İktidarın Rektör Ataması Ne Anlama Geliyor?
Bu yazıya başlarken öncelikle Erdoğan’ın temsil ettiği gerici İslamcı-Türkçü faşist rejimin konsolide olmasıyla beraber sadece komünistlere, devrimcilere, bu sistem için tehdit olacak unsurlara değil ama bizatihi burjuva demokratik normlara dair amansızca saldırdığı bir dönemeçte olduğumuzu belirtmek gereklidir. Bilindiği üzere burjuva demokratik normların temel taşlarından olan “yargı, yasama, yürütme” üçlüsünün bağımsızlığının büyük ölçüde tarumar edilmesiyle beraber bürokratik kadrolara doldurulan gerici unsurlar ve HDP’nin Kürdistan’daki belediyelerine kayyım atanması, medyanın büyük ölçüde faşist rejim yandaşı holding patronlarının eline geçmesi ve ciddi boyutlarda paramiliterleşme operasyonu bir arada gitmektedir. Bütün bunlar bir rastlantı olmadığı gibi, ‘’tek adamın’’ azgınca fantezilerinden de gelmemektedir. Daha önce başka bir yazımızın (i) konusu olan Diyanet İşleri Başkan’ının “LGBT’ler hastalık yayıyor” söylemiyle, faşist Soylu’nun “LGBT sapkınlar” ifadesi aynı gerici rejimin ajandasının parçasıdırlar. Nitekim iktidarı elinde bulunduran AKP ve faşist rejiminin destekçisi MHP/BBP bu söylemlerde yoğunlaşan homofobik, ırkçı ve kadın düşmanı bir dünya tasavvur etmekte, buna uygun bir ajandayı da gün geçtikçe ilerletmektedir.
Rektör ataması fenomeni Türkiye’de ilk kez 1980 faşist darbesinin Türkiye’ye bir “hediyesi’’ olan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ile başlamıştır. Yıllar içerisinde bu kanun çeşitli iktidarlar tarafından değiştirilmiş ve 1992 yılından AKP rejiminin 2016 yılında yaptığı değişikliğe kadar rektörlük kurumu seçimle gelinen ve belli başlı akademik normların yerine getirilmesine dayalı bir kurum olarak varlığını sürdürmüştür. Türkiye ve Kürdistan’da insanların hayatlarının her alanına en gerici bir şekilde müdahil olmaya çalışan faşist iktidar yaptığı rektör atamaları, üniversite eylemlerinde baskı gücü olan polisi en azgın şekilde kullanması, üniversite öğrencilerini işkencelerle gözaltına almasıyla beraber gerici müdahalelerini ‘’bağımsız’’ olması gereken, sanatın ve bilimin yeşermesi gereken üniversitelere yönlendirmiştir. Nitekim bundan on yıl öncesinde ilahiyat mezunu rektör bulunmazken bugün Türkiye’de her 36 ilahiyat profesöründen birisinin rektör olması da bu tabloya bakılırsa pek de şaşırtıcı değildir.(ii) Tarih boyunca iktidarlarını konsolide etmiş faşist rejimler ‘’eğitimi’’ bir hayli önemsemişlerdir; lakin Nazi faşizminin eğitim müfredatında klasik besteci Bach’ın zekasının ‘’Alman ırkının kanından kaynaklanıyor’’ ibaresiyle, Türkiye’de ‘’bizim dinimiz en makbul ve tabii bir dindir ve ancak bundan dolayı ki son din olmuştur.’’(iii) ibaresi pek çok farklılığıyla beraber özünde gerici bir dünya görüşünün dışarıya vurulmasıdırlar. Tıpkı eğitim müfredatından evrimi kaldıran gerici dünya görüşüyle üniversitelere rektör ataması yaparak bilimi ve sanatı da kendi gerici prangalarıyla ezmek isteyen AKP faşizmi gibi.
“Aşağıya bak, toplu gezmek yok!”
Boğaziçi Üniversitesindeki direnişi baskı aygıtıyla kırmaya çalışan ve 159 öğrenciyi gözaltına alan, kimisini işkenceden geçiren; tutuklamalar ve ev hapisleri ile gözdağı vermeye çalışan, biber gazı ve copla yıldırmaya çalışan Türkçü/İslamcı gerici rejimin polisi : ‘’Aşağıya bak, toplu gezmek yok!’’ demiş, bunun üzerineyse Twitter’da ilerici çevreler #AşağıyaBakmayacağız hashtagiyle bir kampanya başlatmışlardır. Evet Boğaziçi Direnişi de, faşist iktidarın zapturapt altına alma girişimlerinin hepsine karşı direnişler de meşrudur, ve evet aşağıya bakmayacağız! Ancak ‘’aşağıya bak’’ gerçekten ne anlama geliyor? Bu aslında çok da uzak olduğumuz bir ‘’talimat’’ değil. Bundan birkaç yıl öncesinde ortaya çıkan rezil görüntülerde Kürt işçileri arkadan kelepçeleyerek yere yatıran ve ‘’Bana bakmayın aşağıya bakın!’’, ‘’Size Türkün gücünü göstereceğiz!’’ diye kuduz salyalar akıtan faşist ile, öğrencilere ‘’aşağıya bakın’’ diyen faşist, aslında aynı zihniyetin aynı düşünüş biçiminin ve aynı dünya görüşünün birer yansımalarıdırlar. Tıpkı Hrant Dink’i arkasından vurarak yüzünü gizleyen zihniyetle “aşağıya baktıran”, “yüzleri gizleyen” bu zihniyetin aynı dünya görüşünün yansımaları olması gibi. Bu “talimat” ister istemez akıllara filozof Levinas’ı getirir; Levinas, rapport de face à face (yüz-yüze) adlı felsefi konseptinde, “ötekinin” benden başkalığını belirleyenin, ‘’Ötekinin’’ yüzü olduğunu söyler, adalet kavramı ancak bu yüzün görülmesi ile mümkündür nitekim eğer yüzü göremezsem insan olarak sorumluluklarımın farkına da varamam.
“4 LGBT Sapkını”
Boğaziçi Direnişine karşı kendi baskı aygıtını kullanmaktan çekinmeyen faşist rejim bir diğer taraftan zaten alabildiğine paramiliterleştirdiği sahada da aktif bir linç ortamını köpürtmek istiyor. Tepeden tırnağa örgütlemekten ve desteklemekten kaçınmadıkları İslamcı derneklerine sonuna kadar ifade alanı açıyor, tekbirler getiren gericiler tehditler savuruyorlar.
Polisin yaptığı baskınlarda ‘’LGBT bayrakları ele geçiriliyor’’, faşist Soylu ‘’LGBT sapkınları’’ diyor ve toplumda varolan homofobi daha da köpürtülüyor.
Bazı meseleleri somutlaştırarak başlayalım. Öncelikli olarak ifade edilmesi gereken hakikat bu rejimin homofobik, transfobik ve kadın düşmanı olduğudur ve gerici rejimin bu nefretinin; kutsal aile, maneviyat konseptlerine sarılmasının siyasi ajandasını oluşturduğu dünya görüşüne içkin olduğudur. Türkiye/Kürdistan’da yaşayan LGBTQ+ bireyler, bu azılı faşist rejimin altında her geçen gün hayatta kalma mücadelesi veriyorlar, ifade alanları baskı altına alınıyor, varoluşları dahi faşist rejimin gerici varlığı için tehdit olarak görülüyor. İslamcı/Türkçü faşist rejim hem kendi resmi baskı aygıtlarını hem de gayrıresmi baskı araçlarını her fırsatta hayatı LGBTQ bireylere cehenneme çevirmek için kullanıyor. Tacize uğruyorlar, saldırılarla yüzleşiyorlar ve öldürülüyorlar. Bilim karşıtı düşünüş biçimlerinin güçlü bir şekilde empoze edildiği toplumda insanların %77’si LGBT bir komşu dahi istemiyor. Bütün bunların ışığında faşist rejim LGBTQ bireyler üzerinden nefret kampanyasını hem kitle tabanını köpürtmek ve saldırtmak hem de kendi dünya görüşü ekseninde toplumu tekrar ve tekrar kutuplaştırmak için kullanıyor. Faşistlerin temel kutuplaştırıcı güç oldukları toplumda burjuvazinin Kemalist kanadını temsil eden CHP de aynı homofobiyi paylaşmaktan ve bir sanat eserinden “insanlığın mukaddes değerlerine saldırılar” çıkartmaktan geri kalmıyor. Bu çok da şaşırtıcı değil nitekim aralarında dini ele alış biçimi olarak nitel farklılıklarla-AKP faşist rejimi için din ideolojik bir tutkaldır- beraber burjuvazinin her iki kanadı için de din merkezi bir işlev görmektedir.
Baskının Olduğu Yerde Direniş de Olacaktır!
Tarih boyunca en ağır baskı koşulları dahi kitlelerin direnişine engel olamamıştır. Nazi Almanya’sında kendilerine biçilen Yahudi düşmanı, ırkçı kültürü reddederek kendi altkültürünü oluşturan Edelweisspiraten ismini kullanan gençler, Hitler Gençliği ne yapıyorsa tam tersini yapıyordu. Tıpkı Gestapo tarafından yakalanarak asılan 16 yaşındaki Ehrenfeld Grubu üyeleri gibi. (iv) Bundan on yıllar sonra Türkiye’de de kitleler kayyım rektörün göreve getirilmesi ve LGBTQ bireylere yönelik alçakça saldırıların içerisinde yoğunlaşan bütün çelişkilere karşı direniyorlar. Türkçü/İslamcı faşist rejimin baskılarına karşı sokakta, sosyal medyada, kampüste direnişlerini bütün saldırı ve tehditlere rağmen sürdürüyorlar.
Bu direnişlerin hepsi sonuna kadar meşru ve pozitif unsurları içerisinde barındırmakla beraber bunlar kendiliğinden gerçekleşen hareketlerdir, dolasıyla bugün hem Türkiye özelinde hem de bütün dünyada mevcut olan toplumsal çelişkileri ve bunların bağrından çıkartan kapitalist-emperyalist sistemi köklerinden söküp atamazlar.
Ancak bu mümkündür, insanların cinsel yönelimleri yüzünden öldürülmedikleri, ötekileştirilmedikleri, sanat eserlerinin ‘’mukaddes değerlere saldırı’’ olarak görülmediği, üniversite öğrencilerinin korkunç işkencelerden geçirilmedikleri, üniversitelerin toplumsal mayalanmanın; sanatın ve bilimin yeşerdiği kurumlar olduğu, eğitim kurumlarının kapılarının kelepçelenmediği bir dünya komünist bir devrim ile mümkündür, bu devrim arzulanabilirdir ve eğer bütün bu toplumsal çelişkilerin olmadığı bir dünyaya doğru ilerlemek istiyorsak zorunludur da!
Bugün bu devrimin stratejisi, yöntemi ve yaklaşımı; komünizmin kritik çelişkisini çözümleyen Bob Avakian’ın eserlerinde mevcuttur ve gerçekten bütün bu gereksiz acılardan kurtuluşu isteyen herkes Bob Avakian ve yeni komünizm ile etkileşime geçmelidir.
Dipnotlar:
i https://yenikomunizm.com/fasizm-din-homofobi/
ii https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-55585169
iii Bu söz Mustafa Kemal’e ait olmakla beraber aktaran : Çayır, K. (2014). “Biz” kimiz?: Ders kitaplarında kimlik, yurttaşlık, haklar. İstanbul: Tarih Vakfı.i
iv Welch, David (1993). The Third Reich: Politics and Propaganda. Routledge. pp. 62–63.
Okuma Önerileri:
*Komünistler ile LGBTQ ve Yeni Bir Dünya Üzerine Röportaj | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
*Sistemi ve Temsilcilerini Süpürüp Atmak | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
*Faşizm, Din, Homofobi… İnsanlığın Devrime İhtiyacı Var! | Yeni Komünizm (yenikomunizm.com)
Add comment