1.) 13 Kasım Pazar günü Taksim’in en kalabalık yerlerinden biri olan İstiklal Caddesi’nde bombalı saldırı sonucu 6 insan hayatını kaybetmiş ve onlarcası yaralanmıştır. Direk halkı hedef alan böylesi bir eylemde ilk sorulması gereken soru şudur; ‘Cui bono’ yani böylesi bir suçtan faydalanan kimdir? Saldırıdan hemen sonra Erdoğan’ın “münferit” bir olay olmuş gibi serinkanlı açıklama yapması ve G20’ye yol alması ve birkaç saat içinde başta Soylu olmak üzere eli kanlı rejimin diğer bakanlarıyla birlikte İstiklal Caddesi’nde boy göstermesi ve tüm bunları büyük bir rahatlık içerisinde yapmaları durumu, bu suçtan faydalananların suçu işlediğine yönelik açık kanıtlar arasındadır. İşgalci TSK’nın ve rejimin Rojava’da desteklediği cihatçı güçler de böylesi bir saldırıyı düzenlemiş olabilir -MİT’in istihbaratı olmadan bunu yapmaları neredeyse imkansızdır- Ama böyle olsa bile temelde bu Türk hâkim sınıflarının işine yarar; hem kendi işgal ettiği bölgelerde “meşruluk” kazanmanın çabasına girer ve işgali derinleştirir hem de iç siyasette kendi gerici tabanını faşist temelde daha fazla konsolide eder. Her iki olasılıkta da bu eylemin sonucundan İslamcı Türkçü faşist rejim faydalanmaktadır. Hatırlanacağı üzere Davutoğlu başbakanlığı döneminde Hakan Fidan Suriye’ye yönelik bir savaşın çıkartılması ve Rojava’nın işgali için “4 tane adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım” gizli kayıtları eskinin “yol arkadaşları” şimdilerde ise moda düşman Gülenciler tarafından ifşa edilmişti.
2.) Daha eylemin haberi yeni gelmiş durumdayken faşist rejimin güçleri PKK/PYD üzerinden Kürt halkını açık hedef haline getirmişlerdir. Avukat Jiyan Tosun’un ilk elden hedef gösterilmesi bunun bariz örneğidir. Kürt halkını kriminalize etmek ve böylece onun meşru mücadelesini “terör” olarak göstermek ister Kemalist olsun isterse İslamcı Türk hakim sınıflarının ezelden beri baş vurdukları bir yöntemdir.
3.) İslamcı Türkçü faşist rejim PKK/PYD’yi işaret ederek birkaç amacı birden hedeflemektedir; G20 öncesi ABD’nin ve Batılı güçlerin PYD’yle olan ilişkilerini sorgulatmak ve PYD’yi terörist örgüt olarak göstermek. Rojava ve Bakur Kürdistan’ına yönelik olası bir operasyonun kendince “meşru” zeminini hazırlamakta istemektedir. Tüm bunlar Türkiye’de Kürt düşmanlığının ve Türk şovenizminin daha fazla köpürtülmesine ve bu gerici temelde toplumun kutuplaştırılması sağlanacaktır. Gerek KCK’nın herekse HSK’nin Taksim saldırınsa dair yaptığı açıklamalara rağmen ‘zanlı itiraf etti’ diye ısrar etmeleri, hakim sınıfların gerici ajandası için ne kadar iştahlı olduğuna dair bir göstergedir.
4.) Yukarıda vurguladığımız olası gerici kutuplaştırma yönelimi AKP/MHP ittifakının halk kitleleri nezdinde güç kaybetmeye başladığı derin ekonomik ve siyasi kriz koşullarında yaşandığı akıllarda tutulması gerekir. Yine bir diğer husus ise AKP’nin İstanbul seçimlerini iki defa kaybetmesi sonrasında sürekliliği sağlanmış bir ‘seçimler süreci’ içerisinde olmasıdır. Erdoğan seçimleri kesinlikle kaybetmek istememektedir. Daha da önemlisi, iktidarını vermek istememektedir ve bunu yapmak için her opsiyonun (evet her opsiyonun) masada hazır olduğu ve değerlendirildiğidir. Kürt halkının krizimalize edilmesi ve bunun için HDP’nin kapatma davasının da bu opsiyonlardan biri olduğu unutulmamalıdır. Zira Taksim saldırısından hemen sonra kafatasçı Bahçeli’nin “HDP’nin siyaset hayatında yer almasına tahammül edemiyoruz” açıklaması bunu kanıtlar niteliktedir. HDP’nin seçim öncesi kapatılması, Millet İttifakı’nı “terörler arana mesafe koy” stratejisiyle ilerleyeceği için, böylece hakim sınıfların ‘muhalif’ klikleri de ya pasifize edilecek ya da “Kazlıçeşme Ruhuna” dahil edilebilecektir. Böylesi olası bir opsiyon, -HDP’nin kapatılması ya da kapatılmaksızın terörize edilmesi ve meşru siyaset hakkının neredeyse tamamen elinden alınması- Erdoğan için bir ‘can yeleği’ olarak belirmektedir.
5.) Diğer bir husus ise özellikle faşist Zafer Partisi’nin göçmen düşmanlığı üzerinden yaptığı propagandadır. Eylemi gerçekleştiren sözde zanlının Suriye kökenli bir kadın olarak sunulması, kafatasçı Türk faşistleri tarafından hem göçmen düşmanlığı hem de Kürt düşmanlığı gerici siyasetini güçlendirmektedir. Göçmenler daha fazla hedef gösterilmekte ve şeytanileştirilmektedir. Buna paralel olarak mizojini ve kadının aşağılanmasına “normalleştirilmiş” bir argüman olarak sunulmaktadır. Ataerkinin binlerce yıldır süregiden “Şeytan Kadın” imajı bir kez daha hortlatılmıştır. Özellikle sosyal medyada sürdürülen ve temelde kadınların aşağılanmasına yönelik kullanılan dil, faşist hareketlerin ataerkinin en kaba tezahürü olduğunu bir kez daha göstermektedir.
6.) Bu coğrafyada bilinci ve kalbi doğrudan ve iyiden yana olan herkesin, faşist iktidarın Kürt halkına, göçmenlere, kadınlara yönelik tüm kara çalmalarına, şeytanileştirme politikalarına ve sürekliliği sağlanmış saldırına karşı olmaları gerekir. Kürt Ulusuna yönelik baskı imha ve asimilasyon politikasına karşı çıkmak, bu coğrafyadaki ilericilerin en temel sorumluluklarından biridir. İster Kemalist olsun ister İslamcı, hakim sınıflar bu ülkenin kuruluşundan beri Kürtlere yönelik başlattığı baskı ve sindirme politikalarını sonradan tüm muhalif kesimlere yöneltmişlerdir. Kürt ulusunun bastırılması, tüm muhalif güçlerin -hatta hakim kliklerin muhalif kanatlarının dahi- bastırılmasında hep bir laboratuvar rolü görmüştür. Türk şovenizminin teşhirine, ona karşı birleşmeye bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Gerici şovenist dalganın kırılması ve ezilen kitlelerin birlikteliği, sadece bu rejimin suçlarına karşı değil temelde bu rejimi de yaratan sisteme karşı yönlendirilmesi bugün gereksinim duyduğumuz temel ihtiyaçtır. Böylesi bir ihtiyacın karşılanması gerçek bir devrim için, bu sistemin köklerinden sökülüp atılması ve temelden radikal farklı ekonomik ve siyasi sitemin kurulması için devrim hareketinin inşası zorunludur. Dünyanın bu halinde rahatsızlık duyan ve ona gerçek bir anlam vermek isteyen herkesin Bob Avakian’ın mimarı olduğu ve önderlik ettiği yeni komünizmi araştırmalı, etüt etmeli ve bizler gibi sıkı takipçileri olmalıdırlar.
Add comment