demokrasisinin uzun yıllardır süregelen kurumsal değerlerine saldırı bu farklılıkların tezahürüdür.
Gelgelelim, daha temel olan mesele, bu 5 DURDUR’da karşı çıkılanların –yani emperyal savaşların, kadınlara, Siyahî, Latin ve öteki ezilen milliyetlerden insanlara, göçmenlere dönük baskının ve doğaya dönük tahribatın– bu düzen çerçevesi dâhilinde çözülemeyecek olmasıdır. Obama/Clinton tarafından temsil edilen ekip ile Trump/Pence ekibinin bu meselelere farklı yaklaşımları ve farklı tepkileri olabilir olmasına; fakat bu sorunların hiçbiri tarifi imkânsız acılara yol açan bu düzen dâhilinde çözülemez. Devrimci komünistlerin faşizme karşı çıkarken benimsedikleri yaklaşım Obama/Clinton şahsında “eskiden olana” bir dönüş değildir; amaç bu lanet düzeni bütünüyle ortadan kaldırmak ve KAYSC tarafından temsil edilen, radikal anlamda farklı ve çok daha iyi bir toplumu var etmektir.
Dahası, sözünü ettiğimiz bu yönelim, tarihsel olarak Faşizme Karşı Birleşik Cephe (FKBC) adıyla bilinen konumlanış yahut yönelimden de açıkça farklılaşmaktadır. Bu, 1930’larda Uluslararası Komünist Hareket içerisinde Nazi Almanyasının yükselişi karşısında benimsenen, baskın olan eğilimdi. Bu çizgi, faşizmi temel itibariyle kapitalist-emperyalist düzenin bağlamından koparıyor, burjuvazinin demokratik, anti-faşist kesimleri ile faşizmi çelişkilerin çözümüne dönük bir tepki olarak benimseyen gerici kesimi arasında aslında olduğundan daha keskin bir ayrımın bulunduğunu varsayıyordu. Temelde, farklı ve uzlaşmaz sınıfsal çıkarlarını birbirine denk kılan bu çizgi, uluslararası proletaryayı burjuva diktatörlüğünü “demokratik” biçimi ile sahiplenen tüm burjuva kesimleri ile ittifak yapmaya çağırıyordu. Öyle ki, bu sahiplenmeyi ana odak noktası hâline getiriyordu ve nihai ayrım çizgisini, faşizm ile demokrasi arasında çekmekten öteye gidemeyen enternasyonal hattın bir unsuruydu. FKBC, ayrıca, insanları harekete çekmek için “en geniş kitleye anlık hitap eden” araçları kullanmak gibi kaba ekonomist bir yaklaşım benimsemek demekti. Buna göre, insanları o an harekete geçiren ne ise, ona hitap ediliyor, zorunluluğa bilimsel ve devrimci-komünist bir perspektif ve devrimci-komünist hedefler çerçevesinde yaklaşılmıyordu. Tüm bunlar, önemi sosyalist devrimden aşağı az kalır derecede kritik bir hedefe doğru halk kitlerine bağımsız bir tarihsel seyir doğrultusunda önderlik etmenin, bunu bu devrim şahsında vücut bulan radikal derecede farklı bir gelecek doğrultusunda çalışma hedefi ve stratejik perspektifiyle yapmanın karşısında yer almaktadır.
Tam şu anda, karşımızdaki nesnel durumu ve zorunluluğu bilimsel olarak tahlil etmek, bu faşist rejimi defetmek, “geçirmemiz gereken bir evredir.” Bu bakımdan, FKBC ile benzer bir yanı vardır. Ancak bu benzerlik, yaklaşım, yönelim ve hedef açısından FKBC ile olan temel farklılıklara kıyasla son derece tali bir niteliktedir. Dahası, faşist rejimi defetme yönündeki acil hedef çok radikal ve hızlı bir şekilde değişmek durumunda kalabilir. Bu, faşist rejimin aşağı yukarı yahut tam bir konsolidasyonu ile de gerçekleşebilir, beklenmedik başka bir gelişmeden ötürü de değişebilir. Böyle olursa, karşımızdaki zorunluluk da buna göre değişecektir ve bu rejimi defetmek geçerli bir hedef olmaktan, bu süreç de devrim yapmak için “geçirmemiz gereken bir evre” olmaktan çıkacaktır. O zaman “3 Hazırlığı” bu değişmiş nesnel koşullar dâhilinde yürütmemiz lâzım gelecektir. Dolayısıyla bu, sürekli bir devinim hâlindeki nesnel duruma bağlıdır.
Bu kritik savaşımda, bir kılavuz ve yönelim rotası olarak BA’nın “ağız dolusu” billurlaşan mesajı benimsemek doğru olacaktır:
“Birliği, bu birliği proleter devrim ile hizaya getirecek şekilde ve onun hedeflerini ilerletme hedefiyle, ancak mümkün olan en geniş hâliyle örmeliyiz. Böyle yapmalıyız ki, sürecin verili herhangi bir ânında, mümkün olan en fazla sayıda insan kazanılabilsin, mümkün olan en fazla sayıda insanın öznel bilinci, komünist konumlanış yönünde etkilenebilsin. Ancak bunu yaparken, verili koşullar için gereken doğru birlik biçiminin sınırları aşılmamalı, bu doğru birliğin zemini oyulmamalıdır; çünkü verili koşulların birliği, komünist konumlanışa ve proleter devrime destekten farklı, daha eksik bir şey olabilir.”
Bu okkalı lafın ilk kısmında söyleneni nasıl uygulayabileceğimizin basit bir örneği olarak, bu kritik savaşımda insanlığın tamamının çıkarlarının ne olduğu konumlanışından yola çıkarak hareket etmekten söz edebiliriz. Yani illa Amerika’nın değil, “insanlığın tümünün çıkarlarından” söz edebilir, başkalarını bu şekilde kazanmak ve bu yönelim etrafında mümkün olan en geniş birliği örmek için mücadele edebiliriz.
4.Bu Faşist Rejimi Defetme Zorunluluğu ve Bu Temeldeki İmkân
Bu rejimi defetme ZORUNLULUĞUNU daha geniş kesimlere anlatmak, bunun bir zorunluluk olduğunu anlatmayı sürdürmek zorundayız. Bu ZORUNLULUK/İMKÂN diyalektiğinin esas yanı budur. Yani bu rejimi defetme imkânı, temelde bunun bir zorunluluk oluşu üzerinde ve halkın daha geniş kesimlerinin buna kazanılması ve bu anlayış uyarınca hareket etmesi üzerinde yükselmektedir.
İnsanlar bu rejimin “nasıl” defedileceğini, bunu defetmenin “mekanizmasının” ne olduğunu sorduğunda, dönmemiz gereken mesele bunun “nedeni”dir, yani ZORUNLULUĞU! Bu, her şeyden önemlidir. İnsanlar bunun zorunlu olduğunu anladıklarında, buna ikna olduklarında her şey mümkündür ve bu olduğunda insanlar pek çok şey başarır, yaratıcılık ve direngenlikle inisiyatif almaya başlarlar. Tarih bunun nice örneğiyle doludur; korkunç baskılara göğüs geren ve onları yenilgiye uğratan direngen, kararlı ve kitleselleşen nice eylemlilikten söz etmek mümkündür (örneğin Mısır’da Mübarek’e karşı gerçekleştirilen Arap Baharı protestolarını, ya da 1990’da Romanya’da Nicolae Ceauşescu’ya karşı duranları vs. düşünün). Daha da yakın tarihe bakacak olursak, 22 Nisan’daki Bilim İnsanları Yürüyüşü’nü organize edenlerin, bu rejimin bilime dönük saldırılarından dehşete düşen bir grup insan olduğunu hatırlamakta yarar vardır. Bunlar, meseleyi daha da derinlemesine kavradıkça bir bilim insanları yürüyüşünün zorunluluğunu fark etmiş, bunu yürekten benimsemiş ve eyleme geçmişlerdir. İşte, gitgide artan ölçekte gereksinim duyulan da tastamam budur.
Bu düzlemdeki ideolojik mücadelenin anahtar noktası bu rejimi def etmenin zorunluluğunun kavranmasıdır. Bizler, bu doğrultuda açıktan önderlik etmeli, onlara, bağlantı hâlinde oldukları arkadaşları, meslektaşları ve başkaları ile meseleyi tartışabilecekleri yöntemleri sunmalı ve tüm meseleyi nihayetinde, daha da zenginleşmiş bir içerik ile ZORUNLULUK hususuna tekrar bağlamalıyız.
Bu bağlamda bu durum, Lenin’in Ne Yapmalı’sının ve Mao’nun çizginin tayin edici rolüne yaklaşımının somut koşullara uygulanması anlamına gelmektedir.
Bu rejimi defetme zorunluluğunu izah etmenin ve kitleleri buna kazanmanın belirleyici önemi hem geçmiş dönemin (ta göreve başlama töreninden bu yana) deneyimlerinden ve bir gözümüz ileriye bakaraktan bugün yapılması gerekenlerden çıkarılan derslerin bir özeti niteliğindedir. Bu zorunluluğun temelinde, bu rejimin gayrimeşruluğu yatmaktadır. Gayrimeşruluğu, onun faşist niteliğinden, insanlık ile gezegen için bir varlık tehdidi oluşundan (düşünün, Hitler’in nükleer silahları yoktu, Trump/Pence’in ise var!) ve bu düzenin hâlihazırda, günbegün yarattığı zararın ve nedensiz acıların katbekat ötesini yaratıyor olmasından kaynaklıdır. Bu meseleye dair canlı, ikna edici ajitasyon son derece önemlidir; gerek bireysel çapta gerekse sosyal medyada ve internette. Dahası, bu rejim sadece Seçmenler Heyeti’nden ötürü iktidara gelmeyi başarabilmiştir; köleci dönemi yansıtan bu kurum, tam da o dönemin bir mirasıdır ve bu da, bu rejimi daha da gayrimeşru kılmaktadır.
Gelinen noktada, bu rejimin defedilmemesinin insanlık ve gezegen için yol açacağı korkunç sonuçları kavramak için gereken zemin TAM ANLAMIYLA mevcuttur. Biz de bunun bilinciyle önderlik etmeli, başkalarıyla mücadelemizde bu yönelimden güç bulmalıyız. Tüm bu olan bitenin tümüyle KABUL EDİLEMEZ olduğu gerçeğinden hareketle bu GÖREVİ ÜSTLENMELİ, bunu yaparken de “İnsanlık aşkına!” BİZ NEDEN BUNA KATLANALIM Kİ? demenin aciliyeti ve sabırsızlığı ile hareket etmeliyiz. Bu görev bilinci, çocuğu kaybolmuş ebeveynlerin sergilediği kararlılıktan aşağı kalmamalıdır; nasıl onlar da çocukları bulunana kadar dur durak bilmiyorlarsa, tüm işaretlerin ve ipuçlarının izini sürüyor, insanları davaları doğrultusunda seferber ediyorlarsa, işte bizler de aynen böyle hareket etmeliyiz.
Bununla eşzamanlı olarak, zorunluluk/imkân ilişkisi diyalektiktir, dinamik bir karşılıklı etkileşim biçimidir. Bizler de bu rejimi defetmenin gerçekçi ve arzulanabilir bir şey olduğu iddiasını savunmalı, bunun yöntemlerini ortaya koymalı ve insanların bu kavrayıştan hareketle yapabileceklerinin somut biçimlerini öne sürmek zorundayız. Bu yapılması gerekenin zorunluluğuna ilişkin argüman ne kadar sağlam şekilde yayılır, ne oranda bir gerçeklik kılınabilirse, bu zorunluluğu kavrayıp kendi faaliyetlerini de buna göre şekillendirme mecburiyeti duyan insanların sayısı da o ölçüde artacaktır.
Tüm bunlar, göçmenlere dair başkanlık kararnameleri gibi, rejimin gerçekleştirdiği birtakım rezilliklerine dönük haklı ve cüretkâr çıkışlara da ışık tutmaktadır. Bir yandan bunları sevinçle karşılamalı ve sahiplenmeli, bunların doğru ve haklı olduğu savını dile getirmeli, bunların yaygınlaşmasını ve daha direngen bir hâle bürünmesini savunmalıyız. Öte yandan da, insanları salt bunun yeterli OLMAYACAĞI gerçeğine kazanmalı, gerekenin bu rejimi “Def Etmek” olduğunu anlatmalıyız. Birlik-mücadele-birlik şahsındaki doğru yönelim ile, bu rejimin doğrudan defedilmesi zorunluluğunu ikna edici bir şekilde ortaya koymak zorundayız; çünkü bununla vur-kaç müsademelerine girişmek faşist taarruzun dinamiklerine cevap vermede yetersiz kalacaktır. Bunun nedenleri de: (a) Bu taarruzla birlikte canavarlıklar nitel olarak gelişmekte, ivme kazanmaktadır ve (b) bununla mücadelenin zemini git gide daralmaktadır.
Toplumsal bir temelde, nihai olarak kazanmak için ideolojik mücadeleye bir gereksinim vardır. Temel görevlerden biri, Obama’dan tutun da Sanders’tan Schumer’a kadar Demokrat Parti’nin toplumsal temelinden kopmak, insanları –ister Obama’nın Trump ile hedeflerinin ortaklaştığına dair sürekli beyanları, ister de Sanders’ın istihdam meselesinde Trump’la birlikte çalışma vaatleri şahsında olsun– normalleşme fermanlarını bilinçli bir şekilde reddetmeye ve bunlara karşı çıkmaya kazanmamız gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, BİZ BUNLARLA AYNI TAKIMDA DEĞİLİZ! Bunlar size diyorlar ki, bilhassa da Obama’nın açık (ve açıktan gerçeği yansıtan) konuşmasında da belirttiği üzere, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki seçimler “okul içi müsabaka” gibidir ve aslında herkes aynı takımdadır. Bizim, halk kitlelerinin farklı bir takımda olduğumuzu, bunların “takımı” ile temel bir karşıtlık içerisinde bulunan bir takımda olduğumuzu anlamamız ve bu anlayışla hareket etmemiz gerekmektedir.
Tüm bunları teşhir eden revcom.us’teki yazıları, ilgili görselleri vs. en yaygın tedavüle sokmalı, bunları yaygınlaştırmalıyız (mesela, “Obama’dan Trump’a Dair: Hepimiz AYNI Takımdayız (!),” “Bernie Sanders Kendisini İşbirlikçiliğin Utanca Bulamakta,” ve “Obama Diyor ki, ‘Eğer Trump Başarılı Olursa Hepimiz Başarılı Olmuş Oluruz.’ Sana İki Soru, Obama…”)
Devrimci komünistlerin, burjuva demokratik çerçeve de değerlerin dışına çıkmaları, bu ülkenin tarihine, bu düzenin doğasına ve nihayetinde gereksinim duyulanın ne olduğuna dair derinden kök salmış varsayımlara karşı çıkıp onlara saldırmaları gerçekten çok önemlidir. Bunlar ne kadar teşhir edilirse, gereken mücadele için olumlu olan zemin de o ölçüde genişleyecektir. Örneğin, “Amerika Hiçbir Zaman Büyük Değildi” söylemi bu dediğimiz uğraşın bir örneğidir. Keza bu düzen altında “İnsanlara İş Sağlandığı” söylencesinin aslında insanları sömürücü ilişkilere göre organize etmenin bir yolu olduğunu teşhir etmek ve şeylerin radikal anlamda farklı bir şekilde gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu savunmak da bu mücadelenin birer ayağıdır. Ya da, “seçim sandıklarının” kutsal bir Amerikan değeri olduğu iddiasını dile getirenlere şunu sormak da bunun çok sağlam bir örneği olacaktır: “Peki ya yeryüzündeki yedi milyar insan? Onları geleceği de mi buradaki sandıkla belirlenebiliyor?”
5.Stratejik Hedefleri İlerletmeye Dair Başka Noktalar: Devrim İçin Yeniden Kutuplaşma, Devrimin Yeni Güçlerini Öne Çıkarma
Devrim, belki şu anda doğrudan kitlelerin kafasını kurcalayan bir mesele değildir; ancak insanların aklında, nesnel temelde sorulmuş mühim soruların GERÇEKLİĞİ yadsınamazdır. Burada bir “an” söz konusu, Trump/Pence faşizmine tepki olarak, ciddi soruların dile getirildiği bir an. Örneğin, epistemolojiye dair soruların, buraya, bu caniyane ve canavarca rejimin nasıl başımıza geldiğine dair soruların, tüm bunları aşıp sömürüsüz ve baskısız bir dünyaya nasıl varabileceğimize dair soruların ve daha nice benzerlerinin sorulduğu bir an.
Her şeyden öte, bu ânın niteliğini belirleyen şey, milyonlarca “yeni” insanın siyaset sahnesine atılması, bundan birkaç ay önce asla sergilemeyecekleri davranışlar sergilemeye başlamış olmalarıdır.
Stratejik anlamda, bu çok, çok olumlu bir zemindir. Büyük soruların sorulmaya başlanması, özellikle de 5 Son Ver ve 3 Şey [4] hakkında büyük sorular sorulması (ki bunlara bütünlüklü, bilimsel yanıtlarımız mevcuttur) için çok olumlu bir zemindir. Bu bağlamda, özellikle de üniversitelerde, aydınlar ve sanatçılar arasında ve genel anlamda orta sınıflar arasında bir atılımı gerçekleştirme maksadıyla epistemoloji meselesiyle cebelleşmek, bu mesele üzerinden keskin bir mücadele yürütmek kritik önem taşımaktadır. Örneğin, Trump bugün göreceliği aşırı bir noktaya taşımış durumdadır; bu durum bizim nesnel gerçekliği, hakikati, bilimsel yöntem ve yaklaşımı vs. ve daha da önemlisi BAsics’in 4. Bölümü’nde ele alınanları (özellikle de 4:10 [5] ile 4:11 [6]) savunmamız için bir fırsattır.
Bu bağlamda son derece önemli olan, Ardea Skybreak’in röportajıdır ki, bu eserin önemi başlığı ve alt-başlığı tarafından yansıtılmaktadır: “Bilim ve Devrim: Bilimin ve Bilimin Topluma Uygulanmasının Önemi: Komünizmin Yeni Sentezi ve Bob Avakian’ın Önderliğinin Önemi Üzerine.” Özellikle de bu röportajın son kısmı çok önemlidir ve buna dikkat çekilmeli, bunun altı çizilmelidir. Çünkü Skybreak, BA’nın “örnek bir takipçisidir”.
Bu, bizim bir “kült” olduğumuz yönündeki akıl dışı iftiralara bir yanıttır; onun, radikal anlamda farklı, çok daha iyi bir dünyanın vücut bulmuş hâli ve yoğunlaşmış bir ifadesi, Yeni Komünizm damarından bir komünist olmanın ne anlama geldiğini ortaya koyuyor olduğu anlamına gelmektedir. Bu son bölüme dikkatle bakmak gerekmektedir yani: “Bir Kâşif, Eleştirel bir Düşünür ve BA’nın bir Takipçisi: Dünyayı Kavramak ve Onu İnsanlığın Çıkarı Uyarınca Daha İyiye Doğru Dönüştürmek” bölümüne.
Omuzlarımıza yüklenen tüm vazifelere yaklaşmada, ama özellikle de devrimin güçlerini seferber etmede (özellikle de komünist güçlerini) GÖREV BİLİNCİYLE hareket etmek zorundayız. “Kim için ve ne için” şahsındaki iki ilkenin ve materyalizmin [7] temelinde yükselmekte olan bu yönelim, bundan azı olmamalıdır; yukarıdaki örnekte çocuğunu arayan ebeveyn gibi olmalıdır ve kesinlikle, mesele çözülene kadar engellere boyun EĞMEMELİDİR. Bize seyir hâlindeki bir “Ohio” [8] gerekmektedir ve Devrim Kulübü ana görevini devrimin güçlerini toparlama olarak görmelidir. Bu bağlamda, birtakım noktalara değinmek gerekiyor:
*Esas soru şudur: “İnsanların bu kulüpte bulunuyor olma sebebi devrim yapmak mıdır?” Engellere -keza, zırvalığa da- bu bağlamda farklı yaklaşılır. Mesela, diyelim biri devrime karşı çıkarken şöyle diyorsa “Evet, bu devrim fikri güzel, ama benim arabama ne olacak?” Buna uzun uzadıya bir cevap vermenin zemini yoktur. Net bir şekilde “biz burada yedi milyar insanın geleceğinden söz ediyoruz ve sen arabanı mı dert ediyorsun?” denmelidir. Yönelim bu olmalıdır, zemin net oluşturulmalı, bunun sorulan her soru, burjuva ya da küçük burjuva yaklaşımlardan beslenen sorular tarafından yeniden belirlenmesine izin verilmemelidir.
*Bu kulüpteki insanların hepsi ile mücadele edilmeli, onların kulüpte bir süre bulunduktan sonra orayı “temelli bir mesken” bellemeden kendilerini Parti’ye girmeye hazırlamalarını sağlamak gerekmektedir. Yapılanların en iyisi bile, yeterli olmanın çok aşağısında kalmaktadır. Burada, tutku ile bilim arasında doğru bir ilişki kurulmalıdır, yani aklın ve yüreğin diyalektiği doğru değerlendirilmelidir. Çünkü bu iki yönden herhangi birine doğru kopabilir ve dolayısıyla bu diyalektiğe doğru yaklaşmak, buna doğru şekilde öncülük etmek önemlidir. Örneğin “İNSANLIĞIN İHTİYAÇ DUYDUĞU: Devrim ve Komünizmin Yeni Sentezi –BA ile Bir Röportaj– A. Brooks” metni buna iyi bir örnektir. Bilimsel temele oturmuş bir sabırsızlığa ihtiyacımız var. Yaptığımız her şeyde “Ohio”ya dikkat etmek zorundayız ve “Ohio” kavrayışının kendisine de dikkat etmek zorundayız.
*İnsanları Devrimin stratejik komutanları olmaya eğitmek.
Burada temel soru şudur: KAZANMAK istiyor musunuz ve eğer öyleyse, NEYİ KAZANMAK istiyorsunuz? Bu biraz satranç gibidir; burjuvaziye ve başka birtakım toplumsal unsurlara karşı mesela. “Bak biz ne yapıyoruz” ve halk kitlelerinden yola çıkarak tekil, çizgisel bir doğrultuda ilerleyip daha geniş toplumsal dinamik ve dönüşümlerden – gerek nesnel gerekse “bizim yaptıklarımıza” tepki olanlardan- soyutlanmış bir şekilde hareket etmekten farklıdır. Skybreak Röportajında “Stratejik Komuntanlar”dan söz edilen bölüm (sf. 62-66) devrim yapmak ve radikal anlamda farklı ve güzel bir dünyayı var etmek isteyenler açısından “mutlaka okunup incelenmesi” gereken bir kitap kısmıdır. Devrimci ajitasyonun niteliği, içeriği, doğruluğu ve keskinliği stratejik komutanlar hâline gelme meselesiyle ve şeylere tepeden, proletaryanın “Tanrımsı” konumundan yaklaşmakla ilişkilidir. [9]
Referanslar:
[1] “5 DURDUR” toplumsal çelişkilerin yoğun ifade bulduğu aşağıdaki taleplerdir (bunlara revcom.us sitesinden afiş ve bildiri formatında erişmek mümkündür):
*Siyahî ve esmer tenli insanlara dönük soykırımvari baskıyı, toplu hapse atma politikasını, polis şiddetini ve cinayetleri DURDUR!
*Dünyanın dört bir köşesinde, tüm kadınlara yönelik ataerkil, aşağılayıcı, insanlık dışı eylemlere, kadına yönelik baskıyı ve de toplumsal cinsiyete ya da cinsel yönelime dayalı tüm baskıları DURDUR!
*Emperyal savaşlara, işgallere ve insanlığa karşı işlenen suçları DURDUR!
*Göçmenlerin şeytanlaştırılmalarına, suçlu gösterilmelerine ve sınırdışı edilmelerine, sınırların askerîleştirilmesini DURDUR!
*Kapitalist-emperyalist düzenin gezegenimizi yok edişini DURDUR!
[2] “Yaklaşmakta Olan İç Savaş”tan, Bob Avakian, “‘Onlar’ Diye Bir Şey Yok… Fakat İşlerin Belirgin Bir Doğrultusu Mevcuttur: HÂKİM SINIF İÇİNDEKİ DİNAMİKLER VE DEVRİMCİLERİN ÖNÜNDEKİ ZORLUKLAR.”
[3] “3 Hazırlık” denen şey şudur: Zemini hazırla, halkı hazırla, öncüyü hazırla; milyonların, tümüyle, kazanma şansıyla devrime ilerleme sürecine öncülük edileceği döneme hazır ol.
[4] Daha iyiye doğru, gerçek ve kalıcı bir değişim için 3 şeyin olması gerekmektedir:
1- İnsanlar bu ülkenin gerçek tarihiyle, onun dünyada günümüze değin oynamış olduğu rolle ve bunun korkunç sonuçlarıyla yüzleşmelidir.
2- İnsanlar bu kapitalizm-emperyalizm düzeninin nasıl işlediği ve nelere yol açtığı meselesin ciddi, bilimsel bir şekilde irdelemelidir.
3- İnsanlar bunun çözümüne dair ciddi anlamda düşünmelidir.
Bob Avakian – 1 Mayıs 2016.
[5] İnsanlığın “güçlü olan haklıdır” durumunun -ve işlerin nihayetinde ham güç ilişkilerine çekilmesinin- ötesine geçebilmesi için bu ilerlemedeki temel unsur olarak, şeyleri anlamada gerçekliğin ve hakikatin objektif olmasının farklı “anlatılara” göre, bir fikrin (veya “anlatının”) arkasında ne kadar “otorite” olduğuna göre veya verili bir noktada belirli bir fikir veya “anlatı” adına ne kadar güç ve kuvvet kullanılacağına göre değişmediğini kabul eden bir yaklaşımı (bir epistemolojiyi) gerektirir. ― BAsics 4:10
[6] İnsanların düşündükleri şeyler, nesnel gerçekliğin bir parçasıdır. Ancak nesnel gerçeklik, insanların düşündükleri tarafından belirlenmez.―BAsics 4:11
[7] Bu iki ilke, Bob Avakian’ın YENİ KOMÜNİZM kitabının giriş bölümünde ele alınmaktadır. İki ilkeden kasıt, komünistlerin hem yeryüzündeki yedi milyar insanın tüm çıkarlarından ötürü yepyeni bir dünyaya duyduğu nesnel ihtiyaçtan hem de devrim yapmakta bilimsel bir yöntemden yol çıkıp onu uygulamaktan güç almaları gerektiğidir.
[8] Ohio derken, Ohio Eyalet Üniversitesi’nin bando takımının koreografisi üzerinden bir benzerlik kurulmaktadır. Bunlar, kuşbakışı “OHIO” yazacak şekilde yürürler, ama bunu yaparken bando üyeleri önce ilk “O”yu oluşturur ancak daha sonra o “O”yu oluşturanlar diğer harflere geçerler ve koreografi daha sonra gelenlerin katılımıyla büyüyerek nihayetinde “OHIO” yazacak şekilde gelişir. Bu, ilerici ya da devrimci bir hareketi inşa süreci ile bir şekilde benzeşmektedir. Çünkü burada da insanlar farklı kavrayış ve bağlılık kademelerinden geçerler ama elbette, “gerçek dünyada,” süreç Ohio Eyalet Üniversitesi bando takımının yaptığı kadar net ve çizgisel değildir!
[9] İnsanlık tarihinin tüm akışını gözlemleme için “tepe” ve “proletaryanın Tanrımsı konumu” kavramlarına dair daha fazla bilgi için, okurları “Bob Avakian Yoldaşlarla Epistemoloji Tartışıyor – Dünyayı Bilme ve Değiştirmeye Dair” metnini okumaya davet ediyoruz.
Bu tartışmada, BA şöyle diyor: “ ‘Stratejik Meseleler’de sözünü ettiğim ‘proletaryanın Tanrımsı konumu’ nedir? Bir yandan, bir tepenin üzerinde oturmuş, insanlığın gelişim seyrini izliyorsunuz. Bazılarınız bunu daha berrak bir şekilde, bazılarınızsa daha bulanık bir şekilde görüyor. İşte tüm bu devinime bakıyorsunuz ve bunun bir aşamasında belli birtakım toplumsal ilişkiler temelinde proletarya diye bir şey ortaya çıkıyor. Bu toplumsal ilişkiler, onu başka bir yere, bambaşka bir dünyaya taşıyabilir. Ne var ki, proletaryayı şeyleştirmemelisiniz: Evet, gerçek insanlardan oluşmaktadır proletarya; ancak mesele bireysel proleterlerle alakalı değildir. Mesele, bir sınıf olarak proletarya ile, onun toplumundaki konumuyla ve –en temel anlamıyla– bir sınıf olarak çıkarlarının ne olduğuyla alakalıdır.”
Add comment